Vous êtes sur la page 1sur 33

AHİLİK AHİLİK HAFTASI - Ekimin 2.

pazartesi ile başlayan hafta


Cumhuriyetimizin kuruluşunun yetmiş sekiz, Osmanlı devletinin kuruluşunun yedi yüz ve Türklerin Anadolu'yu yurt
edinmelerinin bininci yıl dönümünü kutladığımız bu yıllar bize Türk tarihinin en önemli kurumu olan Ahiliği
hatırlatmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti 75 yıl önce Osmanlı'dan devir aldığı yönetimi, Osmanlı da 700 yıl önce Anadolu Selçuklu
devletinden almıştı. Anadolu Selçuklu devleti de Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun bir parçası olarak bu topraklarda
yaklaşık bin yıl önce kurulmuştu. Görüldüğü üzere 1000 yıldır Türkler Anadolu toprakları üzerinde yaşamaktadır.

Türklerin tarihi aslında bin yıl ile sınırlı değildir. Bilinen en eski insanlık tarihine kadar uzanır. Oğuz Hanlığı, Uygur
devleti, Göktürk devleti, Hun devleti M.Ö. 4000 yıldan beri, devletini ve kültürünü yaşatmaktadır. Dünyamızda bu süre
içerisinde birçok devletler kurulmuş, kültürler yaşamış, bunlardan birçoğu yıkılmış ve kaybolmuşlardır. Türklerin altı
binyıldır tarih sahnesinde oluşunun önemli bir sebebi kültür değerlerini korumalarından ileri gelir. Bu kültür
değerlerinin özü Ahilik Kültürü biçimine dönüştüğü XI. yüzyıldan sonra yeni bir anlayışla devam eder.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu konu üzerinde hassasiyetle durmuş ve Ahilik Vakfının tertip ettiği bir Şed
Kuşanma töreninde Ahilikle ilgili veciz bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmasında, "...Bin seneye yakın bir zamandır
Anadolu kıtasının sahipleriyiz. Bir büyük medeniyetimizin olduğunu bu medeniyetin birbirinden güzel, birbirini tesiri
altında bırakmış hazinelerinin bulunduğunu biliyoruz. Öyle olmasa zaten bu kadar uzun süre bu kıtaya hâkim
olunamazdı..." demiştir.

Tarih boyunca Türkler daima iyiyi güzeli aramışlar ve bulduklarında da tereddüt etmeden almışlardır. Türklerin
İslamiyet’e geçmeden önceki kültür değerleri bile bugün birçok ülkede görülememektedir. Tarihi araştırmalarda o
dönemde insan haklarına saygı, kadının toplumdaki saygın yeri, misafirperverlik, bir tehlikeye karşı birlik oluşturmak,
dayanışma, yardımlaşma gibi birçok insani değerlerin bugünkü tabiri ile evrensel değerlerin mevcut olduğunu
görüyoruz.

Türkler bu değerler ile mücehhez olarak çağın en yüksek medeniyetini kurmuşlardır. Dünyada pek çok dinler, inançlar
ile karşılaşan Türkler bazılarını denemişler fakat kendilerine en uygun gelen İslam dinini kabul etmişlerdir. Bu dini
seçerken hiçbir zorlama, hiçbir baskı yapılmamış kendi istekleri ile bu yüce dine geçmişlerdir.

Ahilik tüm bu değerleri kaynaştıran ve hayata geçirilmesini sağlayan bir yeniliktir. Türklerin "Rönesans”ıdır.

Ahilik anlayışı, toplumda yaşayan fertleri birbirine yaklaştırmak ve aralarında dayanışma kurulmasını sağlamaktır.

Bir toplumda birlik ve dayanışmayı sağlayan en önemli unsur müşterek değerlerin korunması ile mümkündür. Türklerin
Anadolu'da bin yıldan beri varlığını sürdürmelerindeki sır Ahilik anlayışı içerisinde bu değerlere saygı göstermeleridir.

Bu anlayışa göre din, dil, ırk farkı gözetmeksizin herkese eşit muamele yapılmıştır. Bir toplumda sosyal tabakalaşma
olabilir. Kimi zengin, kimi fakir olabilir; fakat ikisi arasındaki fark fazla olmamalıdır. Ahilik zenginliğe karşı değildir.
Çalışmak ve üretmek, alın teri ile kazanmak Ahilikte bir ahlak kuralıdır. Bunun için herkesin mutlaka bir mesleği ve işi
olmalıdır. Ahilik, halkın sırtından geçinenlere, bir köşeye çekilip miskin miskin oturanlara karşıdır.

Ahilikte iş ve meslek ahlakı, kabul edilmesi mecburi kurallar haline gelmiştir. Kendinden önce başkalarını düşünmek ve
kollamak, hak ettiğinden fazlasını istememek, kanaat ve tevazu ölçüleri içerisinde "hırs" ve "tama"dan uzaklaşmak,
kendi yeteneğine uygun bir işle meşgul olmak, sanatını mutlaka bir 3 üstaddan öğrenmek ve birliğin, beraberliğin
korunması için dayanışma içerisinde bulunmak ahiliğin mutlaka uyulması şart olan ahlak kaideleridir. Bu kaideler,
Ahileri tekke ve türbelerde çöreklenerek, el açıp halkın kutsal duygularını sömürerek onların sırtından bedava geçinen
asalak zümrelerden ayıran farklardır. Ahiler yeniliğe açık insanlar olup, halka sanat, meslek ve genel bilgiler öğretmek
için var güçleriyle çalışırlar.

Bu bakımdan Ahiliğin eğitimcilere ışık tutacak önemli özellikleri vardır.


Ahilik sisteminde, işyerinde çalışanlar ile çalıştıranlar arasında pek fark olmadığı gibi aralarında baba-oğul ilişkileri
vardır. İşyeri aynı zamanda sanatın ve ahlakın öğretildiği bir okuldur. Burada üretilen mal, belli bir ihtiyacı karşılayacak
şekilde kusursuz ve tam olarak üretilir. Emeğin karşılığı çalışanının alın teri kurumadan ödenir. İşyerlerinde çalışan ve
çalıştıranlar dayanışma içerisindedir. Bu uygulama emek ve sermaye'nin barışık olduğu bir model oluşturur.

Günümüzde toplam kalite, müşteri beklentileri, tüketici korunması, standart üretim gibi kavramların önemi yeni yeni
anlaşılmaya başlanmıştır. Bugün kaliteli üretim için başvurulan ve Toplam Kalite Yönetimi dediğimiz tedbirlerle
tüketicinin daha ucuz, daha kaliteli mal alma imkânı doğmuştur. Ahilik sisteminde bir malın üretimden tüketicinin eline
geçene kadar üretimin her safhası bütün çalışanların sorumluluğu altındadır. Çıraklar, kalfalar ve ustalar hep birlikte
malın kalitesinden sorumludur. Ayrıca oto kontrol sistemi ile malın kalitesi sürekli denetlenir. Bugün de toplam kalite
yönetimi kapsamında kalitede mükemmellik, verimlilik, hatasız üretim, kalite güvenliği, ülke ve uluslararası
standartlara uyum, ISO 9001, tüketiciye cevap verme hattı, tüketici tatmini gibi konular henüz yeni yeni işyerlerinde
gündeme gelmeye başlamıştır. Üretime katılan her kademedeki personelin eğitimi, işletme içi tüm personelden
faydalanma, tam kapasite çalışma gibi tedbirler yanında işyerinde her türlü üretim ve hizmetlerden işyeri çalışanları
sorumlu 4 tutulmaktadır.

Ahilik düşüncesinin kurduğu Ahi Birlikleri'ni batıdaki ve doğudaki benzer teşkilatlardan ayıran özellik, din adamlarının
da devlet adamlarının da Ahiler üzerinde herhangi bir etkisinin olmayışıdır. Bunun sonucu olarak Ahilik sivil toplum
kuruluşlarının en eski bir modelidir. Ahiler, daima toplum yararına hizmet yapmışlardır.

Bugün görülen bazı sivil toplum kuruluşları gibi halkı bölmemişler, halka ve topluma zararlı faaliyetlerde bulunarak,
yalnız kendi üyelerinin menfaatini korumamışlardır. Bugün sivil toplum kavramı, demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru
olarak kabul edilmekte ve resmi otoritenin karşıtı bir örgütlenme olarak algılanmaktadır. Devlete karşı gelmek, devletin
kurumlarını tahrip edenlerden yana gözükmek, sırf demokrat gözükmek için bu kurumlara destek vermek Ahiliğe ters
düşer.

Devlet olmaz ise sivil toplum kuruluşunun da olamayacağını bilmemek en büyük cehalettir. Sivil toplum kuruluşlarının
görevi halkın ihtiyacı ve mutluluğu için devletle beraber devlete yol gösterici olmaktır.
Ahilerin kendi üyeleri ile devlet ve toplumdaki fertler arasındaki ilişkilerde daima "demokratik ve laik" anlayış hâkim
olmuştur. Ahiler seçmede, seçilmede ve idarede tamamen demokratik bir sistem içinde yaşarlardı. Keyfilik, şahsi
ihtiras ve emellere kesinlikle yer verilmezdi. Teşkilatın hak ve adalet ölçülerine riayet ederek toplumda saygın bir yer
kazandıkları ve topluma hizmette kusur etmedikleri, devletle halk arasındaki koordinasyonu sağladıkları için, Ahi
başkanı devlet başkanının ayağına gitmemiş, devlet başkanı Ahinin ayağına gelmiştir.

Fransa'da, otoriter yapıyı yumuşatmak ve yönetimle vatandaş arasındaki ilişkileri iyileştirmek üzere on beş yıl önce
kurulan "Ombudsmanlık" kurumu Avrupa Birliği anlaşmasında ele alınmıştır. Topluluk üyesi ülke vatandaşlarının yeni
sisteme entegrasyonunda otorite ile halk arasında doğacak anlaşmazlıklarda arabulucu rolü oynamak, ortaklık
kurumları arasında güven ilişkilerini güçlendirmek, ayrıca vatandaşın şikâyetlerini 5 kabul ederek ortaklık kurumlarının
demokratik işlemesini sağlamak amacı ile "Avrupa Ombudsmanı" kurulmuştur.

Bu kurum aslında 1809 yılında yöneticiler ve yargıçlar hakkında yasal soruşturma yapmak üzere İsveç'te kurulan
Ombudsmanlık kurumunun bir devamıdır. Dünyamızda yaklaşık yüz yıl önce kurulan ve Avrupa Birliği'ne örnek bir
kurum olarak yaşatılan, bizim de belki her şeyde olduğu gibi kötü bir taktikçilikle Avrupa'da var diye hemen bu
senenin başında ithal ettiğimiz bu kurumun daha orijinalinin yeni yüz yıl önceki Ahilik sisteminde mevcut olduğunu
bilmiyoruz.

Almanya'nın kalkınmasında, Sanayi üretim birliklerinin önemli rolü olduğu, bu birliklerin eğitim ve teknik eğitime büyük
önem vermelerinden, araştırmalarla elde edilen buluşların üretime uygulanmasından, bankaların bütün kaynakların
sanayi emrine verilmesi ve devletin, yönetici yüksek memurlarının bu birlikleri desteklemesi sayesinde Ortaçağ
geriliğinden kurtularak kısa zamanda büyük ve zengin bir ülke haline geldiği bilinmektedir. Benzer uygulama
Osmanlı'daki Ahi Üretim Birlikleri'ndeki eğitim sistemine, orta sandıklarını sanayi emrinde kredi kuruluşu olarak hizmet
verilmesine benzemektedir. Nitekim Almanya'ya Sanayi Birliklerini tetkik için giden bir heyetimizin Alman kalkınmasının
sırrının ne olduğuna dair sorusuna bir yetkilinin cevabı "Siz buraya boşuna gelmişsiniz. Eğer dört yüz yıl önceki
Osmanlı'daki Ahi Üretim Birliklerini incelemiş olsaydınız, bizim nasıl kalkındığımızı öğrenirdiniz." olmuştur.

Gazeteci Yazar Hasan Pulur'un 21.08.1992 tarihinde Olaylar ve İnsanlar köşesinde "Almanların mesleki eğitim
sistemlerine yüzyıl önce, Osmanlı'daki Ahilik sistemini örnek aldıklarını" yazmıştır.
Japon sanayileşmesi, vazife şuur'u ve iş ahlakının samurayların geleneksel değerleri ve Konfüçyüs’ün felsefesine
dayandırılması sonucu elde edilen başarılarla gerçekleşmiştir.

Japon Sanayi Birlikleri, Alman Sanayi Grupları Birlikleri'nin sistemini alarak kendi gelenekleri ile birleştirmek suretiyle
kalkınmışlardır. Aynen Alman Sanayi Birlikleri'nde 6 olduğu gibi gençleri sıkı bir iş disiplini ve güçlü bir ahlak eğitim
vererek yetiştirmişlerdir.

Japonya'da işçi işveren arasındaki münasebetler aynı ailenin iki ferdi arasındaki münasebete benzer. Birbirine saygılı
ve dayanışma içerisindedirler. İşyerinde tam dürüstlük, ahlaklılık ve özveri ile çalışmak her Japon gencinin ideali
olmuştur. Ülkesi için çalışmayı her şeyin üstünde gören bu zihniyet Japon kalkınmasının en önemli dinamiği olmuştur.
Bu bilgiler ışığında Japonların kalkınmasında, Ahiliğin temel kaidelerini oluşturan benzer değerler etkili olmuştur
diyebiliriz.

