Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Çanakkale Şahitleri: Yeni Mecmua Özel Sayısı 18 Mart 1915
Çanakkale Şahitleri: Yeni Mecmua Özel Sayısı 18 Mart 1915
Çanakkale Şahitleri: Yeni Mecmua Özel Sayısı 18 Mart 1915
Ebook570 pages5 hours

Çanakkale Şahitleri: Yeni Mecmua Özel Sayısı 18 Mart 1915

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Çanakkale Savaşı’nın devam ettiği sırada Osmanlı devlet adamları, bu muazzam mücadeleyi halka doğru bir şekilde anlatmak, süre giden efsanevi mücadeleyi sonraki kuşaklara aktarmak ve savaş sırasında son derece önemli görülen bir “savaş propagandası” yapmak amacıyla Osmanlı Devleti’nin en önemli tarihçi, yazar-çizer kadrosunu savaş alanına götürmüşlerdi. Böylelikle kalem ehlinin olayı canlı bir şekilde görmesi ve en güzel şekilde yazılar yazması bekleniyordu. Yazarlar bekleneni verdiler ve elinizdeki eser ortaya çıktı.


Tarihimizdeki ilk Çanakkale Zaferi anma sayısı…


Bu eserin içerik ve önemine gelince de şunları söylemek mümkündür; savaş bir psikoloji işidir, insan da bir psikolojik varlıktır. Yüksek moral, yüksek başarı getirir, bu açıdan da eser belki Dünya Savaşı sırasında büyük bir etki gösteremedi ancak hiç şüphesiz Türk İstiklal Harbinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün millet tarafından tanınmasında ve bir lider olarak benimsenmesinde önemli bir rol oynadı. Mustafa Kemal, Türk Milleti’ni ölümüne bir mücadeleye, İstiklal Harbine davet ettiğinde millet yılların savaş yorgunuydu ve en önemlisi de mağlup düşmüş, moral ve motivasyonunu kaybetmişti. Bu açıdan peşinden ölüme gidilecek liderin iyi tanınması şarttır. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Çanakkale Muharebelerindeki yerini detaylı şekilde bu eserin anlatıyor olması da Atatürk’ün bir lider olarak özellikle Türk aydını tarafından kabulüne büyük katkılar sağladığı tarihi vakalara bir mantık silsilesi içinde incelendiğinde görülmektedir.


Bu eser Osmanlı döneminin önemli periyodik yayınlarından Yeni Mecmua Dergisinin 18 Mart 1915 özel sayısının (Yeni Mecuma Dergisi, 5/18 Mart 331 tarihli nüsha-yı fevkaladesinin) günümüz Türkçesi’ne aktarılması ile hazırlanmıştır. Eserde geçen harita ve tablolar da günümüz teknolojileri kullanılarak birebir renklendirilmiş ve yenilenmiştir. Ayrıca dönemin baskı teknolojileri ile zaman içinde yıpranan her bir fotoğraf aslına sadık kalınarak yenilenmiştir. Ayrıca eserin daha anlaşılabilir hale gelmesi için sadeleştirme yerine parantez içinde kelime anlamlarının verilmesi yoluna gidilmiştir.

LanguageTürkçe
PublisherPublishdrive
Release dateAug 2, 2019
ISBN9786058476653
Çanakkale Şahitleri: Yeni Mecmua Özel Sayısı 18 Mart 1915

Read more from Halil Ersin Avci

Related to Çanakkale Şahitleri

Titles in the series (1)

View More

Related ebooks

Reviews for Çanakkale Şahitleri

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Çanakkale Şahitleri - Halil Ersin Avci

    TAKDİM

    Çanakkale Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranları yetiştiren bir okul, Türk toplumunun bir ve beraber bir millet olma bilincine ererek kazandığı imtihandır. Tarihte birçok unutulup gitmiş zaferler ve savaşlar vardır. Milletleri muzaffer kılan, kazandıkları zaferin ruh ve heyecanını gelecek kuşaklara aktarabilme başarılarıdır. Çanakkale zaferi de yakınçağlar Türk tarihi açısından unutulmaması ve gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir iftihar tablosudur.

    Yaşadığımız kuşağın insanlarının atalarının ne uğruna şehid olduğunu bilmesi, uğrunda birçok insanın kanının aktığı bu toprakların kıymetinin anlaşılabilmesi açısından gereklidir.

    Çanakkale Zaferi, sadece savaş, kan ve hamaset değil, bir millet açısından tam anlamıyla başlı başına bir kişisel gelişim abidesidir. Çünkü üç asır boyunca yenilgiler ve türlü başarısızlıklarla boynu bükülmüş, geleceğe dair ümidini kaybetmiş Türk toplumunun, Çanakkale Zaferi’ne kadar olan dönemde, geleceğe dair hiçbir ümidi kalmamış, ayrılık ve iftirak milletin içine işlemiş, ülkenin üzerinde her daim karabasanlar dolaşır olmuştu. Milletin ülkesine ve geleceğine güveni kalmamıştı. Bunda ülkedeki nitelikli ve halkı uyandırabilecek aydın kesimin azlığı da çok önemli bir husustur.

    19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yetişen nitelikli aydınlar, yurtdışında yetişen öğrenciler ve günümüzdeki anlamıyla lisans eğitimiyle yetinmeyip lisansüstü eğitimini (Master-doktora) yapan öğrenciler, ülkeleri için bir umut oldular. Türkiye’de 19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyılın başlarından itibaren Türk toplumunun önünü açabilecek, onlara bir umut ışığı gösterebilecek azda olsa tutkulu bir elit vardı.

    Fünûn-u Edebiye(Tarih-Sosyoloji gibi sosyal bilimler), Harbiye (Harp Akademisi), Mülkiye (Siyasal Bilimler Okulu), Tıbbiye gibi kurulan okullardan yetişen tutkulu elit, yazdığı kitaplar, çıkardığı gazeteler, hal ve hareketiyle millete bir ve beraber olma bilinci aşıladı. Tabi bu bilinci önce kendilerinin öğrenmesi gerekiyordu, bu biraz zaman aldı ve acı tecrübeler ile pekişti. Halka bu bilinci vermeye geldiğinde I.Dünya Savaşı çıkmıştı.

