Vous êtes sur la page 1sur 108

1

PARA
TOPLUMU
1984 Yurdaer ERŞAN – Mustafa OKTAY
2

İÇİNDEKİLER

DOLAR DALGALANIYOR .......................................I


BASLARKEN ...............................................IV
TÜRLÜ ÇEŞİTLİ EKONOMİ-POLİTİKA PAZARDA ................XVI

BİRİNCİ BÖLÜM

I.1. GİRİŞ ...............................................1


1.2. İNSAN ...............................................4
1.3. PARA .............................................. 12

İKİNCİ BÖLÜM
I. KESİM: MÜBADELE DEĞERİNİN TEMEL
KARAKTERİSTİKLERİ

I Evrensel Eşdeğer Olan Paranın,İnsanın, Organlaşma

Potansiyelinin Simgesi Olarak BütÜnleyici

İşlevi.................................. 19
II E.E.O.P.Mübadele Aracı Olarak, Bütünleyici
İŞlevi .................................. 21
III E.E.O.P.Dolaşım Aracı Olarak, Bütünleyici
İŞlevi .................................. 26
TV E.E.O.P.Ödeme Aracı Olarak, Bütünleyici
İşlevi .................................. 28
V E.E.O.P.Ölçü Birimi Olarak, Bütünleyici
İşlevleri ................................ 30
VI E.E.O.P.İnsanı Zamanda Bütünleyici İşlevi ..... 33
VII E.E.O.P.Metaların Temsilcisi Olarak,
Bütünleyici İşlevi...................... 36
VIII E.E.O.P.Üretimin ve Tüketimin Aracı Olarak,
Bütünleyici İşlevi .....................37
IX E.E.O.P.Birikim Aracı Olarak, Bütünleyici İşlevi.38
X E.E.O.P.İktidar ve Mülkiyet Aracı Olarak,
Bütünleyici İşlevi ................ .....45
3

, XI Birinci Kesimin Özet-Sonuçları , ............. .....47

II. KESİM: PARA TOPLUMUNUN OLUŞUMUNU ZORUNLU KILAN,


YETERSİZLİK VE DENGESİZLİK ................ 55

I - Meta Üretimi İlişkisinin Kendine Yetersizliği 55

II - Meta Üretimi Sisteminin Dengesizliği ..............5 7

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

PARA TOPLUMUNA GEÇİŞ ..................................6 7

BİTİRİRKEN ............................................82
4

“Organik kimya, daha şimdiden canlı ve

cansız madde arasındaki ayrımı yoketti. İnsanları da canlı ve

cansız diye ayırmak yanlış: cansız-canlı insanlar ve canlı-canlı

insanlar var. Cansız-canlılar da yazıyor, yürüyor, konuşuyor

ve davranıyorlar. Ama hiç hata yapmıyorlar; hata yapmayan

yalnızca makinalardır ve yalnızca cansız şeyler üretirler.

Canlı-canlılarsa sürekli hata yapıyor arıyor, soru soruyor ve

acı çekiyorlar."

Y.İ.ZAMYATİN
5

"Dolar dalgalanõyor!"
Sular ayaklarımdan belime
İlerliyor-çekiliyor.
Güneş altında iç ürpertici bir nefes alıp-verme,
titreyip-büzülme, gevşeyip-rahatlama,
garip bir haz!..

Ve ben,
zaman dışı bir varlık
Enerji partikülü,
insan!..

Ve ben Con Ahmet,


İNSAN dalgasında bir zerre-insan..
Zaman dısı bir zamanda
Suda ,
6

dalgada,
bundan üç milyar yıl önceki
bir zamanda,
büzülüp-gevşeyerek
kumsalı yaladığında dalga
kalmışım orada,
titreyip-büzülerek, gevşeyip-rahatlayarak.

Ve ben
zamanda
oniki milyon yıl önce
bir ağacın tepesinde,
savunmasız,
titreyip-büzülerek; gevşeyip-yayılarak
yattığım yerde dalgalar ayaklarımdan belime
gelip-giderken.

Gün ,
dokuz milyon yıl aşağı indiğinde,
elimde sivriltilmiş bir sopa
titreyip
ürpererek
toprağı eşelerken,
soğuk bir Cola'yla
rahatlıyorum!..

"Dolar dalgalanıyor!"
Ve ben gerilip-gevşiyorum,
her zerremde bin parça olup
dağılıp-yayılıyorum.
Parçalandıkça ben her atomumda,
çoğalıp-büyüyorum, yayılıp-genişliyorum.
Bölündükçe ben
Çoğaldıkça ben
Yayıldıkça ben
her zerremde ben,tükendikçe
rahatlıyorum.
7

Gün,
iki milyon dokuz yüz doksan beş bin yıl
daha aşağı indiğinde;
ben
elimde kil tabletle
Zift diyarından Ur'a giderken
titreyip-büzülüyorum.
Elimde telefon,
ayaklarımla suları dalgalandırırken
,
gevşeyip-rahatlıyorum.
Dalgalar yükselip-alçaldıkça
Ben,
kasılıp-titriyor, gevşeyip-rahatlıyorum.
Garip bir haz bu,
PARA,.. dalgada.
Aklım,
bilgim,
gücüm,
zamanım, herşeyim benim, PARA!.. Bende kendini
kendinde beni
yaratan PARA!..
Kilde biçimlenip, bakırda alazlanan,
gümüşte açılıp;
altında parlayan,
kâğıtta bir kuş gibi
hafifleyip,
dalga dalga
yayılıp-büyüyen,
varlığım benim.
Dolar boşalır, tekrar dolar
dalgalar ayaklarımı yalar.
Ve bana,
garip bir haz verir
bütün bunlar...
Bir sorsalar, ulan nedir
8

bu dalga!..
Neden,
dal-ga-la-nır bu PA-RA?
İlm-i iktisat, keser hemen
Dalgayı.
Dünya ekonomisinde
dalgada-durgunluk
durgunlukta-dalga!
enflasyon-stagnasyon
stagnasyon-enflasyon
ve de
stagflasyon!.

Sonsuz sayılar, sonlu sayılar..


sayılarda yaşar dalga, kaybolur dalga.
İlmin sırrı da burda!..
9

BAŞLARKEN

"Türkiye ekonomisinin, Dünya ekonomisine entegrasyonu"


biçiminde formüle edilmiş olan sorun, bilimsel bir inceleme
ve araştırma konusu olarak ortaya konulduğunda;bu ortaya
koyuş biçimi, kaçınılmaz olarak, bir dizi soruya yol açıyor
ve öncelikle bunların irdelenmesi gerekiyor.

İlk akla gelen sorular şunlar:

1- Bu formülasyon eğer, salt Türkiye’ye özgü bir sorunu


ifade ediyorsa ve böyle anlamak gerekiyorsa, burada
Türkiye'nin bir özgüllüğü (spesifikliği) var demektir.

1.1- Eğer Türkiyenin bir özgüllüğü varsa, bizi genelden


ayıran bu özgüllüğün, ne olduğunu belirlememiz ge-
rekir.

1.2- Bu ise, önce geneli tanımlamamız sonra tanımladığımız


genelden hareketle, Türkiye'yi bu genelden ayıran
özgüllüğü belirlememiz gerekir.

1.3- Ancak, böyle bir irdeleme süreci sonunda, Türkiye


ekonomisinin Dünya ekonomisine entegrasyonu, sorununa
yaklaşabiliriz.

2- Eğer entegrasyon, Türkiye ile birlikte tüm ülkeler eko-


nomilerinin de, bir sorunu olarak görülürse ve böyle
yorumlanırsa, o zamanda sorun, genelin sorunu olur.

2.1- Ama,sorun tüm ülkelerin tek bir Dünya ekonomisinde

birbirlerini bütünlemeleri ise; o zaman da ülkeleri,

içinde bulunulan tarihsel koşullarda böyle bir bütün-

leşmeye yönelten, zorlayan ortak özgüllüğü belirlemek

gerekir.
10

3- Yaptığımız bu belirlemelerin ışığında, ister sadece


Türkiye ekonomisinin enegrasyonu, ister diğer ülke
ekonomilerinin entegrasyonu çerçevesinde alalım sorunu, her
iki halde de geneli tanımak, kavramak zorunluluğu gelir
gündeme.

Tanımak deyince de, geneli bütün özgüllüklerinden


soyup, zamanda ve mekanda değişmez bağıntılarıyla görüp
kavramak anlaşılır.

3.1- Eğer geneli, bütün tarihsel özgüllüklerinden soyutlar


ve onun evriminin değişmez bağıntılarını yakalarsak,
bu bize yaşadığımız dönemdeki genelin özgüllüğünü
kavrama imkân verir.

3.2- Eğer yaşadığımız tarihsel zamanda, bir özgüllük söz


konusuysa bu, parçaların da özgüllüğünde belirleyici
olur.

3.3- Genelin bu belirleyici özgüllüğü açığa çıkartılmadan


salt parçaların özgüllüğü aranıp irdelenmeye
kalkılırsa, yapılan irdelemede bilimsel açıdan doğru
olmaz.Çünkü bu; neden-sonuç bağını, parça-bütün
ilişkisini, iç ve dış dinamiklerin etkileşimini,
özgüllüğün iç ve dış belirlenimleriyle oluşan
bütünlüğünü, sakatlamak, parçalamak ve nesnellikten
uzaklaşmak, öznel belirlemelerle gerçekliği çarpıtmak
olur.

4- Şu halde, Türkiye ekonomisinin, Dünya ekonomisine entegras-


yonu sorununa, bilimsel bir yaklaşımın temel koşulu,
Türkiye ekonomisini de, içeren Dünya ekonomisini baz
alarak, toplumlar genelinden hareket etmek olacaktır.

4.1- Genel olarak toplumların içinde bulundukları tarihsel

özgüllüğü, bu genel'in değişmezlik bağıntılarını


11

tanımlayarak açığa çıkarmalıyız.


4.2- Toplumların değişmezlik bağıntılarını;(toplum
karınca toplumu olmadığına göre)öncelikle insanın,
değişmezlik bağıntılarında aramamız gerekir.

4.3- Toplum bilimlerinde insan, toplumsal bir varlık


olarak ele alınır. Toplumsallığı değişmez bir
niteliği olarak belirlenir.

4.4- İktisat "bilimi"nde de toplumsallaşmış insanlar,


sürekliliği olan mal ve hizmet mübadelesi bütününde
ele alınırlar.

5- Her iki halde de ele alınan insan, toplumsallaşmıs in-


sandır.

5.1- Ama toplumsallaşmış insan , insanın tarihsel evrim


sürecinin belirli bir asamasında, dayatan zo-
runluluğun biçimled irdiği insandır.

5.2- Gerçek bilim, kendi nesnesinin (toplum bilimlerinde bu


nesne insandır) zamanda ve mekanda sınırsız, temel
değişmezlik bağıntılarını kurar. Nesnesinin evriminin
genel determinizmini de belirler.

5.3- Bu çerçevede, ne toplum bilimleri ne de iktisat


bilimi, kuramlarında nesneleri yaptıkları insanın,
evriminin genel determinizmini oluşturamamışlardır.

5.4- Aralarında iktisat bilimi de olmak üzere, evrimin


genel determinizmini kuramamış (idealist), sınır-
lamış (materyalist) tüm toplum bilimleri bu temelden
yoksun oldukları için gerçek bilim olamamışlardır.

5.5- İktisat bilimi, iktisat teorisinde gerçek bilim


olamamanın özürünü mantıki-matematiksel
biçimlenişinde gidermeye çalışmıştır.

5.6- İktisat teorisinde yaşanılan bu açmaz, iktisatçıyı


kaçınılmaz olarak iktisat politikacısına dönüş-
12

türmüştür.

5.7- İktisat politikası haline gelen iktisat "bilimi"


kendine uyarlı kuramsal çerçeveleri, matematiksel
mantığın ve soyutlamanın araçlarıyla yaptığı
çeşitlemelerle oluşturmuştur.

6- Türkiye ekonomisinin Dünya ekonomisine entegrasyonu sorunu,


yukardaki açıklama, irdeleme ve belirlemelerin ışığında,
öncelikle kuramsal çerçevede, aydınlığa kavuşturulması
gereken bir sorundur. Gerçekte, yalnız Türkiye’nin değil,
Dünya ekonomisinde bütünlenmek durumunda olan tüm diğer
ülkelerin de kuramsal çerçevede karşılaşacakları bir
zorunluluktur.

6.1- Kuramsal çerçeveden (iktisat teorisi anlamında)


yoksun iktisat "bilimi"nin ürettiği ve üreteceği
iktisat politikaları; yaşanan zamanla sınırlı,
toplumlarda varolan sınıf ve zümreler kadar
alternatifli, pragmatizmi ve rastlantısallığı esas
alan, dene-gör'de büyük kayıplara, zararlara,
yıkımlara mal olan, yaşama süreleri de tesadüflere,
siyasal dengelere bağlı olan "bilimsel" önerilerdir.

6.2- Yukarda belirtilen kuramsal temelden yoksun iktisat


"bilimi"; zorunlulukların bilgisine dayanmadığı, onun
yasalarını üretemediği için, bizce ilm-i
iktisattır!.. Gerçek bir bilim olması gereken iktisat
bilimini, iktisat "bilimi"nden ayırdetmek ve onun
tarihselleşmiş (aşılmış) niteliğini belirtmek için, bu
tarihi terkibi kullandık.

6.3- Bu çalışmadaki amacımız, yeni bir alternatif iktisadi


politika oluşturmak veya önermek değildir.. Biz
sorunun, iktisat politikalarının rastlantısallık
alanında değil, bilimin zorunluluklar alanında
irdelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
13

Çünkü,zorunlulukların bilgisini ve yasalarını


üreten bilim; ancak bu yolla rastlantısallığa,
olasılıklara egemen olabilir. Ancak bu yolla ras-
lantısallığın, olasılıkların belirleyiciliğinden
kurtulabilir, dene-gör'cülüğün, pragmatizmin yol
açtığı kayıpları, yıkımları önleyebilir.

7- Gerçek bir bilim olması gereken İktisat Bilimi; nesnesi


olan İNSAN'õ ve onun mübadele ilişkilerinin evriminin genel
determinizmini, yani bu evrimin zamanda ve mekanda sınırsız,
özgül değişmezlik bağıntılarını belirlemek zorundadır.

7.1- Çağımızda, doğa bilimlerinde kaydedilen olağanüstü


gelişmeler: Kuantum kuramı, rölativite kuramı, sistem
bilimi,vb. bize yepyeni ufuklar açmıştır. Bunlar,
insanı, toplumu, sistem mantığıyla ele almamıza,
canlılığı enerji partikülünden başlayan bir zincirde
izleyerek, onun zamanda ve mekandaki sınırsızlığına
varmamıza, zorunlulukla rastlantısallığı, değişenle
değişmeyeni ayırdetmemize, imkân veren ve düşünce
ufkumuzu genişleten bilgiler, bilimsel bulgular,
katkılar ve açınımlar getirmişdir.
7.2- Tıpkı çağdaş fizikte olduğu gibi, matematiksel
formüller, sayılar ve çağdışı kalmış kuramlardan
sıyrılarak, toplumsal gelişimin evrimini sınırlı bir
tarihsellik çerçevesinde açıklamaya çalışan, yetersiz
ve bütünlüğü açıklamada tutarsız kuramları (Marksist
ve neomarksist) aşarak, düşünsel süreçte doğa
bilimlerinin önümüze açtığı zengin olanaklardan
yararlanıp toplum bilimlerinde kaybedilmiş olan
İNSAN'õ arayıp bulmaya yöneldik.

"1945'lerde Broglie ve Schrödinger'le başlayan


dalga mekaniğinin gelişimi, derin ve mutlu bir
benzetmeyle fizikte başarılı bir teori elde etmenin
14

tipik bir örneği olmuştur"(1).

Fizikte Kuanta teorisi olarak ifade edilebilecek


çağdaş açılım, bizi de İNSAN'ı yeni bir bütünlükte
aramaya yöneltti.
"Bir tanecikler sistemi olarak alınan atom,
duraklı dalgaların yaratıldığı küçük bir çalgı
gibi davranır" diyen Einstein ve L. İnfeld’in
görüşleri,bizi, İNSAN'ı da tıpkı bir atom gibi
düşünmeye yöneltti.Onu,çekirdek (insan) ve duraklı
dalgalar (organlaşması) bütünlüğünden oluşan bir
madde-dalga bütünlüğünde yorumlamamıza yol açtı.
İnsanın bir maddi varlık olarak, doğayla iliş-
kisinde organlarıyla ona yönelmesi, onun doğaya bir
salınımıdır.Ulaştığı doğa parçasından, salınımıyla,
sağladığı, enerji kütlesinde bu etkinliğinin
yansımasını görüyoruz.
İnsanın doğayla ilişkisi, bir ucu insanda
bir ucu da, ulaşa bildiği doğa parçasın da olan
salınım ve yansıması ile bir duraklı dalga bütünlüğü
oluşturur (2).
Bu dalga hareketinin dinamik ucu insan, görece
pasif ucu doğadır. İnsanın doğa karşısındaki konumu
satranç oynayan bir insan konumu değildir.
Satrançtaki insanın eylemi, karşısındakinin eylem
olanaklarıyla sınırlıdır. Oysa doğa karşısındaki
insanın eylem olanakları sınırsızdır.(3)

İnsan karşısında doğa pasif bir görünümdedir.. Ancak, in-


sanın dalgalanmalarıyla oluşturduğu karşı-çevre, doğayı
bozucu niteliklere büründüğünde o pasif, halim selim
doğa, insanın varlık koşullarını tehdit eden bir doğa
haline gelebilir.
(1)A.Einstein-L.İnfeld:Fiziğin Evrimi,s.244

(2)A.Einstein-L.İnfeld:Fiziğin Evrimi,s.244

(3)N.Wiener: Sibernetik ve Toplum,s.60-61


15

7.3- Genelinde toplum bilimlerinin, özelinde iktisat biliminin


nesnesi olması gereken İNSAN'õ, çağdaş doğa bilimlerinin
açtığı yeni ufuklar içinde, yeni bir bütünlükte arama
çabamız, bizi şu sonuçlara götürdü:

İNSAN;
1 ) D a n e c i k -dalga bütünlüğünde kavranabilecek olan bir
canlı organizmadır. Bir maddi bütünlüktür.
2 ) Doğayla kurduğu bütünlükte sistemler bütününden
oluşan, bir açık - akar sistemdir.

3) Kendine yetersiz bir sistemdir.

4) Kendi yarattığı organlarla, doğadan bağımsızlaşarak,


ona egemen olan bir organizmadır.

5) Sınırsız organ yaratma yeteneği olan, en gelişkin bir


canlı organizmadır.

6) Doğaya uyum sağlama yeteneğindeki sınırsızlığıyla,


kendini tüm diğer canlı organizmalardan ayırır.

8- Mübadele ilişkisini, iktisat "bilimi"nin çerçevelediği


toplumsal insanla belirledıği tarihsel zaman ve mekanın
dışında, sınırsız zaman ve mekanda ele aldık.

8.1- İNSAN'ın varoluşundan bu yana ve onun varlığında


sonsuz olan temel bir ilişkisi olduğunu saptadık.

8.2- Tüm Üretim ilişkilerinin özü itibarıyla bir mübadele


ilişkisi olduğunu belirledik.

9- İktisat "bilimi"nde para, nümerer biçimiyle ele alınır ve


işlenir. Onun temel karakteristiği olan evrensel eşdeğer
olma özü üzerinden sessizce geçilir.

Para, yaratıldığından bu yana İNSAN'ın, insan-insan


dolayımında organlaşmasının simgesidir. Bu sürecin tüm
16

potansiyel örgütlenmesinin simgesi olan para, aynı zamanda


bu sürecin bütünlenmesinin dinamiğidir. Böyle bir itici
güç olarak para;

9.1- Organlaşma sürecinin bütünleyicisidir.

9.2- Genel üretim sürecinin mübadele ilişkisi özünü açığa


çıkarıp, bu süreci mübadele ilişkisi temelinde
bütünler.

9.3- Dolaşımının bütün tarihsel ve mekansal engellerini,


ortadan kaldırarak, onu en son sınırına ulaşmaya
zorlar ve o anlamda bütünler.

9.4- Ödeme aracı olarak, bütün kullanım değerlerini süreç


içinde mübadele değerine dönüştürür ve herşeyi
dolaşım alanında bütünler.

9.5- Ölçülerin ölçüsü olarak, herşeyi kendinde bütünler.

9.6- Zamanı, koordinatlarında yoğunlaştırarak bütünler.

9.7- Enerjinin, bilginin, zamanın birikimini ve birbir-


lerine dönüşümünü sağlar ve onları kendinde bütünler.

9.8- Kendi iktidar hiyerarşisini oluşturur ve iktidarı


dünya çapında bütünler. Özel mülkiyetin bütün eski
biçimlerini çözer, değiştirir ve onu para mülkiyetine
dönüştürerek "para toplumu„nun oluşumuna yol açar.
10- Çağdaş gerçek bilimlerin getirdiği, yeni açınımların
ışığında, insan ve insan toplumlarının tarihsel evrimiyle
ilgili idealist ve materyalist tarih açıklamalarının
yetersizliklerini .ve sınırlılıklarını görmemize yol açtı.

Tarihi, evrimin genel determinizmine bağlı


olarak kavramanın gereğini duyurdu.

Sistem bilimin bize sağladığı yeni bakış açısı;


17

evrim sürecini bütün zenginlikleri içinde, zorunluluk ve


raslantılarıyla birikim ve sıçramalarıyla, nicel ve nitel
değişimleriyle vb. çok yönlü kavranılır kılmaktadır.

Kısaca, geçmişimizden geleceğimize uzanan bu sı-


nırsız oluşumun genel determinizmini bilgimizin ulaştığı
yeni düzeylerde yeniden ve daha bir bütün olarak kurabilmek
olanağına artık sahibiz. İşte bu çerçevede;

10.1- İnsanı, enerjinin varoluş biçimlerinden biri, en


gelişmiş bir sistemler bütünü olarak görebiliriz.

10.2- Onun açık sistem olma özelliğinin bütün evriminin


dinamiği olduğunu,kendine yetersizliğinin gelişme
ve büyümesinin tek itici gücü olduğunu belirleye-
biliriz.
10.3- Kendine yetersiz insanların birbirleriyle

eklemlenmelerinden, kapalı (ilkel, köleci ve feodal

toplum),ve açık toplumsal sistemler (Çoban

toplumları, devletleri) oluştuğunu ve kapalı-

kendine yeterli sistemlerle, açık ve kendine

yetersiz sistemlerin zorunlu birleşmeleriyle de

toplumsal sistemlerin evrildiğini kavrayabiliriz,

10.4- Toplumsallığın, İNSAN'ın evrimindeki tarihsel


boyutunu ve evrilişini anlayabiliriz.

10.5- Yaşadığımız toplumsal sistemin oluşumunu (içerdiği


bütün rejimlerle, yani kapitalist sosyalist,
komünist, faşist vb.) ve temel karakterini
belirleyen yetersizliğinin, sistemi yönelttiği
yeni evreyi görebiliriz.
18

10.6- Ve nihayet evrimin genel determinizminin, yaşadığımız


toplumsal sistemin zorunlu evresi olan PARA
TOPLUMU'na gidişi belirlediğini de anlayabiliriz.

11- Yöntem ve dil: Bilimde, dinde, toplumsal yaşamda ya


da sanatta olsun, yanan, kaynayan küre soğuyunca,
ateşli mağma, doğmayla, sert, kemikleşmiş, hareketsiz
bir kabukla örtülür. Bilim, din, toplumsal yaşam ve
sanatta doğmalaşma, düşüncenin değişim gücünün tüken-
mesidir. Doğmalaşan şey artık yanmaz, yalnızca sıcak-
lık verir-ılıklaşır, soğur. İsa'nın kavuran güneş al-
tında kollarını kaldırmış hıçkıran insanlara verdiği
vaazın yerini, büyük bir katedraldeki bıkkın dualar
alır. Artık Galileo'nun "Gene de dönüyor"u yerine, bir
gözlemevinin iyi ısıtılmış odalarındaki coşkusuz
hesaplar vardır (4).

Akademia'nın taş duvarlarına çarpıp düşse de "yeni"


kendini anlatabilmenin, "yeni"yi açıklayabilmenin
yolunu, biçimini bulmak zorundadır. Doğuşuna uyarlı
biçimi bulamayan "yeni”,gün ışığına çıkamaz, kabul
göremez. Ama er geç "yeni" mutlaka bir, gün kendine
uyarlı biçimi bulur ve gün ışığına çıkar.

Biz bu çalışmada "yeni" olanı, yeni bir biçimde


sunmayı denedik. Ve şöyle bir yöntem izledik:

11.1- "Yeni"nin üretiminde kullanılan "eski"lerin bıktırıcı


tekrarından kaçındık.

11.2- Çağdaş insanın artık bilinçlice uygulaması gereken, en


az enerji-emek ile en çok girdi sağlama ilkesine uyarlı
bir davranış içinde olmaya çalıştık. Yüzlerce sayfa
tutabilecek bir çalışmayı, yüz sayfada yoğunlaştırmaya
çaba harcadık.

(4) Y.İ.ZAMYATİN: Yeni Gündem,sayı 4,sayfa 35.


19

11.3- "Yeni"nin "eski"den kopuşunun kaçınılmaz gereği olarak,


genelinde toplum "bilim"lerin, özelinde iktisat
"bilimi"nin temellerine yönelttiğimiz eleştirilerde,
daha rahat anlaşılır olmak için, yer yer bilinçlice
kalın, ayırt edici çizgiler ç e k t i k . "İlm-i
iktisat" , "İlm-i simya" , "beşer", "beşeri
münasebet" vb, gibi eski tamlamalar, terimler
kullandık. Benzetmelerle, çağrışımlarla anlatıma
kolaylık, yoğunluk ve sürat getirmeye çalıştık.

11.4- Dil'in yoğun anlatıma imkân veren,becerebildiğimiz

ifade biçimlerini (şiir, dialog, hikaye, özdeyişler,

vb.) kullanmayı denedik.

11.5-Kısaca,bugüne kadar bilimsel anlatımın.ağırbaşlılık


ve anlaşılmazlıkta koruduğu ciddiyetten, anlaşılır
olmak için, uzak durmaya da özen gösterdik.
20

TÜRLÜ ÇEŞİTLİ EKONOMİ-POLİTİKA PAZARDA...

-Bu ne biçim dalga? Domates üçyüz lira...

-Abi ihracat var, ihracat...