Ülkemizde yeni yeni kurumsallaşan Rekabet Kurulu, Patent Enstitüsü, Kosgeb, Reklâm Kurulu yanında Ticaret ve
Sanayi Odaları, İşçi ve İşveren Sendikaları, Kooperatifler, Esnaf Odaları, Belediye, Bağ-Kur gibi sosyal hizmet veren
kurumlar Ahilik sisteminden günümüze yansıyan kuruluşlardır.

2000'li yılları yaşadığımız şu günlerde, Ahiliğin ahlak ve çalışmaya ait prensipleri kısaca Ahilik felsefesi, dünyamızda
ilerleyen toplumların modeli olacaktır. Bu görüş bir kehanet değildir. Bugün nasıl ki kalkınmış birçok ülkede Ahilik
prensiplerinin izlerini görüyorsak, yarın da ilerlemiş toplumların yükselmesinde Ahilik ilkelerinin, önemli rol oynadığı
görülecektir.
AHİLİK NEDİR?

"Ahi" sözcüğünün kökeni konusunda dil bilimcileri arasında görüş birliği yoktur. "Ahi" kelimesi, Arapça
"kardeş" anlamına gelmektedir. Ancak, Divanü Lûgati't Türk'te "Ahi" kelimesi eli açık, cömert, yiğit
anlamına gelen "akı" kelimesinden türediği kaydedilmektedir.

Terim olarak Ahilik ise, XIII. yüzyılın ilkyarısından XIX . yüzyılın ikinci yarısına kadar Anadolu'da,
Balkanlarda ve Kırım'da yaşamış olan Türk Halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâki yönden
gelişmelerini sağlayan bir kuruluşun adıdır.

Bu tanımlamalardan hareketle "Ahi" kelimesinin, kardeş, arkadaş, yaren, dost, yiğit anlamına geldiğini
söyleyebiliriz. Ahilik hem sosyal hem de kültürel yapılara ait bir terim olarak; birbirini seven, birbirine
saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi kutsal, çalışmayı bir ibadet sayan, din ve
ahlâk kurallarına sıkı sıkıya bağlı esnaf ve sanatkarların iş teşkilatı manasını taşır.

Ahi birlikleri her kurum gibi, belli bir ihtiyacı karşılama amacı ile kurulmuşlardır. En geniş anlatımla Ahi
birliklerinin kuruluş amacı; Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkmenler arasında yer alan çok sayıdaki
sanatkarlara kolayca iş bulmak; bu kişilerin Anadolu'daki yerli Bizans sanatkarları ile rekabet edebilmesini
sağlamak, piyasada tutunabilmek için yapılan malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca göre ayarlamak,
sanatkarlarda sanat ahlâkını yerleştirmek, Türk halkını ekonomik olarak bağımsız hale getirmek, ihtiyaç
sahibi olanlara her alanda yardımcı olmak, ülkeye yapılacak yabancı saldırılarda devletin silahlı kuvvetleri
yanında ülkeyi savunmak ve yerleşim bölgelerinde Türk-İslam kültürünü yaymak şeklinde tanımlanabilir.

AHİ EVRAN

Ahi teşkilatının kurucusu Ahi Evran, Azerbaycan'ın Hoy şehrinde doğmuş, 1172-1262 yılları arasında
yaşamıştır. Ahi Evren'in asıl adı "Nasîrüddin Ebü'l Hakayık Mahmud B. Ahmed"dir. Ünlü Türk bilgini,
iktisatçı ve sanatkarı Ahi Evran ilk eğitimini doğum yeri olan Azerbaycan'ın Hoy şehrinde aldıktan sonra
Horasan'a giderek ünlü alimlerden Fahreddin Razî'nin derslerine devam etmiştir. Ahi Evran gençliğinde
Hoca Ahmet Yesevî'nin talebelerinden aldığı ilk tasavvuf terbiyesi ile yetişmiş ve olgunlaşmıştır. Ahi
Evran, Hac vazifesini yerine getirdikten sonra o devrin mutasavvıflarının buluşma yeri olan Bağdat'a
gitmiştir.

Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, kayınpederi Evhadü'd-Din Kirmani ile Anadolu'ya
gelen Ahi Evran, Konya'da Sultan'a yazdığı Letaif-i Gıyasiye adlı kitabını sunar. 1205 yılında da Kayseri'ye
gelen Ahi Evran, burada bir deri imalathanesi-tabakhane kurar. Kayseri'de devletin desteğini ile debbağları
(dericileri) ve diğer sanatkarları da içine alan büyük bir sanayi sitesinin kurulmasına ve esnaf-sanatkarların
teşkilatlanmasına öncülük etti. Bu yüzden, tarih boyunca Debbağların Pîri olarak tanınmıştır. Her sanat
dalındaki birliklerin bir araya toplandığı bu siteler Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat zamanında diğer
şehirlerde de kurulmaya başlandı.

Sultan Alaeddin Keykubat'ın Ahi birliklerini desteklemesi sonucu Anadolu'nun birçok yerinde bu birlikler
süratle gelişti. Bu dönem Anadolu Selçuklu Devleti'nin iktisadi olarak en parlak dönemi oldu. Denizli iline
de giden Ahi Evran daha sonra Kırşehir'e gelerek Ahi birliklerinin teşkilatlandırılmasına hız verdi.
Kırşehir'de debbağlık (dericilik) sanatını geliştirip yaygın hale getirdi. Daha sonra "Ahi Baba"lığa yükseldi.
Ahi Evran, teşkilatına taze bir canlılık getirerek bütün Anadolu'da tanınan bir şahsiyet haline geldi.

Ahi Evran, eşi Fatma Ana'nın kurduğu dünyanın ilk kadın teşkilatı olan "Bacıyan-ı Rum" teşkilatını, bugün
ki adıyla Anadolu Kadınlar Birliği'ni, de himaye etmiş ve her iki teşkilatın da büyümesi için çaba sarf etti.
Ahi Evran kendi mesleği olan dericilik dalından başka 32 çeşit mesleğin gelişmesine öncülük etmiştir. Ahi
Evran'ın Anadolu'da kurduğu Ahilik teşkilatı ahlâk, akıl, bilim ve çalışma olmak üzere dört temel esas
üzerine kurulmuştur.
Ahi Evran'ın Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus'a sunduğu Letaif-Hikmet adlı kitap, sultanlara ve
yöneticilere nasihat verici ve "Siyasetname" türü eserinde hükümdarlara şöyle seslenmektedir:

"Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur: Allah insanları yemek, içmek, giyinmek,
evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu
ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik gibi çeşitli meslekleri yürütmek için
çok insan gerekli olduğu gibi, bu meslek dallarının gerektirdiği alet ve edavatı imal etmek için de birçok
insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün
sanat kollarının yaşatılması şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını
karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi gerekmektedir."

Hakkında birçok araştırma yapılan Ahi Evran Veli "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi
Ahiret için çalı" Hadis-i Şerifi'ni kendisine rehber edinmişti. Ahilik teşkilatı mensuplarına dünyada yaşamak
için bilgi, ahlak ve sanata, esnaf-sanatkarlar arasında yardımlaşma ve dayanışmaya, Ahiret için de takva ve
iman esaslarına sımsıkı sarılmaya ihtiyaç olduğunu sık sık hatırlatırdı. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda
büyük görevleri olan ve binlerce sanatkarı yetiştirmiş olan Ahi Evran 1261 yılında 90 küsur yaşında şehit
edilmiştir. Kabri Kırşehir'dedir.

Ahi Evran, ahlâk, sanat ve konukseverliğin uyumlu bir birleşimi olan Ahilik teşkilatını kurmuş ve bu
kurumu son derece saygın bir kurum haline getirmiştir. Bu sivil toplum kuruluşu yüzyıllar boyunca bütün
esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiştir. Ayrıca Ahilik, yeniçeriliğin kuruluşunda,
Hacı Bektaş töreleriyle birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi onur saymışlardır.
Örneğin Osmanlı hükümdarı olan Orhan Gazi ve oğlu Sultan Murat gibi padişahların yanı sıra devletin üst
düzey yöneticileri birer Ahi idiler.

AHİLİKTE MESLEKİ DAYANIŞMA VE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİ

Ahiler devrin elit tabakasından ve cemiyetin en iyi yetişmiş kişilerinden oluşmaktaydı. Davranışı, sanat
anlayışı, milli ve manevi değerlere duyarlılığı ve dünya görüşü bakımından Ahilerin hem devlet nazarındaki
yerleri hem de halkın nazarındaki konumları çok farklı idi. Ahilik; ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve
çalışma hayatında dayanışma ve iş- birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler yapmayı, sahasında
ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun icapları arasında saymıştır.

Bu özelliği ile Ahiler kendi aralarında da büyük bir yardımlaşma ve dayanışma örneği sergiliyorlardı.
İşbirliği ile esnaf ve sanatkarların, sermaye açısından daha güçlü bir konuma getirilmesi hedeflenerek,
maliyetlerin düşürülmesi, mal ve hizmet üretiminde kalite ve verimliliğin arttırılması sağlanıyordu.

Ahi Evran gerek Kayseri'de bir deri imalathanesi kurmuştur. Ardından bütün dericileri ve diğer sanatkarları
içine alan devrin en büyük bir sanayi sitesini kurmuştur. Her sanat dalındaki birliklerin biraraya toplandığı
bu siteler Anadolu'nun diğer şehirlerine de hızla yayılmıştır. Ahi Evran sanayi sitelerini takiben aynı
meslekte faaliyet gösteren esnaflardan meydana gelen çarşılar ve hanların kurulmasına öncülük etmiştir.
Bütün bu uygulamalarda Ahi Evran, esnaf ve sanatkarların birlikte hareket ederek güçbirliği yapmalarını
sağlamıştır.

Çalışmayı bir ibadet olarak gören Ahiler, gündüz ticaretle uğraşan esnaf ve sanatkarların gece eğitim ve
sohbetlerinin yapılacağı Ahi zaviyeleri ve konuk evlerini kurmuşlardır.Ahi birlikleri ortaçağ Avrupa’sındaki
benzerlerinden farklı olarak, daha fazla kazanmak, spekülasyon, haksız rekabet yerine karşılıklı yardım ve
sosyal dayanışma esaslarına bağlı kalmıştır. Ferdi teşebbüs, serbest kazanç, mesleki hürriyet, menfaat
çatışması yerine bütün topluma hakim bir nizam ve sosyal adalet duygusu, din ve ahlak kaideleri üzerine
kurulmuş, barışçı geleneklerle gelişen bir meslek mukaddesatı ve iş ahlakı Ahi birliklerinin ahengini
sağlamıştır.

Ahilik teşkilatının kuruluş gayesini belirtirken bu kurumların, Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türklere,
özellikle esnaf ve sanatkar olan Türklere her yönüyle yardımcı olmak amacıyla kurulduğunu ifade etmiştik.
Çok eskilerden beri Anadolu'da ve Osmanlı imparatorluğunun Türklerle meskun yerlerinde her esnafın bir
yardım sandığı vardı. Buna esnaf vakfı, esnaf sandığı ve daha önceleri esnaf kesesi derlerdi.
Kethuda, yiğitbaşı ile ihtiyarların gözetim ve sorumluluğu altında bulunan bu sandığı, sermayesi, esnafın
bağışları ile çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselenler için ustaları tarafından verilen
paralardan ve haftada yada ayda bir esnaftan mali gücüne göre toplanan paylardan birikirdi

1909 yılında yanan İstanbul'daki Uzun Çarşı esnafı, her yıl Ramazan ayında sandık hesabına Eyüp
Camiinde hatim indirir, pilav pişirerek esnafa ve çevre halkına ikram edilirdi. Esnaftan hali vakti uygun
olmayanlara, felakete uğrayanlara yardımda bulunur, esnaftan vefat edenlerin yakınlarına her türlü yardım
yapılırdı.

Ahi Baba Vekilleri hem dini hem de mesleki lider pozisyonunda olup, yalnız ustaların değil, kalfaların ve
çırakların da haklarını korumak durumunda idiler. Genellikle keramet sahibi oldukları esnaf tarafından
kabul edilen Ahi Baba Vekillerinin bu münasebetleri en adilane şekilde düzenleyecekleri kanaatı yaygındı.
“Eti senin kemiği benim” felsefesiyle ustanın yanına verilen çırak, çalışarak aynı ustanın yanında kalfa ve
usta olurdu. Ustalar yanlarında çalıştırdıkları insanların davranışlarından mesuldü. Bu sebeple bazı
durumlarda çırakların işledikleri suçlardan dolayı ustalarına ceza verildiğine rastlamaktadır. Çalışanların
kötü huy ve hareketleri ile bunların haksızlığa uğramalarından yalnız ustalar değil, kademeli olarak bütün
esnaf mesuldü. Bu anlayış çalışanların kontrol ve himayesinin yalnız ustalara değil, bütün esnafa ait olduğu
kanaatini yaygınlaştırmış ve böylece müessir bir oto-kontrol sistemi kurulmuştur.

Ahi birlikleri üyelerinin hayat anlayışı tasavvufçuların anlayışlarından farklıydı. Yaşamak için yaşatmak
gerektiğine inanılan Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir insanın rahatsızlığının
bütün toplumu kademeli olarak rahatsız edeceğine inanılır. Komşusu aç iken tok yatanın ağır bir dille
suçlandığı bu düşünce sisteminde sosyal adalet ve dayanışmanın önemli bir yeri vardır.

Ahi birliklerinde “can ve mal beraberliği” olarak ifade edilen dayanışma duygusu o kadar ileriye
götürmüştür ki, Ahinin kazancının geçiminden arta kalan bütünüyle fakirlere ve işsizlere yardımda
kullanmaları ahlâk kaidesi haline getirilmiştir.