    Millet asırlardır beklemekten bıkmış kendilerini başarıya götürecek liderler bekliyordu. Çanakkale Deniz Zaferi’nin büyük komutanı Cevat Paşa ve Kara Zaferi’nin muzaffer komutanı Mustafa Kemal Paşa. Cevat Paşa ve Mustafa Kemal Paşalara öylesine sarıldı ki, onları hiçbir zaman unutmadı.

    Ülke istila edildiğinde, tüm milletin savunmadan ümidini kestiği bir noktada ortaya çıkan Çanakkale’nin muzaffer komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın arkasında bütün bir millet Çanakkale’de olduğu gibi tek bir yumruk oldu.

    Ve sonuç… Zafer ve Türkiye Cumhuriyeti.

    Çanakkale Zaferi, millet olma bilincine ermiş bir toplumun bir ve beraber olduğunda dünyaya, neler yapabileceğini nelere katlanabileceğini gösterdiği ve ispatladığı bir zaferdir.

    Eserin Hazırlanması ve Tarihi Önemine Dair;

    Bu eser Osmanlı döneminin önemli periyodik yayınlarından Yeni Mecmua Dergisinin 18 Mart 1915 özel sayısının (Yeni Mecuma Dergisi, 5/18 Mart 331 tarihli nüsha-yı fevkaladesinin) günümüz Türkçesi’ne aktarılması ile hazırlanmıştır. Eserde geçen harita ve tablolar da günümüz teknolojileri kullanılarak birebir renklendirilmiş ve yenilenmiştir. Ayrıca dönemin baskı teknolojileri ile zaman içinde yıpranan her bir fotoğraf aslına sadık kalınarak yenilenmiştir. Ayrıca eserin daha anlaşılabilir hale gelmesi için sadeleştirme yerine parantez içinde kelime anlamlarının verilmesi yoluna gidilmiştir.

    Bu eseri İstanbul Beyazıt Kütüphanesi’ndeki araştırmalarımız sırasında 2004 yılında bulduk ve bu heyecan verici çalışmayı Çanakkale’yi Yaşamak adıyla 2005 yılında Çanakkale Zaferi’nin 90.yılına bir armağan olarak neşretmiştik. Ancak geçen zaman içinde gelişen teknoloji ve günümüz dilinin giderek geçmişi anlamaktan uzaklaşması ile bu çalışmayı yeniden ele alma zorunluluğunu hissettik. Uzun soluklu bir çalışma neticesinde de elinizdeki eser ortaya çıktı.

    Bu eserin içerik ve önemine gelince de şunları söylemek mümkündür; savaş bir psikoloji işidir, insan da bir psikolojik varlıktır. Yüksek moral, yüksek başarı getirir, bu açıdan da eser belki Dünya Savaşı sırasında büyük bir etki gösteremedi ancak hiç şüphesiz Türk İstiklal Harbinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün millet tarafından tanınmasında ve bir lider olarak benimsenmesinde önemli bir rol oynadı. Mustafa Kemal, Türk Milleti’ni ölümüne bir mücadeleye, İstiklal Harbine davet ettiğinde millet yılların savaş yorgunuydu ve en önemlisi de mağlup düşmüş, moral ve motivasyonunu kaybetmişti. Bu açıdan peşinden ölüme gidilecek liderin iyi tanınması şarttır. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Çanakkale Muharebelerindeki yerini detaylı şekilde bu eserin anlatıyor olması da Atatürk’ün bir lider olarak özellikle Türk aydını tarafından kabulüne büyük katkılar sağladığı tarihi vakalara bir mantık silsilesi içinde bakıldığında görülecektir.

    Çanakkale Savaşı’nın devam ettiği sırada Osmanlı devlet adamları, bu muazzam mücadeleyi halka doğru bir şekilde anlatmak, süre giden efsanevi mücadeleyi sonraki kuşaklara aktarmak ve savaş sırasında son derece önemli görülen bir savaş propagandası yapmak amacıyla Osmanlı Devleti’nin en önemli tarihçi, yazar-çizer kadrosunu savaş alanına götürmüşlerdi. Böylelikle kalem ehlinin olayı canlı bir şekilde görmesi ve en güzel şekilde yazılar yazması bekleniyordu. Yazarlar bekleneni verdiler ve elinizdeki eser ortaya çıktı.

    Tarihimizdeki ilk Çanakkale Zaferi anma sayısı…

    Maddi sıkıntılar sebebiyle 1917 yılında ancak basılabilen elinizdeki eser, topluma birlik ve beraberlik halinde olunduğunda neler yapılabileceğini gösterme amacıyla devrin aydınları tarafından kaleme alınmış geniş kapsamlı bir çalışmadır. Yeni nesillere ve millete Büyük Çanakkale Mücadelesini aktarmaları için devrin aydınları, devlet yetkilileri tarafından Çanakkale savaş alanına götürülmüş, savaş devam ederken aydınlar birçok olayın canlı şahidi olmuşlardır. Çanakkale savaş alanlarını gezen, buradaki askerler ile konuşan aydınlar İstanbul’a döndüklerinde yaşadıklarını, görüp işittiklerini anlatan makaleler, şiirler kaleme almışlardır.

    Bu açıdan söz konusu takdim ettiğimiz eser dönemin ruhunu göstermesi ve hemen daha o dönemde yazılmış olması bakımından da heyecan vericidir. Aynı zamanda Çanakkale Zaferi ile ilgili ilk anma eseri olması bakımından da ayrı bir öneme sahiptir.