-Ulan kendin yeme elâleme yedir... İşmi bu be... Kendimiz


doyalım fazla olanı satsın hükümet..
-Yok efendim, yok.. İpin ucu kaçmış.. Narhı koyacak bele-
diye... Uymadımı çekecek ipe.. Rahmetli sağ olacaktı ki...
-Hayır efendim.. Neye ihtiyacımız var şu memlekette...
-Ne demişler, çobanı olmayan sürüyü kurt kapar...
-Doğru, doğru... Sopayı görünce her şey girer hizaya...
-Efendim, şu memlekette olmıyan mı var?
-Abi.. Ne istersen hepsi var... Senin paran yoksa ben n'apim..
-Vallahi biz kendimize yetiyorduk. n'oldu böyle anlıyama-
dım...
Dolar iniyor.. domates çıkıyor..
Dolar çıkıyor... domates gene çıkıyor...
-Var bu işte bir dalga. mirim....
21

BİRİNCİ BÖLÜM

I.1. GİRİŞ
İnsanların günlük yaşamlarında, en basit bir alış-veriş
ilişkisinde, ayaküstü oluşturdukları alternatif ekonomi-
politikaları, özü itibarıyla herbirinin kendi somutluğundan
kalkarak, biçimlendirdikleri birer ekonomi-politikasıdır.

İktisat bilimcisi(!)-iktisat siyasetçisi anlamında-


ise bu somut bireyleri soyutlar, sayılara dönüştürür. Çünkü;
"Genel teori" (1) yeniden hayata döndürürken onu, matematiksel
mantıklı bir İktisat Bilimcisi yapmıştır. "İktisat Bilimi"ni
de bir "Mantıki Bilim" (2) olarak biçimlendirmiştir.
Politikanın, pratiğin, yaşanan zamanla sınırlı, zamanın
dayattığı pragmatizmin, oluşturduğu çerçeveyi; Bilim'in
çerçevesi yapınca (teori-pratik bütünlüğü olarak) iktisat
bilimcisi (politikacısı) sayılaştırdığı soyut bireylerle,
sayılarla, istatistiklerle, şemalarla, grafiklerle
oluşturulan bir toplam-toplum kavramına varır. Artık onun için
toplum, sayılarla soyutlanan bir matematiksel nesnedir.

Oluşturduğu ekonomi politikalarında, bu sayılara dönüştürdüğü


insanlara; sayıların diliyle, sayılarla sınırlı
(1)J.M.Keynes:1936’da yayınladığı,Keynesgiller’in baş yapıtı.
(2)A.S.Akat:İktisadi Analiz,sayfa, 6.
22

seçenekler sunar. Bütün bunları yaparken, O da domatesi


üç yüz Tl' ye alır yer.

Sokaktaki adamı da, kendisini de, alternatif


ekonomi politikaları oluşturmaya iten doların, insanların
günlük yaşamına kadar uzanan ve giren belirleyiciliği kar-
şısında, kendisinin sormaya gerek duymadığı, ama sokaktaki
adamın haklı olarak sorduğu " Ne d ir bu dalga?" sorusuna
cevap vermez, veremez.
İlm-i iktisadın, "İnsanların ihtiyaçları ve bunları
tatmine matuf beşeri faaliyetlerle meşgul olan sosyal bir
i 1 i m" (3) olduğuna ilişkin fevkâl beşer(!) tanımı, onun
hâlâ bir ilm-i simya olduğunu açık biçimde ifade eder.
Ama kendisine giydirdiği " B i 1 i m s e l l i k" cübbesi
altında, bu simyacılığı gizlidir.

Bütün bilimler gibi iktisat bilimini de yaratan ve


geliştiren paradır.

İnsan parayı, para da iktisadı yaratmıştır.


İktisadın bilimi olan(!),İktisat bilmi; darphanede, matbaada
basılan PARADA,insan suretinde kaydettiği ve kaybettiği
İNSAN'õ, yani asıl nesnesini, belirleyemediği sürece ilm-i
iktisat, ilm-i simyadır.

Mal mübadelesinde bulunamayan garip Robinson, uzun


tartışmalar sonunda bilim dışı kılınmasından sonra, teorisiy-
le pratiğinin iki yakasını bir türlü bir araya getiremeyen
ilm-i iktisat, teoride parça parça sırça köşküne çekilir.
Ve kendini tarih-dışı kategorilerle zenginleştirmeye yönelir.
Paradigmasını kurar.

"İktisatçılar, hipotez ya da önerilerini hiçbir za-


man gerçekle karşılaştırmazlar. Onun yerine herkes kendine
(3)Prof.Şükrü BABAN:İktisat İlminin Umumi Prensipleri,sayfa 3.
23

bir usta seçer!.. Öneriler, ustalardan alınan


alıntılarla kanıtlanır. Kavgalar da onlar adına yürütülür"...
“Gerçek dışılığı, oluşumunda dokusuna yerleştiren
ilm-i iktisat, tarih dışıdır. Artık "tarih dışı bir iktisat
teorisinin iktisat adına söyleyebileceği o kadar az Şey
vardır ki.. . . "(4)

Teorisiz kalan pratik, sonunda en mantıki yolun ma-


tematik olduğuna karar verir. Her matematikçiyle oluşturduğu
formüllerle zenginleşen, zenginleştikçe parçalanan pratik,
türlü-çeşitli ekonomi politikaların kargaşasına dönüşür.
İktisat teorisinin oluşumunu hazırlayan paradigma
çerçevesinin, zamanda ve mekanda sınırlılığı, yaşamın zamanda
ve mekanda SINIRSIZLIĞI ile aşılmıştır.
Bu kuramsal çerçeveyi izleyen, zamanda ve mekanda
sınırlı her türlü kuramsal çerçeveleri de yaşam, sınır
tanımayan dinamizmiyle, akışıyla, değişimiyle kırıp dök-
müştür. Buna rağmen, akıp giden bu büyük nehirde tutundukları
çerçeve parçalarında, hâlâ sınırlı küçük çerçeveler oluşturup
orada dünyaya bakmaya çalışan Kuramcılar ve ,Kuramlar var .
Oysa, bu sınırlı kuramların yanında, pratikte sınırsız
sayılar var, istatistikler var, formüller var ve bütün
bunların arkasında da para var.

Sınırsız zaman ve mekanda bütünlüğünü kuramayan her


kuram kapalıdır; sınırlıdır, geçicidir, tarihseldir.

Genelinde bilim (doğa ve toplum bilimleri), enerjinin


özgül belirlenimlerindeki DEĞİŞMEZLIK BAĞINTILARINI arar.
Enerji, danecik ve dalga halindeki bir bütünlükte varlığını
sürdürür (5)

(4)A.S.Akat:İktisadi Analiz,s.73.

(5)W.Heisenberg: Fizik ve Felsefe,sayfa 9,18,20,Çeviren:Yılmaz Öner.


24

Bilim, enerjinin özgül belirlenimlerinde, al-


gılanabilir, kavranabilir, her maddi biçimlenişinde sür-
dürdüğü evrimin (maddenin her varoluş biçimindeki evrimi
anlamında) genel determinizmini belirler. Yani zorunluk
halkalarını bağlayan yasaları oluşturmak zorundadır.

Bu anlamda, zaman ve mekan sınırsızlığında, nesnesinin


özgül değişmezlik bağıntısını kuramayan her " Bilimsel"
kuram (Toplum Bilim Kuramı ) zamanda ve mekanda sınırlı, salt
özgül belirlenimlerle kısıtlı, onlar gibi geçici ve
tarihseldir.
"Genel determinizmi olmayan her evrim ve kuramı,
evrimini tamamlar ve nereye yöneleceği bilinmez"(6).

Genel determinizmi olmayan bir evrim kuramına dayanan,


insan toplumuyla ilgili B i 1 i m sınırlı zaman ve mekanda,
ele aldığı nesnelerin, somut olgu ve olayların, bu bağlamda
içerdiği değişmezlikleri göremez. Bu nedenle, onların
zamanda ve mekanda değişebilir özelliklerinde, değişmezlik
bağıntıları kurar. Özleri yakalayamaz, biçimleri
mutlaklaştırmaya yönelir.

1.2. İNSAN

İlm-i iktisadın bilim olabilmesi için; meta insan


halinde bulduğu, sayılaştırdığı, matematiksel soyutlamada
tümden kaybettiği İNSAN'õ, evrimin genel determinizminde
değişmeyen özü ile yakalayarak, kuramının ekseni yapması
zorunludur. Bu konuya daha geniş olarak ileride değine-
cegız.

Bilimin, İNSAN'õ, zamanda ve mekandaki bütün özgül


görünümlerinden soyutlaması ve gerçek B e ş e r i bulması, onu
(6)Yılmaz Öner:Canlılığın Evrimi,sayfa 333.
25

tanıması, kavraması zorunludur. Şöyle ki;

Eğer insanı, bütün zamansal ve mekansal özgüllükle-


ridden soyutlarsak, yani kavramsal düzeyde, düşünsel
planda somut insana ulaşırsak İNSAN'ın

Her şeyden önce bir canlı varlık olduğunu,


tüm diğer canlılar gibi doğa ile zorunlu bir
ilişkisi bulunduğunu,
bu ilişkinin bir enerji alış verişi ilişkisi
olduğunu,
ve bir sistem olarak enerjisini kendi dışından,
doğadan almak zorunluluğu nedeniyle AÇIK BİR
SİSTEM olduğunu;ve her açık sistem gibi KENDİNE
YETERSİZ olduğunu görürüz.

Bunlar onun diğer bütün canlı alemle aynı olan de-


ğişmez nitelikleridir.

İNSAN'ı diğer bütün canlılardan ayıran temel niteliği


ise, en gelişmiş bir canlı varlık oiarak, her canlıda bulunan
Doğa ile uyum yeteneğinin İNSAN'da, zamanda ve mekanda
sınırsızlığıdır.

İnsanın, İNSAN'lığı zamanda ve mekanda, sınırsız


uyum yeteneğiyle, yani her an doğa ile denge kurabilme
potansiyeline sahip oluşuyla belirlenir. Ve bu özgün
karakteristiğiyle, diğer bütün canlılardan ayrılır.

İNSAN'ın doğa ile denge kurabilme potansiyeli or-


ganlaşma (aynı es.bak. S.19 ) yoluyla karşı çevre (aynı
es.bak. S.15 ) oluşturabilmesiyle belirir.

İNSAN'ın organlaşarak yarattığı,karşı çevre, aynı


zamanda bir sistem olarak O'nu doğanın bozucu etkilerine
karşı korur.
26

Çevre (Doğa) ile karşı çevre arasındaki deng e,


İNSAN'ın bi r canlı s istem, bi r canlı orga nizma olarak
varoluş koşuludur. Bu dengenin sürekli ve dinamik kurucusu,
kollayıcısı da İNSAN'dır.

İNSAN'ın bu dengeyi sağlamak için organlaşırken, en


az enerji sarfı ile en çok enerji elde etme zorunluluğu, Onun
doğa ile uyum içinde varolabilme zorunluğundan kaynaklanır.

Doğa ile uyum zorunluluğu da, Ona organ yaratma


zorunluluğunu dayatır. (En az emekle en çok verimlilik elde
etme ilkesi, kısaca say-i akal ilkesi buradan kaynaklanır).

En gelişkin bir canlı sistem olan İNSAN, aynı zamanda


en gelişkin bir enerji biçimlenişidir. Enerjinin en üst
düzeydeki maddi varoluş biçimidir. İNSAN, bu en gelişkin
sistem olma niteliği ile daha az gelişkin tüm sis-
temleri,enerjinin tüm diğer maddi varoluş
biçimlerini,belirleme ve onlara egemen olma, onları kendine
bağımlı kılma potansiyeline sahiptir.
İNSAN'ın yarattığı, en gelişkin toplumsal organizma da
daha az gelişmiş toplumsal oraanizmaları belirleme ve onlara
egemen olma potansiyeline sahiptir.
Bu toplumsal organizmaların evrimini, birbirleri ile
ilişkilerini, en gelişkin toplumsal organizmaların, diğerleri
üzerindeki belirleyiciliğini ve onları kendinde bütünlemeğe,
kendinin organı kılmaya yönelik çok yönlü etkinliğini,
anlamamızı , kavramamızı mümkün kılan S i s t e m b i 1 i m i
n i n bize kazandırdığı bu çok önemli bakış açısıdır.
Toplum bilimlerinde, kuramın oluşturmak zorunda
olduğu zorunluluk yasalarının, dayanması gereken bu temel,
aynı zamanda bütün bu olguları birbiriyle bağıntıları
içinde, kavramamızı mümkün kılan anahtardır.

Açık bir sistem olan insanın, doğa ile zorunlu


ilişkisi içinde, yeni bir bütünlük oluşturduğu ve ancak canlı
27

varlık olma niteliğini bu bütünlükte koruyabildiğini görürüz.


Bu bütünlükteki denge,canlının varoluş koşuludur. Yani onun
doğa ile alış-verişini gerçekleştirebildiği durumdur.
Dengenin bozulması, bu alış-verişte bir arıza halidir.
Arıza, dengeyi esas alan bu bütünlükte, dengesizlik
yaratır. Ve yeni bir bütünlüğe,dengeye geçişi zorunlu
kılar. İşte bu bütünlük ve denge, ayni zamanda yeni bir
dengesizliği içinde taşır. Birbirlerini izleyen denge ve
dengesizlikler içinde, evrilen bu bütünlük bir AKAR SİSTEM
oluşturur .

İnsan-doğa bütünlüğünden oluşan, akar sistemin den-


gesizliğinin yarattığı, zorunlu bir aşamada İNSAN ; insan-
insan dolayımında doğa ile yeni bir denge olusturur.
İnsan böyle bir ilişki içinde, toplumsal bir varlık
olma, niteliğini kazanır. Ve insan, evriminin bu aşamasından
itibaren toplum bilimlerinin nesnesi olur.
Artık toplumsal bir varlık olan insanın, insan-insan
dolayımında oluşturduğu, bu yeni bütünlükte meydana gelen
toplumsal organizma, varoluşunun gerekli kıldığı enerjiyi,
insan-insan ilişkisi dolayımında doğadan sağlar.

Doğadan enerji dönüşümünde, birbirlerinin organı


haline gelen insanların oluşturduğu bu bütünlük, kapalı bir
sistem dir. (7)

Enerjinin sağlanması sorunu, artık bir iş-bölümüyle


gerçekleşir olmuştur. Bu anlamda, birlikte yapılan bir uğraş
sonucunda elde edilen enerji, aynı zamanda birlikte
tüketilen bir enerjidir. Artık burada enerji, bu yeni bü-
tünlüğün varoluşunun içsel kaynağıdır.
Yatayına oluşan iş-bölümü ilişkilerini içeren kapalı
sistemler,(8)
(7) Avcõ-Toplayõcõ, yarõ göçebe-çoban, çiftçi topluluklar.

(8) Avcõ-Toplayõcõ, yarõ göçebe-çoban, yerleşik çiftçi topluluklar. İş-bölümü ilişkilerinin

oluşturduğu kapalõ sistemlerdir.


28

doğadan enerji dönüşümünü gerçekleştiremedikleri koşullarda


içsel dengelerini kaybederler, dengesizlik hali aynı zamanda
yeni bir kapalı sistemin oluşum halidir.

Bu toplumsal organizmaların belirli bir aşamasında


ortaya çıkan ve enerjisini esas itibarıyla doğrudan doğadan
değil, diğer toolumsal organizmaların ürettiklerini
yağmalayarak varolabilen yeni tür toplumsal organizmalar
(çoban toplumlar) oluşur. Enerjilerini esas olarak yağma
yoluyla kendi dışlarından sağladıkları için, k e n d i n e
y e t e r s i z, bu anlamda birer açık sistem olan çoban top-
lumlar savaşçı-yağmacı toplumlar olarak insan-insan
ilişkilerinde dikeyine iş-bölümünü de ilk başlatan topluluk-
lardır.

Bu kendine yetersiz toplumsal organizmalar, içinde


bulundukları çevre koşullarında kendilerini yeniden üret-
menin imkânsızlığı arttığı ölçüde, kendilerini yeniden
üretme târzlarını arızilikten, raslantısallıktan çıkarıp
sürekli kılmanın çaresini, kendine yeterli olan yerleşik

çiftçi toplumların tepesine çöreklenmede bulurlar. Bu


çöreklenme sonucu ortaya çıkan yeni toplumsal organizmada
hem dikeyine, hem de yatayına is-bölümü birlikte varolur.

Bu toplumsal sentez, genel akar sistemin, yeni bir


aşaması olup, kapalı bir sistemdir. Bu köleci toplumda,
insan-insan ilişkisi, özgül bir nitelik kazanır. Bu insan--
insan ilişkisinde,köle ve efendi, organlaşmayı bir üst dü-
zeye çıkarırlar.

Böylece, akar sistemin genel dengesizliğinde, yeni


bir denge modeli (tarihsel) gerçekleşmiş olur.

Bu toplumsal organizmanın yanında, farklı toplumsal


29

organizmalar da, (yarı göçebeler, yerleşik çiftçiler, uzman


avcı topluluklar, çoban topluluklar, tüccar kavimler)
kendine yeterlilik koşullarını, çeşitli derecelerde
yaratabildikleri ölçüde; varlıklarını sürdürürler.
.

Bu toplumsal organizmalar, kendi gelişim süreçlerin-


de, karşılıklı çok yönlü ilişkiler içerisinde,
birbirlerinin evrimini etkilemişlerdir.

Zaman ve mekanda, kapalı sistemleri tarihselleştiren


açık sistemler, yeni kapalı sistemlerin de, doğuşuna neden
olmuşlardır. Roma köleciliğinin yıkılışında, Avrupa feoda-
lizminin doğuşunda, çoban devletlerin kendine yetersizliği,
akar sistemin dinamiği olmuştur.

Bütün bu anlata geldiğimiz evrim sürecinde, belirle-


yici olan, bütün tarihsel, toplumsal, mekansal, özgüllük-
lerinden soyutladığımız insanın;

a) Bir canlı varlık olarak, açık bir sistem olma


temel karakteristiğini taşıdığını,

b) Onun canlılığını ve türsel varlığını sürdürebil-


mesinin tek olanağının da, doğa ile kurmak zorunda olduğu
ilişkide yattığını,

c) Çevre (doğa) ile, yarattığı karşı-çevre (insani-


leştirilen doğa) arasındaki uyumun, onun varlık koşulu
olduğunu,

d) En gelişmiş bir canlı sistem olarak İNSAN'õ, diğer tüm


canlılardan ayıran temel niteliğin, onun doğa ile, zamanda ve
mekanda sınırsız, bir uyum yeteneğinin olduğunu,

e) En gelişmiş bir canlı sistem olan İNSAN'ın , tüm


canlı alemdeki sistemleri, belirleyebilme ve onlara egemen
30

olma potansiyeline sahip olduğunu,

f) Yarattığı en gelişkin toplumsal organizmalarla, daha


geri toplumsal organizmaları belirleyebilme ve onlara egemen
olma gücünü taşıdığını,

g) Canlılığın evriminin temel ilkesi olan ve insan


sisteminde bilince vurmuş biçimiyle tezahür eden, en az
emek ilkesi uyarınca, davranışlarını belirleyebilme, potan-
siyeline sahip olduğunu görürüz

Bu değişmez ve belirleyici özelliklerden ilk ikisi,


tüm canlılığın değişmez karakteristikleridir. Diğerleri
ise, İNSAN'õ, tüm diğer canlılardan ayıran, değişmez temel
karakteristiklerdir.

İnsan bir açık sistem olarak, evrensel bir akar


sistemde yeralır. Ve varolduğu tarihsel süreç(İNSAN'ın, insan-
doğa ilişkisinde)onun, organlaşma süreci olarak
belirlenebilir.

Zaman ve mekanda sınırlı her tarihsel,toplumsal


organizmadaki somut insan, bu soyut İNSAN`ın, çeşitli
işlevlerde ve işlerde parçalanmış zerreleri, özgül
görünümleridir.

Zamanda ve mekanda parçalanmış İNSAN,ancak yukarıda


sıraladığımız temel değişmezlikleri, veya özgül değişmezlik
bağıntılarıyla, bu genel evrim sürecinde, soyut bir bütünlük
olarak ele alınabilir.

Sadece mekanda yapılan bir soyutlamayla, yani elmalarla


armutları karıştırmamak için, yapılan insan genellemesi ile
oluşturulan soyut insan, olsa olsa ancak, bir sayı olabilir.

Tıp bilimind e insan, bir tür sel varlık olara k,


31

varoluşundan beri değişmez özellikleri ile vardır. Çünkü


varoluşundan bu yana, ne midesi, ne beyni, ne de bunlar
arasındaki ilişki değişmemiştir.

Tıptaki insan, bu nedenle, kavramsal düzeyde somut


bir İNSAN'dır. Örneğin; insan anatomisi üstüne yapılan, bir
bilimsel çalışmadaki insan soyutlaması, bilimsel anlamda
bir soyutlamadır. Bu örneği DNA'lara kadar götürsek de durum
değişmez.

Oysa, bütün toplum bilimlerinde, doğuşlarından bu


yana yapılan, bütün Bilimsel çalışmalarda soyutlanan
insan, Tıp Bilimi’ nin yap tığı gibi, ins anın za manda v e
mekanda, özgül değişmezlik bağıntılarını içeren, bir soyut-
lama değildir. Özellikle İktisat Bilimi, insanı ve insan
ilişkilerini,bu sistem anlayışıyla, özgül
değişmezliklerinde (zamanda ve mekanda) soyutlayarak;
kuramını,evrimin genel determinizmine dayandıramamıştır. Be-
şer ve beşeri münasebetler üzerine oluşturduğu, her ilmi
nazariyede ilm-i iktisad olarak kalmıştır.

I.3. PARA

Beşeri ihtiyaçların; para, beşeri faaliyetlerin; para,


beşerin ilişkilerinin: para, beşerin gücünün; para, beşerin
bilgisinin; para, beşerin zamanının; para ve nihayet beşerin
kendisinin de para olduğu bir dünyada, parayı, kuramında
yerine oturtamadığı sürece, İktisat, İlm-i iktisatdır.

Beşerin paraya dönüştüğü bir dünyada, insan-para


ilişkisini bilim, kuramsal düzeyde, aydınlığa kavuşturma
zorundadır.

Zamanda ve mekanda insanı, sonsuz parçalara bölen


(parçalayan) para, bu süreçte, onun kendi varoluşunun bilincine
varmasını sağlar. Bilim, bu akışın yönünü belirleyemediği, bu
32

akışta, aşılması gereken zorunlulukların bilgisini


üretemediği; bu bağlamda bu akışın yasalarını oluşturamadığı
ve kavranılır kılamadığı sürece; kuramda ilm-i iktisad
olarak kalır. Pratikte ise, şimdiye kadar varolageldiği gibi
sınırlı, küçük çerçeveler içine hapsolarak, iktisadi siya-
setler üretir ve iktisad siyasetciliği yapmaya devam eder.

Paranın yarattığı ilm-i iktisad, parada gözünü aç-


tığı için ve parayı da bir mübadele aracı olarak görüp al-
gıladığından, gerçek anlamda mübadele ilişkisini, para ile
başlatır. Her ne kadar keçi derisini, buğdayı, davarı, (Mal)
(9), boynuzu, tuzu da para sayıp, mübadele ilişkisini biraz
daha gerilere götürürse de , bunu insan-insan ilişkisi içinde
sınırladığı açıktır.
Beşerden İNSAN'a varamayan ilm-i iktisat, mübadele
ilişkisinin de; İNSAR-DOĞA ilişkisinde, bir zorun-
luluk olarak ortaya çıktığını ve bu sistemin (insan-doğa
bütünlüğünün oluşturduğu akar sistem) zamanda ve mekanda
sınırsız, değişmez bir bağıntısı olduğunu, kuramsal düzeyde
yerine oturtamaz.

Mübadele ilişkisinin ticaret biçimi, onun gözlerini


kamaştırır. Çünkü burada o, kârı görür, zenginliği görür,
refahı görür.

İlm-i iktisad, beşerin say-ı akal(en az emek)


ilkesi uyarınca, hareket ettiğini söylerken; bunu, beşeri
münasebetlerle sınırladığı için insanın doğa ile ilişkisindeki
say-i akal ilkesini, sakalının altında gizler.

Aynı en az emek ilkesinin, insanın doğa ile ilişkisinde,yani


enerji alışverişi ilişkisinde de, temel ve değişmez bir
ilke olduğunu göremez.Azalan kâr oranları yasasını bulur
da,azalan say-ı akal yasasını, bu yaklaşım

(9) Diliimizde, özellikle doğu anadoluda davara hâlâ mal denir, Asya Türklecinde Tavar, m al
demektir. Slav dillerinde de bu anlamda kullanõlõr. Örneğin Rusca'da TOBAP, Leh dilinde TOWAR
m a l yerine kullanõlõr.
33

temelinde bulamaz,yerli yerine oturtamaz.


Kısaca, mübadele ilişkisi, insanın doğa ile kurduğu
enerji alışverişi ilişkisi temelinde, ortaya çıkan ve za-
manda-mekanda sınırlı, özgül görünümlerle günümüze kadar
ulaş an, in san var ol duk ça çok dah a ye ni biç iml er le
oluşup, sürecek olan bir ilişkidir.

İNSAN'ın organlaşması, doğal çevresine ve onun


bozucu etkilerine karşı, bir karşı-çevre oluşturması,
zamanda-mekanda değişmeyen, evrensel korunma ve varlığını
sürdürebilme zorunluluğu; bütün bunlar hep, bu ilişki
içinde ve azalan say-ı akal ilkesi temelinde gerçekleşir.

Bir sistem olarak İNSAN'ın, doğa ile olan mübadele


ilişkisinin gelişmesi sürecinin belirli bir aşamasında,
toplumsallaşmasıyla ortaya çıkan, toplumsal organizmanın,
insan-insan ilişkisi temelinde oluşturduğu mübadele
ilişkisine, üretim ilişkisi denilmiştir. Mübadele ilişkisi,
ilm-i iktisatda, toplumsal organizmalar arasında, bir ilişki
olarak başlatılmış ve en ileri biçimleri de, ticari ilişkiler
olarak bugüne kadar görülegelmiştir.

Yaklaşık 5000 yıl önce, mübadelenin aracını, yani


parayı yaratan İNSAN, para ile birlikte daha doğrusu para,
insanoğlu ile birlikte; 5000 yıllık bir serüven yaşamıştır.

Gene yaklaşık olarak, 3.000.000 yıl önce, ilk mübadele


aracını; sopayı (doğa ile ilişkisinde)keşfeden, yaratan
İNSAN, araçların aracı olan parayı ise, yaklaşık 5000 yıl
önce, kendi tarihinin en büyük buluşu olarak, yaratmıştır.