Ahi birlikleri dayanışma konusunda ahlâk kaidelerine daima sadık kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki
dayanışmayı bozacağı endişesiyle aşırı kazanç arzusu bile kesinlikle engellenmişti. Söz konusu
engellemelerden dolayı, bu teşkilatta kazancın şahsiliği prensibine bile pek rastlanmaz. Teşkilat üyesi olan
esnaf ve sanatkarların kazancı tümüyle kendine ait değildir. Bu kazanç, şahsi olmaktan çok teşkilata ait
genel sermayeyi meydana getirmektedir. Teşkilatın orta sandığında toplana bu sermaye ile herkese
dağıtılacak şekilde alet ve hammadde alınmakta, tezgahlar kurulmakta, bir yandan da ihtiyacı olanlara
yardım edilmekteydi.

AHİLİĞİN SİYASİ VE ASKERİ FONKSİYONU

Ahiliğin çok etkili olduğu önemli alanlardan biri de askeri ve siyasi alandır. Ahi birlikleri, cemiyetin huzuru
için uzlaşmacı ve uzlaştırıcı bir tutum getirmişlerdir. Bu teşkilatın çatısı altına giren esnaf ve sanatkârlar,
mesleki, dini, ahlâki eğitimden ayrı olarak, askeri talim ve terbiye de görmüşlerdir. Anadolu'da süratle
yayılan, köylerde ve uç bölgelerde büyük nüfuza sahip olan bu teşkilat, Anadolu'da özellikle de 13. yüzyılda
devlet otoritesinin zayıfladığı bir dönemde, şehir hayatında sadece iktisadi değil, siyasi yönden de önemli
faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Özellikle idare teşkilatının geliştirilmediği ilk devirlerde, Moğol istilası sırasında şehirlerde ve küçük
kasabalarda mahalli halk idarecisinin temsilcisi olmuşlardır. Tokat ve Sivas'ı ele geçiren Moğollara karşı
Ahiler Kayseri'yi başarıyla savunmuşlardır. Özellikle de Selçuklu döneminde devlet idaresine karşı görülen
mevzii ayaklanmaların savuşturulmasında organize güç olarak fonksiyon icra etmişlerdir.

Osmanlı devletinin kuruluşunda ve siyasi otoritenin zayıfladığı dönemde Ankara şehrinde yönetim
faaliyetinde yer almaları siyasi fonksiyon için bir misal teşkil eder. Balkanlara kadar uzanan bir dini tebliğ
anlayışı teşkilatın dini fonksiyonu ile ilgilidir. Yine zaviyelerinde eğlenceden eğitime kadar faaliyet
göstermeleri ve "devletin hiç bir tesiri olmadan; şehir esnafı ve halkı, kendi kendisi idare ediyor, en
küçük bir su istimal, yolsuzluk ve ananeye aykırı harekete fırsat verilmiyordu" tespiti sosyal ve
kültürel fonksiyonla izah edilebilir.

Uzunçarşılı'nın "...Ahilerin de askeri teşkilatlara benzer silahlı teşkilatları olduğu malumumuzdur...


Mamafih bunlar, ordu kuvveti olmayıp, mahalli muhafaza kuvvetidir" tespiti ve ahilerin Fatih
dönemine kadar ordu ile beraber hareket etmeleri ve dağ başlarında zaviye kurmaları toplumsal
sorumluluğun askeri fonksiyonları ortaya koymaktadır.

Ordunun geçeceği şehir ve kasabalardaki Ahi birliklerine önceden haber gönderilirdi. Ahi birlikleri de,
kendi bölgelerinden geçerken orduya lazım olacak malzemeleri hazırlar; fırıncı, ayakkabı tamircisi, nalbant
gibi sanatkarlar hizmet vermek üzere görevlendirilirdi. gerekirse teşkilat komşu kasaba ve şehirlerdeki Ahi
birliklerinden yardım alarak hazırlıklarını tamamlardı. “Halktan alınıp da ordu ihtiyaçlarına sunulan
maddelerin bedeli ya Ahi orta sandıklarından ya da Hazine-i Hümayun’dan mutlaka karşılanırdı”. Böylece
ordu ikmal kademelerini kendi arkasından getiren bir yönetimden ziyade, onları önceden yollamış ve yol
boyunca hazırlanmış, çevik bir askeri güç niteliğine ulaşmış oluyordu. Bütün bu fonksiyonlar Ahilerin
vazgeçilmez değerlerinden olan toplumsal sorumluluğun bir gereğidir.

AHİ ZAVİYELERİ

Zaviyeler, Selçuklu Devleti zamanında kurulmaya başlanan ve Osmanlı döneminde de yapımı süren,
yolculara ve misafirlere bedava yiyecek, içecek ve yatacak yer temin eden "konuk evleri"ydi.

Ahi zaviyelerinde konuk ağırlama hizmetleri yapıldığı gibi, gençlere öğretmen, müderris, kadı, hatip ve
emir gibi şehrin ileri gelenleri tarafından düzenli olarak dersler de verilirdi. İşyerinde işi biten genç çıraklar
meslek eğitiminden sonra ahlâki eğitimi bu zaviyelerde görürdü. Kurulan zaviyelerin yakınında çok
geçmeden evler yapılıyor, iş yerleri açılıyordu. Aynı iş kolundaki sanatkarlar bir yerde toplanarak sanayi
sitelerinin, iş merkezlerinin ve çarşıların kurulmasına imkan veriyordu.

Ahi zaviyeleri, mesleğinde başarılı olan zengin, iyi ahlâklı ve cömert kişiler tarafından kurulurdu.
Günümüzde, Ahi adını taşıyan köy ve mahallelere rastlanılmakta, ayrıca tarihi belgelerde birçok Ahi
zaviyesinin adı geçmektedir.

YARAN ODALARI

Ahiler yalnız şehir ve kasabalardaki esnaf ve sanatkarları eğitip yetiştirmekle kalmamış Anadolu'nun en
ücra köşelerine kadar uzanmıştı. Anadolu köylerinin pek çoğunda kırk elli yıl öncesine kadar "yaran
odası" ve "misafir odası" adı altında misafirhaneler vardı. Köy kahvelerinin hızla çoğalmasıyla birlikte,
yüzyıllarca ahlâkî sosyal bir görev yapmış olan bu kurum da yavaş yavaş kendiliğinden ortadan kalkmaya
başlamıştır.

İbn-i Batuta'nın övgü ile bahsettiği, mükemmelliğini anlata anlata bitiremediği Ahi zaviyeleri bir çok köyde
"konuk odası" olarak görev yapıyordu. Konuk odalarının her türlü ihtiyacı ekonomik durumu iyi olan aileler
tarafından gönüllü olarak karşılanırdı. Köye gelen misafirlerin yeme, içme, konaklama, vb her türlü
hizmetleri buralarda ücretsiz bir şekilde karşılanırdı.

Ulaşım ve haberleşme imkanlarının son derce kısıtlı olduğu dönemlerde, meslekleri gereği seyahat etmek
zorunda olanlar için bu odaların önemi son derece büyüktür. Yaran odalarının bunların dışında pek çok
görevleri daha vardı. Yaran odaları da, tıpkı Ahi zaviyeleri gibi eğitimin gelişmesine ve insanlar arasında
yardımlaşma ve dayanışma duygusunun yerleşmesine önemli katkılar sağlamıştır.

Yaran odalarında, özellikle uzun kış gecelerinde, yapılan toplantılarda köyün ve köylünün sorunları
konuşulduğu gibi, dini ve milli kitaplar okunur, meslekî ve ahlâkî konuda sohbetler edilirdi. Okula gidecek
öğrencinin, askere gidecek gencin, evlenecek kişinin problemleri bu odalarda masaya yatırılır ve çözülürdü.
Yaran odalarının yönetimi, yaranların en yaşlılarından ve herkes tarafından sevilip saygı duyulan "yaran
başı" adı verilen kişiler tarafından sağlanırdı. Her yaran odasında, yaran başına vekalet edecek bir de "oda
başı" bulunurdu. Gerek "yaran başı" ve gerekse "oda başı" seçimle iş başına gelirdi.

İbn Batuta Ahileri tanıtıp toplumla ilgili misyonlarını izah ederken "Bunlar Anadolu'ya yerleşmiş bulunan
Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Memleketlerine gelen
yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarım
giderme, onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları
yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyanın hiç bir yerinde rastlamak
mümkün değildir" tespitinde bulunmuştur.

AHİLİKTE KALİTE VE STANDART ANLAYIŞI

Ahi teşkilatında kalite anlayışı, müşteri odaklı üretim ve her kademede yürütülecek eğitim anlayışından
geçmektedir. Mal ve hizmet üreten ahiler her şeyden önce müşteri isteklerini göz önüne almak
zorundaydılar. Kaliteli mal ve hizmet üretimi, iyi eğitilmiş çırak, kalfa ve ustalardan oluşan personel
kadrosuyla sağlanırdı. Son yıllarda dillerden düşmeyen Toplam Kalite Yönetiminin de esası müşteri odaklı;
ürünlerin ve hizmetlerin üretim süreçlerinin sürekli iyileştirilmesi yöntemleriyle, sıfır hataya yaklaşma
felsefesidir.

Ahi teşkilatının kurucusu sayılan Ahi Evran, ilk olarak esnaflar arasında birlik ve dirliği sağlamıştır. Esnafın
denetlenmesine ve özellikle de eğitilmesine önem vermiştir. Her esnafın sağlam iş yapıp yapmadığını,
müşterilere karşı davranışlarını kontrol etmiş, üretilen malların kaliteli ve standartta olmasına çalışmıştır.

Ahi birliklerinde ustaların üreteceği ürün belirli bir standarda bağlandığı gibi, alacakları çırak sayısı da
standarda bağlanmıştır. Usta sadece ahi teşkilatının öngördüğü kadar çırak alabilirdi. Çünkü çırakların sayısı
çok olursa işyerinde eğitim, üretim, kalite ve standart istenilen özellikte gerçekleşmeyecek ve kontrol
güçleşecektir. Eğer bir usta kalitesiz mal üretir, üretim standardına uymaz, kalfaların ücretlerini vermez,
çıraklarını sömürür, onlara bildiklerini öğretmez ve kendinden beklenen görevleri yerine getirmezse, ustaya
işyeri kapatma cezası verilirdi.

Ahiliğin temelleri başlangıçta o kadar sağlam atılmış ve kuralları zamanın ve toplumun ihtiyaçlarına o kadar
uydurulmuştur ki, bu kurallar sonradan şehir ve kasabaların belediye hizmetleri ve bu hizmetlerin
denetlenmesinden örnek alınmıştır.

Örneğin, esnaf ve sanatkarların meslekleri ile ilgili hususları düzenleyen 1630 yılından önceye ait olduğu
sanılan belge, ayakkabıcıların hangi kalitedeki ayakkabıyı kaça satacaklarını göstermektedir.

Türkçe'de hala mevcut olan “pabucu dama atmak” deyimi, bir Ahi deyimi olup, Ahiliğin kalite kontrol
sistemini çok güzel ifade etmektedir. Bazı esnafların imalatı, standartların altına düşürmesi, sahte mal imal
ederek hakiki gibi piyasaya sürmesi hususları da esnaf arasında tepkiyle karşılanıyordu. Bu gibi hallerde
ikazlara ehemmiyet verilmeyip, kalitesiz imalata devam edenlerin dükkânları, Kethuda'ları (esnaf odası
başkanları) tarafından kapatılırdı. Bu cezayla da kendisine çekidüzen vermeyenler daha ileri gittikleri
takdirde esnaflıktan ihraç edilirdi.

Birçok üründe olduğu gibi, şişecilerin imalatında da cinsine göre şişelerin gramajları tespit olunmuştu. Bu
gramajların altında imalat yasak olduğu halde riayet etmeyen bazı ustaların, dükkânları kapatılmıştı.

Düşük kaliteli nişasta imal eden ve bunu birinci sınıf nişasta fiyatına satan usta ise, uyarılara aldırmayarak,
halkı aldatmaya devam ettiğinden, lonca mensupları, kendisini aralarında barındırmak istemeyerek ihracı
için müracaatta bulunmuşlardır.

Kılıç kabzalarında sakız ağacı kullanıldığı halde, üzerini siyaha boyayarak, müşteriye abanos gibi gösteren
ve buna benzer daha bir takım yolsuzluklarla meslek haysiyetini zedeleyen başka bir esnaf da lonca
mensuplarınca aralarından ihracı istenmişti.
Ahi birliklerinde üretilen mal ve hizmette kalite ve verimliliğin artırılması için aşağıdaki kriterlere özellikle
dikkat edilirdi.

• Ahiliğin temel felsefesini, üretilen mal ve hizmette müşteri odaklı düşünceyi ifade eden, “Müşteri
velinimettir” anlayışı oluşturmaktadır.

• Ahilikte ikisi temel olmak üzere, üç yönlü eğitim vardır. Bunlar mesleki eğitim, tekke eğitimi ve
medrese eğitimidir. Medrese eğitimi mecburi değildir. Ömür boyu ve her kademede devam edecek
olan mesleki eğitimle tekke eğitimi Ahiliğin temelidir.