    Eserde devrin önde gelen yazar, çizer, düşünür ve müzisyenlerinin eserlerine rast geleceksiniz. Özellikle de Mustafa Kemal Atatürk ile yapılan ilk röportaja değinmeden geçemeyeceğim. Savaş devam ederken Mustafa Kemal Atatürk’ün aldığı notlar ile Ruşen Eşref Ünaydın’a verdiği uzun, kapsamlı ve Çanakkale Kara Muharebelerini aydınlatan röportaj her anlamda büyük bir tarihi kıymete de haizdir. Ayrıca eserde geçen röportaj, rapor ve alıntı ve görüşlerin hepsinin birinci elden kaynak niteliği taşıdığını da ifade edelim.

    Eserdeki haritalar Coğrafyacı Dr. Mehmet Fatih Döker tarafından aslına uygun olarak 2004 yılında yeniden çizilerek gözden geçirilmiş, Ramazan Çelik tarafından da 2019’da bir kere daha gözden geçirilerek yenilenmiş ve düzenlenmiştir. Kendilerine teşekkür ederim.

    Eserde mümkün olduğunca orijinal sayfa düzenine sadık kalınmaya çalışılmış ancak orijinaldeki üç sütunlu sayfa düzeninin okuyucuyu yoracağı düşünülerek tek sütunlu sayfa düzeni tercih edilmiştir. Eserde sadeleştirmeye gidilmezken, gerekli olan yerlerde parantez içinde italik olarak açıklamalara yer verilmiştir. Resimler, şekiller, harita ve tablolar orijinal yerlerine konulmuştur.

    Bu çalışmanın grafik ve tasarımını gerçekleştiren ve çalışmanın 21.yy teknolojileri ile buluşmasında büyük katkılar sunan değerli asistanım Erhan Akyel’e, her zaman sıra dışı bakış ile çalışmalarımıza değer katan asistanım Giray Işık’a da teşekkürü bir borç bilirim.

    Kepez/Çanakkale

    Halil Ersin Avcı

    2019

    BİR KAÇ SÖZ

    Müttefik ve düşman bütün muharip milletlerin mütefekkirleri, şairleri, sanatkârları, harp meydanlarındaki şecaatlerden, kahramanlık ve fedakârlıklardan destanlar vücuda getiriyorlar. Ve bu destanlar, fedakârlık muhabbetini, vatan aşkını dövüşmek şevk ve heyecanını tezyit ve idame için yapılıyor. Muharebe artık öyle bir renk ve hal aldı ki bu muhabbete, bu aşk ve heyecana şiddetle lüzum var. Buna örnek olarak Fransa’yı gösterebiliriz.

    Bugün sükûttan sükûtta kayan Fransa’yı siperlerde tutan, cenk heyecanını tutuşturan amiller arasında mütefekkirler zümresi birinci safı teşkil eder. Bu hassas, bu hamiyetli insanlar ne kadar hummalı bir faaliyet içinde çırpınıp duruyorlar; en küçük bir vaka için Fransa’yı velveleye veriyorlar ve bilhassa Maren Meydan Muharebesi için neler yapmadılar; günlerce, aylarca ne ateşli ne yakıcı bir lisan ile yapılan kahramanlıklardan bahsettiler, sanki bütün Fransız irfanı, ruh-u sanatı, Fransızlık aşk ve heyecanı burada feveran etti ve Fransa’yı baştanbaşa sardı; çocuk, kadın, genç, ihtiyar kahramanlıklara meftun yeni savletlere meclup kaldılar.

    Halbuki bizim cephelerimizde, Galiçya’da Dobruca’da ne azametli ne mehîp ne fahredilecek cenkler oldu, geçti. Biz ne yazdık? Ne söyledik? Yalnız, Anadolu’nun gürbüz ve er evlatları sessiz sessiz kanlarını döktüler; büyük cedlerden mevrus kahramanlıklarla tevazular içinde dövüştüler...

    Yapılan bu harpler arasında bilhassa Çanakkale müdafaası bir mucize idi. Maren savaşından çok yüksektir. Maren: iki senelik bir müddet için Fransa’ya bir siper oldu, bu kadar bir sihre mazhar oldu. Hâlbuki Çanakkale, Çar ve Moskof şirret ve tasallutunu, gayz ve kinini parçaladı; şarkın ebedî halâsına mübeşşer oldu. Göğün, güneşin necip ve nezih evlatlarına hürriyet ve istiklâlin altın tacını bahşetti ve sonra beşeriyete karıştı.

    Maren, arkasında titreyen Katolik Fransa’nın bir eseri ise, Çanakkale, önünde ayaklanan Müslüman Anadolu’nun lâyemut bir şaheseri, hamasete, hakka, şerefe bel bağlayan beşeriyete unutulmaz bir bergüzarıdır.

    İşte, biz artık bu sükûtlara nihayet vermek, millî tarihimizin asırlara karışan bu fahırlarla, şanlarla dolu mucizesini vicdanlarda ebedî yaşatmak emeliyle bu hâtıranâmeyi neşre teşebbüs ettik.

    Bu maksat ile İstanbul’daki mütefekkirlerimize müracaat ettik. Bazı zevat, ihtimal ki fazla meşgul idiler, cevap vermek lütfünde bulunamadılar ve bu sebeple kitabımız o kadar zengin çıkmıyor.

    Bundan başka iyi cinsten kâğıt tedarik etmek ve mürettip bulmak müşkülatı karşısında kaldığımız için hem nefis olmadı hem de vaat edilen vakitte neşredilemedi. Mamafih, bundan sonrakileri muayyen vaktinde ve nefis ve zengin bir surette neşredilebilmek için şimdiden tedbirini aldık, bir heyet teşkil ettik.

    Eğer bu hâtıranâmeyle azıcık olsun şükranlarımızı eda etmiş, millî tarihimize naçiz bir hizmet yapmış addedilirsek, doğrusu çok müftehir olacağım.