Ama bugün, hâlâ sopayı bir mübadele aracı olarak


toplumsal ilişkilerinde kullanan insan; bir elinde sopa,
bir elinde para ile, en büyük çelişkisini yaşarken, yarattığı
paranın, enerji-bilgi-zaman bütünlüğünü sağlayan, bir araç
34

olarak, bilincinde olmadığını kanıtlamıştırr.

Bunun açık göstergesi de, kendi yarattığı bu araca


egemen olamadığı için, 5000 yıldır sürdürdüğü kulluğudur.

Paranın kendine kul ettiği insanoğlu, sürekli onun


kendisini parça parça eden gücü karşısında, onu bir şeytan
gibi görmüş, lanetlemiştir. "Para dediğin el kiri” demiş,
ondan kaçmıştır. "Para ile saadet olmaz" demiş, onu
dışlamıştır. "Paranın ne kıymeti var, mühim olan insanlık"
demiş, ama para o'nun yakasını hiç bırakmamış, yakaladığı
her yerde onu parçalamıştır. Parça parça ettiği beyninin bir
hücresine bile olsa girip, onun aklı olmak istemiştir.
"Paran varsa cümle alem kulun, paran yoksa tımarhane
yolun" demiştir. Fakat insan, aklını başında değil, bir
karış havada taşımakta ısrar e ttiği için, p ara da, on un
kafasını, her seferinde, kırmaya mecbur olmuştur.

İnsanoğlunun 5000 yıldır paraya olan kulluğu sürerken,


ilm-i iktisad; ne beşerin yarattığı para ile olan kavgasını,
ne beşeri münasebetlerde paranın rolünü, ne de; paranın bir
araç olmaktan öte ne olduğunu, bütün tarihsel derinliği, boy-
utları ve işlevleriyle ne görmüş, ne anlamış ne de kavra-
mıştır.

İnsan-Para ilişkisinde İNSAN'ı, zaman ve mekanın sı-


nırsızlığında kaybeden ilm-i iktisad, parayı da, tarihsel
bir kategori olarak, yaratılışından bu yana, geçirdiği
biçimsel değişmeler, keçi postundan kâğıt paraya,kağıt
paradan elektronik paraya kadar olan değişiminin dışında;
paranın, İNSAN ile olan değişmez bağıntısını kuramadığı,
gene paranın zorunlu mekansal biçimlerinde (Numeraire-
ulusal), saklı olan evrensel özünü, kavranılır kılamadığı
için; parayı da sayılarda, matematiksel işlemlerde
kaybetmiştir. Ve onu sadece nümerer biçimlerinde, ulusal
35

karakterleriyle algılaya gelmiştir.

Oysa insanları, 5000 yıldır peşinden koşturarak,


dünyalarını değiştirten bu en büyük güç para; İNSAN'ın
doğa ile oluşturduğu açık akar sistemde, doğa ile kendisi
arasında oluşturmakta olduğu karşı çevrenin, maddesel
varoluşunun, gerçekleşmesinin ve sürdürülebilirliğinin tüm
potansiyelini ifade eder (10).

Paranın, mübadele aracı, ödeme aracı, dolaşım aracı,


birikim aracı, değer ölçüsü, metaların temsilcisi ve
nihayet evrensel eşderliği gibi bilinen bütün işlev ve ni-
teliklerini belirleyen özü, ilm-i iktisad potasında 150
yıldır kaynatılan ilmi nazariyeler çorbasında buharlaşıp
uçmuştur. Kaldı ki, bilindiği sanılan paranın bu işlev ve
niteliklerinin de, bugüne dek en önemli boyutu olan bütün-
leyici işlevi görülüp kavranamamıştır. . Paranın bu çok önemli
işlevi, başlıbaşına bir irdeleme konusu olarak, ikinci
bölümde ele alınacaktır.

Para, insanlararası mübadele ilişkisinde, insanların


değer atfettikleri, yoğunlaşmış enerji içeren (11) her
nesnenin, karşılıklı alışverişinde, bir ölçüm aracı, arama
zorunluğundan doğmuştur.

İnsanlararası yoğunlaşmış enerji mübadelesinde (mal


mübadelesi), bir denge oluşturmak zorunluluğu, nesnelerle
bir eşdeğerlilik taşıyan (yani mübadelelerine aracılık
ettiği nesnelerde yoğunlaşmış enerjiye görece eşit enerji
içeren) bir nesnenin, aracı kılınması yoluyla aşılmıştır. Bu
içeriği ile dünyaya gelen para, tarihsel süreçte, görece
(10)İnsanın kendisinin kıldığı, egemen olduğu ve bu anlamda kendisinin
yarattığı maddi çevre.

(11) Enerji, insanõn doğadan çeşitli araçlarla aldõğõ ve kendinde dönüşüme uğratõp emek

biçimine sokarak dõşa verdiği güçtür. Gücünü yoğunlaştõrdõgõ herşeyde, aynõ zamanda bir

enerji birikimi yapõyor demektir.


36

eşdeğer enerji içeriğini terkederek; evrensel bir ölçüm aracı


olma özünü, yani varlığının temeli olan bu karakterini
yitirmeden, işlevselliğini sürdürebileceği en uyarlı
biçime kâğıt paraya ulaşmıştır.

Ölçülerin ölçüsü olan para, ölçüp biçerek, doğaya


egemen olan İNSAN'ın, enerjiyi, bilgiyi, zamanı,bizzat
kendisi ile ölçmesini, mümkün kılarak, bunları birbirine
dönüştürücü, bir ölçüm aracı olarak, İNSAN'ın doğa ile
ilişkisinde, aklının ölçüsü olmuştur.

Beşerin, bütün varlığı ile paraya dönüşmekte olduğu


çağımızda, İNSAN'ın açık bir sistem olarak,
yetersizliği'nin Tacirde oluşan bilinci, tüm toplumun
bilinci haline geldiğinde, para, aklın ölçüsü olma
niteliğini, tüm bireylerin kafasına sokmuş olacaktır.
Yani tüm bireyler, her zerre insan, aklın ölçüsü olan
parayı, kavradığı ölçüde toplum, PARA TOPLUMU'na
dönüşecektir.

Doğa ile ilişkisinde, insanları organlaştırarak ge-


lişip büyüyen İNSAN, parayı, aklının en gelişmiş ölçüsünü,
kullanarak organlaşma sürecine, büyük bir hız ka-
zandırmıştır. İNSAN aklının ölçüsü olan para, sınırsız
sayıda zerre-insanda somutlanan varlığının, akıl ölçüsü olması
anlamında, sınırsızdır.

Zamanda ve mekanda somut olan zerre insan; aklın ölçüsü


olan parayı kullanarak, insan-insan ilişkisi içindeki,
organlaşma sürecinde, organlaştırdığı somut zerre insanı
dıştalayacağı, maddesel bir organlaşma düzeyine ulaşmasıyla;
aklın ölçüsü olan para da, yukardaki sınırsızlığının sınırına
varmış olacaktır.

Kısaca; somut insan, maddi üretim sürecinden kendini,


37

yaratacağı maddesel organların ulaşacağı düzeye bağlı olarak


dıştaladığı kertede, paranın sınırına da ulaşmış olacaktır.

Bununla birlikte para, İNSAN'ın insanı maddi üretim


sürecinden dıştalayacağı, söz konusu kerteye kadar sürecek
olan evriminde, bu organlaşmanın ölçüsü ve simgesi olmaya
devam edecektir.

Somut insanın peşinden koştuğu bu simge, gerçekte


böylesi bir potansiyelin simgesidir. İnsanın paraya ulaşmak
için sarfettiği bitmez tükenmez çaba, özünde insanaldır.
İnsan, bu bitmez tükenmez çabasında, dünyasını değiştirir, onu
insanileştirir.

Dünya'da hiçbir güç, hiçbir din, hiçbir ideoloji,


hiçbir ülkü, insanları, kendi dünyalarını değiştirip; insani-
leştirmede, bu denli uyarıcı zorlayıcı, itici, dürtücü, çe-
kici, cazip, olamamıştır.

Ama, parayı özünde kavrayamayan insanoğlu, onu basit


bir zenginlik ve refah aracı olarak görmüş, öyle de algılaya
gelmiştir.

İnsanoğlu, parayı sadece bu yönü ile görüp algıladığı


içindir ki, onun aynı zaman diliminde, farklı yaşam
evrelerinde yaşayan insanlar arasındaki farklılığı,süreç
içinde ortadan kaldırarak, onların da aynı zaman dilimini,
birlikte yaşar duruma gelmelerini sağlayacak; tek araç
olduğunu doğal olarak görememiş, algılayamamıştır (12).
Beşeri münasebetler ve faaliyetlerle meşgul olan ilim;
pragmatizmin dayattığı yoğun sorunlardan, oluşturmak zorunda
12) Çağõmõzda kapitalizmin en ileri aşamalarõnõn yaşandõğõ toplumlarõn yanõnda feodalden-

ilkel yaşam biçimlerine kadar çesitli yaşam biçimlerinin de aynõ zaman diliminde varolduğu

bilinen bir gerçektir. Ve bunlarõn para ilişkilerinin dinamizmiyle süratle evrilerek en üst

yaşam birimlerine yaklaştõklarõ da bir gerçektir.


38

kaldığı, iktisadi siyasetler üretme faaliyetinden başını


kaldıramadığı için, paranın beşeriyet için, bu çok önemli
toplumsal işlevini de göremez!..

.
39

İKİNCİ BÖLÜM

I. KESİM
MÜBADELE DEĞERİNİN TEMEL KARAKTERİSTİKLERİ

I- Evrensel Eşdeğer Olan Paranın, İnsanın Organlaşma


Potansiyelinin Simgesi Olarak Bütünleyici İşlevi:

İNSAN'ın, insan-insan dolayımında organlaşma potan-


siyelinin simgesi olan para, aynı zamanda bu dolayımdan
kurtulacağı kerteye kadar ki dinamizminin ve tüm canlılığının
da simgesidir.

Bundan dolayı para, tıpkı bir canlı organizma gibi,


simgesel yaşamını sürdürecektir. Bu bağlamda, onun tarihsel ve
biçimsel görünümleri, tıpkı bir canlının yaşam sürecinin
çeşitli evreleri gibidir. Keçi postunda doğan para, gelişip-
serpilerek, altın çağını yaşayarak, her canlı gibi buruşup yok
olmaya mahkûmdur.

Doğa ile ilişkilerinde, organlar yaratarak varlığını


sürdürmesi bir zorunluluk olan insanın, gelişiminin belirli
bir kertesinde, eline aldığı sopanın zoruyla organlaştırdığı
insanı,hemcinsini, içine sokulduğu bu kölece konumundan
kurtaran da para, kurtaracak olan da paradır. Çünkü sopa
insanı yeterliliğe mahkum eder, onun temel karakteri olan,
yetersizliğinden kaynaklanan tüm dinamizmini söndürür, bütün
gelişme potansiyelini, yaratıcı yeteneklerini dumura uğratır.

Oysa para, insanın tüm yetersizliğini çırılçıplak


açığa çıkarır, onu dinamik, yaratıcı yeteneklerinin geliş-
mesin de, uyarıcı ve zorlayıcı olur. Çünkü para tüm bu geli-
şimin simgesidir.
Çağımızda, paranın geliştirdiği insan aklının
yarattığı tüm maddi, kültürel, sosyal ihtiyaçları, en gelişkin
iletişim ağlarının içinde,uyarılmaları sonucu, kendisinin
40

doğal ihtiyaçları olarak gören insanları, bu ihtiyaçlardan


uzaklaştırmak, bu iletişimden koparmak, çağdaş yaşamın
gerisine çekmek; kısaca insanları kendine yeterli toplumlar
biçiminde konserve etmek, ancak en eski konserve aracı sopayla
mümkündü.

Çeşitli cazip sloganlarla kendine yeterli (bağımsız,


bağlantısız) toplum özlemlerini dile getirenlerin,
koltukları altında gizledikleri sopayı, bir tarih dersi
olarak, insanın bilmesi gerekir. Ayrıca insanın, parayla
yaratılmış olan bütün organların, toplumsal nitelikleriyle,
köleci ve feodal beylerin kişisel kullanımından
koparılarak, tüm toplum bireylerinin kullanımına, potansiyel
olarak açıldığını da bilmesi gerekir.

Para, kısaca belirttiğimiz bu işlevleriyle ilm-i ik-


tisatça ne tanınır, ne de bilinir. Çünkü ilm-i iktisadın
paradigmasında NSAN da, para da paranteze alınmıştır.

Oysa Para:

1- Organlaşma sürecinde, insanın organlıktan kurtu-


lacağı bir kerteyi ve potansiyeli belirleyen bir simge
olarak, insanı kendine bağlar ve onu, tüm dinamizmiyle bu
süreci bütünleyip, tamamlamaya yöneltir, zorlar.

Bu sürecin, kendiliğinden işleyişinde insanoğlu,


kendini ve hemcinsini organ olmaktan çıkaracak olan, bu çok
anlamlı içeriğini , sadece para kazanmak biçiminde algılaya
gelmiştir.

2- İnsanın, kendi yarattığı sopanın tahakkümüne gi-


rerek, organ yaratma sürecinde saplandığı çıkmazı, aşmasına
yol açmış olan para, bu defa onu kendine kul ederek, aynı
zamanda ona, bu kulluktan kurtulmasının çok çeşitli,
zengin olanaklarını da yarattırmıştır.
41

Mülkiyetin özel, sınırlı, feodal karakterini


parçalamış, bütün maddi, manevi değerlerin özel mülkiyet
biçiminin feodal rengini süreç içinde ortadan kaldıra,
kaldıra, onlara herkesin elindeki parayla ulaşabileceği,
birer toplumsal kullanım değeri olma, niteliği kazandırma
yolunu açmıştır. Ve böylece para, insanın organlıktan kurtula-
cağı kertede, insan-para ilişkisinin dönüştürerek insani-
leştirdiği doğayı, potansiyel olarak tüm insanların doğası
haline getirmiş olacaktır.

II - Evrensel Eşdeğer Olan Paranın, Mübadele Aracı Olarak


Bütünleyici İşlevi:

Mübadele Nedir?

1- Ekonomistlerin anladığı dar anlamıyla mübadele, mal


ve hizmet alanında, insanlararası bir alışveriş ilişkisidir.
Mübadele ilişkisi bu dar anlamıyla alındığında, paranın bugün
kü dünya gerçekliğinde oynadığı rolü, anlayıp, açıklamak ve
kavramak mümkün değildir.

2- Mübadele ilişkisi, bir canlı varlık (sistem) olan


insanın, sistem niteliğinin zorunlu bir işlevidir. Çünkü açık
bir sistem olan insan, bu bağlamda kendine yetersiz olan
insan, çevresiyle, varoluş koşullarıyla sürekli alışveriş
içinde olmak zorundadır. Yani dış dünyadan "girdileri" olan
ve dış dünyaya "çıktıları" olan; açık, yetersiz bir
sistemdir. Bu anlamda mübadele, onun varoluşunun kopmaz bir
parçasıdır.

3- İnsanın varoluşuyla birlikte, doğayla,çevresiyle kurduğu


alışveriş ilişkisinin (bu ilişkide insan, kendini yeniden
üretir) tarihsel süreçteki evriminin, belirli bir aşamasında,
bu ilişkiyi, insanlararası ilişki dolayımında kurmaya
42

yönelmiştir (13)..

Üretim ilişkileri adını alan insanlararası alışveriş


(mübadele) ilişkisi, ekonomistlere göre ancak ürettiklerinin
karşılıklı değiş-tokuşu söz konusu olduğunda, bir mübadele
ilişkisi niteliği kazanır. Çünkü iktisatçılara göre
"ölçülebilirlik" burada başlar ve burada, değer kavramı doğar.

Ancak değer, nesne üreten her üreticinin ürettiği


nesnede yoğunlaştırdığı, maddeleştirdiği gücüne göre ona
atfettiği veya biçtiği bir şeydir. Ve her üreticiye göre
değişir. Bu anlamda değer çok merkezli olup, ortak bir ölçü
niteliği taşımaz. Bu aşamada mübadele öncelikle, elde edilmek
istenen değerler karşılığında, vazgeçilebilecek değerlerde bir
ortak nokta oluştuğunda gerçekleşir. Bu bağlamda,insanlar
arasında mübadele ilişkisinin kurulması, gelişmesi çok
zorluklarla karşı karşıya kalmıştır.
Zorlukların diğer bir yönü de, nesnelerin mübadelesinin
mekansal birliği şart koşmasındadır.

Özetlersek: genel olarak iktisatçıların, nesnelerin


mübadelesiyle başlattıkları mübadele ilişkisinin, doğuşuyla
birlikte karşılaştığı zorluklar, engeller şunlardır;

a) Ortak ölçünün olmayışı,


b) Mekansal kopukluk,
c) Üretim ilişkilerinin, mübadele konusu olabilecek
fazla ürün-nesne üretmeye yeterli olmayışı,vb.

(13)İnsanın doğayla kurduğu doğrudan ilişkinin,insan-insan dolayımında


doğayla kurulan bir ilişkiye dönüşmesinin tarihsel evrimi,bu bölümün 2.
Kesiminde ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
43

Bütün bunlar mübadele ilişkilerinin gelişmesini uzun


süre engellemiştir.

Paranın bir eşdeğer olarak ortaya çıkmasıyla, birinci


ve ikinci engeller aşılmış, üçüncü engelin de değişim,dönüşüm
süreci hızlanmıştır.

a) Birinci engelin aşılmasıyla: Nesneler arası değişim


kolaylaşıp yaygınlaşıyor. Böylece ürünler aracılığıyla
insanlararası mübadele ilişkisi hızlanıp yaygınlaşıyor.
İnsanlar arasında yeni tür (tarihte ilk kez) ilişkilerin ve
bağların oluşması başlıyor.

b) İkinci engelin aşılmasıyla: Mübadelenin gerçek-


leşebilmesinde mekan birliği koşulu ortadan kalkıyor, mekan
kopukluğu engeli aşılıyor. Ve mübadele ilişkisi artık, gerçek
ihtiyaç sahibiyle değil, bundan böyle mübadele aracının sahibi
olan ve bir anlamda nesnelerin mübadelesinde aracı olan yeni
bir insan (tacir) aracılığıyla (14) gerçekleşiyor. Bu yeni tip
insanı diğer insanlardan ayırt eden temel özellikler ise,şöyle
sıralanabilir.
1- Doğrudan maddi üretimle ilişkisi içinde yer almaz

2- Üretimde bulunan için, ürettiği her şey bir


kullanım değeridir. Tacir için her şey mübadele
değeridir.
3- Kullanım değeri üretenler, genelinde doğa ile
ilişkilerinde,kendi güçlerinin yaratabildiği
kullanım değerleriyle, kendini sınırlayan ve kendine
yeterliliğini oluşturmaya çalışan, insan tipidir. Bu
insan tipi, gelişmeye açık olmayan, kendi gücüyle
sınırlı bir kapalı sistem oluşturan, ve bunu aşamayan,
(14) Yerleşik ilkel çiftçi (neolitik) toplumlarda tapınaklarda toplanan
toplıımsal ar tıyla, tapınak adına kereste, serttaş ve maden almaları
için dışarıya tapınak adına yollanan tacirler, daha sonra tapınak
işleri yanısıra kendi adlarına da ticaret yapmaya başladılar.
Tapınağa bağlı olmayan tacirlerin ortaya çıkmasıyla; tarımsal üretim
alanından koparak tarımsal artı-ürünle beslenen bir sınıf olarak
toplumsal yaşamda yerlerini almışlardır.A. Şenel: İlkel Topluluktan
Uygar Topluma.: s. 207 .
44

pasif, konformist,ve statik yönüyle, İNSAN'ın negatif yanını


temsil eder. Bunlar kendilerine yeterlidirler ve mal
mübadelesi, bu tip insanlar için, ancak tüketemedikleri fazla
ürünleri olduğunda söz konusudur. Yeni ihtiyaç maddeleriyle
karşılaştıkları ve ellerinde trampa edebilecekleri fazla ürün
bulunduğu ölçüde, dönüşüm onların sorunları olur. Ve bu anlamda
malın, bir başka mala dönüşümü arızi bir olaydır. Bu aşamada,
mübadelenin ilkel düzeyi nedeniyle de, söz konusu dönüşüm,
kolayca gerçekleşemez.
Oysa tacir için para, mübadele değeri olduğundan ve
kendisi için bir kullanım değeri taşımadığından, ve tacir
doğrudan hiçbir kullanım değeri üretmediğinden, kendi doğal
ihtiyaçlarını bile, elindeki parayla satın alarak gidermek
zorundadır. Bu nedenlerle tacir, insan olarak kendine yetersiz
bir tiptir. Yani bu yetersizliğiyle tıpkı doğa karşısındaki
İNSAN'ın gelişmeye açık, dinamik, o anlamda pozitif ve
yetersiz bir yanını temsil eder. Dönüşüm, para-mal-para bağ-
lamında, tacir için hayati bir sorundur.

4- Üretimde bulunan insan, ancak ürettiği kullanım


değerlerine sahiptir. Tacir ise, paranın bütün nesnelerin
eşdeğeri olma niteliği dolayısıyla, sahip olduğu para kadar,
kullanım değerlerine sahip olma durumundadır. Kullanım değeri
üretenlerin zenginliği, yaratabilecekleri kullanım
değerleriyle sınırlıdır. Tacirin zenginliği ise, mübadele
aracı olan parayı, mübadelenin aracı olarak kullanabildiği,
dolaşımda döndürebildiği ölçüde, sınırsızdır. Bu
sınırsızlıktır ki onu, mübadele ilişkilerini genişletip
yaygınlaştırmaya iter, zorlar.

- Para, mübadele ilişkilerinde aracı olarak kabul


edildiği, tanındığı ölçüde, bu ilişkilerin belirleyicisi olur.
Dolayısıyla, paranın sahibi olan tacir de, bu ilişkilerde
belirleyici duruma ve konuma sahip olur.
45

- Doğrudan maddi üretim, belirli bir mekana bağımlılığı


zorunlu kılar. Oysa tacirin böyle bir mekansal bağımlılığı
yoktur. Tam tersine paranın tedavülü gibi, o da dolaşımdadır,
farklı mekanlardaki nesneler arasında mübadele ilişkisi kurmak
zorundadır. Dolaşım, Onun varlığını üretip, sürdürüp,
geliştirebilmesinin de temelidir.

Mübadele aracı olan para; mekan engelini aşarken, her


mekana girebilecek, bu bağlamda çok yönlü, yetenekli, para
olark kendisini üretip; koruyup, biriktirip, geliştirecek
olan, insanı da yaratmıştır.

c) Üçüncü engel: Üretim ilişkileri, varolan üretim


ilişkilerine ait üretim süreçlerinde, yaratılmış olan ihtiyaç
nesnelerinin üretimini bir yandan geliştirirken, öte yandan,
ek olarak, yeni ihtiyaçlar yaratır. Başka mekanlarda, farklı
üretim birimlerinde yaratılmış olan, değişik ihtiyaç
nesneleri; mübadele ilişkileri aracılığıyla, bu birimlerde
kendileri tarafından üretilmeyen veya üretilemeyen, yeni bir
ihtiyaç nesnesi olarak belirirler. Bu ek dürtü veya uyarı,
onların üretim ilişkilerini zorlar. Onların nisbi
yeterliliğini ve iç dengelerini sarsar, onları sürekli
dengesizliğe ve yetersizliqe sokar. Ve bu anlamda üretim
ilişkilerinin gelişimi ve değişimi üzerinde hızlandırıcı,
pozitif etkiler yapar. Bu etkiler, kullanım değeri üretimine
dayalı, üretim ilişkilerini zorladığı ölçüde, o ilişkiler
içinde var olan, üretim araçlarının da verimliliği artırıcı
yönde geliştirilmesi ve yenilenmesi zorunluluğunu dayatır. Bu
dayatma, verili üretim ilişkileri içinde, kullanılan üretim
araçlarını üreten zanaatkârı, üretim araçlarını geliştirme
yönünde etkiler.

Zanaatkâr da, tıpkı tacir gibi, mübadele değeri özü


taşıyan ve fakat başkaları için kullanım değeri niteliğinde
olan nesneler, üretim araçları üreten; yeni bir insan tipi
46

olarak, genel üretim sürecinde boy gösterir. İktisat


"bilimi"nin tanımladığı kapitalist üretim sürecini başlatan,
ilk sanayicilerin atalarıdır bunlar.

Mübadele aracı olan para böylece:

1- Genel bir eşdeğer olarak,


2- Mekansal kopukluğu aşarak,
3- Taciri yaratarak,
4- Mübadele değeri özü taşıyan nesneler, üretim
araçları üreten zanaatkârı geliştirerek; tüm üretim iliş-
kilerinin, tarihsel süreç içinde, kullanım değeri üretiminden
mübadele değeri üretimi ilişkilerine dönüşümüne yol açar. Bu
bağlamda, mübadele aracı olarak girdiği genel üretim süre-
cinde, üretimin amacı olma konumuna gelerek, üretim sürecinin
bütün faktörlerinde ve aşamalarında, birliğe ve bütünleşmeye
yol açar.

III - Evrensel Eşdeğer Olan Paranın, Dolaşım Aracı Olarak


Bütünleyici İşlevi:

İlm-i iktisatta, paranın dolaşımı doğal bir olaydır.


Paranın dolaşım hızı büyük merak, ilgi ve hesap konusudur. Ama
neden dolaşır bu para, diye sorulmaz. Sorulsa bile cevabı
açıkça ortaya konmaz.

Çünkü, ilm-i iktisat ve iktisatçılar, dünyaya gözlerini


açtıklarında, parayı dolaşır görmüşlerdir. Bu onlar için bir
veridir. Ve genelde iktisatçılar, doğdukları, vatandaşı
oldukları ülke parasının ve diğer ülkelerin paralarının
üzerlerinde taşıdıkları simgelerin tarihselliğini (ge-
çiciliğini) göz ardı ederler. Simgeleri mutlaklaştırırlar,
hatta o simgelerle ölçülen değerlerin koruyuculuğunu,
iktisatçılığını yaparlar. Ve iktisat biliminin evrensel
karakterini, simgelerin sınırladığı dar bir alana ve yaşanan
zaman dilimine hapsederler. Bu bağlamda iktisatçılar, dolaşım
aracı olarak parayı; sadece ülke sınırları içinde ki tedavül
47

hızıyla söz konusu ederler.