• Ahi birliklerinde katılım ve paylaşım esastır, bu sebeple toplantılara önemli bir yer verilirdi. Esnaf
aleyhine alınan kararlar büyük bir mecliste görüşülürdü. Ancak Ahi Baba Vekili, lüzum görürse,
“olağan üstü toplantı” yapardı. Bu toplantıya büyük meclis üyeleri ile birlikte her meslek kolundan
üç usta da davet edilirdi. Devlet yetkilileriyle yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanamazsa, ertesi
gün “Memleket Toplantısı” yapılırdı. Memleket toplantısına bütün ustalar, beldenin ileri gelenleri
(uluma, eşraf) ilan suretiyle çağrılırdı.

• Ahiler teşkilatında çalışanlar arasında dayanışmayı sağlamak, moral ve verimliliği artırmak için
akşam zaviyelerinde toplanılır, yemekten sonra dini, ahlaki ve mesleki konularda eğitici kitaplar
okunur, sohbetler edilir, ilahiler söylenirdi. Buralarda stres atılır, bilgi ve tecrübeler artırılır, ertesi
güne büyük bir moralle motive olarak işe başlanırdı.

• Ahilikte sosyal ilişkiler, dayanışma ve işbirliği pekiştirilmiştir. Üst yönetimden, çırağa kadar bütün
çalışanların işbirliği içerisinde bulunması, bu felsefenin en önemli amaçlarından biridir.

• Ahilikte üretilen kaliteli mal ve hizmeti ucuza satmak esastı. Kalitesiz bir malı fiyatından daha
yüksek bir bedelle satan esnafın “pabucu dama atılırdı”.

• Ahilikte israf haram olduğu ve maliyetleri arttırdığı için yasaktı. Üretilen mal ve hizmetlerde sıfır
hata esastı.

Patent hakkına saygı

Satışa sunulan bazı mallar, bütün esnaf tarafından imal edilebilmekte, bazılarının ise üretimi, birkaç ustaya
inhisar etmekte, hatta bunların fiyatları da diğerlerinden faklı olmaktaydı.

Herhangi bir usta tarafından icat edilen çeşidin patenti ise, sadece o ustaya aitti. Diğerleri, bu ürünü taklit
etmeyecekleri hakkında taahhütte bulunmaktaydılar. Örneğin, seccade kilimini dokuyan esnaf içinde ağır
kesme dokumanın patenti Nişo adlı bir gayr-i müslime aitti. Diğer ustalar da buna müdahalede
bulunmamayı taahhüt etmişlerdi.

Ahilik teşkilatının vazgeçilemez temel değerlerinden olan "hizmette mükemmellik" ise asırlarca bütün
hizmet çeşitlerinde kullanılmış, bilhassa üretimde kalitesizliğe müsamaha edilmemiş ve kalitesiz mal üreten
meslekten ihraç edilmesine yol açmıştır.

Buna rağmen Ahilerin varlık nedeni olan mükemmel toplum düzenini kısmen kurdukları söylenebilir.

Toplumumuzu tarif eden Hans BARTH "Bütün Türkler bir fikir üzerinde teemmüle dalmış filozoflara
benzerler. Göz ve ağızlarında kesif bir iç hayatının ifadesi okunur. Hepsinin hareketlerinde aynı ciddiyet,
konuşma, bakış ve mimiklerinde ayrı itidal mevcuttur. İnsan Paşadan, küçük bir bakkala kadar bütün
Türklerin aynı okulda yetişmiş, aynı asalet mertebesine sahip büyük senyörler olduklarını zanneder. O kadar
ki, İstanbul'da bir halk tabakası bulunduğunun farkına bile varmaz." (Djevad)

MESLEK SIRRI
Ahilik ahlâkına ait 740 kural bir anda öğretilmediği gibi, sanat ait bütün bilgiler de bir anda verilmezdi.
Ahlâk, usul ve erkana ait bilgiler kitap haline getirilmesine rağmen, üretime veya sanata ait teknik bilgiler,
yazılı hale getirilmemişti. O devirdeki birçok sanatçının sırları ve tekniği bu sebepten günümüze kadar
ulaşmamıştır.

Ahi teşkilatlarında, çırağı en iyi şekilde yetiştirmek ustanın göreviydi. Bunun için usta, sanatın bütün
inceliklerini ve sırlarını aşama aşama çırak ve kalfalarına öğretirken onların ahlaken de yetişmesi için gayret
gösterirdi. Her zaman çırak ustasından, usta da çırağından gururla bahsedilmesini isterdi. Ahlâken yetersiz
olanlara mesleğin tüm sırları öğretilmezdi. Bu sebeple Ahi teşkilatında keseri eline alan marangoz, malayı
iyi tutan sıvacı, makası alan terzi olamazdı. Bir kişinin mesleğin bütün sırlarını öğrenebilmesi ve iyi bir usta
olabilmesi için önce iyi bir meslek ahlâkına yani Ahi ahlâkına sahip olmalıydı.

PÜF NOKTASI

İnsanların sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik bakımdan yetişmesinde sözlü ve yazılı gelenek ürünlerinin
etkili olduğu bilinmektedir. Destan, efsane, menkıbe, kıssa, fıkra ve benzerlerinden teşekkül eden bu ürünler
ayrıca insanların mesleki, dini vb. yaşantı biçimlerinin oluşmasında da etkili olmuştur. Bunlara “işin püf
noktasını öğrenmek” gibi hikayeleri olan deyimler de eklenebilir.

Vaktiyle testi, vazo, çanak-çömlek imal edilen kasabaların birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir kalfa,
işinde uzmanlaştığına inanıp, kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ayrıca kendisinin de bir testi
imalathanesi açacak kadar bu hususta bilgi birikiminin olduğunu ve buna da hakkı bulunduğunu belirtir.
Usta, kalfanın bu tavrı karşısında önce tebessüm eder, sonra kendisin henüz işin püf noktasını
öğrenmediğini söyler.

Kalfa, ustasının bu sözlerine itiraz eder, ustasının bu sonu gelmez nasihatlerinden bıkıp hırsa kapılan kalfa,
ustasından icazet almadan bir dükkan açmış. Gider, bir testi imalathanesi açar, fırınını kurar testi imalatına
başlar. Bütün işlemleri ustasının yanındaki gibi yaptığı, testi toprağında aynı hamuru kullandığı halde hiç
sağlam testi üretemez.

Binbir emek ile yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe rağmen orasından burasından yarılıp,
çatlıyormuş. Zavallı kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemeyince, çaresiz, ve mahcup bir şekilde
ustasına gidip durumu anlatmış. İşinin uzmanı tecrübeli usta:

-Sana demedim mi evladım, sen bu işin “püf noktası”nı henüz öğrenmedin. Bu sanatın uzmanlık gerektiren
“bir püf noktası” vardır.

Eski kalfasına bu işin “püf noktası”nı öğretmeye karar veren usta, tezgaha bir miktar çamur koymuş ve
kalfasına:

-Haydi, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana bu işin “püf noktası”nı göstereyim,
demiş.

Eski kalfa ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta, önünde dönen testiyi
dikkatle takip edip arada bir “püf” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatıp bütün emekleri zayi edecek olan
bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp yok etmiş ve böylece çırak da bu sanatın “püf noktası”nı öğrenmiş.

Her sanatın incelik, uzmanlık gereken kısmına da o günden sonra “püf noktası” denilmeye
başlanmış.Ustasından “püf noktası”nı öğrenen ve ustasının duasını alan kalfa da dükkanına dönerek sağlam
testiler üretmeye başlamış. Bu örnek olay, ustanın önemini ifade etmekle kalmayıp işi öğrendiğine dair
ustasından olur almadan yapılacak çalışmaların da yarım kalacağını belirtir. Buna benzer anlatım türlerine
fütüvvetnamelerde önemli bir yer verilmiştir. Fütüvvetnamelerde yer alan bu ve benzeri türlerin o günkü
sanatkar ve ticaret adamlarının yetişmesinde önemli rolünün bulunduğu bilinmektedir.

ESNAF VE SANATKARLARINI DENETLEMESİ


Genel felsefelerine uygun olarak iş hayatının düzenlenmesinde de Ahi birlikleri, toplumu bir bütün olarak
ele alıp, bütün sosyal grupların menfaatlerini düşünmüşlerdi. Çatışmacılığı reddederek, uzlaşmacı sosyal ve
ekonomik ilişkilerin kurulmasını amaç edinen Ahi teşkilatlarının bu özelliği, sosyal huzuru sağlama
açısından, insanlığa ışık tutacak temel motifleri taşımaktadı

Ahi birlikleri, üretim ile tüketim arasında denge kurarak üretici ile tüketici arasındaki ilişkilerin, sosyal
huzuru sağlayacak şekilde gelişmesinin devamına çalışmışlardır. Bu maksatla zaman zaman üretim
sınırlamaları getirerek emeğin değerini bulmasını sağlarken, geliştirilen narh (satış fiyatların idarece tespit
edilmesi) sistemi ve standartlaşma ile tüketicinin korunmasını sağlamıştır.

Ahi birliklerinde kurulan denetim ve ceza sistemi ile esnaf ve sanatkarların meslek ahlâkına uygun tutum ve
davranış içinde bulunup bulunmadıkları, teşkilat idarecileri tarafından sıkı bir şekilde denetlenirdi. Kurallara
uymayan esnaf ve sanatkârlar kendilerine ders ve çevreye ibret olacak şekilde cezalandırılırdı. Denetimin
etkili yapılabilmesi için bütün şikayet kapıları herkese açık bırakılmıştı.

Üretilen mallarda kalite ve standart arama tüketicinin korunması bakımından son derece önemli idi. Her
birlik, üyelerinin imal ettiği ürünlerin kalite ve standardına göre fiyatlarını tespit ederdi.

Konulan nizama uymayanlar suçlarına göre cezalara çarptırılır, bu çeşit davranışla cezalandırılan suçluya
“yolsuz” denilirdi. Yolsuz hammaddeyi piyasadan alamaz, kimse ona mal satmaz, o üretmiş olduğu malı
kimseye satamazdı. Yolsuz kahvelere kabul edilmez, cemiyet toplantılarına giremezdi. Esnafın kendi içinde
kurduğu bu oto kontrol sistemi son derece dikkat çekicidir.

Ahiliğin en önemli kuralını çiğneyerek kalitesi bozuk mal üreten, tüketiciyi aldatan, yüksek fiyatla mal satan
esnaf ve sanatkara birlikten ihraç cezası verilirdi. Çünkü böyle bir kuralı çiğnemek, başta işyerindeki
kardeşlerine, kendisine ahlâk öğreten hocalarına, sanatın sırlarını öğreten üstadına yapılmış büyük bir
hakaret sayılırdı.

Üretilen mal ve hizmette standartların altına düşülmesi, sahte mal imal ederek gerçeğiymiş gibi piyasaya
sürülmesi ve yapılan ikazların dikkate alınmaması gibi suçların cezası iş yerinin kapatılmasıyla
sonuçlanmaktaydı. Kaliteyi bozanlar yanında, tespit edilen fiyatlardan daha yüksek fiyatla mal satanlara da
iş yerini kapatmaya kadar varan ağır cezalar verilirdi.

Bozuk ve kalitesiz malı satın alan müşteriye, isteğine bağlı olarak ya malın bedeli geri ödenir ya da aldığı
mal değiştirilirdi.

Ahilikte ceza, esnafın kurallara uyması için gerekli bir araç olarak düşünülmüş, çok ağır suçlar dışında
aşağılayıcı cezalardan kaçınılmış, cezaların eğitici olmasına özellikle dikkat edilmişti.

Suçlar için aşağıda belirtilen cezalardan biri takdir edilirdi.

1-Suçluyu masraf ve ikram yapmaya zorlamak,

2- Dükkân kapatma, kurban kesme, lokma çıkarmaya icbar (zorlanma),

3- İptidaî madde (hammadde) tevziatından (paylaşımından, dağıtımından) hariç tutma,

4- Mamul mal satışlarından hisse ayırma

5- Selamlaşmamak, yardım etmemek, (umumi boykot)

Ahilik teşkilatında, esnaf ve sanatkarlar arasında son derece güzel işleyen oto-kontrol mekanizması hakimdi.
Fakat bütün önlemlere, mesleki eğitiminin her aşamasında gösterilen inceliklere rağmen istisna da olsa bir
takım hilekâr esnaflara rastlanıyordu. Hileli mal ve hizmet üretenlere ilk tepki yine Osmanlı esnaf ve
sanatkarından gelmekteydi.
AHİLİK DÖNEMİNDE TÜKETİCİ HAKLARI

Sosyo-ekonomik ve tarihi bir kurum olan Ahilik teşkilatı Türk-İslam kültür ve medeniyetinin
oluşturulmasında ve bilahare Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda ve büyümesinde önemli bir rol oynamıştır.
Ahilik teşkilatının Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti döneminde Türk esnaf, sanatkar, sanayici ve
ticaret erbabını asırlarca bünyesi içinde barındırmış iş ve meslek ahlakını kurup korumuştur. Ahiler, devlet
düzeni içinde bu gibi teşekküller arasında kontrol mekanizmasını kurarken, tüketiciyi koruyan bir takım
önlemler de almışlardır.

Ahilik sisteminde para amaç değil araçtı. Ahiliğin amacı; insanların dünya ve ahirette huzur içinde
yaşamalarını sağlamaktır. Ahiler, kazandıkları para ile kendilerinin ve ailelerinin ihtiyaçlarını karşılarlar;
arta kalan parayla da muhtaç durumda olan fakir ve yoksul kimselere yardım ederlerdi.

Ahiler müşteri ilişkilerine son derece önem verirlerdi. Ticaret ilişkilerde "müşteri velinimetimizdir"
ilkesinin yerleşmesine vesile olan Ahi kültürüyle yetişmiş Türk esnaf ve sanatkarlarıdır. Bu söz bugün bile
birçok işyerinde asılı olarak durmaktadır.