    Mehmet Talat

    SULTAN V. MEHMED REŞAD’A AİT ŞİİR

    Savlet etmişti Çanakkale’ye bahr ü berden

    Ehl-i İslâmın iki hasm-ı kavîsi birden

    Lâkin İmdâd-i İlâhî yetişip ordumuza

    Oldu her bir neferi kale-i pûlâd-beden

    Asker evlâdlarımın pîş-geh-i azminde

    Aczini eyledi idrâk nihayet düşman

    Kadr ü haysiyyeti pâ-mâl olarak etti firar

    Kalb-i İslama nüfuz eylemeye gelmiş iken

    Kapanıp secde-i şükrana Reşâd eyle dua

    Mülk-i İslâmı Hûda eyleye dâim me’men

    Tahmîs-i Manzume-i Hümâyûn

    Cebheden topları ejder gibi bârû-efgen

    Arkasından gemiler bir sürü dîv-i âhen

    Gökte teyyarelerinden saçarak nâr u fiten

    Savlet etmişti Çanakkale’ye bahr u berrden

    Ehl-i İslâmın iki hasm-ı kavisi birden

    Kadın erkek anadan tâ süt emen yavrumuza

    Hepimiz canla sarıldıkta vatan duygumuza

    İntizâr eyledi gafletle adüvv korkumuza

    Lakin imdad-ı ilahi yetişip ordumuza

    Oldu her bir neferi kale-i pûlâd-beden

    Şükür Allah’a ki gördüm bu mübarek sinde

    Kahraman ordumu serhadde muzaffer, zinde

    Müjde İran ile Turan’a ve Çin’e ve Hind’e

    Asker evlatlarımın pîşgeh-i azminde

    Aczini eyledi idrâk nihayet düşman

    Allah Allah nidasıyla muhacim ahrâr

    Tepelerden boşanıp sâika-vâr-î, kahhâr

    Ettiler düşmanı bir öyle ki icla-yı kenar

    Kadr ü haysiyeti pâmâl olarak etti firar

    Kalb-i İslama nüfuz eylemeğe gelmiş iken

    Rûh-u Peygamberi tebşire giderken şühedâ

    Millet arkanda bugün vecd ile tekbîr-serâ

    Sende mihrâb-ı hilâfette cebin-say-i sena

    Kapanıp secde-i şükrana Reşâd eyle dua

    Mülk-i İslâmı Hûda eyleye dâim memen.

    Yahya Kemal

    ÇANAKKALE’YE DÜŞMAN DONANMASININ HÜCUMLARI 5 MART 331 (18 MART 1915)

    Bazı tarihî ve mühîm hadiseler vardır ki: Bunlarla bizim aramızdaki mesafe-yi rüyet zaman geçerek uzadıkça onu bütün incelikleriyle görmeğe ve hayretle karşılamağa başlarız. Çanakkale Muharebeleri de o hadiselerden birini teşkil eder: Bunu bizlerin daha iyi görmesi ve bütün azamet ve dehşetiyle kavrayabilmesi için hem epeyce bir zamanın geçmesi, hem de uzak memleketlerden bîtaraf lisanlardan işitilip dinlenmesi lazım idi. 5 Mart 1331/18 Mart 1915 de İngiliz ve Fransız donanmasının mağlubiyeti, Osmanlı müdafaasının kıymet ve ulviyeti uzak yerlerde daha mütebellir ve daha muayyen akisler husule getirdi. Berlin’de telâkki ettiğim zevattan maruz kaldığım ilk teklif Çanakkale’ye ait hatıraların nakli oluyordu. Demek ki uzak memleketler, vakayı içindekilerden daha evvel ve bütün muhit ve şeniyyetiyle görüyorlar.

    Bu gün ise bir taraftan 5 Mart 1331/18 Mart 1915’le aramızda kalan mesafe-i rüyet oldukça uzayarak elimize kâfi derecede tarihî vesikaların tedarik ve tetkiki fırsatı geçmiş; diğer taraftan da bizden uzak memleketlerin bilhassa düşman menâbiinin bu babtaki neşriyat ve tenkitleri de tarafımızdan kemâl-i sükûnetle dinlenmiştir. Binaenaleyh bundan sonra 5 Mart (18 Mart) için ilmî ve fennî esaslar üzerinde artık hissiyatımıza kapılmaksızın mübâhase yapar ve her suretle şayan-ı iftihar olan bu zafer gününün sene-i devriyesini taziz edebiliriz.

    Çanakkale Boğazı kara ve deniz muhârebelerindeki Türk müdafaasının kıymet ve ehemmiyetini irâe ve tespit edebilmek için evvel-be-evvel Çanakkale Muharebeleri’nin başından nihayetine kadar bu kanlı macerada pek mühim ve bütün teferruatıyla nâ-kabil-i tarif bir vazife deruhte eden düşman donanmasının keyfiyyet ve kemiyyetindeki mahiyeti bilmek lazımdır. Hiç şüphe etmem ki bu mahiyet en süslü ve mübalağalı kahramanlık destanlarının kudret-i tebliğiyyesinden daha canlıdır. Düşman filolarının mahiyetini gösterecek olan rakamların ifade ettiği mana ise müdafi’în için bu hâilenin en beliğ ve veciz destan-ı mefahiri olacaktır. Truva harabeleri önünde cereyan eden muharebeler Homer’in İlyadasındaki masal ve efsane kahramanlarının menakıbından büsbütün başka bir kahramanlar tarihi ibda etmiştir. Pek âteşîn bir kuvve-i tahkiye, pek sihirkâr bir sanat-ı tahrir, bu hal ve vaziyeti her ân-ı infilâkında elem ve ölüm saçan topların tarrakasından(gümbürtü) daha radengîz şaşaalı bir surette tasvir edemez. Bu cihetle her şeyden evvel Çanakkale Boğazına hücum eden donanmanın çekirdeğini teşkil edip vakt-i hazarda(barış zamanı) İngiltere’nin Şark-ı Karip(Yakın doğu) sularında bulundurduğu ana kuvveti bilmeye mecburuz.