Oysa para, ülkelerin matbaasında yediği ülke kaşesinden


ötede, evrensel bir eşdeğerdir. Para, bütün bu biçimlerden
önce, paradır. Tarih, paranın bütün biçimlerinin
geçiciliğinin örnekleriyle doludur. Sümer Parası, Mısır
Parası, Roma Parası, Venedik Parası, Osmanlı Parası, Çarlık
Parası vb. gibi kaşeli paralardan başka, bakır para, gümüş
para, altın para, banknot vb, biçimleri bunlardan bazılarıdır.

Paranın giydiği çeşitli kıyafetleri, onun sırtından


soyamadığımız sürece; onun dolaşımının tarihsel boyutunu da,
paranın para olarak dolaşım zorunluluğunu da, kavramamız
mümkün değildir.

Parayı çırılçıplak para olarak ele aldığımızda, onu


doğduktan bir süre sonra tacirin elinde, dünyayı dolaşırken
görürüz. Para öyle bir sihirli varlıktır ki, dolaşmazsa ölür.
Dolaştıkça serpilir, gelişir, büyür. Gerçekte tacir, onu
gezdirmez, o taciri dolaştırır. Çünkü dolaşım, paranın
kendini ürettiği ve büyüttüğü dinamik bir süreçtir.

Parayla elele yürüyen tacir, varlıklarını koruyup


geliştirme yolunda, çok badirelerden geçmiş, çok vartalar
atlatmıştır. Ama hiçbir engel ve dışlanma onların dolaşımını
durdurmaya muktedir olamamıştır. Çünkü mübadele bir
zorunluluktur ve alışveriş kaçınılmazdır. Evrensel bir eşdeğer
olarak paranın da bu alışverişte, araç olması bir
zorunluluktu;

a) İnsanların birbirleriyle alışverişte, evrensel bir


eşdeğerin aracılığına zorunluluk duymaları,

b) Evrensel eşdeğer olan paranın da, doğduğundan


itibaren alışveriş ilişkilerine aracılık etmeden, varlığını
koruyamazlığı gibi, nedenlerin çakışmasıyla para; alışveriş
48

ilişkilerini, birbirini izleyen, bir süreç haline getirdi.


Ancak, bu süreci geliştirip, yaygınlaştırabildiği ölçüde,
gelişip büyüyebilirdi.

Kendi dolaşım sürecini, kendi yaratan para, aracılık


yaptığı metaların dolaşımına, ters yönde dolanır. Çünkü
metalar, nihai hedefleri olan, tüketime doğru akarlar. Para
ise, metaları üreten kaynağa doğru gider.

Genel üretim sürecinde, üretimle tüketim arasında, bir


aracı olarak ortaya çıkan para, bu süreci bütünler, bunları
birbirine entegre eder.

Kullanım değeri, üretimine dayalı üretim ilişkilerini,


yaygınlaşan ve gelişen alışveriş ilişkilerinin dayattığı, meta
üretimine yöneltir, zorlar. Üretim birimlerini, kendileri için
kullanım değerleri üretiminden kopmaya, başkaları için üretim
yapmaya, yani meta üretmeye iter. Böylece, tüm üretim
ilişkilerini, mübadele değeri üretimi ilişkileri haline
getirir. Para dolaşımını, üretim ilişkilerine sokar.

Üretim ilişkilerini de, dolaşım sürecine entegre eder.


Üretim ilişkisinde gizli olan, mübadele ilişkisini çıplak hale
getirir. Böylece, genel üretim sürecinin, mübadele ilişkisine
dayalı özünü, açığa çıkararak; tüm süreci, kendi dolaşımının ve
kendisini üretmenin, temeli yapar. Yeni bir entegrasyon süreci
başlatır. Bu entegrasyon süreci, feodal üretim ilişkilerinin ve
feodal beylerin bütün dıştalamalarına, direnmelerine,
horlamalarına, aristokrat hümanizmalarına, moral ve etik değer
yargılarına sığınarak, aşağılamalarına rağmen, zorunluluğun
törpüleyici, aşındırıcı dayatmalarıyla yürüyüp gelişmektedir.

IV - Evrensel Eşdeğer Olan Paranın, Ödeme Aracı Olarak


Bütünleyici İşlevi:
49

İlm-i iktisatda paranın ödeme aracı olarak gördüğü


işlevler bilinir, ama paranın gerek mübadele aracı, gerek
dolaşım aracı olarak, yerine getirdiği bütünleyici işlevini;
ödeme aracı olarak da,yerine getirmekte olduğu söz konusu
edilmez.

Para, ortaya çıktığından itibaren, ödeme aracı olarak


da işlev görmeye başlamıştır.

Mübadele ilişkisinde, taraflardan birinin, alıcı veya


satıcının vecibesini, anlaşmalarından bir süre sonra yerine
getireceğini vadetmesi ile karşılıklı borç ve alacak ilişkisi
doğar. Vade sonunda, taahhüt edilmiş olan para veya malın
ödenmesi ile, alışveriş ilişkisi alacaklı, borçlu sürecinden
geçerek, gerçekleşmiş olur.

Bizi burada ilgilendiren, paranın belli bir vade


sonunda ödeme aracı olarak devreye girmesidir. Bu ise bize,
başlangıçta alış-verişin; ilerde gerçekleşeceği,
somutlanacağı tasavvur edilen, düşünülen bir para ile
yapıldığını gösterir.

Ödeme aracı olarak para, kendi eşdeqerliliğini, bütün


kafalara kabul ettirebildiği ölçüde:

1- Değer ölçü birimi olarak, herkesin, sahip olduğu


kullanım değerlerini, zihninde bu ölçüye vurarak, paraya
çevirmesini,hayali parayı yaratmasını, yani sahip
olduklarını, fiyatlandırmasını mümkün kılar.

2- Zihninde bu işlemi yapabilen herkes, sahip olduğu


değerleri ölçerek, bir satın alma gücü oluşturabilir.

3- Zihinlerde bu şekilde oluşan hayali para, alış-


verişte bir mukavele, senet biçimini alır ve böylece, satın
alma aracı işlevi görür.Yaratılan hayali paraya uyarlı
olarak oluşturulan, senet,vb., gerçek para gibi, bir
50

mübadele aracı görevi üstlenir.

Para, ödeme aracı olarak işlev yüklendiğinde, herkes

sahip oldukları, tüm kullanım değerlerini ve giderek bütün

varoluş koşullarını, para ile ölçebilir. Gelişen,yaygınla-

şan ve dayatan mübadele ilişkileri içinde bunları hayali

paraya dönüştürmeye başlayabilir. Böylece paranın dolaşım

sürecine giren, hayali para gerçek paranın dolaşım süre-


cinde kendini üretip büyümesine yeni bir boyut getirir.

Toparlarsak, hayali para böylece:

a) Bütün kullanım değerlerini, mübadele değerlerine


dönüştürür.

b) Kullanım değeri üretimi ilişkilerinin, mübadele


değeri üretimi ilişkilerine dönüşmesine yol açar.

c) Borçların ödeme sürelerinin, uzun vadeden kısa


vadeye çekilmesini zorlayarak, paranın dolaşım hızının art-
masını sağlar. Bu yolla da, paranın üreme ve büyüme hızını
artırır.

d) Ödeme aracı olan para, gerçek para olarak, kendini


günlük alışveriş işlemlerinde; küçük boyutlu işlemlere
kaydırır, büyük ticari işlemlerde ise, kredi para
olarak,yaratılmış hayali para olarak, işlev üstlenir.

Ödeme aracı olarak para, yukarıda dört noktada özetle-


meye çalıştığımız işlevleri ile, doğduğu dünyayı kendi dünyası
haline getirir. İnsanın kafasında ve cebinde bir itici,
dürtücü, zorlayıcı güç olur. İnsanı kendi dünyasına çeker ve
kendisi ile, yarattığı sistemde bütünleşmeye yöneltir.
51

V- Evrensel Eşdeğer Olan Paranın, Ölçü Birimi Olarak


Bütünleyici İşlevleri:
İktisatda ve iktisatçılar açısından, paranın ölçü
birimi olarak, nümerer niteliği esas alınır. Yani ulusal para
birimi olma niteliğidir, belirleyici olan.
Ulusal paranın, uluslararası niteliği de, diğer ülke-
lerin aynı nitelikteki paraları ile karşılaştırılarak be-
lirlenir. Böylece:

a) İktisat "Bilim"ini, ulusal gözlüklerle okuyan ik-


tisatçılar, paranın nümerer niteliğinin ve ulusal paraların bu
nitelikleri ile birbirlerine dönüşüm sorunlarının karmaşık
hesaplarından başlarını kaldıramazlar.

b) Ulusal para birimini vazeden devletin, kanuni para


olarak, bütün işlemlerde kullanılmasını zorunlu kıldığı bu
paranın, nümerer niteliğini belirlemesini; sadece onun siyasal
otoritesinin bir tezahürü, "Beylik hakkı", Senyoraj hakkı,
olarak görürler.

c) Bunun sonucu olarak, uluslararası para ilişkilerini,


senyörler arası siyasal güç ilişkileri olarak değer-
lendirecekleri için, "İktisad Bilimi"nin ekonomi politik
olarak bütünlüğünü parçalayıp, onu ekonomisiz bir siyaset
bilimine indirgemiş olurlar.

Bilindiği gibi, bir değer ölçüsü olan para, öncelikle


zihinde varolan bir paradır. Devlet tarafından vazedilen
ulusal para birimi, o ulusun fertlerinin zihinlerinde bir
değer ölçüsü olarak yer alır. Bunun sonucu olarak her devletin
vatandaşlarının zihninde farklı değer birimleri oluşur.

Devlet otoritesince vazedilip insanların kafalarına


çakılan nümerer paralar , evrensel eşdeğer olan paranın,
devletlerin varlığında zorunlu görünüm biçimleridir.
52

Evrensel eşdeğerliliği asli niteliği olan para, kendi


değer ölçü birimi ile bu nümerer biçimlerin içinde gizlidir.
Evrensel eşdeğer olan paranın, ulusal biçimleri ile özü
arasındaki varolan çelişki, sadece üretim sürecinde, dünya
çapındaki genel üretim sürecinde, çözülür.

Evrensel eşdeğer olan para, değer ölçüsü olarak, me-


talardaki değer özünün; yani iş zamanının, zorunlu bir gö-
rünümüdür.

Bu tanım, bizi çelişkinin esas kaynağına götürür.Ve


farklı ulusal ekonomilerde, aynı ürünün, farklı iş-zamanını
içerdiğini ve evrensel bir eşdeğer olarak paranın; bu
çelişkiyi çözücü, aynı üründe, aynı iş-zamanına yaklaşmaya
doğru, ekonomileri zorlayıcı bir gelişmeye ittiğini
açıklar.

Ulusal paraların, nümerer biçimlerinde gizli olan


ürün/iş-zamanı oranı farklılığı, genel üretim sürecinde ortadan
kalkmaya do ğru gitti kçe, bu b ağlamda tüm ür etim süreci,
uluslararasılaşmaya yöneldiğinde; yani genel üretim
sürecinde entegrasyona gidildikçe, paranın nümerer niteliği
giderek silikleşir. İçinde gizli olan, evrensel eşdeğer olma
niteliğine doğru yaklaşır. Özü ile biçimi bütünleşir. Dünya
parası gerçekleşir.Bu hızlı anlatım, Doların dünya parası
olarak qünümüzde gördüğü işlevin hızını yansıtmak için
kullanılmıştır.

Bu sürecin işleyişi sırasında para, tüm değer


ölçülerini, tüm değer yargılarını kendi ölçü birimine
dönüştürür.

İnsan çevresini, doğayı, ölçerek-biçerek


dönüştürüp, kendi doğası kılmaktadır. Ve ölçümünü
yaygınlaştırdıkça, bu anlamda bilgisini artırdıkça, doğaya
egemenliğini geliştirip pekiştirmektedir.
53

Ölçerek ve ölçümünü yaygınlaştırarak doğaya egemen-


liğini artıran insan, aynı zamanda, ölçü birimlerine ve
kalıplarına kendini bağımlı kılmak durumuna da girmektedir.

Giderek insan, ölçü birimlerini ve kalıplarını


mutlaklaştırıp, insan-doğa ve insan-insan ilişkilerini,
ölçülerin sınırladığı alana hapsetmektedir. Başka deyişle,
mutlaklaştırdığı ölçekler ve kalıplar tarafından teslim
alınmaktadır. Doğa hakkındaki bilgimizi, ölçerek ve ancak,ölçü
birimimizin ulaşabileceği sınırlara kadar geliştirebiliriz.
Oysa, insan-doğa ilişkilerinin dayattığı zorunluluklar, ye-
tersizlikler, dengesizlikler, insanı bu sınırları aşmaya
iter. Bilgimizin gelişimi, yarattığımız her ölçü biriminin;
bizi hapsettiği sınırları, aşabilmemiz ölçüsünde mümkündür. Bu
nedenle, insanın yarattığı ölçülere teslim olması, o ölçüyü ve
o bilgiyi mutlaklaştırmasını doğurur. Her türlü doğmatizmin,
ideolojinin, konservatizmin kaynağı da buradadır.

Para, insanoğlunun yarattığı evrensel bir ölçü aracı


olarak, her şeyi kendi ölçü birimine tabi kılar, herşeyi
egemenliği altına alır. Bütün ölçülerin ölçüsü olarak, yeni
bir bütünlük oluşturur. Ve bu süreçte para, insan için; zamanın
kendiliğindenliğini,doğallığını yıkıp, zamanı,insanın kendisi
için kazanılması gereken hale getirerek, anlamlı kılan,
kavranılır kılan, bir ölçü birimi olur.Zamanın da para ile
ölçülebilir hale qelmesiyle insan, para dolayımında zamanın
değerini kavrar. Böylece zamanının her anını para ile, ölçme
zorunda kalır. Yaşadığı her anı, her türlü ilişkisini para ile
ölçer.

Tüm ölçü birimlerine egemen olmaya yönelen para, bu


yanıyla her insana, ancak cebindeki kadarıyla hükmedebileceği,
ölçebileceği bir egemenlik alanı belirler.
54

VI - Evrensel Eşdeğer Olan Paranın insani Zamanda Bütünleyici


İşlevi:
Şimdide paranın, ilm-i iktisat kitaplarında gölgesi,
hayali dahi bulunmayan, ama insanların günlük yaşamında
çarpıcı bir gerçeklik olarak varolagelmiş, çok önemli bir
işlevine geliyoruz.
Çağımızda insanların yaşadıkları zaman dilimleri
arasındaki farklılıklar, mesafeler giderek ortadan kalk-
maktadır. Bu olgu, bütünü ile iletişim ve ulaşım organlarının
kaydettiği gelişime bağlanır, dayandırılır. Dünyanın
ufaldığı, yani zaman enlemi ve boylamında, zamanın yoğunlaşma
süreci yaşandığı bir olgudur. Aynı takvim zamanında, yaşam
zamanı yoğunlaşması,algılanabilen fakat ne olduğunun farkında
olunmayan bir olgudur. Farklı kronolojik zamanda farklı yaşam
biçimleri yanında, aynı kronolojik zamanda farklı yaşam
biçimlerinin varlığı ve bunların en ileri yaşam biçimlerine
doğru hızla yaklaştiğı da görülen, ama her iki olgunun da
nedeni üzerinde durulmadığı için, kavranıp bilince
çıkarılmadığı da bir olgudur.

Bu her iki olguyu da yaratanın, paranın, insanı zamanda


bütünleyici işlevinin olduğunu gözlemleyebiliriz.

a) Zaman Enleminde:

Para, insanların yaşam zamanlarını yoğunlaştırma


ölçüsüdür.

Örneğin, insan, 100 $'la bir günü yaşarken bir yerde,


aynı insan 1000 $'la,gene bir günde, on günü yaşayabilir. Ve
insan bu gerçeğin karşısında, ilm-i iktisadın, ülkelere göre
kişi başına düşen milli gelir paylarını kıyaslarken olsun,
ülke içi gelir bölüşümünün hesapları ile uğraşırken olsun, bunun
ne demek olduğunu, yani paranın,aynı zamanda, bir yaşam zamanı
ölçüsü olduğunun,farkında bile olmayışına şaşar.

Paranın dolaşımı ve bu dolaşımın hızı, onun gelişme,


55

büyüme ve serpilme dinamikleridir.


İnsan da aynı süreçte, gelişip serpilebilir. Ve sı-
nırlı olan doğal ömrünü, bir yaşam zamanı olarak büyütüp
geliştirebilir. Kısaca bu, zamanda yoğunlaşma, on yılı bir
yılda yaşamak demektir. Paranın bu ö m r e ömür katan işlevini,
günümüzde olsun, artık yerine getirmesinin olanakları varken,
İlm-i İktisadın ve iktisat siyasetlerinin bunu engellemeye
kalkmaları; katolikliğin insanları orta çağa hapsetmeye
yönelik ideolojisi ve pratiği gibi, 21. yüzyılın eşiğindeki
insanlığı da, yeni bir orta çağa hapsetmesi, hatta, insani
doğal ömrünü bile yaşamaktan, mahrum etmesi demektir.

b) Zaman Boylamında:

Para, insanların farklı kronolojik zamanlara özgü


yaşam biçimlerini, bütünleşmeye yönelten; yani ayni krono-
lojik zamanda ayni yaşam biçimini paylaşmalarını ve sür-
dürmelerini mümkün kilan süreci başlatan bir araçtır.

Özellikle, son otuzyılın dünyasında, çöl bedevisinin


yaşam biçiminde, a1mış olduğu mesafe ile, petro-doların bu
gelişmedeki belirleyici rolünü hatırlarsak; üzerinde
durduğumuz paranın, bu işlevini yerine getirişinin, çarpıcı
bir örneği olduğunu görürüz.

c) Yaşam zamanındaki yoğunlaşma, farklı yaşam bi-


çimlerinin, ayni kronolojik zaman diliminde, en ileri yaşam
biçimiyle, bütünleşmelerine yol açar.

Para, önündeki engelleri, devletler, ülke sınırlarını


ortadan kaldırarak, dünya parası olma niteliğine ulaştığı
ölçüde, dünya çapında yaşam zamanı yoğunlaşması, hızla den-

gelenmeye başlar. Bu süreç yaşam biçimi farklılıklarını da,


süratle siler süpürür.
Bu olgunun en açık örneği, ulusal paraların ülke
içindeki dolaşım hızlarının artması ölçüsünde, o ulus
56

bütünlüğündeki farklı yaşam biçimlerini; yaşam zamanı yo-


ğunlaşması temelinde, en ileri biçimde bütünleşmeye, hızla
yöneltmiş olmasıdır.
VII- Evrensel Eşdeğer Olan Paranın, Metaların Temsilcisi Olarak
Bütünleyici İşlevi:

Bilindiği gibi iktisat "Bilimi"nde ve iktisatçıların


ağzında, paranın, tüm metaların temsilcisi olduğu kabul ve
ifade edilir.

Bu ifadeden şu anlaşılır: Para, metaların eşdeğeri-


dir. Bu eşdeğer olma niteliği ile bütün metaları temsil
eder. Paranın temsilciliğine ilişkin böyle bir yaklaşım,
garip bir totolojidir. Para eşdeğer olduğundan metaların
temsilcisidir. Yahut metaların temsilcisi olduğundan
eşdeğerdir.

Bu totoloji çok şeyi gizlemektedir.


1- Paraya giydirilen ulusal kostümler nedeniyle, ondaki
evrensel nitelikler görülmez. Bu tıpkı bir insana çesitli
ulusal, folklorik kostümler giydirince; aynı insanın İngiliz,
Arap, Japon, Türk ve benzeri olarak nitelenmesi gibidir. Ama bu
kostümlerin içindeki insanın, hep aynı insan olduğunun
görülmemesidir.

2- Paranın metaların temsilcisi olmasını, onun eşde-


ğerliliği ile açıklamak gibi bir totoloji, herkesçe bu
işin, doğal bir olaymış gibi algılanmasına yol açar.

İnsanlararası mübadele ilişkisinin bir zorunluluğu


olarak doğan paranın, bu doğumu tescil edilir de, onun doğar
doğmaz bağımsız bir kimlik kazanarak dönüp, kendisini
yaratanı kendine bendedişi üzerinde hiç durulmaz.

3- Kendisini yaratan insanın beynine yerleşip,


onun elinde sihirli bir değnek gibi maddeleşerek,
57

dokunduğu herşeyi metalaştırarak, sıçradığı her beyinde


o insanın yarattığı her şeyi kendisi ile ölçüştürüp
temsil ederek, temsilciliğini kendi dinamizmiyle,
kılıcının hakkıyla kazandığı hiç qörülmez.

4- Paranın bu serüveni, doğuşu gibi tescil


edilip kavranılır kılınmaz ise, onun temsilciliği de
doğal bir olay gibi algılanır.

Oysa para, metaların temsilciliğini ve


eşdeğerliliğini mübadele ilişkilerinin dayattığı bir
zorunluluk içinde, gerçekleştirdikten sonra, tüm süreci
kendi insiyatifi altına alır, karşısına çıkan her şeyi
metalaştırır. Her şeyin temsilcisi olmaya yönelir. Ve
tarihsel süreçte, metaların akmakta oldukları tüketime,
karşıt yönde ilerleyen para, giderek insanı da
metalaştırır, Onun da temsilcisi olur. İnsanın bütün
sosyal ilişkilerini, bütün etkinliklerini ve hatta
kendisini, metaya dönüştürür. Ve bu bağlamda her şeyin
temsilciliğini elde ederek her şeyi kendinde bütünler.

Para, metaların eşdeğeri ve temsilcisi olma gibi


niteliklerinden kaynaklanan diğer bir niteliği ile de,
evrensel bir metadır. Para, metaların zaman ve mekanla
sınırlı varoluş koşullarını, evrensel meta olarak aşar.
Kendi dışındaki bütün metaların tükenerek yok olma
niteliklerine karşın, para onların temsilcisi, evrensel
bir meta olarak bu nitelikleri kendinde toplayarak,
tükettirdiği metalar kadar büyüyerek, yeni metalar
üretiminin kaynağı ve motoru olur.

VIII - Evrensel Eşdeğer Olan Paranın, Üretimin ve


Tüketimin Aracı Olarak Bütünleyici İşlevi:
1- Bütün metaların temsilciliği niteliğini kazanan para,
üretim sürecinde, önce kullanım değeri özü taşıyan nesneleri
58

mübadele değeri biçimine sokarak, onları metalaştırmakla işe


başlar. Arkasından üretim araçlarını ve işgücünü metalaştırmak
suretiyle, sürdürdüğü metalaştırma sürecine; üretici gücü de
katarak, tüm üretim faktörlerini metalaştırarak, bu süreci
bütünler. Bütün üretim faktörlerinin temsilcisi olarak da,
üretim aracı niteliğini kazanır. Bunu yapmakla, kullanım değeri
üretimi ilişkilerini,giderek tümüyle, mübadele değeri üretimi
ilişkilerine dönüştürür. Bu yeni ilişkide, ürünler artık
mübadele amaçlı üretildiklerinden, mübadele değeri taşırlar.
Ürünlerin kullanım değeri özü; bu yeni biçimin içinde,
mübadele değerinde saklı kalır.

2- Para, bütün metaların temsilcisi olarak, onların


doğrudan ya da dolaylı tüketiminde de, tüketim aracı olarak
işlev görür.

3- Para böylece, genel üretim sürecinin temel aracı


olur. Metaların evrensel eşdeğeri olma niteliği ile de,
üretimin amacı olma durumuna gelir. Bununla da kalmaz, insanın
tüm yaşamının amacı olur. Ve insanları, bu bağlamda
birbirlerine entegre eden bir araç halini alır.

IX - Evrensel Eşdeğer Olan Paranın Birikim Aracı Olarak


Bütünleyici İşlevi:

İlm-i iktisatta para, diğer bir yönüyle de,servet ve


sermaye birikimi aracı olarak tanımlanır.

Bu tanım, paranın servet birikimi aracı olma işlevinde


şu noktaları görmez ya da farketmez.

1- Paranın bakır, gümüş, altın gibi kıymetli madenler


biçiminde kullanıldığı dönemlerde; servet birikimine aracılık
ettiği vurgulanmakla birlikte, altın standardından kopan kağıt
paranın,artık servet birikimi aracı olma işlevinin sona erdiği
gerçeği pek belirtilmez.
59

Geçmişten bu yana, parayı servet biriktirme aracı


olarak tanımış insanların, altından kopmuş bir paranın üretime
yönelmeden, üretim aracı olmadan,değerini koruyamayacağı
açıktır. Bu durumda paranın, bir kağıt tomarı haline
gelebileceği gerçeğinin; sistemin bir rasyoneli olarak, açıkça
ve ısrarla, anlatılıp v u r q u l a n m a ma s ı n ı n; i lm - i
iktisadın, p a ra k o n us u n d ak i bu anlayışsızlığının,
anlamı ve nedenleri ne olabilir?

a) Bu,ya bildiğimiz iktisat ilminin, doğalcı


mantığından k a y n a k l an m a k t a v e bu bağlamda, s i st e m i n
zorunluluklar ı n ı d i l e ge t i r em e m e k t e d i r .

Eğer doğalcı m a n t ık t a n k o p up , z o r un l u l u kl a r ı n
b i l gisini üreten bir bilim disiplini olabilseydi, o zaman
bil i m olarak kendisinin de,bu haliyle, sona
erebileceğini ve tarihselliğini ifade etmek zorunda
kalırdı.

b) Ya da i k ti s at çı l ar d o ğa l bir s ez g iy l e, bu
ve benzeri bir s ür ü si s te min r a sy on e ll e ri yl e ba ğ lı
gerçeklerin, anlaşılır kılınmamasında,kendi
varoluşlarının,hikmet-i vücutlarının nedenini
g ö rm e k t ed i r l e r .

Oysa para, altın standardından koparak, kağıt


para biçimini almakla, dünyaya geldiğinden bu yana
girdiği, çeş i t l i b i ç i ml e rd e n s o n ra ; k en d i öz
niteliğine u yg u n , en g eli şm i ş b iç imi ne ul a ş mı ş tı r.
B u , p a r a n ı n k e n d i t a ri h i n de , p a r a ol a r a k y a ş a dı ğ ı ve
g e r ç e k l eş t i r d i ğ i e n b ü y ü k d ev r i m d i r .

Ç ü n k ü p ar a a l tı n s t an d a r d ın da n k o p m u ş , k a ğı t
para biçimiyle o;

a) Bütün kullanım değeri niteliklerini yitirmiştir.


Artık b i r k a ğ ı t p a r ç a s ı d ı r .
60

b) Altın standardına bağlıyken ifade ettiği,


sabit bir değer ölçüsü (eşdeğeri olduğu altın kadar) olma,
niteliğini d e yitirmiştir.

c ) Bunların sonucu olarak, servet biriktirme aracı


olma işlevi de sona ermiştir.