Tüketicilerin korunmasına büyük önem veren Ahiler, müşterilerin temel ihtiyacı olan bir çok ürünü,
doğrudan doğruya üretim yapan işyerlerinden karşılayabilmesi için çarşılar kurmuşlardı.

İşyerleri, aynı sanat dallarında faaliyet gösteren esnafın bir yerde toplandığı “arasta” veya "çarşı" ismini
taşıyan iş merkezleriydi. Tüketici hem istediği ürünü, bu çarşılarda daha çabuk bulmakta, hem de aynı cins
ve kalitedeki ürünleri aynı fiyatla buralarda gönül rahatlığı içerisinde almaktaydı.

Demirden mamul araba parçaları, çeşitli nal, kağnı tekerleri, deriden mamul ayakkabı, bakırdan ve diğer
madenlerden yapılan kılıç, kap kaçak, bıçak-kaşık üzerine kazınan işaret (çentik) imal eden ustanın “alamet-
i farikası” yani amblemiydi. Bu amblem o ürünün adeta kalite belgesiydi, çünkü bu ürün aynı zamanda onu
yapan ustanın, çalışanların ve işyerinin övünç kaynağı ve şerefiydi.

Dayanıklı tüketim malları cinsindeki çeşitli demir, bakır gibi madenlerden imal edilen eşyalar üzerine
üreticinin bir işareti konulurdu. Bu işaret imal edenin "patendi-amblemiydi". Bu amblem o ürünün adeta
kalite belgesiydi, çünkü bu ürün aynı zamanda onu yapan ustanın, çalışanların ve işyerinin övünç kaynağı
ve şerefiydi.

Bu bakımdan işyerinde çalışan çırak, kalfa ve ustalar bu şerefi birlikte paylaşırlar ve kendi ürünlerinin en iyi
olması için gayret gösterirlerdi. Üretim esnasında çırağın veya kalfanın herhangi bir hatası derhal ustasına
bildirir ve yapılan hata derhal düzeltilirdi.

Her tüketici bilirdi ki, esnafın kusuru veya kastından doğan zararı tazmin edebileceği bir teşkilat, şikayette
bulunabileceği bir birlik vardı. Bu birlik ki müşterinin zararını tazmin ettiği gibi, buna sebep olan esnafı da
kendisine ders, çevreye ibret olacak şekilde cezalandırırdı.

Ahi teşkilatında, kalitesi bozuk mal üreten, tüketiciyi aldatan, yüksek fiyatla mal satan ve kurallara uymayan
esnaf veya sanatkara çok ağır cezalar verilirdi. Bu cezalar para veya hürriyeti kısıtlayıcı cezalar olmamakla
beraber ondan daha tesirli ve daha caydırıcı olan birlikten ihraç cezasıydı.

Sicillere intikal etmiş hadiselerden, Osmanlı esnafının, hilekarların karşısında bulundukları ve bunlardan
davacı oldukları görülmektedir. Verilen cezaya rağmen uslanmayanlar meslekten ihraç edilirdi.Bir malı
bilerek eksik satmak suretiyle müşteriyi zarara sokanlara verilen ceza da oldukça ağırdı. Boyacı esnafından
bir Ermeni, boyayacağı iplerin ağırlığını fazla, Türkmenlerin getirip sattıkları peynir ve yağların ağırlıklarını
az göstererek halkı aldattığı için, boyacılar şeyhinin müracaatı üzerine dükkanından çıkarılmıştı

Herşeyden önce esnafta doğruluk aranırdı. Hileli, çürük iş yapmak, müşteriden tespit edilen fiyatın üstünde
fiyat istemek, bir başkasının malını taklit etmek büyük suç sayılırdı. Noksan ölçü ve bozuk terazi
kullananlar cezaya çarptırılırlar, sahte ve kalitesiz mal imal edenlerin ise malları toplanır, kendileri
meslekten çıkarılırdı. Esnaf mütevazi kâra kanaat ederdi.
Sattığı süte su katan bir sütçünün kuyuya basıldığı, bozuk kantar kullananların ibret-i alem için çarşı-pazar
dolaştırıldığı, ekşi pekmez satanın pekmezinin başına geçirildiği bilinmektedir. (28)

Elbise diktirmek isteyen birisi dükkana geldiğinde terzi müşterisinin ölçüsünü aldıktan sonra kumaşı tartar
ve ölçünün yanına bunu da not ederdi. Elbise hazır olduktan sonra, artan parça ve kırpıntılarla birlikte
elbiseyi tekrar tartar ve ondan sonra müşteriye verirdi.

Sekiz asırdan beri Müslüman Türkler arasında kullanılmakta olan "Pabucun dama atılması" deyimini
hepimiz biliriz. Bu deyim bize geçmişteki örnek bir Ahi uygulamasından kalmadır.

Ahiliğin kurucusu ve esnaf ve sanatkarların piri olan Ahi Evran, ayakkabıcı esnafının bulunduğu çarşıdan
geçerken onların yaptığı ayakkabıları inceleyerek, hileli gördüklerini kesip dama atar, dükkân kapatılır ve
ayakkabı ustasının peştamalı kapının kilidine bağlanırdı. Müşteriye de yeni bir ayakkabı verilerek
tüketicinin mağduriyeti önlenirdi.

Böyle bir olay olunca, bunun haberi esnaf arasında hızla yayılır, "filanca ustanın pabucu dama atıldı"
denilirmiş. Pabucu dama atılan usta, utancından haftalarca insan içine çıkamaz, kimsenin yüzüne bakamaz,
kendini af ettirmek için elinden geleni yaparmış. Çok zaman da bunlar kafi gelmez, terki diyar etmek
zorunda kalırmış.

Örnek Olay:

Ahilik ahlâkıyla yetişmiş Osmanlı esnaf ve sanatkarında doğruluk esastır. Hileli satışa kesinlikle müsaade
edilmezdi. Yabancı bir kumaş tacirinin Osmanlı ülkesine gelerek bir kumaş imalathanesinin mallarını
beğenip hepsini almak istedikten sonra, mal sahibinin kumaş toplarını denklerken bir top kumaşı ayırdığını
görüp bu hareketinin sebebini sorması üzerine, Osmanlı esnafı “Onu sana veremem, kusurludur”
cevabını verince;

Yabancı tacirin “Ziyanı yok, önemli değil” demesine rağmen Osmanlı esnafının o kumaş topunu
vermemekte direterek: “ Benim malımın kusurlu olduğunu söyledim, biliyorsunuz. Fakat siz onu kendi
memleketinizde satarken, alıcılarınızın orada benim bunları size söylemiş olduğumu
bilmeyeceklerdir. Böylece de müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım. Neticede Osmanlı’nın
gururu şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi de hilekar sanacaklardır. Onun için bu sakat topu asla
size veremem” diyerek kumaşı vermemiştir.

OSMANLI DEVLETİ’NİN ESNAF VE SANATKAR NİZAMNAMESİ

Ve ekmekçiler işlediği ekmeğin ve çöreklerin çiği ve karası olmaya. Gözlenip eksik ölçü ve dirhemine bir
akçe cerime alalar.

Ve kasaplar koyunu geceden temizleye ve arı (pak, temiz) satalar. Ve semizini saklayıp, zaifini
boğazlamıyalar. Her zaman koyun tedarik edip keseler. Halka et yetiştireler. Ve kuzu ve sığır kasaplarına
dahi kanun oluna ki dikkatlice ve temiz hizmet edeler.

Aşçısının pişirdiği et çiğ olmaya, tuzsuz olmaya ve pak kotaralar. Ve kase ve bezi temiz ola. Ve kazanı
kalaysız olmaya ve çanakları eski ve sırçasız olamaya. Ve hizmetkarları kafir olmaya ve bellerindeki futaları
(önlükleri) temiz ve yeni ola.

Başçıların pişirdiği baş ve başçısı görüle ki, temiz tutalar, temiz pişireler. Bayat, kirli ve kıllı olmaya.

İşkembeciler işkembeyi iyice temizleyip temiz su ile yıkayıp temiz su ile pişireler ve pişkin ola ve sirkesi
ve sarımsağı tamam ola.
Börekçiler de gözlene. Hamurları arı undan ola. Meyanesi soğanlı ola. Koyun etinden başka et
karışdırmayalar.

Yaş ve kuru meyveler ve başka yiyecekler; üzüm, incir ve benzeri meyveler on-onbir akçe üzerine (%10
kar ile) satıla. Bahçelerden gelen yemiş yüzleme (yüzü iyi, altı kötü) olmaya. Üstü nasılsa altı da öyle ola.
Pazar yerlerinden başka yerlerde satılmaya. Yolda karşılayıp satın almak isteyeni muhtesib (görevli, zabıta)
tutup siyaset ede(cezalandıra).

Yoğurtçuların yoğurdu da gözlene. Nişasta ve su katmayalar. Kaymakçılar, peynirciler ve turşucular dahi


gözlene. Turşu sirke ile kurula, kepek ve ekşisi kurulmaya.

Helvacılar, pekmezciler, şerbetçiler dahi gözlene. Şerbet miski ve gülabi (kokulu) ola. Ekşi ve sulu
olmaya. Hoşafçılar dahi gözlene. Hoşafları ekşi olmaya ve gayet temiz ola.

Terziler dahi gözlene. Her çeşit elbiseyi verilen narh(idarece tespit edilen azami fiyat) üzerine dikeler.
Dikmek için aldıkları kaftanları vaktinde vereler. Eğer bir kişinin kaftanı kısa ve dar ve yaramaz dikilmiş
olsa kadı marifetleriyle haklarından geline.

İpekçiler de gözlene. İpekleri düz ola. Ve gömlekçiler de gözlene, aldıklarına göre satalar, sağlam dikeler,
yenleri normal ve bol ola.

Çuhacılar, takyeciler, atlasçılar ve bürüncekçiler de gözlene. Kusurlu, eksik ve kötü işlemeyeler. Her ne
dikerse yeni kumaştan dikile ve mücevvezenin astarı çok çirişli olmaya, iyi dikile.

Çizmecilerin ve ayakkabıcıların işledikleri kalp olmaya. Gayet iyi ola. Günü dolmadan delinirse ceza
göre. Cezası akçe başına iki gün (hapis) hesabıyladır. Lakin gön veya sahtiyan delinirse suç debbağındır.

Ve mutaflar (kıldan ip vb şeyler dokyan kimse) ve keçeciler dahi gözlene. Keçeyi çiğ pişirmeyeler, adet
üzere yapalar.

Demirciler de gözlene. İşledikleri demiri kalp işlemeyeler ve illet (özürlü) etmiyeler. Ve kazancılar dahi
gözlene. Kazanın ve haranın kulpunu demirden değil bakırdan yapalar. Ve kalaycılar kalayladıkları nesneyi
gayet iyi kalaylıyalar kalp ve illet etmeyeler.

Ve nalbantlar dahi gözlene. Katırı dört akçeye, eşşeği üç buçuk akçeye nallayalar. Mıh eğrilip atılsa
nalbant üzerinedir. İnad ederse tedip (terbiye) edeler.

Ve bıçakçılar dahi gözlene. Dımakşi (Şam işi) diye Frengi (Avrupa işi) işlemeyeler ve satmayalar. Cinsi
cinsiyle satalar. Ve iğneciler dahi işledikleri iğneyi iyi işleyler. Demir iğneyi Dımakşi diye satmayalar.

Ve kuyumcular gözlene. Emin kimse ola. İşin sadesini (düzünü) dirhemini bir akçeye; menyakar (süslü)
işini ikiye işleye.

Yapı ustaları ve dülgerler günde yemekli on akçeye işleyeler. Gün doğarken gelip gün inmeden gitmeye.
Kiremitçiler de gözlene, çiğ pişirmeyeler. Ve kerpiçciler kerpici sıkı ve kalın edeler.

Ve tahıl pazarında satılan buğday ve arpa ve huhubat her ne ise, samanlı ve kesmüklü olmaya, temiz ola
ve tamam ölçeler. Ve kile (ölçek) damgalı ola. Eksik ya da fazlası bulunursa şiddetle cezalandıralar.
Sabuncular ve mumcular dahi gözlene. Sabun iyi ola, pişmiş ola ve yarık olmaya. Mumlar ise çirkli ve
kokar yağdan olmaya. Fitili yoğun (katı ) olmaya.

Ve oduncular dağda çok yükleyip şehre yakın gelince yükü eksütmeye, adetçe normal ola. Hayvana fazla
yük yüklemeyeler, nalsız gezdirmeyeler, semerleri eski olmaya.

Attarlar (baharatçılar) dahi gözlene. Sattıkları şeyler zağferanili ve yağlı olmaya. Baş şekerini üç kağıttan
ziyadeye sarmayalar. Frengi şekeri iyi şeker fiyatına satmayalar.
Bezzazlar (bez satan, manifaturacı) dahi gözlene. İbrişimi (bükülmüş ipek ipliği) iyisine karıştırmayalar ve
arşınları eksik olmaya. Ve boyacılar her ne rengi boyarlarsa iy edeler. Bezi taş üstünde döğüp zarar
vermeyeler ve boyalı bezi yol üstünde asmayalar.

Ve hamamcılar hamamı pak ve temiz tutalar. Peştemallari delikli ve kısa olmaya. Kafire ayrı rida (havlu )
vereler ve kafir yüzün sildiği rida ile müslüman yüzün silmeye. Velhasıl müslümanların her nesnesi ayrı ola.
Eğer inad ederlerse muhkem ta zir edip haklarından geline.