    Vakt-i Hazar Donanması: (Barış Zamanı Donanması)¹

    Şarkî Akdeniz’e memur olan donanmanın torpido deposu, teyyare sefinesi tamirhane ve hastahane gemileri, mühimmat, kömür ve nakliye vapurları gibi sefâin-i muavenesi hariç olmak üzere kısm-ı aslîsi, ber-vech-i âti cüz’-i tamlara ayrılmıştı:

    Başkumandan: Amiral Barkley

    İkinci Dretnot Kruvazör Fırkası (Kumandanı: Amiral Milne)

    İnflexible (Amiral Gemisi), İndifetigable, İndomitable

    İkinci Kruvazör Fırkası (Kumandanı: Amiral Troubridge)

    Defence (Amiral gemisi), Blackprence, Dük of Edinburg, Vuriyor

    Hafif Kruvazör: Chatham, Dublin, Gloucester, Weymouth iki kıta torpido gambotu, 16 torpido muhribi, B3 sınıfından tahtelbahir (denizaltı), 6 ihtiyat torpidosu.

    Cebelitarık’ta bulunan ihtiyat kuvvetleri : 10 kıta torpido, B3 sınıfından tahtelbahir...

    Fransız donanması ise mezkûr hükümetin Akdeniz’de bulundurduğu kuvâ-yı bahriyesi heyet-i umûmîyesinden ibaret olup aşağıda görüleceği vecihle İngilizlerle beraber boğazı zorlamaya memur edilen filoda bu kuvvetten ifraz olunarak gönderildi.

    İngiliz ve Fransız Filosu Boğaz Önünde:

    29 Temmuz 330 (10 Ağustos 1914) günü İmroz’la Bozcaada arasında Adalar Denizi’nin mavi ufuklarında yükselen duman bulutları beklenilmeyen yeni ziyaretçilerin vürûdunu bildiriyordu. Boğazın ileriye sürülmüş birer çifte nöbetçisi gibi duran Seddülbahir-Kumkale tabyalarındaki tarassut postaları bunların kim olduğunu anlamakta güçlük çekmedi. Geniş aralıklı çift kol nizamında ilerleyen bu filo, yukarıda kadrosu gösterilmiş olan donanmadan ayrılarak gönderilmiş bir İngiliz pişdar (öncü) filosu idi. Boğaz önünde nümayişkârâne bir çarh-ı hareketten sonra boğaz açığına (tarassut gemileri) bırakarak filo İmroz’da toplanmaya başladı.

    Yeni Türkiye, mazide daima vatanın aleyhinde ika edilen; siyaset emr-i vaki’lerinden layık olduğu derecede mütenebbih olmuş; artık her şeyi teyakkuz ve intibah ile karşılamağı en iyi bir hareket bilmişti. İşte bu sayededir ki hükümet, baş döndürücü bir süratle ilerleyen bu harbin daha ilk haftalarında bir emr-i vakiden kurtulmuş oldu. Binaenaleyh boğazın necip ve kahraman bekçilerine o günden itibaren ağır ve müşkülatlı olduğu kadar da şerefli bir vazife tevcih edilmiş bulunuyordu. Ağustos ayı, İngiliz filosunun tahaşşüt devri (toplanma) oldu. Bu toplanma zamanı zarfında İngiliz filosu boğaz civarına bıraktığı nöbet ve tarassut gemilerini o derece teksif etti ki bu vaziyete tehditkâr bir ablukadan başka bir isim verilemezdi. 23 Eylül 330 (4 Ekim 1914) günü İngiliz gemilerinin arasında Fransız bandırası da görülmeye başladı. Az bir zaman sonra anlaşıldı ki yeni gelen bu kuvvette Visamiral Queppratte (Keprat)’ın kumandasındaki 4 kıta zırhlı (Gaulois, Bouvet, Souffren, Charlmagne) bunlar, bilahare daha üç zırhlı ile de takviye edilmiştir.

    6 hafif kruvazör, 7 torpido, 6 tahtelbahirden mürekkep Fransız filosu idi. Fransızların gelmesiyle beraber harp hazırlıklarında derhal Fransızlığa mahsus asabiyet alâimi görüldü. Osmanlı karasularına kadar saygısızca sokulmak; adalara yerleşmeye çalışmak ve nihayet muarız körfezinde İzmir önlerine kadar gidip gelmek gibi lüzumundan pek fazla görülen telaşlar, Çanakkale müdafaa kuvvetinin merdâne tevekkül ve sükûnu karşısında Adalar Denizinde bir sinema şeridinin temaşasına benzeyen izler bırakıyordu. Fransa filosunun vüruduna tesadüf eden günde vuku bulan çirkin bir hadise Avrupa ile Asya’yı birbirinden ayıran bu dar dehlizin iki tarafında sarsılmaz ve yenilmez bir intikam fırtınası uyandırdı.