Artık para, kağıt para biçiminde, değeri siyasal


otoritece belirlenen, yani nümerer niteliği siyasal otori-
telere bağlı olan, bir değer ölçüsü haline gelmiştir. Ulus-
lararası hiyerarşinin, esas belirleyiciliğini soyutlayarak
baktığımızda bu olguya, bize açıkça şunu görürüz. Ulusal
düzeyde değişen ekonomi politikaları, paranın eşdeğerlilik
ölçüsünü değiştirici bir faktör olur. Bu eşdeğerlilik ölçüsü
sürekli dalgalanır. Örneğin, bugün elli liraya alınan bir
ekmek, bir kararla yarım ekmek haline gelebilir.

Bu değişken kararlar, vatandaşların ellerindeki değeri


yitirmemek için süratle onu bir biçimden (meta) diğer biçime
(para), vice versa, dönüştürmelerini zorunlu kılar. Bu ise,
mübadele iliskilerinin gelişmesini, dolaşımın hızlanmasını ve
paranın kendini yeniden üretmesini sağlar. Vatandaşa üreterek
biriktirmenin, biriktirerek üretmenin, ekonomi politiğini
öğretir. Toplumun her bireyini, birbirinden bağımsız "Firmalar"
haline getirir, atomize ederek, onları birbirinden
bağımsızlaştırır. Ama onları para çevresinde bütünleyerek,
aralarında ki tek bağ olur.

2- Gene, ilm-i iktisat'ın yukarıdaki tanımlamasına


bağlı olarak, paranın sermaye birikimi aracı olma işlevleri:

a) Sermayenin başlangıçta ticaret sermayesi olduğu,

b) Ticaret sermayesinin, belirli bir yoğunlaşma sonunda


sanayi sermayesi haline geldiği,

c ) Mali sermayenin de, bu gelisimin en üst evresi ol-


61

duğu söylenerek, olay; bu şema içinde hikaye edilir.

Sermaye b i r i k i m i n in, bu do ğ a lcı e vri ms el


şeması; t a r i hs e l o lg ul a ra pek u ym a ma s ı y an ın d a,
mübadele d e ğ er i üretimi sisteminin doğuşunu ve
gelişimini de çarpıtır. Fak a t b e l i r t i l e n ç a r p ı k l ı ğ ın
a y d ı n l a t ı l ma s ı, bi z i a sı l k o nu m uzd a n s a p t ı ra c a ğ ı
i ç i n , ş i m d i l i k k ı s a b i r a çı kl a m a y l a y e t i neceğiz.

Yukarıdaki tanım, par an ın evre ns el e ş de ğ e r


o l m a , temel niteliğini gizlediğinden, paranın evrensel
bir sermaye b ir iki mi ar a c ı olm a i şl evi ni ve bu
i ş l e v i n t a rih se l s ü r e ç te k i ge l i ş i mi n i, g ö za r dı e d er .
Bizi b u r a d a, p a ra nı n a l t ın s t a n da r d ı n da n k op u ş u
o l g u s u i l g i l en d i r d i ğ i iç i n , b u olguyu örnekleyerek
açıklamak istiyoruz.

Bugün, uluslararası sermaye birikiminin ve


üretiminin aracı olan dolar, dün nümerer
n i t e l i ğ i y l e b i r u l u s a l paraydı. Tıpkı diğer ulusal
paralar gibi, altın standardına bağlı, b ir kağıt
paraydı. Ç ü nk ü e vr e ns el eşdeğer n it e li ği n i hâlâ
altın taşımaktaydı.Uluslararası değer ölçüsü,
e v r e n s e l e ş d e ğ e r ö lç ü s ü , a l tı n i d i .

1971'den bu yana çok şey değişti. Dolar, artık


nümerer biçimiyle de olsa, bir dünya parasıdır.

1944'de, Breton Woods toplantısında, a l t ı n a


bağlı değer sabitesiyle, ilişkisini koparmıştır.
Artık o, uluslararası sermayenin parası olmuştur. Yani
kısaca, dünya finansının üretim aracıdır.
Uluslararası mali sermaye de, para ile para
üretimi, dolarla dolar üretimi, olarak
görülebilir. Dünya mali sermayesinin elindeki
d o l a r , d ü n y a p a r a s ı ola r ak,

a) Dünya ticaretinde mübadele aracı,

b) Üretim ilişkilerinin, mübadele ilişkisi


biçimind e k i ö z ü n ü n , ç ıp l a k hale g e l m e s i n e d en i y l e d e ;
u l u s l a r a r a s ı sermayenin, üretim sürecinde, üretim aracı
olmuştur.

Ve böylece, mali sermaye elindeki dolarla, hem üretim


hem de mübadele süreçlerinin, belirleyicisi olmuştur. Yani
62

ticaret ve sanayi sermayeleri mali sermayenin üreme organları


haline gelmiştir. Ayrıca dolar, tıpkı bir meta gibi, dünya
para borsalarında, uluslararası finans kuruluşları eliyle
çekilip sürülerek; her borsaya med-cezir dalgası gibi gelip-
giderek, meta üretimi ve dolaşımı dışında; kendi asli
niteliğine en uyarlı, yeni bir dolaşım süreci yaratmıştır
(15).

Paranın, para olarak üretiminin tarihi, tacir kadar


eskidir. Tacirin, birikim sürecinin belirli bir kertesinde,
örneğin; Roma köleciliğinde, Ortaçağ feodalitesinde, tefe-
cilik, bankerlik ve bankacılık olgularında, gözlemlenebileceği
gibi, yeni tacirler yaratmak ve mübadele ilişkilerini
geliştirip yaygınlaştırmak amacıyla; günümüz mali sermayesinin
atası olarak, para ile para üretimini başlattığını görüyoruz.

Bu kısa açıklama, ilm-i iktisat'ın klasik üretim


paradigması temelinde, sermaye birikimini açıklamasının ye-
tersizliğini, tarihsel olgulara denk düşmeyen anlatımının
çarpıklığını gösterir.

3- Paranın, altın para standardından kopması ve kağıt


para haline gelmesi; Amerikan dolarının 15 Ağustos 1971'de
Başkan Nixon'un "Bundan böyle doların altınla de-
ğiştirilmeyeceğini" ilan etmesiyle başlar. Ve uluslararası
platformda ABD'nin dayatmasıyla, (16) diğer devletler tara-
fından da mecburi bir kabullenmeyle, gerçekleşir. Bu nedenle,
olgunun irdelenmesini, yukarıda ele aldığımız ulusal düzeyi
tamamlayıcı nitelikte olmak üzere; uluslararası düzeyde de
(l5) Ücüncü Bölüm de, bu yeni süreç daha geniŞ olarak antõlacaktõr.
(16) Nixon, "ABD hükümetinin almõş olduqu bu karar insanlõk tarihinin en büyük para re-
formudur" demistir. J.K. Galbraith. L'argent, sayfa 469• Nîxon, özel bir konuşmasõnda bu
karara direnenleri ima ederek "Bütün bu piçler benim nasõl bir adam olduqumu
anlayacaklar." demiştir. "16 Aralik 1971'de Almanya, Fransa, Japonya, İngiltere gibi
ABD'nin önemli ortaklarõnõn katõldõğõ Washington anlaşmasõ imzalandõ. ABD temsilcisi
Connally bu toplantõda yaptõğõ ürkütücü açõklamalarla çevresine dehşet saçõyordu.
Karşõsõndakiler kendilerini en güçsüz olduklarõ bir durumda hissediyorlardi. Ve
yapacaklarõ bir şey yoktu". Jacgues Malterre, Dünya Para Bunalõmõ, s.9-10
63

yapmamız gerekir.
Uluslararası platformda alınan, altın standardından
kopma kararı, ulusal siyasal otoriteleri de altına bağımlı
olmaktan kurtararak;onları kendi paralarının değerlerini be-
lirlemede bağımsızlaştırmıştır. Aslında bu bağımsızlık sözde,
görece bir bağımsızlıktır. Çünkü uluslar, uluslararası bir
hiyerarşiye tabidir.

Evrensel eşdeğer olan para, kendi dolaşım sürecinde


oluşturduğu birikimlerle, sermayelerle, kendine dayalı
uluslararası hiyerarşiyi de oluşturmuştur. Bu hiyerarşinin en
üst kademesinde yeralan, siyasal karar merci, uyguladığı
ekonomi politikasıyla, diğer siyasal karar merkezlerinin de
ekonomi politikalarını belirler. Baska bir deyişle, diğer
ulusların para birimlerinin, değer ölçülerinin belirlenme-
sinde; yukarıda söz konusu edilen siyasal karar merciinin
politikası, asıl belirleyici faktör olarak ortaya çıkar.

Sermayenin birikim sürecinde, ulaştığı finans düzeyi;


geliştirdiği bu yeni para sistemi mekanizmasıyla, ulusal
sermayeleri kendisiyle bütünleşmeye zorlar ve gerekli kurum-
ları da yaratır. Bu entegrasyonun gelişme sürecinde, sistemin
rasyonelleri gerçekleşir. Ulusal ekonomi politikalarının sonu
gözükür. Ulusal karakterli bireyler atomize olur. Onların
aralarındaki bütün bağlar, para bağı haline gelir.

Paranın evrensel eşdeğer oluşu, insanları kendi öz


niteliğine uyarlı toplum biçiminin, en üst aşamasında
bütünlenmeye yöneltir. Böylece dünyada, yeni bir toplumsal
madde,bir sistem oluşur.PARA TOPLUMU .

4- Paranın birikim aracı olarak bugüne kadar hiç


üzerinde durulmamış olan işlevleri şöyle sıralayabiliriz;

Birikim aracı olarak para;


64

a) Toplumsal bir güçtür-enerjidir. Ve bu gücü


geliştirerek, biriktirmenin de aracıdır, Vice verca.

b) Toplumsallaşmış insanın, doğa ile ilişkisinin


aracıdır. Diğer bir deyişle insanın, insan-insan ilişkisi
dolayımında, doğayla kurduğu ilişkinin aracıdır. Bu bağlamda
toplumsallaşmış insanın, doğa hakkında bilgisini geliştirme
ve biriktirme aracıdır.

c) Toplumsallaşmış insanın, zamanını biriktirme, yo-


ğunlaştırma ve büyütmenin aracıdır.

İnsanoğlunun, kendini yetkinleştirme sürecinde, doğa


ile yaşadığı tarihsel serüven, içerikleri çok zengin olan üç
basit kelime ile özetlenebilir:

ENERJİ, BİLGİ, ZAMAN. İşte para, birbirlerine


dönüşebilen, bu üç güç kaynağının, ölçülebilirliğini
sağlayan ve onları kendinde bütünleyip, geliştiren,
biriktirip, yoğunlaştıran (vice verca.), bir araçtır. İktisat
"Bilimi"nin Akademiya'sından çok uzakta, onun A'sından
B'sinden bihaber olan, geniş kitlelerin, paranın bu
işlevlerini sezipte, birer özdeyiş biçiminde
betimlemesine, şaşmamak mümkün değil..Örneğin; "cebindeki
paran kadar konuş","Kaç paralık adamsın","Çok dolaşan çok
bilir", "Vakit nakittir" v.b, deyişlerle paranın bu işlev-
lerini, günlük yaşamlarında sürekli vurgulayarak, bir öğreti gibi
yaygınlaştırmalarına karşın, iktisat "bilimi"nin; kendi
dilinde, paranın bu işlevlerinin ifade edilmemiş olması,
paranın, bu çok önemli işlevlerinin, "vaka-i adiye" olarak
algılanmasından kaynaklanmış olsa gerekir!..

X- Evrensel Eşdeğer Olan Paranın, İktidar ve Mülkiyet Aracı


Olarak Bütünleyici İşlevi

Kullanım değeri üretimine dayalı, toplumsal organiz-


65

malarda varolan iktidar ve mülkiyet ilişkilerinde, alnına


hükümdarın kaşesini yiyerek dolaşıma giren para; iktidar
hiyerarşisinin de, mülkiyet ilişkilerin de,görece belirleyicisi
olur. Çünkü bu tür toplumlarda, iktidarın da, mülkiyetin de,
esas belirleyicisi; SOPA'dır.

Bütün bunlar, bilinen şeylerdir. Paranın, evrensel bir


eşdeğer olarak, gerçekleştirmek zorunda olduğu, fakat
görülmek ve bilinmek istenmeyen her zorunluluk gibi, ger-
çekleşmesi önlenemez, ertelenemez hale gelince fark edilen;
paranın bu zorunluluğunu da, dolar, dünya parası olarak,
kapıları çalarak, haber vermektedir. Kapıları kapasak da,
kulaklarımızı tıkasak da,darbeler şiddetlenmektedir.

Bu zorunluluk, evrensel eşdeğer olan paranın, dolarda


kendi maddi biçimini bularak gerçekleştirmekte olduğu bir
zorunluluktur.

Bu zorunluluk, dünya parası olan doların, kendi nite-


liğine uyarlı bir iktidarı gerçekleştirmek zorunluluğudur.

Doların dünya çapında kurmaya yöneldiği bu iktidarı ve


onun dalga dalga kapılara yüklenmesini; onu hâlâ uluslararası
bir ödeme aracı olarak görenlerin kavrayamamaları doğaldır. Ve
bütün bunlara tepki olarak;

a) ABD'ye karşı bağımsızlık sloganları atmaları, "tam


bağımsız ve gerçekten demokratik" bir toplum kurma ideoloji ve
pratikleri,

b) Gene doların bu yüklenmesini, Amerikan emperya-


lizminin yeni hegemonya oyunları, uluslararası sermayenin
gizli,kapaklı manevraları olarak nitelemeleri, Dolar'ı hâlâ
Amerikan doları olarak görmelerinin doğal sonuçlarıdır.

Dolar'a dünya parası diyenlerin ise, göremedikleri


66

şey; dünya parasının dolar biçimi-adı altında özü itibariyle


artık uluslararası mali sermayenin parası oluşudur.

Uluslararası mali sermayenin oluşumundaki Amerikan


mayası bu gerçeği değiştirmez.

ABD'nin dış ödemeler dengesindeki, giderek kabaran


açıkların kronikleşmesine, ABD bütçesinin aynı şekilde
durmadan büyüyen açıklarına rağmen, doların önemli hiç bir
değer kaybına uğramaması bir yana, diğer bütün nümerer-ulusal
paraları belirleyip, değer kaybına uğratması gibi olguların
üzerinde düşünülmesi gerekir.

Özetle, görülmeyen şey evrensel eşdeğer olarak paranın


artık kendi öz niteliğine uyarlı bir maddi biçimi, yani doları
bularak bütün nümerer iktidarları tarihselîeştirip, kendi
evrensel iktidarını ve PARA TCPLUMU'nu oluşturmaya
yöneldiğidir.

Bu zorunlu gidişi kavrayamayan Donkişotlar, ancak


ikinci bir Servantes'in kaleminde yaşayabilirler.

Para, gelmiş geçmiş bütün mülkiyet biçimlerini ve


ilişkilerini, çözücü, değiştirici bir işlev görür. Mülklerin
hızla metalaşmasına yolaçar. Eski feodal mülk kayıtları, tapu
sicillerinde, mahzenlerde uyurken, onları karış karış ölçen
para, ulusal ve uluslararası bankalarda, piyasalarda tur atar.
Ve para böylece:

Mülkiyeti, eski mülk müptelâsına terk edip, onları


emekli mülkiyeliler, rantiyeler olarak terk-i dünya ettirip
iktidarsızlaştırırken, genel olarak özel mülkiyetin kullanma
hakkını, bu bağlamda, onun iktidarını ele geçirir.

Para, nümerer biçimiyle, dünden bugüne ulusal


tarlalarda sürdürdüğü bu işlevini; evrensel eşdeğer olarak,
67

dünya parası olarak, artık dolara devretmektedir. Dünya


çapında, uluslararası mali sermayeye devr-i teslim biçiminde
süren bu sessiz törenin, son bölümüne girilmektedir.

Mülkiyetin, özel-mülkiyet olarak tüm eski biçimleri


toprağa gömülürken, dünyadaki tüm parseller bütünlenirken,
yani dünya para toplumunun ülkesi haline gelirken; insanlar da
asırlardır kendilerini toprağa, tüm gayri menkul fasilesine
bağlayan mülkiyet zincirlerinden boşanacaklar, tıpkı bir kuş
gibi, kağıttan bir para gibi hafifleyip sermaye rüzgarlarında
şarktan-garba, şimalden-cenuba, yedi iklim dört bucak
savrulacaklardır. Bu rüzgarların dalgalandırdığı dünyada, tek
dayanakları, yürekleri üstünde taşıdıkları cüzdanları ve banka
çekleri, kredi kartları, olacaktır.

İnsanların paraları kadar özgür olabileceklerini


görüp, kavrayabilecekleri bir dünyaya gidiştir bu.

XI - Birinci Kesimin ÖZET - SONUÇLARI

1- Evrensel eşdeğer olan paranın, organlaşma potansiyeli-


nin simgesi olarak bütünleyici işlevi:

İnsan'ın insan-insan dolayımında organlaşma potan


siyelinin simgesi olan para;
1.1- Bu dolayımın çözülüp, sona ereceği tarihsel aşamaya
kadar, insanın tüm canlılığının da simgesi kalacaktır.

1.2- Organlaşma potansiyelini temsil eden para, insanı


kendine bağlar ve onu tüm dinamizmiyle, bu süreci
bütünleyip, tamamlamaya yöneltir, zorlar.

1.3- Para, insanı kendine kul etmekle birlikte, ona, bu


kulluktan kurtulmasının çeşitli olanaklarını
y a r a t m a sı n ı n da y o l un u a ç ar .
2- Evrensel eşdeğer olan para, mübadele aracı olarak:
68

2.1- Kendisiyle birlikte, kendine uyarlı ilk insan tipini,


tacir’i yaratarak,

2.2- Mübadele ilişkisinin,takas biçimiyle aşamadığı me-


kansal kopukluğu aşarak,

2.3- Mübadele değeri özü t a ş ı y a n n e s n e l e r , ü r e t i m


a r a ç ları üreten, zanaatkar’ı geliştirerek,

2.4-Tüm, ür e t i m i l i ş k i l e r i n i n , t a r i h s e l s ü r e ç

i ç i n d e, kullanım değeri üretiminden, mübadele

değeri üretimine, dönüşümünü mümkün kılmış ve

bu bağlamda; m ü b a d e l e a ra c ı o l a r a k g i r d i ğ i

genel üretim sürecinin, bütün faktörlerinde

ve aşamalarında, para merkezli bir birliğe

v e b ü t ü n l ü ğ e gidişi başlat m ı ş t ı r .

3- Evrensel eşdeğer olan para, dolaşım aracı

olarak:

3.1-Tüm mübadele ilişkisinin halkalarını,


b i r b i r i n e zi n c i rl eme ba ğ layarak, kendi dola ş ım
s ü r e c i ni yaratır.

3.2- Para, dolaşımını üretim ilişkilerine


s o k a r a k , b u ilişkileri dolaşım sürecine entegre
eder.

3.3- Üretim ilişkisinde gizli olan mübadele ilişkisini,


çıplak hale getirir.

3.4-Böylece genel üretim surecinin, mübadele


ilişkisine d a y a l ı ö z ü n ü a ç ı ğ a ç ı k a r a r a k , t ü m
s ü r e c i k e n d i d o l aşımının ve kendisini üretmenin
69

temeli yapmak sur e t i y l e ; yeni bir entegrasyon


süreci başlatır.

3.5- Para, doğuşundan bu yana, dolaşımında zorunlu,


b a k ı r , g ü m ü ş , a l t ı n , b a n k n o t v b . g i b i ta-
r i h s e l ve ulusal(numerer)mekansal biçimlerinde,
kendi öz niteliğini koruyarak, kesintisiz
sürdürdüğü dolaşımını gelişt i r i p ,
yaygınlaştırarak; tarihsel ve mekansal
b i ç imlerini tüketerek, ortadan kaldırarak, yada
aşarak, kendi öz niteliğine en uyarlı tarihsel
biçimde, bütünlenmeye doğru gider.

4- Evrensel eşdeğer olan para, ödeme aracı olarak:


Gerek kendi evrensel niteliğine uyarlı
biçimiyle, gerekse numerer biçimiyle
e ş d e ğ e r l i l i ğ i n i k a b u l e t t i rebildi ğ i ölçüde:

4 . 1 - De ğ e r ölçü birimi olarak, herkesin sahip


oldukları k u l l a nım de ğerlerini, fiyatlan-
d ı r m a s ı n ı m ü m k ü n kılar.

4.2- Zihninde bu işlemi yapabilen herkes, sahip


olduğu d e ğ e r l e r i ö l ç e r e k , b i r s a t ı n a l m a g ü c ü
o l u ş t u r a b i l ir .

4.3- Zihinlerde bu şekilde oluşan hayali para,


bir mukavele, senet biçiminde somutla-
şarak, satın alma aracı, yani gerçek para
g i b i , b i r m ü b a d e l e aracı gör evi üs tle nir .

Zihinde yaratılan bu hayali para somut biçim-


leriyle, senet vb. gibi, tıpkı gerçek paraymış gibi dolaşım
sürecin e g i r e r , o n u n k e n d i n i ü r e t m e s i n e , y e n i b i r
b o y u t k a z a n d ı r ır. Gerçek ve hayali biçimleriyle para,
bütün işlevlerind e b i r b i rini tamamlar.

Böylece:

a) Bütün, kullanım değerlerinin mübadele


değerlerine dönüşmesine haciz, ipotek vb.yoluyla ,

b) Kullanım değeri Üretimi ilişkilerinin,


m ü b a d e l e değeri üretimi ilişkilerine dönüşmesine yol
açar.

c) Ödeme aracı olarak para; doğduğu dünyayı


kendi d üny ası ha lin e geti ri r, insa nın ka fas ınd a ve
70

c e b i n d e b i r itici, dürtücü güç olarak insanı, kendi


dünyasına çeker ve kendi siy le bütü nl er.

5- Evrensel eşdeğer olan para, ölçü b i r i m i o l a r a k :


N e s n e l e r d e k i d e ğ er özünün , yani iş-zamanının
zorunlu bir görünüm biçimidir.
5.1-Bu tanım bize evrensel eşdeğer olan paranın, farklı
ulusal ekonomilerde,farklı iş-zamanları içeren aynı
nesnede,bu farklılığı ortadan kaldırma yönünde
ulusal ekonomileri zorlayarak, aynı üründe aynı iş-
zamanına doğru onları ittiğini,yönelttiğini açıklar.
5.2- Ulusal paralarda gizli olan, ürün iş-zamanı
o r a n ı farklılığı, dünyada, genel üretim sürecinde
ortadan kalkmaya doğru gittikçe, paranın ulusal
niteliği de giderek silikleşir, kendi asli
niteliğine doğru ya kl a ş ır.Özü ile biçimi
b ü t ü n l eş i r , ve böylece dünya parası g e r ç e k l e ş i r .
5.3- Bu süreçte para tüm değer ölçülerini, tüm
d e ğ e r y ar g ı l a rı n ı , ke n d i ölçü birimiyle ölçüle-
bilir hale getirir.

5 . 4- P a r a , i n s a n ı n y a r a t t ığ ı bir ölçüm aracı olarak,


h e r şeyi kendi ölçü b i rimine bağımlı kılar. Her
ş e yi , e g e m e n l i ğ i a l t ı n a a l ı r . B ü t ü n ö l ç ü l e r i n
ö lçüsü o l a r a k , her şeyi kendinde bütünleştirir.

5.4- İnsan çevresine, doğaya ölçerek egemen olmaktadır.


Ölç ü mü n ü y a y g ı n l aş t ı rdı kç a, bu an la mda bil gi sin i
artırdıkça doğaya egemenliğini geliştirip
p e k i ş tirir.

5.6- Ölçü birimleri ve kalıpları, giderek insanı kendine


bağımlı kılabilir. Eğer insan ölçü birimlerini,
k a l ı p l a r ı n ı m u t l a k l a ş tırıp dondurursa kendi yarat-
tıklarına teslim olur. Her türlü dogmatizmin,
i d e olojilerin, kendine yeterlilik felsefelerinin kay-
nağı buradadır.

5.7- Oysa, insan-doğa ilişkilerinin dayattığı zorunluluklar


yetersizlikler, dengesizlikler, insanı; bu ölçü ve
kalıpların sınırlarını aşmaya iter. Ç ü nkü b i l g i m i z i n
71

gelişmesi, yarattığımız her ö lçü b i r i m i n i n


bizi hapsettiği sınırları, aşabilmemiz
ö lçüsünde mümkün olabilmektedir.

5.8- Ve n ihayet para, zaman ın insan iç in ken diliği n-

denli ğini, doğall ığını yıkar. Zamanı,insanın

kendisi için kazanılması gereken hale getirerek

anlamlı kılan, kavranılır kılan bir ölçü birimi olur.

6- Evrensel eşdeğer olan paranın, insanı zamanda


b ü t ü n l e y i ci işlevi:

P a r a , z am a n k oo r d inatlarında zamanı yoğ unla ş-


tırara k , dünyayı çağdaş yaşam biçiminde,
bütünleşmeye yöneltir.

P a r a b u i ş l e v le r i :

6.1- Dolaşım hızını artırdıkça, yaşam zamanını


yoğunlaştırarak, zaman enleminde günü saate, yılı
aya indirerek, gerçekleştirir.

6.2- Dolaşımını hızlandırıp, geliştirdikçe; aynı kronolo-


j i k z a m a n d a k i f a rklı ya şam biçimlerini, zaman
b o y l a m ı n d a, en ileri ya ş am biçiminde,
b ü t ü n l eşmeye yöneltir.

6.3- Zaman enlemindeki yoğunlaşmanın, dünya çapında


dengelenmesi ölçüsünde, zaman boylamındaki farklı
yaşam biçimleri; aynı zaman diliminde, en ileri yaşam
biçiminde, bütünleşmeye yönelir.

7- Evrensel eşdeğer olan paranın, metaların temsilcisi olarak


bütünleyici işlevi :

7.1- Para, giydiği ulusal kostümler içinde, yüklendiği


temsilcilik niteliğiyle, esas alınır ve mutlaklaş-
tırılırsa; onun evrensel eşdeğer olma niteliği ve
metaların evrensel temsilciliği, göz ardı edilmiş,
72

gizlenmiş olur.