Ve değirmenciler dahi kimsenin buğdayını, arpasını değiştirmeyeler ve değirmeni başı boş bırakmayalar ve
yabana gitmeyeler. Taşlarını vakti geldikçe dişeyeler. Haklarından artık tereke almayalar ve çalmayalar.
Herkes nöbetle öğüde ve bir kişinin terekesini çıkarıp bir başkasınınkini koymayalar. Değirmende tavuk
besleyip halkın ununa ve buğdayına zarar vermeyeler. Vakitlerini bilmek isterlerse ancak bir horoz
besleyeler. Eğer inad ederlerse muhkem haklarından geline.

AHİLİKTE MESLEK SEÇİMİ

Ahi birliklerinde meslek seçimine ve iş bölümüne önem verilirdi. Ahiler kabiliyetlerine uygun bir işte
çalışırlar. İkinci bir iş peşinde koşmazlardı. Gençler yamaklık ve çıraklık aşamasında iken bir kısım testlere
tabii tutularak yetenekleri tespit edilerek, hangi meslekleri sevdikleri belirlenirdi. Gençlere kabiliyetleri ve
ülke ihtiyaçları doğrultusunda gelecek vadeden mesleklerde eğitim verilirdi. Böylece meslek seçimi
rastlantıya veya bilimsel olmayan sistemlere bırakılmazdı.

Ahilikte insanların iş değiştirmeleri veya birden fazla işle uğraşmaları hoş karşılanmazdı. Bu sebeple,
Ahinin birkaç iş veya birkaç sanatla değil, kabiliyetine en uygun olarak sevdiği tek bir iş veya tek bir sanatla
uğraşması ahlâk kaidesi haline getirilmişti. (30)

Ahi birliklerinde iş bölümü ekonomik olduğu kadar bir ahlâk problemi olarak da ele alınmıştı. Herhangi bir
işte karar kılmayarak sık sık iş ve meslek değiştirmek ancak sebatsız ve istikrarsız bir ruh yapısına sahip
olanların yapacağı davranış olarak kabul edilirdi. Böyle insanlar ise Ahi olabilecek ruh disiplinine sahip
olarak kabul edilemezdi.

Ahi birliklerindeki iş değiştirmeme ve birden fazla işle uğraşmama ilkesi, sanatkarların kendi mesleklerinde
daha rahat ilerlemelerini de sağlamıştır. Başka bir iş yapma ihtimali bulunmadığından, sanatkarlar bütün
düşünce ve gayretlerini işlerine vererek bugün hayranlıkla seyrettiğimiz şaheserleri meydana getirmişlerdir.

USTALIK MERASİMLERİ

Geleneksel usta-kalfa-çırak sistemini şu şekilde özetlemek mümkündür. Yaşı ortalama 12-13 olan çocuk,
velisi tarafından kabiliyetleri doğrultusunda, herhangi bir sanat dalında faaliyet gösteren bir ustanın yanına
belli bir süre çalışmak ve mesleği öğrenmek üzere çırak olarak verilirdi.

Usta eğer işyerinde ya da atölyesinde yeni bir çırağa ihtiyacı varsa çocuğun fiziki kabiliyetini ve moral
karakterini anlamak için geçici bir süre çalışmasına müsaade ederdi. Böylece yanında çalışmaya başlayan
çocuğun başarısını, kabiliyetini küçük işler yaptırmak suretiyle gözlemleyen usta, yeni çırağın dürüstlüğü
hakkında da kanaat sahibi olmak isterdi.

Öte yandan ustalar, yanlarında çalışan çırak ve kalfaların arkadaş seçimine de dikkat ederlerdi. Çünkü iyi
arkadaşların, iyi bir sanatkâr olmada olumlu katkıları olacağına inanılmaktadır. Bu kısa gözlemlerden sonra
çocuk kabiliyetli, çalışkan, dürüst ve güvenilir bulunursa o iş yerinde çırak olarak çalışmasına izin verilir.
Böylece 3 yıldan 5 yıla kadar değişen bir zaman zarfında ustası, çırağın hem mesleki hem de manevi
hocasıydı. Ayrıca usta, o sanat dalındaki manevi liderleri, meşhur şahsiyetleri ve onların hayat hikâyelerini,
zaman zaman çocuğa aktararak, çocuğun bu sanatkâr grubunun bir üyesi olmasına yardımcı olurdu.
Ahilikte esnaf ve sanatkârlara işyerinde yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisi ile mesleğin incelikleri
öğretilirken, akşamları toplanılan Ahi zaviyelerinde de ahlâki eğitim uygulanırdı. Böylece hem kendi
çalıştığı mesleğin, hem de diğer meslek kollarının bir peygambere ya da bir pîre dayandırıldığını gören ve
bunların örnek alınması lazım geldiğine inanan çocuk, yıllar önce o meslekte tesis edilen disiplinin
sürdürülmesine inanırdı.

İşe başlarken mesleğin pîrinin saygıyla anılması uyulması gereken kuralların başında geliyordu. Böylece
manevî bir alanın denetimi ve himayesinde ekonomik hayat, Ahilik çerçevesinde düzen altına alınmış
oluyordu.

Çıraklıkta geçen ilk yılı ustayı devamlı gözleme ve öğrenme dönemi olarak değerlendirebiliriz. Usta ile
çırak arasındaki ilişki tarzı bir çeşit itaat ve saygıyı içerir. Usta kısmen öğretici kısmen de baba rolünü
üstlenmiştir. Bu yüzden çırağı, ailesinin bir ferdi gibi görerek ona şefkatle muamele etmek durumundadır.

Ustalığa yükselebilmek için üç yıl kalfa olarak çalışmak lazımdı. Bu süre içinde, hakkında şikayet olmayan,
kendisine verilen görevleri dikkatle yerine getiren, özellikle çırak yetiştirme hususunda titiz davranan, diğer
kalfalarla iyi geçinen, müşterilere karşı iyi davranan, bir dükkan idare edebilecek duruma gelen kalfalar
hususi bir merasimle ustalığa yükselirdi.

Ahi birliklerinde ustalık merasimi büyük bir manevi atmosferde gerçekleştiriliyordu. Estirilen manevi hava
usta adayının din ve inançlarına olan bağlılığını kopmaz derecede perçinlemekte, iş ahlâkına, müşteri
ilişkilerine, kalite ve standarda önem vermesini sağlamaktaydı.

Sanat kolunun diğer usta ve kalfaları, o mahallin önde gelenleri, çırağın babası ve dinî lider törene davet
edilir. Yemek yendikten sonra usta ayağa kalkar, ustalığa terfi edecek çocuğun uzun zamandır yanında
çalıştığını, sanatın inceliklerin öğrendiğini ve kalifiye eleman haline gelebilmek için moral karakteri de en
iyi şekilde sergilediğini davetliler huzurunda ilan ederdi. Kalfanın kendi işyerini açabilmesi ve öğrendiği
sanatıyla geçimini temin edebilmesi anlamına gelen "destur" verirdi.

Ustalık merasiminde Ahi şeyhi teraziyi göstererek;

" Ey Oğul!

Can ve gönül kulağı ile işit ustalığa destur istersin. Mesleğindeki ehliyetini kendin işinle ispatladın. Yol
kardeşlerin, ustan seni övdüler, dünya davranışlarında sana kefil oldular. Ahiret işlerinde de seni hak
yolunda yürür, dinini diyanetini bilir,söylediler. Memnun olduk, mütehassıs olduk. Yüce mevlamızdan cümle
mümin kulları ile birlikte seni de dünya ve ahiret nimetlerine kavuşturmasını niyaz eyleriz...

Ey Oğul!

Hak al hak ver. Kimseye dediğinden eksik verme ki, Hak Teala kazancına ve ömrüne bereket vere. Ve her
zaman teraziyi eline alasın, ahiret terazisini anmak gerekirsin. Yakında bilesin kim, helale hesap ve şüpheye
itip ve harama azap olsa gerek. Haydi oğul, ona göre dirlik işin gereksin..."

Ahi Baba'nın Ustalığa yükselen gence nasihati:

“Harama bakma,

Haram yeme, haram içme,

Doğru, sabırlı, dayanıklı ol,

Yalan söyleme,

Büyüklerinden önce söze başlama,

Kimseyi kandırma,
Kanaatkar ol,

Dünya malına tamah etme.

Yanlış ölçme, eksik tartma.

Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini,

Hiddetli İken yumuşak davranmasını bil ve

Kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”

Ustalık töreninin "helâllık" bölümünde ustası, yeni usta olan kalfasının arkasını sıvazlayarak şöyle
derdi:

"Bilginlerin dediklerini, esnaf şeyhinin nasihatlerini, benim sözlerimi tutmazsan; ana, baba, öğretmen, usta
hakkına riayet etmezsen, halka zulüm edersen, kafir ve yetim hakkı yersen, özetle Allah'ın yasaklarından
sakınmazsan yirmi tırnağım ahirette boynuna çengel olsun"

Ayrıca ustalığı istenilen kalfaya sembolik olarak sanatla ilgili bir-iki tane aletin verilmesinden sonra usta
adayı, ustanın ve diğer yaşlıların ellerini öper ve şükranlarını dualara eşlik ederek arz eder. Diğer usta ve
kalfalar tarafından, bu terfiyi ve yeni kalfanın aralarına katılışını sembolize eden "peştamal kuşanma" ve
Kur'an-ı Kerim'den "ayet" okunmasından sonra "ustalığa kabul ediliş töreni" tamamlanmış olur.

ALIŞ VERİŞ MERKEZLERİ ÇARŞI VE BEDESTENLER

Ahi birliklerinde aynı meslekte faaliyet gösteren esnaf ve sanatkarların genellikle bir çarşısı vardı.
“Bedestan”, “Arasta” veya “Uzun Çarşı” denilen bu iş yerlerinde aynı meslek kolunda çalışanlar bir arada
bulunurlardı. Çarşısı olan esnafın, bazı meslekler hariç, çarşı dışında dükkân açması mümkün değildi.

Çarşılar esnafının ismiyle anılırdı. Örneğin önemli bir Ahi şehri olan Trabzon'da tarihte kunduracı esnafının
faaliyet gösterdiği çarşıya "Kunduracılar Çarşısı", bakırcı esnafının faaliyet gösterdiği çarşıya "Bakırcılar
Çarşısı", çömlekçi esnafının bulunduğu çarşıya da "Çömlekçiler Çarşısı" adı verilmiştir. Bu isimler bugün
bile kullanılmaktadır.

Yalnız şekerci, ekmekçi, berber ve nalbantlara çarşı dışında dükkân açmaya izin verilirdi. Bu şekilde, hem
tüketici, istediği ürünü daha çabuk ve de kolaylıkla seçme imkanı buluyor; hem de esnaf, birbirini kontrol
edebiliyordu.

Ayrıca çarşılar müşterilere, ürün çeşitlerini görebilme ve seçip alma imkanı tanıdığı gibi, satıcılar arasındaki
kalite ve fiyat farkını de izleme şansı veriyordu. Çarşı çatısı altında toplu halde bulunan esnaf ve
sanatkarların mesleki ve ahlâki eğitimi kolay oluyor, teknik gelişmeleri daha yakından izleme şansı
doğuyordu.

Çarşılarda yer alan esnafın bir arada üretim ve pazarlama yapması, hem kalite kontrolü bakımından hem de
satış hizmetlerindeki doğruluk ve dürüstlük bakımından oldukça önem taşımaktaydı. Zira dürüst esnaf,
imalatın, belli bir standardın altına düşürülmesine karşı idi.

Her esnafın kendine has bir sancağı ve bir de alemdarı vardı. Genel olarak bu sancak yeşil atlastan olur,
üzerine ayetler yazılır, kırmızı beyaz ipekten bir kordonun ucunda da esnafın alameti, amblemi bulunurdu.
Nalbantların alameti bir gümüş nal, ayakkabıcıların ise bir çift patikti. Ahilikte bütün sanatların pîri vardı.
Ahilerin sanatlarının pirlerinden kendi ustasına kadar olan büyüklerine içten bağlanmaları istenirdi.Meslek
pîrleri o sanatı yapmış peygamberler arasından ve ulu kişilerden seçilmişti. Bazı mesleklerin pîrleri şunlardı.

Tüccarların pîri Hz. Muhammed


Çiftçilerin pîri Hz. Adem

Berberlerin pîri Selman-ı Farisi

Debbağların (derici) pîri Ahi Evran

Ahiler yüzyıllar önce kurdukları çarşı sistemini ile günümüzde iş merkezlerinin, büyük marketlerin,
süpermarketlerin kuruluşuna öncülük etmişlerdir. Bu kurumlar arasındaki en büyük fark hiç kuşkusuz
"Ahilik ahlâkı" olduğu açıktır

Ahiler, kurdukları çarşıların kapılarını birbirinden güzel sözlerle süslüyorlardı.

Denizli Babadağ Çarşısı kapısındaki şu dizeler yer almaktaydı.

Sevgi göster herkese ha!

Selamdan kaçınma sakın.

İnsanları ayırma ha!

Hepsine adil ver hakkın.

Niyetin iyi olsun ha!

Her şeyin gerçeğini söyle.

Hayırlı'dan ayrılma ha!

İyi anlaş herkes ile.

Etrafına dostluk saç ha!

Eser kalır sen gidersin.

İyi belle unutma ha!

Önce hizmet sonra sensin.