    İzmir hattına doğru kara sularım takiben istikşâfa(araştırma) giden Osmanlı filotillasına mensup Akhisar torpidosu Bozcaada önünde harp vaziyeti alan iki İngiliz açık deniz torpidosu tarafından yolundan çevrilmiş ve Akhisar torpidosuna gelen bir İngiliz Yüzbaşı Amiralin hükümetten aldığı emir üzerine hiç bir Osmanlı harp sefinesi boğazdan çıkarılmayacaktır; çıkarsa düşman adıyla batırılacaktır. diyerek (müttehit kuvâ-yı bahriye) kumandanının mütecavizâne bir ihtarını tebliğ etmiştir. Bu hadise hiç bir asrın hukûk-i düveliyle (devletler hukuku) telif edilemezdi. Bunda ne hukuk-ı hükümraniye şeklen olsun siyasî bir şem-ı riayet, ne de hal ve mevkiin icabı olan askerî bir mecburiyet vardı. Bunun ifade ettiği askerce mana doğrudan doğruya muhâsemeye ibtidar ve bir tecavüz idi. Halbuki: Bu zamanlar zarfında Bab-ı Âli Türkiye’nin beyneddüvel diplomasi vaziyetini tebliğ ettiği müsellah bi-taraflıkla tespit etmiş idi. Müselah bi-taraflık kuvâ-yı milliyenin hâl-i harp tehlikesine karşı gayr-ı müteaddi surette ihzarı demektir. Hükümet-i Osmaniyye bu mübrem vazifeyi pek iyi istical etmeksizin ifa ediyordu. Fakat yedi asırlık müşaşaa bir hayat-ı tarihiyenin timsali olan bu güzel İstanbul’un kapısı önünde böyle birçok hayırhah ziyaretçilerin tahaşşüdü şüphesiz ki endişeyi mucip oluyordu İstanbul yolunun başında yığılan bu âteşfeşân seyyar kalelerin tarafları içinde Fransızların şarka kucak kucak taşıyacakları ilim ve irfanları!.. İngilizlerin iğfalkâr ve sarışın servet ve samanları değil; Marmara’nın sakin ve lekesiz ufuklarına doğru gayz ve tahavvürle bakarak yumruklarını sıkan muhteris nişancıları vardı. Adalar Denizinde cereyan eden bütün faaliyet, işlerin akıbetinin nereye varacağını pek güzel gösteriyor ve yapılan her şey bütün uhud ve kuyûdu yıkan bir İngiliz gururuyla yapılıyordu. Cebel-i Tarık’ta Malta, Hanya, Kıbrıs ve Mısır’da ve bütün Fransa sahillerinde pek çok üssü’l-harekelere malik olan itilaf donanması Adalar Denizinde de yer yer üss-i bahrî tesis ediyordu. Bu üssü’l-harekeler karadan ve denizden Çanakkale’ye karşı yapılacak her nevi taarruzda harekât-i sevkü’l-ceyşiyye itibariyle Osmanlı sahillerine hâkim olan İmroz, Limni ve Bozcaada’da intihap edilmiş; Büyük Mondros ve Küçük Trebaki, limanları geceleri seyyar birer belde-yi ziya gibi parlayan her cinsten birçok gemilerin izdihamından geçilemez bir hale gelmişti. Eylül ayı zarfında deniz kıyılarına kadar sokulan keşif sefinelerinin faaliyeti teyyare istikşafları arttıkça artmış idi. Günün birinde Tavşan Adası önüne bir şamandıra konulurken diğer bir gün de Bozcaada’ya karargâh çadırları kuruluyordu. Seddülbahir-Kumkale’nin saha-yı rüyetinde öyle geniş ve acul bir faaliyet vardı ki; Vakt-i hazarın değişmeyen nihayetsiz günlerinde engin denizlerin lacivert boşluklarına bakmaktan usanan boğazın kahraman nöbetçileri şimdi bu her dem mütehavvil ve çeşitli menazırdan kendi hesaplarına pekiyi istifade ediyorlardı.

    Her gün tarassut(gözetleme) postaları bir gün evvelki gemilerden başka yeni birkaç geminin daha geldiğini haber verirlerdi. Şarkın bedâyi ve mehasin-i tabiatı karşısında gözlerini dört açmış; hiss-i tecessüsü çoğalmış askerlerle dolu olan bu gemilerden İstanbul ufuklarına doğru tahassürle dönen nazarlar hiç şüphesiz Seddülbahir Kalesi’nin asırdîde burç u bârûsu arkasında saklanan gürültüsüz ve mehîp kuvvetin hışım ve haşyeti karşısında tereddütle çevrilirdi. Her gece adalar arasında Boğazın dar medhaline doğru yayılan düşman mızıkalarının şetâret-i terennümü karşısında Türk nöbetçisinin uykusuz erişilen sabahlarında daima ve daima bir ümit güneşi doğar; semanın nihayetsiz ve esrarlı boşluklarında açılıp kapanan safha-i nur gibi 5 Mart’ın(18 Mart) mesut askerleri hiss olunurdu.

    Düşmanlar filolarının takviyesinde de kanaatsizlik etmişler; boğaz önüne sayısız denilecek derecede her cinsten sefain biriktirmişlerdi. Bunlar arasında dretnot, dretnot kruvazör gibi zaman-ı hâzırın en müthiş en harp gemileri ile torpil taharrisine memur balıkçı gemilerinden casusluk hizmetinde bulunanlara mahsus sebekbâr motorbot ve yelkenli kayıklara.. Monako’nun, Arkoşo’nun yarış sandallarına kanolarına varıncaya kadar hepsi mevcuttu. Adalardan hangi birinin ufak bir limana bakılsa Amerika ve Avrupa’nın en müzdehim limanlarına tereddüt etmeksizin benzetilebilirdi.

    Mondros, Hamburg’a; Sığrı, Tulon’a izdiham itibariyle ne kadar benziyordu ve ne kadar fâikti?

    Harbin zuhuru ile beraber bütün bu gemilerin hep birden ateşe başladığı farz olunduğu takdirde her birinin deruhde edeceği hizmete göre boğazın muharebe yapılan yerlerinde beher geminin hassasına bir, bir buçuk kilometre murabbaı(kilometre kare) bir sahâ-i endaht(atış sahası) isabet ederdi. Bu hesaba ve zaman-ı hazır topçuluğunun terakkiyatına nazaran boğaz barınılması mümkün olmayan bir isabet tarlası demekti. Şüphesiz bu harp gemilerinin cümlesi bir anda ve yalnız bir cephede hatt-ı harp açarak muharebe etmişlerdir. Fakat yine hiç şüphesizdir ki bu gemilerin hepsi gerek boğazdaki topçu muharebelerinde ve gerek ihracı müteakip muharebe günlerinde ya doğrudan doğruya yahut bilvasıta maksat-ı umûmînin ishihsali için çalışmış; bu suretle donanmanın her hangi bir cüz-i tammı müstakilen sahil istihkâmları ile topçu düellosu ederken diğer bir kısmı da herhangi bir yerden boğaz vesait-i müdafaasını bilarz seyyar topçu kuvvetlerini tespit ve iptale uğraşmıştır. Bütün bunlar birbirine o suretle rabt ve tevhit edilmiş harekâttır ki; muharip bir ordunun büyük cüz-i tamları arasındaki vahdet-i hareket ne suretle kabil-i tefsir ise donanma cüz-i tamlarının nıaksat-ı umûmîyi istihdaf eden müteferrik harekât-i bahriyeleri de aynı vecihle kabil-i tevsîm ve izahtır. Hele kara muharebelerinde filonun ihracı temin, taarruzu teshil ve himaye ve karadaki kuvvet için daimi ve seyyar bir üssü’l-hareke olmak hususundaki faaliyet ve tesirleri bir makinenin aksam-ı müşterekesi derecesinde yekdiğerine mütemmim olmuştur. Bu esbap dolayısıyla 29 Temmuz 330(10 Ağustos 1914)’dan itibaren boğaz önünde tahaşşüt etmeye başlayan ve düşmanın bahren hezimet ve ricatı burada Eceabat yarımadasından mağluben çekilmesi zamanına kadar Osmanlı şebeke-i istihbariyesinin Çanakkale darü’l-harbinde zabt u kayt eylediği harp gemilerinin cetvelini derc etmek mecburiyeti hâsıl olmuştur. Donanma cüz-i tamlarının esas nizam-i harpleri de henüz bütün katiyetle tahakkuk etmemiş ise de, cetvelde gösterilen harp gemilerinde suret-i terkip ve taksimi bir dereceye kadar anlaşılmıştır. İstihsal edilen malûmata nazaran bu gemilerden İngilizler ikisi ağır, biri hafif olmak üzere üç, Fransızlar da tam mevcutlu bir fırka-i bahriye ve birer filotila tertip etmişlerdir. Kumanda heyeti de zîrde isimleri gösterilen amiral ve zabitandan ibarettir.