7.2- Özellikle, tüm toplumsal belirlenimlerin


tarihselliğini, olgu, olay, ilişki, biçim, yapı
vb.nin sürekli değişimi ve akışiçinde olduğunu
göz ardı eden, onları zamanda ve mekanda
sınırlayıp, mutlaklaştırarak, gerçekliği kavramaya
çalışan doğalcı anlayış; parayı da ulusallık
gerçekliğinde dondurur. Onu dinamik karakterini
algılayıp, kavramadan,statik bir olgu gibi ele alır.
Paranın, gerek evrensel eşdeğer olma, gerekse
metaların evrensel temsilcisi olma, niteliklerini
tarihsel süreç içinde kendi dinamizmiyle
oluşturuşunu; göremez, kavrayamaz. Paranın bu
evrensel karakterini ve dinamizmini, kavrayamayan,
ulusallık sınırlarına hapseden, statikleştiren
toplumlar; kendine yeterliliğe ve çökmeye mahkumdur.
Gelişme ve varoluş, paranın dinamizmini kavrayanla-
rın hakkıdır.

7.3- Para evrensel bir meta olarak, metaların zaman


ve mekanla sınırlı varoluş koşullarını aşar. Kendi
dışındaki bütün metaların, tükenerek yok olma
niteliklerine karşın para, onların temsilcisi ve
evrensel bir meta olarak; bu nitelikleri kendinde
toplar, tüke ttirdi ği metalar kadar büyür ve yeni
metalar üretiminin kaynağı ve motoru olur.

8 - Ev r en se l e şd eğ e r o l a n pa r anı n, ür et im ve tü ke ti m
ara cı olarak, bütünleyici işlevi :

8.1- Genel üretim sürecinin, üretim ve tüketimin,


bütün fakt ö r l e r i n i meta haline getirir.
F a k t ö r l e r a r a s ı ili ş kiyi , mübadel e ili ş kis i
h a l i n e d ö n üşt ü r ü r ve genel üretim sürecinin aracı
olur.

8.2- Para, genel üretim sürecinin bütün canlı


faktörleri içi n, ür et imi n, yan i i ns anl ar ın
73

tüm etkinliklerinin, amacı haline gelir.


İnsanları,bu amaç bağlamında birbirine
e n t e g r e e d e r , o n l a r ı k e n d i merkezli bir amaç
birliğinde birleştirir, bütünleştirir.

9- Evrensel eşdeğer olan para, birikim aracı olarak

bütünleyici işlevi;
9 . 1 - A l d ı ğ ı t a r i h s e l , ö z g ü l biçimlerde (altın gümüş

vb. ) s e r v e t bi r i k t i r m e a r a c ı o l m a ö z e l l i ğ i n i ,

altın standardından kopmak suretiyle, tümüyle

t a r i h e h a v a l e e d er ek , sal t ka ğıt p ar a h al ine

g el i n c e , b i r i k i m a r a c ı o l a r a k , s a d e c e b i r t e k

i ş l e v i kalır; o da serm aye birikimi aracı olma

işlevid ir.

9.2- Paranın, salt kağıt para haline geçiş biçimi,

o n u n k e n d i ta r i h i nd e g er ç e k l e ş ti r d i ğ i b i r

d e v r i m d i r. B u n u n ö n e m v e a n l a m ı g ö r ü l ü p

belirtilmemiştir . Oysa para bu biçimiyle, tüm

s e r v e t l e r i s e r m a y e biçimine sokmuş ve onları

kendi dolaşım sürecine katarak, t ar ih in d e en bü yü k

a tılı m ı ya pm ışt ır .

9.3- Para, kağıt para biçimini aldığında, altın standardı

dönemindeki sermayenin uluslararası hiyerarşisi;

yapı değişikliğine uğramış ve yeni bir

hiyerarşi doğmuştur. Uluslararası mali


74

sermaye, b u y e n i p a r a sistemi mekanizmalarıyla,

tüm ulusal mali sermaye gruplarını; kendisiyle

bütünleşmeye ve yeni hiyerarşide, güçlerine göre

yerlerini almaya zorlar.

9.4- Birikim aracı olarak para, toplumsallaşmış


insanın enerjisinin, bilgisinin, zamanının, birbirine
dönüşebilen bu üç güç kaynağının; ölçülebilirliğini
sağlayan, onları kendinde bütünleyip, geliştirip,
biriktiren, (vice verca), araçtır.

10- Evrensel eşdeğer olan paranın, iktidar ve mülkiyet


aracı olarak bütünleyici işlevi:

10.1- Sopanın belirlediği eski iktidar ve mülkiyet


ilişkilerini, kağıt para biçimiyle ve dünya
parası olma özüyle (dolar olarak) süreç içinde
tasfiye etmektedir.

10.2- Para, tüm nümerer iktidarları tarihselleştirip,


kendi evrensel iktidarını, PARA TOPLUMU'nu
oluşturmaya yönelmektedir.

10.3- Para , mülkiyetin, özel-mülkiyet olarak, tüm eski


biçimlerini ortadan kaldırırken ve süreç içinde
tüm dünyadaki parselleri bütünlerken; dünyayı
PARA TOPLUMU ÜLKESİ haline getirmektedir.

10.4- Bu süreçte para, mülkiyetin, paslanmış zincirlerin-


den kopardığı insanlara, paraları kadar özgür
olabileceklerini de gösterip, bu yeni özgürlüğü
(!) kavrayabilmelerini mümkün kılmaktadır.
75

İKİNCİ KESİM

PARA TOPLUMUNUN OLUŞUMUNU ZORUNLU KILAN, “YETERSİZLİK VE


DENGESİZLİK”

P a r a ü ret imi , k a p i t a l i z m i n ö z ü d ü r . K a p i t a l i z m ,
kendinden önceki kullanım değeri üretimine dayalı
üretim ilişkilerini, müba del e de ğe ri üre ti min e
dönüştürmekle, bu özünü gerçekleştirir. Böylece
ü r e t i m ; m a d d i s ü r e ç t e , kendisi için üret im olm ak tan
ç ı k ar başkası için ür eti m h a l i n e d ö n ü ş ü r .

Kapitalizm, yada başkası için üretim sistemi, gelişen


mübadele ilişkilerinin dayattığı bir zorunluluktur. Mübadele
ilişkisinin aracı olan para, meta üretimi ilişkis i ni n
a m a c ı d ı r . Ç ü nk ü me ta a nc a k, p a r a d o la yı m ın d a b i li n-
meyen bir başkasının olabilir. Yani meta, dolaşım
sürecine girerek,paraya ters yönde yürüyerek,
tüketime gidebilir.

I - Meta Üretimi İlişkisinin Kendine Yetersizliği:

Bu ilişkinin kendine yetersizliği, ürettiği

m e t a n ı n s a t ı l m a s ı n a , paraya dönüşmesine bağlı oluş-

undan ve d o l a y s i y l e b u z o r u n l u l u k d a n k a y n a k l a n ı r .

İ k t i s a t dilinde bu olgu, me tanın paraya dönüşmesi, onun

kendini gerçekleştirmesi olarak ifade edilir.

Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız bu


yeters iz lik;aynı zamanda s istemin yete rsiz li ğid ir.
B u da , me t a n ı n k e n d i n i g erç ekle şti rme zo runlu lu ğun u
v e en ö n e m l i s o r u n u o l a n , dönüşüm s o r u nu nu vu r gu la r .

Sistemin en önemli sorurunun, dönüşüm sorunu


76

olduğu, ilm-i iktisad ve tüm iktisatçılar tarafından da


belirtilir. Hatta o kadar ki günümüz iktisat
b i l i m i n i n ( ! ) v e i k t i s a t ç ı l a r ı n ı n t e m e l s o r u nu b u d u r
diyebiliriz.

İ c at e di le n tü m hesaplama yöntemleri, yapılan


t ü m analizler, geliştirilen tüm kuramlar, matematiksel, ista-
tistiksel teknikler, iktisadi politikalar, alternatifler vb,
temelde, hep bu dönüşüm sorununa, bir çözüm bulma
girişim ve arayışlarıdır.

B i l i n d i ğ i g i b i , iktisat "bilim"i geç doğmuş bir


bilimdir. Onu doğurtan koşullar, dönüşüm
sorunlarının bunalımlara; d ünya çapında buhranlara
y o l a ç t ı ğ ı k o ş u l l a r dır. Dolayısıyla dünyaya bir "bilim"
disiplini olarak göz ü n ü a ç t ı ğ ı n d a , k a p i t a l i s t s i s t e m i
verili bir sistem olarak buldu. Bu, bir
gerçeklikti ve kapitalizm, dönüşüm s o r u nl ar ı nı n
s a n c ı l a r ın ı ç ek i yo rd u .

İlm-i iktisat, kapitalist sistemi veri aldığından,

dönüşüm sorununu da, sistemin genel üretim sürecinin

özgül bir sorunu olarak görmektedir.

Oysa, daha öncede değinildiği gibi, sistemin

dönüşüm s o r u n u n u n k a y n a ğ ı , ç o k e s k i l e r d e d i r . S o r u n u n

k a y n a ğ ı , evrensel eşdeğer olma niteliği ile mübadele

aracı olan, par a d a d ı r . D o l a y ı s ı y l a s i s t e m i n d ö n ü ş ü m

s o r u n u , p a r a k a d a r eskidir diyebiliriz.

T a c i r l e ç i z m e ğe ç a l ı ş t ı ğ ı mı z, y e n i in s a n ti p i ,
paranın yarattığı bir tiptir.Kendi d i n a m i ği,pozitif yönü

olan yetersizliği; elindeki üretim aracı olan paradan

kaynaklanır.
77

Üretim i l i ş k i l e r i n i n m e t a ü r e t i m i i l i ş k i l e -

r i n e dönüştüğü b i l i n i r v e m ü b a d e l e d e ğ e r i ü r e t i m i

i l i ş k i s i o l a r a k b e l i r l e nir. Ama ilm -i ik tisa d biz e,

k ap i t a l iz m i n bir mübadele değeri üretim ilişkisi

olduğunu söylediğinde, b e l i r t m e d i ğ i ç o k ö n e m l i b i r

b e l i r l e y i c i v a r d ı r . O d a , t ü m genel ü retim süreci nin

bütünü ile bir mübade le ili şk isi zin cirine dönüştüğü ve

bu zinciri birbirine bağlayan halkanında para olduğudur.

Üretim ve tüketimle bütünlenen, genel üretim sürecinin

bütün c a n l ı f a kt ör l er i , bu zin c ir d e, ad et a b i re r

t a c i r h a li ne g el i r . B a ş k a d e y i ş l e , t a c i r d e

b a ş l a y a n , k e n d i n e y e t e r s i z o l manın ilk bilincine

varış, giderek para dolayımında bütün insanlar ı n

farkına varacakları, bilincine ulaşacakları

yetersizlik; bütün bireylerin yaşayacağı somut bir

olgu, bir fenomen olur.

Bütün bireyleri giderek "tacirleştiren", yetersiz


leştiren, insan olduğunun farkına, bilincine vardıran

para; sistemin tek itici gücüdür. Bütün bireyleri, giderek

kendine yetersiz kılan, yetersizliği bir toplumsal sistem

haline getiren kapitalizm, böylece dönüşüm sorununu da,

tüm toplumun en hayati sorunu yapar. Ve para yarattığı


78

sistemin, başta dönüşüm sorunu olmak üzere tüm sorunla-

rının, anahtarı olduğunu hem gizler, hem de haykırır.

İlm-i iktisad, sadece bu sesin şıkırtısını duyduğu, parayı

anlata geldiğimiz bütün işlevleri ile gerçek yerine

oturtamadığı sürece; onunla birlikte doğan ve de

sistemin hayati sorunu olan dönüşüm sorununu,ve onun

yarattığı kısa ve orta vadeli sorunları da anlayamaz,

çözemez.

Paranın bu gerçeğinin farkına varan ve bu sese kulak


veren, Keynes'in, M. Fridman'ın yazdıkları reçetelerin
etkinliği, bütün direnmelere rağmen, ortadadır ve de an-
lamlıdır.

II - Meta Üretimi Sisteminin Dengesizliği:

İlm-i iktisada dengesizlik kavramı; kapitalist üretim


ilişkilerinin yarattığı, kaçınılmaz sonuçlarda gözle
görünür hale gelmesi nedeniyle girmiş bir kavramdır. Daha
açıkçası dengesizlik, iktisat "bilimi"ne bölüşüm so-
runlarıyla girmiş bir kavramdır.
Gelir bölüşümü, refah dağılımı, tüketim ve tasarruf,
sermaye dağılımı, yatırımlar-harcamalar, arz ve talep,
gelirler ve giderler, ithalat ve ihracat, I. Sektör ve
II. Sektör, ticaret ve sanayi sermayesi, kırsal kesim-
kentsel kesim, gelişmiş ülkeler-az gelişmiş ülkeler vb.
Bütün bu sorunlar özleri itibarıyla bölüşüm sorununun çe-
şitli tezahürleridir. Bunlar arasındaki uyumsuzluk ve o
anlamda dengesizlik, "bilimin" başlıca uğraşıdır. Çünkü
onun görevi, bu uyumsuzlukları ve dengesizlikleri
mümkünBütün bireyleri giderek "tacirleştiren", yetersiz-
leştiren, insan olduğunun farkına, bilincine vardıran
79

para; sistemin tek itici gücüdür. Bütün bireyleri giderek


kendine yetersiz kılan, yetersizliği bir toplumsal sistem
haline getiren kapitalizm, böylece dönüşüm sorununu da
tüm toplumun en hayati sorunu yapar. Ve para yarattığı
sistemin ve başta dönüşüm sorunu olmak üzere tüm sorunla-
rının anahtarı olduğunu hem gizler, hem de haykırır.
İlm-i iktisad sadece bu sesin şıkırtısını duyduğu, parayı
anlata geldiğimiz bütün işlevleri ile gerçek yerine
oturtamadığı sürece; onunla birlikte doğan ve de
sistemin hayati sorunu olan dönüşüm sorununun yarattığı
kısa ve orta vadeli sorunları da anlayamaz, çözemez.

Paranın bu gerçeğinin farkına varan ve bu sese kulak


veren, Keynes'in, M. Fridman'ın yazdıkları reçetelerin
etkinliği bütün direnmelere rağmen ortadadır ve de an-
lamlıdır.

II - Meta Üretimi Sisteminin Dengesizliği:

İlm-i iktisada dengesizlik kavramı; kapitalist üretim


ilişkilerinin yarattığı, kaçınılmaz sonuçlarda gözle
görünür hale gelmesi nedeniyle, girmiş bir kavramdır. Daha
açıkçası dengesizlik, iktisat "bilimi"ne bölüşüm so-
runlarıyla girmiş bir kavramdır.
Gelir bölüşümü, refah dağılımı, tüketim ve tasarruf,
sermaye dağılımı, yatırımlar, harcamalar, arz ve talep,
gelirler ve giderler, ithalat ve ihracat, I. Sektör ve
II. Sektör, ticaret ve sanayi sermayesi, kırsal kesim,
kentsel kesim, gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkeler vb;
bütün bu sorunlar, özleri itibarıyla bölüşüm sorununun çe-
şitli tezahürleridir. Bunlar arasındaki uyumsuzluk ve o
anlamda dengesizlik, "bilimin" başlıca uğraşıdır. Çünkü
onun görevi, bu uyumsuzlukları ve dengesizlikleri mümkün
olduğu kadar ortadan kaldırmak, toplumun dengeli bir
biçimde yeniden üretimine, üreteceği bilgilerle katkıda bu-
lunmaktır.

İktisat bilimini, ulusal ekonomilerin yaşadığı so-


80

runlar çerçevesine hapseden, konumları gereği ulusal nite-


lik taşıyan akademik, politik ve aydın çevrelerin açmazı,
gerek bilimin ve paranın evrensel niteliğini, gerekse ka-
pitalist sistemin bütünlüğünü göz ardı etmelerindedir.

Parayı, nümerer, ulusal biçimiyle tanıyan ve kavrayan bu


çevreler, bölüşüm sorununu; Milli gelir dağılımı , ülkede
refah dağılımı, ulusal sermayenin sektörler arası dağılımı,
ulusal tasarruf ve yatırım harcamaları ve benzeri düzeyler
de ele alırlar. Bu yaklaşım, onlara son derece doğal görü-
nür.Çünkü yaşadığımız dünyada devletler, uluslar, ulusal
ekonomiler, birer doğal gibi görünen gerçekliklerdir.
Paranın, evrensel bir eşdeğer olma niteliği de bir
gerçekliktir,ama bilimsel.Ve para, bu evrensel eşdeğer olma
niteliği ile hiçbir sınırlama tanımaz.Giydiği her kostüm,
girdiği her biçim ise, onun için tarihseldir, geçicidir.
Bu, ister meta biçimi olsun, ister nümerer biçimi
olsun böyledir. Para dolaşımında sınır tanımaz, birikimi-
nin,ticaret ve sanayi sermayesi vb.gibi, hiçbir biçiminde
donup kalmaz; ulusal sermayeler biçiminde, hiçbir mekanda
mutlaklaştırılamaz. Para, kendi özüne en uygun sermaye
niteliğine doğru, sürekli biçim ve mekan değişimi ile bir
gelişim yolu izler. Kısaca ulusal mali sermayede, nümerer
biçimiyle bütünlenen para, evrensel özü nedeniyle uluslar-
arası mali sermayeye doğru gider ve dünya sermayesi olma
niteliğine ulaşır.

Bu olguyu daha açık şekilde ifade edersek, şöyle


diyebiliriz; para, evrensel eşdeğer olma niteliği ile
dolaşımını da evrensel kılmak zorundadır. Üretiminin
evrensel bir niteliği olduğu gibi, birikiminin niteliği de
evrenseldir.

Paranın bu evrensel niteliklerinin, özgül bir biçimde


de olsa, tezahür ettiği bir çağı yaşıyoruz. Bu gün artık,
sıradan tüm insanlar, günlük yaşamlarında, doların nümerer
biçimine hiç de aldırmadan; ona dünya parası gibi bakmakta ve
81

kullanmaktadırlar. Pratikte, her gün yaşanan bu olgu


karsısında ekonomistler, hâlâ doları uluslararası bir ödeme
aracı olarak görürlerse; onun nümerer biçimine takılıp, ABD
bütçesinin iki yüz milyar dolar açık vermesine, ABD dış
ödemeler dengesinin 100-150 milyar dolar açıkla sürmesine
karşın, neden doların dalgalanmasında bile, bütün ulusal
paraları belirleyebildiğini açıklayamazlar.

Doların dünya parası olma yolunda, artık uluslarara-


sı mali sermayenin öz parası durumuna gelmiş olduğunu göre-
mezlerse; ne dünya ekonomisini, ne sermayenin
uluslararalılaşmasını, ne çok uluslu şirketler olgusunu,
ne üretimin uluslar arasılaşma boyutunu, ne Bilderberg'i,
ne dünya hükümeti TRILATERAL (Üçlü komisyon) olgusunu,
ne Fridman'ı ve ne de VOTKA-COLA kokteylinin tadını
anlayamazlar. Çünkü yaşanılan ulusallık gerçekliği ve
paranın nümerer biçimleri; onun evrensel işlevlerini ve
somut yaşamda, bu işlevlerin kat ettiği mesafelerin
algılanmasını, görülmesini ve kavranılmasını engeller.

Yaşanılan ulusallık gerçekliğin içine kendini


hapseden iktisatçı, paranın biçimi ile özü arasında çelişki
gibi görünen uyumsuzluğun tarihselliğini, geçiciliğini
göremez. Paranın biçiminde bulduğu ulusal niteliğe sarılır.
Paranın bu biçimiyle ifade ettiği, bütün ulusal
değerlerin ekonomi politikasını yapar. Ama ürettiği
ekonomi politikalarının ekseni yaptığı bölüşüm sorununda,
eline aldığı para ulusal niteliklidir, nümererdir.

Evrensel niteliğiyle, özüyle para, iktisatçıyı her


sıkıştırışında, yani para bu niteliğiyle, iktisatçının
ekonomi politikalarında onu etkileyici ve belirleyici olduğu
her durumda, “ulusal iktisatcı” ekonomisinin duvarlarını
yükseltip berkitmeye çalışır, bu duvarların içinde kendine
yeterli olmanın alternatiflerini üretmeye koyulur.
Ekonomistler bu anlayışa ve yaklaşıma bağlı kalarak,
kendilerini ulusallık çerçevesine hapsederek, üretecekleri
82

“bilimsel” bilgilerle; ancak, içinde yaşadıkları toplumları


çökertmenin reçetelerini yazabilirler. Oysa tarih, kendine
yeterli olmaya çalışan kapalı toplum biçimlerinin çöküş
hikayeleriyle doludur. İlkel toplum, kölecilik, feodalite
vb.

Ama bu anlayışı ve bu çerçeveyi aşan ekonomistlerin


varolmadığı da söylenemez. Politikacılar ve genel olarak
da aydınlar, içinde bulundukları ulusallık gerçekliğine,
daha da sıkı bağlıdırlar.

Paranın, evrensel niteliği gereği, ulusal sınırları


zorlayan, aşan ve çeşitli biçimlerde (politik, ideolojik,
sanatsal, kültürel vb.) tezahür eden belirleyiciliği
karşısında; söz konusu politikacı ve aydınlar, doğrudan
doğruya ulusallığı ve ulusal değerleri savunurlar.
Ürettikleri ideolojilerle, statükonun koruyuculuğunu
yaparlar. Özlemleri: Her şeyiyle kendine yeterli "çağdaş"
çağdışı bir toplumdur.

Daha öncede vurgulayarak belirttiğimiz gibi,


mübadele değeri üretimi sistemi olan kapitalizmde, üretim
ilişkisinin mübadele ilişkisine dönüştüğü görülemediği için,
tıpkı dönüşüm, sorunu gibi bölüşüm sorunu da, kapitalizmin
doğuşuyla ortaya çıkmış bir sorun olarak ele alınır. Bu ele
alışta, dönüşümle bölüşüm arasındaki ilişki belirtilmekle
birlikte, bunun tarihsel arka planı görülmez.

Bir toplumsal sistem olan kapitalizmin, sistem ola-


rak yetersizliğini ve dengesizliğini kavrayabilmek için;
genel olarak toplumsallaşmasıyla, parçalanan İNSAN'ı da,
ilişkileride, bir canlı sistem olarak ele almak ve her
iki sistem arasında ki bağı oluşturmak gerekir.
D a ha ö n ce b e li rt tiğ imiz gibi, bir canlı varlık
olan insan, her canlı varlık gibi bir sibernetiksel sistemdir (17).
(17) A. Mole: "Kendi yarattõklarõ organlarla doğadan bağõmsõzlaşan organizmalarõn genel
bilimi". J. Guillaumand. Cybernetique et materializme dialectique, s. 20.
83

Her canlı organizma gibi o da, kendi varoluşunu koruyup


sürdürmek zorundadır. Her canlı, her sistem, kendi varoluş
biçiminiyle taşıdığı arızalanma, bozulma ve yok olma
riskini; sisteminin gelişme ve dolaysiyle korunma
potansiyelini, mümkün olan limitlerine taşımaya
çalışarak,aşmaya çalışır. Bu, varlığını,yaşar kalıcılığını
koruyup,sürdürmek zorunluluğundan kaynaklanır. Maddenin
çeşitli tezahür biçimlerinden biri olan canlılık, her
madde gibi içinde bulunduğu çevrenin, doğanın bozucu
etkileriyle karşı karşıyadır. Canlıların,doğanın ve
çevrelerinin, bu bozucu etkilere karşı, kendi canlı
varlıklarını korumaları bir zorunluluktur.

Canlı varlıklar bu zorunluluğu nasıl


gerçekleştirir? Canlı varlık bu zorunluluğu, doğanın
bozucu etkilerine karşı, kendine bağlı birtakım organlar
geliştirerek, yaratarak yerine getirir. Bu organlar, o
canlı varlığı doğanın bozucu etkilerine karşı birer sfer
gibi korurlar. Her canlı varlık, canlılığını kendine
eklemlediği organlarla, çevresinde oluşturduğu sferlerle
büyüyerek, gelişerek varlığını sürdürmek ve korumak
zorundadır. Kısaca: canlıların gelişmeleri söz konusu
organları oluşturabilme yetenekleri ile sınırlıdır.

Canlı var1ıkların en gelişkini olan insan da, bir


sistemler bütünü olarak, sibernetiksel bir sistemdir. Ve organ
yaratma, sfer oluşturma, yeteneğinin sınırsızlığıyla
doğadan bağımsızlaşabilme, onun bozucu etkilerinden
korunabilme ve bu anlamda ona egemen olma yeteneği ile de
diğer bütün canlı organizmalardan farklı ve güçlü olan bir
canlı sistemdir.

İnsan bütün canlı organizmalar gibi açık bir sis-


temdir. Yani kendi varoluşunu koruyup, sürdürmek ve
geliştirmek için ihtiyaç duyduğu enerjiyi doğadan sağlamak
zorunda oluşu anlamında, açık bir sistemdir.
84

Bu nedenle kendi dışındaki enerji kaynağına bağımlı,


kendine yetersiz bir sistemdir. Doğanın kendine doğrudan
bahşetmediği enerjiyi, insan belirli bir enerji sarfıyla
elde etmek zorundadır. Yani insan, belirli bir enerji
çıktısı karşılığında, doğadan enerji girdisi sağlar.

Organ yaratma ve geliştirme yeteneğinde sınırsız bir


potansiyele sahip olan insan, bu potansiyelini kulla-
nabildiği ölçüde, daha az çıktı ile daha çok girdi elde
eder. Elde edebildiği fazla enerji girdisi ölçüsünde, canlı
sistemini geliştirir, yani doğa ile kurduğu bu alışveriş
ilişkisi içindeki gelişmesi, girdisi ile çıktısı arasındaki
oranın büyümesi ölçüsünde olur. Bu oran ne kadar büyükse,
insanın doğa karşısındaki organlaşması, bağımsızlığı,
egemenliği, o oranda artar. Doğanın bir karşı sistem olarak
bozucu etkileri o oranda azalır. Bilgi aynı oranda artar,
örgütlülük düzeyi aynı oranda gelişir ve bu gelişme ölçüsünde
de sistemin aksama riski artar. Fakat bu örgütlülük düzeyi,
aynı zamanda aksamazlığın olanaklarını da,riski göğüsleme
gücünü de artırır.