BEDESTENLER

Bedesten kelimesi, bezciler çarşısı anlamına gelir. Çok eskiden değerli kumaşların satıldığı yerlere denilen
bezzazistan, zamanla Osmanlı toplumunda bedesten ismini almıştır. Ticari hayatın çekirdeğini oluşturan bu
kompleksler, zamanla kıymetli malların (mücevher, porselen, ipekli kumaş, silah vs.) alım-satımına tahsis
edilmiştir.

İstanbul’da bu isim adı altında; Cehavir, Sandal ve Galata Bedesteni olmak üzere üç bedesten
bulunmaktadır. Evliya Celebi'nin seyahatnamesinde bahsettiği Trabzon'un Çarşı Mahallesi'nde bulunan
bedesten Trabzon'un en önemli bir ticaret merkeziydi.

Bedestenlerin bina itibariyle sağlam ve üstü kapalı olması şarttır. Bundan dolayı bedestenler, dış etkilere ve
yangınlara karşı korunması amacıyla taştan yapılmıştı.
Bedesten, çarşı olarak hizmet vermeye başladığı zaman içerisine dayanıklı ağaçlardan “dolap” adı verilen
yüzlerce küçük dükkân yapılmış ve içleri oyma hücreler, çekmecelerle donatılarak hizmete sunulmuştur. Bu
dolapların her biri emniyet sandığı yahut banka kasası gibi hizmet görmekle bedesteni şehrin en zengin
binası yapmıştır.

Halk ve çarşı esnafı ağzı mühürlü sandıkları bedestene getirir ve el senedi gibi bir belge alarak gönül huzuru
ile evlerine gidermiş. Ama hiçbir vakit kimsenin malı karışmamış ve kaybolmamış. Eğer kasayı açmak
gerekirse bir bölükbaşı kasa sahibini kasasının başına götürür, sonra sandıktaki eşyanın gizliliğine riayet
etmek üzere yanından uzaklaşır ve hatta ona sırtını dönerek müşterinin rahatça alacağını almasını ve
koyacağını koymasını sağlarmış. Her sandık bizzat sahibi tarafından mühürlenir ve bedesten görevlileri bu
mühürlerin bozulmamasından sorumlu tutulurmuş.

Bedestene emanet edilip de, uzun zaman alınmamış ve mirasçısı çıkmamış olan eşya ve mallar devlet
hazinesine aktarılır, hayır işlerine harcanırdı.

Ahi Çarşısında Bir Sabah

Sabahleyin, dükkânlar açıldığı zaman her esnaf birlik odalarının önünde toplanır, bir kişi umum adına dua
eder, sonra da dağılarak herkes dükkânını besmele ile açardı. Sabahleyin ilk müşterisiyle alış veriş yapan bir
esnafa, ikinci müşteri gelirse komşusu henüz alış veriş yapmamışsa, esnaf müşteriye bütün samimiyetle
şöyle derdi:

Kusura bakma efendim, Allah (C.C.) bereketini vere, ben bu sabah siftah yaptım. Senin istediğin mal karşı
dükkanda da var. O daha siftah etmedi. Siz oradan alın.

DÜKKÂNLARI SÜSLEYEN GÜZEL SÖZLER

Ahilik, ülke kaynaklarını gerçekçi biçimde harekete geçiren, âdil bir gelir dağılımı sağlayan, sosyal
dayanışma barış kardeşlik meydana getiren dengeli ve verimli ekonomik sosyal sistemdir. Ahiler, esnaf,
tüccar ve diğer sahalardaki meslek guruplarının örgütlenmesini sağlayarak sosyal ve ekonomik düzenin
kurulmasına katkıda bulunmuşlardır.

Başarılı olmak için bilgiyi, başkasının esiri olmamak için doğruluğu prensip edinen Ahi, vicdanını, kendi
üzerine gözcü koyan adamdır. Ahi helâlinden kazanan, yerine ve yeterince harcayan, ölçü, tartı ehli olan,
yararlı şeyler üreten ve yardım edendir. Kalbi Allah'a, kapısı yetmiş iki millete açık olan; mürüvvet ve
merhamet sahibi, cömertliği esas alan; ahlâkı ana sermaye edinip akıl yolundan yürüyen; ilim isteyen ve
ilmiyle amel edip yararlı çalışmayı elden bırakmayan kişiler Ahilerdendir.

Bu temel felsefeye sahip olan Ahiliğin, topluma tanıtılmasında, düşünce ve eylemlerin benimsetilmesinde
kullanılan en etkili iletişim metotlarından biri, esnaf dükkânlarına asılan, özlü sözlerin yer aldığı levhalardır.
İletişim vasıtası olarak kullanılan levhalarda, Ahilik kurumunun temel prensipleri ele alınarak, toplumun
düzeni için, insanlığın sahip olması gereken hasletler yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır.

Ahiliğin kültürel göstergelerinden olan esnaf dükkânlarındaki levhalar, mısralarında gizli olan kodlarla,
taşıdığı anlamlarla, insanların sahip olmaları gereken hasletleri dile getirirler. Genellikle, ünlü hattatlar
tarafından işlemeli, yaldızlı çerçeveler içine, eski, bazen de yeni harflerle yazılan beyit/dörtlüklerden oluşan
bu levhalarda, yüzyıllar boyu varlığını sürdüren Ahilik felsefesi dile getirilmiştir. (37)

Bir dükkânda :

Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız.

Hakk’a iman ederiz, Müslümandır şanımız.


Eğrisi varsa bizden, doğrusu elbet sizin.

Hiylesi hurdası yok, helalinden malımız.

Müşterilerimiz velinimet, yaranımız yarimiz.

Ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız.

Bir aşçı dükkânında:

Her taamın (yiyeceğin) lezzeti ta ki dimağdan (beyinden) çıkar,

Tuz ekmek hakkını bilmeyen akıbet(sonunda) gözden çıkar.

Balıkçı dükkânında:

Ehl-i aşka müptelayım(tutkunum) nemelazım kâr benim,

Mal ve mülküm yoktur amma kanaatim var benim.

Bir helvacı dükkânında:

Dolandım misl-i cihan(cihan misali) bulamadım başıma bir tane tac,

Ne eğride tok gördüm ne doğruda aç.

Bazı dükkânlarda:

Dükkân kapusu Hak kapusu, Hakkına yalvar,

Çeşmim (gözyaşım) gibidir çeşmeleri akmasa da damlar.

Bir şekerci dükkânında.

Sade pirinç zerde olmaz bal gerektir kazgana (kazana),

Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana.

Bir dükkânda:

İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah (iğrenmek, diksinmek),

Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah.

Bir dükkânda:

İlim ve sanattan haberdar olmayanlar aç olur,

Müflis (iflas eden) ve bîvâye(yoksul) kalur, herkese muhtaç olur.

Berber dükkânında:

Her seherde besmeleyle açılır dükkanımız,

Hazret-i Selman Pak’tır pîrimiz üstadımız.


Lâfla dükkân açılmaz, boş yere etme telâş

Selmân-ı Pâk de gelse parasız olmaz tıraş

Bir hamamda ve bir saatçi dükkânında:

Gelen gelsin saadetle,

Giden gitsin selametle.

Marangoz dükkânında:

Sefa geldin ey müsafir, ısmarla kahve içelim,

İşçi ile sohbet olmaz, bir merhaba der geçelim.

Yine başka bir iş yerinde:

Doğru olsan ok gibi elden atarlar seni

Eğri olsan yay gibi elde tutarlar seni

Menzil alır doğru ok elde kalır eğri yay,

İŞ YERİ TAHDİDİ

Osmanlı Devleti, bugün Almanya, Fransa vb Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi piyasadaki kapasite
değişikliklerini dikkate alarak belli bir "plan" dahilinde işletmelerin açılmasını denetim altına almıştı.
Böylece dükkân açılmasına bir sınırlama, bir tahdit getirilmiştir.

Bir kişinin dükkân açabilmesi için önce yamaklıktan çıraklığa, çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan da
ustalığa yükselmesi gerekiyordu. Fakat usta olan herkes dükkân açma hakkına sahip değildi. Ustanın,
kalfalığı boyunca, ustasının verdiği işleri özenerek yapmış olması; diğer kalfa ve çıraklarla iyi ilişkiler
kurmuş olması, hakkında hiç şikayet yapılmamış olması gerekliydi.

Esnafın dükkân açabilmesini belirleyen diğer bir husus da, esnaf birliğinin toplam dükkân adedi ile ilgiliydi.
Ustanın dükkân açma hakkı olsa bile, arz ve talep dengeleri dikkate alınarak tespit edilen ve esnaf birliğine
tahsis edilen dükkânların dışında başka bir dükkân açılamaz, toplam dükkân adedi de aşılamazdı

Özetle belirtmek gerekirse, bir kişinin dükkân açabilmesi için ;

1- Dükkân açmak isteyen kişi sırasıyla yamak-çırak-kalfa-usta eğitimlerini tamamlamış olmalıdır.

2- Dükkân açmak isteyen kişi bu eğitimler sırasında ustası, çevresi ve meslektaşları tarafından taktir edilmiş
biri olmalıdır.

3- Dükkân açmak istediği bölgede esnaf birliklerine tahsis edilen dükkân sayısı aşılmamış olmalıdır.

Birçok esnaf kollarında dükkân, dokumacılar gibi tezgahta çalışanlarda ise her ustanın sahip olduğu tezgah
sayısı tespit ediliyordu. Bu tespitler sırasında, ustaların hepsi birbirine, kethüdaları (esnaf başkanı) ise bütün
lonca mensuplarına, resmi makamlar önünde kefil oluyorlardı.

Mevcut dükkân sayısının arttırılıp arttırılamayacağına da esnaflar aralarında karar veriyorlardı. Eğer, iş
sahaları genişse, artışı kabul ederlerdi.
Esnaf birliklerinin aralarında yıkıcı bir rekabete girerek zarar görmelerini önlemek, üretimin devamlılığını
sağlayacak iktisadi-hukuki tedbirleri almak, mal ve hizmetlerin kaliteli üretilmesini ve kalitesine uygun bir
fiyatla satılmasını temin etmek, sanatın inceliklerini bilmeyen vasıfsız kişilerin hem kalitesiz üretim yaparak
hem de yüksek maliyet ve fiyatta mal üreterek tüketiciye ve ekonomiye zarar vermesini ve haksız kazanç
elde edilmesini önlemek, devletin genel üretim-tüketim politikalarının başlıca hedefleriydi.

Bu geleneğin zaman zaman alışılmış usullerin dışına çıkılarak ihlal edildiği görülürdü. Fakat mesleğin
ustaları bu durumda, ilgili makamlara haber vererek kurallara uyulmasını isterlerdi. Nitekim
Büyükçekmece'de ekmek fırını açmak, ekmek üretmek ve satmak nizamına karşı çıkanları, esnaf şikayet
etmiş ve bu hususta çıkan karar Büyükçekmece kadısına bildirilmiştir.

AHİ BİRLİKLERİNDE EKONOMİK VE SOSYAL KURUMLAR

Ahi birliklerinin en önemli özelliklerinden biri de Ahilik düşüncesine uygun şekilde iktisadi hayatın
düzenlenmesi için bir araç olarak kullanılmak üzere kurulan ve işletilen orta sandıklarıdır.

Ahi teşkilatı, faaliyetlerini sürdürebilmeleri ve sosyal dayanışmayı sağlayabilmeleri için Ahilik düşüncesine
uygun bazı müesseseler kurmuşlardır. Her Ahi birliğinin, orta sandığı, esnaf vakfı, esnaf kesesi veya esnaf
sandığı vardı. Teşkilat bu yardım sandığı vasıtasıyla üyelerine sosyal güvenlik sağlar, onları tefecilerden
korur ve hammadde temin ederdi

Orta Sandığı

Her Ahi birliğinin bir orta sandığı vardı. Sandığın gelir ve giderleri belirli bir denetime tabi tutulurdu. Orta
sandığı, birlik yönetim kuruluna bağlı ayrı bir şube olarak faaliyet gösterirdi. Sandığın kredisi olarak
oluşturulan fon ile yardımlar için ayrılan paralar farklı hesaplarda toplanırdı.

Orta Sandığının Gelirleri:

1. Üyelerin aidatları,
2. Yamaklıktan çıraklığa, çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselirken ödenen bir nevi terfi
harçları,
3. Teşkilata ait mülklerin gelirleri,
4. Askere alınan kalfa veya ustanın eşi ve çocukları için birlikçe toplanan yardımlar,
5. Çeşitli bağışlar sandığın diğer gelir kaynaklarını teşkil ederdi.

Orta Sandığının Giderleri:

1. Teşkilat için lüzumlu harcamalar orta sandığından yapılırdı.


2. Birliğe ait mülklerin tamir masrafları, çeşitli vergiler, görevlilerin maaşları, sosyal gayeli esnaf
toplantılarının ücretleri sandıktan ödenirdi.
3. Fakirlere çeşitli vesilelerle orta sandığından yardımlar yapılırdı.
4. Birliğe kayıtlı üyelere orta ve uzun vadede kredi verilirdi.
5. Teşkilatın güçlenmesi için alınan mülklerin bedelleri de sandıktan ödenirdi.
6. Esnaftan maddi durumu iyi olmayanlara, güçsüzlere, sakatlara ve hastalara da bu sandıktan yardım
yapılırdı.
7. Birlik üyelerinden ihtiyaç sahiplerine orta sandığından borç para verilirdi.
8. Esnafa lazım olan hammadde, teşkilat tarafından satın alınarak üyelere dağıtılırdı. Satın alınan malın
bedeli orta sandığından ödendikten sonra taksim işlerine başlanır ve malların bedelleri esnaftan
toplanırdı.
Ahi birliklerinin orta sandığından ihtiyaç sahibi "Haricîler" ve "Dahilîler" olarak adlandırılan üyelerine
yardım yapılırdı. Haricîleri temsil edenler, emekliler, düşkünler, sakatlar ve fiilen çalışmayanlardı. Dahilîler
ise iş yerlerinde fiili olarak çalışan çırak, kalfa ve ustalardan meydana gelmekteydi.