    a) Umum Şarkî Akdeniz Kuvâ-yı Bahriyesi Kumandanı: Vis Amiral Carden²

    Umum Şarkî Akdeniz Kuvâ-yı Bahriyesi Kumandan Muavini:Kont Amiral John de Robeck

    Birinci İngiliz Filosu Kumandanı:Liva Amiral Serzbay

    İkinci İngiliz Filosu Kumandanı:Kalyon Kaptanı Hays

    Üçüncü İngiliz Filosu Kumandanı:Liva Amiral Wemys

    b) Fransız Filosu Kumandanı: Vis Amiral Queppratte (Umum İngiliz donanması başkumandanlığı nezdinde müşavir-i harp sıfatını haizdir.)³

    Filotilla Kumandanı: Firkateyn Kaptanı Kortuva

    c) Umum Tarrak Gemileri Kumandanı Blank

    Harp gemilerinin cümlesi krop ve harvey çelikleriyle mücehhez olup, cetvelde gösterilen ağır toplardan maada muhtelif miktarda tahte’l-bahir ve fevka’l-bahir torpido botları ve 5,6-7,5-7,4 milimetrelik maksim silahlarıyla son model makineli tüfekleri ve kuvvetli projektörleri hamil idiler.

    Muharebeye doğru:

    Karşı karşıya gelen kuvvetler, elektriklenmiş bulutlara benzerler... Harp tarihleri şimdiye kadar serhatlerde karşılaşmış olan ordulardan hiç birinin silah patlatmadan geri döndüklerini kaydetmiyor. Diplomasinin hudutlara kadar sürüklenmesine meydan verdiği gerdune-i sulh iki hudut arasında derhal top arabasına tahvil etmiştir. Seddülbahir-Kumkale’de sîne ve süngüsüne güvenerek her gün yüzlerce düşman gemilerini gözleyen boğaz nöbetçileri de bu vapur dumanlarının bir gün behemehal top ve tüfenk dumanlarına inkîlâp edeceğinden müsterihâne emin idiler.

    Yalnız asırların tehditkâr boşluğunda henüz tecrübe edilmemiş kudret-i harbiyyesine istinaden mübalağalı bir varlık sebebi addedilen mağrur Armadanın boğaza karşı hangi tarz muharebeyi kabul edeceği herkes için mûcib-i merak olmaktan hâlî değildi. Esasen boğaza yapılacak hücum için ancak şu üç ihtimâl hatıra geliyordu.

    a)Muntazam bir usûl-u taarruz

    b)Bir hücum-u cebrî

    c)Bir baskın

    Yani: Düşman ya muntazam bir usûl-u taarruz takip ederek evvela medhal mıntıkası istihkâmlarını iskât ile içeriye girecek ve sonra da dahildeki büyük istihkâmları birer birer susturmaya çalışacaktı. Yahut bir kısım donanmasıyla medhali bunaltıcı bir ateş altına alarak diğer kısım donanmasını bunun himayesinde içeriye sokacak; içeride torpil tarlaları önünde cüz’e tevakkufla bir taraftan daha-i istihkâmlarına cehennemi göz açtırmayarak vesâit-ı şâire ile torpil hatlarını tahrip edecek ve diğer taraftan da elde ettiği geçitten bir kısım donanmasını cebrî bir hücum ile ileri geçirmeğe uğraşacaktı. Bu iki ihtimâlin haricinde bir de baskın yapmak ihtimali vardı ki bu da kısmen müdâfiinin gafletinden istifade ederek torpil toplayıcı ve patlayıcı, ahşap, adî sefâin ileri sürecek ve bunların açtığı geçitten her neye mal olursa olsun donanmayı sevk edecekti.

    Şu üç tarz muharebenin haricinde denizden yapılacak başka bir şekl-i taarruz pek de fikirleri işgal edemezdi. Müdafiin için herhangi ihtimal olursa olsun muharebe cüz-i tamlarına taksim edilmiş olan vezâif hemen yekdiğerinin aynı gibidir. Ağır toplarla kuvvetli gemileri mürurdan menetmek küçük çaplı toplarla mevâni-i feriyyeyi izâleye çalışan muâvin gemileri batırmak. İşte müdâfiînin ilk ve son işi. Fakat bu ilk ve son işi de esaslı ve talî birçok şeylere mütevakkıftı. Umumun taht-ı itirafında olduğu vecihle evvel emirde tarafeyn kuvvetleri beyninde zalim bir nispetsizlik ve düşmanda kemmiyeten mühim bir tefevvuk var idi.