İlkel insan, çok sınırlı olan doğal ihtiyaçlarını


bile karşılamada, doğadan elde ettiği enerjiye yakın bir
enerjiyi, sarf etmeye mecbur olmuştur. Kendi dışındaki
doğayla, kendi arasında, işlevsel olacak olan; organlar
geliştirme potansiyelini kullanamamıştır. Ancak, doğal
olarak sahip olduğu, bedensel organlarını
geliştirebilmiştir. Bu anlamda, doğadan aldığı enerjiyi
tıpkı bir hayvan gibi kullanarak tüketmiştir. Ne var ki
ilkel insan, doğada hazır bulduğu, doğal ihtiyaçlarını
gidermeye yarayan nesneleri sağlamanın sınırlarına dayanmış
ve bu sınır; onu n varlık k oşulların ı tehdit e dici ,
bozucu, ortad an kaldırıcı, biçimler almaya başlayınca;
ilkel insanın sürü halindeki yaşama biçimi, bozulmaya yüz
tutmuştur. Böylece, insanın tarihsel gelişiminin ikinci
aşaması olan; avcı-toplayıcı yaşam biçimine, zorunlu bir
geçiş gerçekleşmiştir.
85

Bu aşama insanın toplumsal bir varlık olarak nitelenebile-


ceği ilk aşamadır. Bu aşama avcının toplayıcı için,
toplayıcının da avcı için birer organ olduğu ve birbirle-
rini tamamlayarak varoluş koşullarını birlikte oluşturduk-
ları ilk toplumsallık döneminin başlangıcı olmaktadır.
İnsanin ilk zorunlu parçalanışıdır bu.

İnsanın, sürü insanı olmaktan çıkıp, toplumsal-


laşmaya ilk adımlarını attığı aşamaya kadar, kısaca
açıklamaya çalıştığımız, bu tarihsel geçmişinde bile;
bilincinde olmadan, varoluşunun en önemli sorunları olarak
yaşadığı, dönüşüm ve bölüşüm sorunları olmuştur.

Açık ve kendine yetersiz bir sistem olan insan,


doğadan ihtiyaç duyduğu, kendisinin basit yeniden
üretimi için gerekli enerjiyi, örneğin , ot , su , meyve ,
yumurta ve benzeri şeyleri, çeşitli doğal biçimler içinde
almıştır . Bunlar, insanın ihtiyaç duyduğu enerjiyi doğadan, bu
doğal biçimleri altında sağladığı araçlardır. İşte insanın
kendine yetersizliğini, enerji boyutunda çözümleyen bu
araçlar, onun doğadan enerji dönüşümünü mümkün kılan
araçlardır. Bunlar kısaca ilk insanın dönüşüm araçlarıdır.

İnsana fizik gelişiminin ilk ivmesini veren, bu


dönüşüm araçlarında, karşılaştığı yetersizlikler olmuştur.
Onun, doğal dönüşüm araçları sağlamada karşılaştığı güçlük-
ler, onu beynini kullanmaya zorlamıştır. İnsanın kendisin-
de, potansiyel olarak varolan ve onu hayvandan ayıran organ
kullanma ve yaratma yeteneğinin tüm sınırsızlığının
ifadesi olan, beynini kullanmaya başlamasıyla; bilincinde
olmadığı bir bölüşüm sorunu da, gündemine gelmiştir.

Böylece insan,hiçte farkında olmadan doğadan sağla-


dığı enerjiyi;

a) Kendi fizik varlığını yeniden üretmek için


gerekli olanla,
86

b) Beyninin bu yeni keşfettiği düşünsel ve


y a r a t ı c ı işlevini sürdürebilmek için gerekli olan arasında,
bölüştürmek z o r u n d a k a l m ı ş t ı r . B i r b a ş k a d e y i ş l e ,
üretim araçları yapabilmek için, otlama-toplamanın
dışında, bir boş zamana ihtiyaç duymuştur. Araç
y a p m a z a m a n ı i l e (o r ga nla şma) , kendi fizik varlığını
olduğu gibi yeniden ü r e t m e z a m a n ı a r a s ı n d a , a l d ı ğ ı
enerjiyi bölüştürmüştür.

B u b ö l ü ş t ü r m e s a y e s in de o l u ş t ur d u ğ u h e r
o r g a n l a şm a d ü ze y i , o n u n g e l i ş m e s i v e s e r p i l m e s i d i r .
Bu, onun genişletilmiş yeniden üretimi demektir.
İnsanın, kendinin yeniden üretimi sürecinde,
y a r a t a c a ğ ı h e r o r g a n l a ş m a , a y n ı z a m a n d a onun
kendisinin genişletilmiş yeniden üretimidir. Bu süreçte
insanın ge l iş im i, or ga n laşmaya ayıracağı enerji-zaman
payının b ü y ü m e s i n e b a ğ l ı d ı r . O h a l d e h e r i k i e n e r j i -
z a m a n p a y ı n ı n a r a s ı n d a , bir dengesi zli ği n va rlı ğ ı ve
bu n u n g i d e r e k ar t an bi r b iç im d e, bü y üy ec e ği aç ık t ır .
B ö l ü ş ü m ü n b u ke r t e d e b a ş l am ı ş o l m a s ı, i n s an dediğimiz
canlı organizmanın bilincinde olmadan, en az emekle en
çok enerji,az çıktı ile en çok girdi elde etmeye yöneldiğini
gösterir. İnsan, en az emek ilkesini uygulamada, sınırsız
bir potansiyele sahiptir. Kendisini bu sınırsız potansiyeli
i l e d i ğ e r t ü m canlılardan a y ı r a n ve onun özgül değiş-
m e z l i k bağıntılarından biri olan en az emek ilkes ini
u y g u l a m ay a ; bilincinde o l madan, ya şamın dayattı ğ ı bir
zorunluluk olarak başlamıştır.

Her enerji b ö l ü şü mü ke rte sin de , i nsa nı n


o r g an l aş m a düzeyine göre, doğayla kurduğu enerji alış-verişi
ilişkis i n i n g e r ç e k l e ş m e s i h a l i ; dönüşümün gerçekleşmesi
demektir. Ve bu durum, insanın o an i ç i n , d o ğ a i l e
k u r d u ğ u , b i r d en g e v e y et e rl i li k ha li d ir . A m a, he r
k e r t e d e al ı na n e n e r j i n i n b ö l ü ş ü m ü ; b a s i t y e n i d e n
üretimle, genişletilmiş yeniden üretim arasındaki
d e n g e s i z l i ğ i , y e n i b i r d e n g e s i z lik kertesine ulaştırır.
87

b) Beyninin bu yeni keşfettiği düşünsel ve


y a r a t ı c ı işlevini sürdürebilmek için, gerekli olan enerjiyi
de, doğadan elde ettiği enerjiden sağlamak zorundadır.Doğadan
elde ettiği enerjiyi, beyni ile bedeni arasında bölüştürmek
zorunda kalmıştır. Bir başka deyişle, üretim
araçları yapabilmek için, otlama-toplamanın dışında
b i r b o ş z a m a n a i h t i y a ç d u y m u ş t u r . A r a ç y a p m a , organ-
l a şm a z a m a n ı i l e , kendi fizik varlığını, olduğu gibi
yeniden ü r e t m e z a m a n ı a r a s ı n d a ; a l d ı ğ ı e n e r j i y i
bölüştürmüştür.

B u b ö lü ş t ü r me s a y es in d e , o l u ş t u r d u ğ u h e r
o r g a n l a Şm a h a l i , o n u n g e l i ş m e s i v e s e r p i l m e s i d i r .
Bu, insanın genişletilmiş yeniden üretimi
demektir. İnsanın, kendinin yeniden üretimi
sürecinde, yaratacağı her organlaşma, aynı zamanda
kendisinin, genişletilmiş yeniden üretimidir. Bu süreçte
insanın gel i ş im i, or ga n laşmaya ayıracağı enerji,zaman
payının b ü y ü m e s i n e b a ğ l ı d ı r . O h a l d e , h e r i k i
e n e r j i , z a m a n p a y ı a r a s ı nd a, bir den gesiz li ği n
va r l ığ ı v e b u n u n g i d e re k a rta n b i r b iç im d e
b ü y ü y e c e ği a ç ık t ır . B öl ü şü mün , b u k e r t ed e b a şl a m ı ş
o l m a s ı , i n s an dediğimiz canlı organizmanın bilincinde
olmadan, en az emekle en çok enerji;az çıktı ile en çok
girdi elde etmeye yöneldiğini gösterir. İnsan, en az emek
ilkesini uygulamada, sınırsız bir potansiyele sahiptir.
Kendisini, bu sınırsız potansiyeli i l e , d i ğ e r t ü m canlı-
lardan a y ı r a n ve onun özgül değişi ş m e z l i k bağıntıla-
rından biri olan, en az e m ek ilk esini; bilincinde
o l m a d a n, y aş a m ı n d a y at t ığı bir zorunluluk olarak
uygulamaya başlamıştır.

Her enerji b ö l üş ümü k e rte sin de , in san ın


o r g an l a ş m a düzeyine göre, doğayla kurduğu enerji alış-verişi
ilişkis i n i n gerçekleşmesi hali; dönüşümün
gerçekleşmesi demektir. Ve bu durum, insanın o an i ç i n
d o ğa i l e ku r du ğ u b ir d en ge v e ye t er li l ik h al id i r.
88

A m a , h e r k er te d e a l ı na n e n e r j i n i n b ö l ü ş ü m ü ; b a s i t
yeniden üretimle, genişletilmiş yeniden üretim
arasındaki dengesizliği, yeni bir d e n g e s i z lik
kertesine ulaştırır.

Evriminin belirli bir aşamasında, dikeyine iş-bölümü


zorunluluğunun gerçekleşmesiyle, girilen yeni bir toplum-
sallaşma evresinde; basit yeniden üretim ve genişletilmiş
yeniden üretim artık, toplumsal düzeyde, bireylerin fark-
lılaşması,sınıflaşması temelinde, onların asli
fonksiyonları haline gelir. Bu olgu, köleci toplumda,
köleci ile köle de kendisini çıplak bir biçimde gösterir.

Kapitalist aşamaya ulaşıldığında, bölüşüm sorunu


artık, tüm toplumun temel sorunu niteliğine ulaşır.
Kapitalist düzende önemli olan, bölüşümde, gelişmeyi ve bü-
yümeyi mümkün kılan, bir dengesizliği yaratmaktır. Bu öyle-
sine bir dengesizlik dengesidir ki, ölçütü dönüşümdür. Dö-
nüşümün gerçekleşmesindeki tıkanmalar ve arızalar;
krizlere, bunalımlara ve büyük kayıplara yol açar.
Normal dönüşüme elveren, dengesizliğin-dengesi kuruluncaya
kadar bu hal sürer.

Para, dönüşümün de, bölüşümün de aracıdır. Sistem


kendi rasyoneli olan, para aracını kullanarak, dönüşüm ve
bölüşüm sorunlarını çözümlemek zorundadır. Çünkü, para
sistemin aklıdır. Ancak para, dengesizliğin-dengesini oluş-
turabilir.
89

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

PARA TOPLUMUNA GEÇİŞ

Enerji, danecik-dalga bütünlüğünde görülmek,


kavranmak zorundadır. Canlılık, maddenin en örgütlü
biçimidir. En gelişkin bir canlı varlık olan, İNSAN da,
enerji yoğunlaşmasının en gelişkin biçimlenişi olarak
danecik-dalga bütünlüğüdür.

En gelişkin bir canlı organizma olan insan, yarat-


tığı organlarla, her kertede büyür ve yeni bir bütünlük
oluşturur.

İnsanın, doğadan enerji alımını mümkün kılan, araç-


larla başlayan organlaşması; doğadan aldığı enerjiyi, bir
beyni olduğunu fark edipte, onunla yaratıcı bir güç
biçiminde dışa vurduğu andan itibaren, yeni bir aşama
kaydetmiştir. Başka bir deyişle, yaratıcı gücünü bir
nesnede, ilk defada sopada, maddeleştird iği, so mutlad ığı
ve bir araç olar ak el ine aldığı zaman ; organlaşmasında yeni
bir aşamayı başlatmıştır. Çünkü, artık sopa da, sivriltilmiş taş
da,balta da onun bir parçasıdır, organıdır.

Araç yapımı ile sürdürdüğü ve kendisinin bir parçası,


uzantısı haline getirdiği organlarla; doğadan daha fazla
enerjiyi, nispi olarak daha az enerji çıktısıyla sağlar.
Böylece kendinin, basit-yeniden üretimi için ayırdığı
zaman ve enerjiden daha fazlasını; kendisinin geniş-
letilmiş yeniden üretimi, yeni organlar yaratması için,
kullanılabilir hale gelir.

İnsanın, her genişletilmiş yeniden üretimi, yarattığı


organlarla gelişmesini; enerji-bilgi-zaman düzeylerinde
dalga-dalga serpilip, yayılmasını mümkün kılar.

İNSAN, zaman ve mekan boyutlarında, dalga dalga


çevresine yaydığı organlarıyla, doğada kendi sferini,çev-
90

resini oluşturur. İNSAN, doğada yarattığı ve ilişkide


olduğu çevresiyle bir bütündür. İşte İNSAN, bu bütünlükte
danecik ve dalga halindedir.

Danecik-dalga bütünlüğündeki bu madde, insan; daha


önce söz konusu ettiğimiz, Tıp biliminin soyutlamasında da
yer alan insan değildir.

Danecik-dalga bütünlüğü olarak ifade etmeye


çalıştığımız, zaman ve mekan sınırsızlığında soyutladığımız
ve evriminin genel determinizmini belirlediğimiz İNSAN,
toplum bilimlerinin nesnesi olması gereken soyut, fakat
kavramsal düzeyde somut olan İNSAN'dır.

Tacirin elinde para, insanlar ve toplumlar arasında


mübadele aracı olarak işlev gördükçe ve eşdeğerlilik niteliğini
geliştirdiği evreniyle orantılı olarak; evrensel eşdeğerlilik
niteliğine ulaştırdıkça, insanın potansiyel organlaşmasının da
simgesi olmuştur(18).

Tacir bu kertede, bir insan olarak, gelişimini ve büyümesini

artık parada görür, parada ölçer. Onun için para, her an, her

yerde organlaşabilmesinin aracıdır.

Mübadele ilişkilerinin yaygınlaşması ve dolayısıyla

para dolaşımı, tacirin elindeki paranın büyümesine ve bu

anlamda organlaşmasının, gelişmesine yol açar. Organlaşması

geliştikçe mübadele ilişkilerini, daha da yaygınlaştırarak

gelişmesinin ve büyümesinin yolunu açar.

(18) Parayõ, içinde bulunduğu tarihsel ve mekansal zorunluluğun dayattõğõ


nümerer,ulusal biçimlerden soyut larsak; onun evrensel eşdeğerlilik özünü ifade
etmiş oluruz.
91

Tacirin, mübadele ilişkilerine saldığı para,bu


ilişkilerden kâr yansımasıyla geri döner ve oluşan yeni
birikim, mübadele ilişkilerinin daha da geliştirilip
yaygınlaştırılması yolunda, yeni bir salınıma girer.

Böylece paranın salınım-yansıma, salınım-yansıma


biçimindeki dalga hareketi, ticaret sermayesini büyütür
de büyütür.

Paranın bu salınım-yansıma hareketinin, yani bu


dalgalanmanın dinamiğinin gücü; biriken paradır,
sermayedir. Sermaye büyüdükçe,paranın dalga hareketi; çok
daha uzak diyarların sahillerini döver.

Birikerek, yoğunlaşarak sermaye niteliğinde dolaşan


para, tıpkı bir canlı organizma gibidir:

Gelişimini, gerilip-gevşeyerek, büzülüp-yayılarak


sürdürür. Avucunda birikip büyüdüğü tacirin beyni olur, onu
egemenliği altına alır.

Kendisini zenginliğin ve her şeye sahip olmanın


aracı olarak belirleyen para; aynı zamanda insanın potan-
siyel organlaşmanın simgesi olarak, sürekli büyümek zorunluluğunu
tacirin tek etkinliği haline getirir. Para kazanmak, tacir
için artık her şeydir..

Tıpkı canlı bir organizma gibi, kendi canlı varoluş


biçimini belirleyen para, maddi varoluş biçiminin, sermaye
olarak gelişiminin önündeki tüm engelleri aşarak,
bakırdan, kağıt paraya kadar tarihsel ve özgül bütün
biçimlerinin yarattığı ve k end isini sar an
92

bağlardan kurtu larak, kendi ö z niteliğine en uygun


biçimini dünya parası olarak dolarda bulmuştur.

Söz konusu ettiğimiz tacirden dolara kadar geçen


asırları bir kalemde neden atladık?

Bunun iki nedeni var.

Birincisi, her türlü üretimde tüketilen


şeyler, nesneler, açıkça tüketildikleri için; o
y e n i ü r ü n d e , n e k e n di öz niteliklerini, ne de kendilerinin
varoluş hikayelerini yansıtmazlar. Çünkü ürün, kendisini
üreten ve üretimine katılan, üretiminde kullanılan
her şeyden farklı bir şeydir. Örneğin bir
buzdolabını, bir ekmeği, bir televizyonu düşünelim.
Bunlarda tüketilmiş olan nesneler, ayrı ayrı ele
alındıklarında, bu ürünlerin oluşumunda sadece
birer girdi niteliğini taşırlar ve ortaya çıkan
üründen çok farklıdırlar. Varlıkları ve işlevleri,
yeni ürünün o l u ş u munda tüketilen nesneler olmaktan
ibarettir.

Bugüne kadar, özellikle toplum


bilimlerindeki "bilimsel" faaliyette, girdilerin
hikayesi, tüketilen bilgi lerin bitmez tükenmez
tekrarı süregelmiştir. Bu h i k a y e ler in, i çi nde yeni
olan nedir? sorusunun cevabını aramak, bıktırıcı ve
genellikle sonuçsuz bir çabadır.Buzdolabı gibi
biraz soğukça olan her yeninin üretilmesi için
elbette e ski olan bilgilerin tüketilmesi gerekir. Ama
yenide, yeninin üre t i m inde girdi olanların, üründe
kendilerini ve öz g e ç m i ş l e r i n i yansıtmalarına gerek
yoktur. Çünkü yeni, bütün bu g i r d i le r d e n fa r k l ı
ş e y d i r , o nl a r ı n t ek r a r ı , ürünün öz ve biçim bütünlüğünü
93

bozar.

İkincisi, çağımız ve yoğunlaşan yaşam


zamanı, özellikle bilimsel faaliyette; bugünün
insanını, en az emek i l kes in i, bilinç lice kul lanma ya
a ç ı k ç a zo r l a m a k t a d ı r .

Bu nedenlerle tacirden dolara, ticari


sermayeden mali sermayeye, kullanım değeri üretiminden
mübadele değeri üre timin e, ulusa l serm ayeden
uluslararası serma yeye, iç pazardan dünya pazarına,
tüketim araçları üretiminden, üretim araçları üretimine
vb, kategorilerde tarihsel sürecin evriminin hikayesini
k üt ü p h ane r af l a rı n d a yatan tüm klas i k - n e o k l a s i k ,
liberal-neoliberal, marksist-neomarksist, Keynesyen-
neokeynesyen külliyatta bulmak mümkündür.

Ta baştan beri anlata geldiğimiz, paranın, tıpkı bir


canlı organizma gibi varlığını; ancak büzülüp-yayılarak,
gerilip-gevşeyerek, yani mali sermaye halinde büzülüp,
sanayi ve ticaret sermayesi biçiminde salınıp-yayılarak
bir bütünlük içerisinde, gelişip serpilerek, koruyup
sürdürebileceğini gördük. Bu çerçevede, paranın dolaşımı
ve dolaşım hızı, onun gelişip-serpilebilmesinin tek
dinamiğidir.

Para, tarihsel süreçte bu dinamiğini, canlı


tutabileceği olanakları yaratabildiği ölçüde,
serpilebilmiştir. Ama para, bu gelişim sürecinde biri içsel,
yani paraya özgü; diğeri dışsal, yani dolaştığı
mekânlardan kaynaklanan, iki engelle karşılaşmış ve
bütün tarihi boyunca bu engelleri aşma mücadelesi
vermiştir.
94

1- Paranın aşmak zorunda olduğu içsel engel, onun


tarihsel biçimlerinin, yaygın dolaşımına el vermeyen
sınırlılığından ileri gelmektedir. Kıymetli madeni paraların,
gerek yapıldıkları madenlerin sınırlılığı, gerekse servet
birikimi aracı olarak ve ziynet eşyasına dönüşerek,
paralıktan çıkarak, dolaşımı terk ederek, paran dolaşımını
kısıtlayıcı olmaları nedeniyle; para, bu biçimlerini tarih-
selleştirmek zorunda kalmıştır . Altına bağlı bankno t
sistemini, kağıt paray a geçiş için; bir basamak olarak
kullanmış ve bugün elimizde dolaşan kağıt para biçimiyle
de, kendi dolaşımına ve sınırsız büyüme potansiyeline en
uyarlı biçimini bulmuştur.

2- Paranın, aşmak zorunda olduğu dışsal engeller,


doğduğu andan itibaren karşılaştığı engellerdir. Bu engeller,
paranın doğduğunda kullanım değeri üretiminin egemen
olduğu dünyadan; toplumsal organizmaların, kendilerine
yaşam alanları olarak parselledikleri, bir dünyadan
kaynaklanır. Para, bu gerçekliği veri alarak, dolaşmaya
başlamıştır. Son derece gerçekçi olan para, her
hükümdarın alnına vurduğu egemenlik kaşesini memnuniyetle
mecburen kabullenmiştir. Çünkü, ancak bu pasaportla,o
parselde dolaşımının mümkün olduğunu görmüştür.Ama
gümüş, altın, kağıt gibi çeşitli tarihsel biçimlerde ve
çeşitli tarih sel p arsell er de, bin bir enge lle
karşılaşmasına; elinde olmayan nedenlerle bunalımlara,
krizlere, telefatlara, savaşlara, jenositlere yol
açmıştır.Bütün bu bedellere karşılık, tüm kullanım
değerlerini ve kullanım değeri üretimlerini yıkarak ve
kendi niteliğine uyarlı dönüşümleri gerçekleştirerek,
toplumsal organizmaları; mübadele değerine ve müb adel e
değeri ür etimin e daya lı y eni bir y aşam biçimine
yöneltmiştir.

Para, toplumsal organizmalarda mübadele değeri


üretimine; yani yetersizlik aşısına, bilindiği gibi ilk
95

önce batıda, İngiltere’de başladı. Yetersizliği,


ürettiği İngiltere'den, zorunlu olarak bütün Avrupa ve
kuzey Amerika’ya sirayet ettirdi. Buralarda üreyen ve
yayılan yetersizlik, kısa kırık dalgalar biçiminde, dünyaya
yayılırken; paranın altın'a bağ1ı1ığı, onun düzen1i dalgalar
halinde yayılmasına bir engeldi.

1929 bunalımı arifesinde çaktırmadan, gayri resmi


olarak Sterlin'in altından kopması, altınla olan bağını
birazcık gevşetmesi bile ona yetmedi. Mallar,metalar açıkta
kaldı. Her şey çürüdü, kalanlar denize döküldü. İnsanların
bir bölümü, "Para, para!" diye bankalara hücum etti.
Bankalar bi r günde if las et ti. İnsanla rın büyük bir
çoğunluğu da aç, sefil ve işsiz kaldı. Yetkililer
deflasyon canavarının hışmına uğradıklarını ilan ettiler.
Din adamları bu felaketlerin bir takdir-i ilahi olduğunu,
açgözlülüğün, yetimkâr olmamanın, para denen şeytanın
iğfaline kapılmanın kefareti olduğunu vaaz ettiler.

Bütün bunlar olurken para, korkudan altın kafesine


kapanmış, hüngür hüngür ağlıyor ve şöyle bağırıyordu: (19).

“Bu zavallı insanlar neden beni altın


kafesimde tutarlar? Beni, her şeyin eşdeğeri
simgesi olan beni, kağıttan bir kuş gibi özgür
bıraksalardı, böylesi büyük bir felaket olmazdı!.
B u b ü y ü k t u f a n g ü n l e r i n d e b e n i , sağlığımı düşünen tek
dostum J.M. Keynes (20), kitaplarıyla, makaleleriyle,
mektuplarıyla benden söz etti, beni anl a t m a y a ç a l ı ş t ı
insanlara. Keynes'in bu seslenişine ilk kulak
verenler Rooswelt ve Hitler'in maliye nazırı Schacht
oldu. Bunlar oldu beni ilk defa güneşe çıkaranlar,
ve matbaalarda "gereği kadar" çoğaltıp, yeniden
yaşama dönmemi sağla yanl ar ! Artı k gös ter meli ydi m
marifetimi insanlara. Bir kuş gibi hafif, kağıttan
çoğaltılmış varlığımla,dolanmalıydım Amerika’da.
(19) Paraya tümüyle teslim olmuş bir dünyada,her şey
ancak paranın gözüyle ve onun diliyle anlatılabilir…
(20)J.M.Keynes’in,1930’dan itibaren yazdığı kitap ve
makaleler söz konusu ediliyor.
96

Schacht'ın elinde kılıktan kılığa girip,Mark

Olup otobanlar, tanklar yaptım. Sterlin oldum, Frank

oldum, Dolar oldum, sözün kısası Schacht'ın

istediği her kılığa girip dünyayı dolandım. Hitler

i ç i n n e g e r e k l i y s e toparlayıp Almanya'ya doldurdum.

Fırsat bu fırsat, benim d o l a ş ı m ı m ı , b ü y ü m e m i ,

g e l i ş i p - s e r p i l m e m i e n g e l l e y e n n e varsa yıkılmalıydı.

O dönemde neydi, nelerdi beni engelley e n ? D ü n y a o h a l e

g e l m i ş t i k i , k a ğ ı t h a l i m d e bile, yediğim u l u s a l

kaşeler nedeniyle ister mali, ister ticari,ister

sanayi sermayesi biçiminde olayım, ancak ulusal

d evletler i n k e n d i e g e m e n l i k a l a n l a r ı n d a d o l a ş a b i l i -

yordum.Bir sömürgeci devletin parsellediği sömür-

g e l e r d e , a n c a k o devletin sermaye grupları beni dolaştı-

rabilirlerdi.

O günlerde, Vladivastok'dan Kiev'e kadar koca bir

alanı çevreleyen demir duvarlar gerisinde,beni bir


i s t i h lak kuponuna çevirmişlerdi. Ne uçabiliyor, ne de
dolaşabil i y o r d u m . O r a d a k i i n s a n l a r b i r b a ş k a l a ş -
mıştı, adımı bile anamıyorlardı.
Çobanın elinde bıraktığım sopa, oralarda bir başka
kılıkta dolaşıyordu, çelik disiplin olmuştu.
Yüzseksen milyon zahmet-keş, basit-yeniden üretimde, kendi-
ne yeterli olmaya talim ettiriliyordu. Orda benim
ö z ü m , devletin elinde günden güne sararıp soluyordu.
H a s ı l ı ke l a m , b e n i m ö z ü m ü n pa r ç a l a r ın ı , b ir
türlü bir araya getiremiyor, bütünleştiremiyordum.

O zamanlar dünya çok karanlıktı..


97

Estirdiğim savaş rüzgarları biraz nefes


a l m a m a , canlanıp kendime gelmeme imkân vermişdi.

Yıktırdığım, harabeye çevirttiğim dünyayı, bu


k e z r a h a t ç a dolaşabileceğim bir dünyaya çevirtebilirdim.

Sanki Rooswelt, benim derdimi anlamıştı!..


Y a l t a ' d a , P o t s d a m m ' d a , sa vaş sonras ında, beni m ser e
s e r p e d o laş a b i l m e m için insanlara, uluslara özgürlük ve
bağımsızlık tanındı!..

Artık, dünyanın hemen her yerinde kurulan bağımsız


ulusal matbaalarda basılabiliyordum. Rengarenk
g i y s i l e rimle, türlü-çeşit kaşeleriml e ç o c u k l a r g i b i
ş e n d i m ! . Çünkü toplumlarını yetersiz hale getirmiş olan eski
devletlerin bir çoğunda ve yenilerinin tümünde; matbaalar
harıl harıl çalışıyordu.

İ k a m e ci l ik b a ş l a mı şt ı !. "Bağımsız" sanayileşme,
k a l k ı n m a r ü z g a r l a r ı e s i y ordu dünyada!..Batıdan,
t ü k e t i m m a l l a r ı ü r e t e n m akineler ta şıyordum ikameci
ü l k e l e r e , o r a l a r d a n göğsüm k a b a r a k a b ar a , b en i i h ya
e d e n t o p r a k l a ra dönüp; makine üreten makinelerde
katlanıp-katmerlenip yoğunlaşıyordum.

S a l ı n ıp - ya ns ı yo r du m, y o ğ u nla ş ıp - ya y ıl ıy o rd u m.
K e y nes'in ruhu şad olsun, Keynesgiller sayesinde dünyayı
dolanıyordum .

Her s al ı nı şı m da ben İM F , D ün y a Bankası ,


U l u s l a r a r a r a sı finans kuruluşları tarafından kredi ve borç
paketlerinde, mer as im ler ve ko kte yl le rle
u ğ u rl a nı yo r d u m . G i t t i ğim h e r ü l k e d e y o l u ma h a l ı l a r
seriliyor, son d e r ec e gü v e n l i k içinde, sanki
e v i m d e y m i ş , g i b i d o l a ş ı y o r d u m . D o l a ş t ı k ç a açılıyor,
hızlanıyor, her parselde birikiyor, ulusallaşıy o r du m,
U l u s l a r a r a ra s ıl a ş m an ı n t oh uml a rı n ı y e ş er t iy o rd um .
98

Ne günlerdi onlar!.. Avrupa’dan, Japonya'ya yıkıp


harabeye çevirdiğim diyarlara, Federal Reserve Bank'ın mat-
baalarında basılıp, mürekkebim kurumadan balyalanıp;
Marshall yardımı etiketi altında peş peşe
postalanıyordum. Bu ülkelerde firmalar satın alıyor,
ortaklıklar kuruyor, şubeler açıyordum. Amerikan
kökenli, dev sermayeleri, hızla uluslararasılaşmaya
yöneltiyordum.

Evrensel bir eşdeğer olarak ben, galiba çaktırma-


dan, kendime en uyarlı biçimi bulmuştum. Savaş'ın
takatten düşürdüğü Mark, Ste rlin, Fra nk, Li ret ben im
dur durak bilmez gelişme, büyüme ihtiyacıma, dolaşımıma
bu tiride dönmüş halleriyle cevap veremezlerdi.

Okyanusun ötesinde, heyecanla bu günleri bekleyen


dolar, benim için tam bir Pegasus (21) idi. Zaten, ta 1944'de,
Breton Woods'da, 44 milletten 700'den fazla delegenin
önünde; dolar kendini u l uslararası ödeme aracı olarak
resmen tescil ettirmişti. Yani dünya parası olmasına ramak
kalmıştı.

1950' ler,1950'lar boyunca, Federal Reserve Bank'ın


matbaaları çalışmaktan aşınmıştı . Tüm dünyayı dolar'a boğ-
muştum. Dola r laçka olmu ştu. Alman, İngiliz , Fransız ,
Belçika, Hollanda, İtalya, İsviçre, Japonya vb, ülke merkez
bankaları gıcır gıcır kağıt-dolar yutmaktan şişmişler,
hazımsızlık bulantıları had safhaya gelmişti.
Artık, Avrupa’da Öüro-dolar olmuştum.
O yıllarda, demir-perde arkasında, ilginç gelişmeler
oluyordu. Yıllardır ceplerinde, bin bir hakarete uğradığım
istihlak kuponu biçimim; basit-yeniden üretimde, kendileri
yeterliliğe mahkum edilen, milyonlarca zahmetkeşi huzursuz
ediyor, çelik disiplinin menteşeleri gıcırtılı sesler
çıkarıyordu. Berlin’de, Macaristan’da, Polonya’da istihlak
(21)Yunan mitolojisinde,Uçan at.Çokuluslu, Mobil-oil Comp.simgesi.
99

kuponu olarak, beni eline alan herkes; duvarlara,


kapılara çarpıyordu. Yıllardır hasrettik birbirimize!
Eskimiş, paslanmış kapıların, yapıların gıcırtısı, yeni
çarlar için sanki alarm zili idi. Kapıların, yapıların
yağlanması gerekliydi. Öte yandan, ben, bu tarafta, batıda
merkez banklarının kasalarında, yatmaktan sıkılıyordum,
huzursuzdum. Kremlinin loş koridorlarını merak ediyordum..
Şimdi, yıllar önce kovulduğum sarayda, tokuşan
Votka-Cola kadehlerinde beni yudumlayanlar, tadıma
doyamıyorlardı! "Ticaret için Barış!"a kalkan kadehler
arasında Sinyor Agnelli Fiat'ına giydirdiği "Lada"
kombinezonunda (2 2) beni tatlı tatlı okşuyordu. Herkes sa-
londa ürkerek bana bakarken, sempatik ihtiyar, eski zah-
met-keş Kurusçef beni bir an bile yalnız bırakmıyor, kula-
ğıma "Sana daha ne fabrikalar kuracağım, korkma burada da
rahat rahat dolaşacağın günler gelecek!" diyordu. (1973'de)
eski dostum Armand Hammer(23)'la Brejnef Kremlin'de Sibirya’da
ki doğal gaz işletmesiyle ilgili 8 milyar dolarlık anlaşmayı
imzaladıklarında, ben yıllar önce Rusya'da çıktığım gezintide epey yerler
dolaşmış, yeni fabrikalar kurmuş, serbest bölgelerde ortaklaşa üretim
yöntemiyle uluslararası fabrikalar açmış, bankalar, bürolar,
temsilcilikler oluşturmuştum..

Aynı biçimde tüm demirperde ülkelerinde dolaşarak,

Bulgaristan 'da 60 proje


Çekoslovakya'da 80 "
D.Alman Cumhuriyeti'nde 52 "
Macaristan'da 700 "
Polonya'da 550 "
Romanya'da 200 "
S. Birliği'nde 350
Yugoslavya'da 425

(22)Fiat Otomobillerinin Rusyada imal edilen tipine verilen ad.


(23) 1921 yılında Lenin'le başlayan ilişkilerini 63 yıldır derinleştiren
Occidentaleum'un Baskanı.
100

projeyi yürürlüğe koymuştum. Ve dünyanın en önemli


5 0 0 ç o k u l u s l u şirketini demir kapıdan içeri sokmuştum.

A m a b ü t ü n b u g e l işmel er olur ken, ben ka ğ ı ttan,


h a fif, kuş g ib i b ed e ni mle, tüm dünyayı dolanırken;
Am er ik a n M e r k e z B a n k a s ı n d a s t o k l a n a n a l t ı n l a r d a
hızla erimişti.

B ü yüye n c üs s em le, miktarımla, insanları


k o rkutm uş tu m . Beni bırakan, terk eden altın'a
koşuyordu. ABD'nin altına getirdiği bü yük
s ın ı r l a ma , b a n a o l a n g üven i, tüm dün yada sa rstı.
Benden bir parça ellerinde bulunduranlar, beni terk
edip, uluslararası pazarda ödeme aracı olma
n i t e l i ğ i n e u l a ş m ı ş olan Mark'a, Sterlin'e sarılıyorlardı.

Bu benim için yepyeni bir hareketti. Ama


h e n ü z anlamı nı ka vra ya mam ışt ı m. V e bir an i çin
ürkmüş tüm. 1971' de altın ile olan bağımı tamamen koparan
Nixon;
" Bu insanlık tarihinin en büyük para reformudur."(24)
dediğinde kimsenin gıkı çıkmadı, kimseden bir ses
çıkmadı..Ben de şaştım bu işe!..
B u ol a y d a n i k i y ı l s on ra da l gal anm ay a
b ır ak ı ld ı ğ ı m d a a n c a k , a n l a mı ş tım bu b üy ük re for mu n
a n l am ı nı .

1972 yılının sonlarıydı, yine düşüyordum. Develüasyon


maşası ile b eni t ut may a ka lk mışt ı Ni xon !. D üşünüyor-
d u m, ne o la c ak b en i m bu halim? Maşa ile bile
t u tulamıyordu m, bo yu na dü şüyor du m, gü ve nce siz di m,
iktidarsızdı m. Ye ni b i r r ü z g a r e s m e l i y d i , m u t l a k a ! .

N i xon a lt ın l a bağı mı kopardı ğında bana; "Yavrum


bunca yıl sana e m e k v e r d i k , a r t ı k y a l n ı z b a ş ı n a
u ç a b i l e ceğin günler geldi" demişti.
(24)J.K.Galbraith:L’argent.s.469
101

"Bize ihtiyacın yok artık, s e n d ü n y a p a r a s ı s ı n .


D ü n y a s a n a , g e r e k l i g ü v e n c e y i s a ğ l a mak zorundadır.
Giydiğin elbise önemli değil. Seni yıllardır diyar diyar
dolaştıranlardır, senin asıl sahiplerin.

Ama h e r k a n a t ç ı r p ı ş ı n d a b i z i d e u n u t m a , u ğ u r l a r
o l s u n yavrum!.." demişti.
19 7 2' d e a i l e m t o p l a n mı ştı . D avi d R oc ke fel le r,
Marx K o n h n s t a m , G e o r g e F ra nk l i n , Z i b i g B r z e i s in k i ,
Alden Clausen (Bank of America Başkanı), J.P.
A u s t i n ( C o c a - C o l a B a ş kanı), P e t e r P e t e r s e n ( L e h m a n
Brothers Başkanı, eski bakan), George Ball
( P e t e r s e n ' i n ç a l ı ş m a a r k a d a ş ı , e s k i bakan ), J.K .
Jamieson (Exxon Başka nı), L ee Morgan ( Caterp i l l a r
Başkanı), David Packard-Hewlett Packard Company
B aş k a n ı), Ro b e r t R o s a ( E ski Maliye Bakanı, Averell
H ar r ima n ' ı n G a l ıŞ m a a r k a daşı), Michael Blumenthal
( Ro c k e f e l l e r V a k f ı Di r e ktörü,
B e nd i x B aş ka n ı ) , C y r us V ance (Rockefeller V ak fı
D i r e k t ö r ü Si m ps o n Th a tc h e' nin ça l ı ş m a ar k ad a ş ı ).
G ı v o n n i A g n e l l i ( F i a t ' ı n p atr onu), K urt B renb ach (Batı
Alman milletvekili, eski Hıristiyan Demokrat
h ü k u m e t i n ü y e s i , Thyssen Demir-Çelik grubu Başkanı ),
Pierre Jouven(Pechiney-Ugine-Kuhlmann Başkanı ),Baron
Lambert(Banker),J o h n L o u d o n ( R o y a l D u t c h P e t r o l e u m
Başkanı), Sir Eric Roll(Warburg Bank Genek Müdürü-
İ n g i l t e r e B a n k a s ı e s k i B a ş k a n ı ) , H ans Gunther Sohl
(Federal Almanya Sanayi Birliği Başkanı),Sir Ready Gedder (
Dunlop Başkanı),Guiseppe Glis e n t i ( R i n a s c e n t e D i r e k t ö r ü ) ,
J a c c u e s d e F o u c h i e r ( P a r i b a s Baskanı) , Sir Franck
R oh e r t s ( Ü ni l e v er v e L l o yd's Ba ş kanı) Edmond de
R ot h s c h il d ( B a n k e r ) , O l i vi er Giscard d'Es tain g (
Compagnie Financiere Başkanı , Fransa Cumhurbaşkanı' n ı n
kardeşi),Raymond Barre(Fransa Başbakanı), Chujiro
Fujino (Mitsubi shi gr ubu Ba sk anı),Sumi o Hara (Tokyo
Bankası Başkanı), Benichiro Komai (Hitachi Baskanı),
Akio Morita(Sony Ba şk a n I ) , EijiToyota(Toyota Ba şkanı),
102

T a k e s hi W at a m a be ( T ri d e nt International Finances
Başkanı )(25)
Ü ç k ı t a d a n g e l e n a i l e ü y e l e r i , Trilateral Komisyonu
oluşturdular. Bu, gayri resmi bir dünya iktidarı,
h ü k ü m e t i y d i . A r t ı k b e n i , y ed i i k l i m d ör t b u c a k, t ü m
dünyayı d o l a ş t ır a c a k olan, bu h ü k ü me t i n ö nü n d e
benimle i lg i l i , yı ğ ı lm ı ş sorunlar vardı. Ama,
b u n l a r ı n i ç e r i s i n d e e n ö n e m l i s i , benim yakın geçmişte
Keynesgillerin feraseti ile yayıldığım, biriktiğim, ulusal
sermayeler biçiminde, ikameci politikalarla hapsedildiğim
ülkelerde; tarihselleştirmek zorunda olduğum biçimlerdi.
Direnen, içlerine kapanan, gümrük duvarlarının arkasına
sığınan bu ikamecilerin gözleri, sadece iç pazarı
görmüştü. Bunlar, kapalı havuzda bemi yüzdürmenin keyfini
çıkartmışlardı. Böylece, dünyada bir sürü özel kapalı
havuzlarda dolanır oluşmuştum. Bu kapalı havuzlar artık,
benim dünya çapındaki çok yönlü dolaşımımı, engelleyen
birikintilerdi.

Ailemin yıllardır, bu kapalı havuzlara taşıdığı su-


ların devam edeceğini sanmaları onların en büyük yanılgı-
sıydı. Borçlar dağlar gibi yığılmıştı . Hep kendilerine ye-
terli olmaya çalışan ve o yönde yapılaşan bu ekonomiler,
kendi içinde kilitlenmişti. Dünya ticaret hacmi de
giderek daralıyor, be n i m dolaşımım yavaşlıyor, hızım düştükçe
düşüyordu!..

Ailemi toplantıya çağırdım. Buna mutlaka çare


bulmalıydılar. Çünkü krizim derinleşiyordu!..

Nihayet dalgalanmaya bırakılmama karar verildi! . Artık


para pazarlarında (Borsalar) boy göstermem gerekiyordu.
Arkamda koca bir aile ve uluslararası mali sermaye, pazara
düştüm!.. Ailemin beş kıtadaki kolları, beni pazarda fırıldak
gibi çevirmeye başladılar. Rüzgarımı bulmuştum , bindiğim
dönme dolapta bir iniyor bir çıkıyordum, dalgalanıyordum!. Her
iniş çıkışımda soluklanıyor, bütün paraları dünya parası olarak
103

hizaya getiriyordum,.
Hazımsızlıktan öğüren merkez bankalarında, artık karın
ağrısı olmaktan da kurtulmalıydım. Ailem, gereken operatörü
OPEC'te bulmuştu. OPEC'in baş operatörü Yamani' nin yaman
zammı (% 300) bankaları hazımsızlıktan kurtardı, beni
hareketlendirdi. Artık yerimde duramıyordum, Avrupa Merkez
bankalarından, kredi biçiminde çıkıp, operasyon sonucu
petrol krizine giren ülkelere petrol taşıyordum. OPEC
kasalarında "petro" kaşesini yiyip bu kez petro-dolar
olarak döndüğüm bankalarda, bana oturtulacak yer
bulunamıyordu. Eure-dolardan öğüren bankalar, karın
ağrısından kurtulmuştu. Petrol krizi en büyük darbesini
ikamecilere vurmuşdu. Peşpeşe gelen petrol zamları,
ikamecilerin borç hanelerini, DÇM (Dövize Çevrilebilir
Mevduat)biçimiyle şişirdikçe şişirdi.

Bu dönemde oldukça hareketliydim, ama yeni büyük


bir krizin eşiğindeydim.Öyle hissediyordum. Tıpkı
1930'lardaki gibi. Fakat bu sefer işin rengi çok
başkaydı.

Büyük dostum Keynes, bundan elli yıl önce benim kur-


tarıcım olmuştu. Meğer beni kurtarırken, havarilerinin
(Keynesgiller) elinde, ulusal kalelerde kalebentliğe mahkum
etmiş. Şimdi anlıyorum ki bu yapı, benim dünya parası olarak
dolanacağım bir yapı değil. Ben bu kapalı havuzlarda,
kokar, çürürüm!.. Kalelerde küflenir bozulurum!

İnsanlarla ve onların küçük dünyalarıyla boğuşmaktan


bir hal oldum ben ! . .
Beş bin yıl önce, insanın ellerinde doğduğumdan bu
yana, onu küçücük dünyasından alıp; büyük bir sabırla bugünlere
getirdim. Ben, onun dünyasını değiştirmek için dünyaya
gelmiştim. Her seferinde onu kendi küçük dünyasından çekip,
biraz daha büyük bir dünyaya lâyıksın sen dediğimde o,
alıştığı, kendine yeterli gördüğü küçük dünyasına ka-
panmaya, kirpileşmeye yöneldi. Ben ona "Sen İnsansın bu
104

ufacık dünyan sana yetmez, tut benim elimden, ölç


ölçebildiğin kadar çevreni; dünyanı genişlet" diye
haykırdığımda; o hep, o güne kadar bilip, tanıdığı kurulu
yapılara sığındı. Ve ben her seferinde onun dünyasını
kafasına vura vura değiştirtmeye, genişletip, büyütmeye
mecbur kaldım. Bu yüzden, çok kayıplar verdi, acılar
çekti..

Şimdi ben, bütün bir dünyayı, onun dünyası yapmak


istiyorum. Ama o, her tarihselliği mutlaklaştırıp
dondurarak , kendinin tarihsel parselinde, tarihsel kimliği
ile çakılıp kalmak istiyor. Eski konaklarda konakla
birlikte çürüyüp yok olmak isteyen o, çağda çağ-dışılığın
simgesi olmakta direniyor.

İNSAN’I bu yapılara layık görmeyen ben, yıkmak zo-


rundayım bu yapıları.

1930'larda yıkılmış olan bir yapının temelleri üze-


rinde, yeni bir yapının oluşum zorunluluğunu anlayan ve
dile getiren Keynes, 1970'leri görememişti.

İnsanoğlunun, İNSAN olarak ne olduğunu bilemeyişi,


kendisini parçalayarak bütünleşmek zorunda oluşunu
kavrayamayışı; beni, PARA'yı tanımak, anlamak, kavramak
çabasında olmayışı, beni her seferinde olduğu gibi bu defa
da yıkarak yapmaya mecbur etmektedir.

1935-1945 döneminin yapı ustası olan Keynes'in yanında,

M.Fridman usta(!) bir yıkıcıdır. Zaten bana da bu dönemde

"sıkı" bir yıkıcı gerek!..

Eski dünyayı yıkıp, yeni bir dünya kurmak zorunda

olan ben, saldım yıkıcıları dünyanın dört bir yanına!.

Elde kazma-kürek "Şikago oğlanları",


105

Ekiyorlar şimdi,

Eski dünyanın dibine darı...


106

BİTİRİRKEN

1) Bu çalışmamızda, genelinde tüm toplumların


evriminde rol oynayan, özelinde yaşadığımız çağın
t o p l u m sal sisteminin, tüm rejimlerinde belirleyici olan
parayı; bütün diğer faktörlerden soyutlayarak ele aldık.
Çağımızda, her şeyin belirleyicisi olan paranın, evrensel
eşdeğer o l m a ö z ü i l e d o ğ u ş u n d a n b u y a n a i z l e d i ğ i m i z
yaşam sürecinin sonunda; dünya parası olarak
ulaştığı kimliğiyle, tüm toplumlara dayattığı
zorunluluğu, belirlemeye çalıştık.

Bu sürecin genel irdelemesi;yaşadığımız toplumsal


s i s t e m i n, yeni ve z o run l u bir a şa masın a, p ara
t o p l u m u na g e l i n d iğ i n i , tü m top lum sa l yap ıl ar ın, b u
aş a m a y a u ya rl ı bir yapı değişikliğine uğramaları
gerektiğini, bize gösterdi.

Evrimin genel determinizmini, teorisinde yerine

oturtamamış bir İktisat Biliminin; bu zorunluluğu, zorunluluk

olarak görmesi ve belirlemesi imkansızdı.

Kaldı ki, dünden bugüne İktisat Bilimi'nin yapa geldiği,

genelinde, yaşanan zamanı eteğinden yakalamaya çalışmak

olmu ş t u r . Ü r e ttiği iktisat politikaları da; zorunlulukların

göz ardı e d i l mesine yol açmıştır. Zorunluluğun g erçekleşme

sini erteleyici, engelleyici bir işlev görerek; bu gerçekleş-

menin sancılı, telefatlı, yıkımlar pahasına olmasına

neden olmuştur. Toplumsal yaşamda, dünden bugüne

yaşanan ve görülen tüm krizler, büyük bunalımlar ve

çöküntülerde, zorunluluklar ı n yasalarını olu şturamayan

B il i m i n b ü y ü k s o r u mluluğu var d ır .
107

Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde, tüm


toplumlar ı d e r i n d e n s a r s a n , o n l a r ı d ü n y a n ı n PARA
TOPLUMU’na geçi ş i a r i f e s i n d e ; t e m e l d e n b i r y a p ı
d e ğ i ş i k l i ğ i n e z o r l a y a n b ü y ük b u n a l ı m ı , B i l i m , h â l â
c a n a v a r e f s a n e l e r i y l e a n l a t m a malıdır!.
1 9 2 9 b u n a l ı m ı n d a , y e t k i l i ler deflasyon canavarının
hışmına uğradıklarını ilan etmi şlerdi. Bilim, geçen elli
yılda canavarın adını değiştirmekt e n başka bir şey
yapamamış ise, k a f t anını-külahını önüne koyup
düşünmek zorundadır.

Çağımızda, sermayenin en üst biçimlenişi


2)
olan, uluslararası mali-sermayenin; gerek
hükmettiği dünya çapındaki para-gücüyle, gerekse bu
güce dayanan gayri-resmi Dünya Hükümeti ile tüm
toplumların günlük yaşamını dahi b e l i r l e r h a l e g e l m i ş
olması olgusunu görmezlikten gelinemez.Bu oluşumun,
toplumların boğazına geçirdiği kement daraldıkça,
y aşa na n bu gerçeklik, gözleri yuvalarından uğratacak,fal
taşı gibi açacaktır.

Ulu s l a r a r a s ı m al i-s erm ay e v e onun elinde dünya


p arası olan Do la r, u lu sa l para olma esas kimli ğinin
g etirdi ği ,d a ya tt ığı s or u nları da ya ş atarak; kendi
z o runlu luğu n u, y an i P AR A TOPLUMU'na g e ç i ş i, k e n di -
s i n e e n g e l o l an t ü m y a p ıları yıkarak ,sınırları parçala-
yarak ve tüm engelleri dağıtarak gerçekleştirmektedir.

Paranın ve uluslararası sermayenin,uyum içinde bir


geçişe,zaman alacak bir yapısal dönüşümünü beklemeye,taham-
mülü yoktur.İMF'in eline verdiği borç senedi kemendi ile
ulusların gırtlağını sıkarken, dünyanın hemen bütün
ülkelerinde işbaşı yapmış yıkıcılarıyla da;eski yapıları
yıkarak, temelden de ğ i ş t ir m e y e k o v u l m u ş t u r .

B u y a p ı de ğ işi k l i ğin in, bir zo runlu luk oldu ğ unu


108

bu çalışmada elimizden geldiğince anlatmaya çalıştık. Paranın

dilini kavrayamayan "Bilim"in; zorunlulukların


bilgisini üretememi ş, yas aların ı oluştur amamış "Bilim
"in, türettiği ekonomi politikalarıyla b i ç i m l e n m i ş o l a n
y a p ı l a r ı n ; y ı k ı mı n a d a k at k ıd a b u lu n ur ke n , i çi ne
g i r d i ği a ç m a z ı a r t ı k g ö rme si ge rek ir .
3) Dünyanın böylesine bir dönüm noktasına geldiği,
zorunluluğun kemendinin her geçen gün toplumların boğazını
biraz daha sıktığı, toplumları bütünlenmeye zorladığı bir
geçiş evresinde olduğumuzu; ulusallığa ve onun insanları
hapsettiği küçük dünyaya kapanarak göremeyen tüm iktisat
siyasetçileri, tüm yazar-çizerler, zorunluluğa sırt çevir-
mişlerdir. Kaçınılmazdan kaçmaya çalıştıkça ve toplumları
da kendi davranışlarına uymaya, ve kendine yeterlilik
anlayışının ve çıkmazının, vaizliğini yapmaya devam
ettikçe,kemendin ip gerildikçe; bunların kılavuzluğunda
ki toplumlar için boğulma, yıkım kaçınılmazdır. Onlar bu
tavır ve davranışlarıyla suret-i haktan görünseler bile,
yıkıcılardan daha tehlikeli yıkıcılardır. Çünkü bunlar,
geçmişten bu yan a gelenekleştirdikleri, "Kendine
Yeterlilik" ideolojileriyle; her dönemde toplumu,
dünyadan yalıtıp, bu bataklıkta debelenmeye
itmişlerdir. Bugün de aynı şeyi yaparak, zorunluluğun ipini
gererek, kemendi öbür ucundan çeken IMF''nin yıkıcı
politikasına hizmet etmektedirler.

Oysa bilim, yıkım olmadan da bu dönüşümün gerçekleşmesinin


bütünleşmenin, P A R A T O P L U M U'na geçişin mümkün olabileceğini
gösterebilirdi...
Yıl 1984
Pendik/ISTANBUL

Vous aimerez peut-être aussi