    Muhtelif safhalarda, Çanakkale Muharebeleri’ne iştirak eden İngiliz harp gemileri:

    Muhtelif safhalarda, Çanakkale Muharebeleri’ne iştirak eden İngiliz harp gemilerinin Eslihasları (Silahları):

    Bu hatt-ı harb gemilerinden başka aşağıda gösterilen filo aksamı da mevcut idi:

    Muhtelif safhalarda, Çanakkale Muharebeleri’ne iştirak eden Fransız harp gemileri:

    Muhtelif safhalarda, Çanakkale Muharebeleri’ne iştirak eden Fransız harp gemilerinin Eslihasları (Silahları):

    Fransızların bu hatt-ı harp gemilerinden başka atideki muavin sefineleri mevcuttu:

    Zırhlıları son sistem birer kale, topları pek çok ve en ağır çaplı yeni modelde adetâ birer cehennem makinesi vesait ve teçhîzât-ı saireleri ise bunlara kıyasen İngiliz istila emeli gibi şayan-ı hayret derecede mebzul idi. İşte bütün esbab-ı tefevvuk iledir ki; Donanma boğaz önünde hücum manevralarıyla nümayişkârâne bir surette harp hazırlıklarının derecesini denerken Londra ve Paris’te de İstanbul’a kadar seyahat programları hazırlanmış; Boğaziçi’nin mavi ve nûşîn dalgaları karşısında geçirilecek zevkâver günlerin hayalperver düşünceleriyle vapur acenteleri tarafından seyahat için azimet ve avdet biletleri bile tabolunmuştu. Onların düşüncelerine göre; filoları bir defa boğazdan içeri girdikten sonra bu büyük harbe de bitmiş nazarıyla bakılabilirdi. Çünkü Osmanlı pay-ı tahtının sükutu demek Osmanlı kuvvetinin felce uğraması demekti. Sonra Karadeniz’e çıkan bu filo, Rusya ile ittisal kesbetmiş ve Karadeniz’deki hâkimiyetle Balkan devletlerini de hükümât-ı merkeziyenin aleyhine ilân-ı harbe mecbur eylemiş bulunacaktı. İşte her şey böyle bir İngiliz bankası hesab-ı cârisi gibi gayet kolay ve pek adî tahmin ve hesap olundu. Fakat yekûn hanesinin yalancı rakamları arasında görülmeyen ve hesaba katılmayan bir şey vardı: Türk gücü.

    Seddülbahir ve Kumkale hisarlarının heyulâî gölgesi arkasında tarihin önünde diz çökmüş Allah’ına kasem etmiş, mefkuresine sâdık ve fedakâr bir kitle azim ve imanıyla hayatî kabiliyetinin her nevinden istifadeye koyulmuş sessiz ve mütevekkil çalışıyordu. Sırf bu ümit ve itimadıyla Avrupa ve Asya koridorunun yan duvarlarında ne kadar anâsır-ı müdafaa varsa hepsi yeniden takviye edildi. Her siperde ve her yerde avuç avuç topraklar hep bu mert ve zinde azim ile ya bir mezarın hafri yahut binâ-yı necatın temeli diye elden ele savruluyordu.

    İlk Bombardıman:

    21 Teşrin-i evvel 1330 (3 Kasım 1914)

    Her şey bitmişti...

    Filo takviye olunmuş, nîzâm-ı harpleri tayin etmiş, üss-i bahriyeleri tesis edilmiş boğaza ait her türlü istikşaflar yapılmış hatta harp hazırlıklarının manevra devresi bile hitama ermişti. Şimdi yalnız bir kumandaya ihtiyaç vardı: Ateş!.. Bunun için de itilaf sefirlerinin dür ü diraz-i münasebat hasene-yi siyasiye bahislerine ait nakarattan sonra hükümet-i metbûaları namına münasebât-i siyasiyenin inkıtâının tebliğ ile kesb-i fahr ve şeref etmek merasimi kalmıştı. Hele şükür olsun ki bu soğuk şekliyet de ikmâl edilerek Akdeniz Boğazı’nın önünde tekasüf eden musahhire ve sıkıcı vaziyet riyakar perdesini kaldırmış oldu. 21 Teşrinievvel 330 (3 Kasım 1914) tulu’uyla beraber İmroz(Gökçeada) ve Merkep(Eşek) Adaları arasından l kruvazör, 2 torpido ve 2 tahte’l-bahrin ilerlediği görüldü. Biraz sonra saat 6.15’te Limni istikâmetinden önde İngilizlerin Indefatıgable, İndomitable, Fransızların Souffren ve Verite zırhlıları birinci hatta kol nizamında ve bunları takiben de 1,500 metre aralıkla (biri Defence, diğeri Weymouth sisteminde) iki kruvazör ikinci hatta; 6 torpido ile daha gerisinde eski sistem bir İngiliz zırhlısı dahi üçüncü hatta olmak üzere onsekiz parçadan mürekkep bir filo boğaza yaklaşmaya başladı.

    En iyi keşif muharebedir derler. Düşmanın böyle bir keşif taarruzu muharebesi yapacağı tamamen anlaşıldı ve bataryalar silah başına indi.

    Filo saat 5.50’de birinci zırhlılar hattının Merkep Adasıyla İmroz’un vasati istikâmetine cephe tebdil etmesi üzerine bütün filo kruvazörler ihtiyatta kalmak ve torpidolar ikinci hatta bulunmak üzere harp vaziyeti aldı. Saat 6.55’te amiral bayrağı’nı taşıyan İngiliz hatt-ı harp gemisinin 12 kilometreden ilk ateşi açması üzerine dört zırhlı birden medhal istihkâmlarını seri yaylımlarla ateş altına aldılar. İngilizler medhalin Rumeli, Fransızlar da Anadolu istihkâmlarını hedef ittihâz etmişlerdi. (Ateş taksiminin bu şekli boğaz muharebelerinin nihayetine kadar her türlü çarpışmalarda devam etmiştir denilebilir⁴.

    Saat 7.05’te Ertuğrul ve Orhaniye bataryaları mukabeleten ateş açtılar. İlk ateşten itibaren mermilerin İndefatigable ile İndomitable arasına pek yakın düşmesi

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1