Altı Kese

Ahi birliklerinin hazinesi demek olan orta sandığında altı kese (torba) bulunurdu. Bunlardan;

Atlas kesede, sandığa ait her türlü yazışma evrakı saklanır.

Yeşil kesede, esnafa ait vakıf gelirleri, senetler ve mülklerin tapuları toplanır.

Kırmızı kesede, gelir getiren senetlerin ve evraklar saklanır.

Örme kesede, sandığın nakit paraları saklanır.

Ak kesede, her türlü giderlere ait senetler ve vesikalarla, geçmiş yıllara ait hesaplar muhafaza edilir.

Kara kesede, vadesinde tahsil edilmemiş alacaklara ait senetler ve bunlarla ilgili diğer evrak saklanırdı. Bu
kese sandığın diğer keselerine göre en az işlem gören bölümüydü. Çünkü esnaf borcuna sadıktı.

DEMOKRASİ VE SİVİL TOPLUM

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için üretilen mal ve hizmetler; kamu
kuruluşları, özel sektör kuruluşları ve gönüllü (sivil toplum) kuruluşlar tarafından yerine getirilmektedir.

Sivil toplum, örgütlü bir toplum anlamına gelmektedir. Toplum örgütlenerek, temel hak ve hürriyetlerini,
ekonomik, sosyal ve siyasi menfaatlerini koruma ve kollama imkanını elde eder. Sivil toplum kuruluşlar,
günümüzde "üçüncü sektör" kuruluşlar olarak tanımlanan, devletin dışında var olan gönüllü kuruluşlardır.
Bu kuruluşlar kâr amacı gütmeksizin, toplum yararı için, gönüllü olarak bir araya gelen vatandaşların
oluşturduğu bir kuruluş, bir sektördür. Üçüncü sektör kuruluşlara örnek olarak dernek, vakıf, oda ve
cemiyetler gösterilebilir. Bu anlamda Ahi teşkilatı, Osmanlı Devletinde kurulan en büyük ve en organizeli
sivil toplum kuruluşlarından birisidir.

Altı asır çok geniş bir coğrafyada hüküm süren Osmanlı Devleti'nde çok sayıda vakıf ve dernek gibi gönüllü
kuruluşlar vardı. Eğitimden, sağlığa kadar toplumun ihtiyaçlarının büyük bir bölümü bu tür sivil toplum
kuruluşları tarafından karşılanmaktaydı.

Prof. Conin başkanlığındaki Amerikalı uzmanlardan oluşan bir heyet 1921 yılında İstanbul’a gelerek
“Osmanlı Vakıf Sistemi”ni incelediler. Osmanlı sistemini oldukça orijinal bulan Amerikalı heyet vakıf
sistemini kendi bünyelerinde adapte ederek günümüze kadar 26 bin vakıf kurdular. Oysa Osmanlı arşiv
belgelerinden, 1926 yılı öncesine ait Osmanlı Devleti’nin kurmuş olduğu 238 bin adet vakfın kayıtlarını
bulunduklarında ise şaşırıp kaldıla

Türk toplumuna bir şeyler verme, bir şeyler yapma isteğini ve heyecanını yaşayan sorumluluk sahibi
kişilerin teşkilatlanmasından Ahilik ortaya çıkmıştır. Dernekleşme şeklinde ortaya çıkan teşkilatlanma
tamamen gönüllülük esasına dayanmıştır.

Bu şekildeki örgütlenme, mahalle, köy, kasaba, v.s. sosyal birimler bazında bir teşkilatlanmadır. Kendi
aralarında çok kuvvetli bir bağa sahip olan Ahiler, yöneticilerine olağan üstü bağlılık duyan Ahi kardeşliği
temelinde bir kurumsallaşmadır.

Yapılan araştırmalar Ahi teşekküllerinin serbestçe kurulan dernekler olarak doğduğunu ortaya koymaktadır.
16. yy. gelince kamu otoritelerinin loncalar üzerindeki etkilerinin arttığı tespit edilmektedir. Serbestçe
kurulan derneklerden Ahi loncalarına giden bir süreç yaşanmıştır. Ahi teşkilatlanması elbette siyasi nitelikte
değildi. Ahilerin devlete talip olma gibi bir talepleri de yoktu. Ancak, kuruldukları bölgede çok önemli bir
güç teşkil ettikleri de bir gerçektir
Ahi teşkilatı, Osmanlı Devleti'nde kurulan en büyük ve en organizeli sivil toplum kuruluşlarından birisidir.
Çünkü Ahi teşkilatı, Selçuklu ve Osmanlı zamanında bir bakıma bugünkü Esnaf Odaları, İşveren
Sendikaları, Ticaret ve Sanayi Odaları, İşçi Sendikaları, Bağ - Kur, Türk Standartları Enstitüsü ve Belediye
gibi kurum ve kuruluşların görevlerini üstlenmişti.

Yukarıda sayılan kurum ve kuruluşların atası Ahi teşkilatıdır. Ahlâk ile sanatın ahenkli bir birleşimi olan
Ahilik, toplumun ayakta kalabilmesi için gerekli olan sosyal adalet ve ahlâkın yerleşmesinde büyük katkısı
olan, Türk'ler dışında hiçbir ulusta görülmeyen bir yaşayış biçimidir.

Gerek teşkilat yapısı, gerekse çalışma prensipleriyle günümüzün sivil toplum kuruluşlarına örnek olan Ahi
birlikleri, idarecilerini seçimle belirler ve yönetimin aldığı kararları uygulamakta tereddüt etmezlerdi. Bu
özelliğinin yanında demokrasi ve insan haklarına verdikleri önemle de Ahiler bütün dünyaya örnek
olmuşlardır.

İbni Batuda ve diğer kaynaklara dayanarak Osmanlı’nın ilk yılları hakkında yorum yapan G.G. Arnakis,
ABD’de yayınladığı makalede şöyle demektedir.“Elimizdeki bütün kaynaklar bizi özellikle Batı Anadolu
Türk toplumunun kuruluş yıllarında, Ahilerin tahtın arkasında demokratik bir güç şeklinde durarak hem iç
çatışmaları önlediği, hem de sultanları kontrol ederek, onlara popüler bir temel hazırladığı sonucuna
ulaşır."

Bu bilgilerden Ahilerin yedi yüzyıl önce, bugünkü sivil toplum kuruluşlarından çok daha etkili, çok daha
demokrat ve yapıcı siyasal bilince sahip halk kuruluşları olduğu görülmektedir.

Ahi birliklerinin (Ahiyan-ı Rum) yönetiminde görev alanlar seçimle işbaşına gelirlerdi. (45) Ahilikte tüm
seçimler demokratik usullerle yapılır, idari görevler belirli grupların tekeline verilmezdi. Seçilenlerin ortak
vasfı ahlaki üstünlük ve meslekte başarı idi.

Anadolu’da kurulan ve kökü eski Türk ve İslam kültürüne dayanan Ahilik felsefesinde "ben” veya “benim”
kelimelerine pek fazla rastlanmadığı gibi maddiyata dönük faaliyetlerde bile önce karşısındaki ön planda
tutulurdu. Ahilikte "ben" değil "biz" duygusu ve “diğergamlık” tutumu hakimdi.

Ahi birliğinde, birlikte üretilen malın hakça dağıtımına çok önem verilirdi. Bu tevzi sisteminde herkes
hakkına razı olduğu için hiç kimse birbirinin malına, kazancına göz dikmezdi Ahilikte, toplum barışının
önemli bir gereği olan eşitliğe riayet edilirdi.

Menfaatte olduğu gibi diğer davranışlarda da başkalarını yani toplumu rahatsız etmek imkansızdı. Bunun
için bir çok kural konulmuştu. Bunlar yolda, pazarda,çarşıda, dükkânda, evde, konuşurken, yürürken, su
içerken başkasını rahatsız etmemek gibi, toplum düzenini sağlamayı amaçlayan kurallardı.

Topluma zarar vermeyen, başkalarına karşı saygılı, kurallara uyan herkes eşitti. Zengin, fakir, eğitimci,
idareci ayrımı; sınıf farkı yoktu. Herkes Allah’ın (C.C.) kuluydu ve bu sebeple de herkes eşitti. Hiç kimse
zenginliğinin, makamının arkasına saklanıp dilediği gibi yaşayamazdı. Aşırı lüks, gösteriş ayıptı. Mal, mülk
ve para kendi ailesinin ve yakınlarının ihtiyaçlarını karşılamak ve çevresindekilere yardım için kazanılırdı.

İmkanlara göre konuk odası, zaviye, yol, çeşme, vakıf gibi topluma hizmet eden tesisler kurulur, yanında
çalışanlarına veya meslektaşlarına iş yeri açmak için maddi destekte bulunulurdu. Bu davranışlar toplumda
zengin ve fakir arasında bir kıskançlık doğmasını engellerdi. Bir Ahi, komşusu açken kendisi tok yatamazdı.
Eğer dükkânında kendisi siftah yapmışsa, meslektaşı da kazansın diye müşteriyi komşusuna gönderirdi. Bu
davranışlar toplum huzuru ve barışının sağlanmasında önemli etkenlerdi. Yalnız kazançta değil, eğitimde de
toplum düzeni, yararı ön planda tutulurdu. Ahi birliklerinde bilgi (sır), toplum aleyhine hizmet edeceklere
verilmezdi.

Ahiliğin demokratik bir kurum olduğunu yerli ve yabancı bir çok eserde görmekteyiz. Bugün bize
demokrasi dersi veren ülkelerden çok önce demokratik düşünceye sahip olan Anadolu halkının meydana
getirdiği bu sivil toplum kuruluşundan öğreneceğimiz çok şeyler var. Ahi birliklerinin faaliyetlerinde devlet
ve toplum aleyhine atılmış tek bir adıma rastlamak mümkün değildir.
Ahi birliklerinin öğrettikleri, insanlığa ve memlekete en iyi hizmet yolunda canını ve malını adamaktır.
Yakın tarihimizde kurulan ve çoğu zaman zararlı ve bölücü faaliyetlerde bulunan, kardeşi kardeşe düşman
eden yada yabancı ülkelerde gördükleri dernek ve kuruluşları örnek alarak yalnız kendi çıkarlarını düşünen
ve gösteriş için çalışan, toplumdan kopuk teşkilat ve dernekler, sivil toplum kuruluşu adı altında faaliyet
gösterirken, Ahiliğin önemi bu bağlamda bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

ANADOLU KADINLAR BİRLİĞİ (BACIYAN-I RUM)

"Bacıyan-ı Rum", Anadolu Kadınlar Birliği anlamını taşımaktadır. "Bacı" kelimesi, abla, kızkardeş
anlamına gelmektedir. "Bacı" kelimesi, günümüzde Anadolu'nun bir çok şehrinde yaygın olarak
kullanılmaktadır. "Rum" kelimesi ise Anadolu anlamını ifade etmektedir.

İlme, sanata ve ahlâka son derece önem verilen Ahilikte, kadının da sosyal ve ekonomik hayatta önemli bir
yeri vardı. Kadınların teşkilatlanıp gelişmesi için Ahi Evran'in eşi Fatma Bacı, dünyanın ilk kadın teşkilatı
olan "Bacıyan-ı Rum" teşkilatını yani Anadolu Kadınlar Birliği'ni kurmuştur.

Örneğin Kayseri'deki Ahiler tarafından kurulan sanayi sitesinde hanımlara mahsus çalışma yerleri de
bulunurdu. Bacıyan-ı Rum teşkilatına mensup hanımlar bu sanayi sitesinde el sanatlarını ve mesleklerini
icra ediyorlardı. Kadınlar daha çok çadırcılık, keçecilik, nakışçılık, örgücülük, kilim ve halı dokumacılığı,
ipek ve pamuk ipliği üretimini gerçekleştirmişlerdir. Çalışan kadınlar gerek mesleki ve teknik konularda,
gerekse ahlaki konulardaki çağın gerektirdiği eğitim ihtiyacını "Bacıyan-ı Rum" teşkilatında karşılıyorlardı.

Birçok batılı araştırmacı, tarihin o döneminde Anadolu'daki kadınların bir araya gelerek bugün ki anlamda
bir sivil toplum örgütü kurmalarını hayretle karşılamıştır. Alman araştırmacı Franz Taeshner de bunlardan
biridir. Franz Taeshner, Ahilik teşkilatı ile aynı dönemde kurulan bu teşkilatın varlığına inanamaz. Çünkü o
çağlarda Türk kadınının böyle bir sivil toplum örgütünü kuracak kadar bilinçlendiğine akıl erdiremez.

En eski Osmanlı Devleti tarih yazarı Aşık Paşazade Anadolu'da kurulan Ahilik teşkilatı (Ahiyan-ı Rum)
yanında bir diğer sosyal zümre olan Bacıya-ı Rum (Anadolu Kadınlar Birliği)'dan bahseder.

Bacıya-ı Rum teşkilatı, Anadolu kadınlarını, gerektiğinde düşmanlara karşı vatan savunmasında eşlerinin
yanında mücadele etmesi ve gerektiğinde de kültürde, sanatta, edebiyatta, sosyal ve ekonomik alanlarda
kalkınıp gelişmesini sağlamak için teşkilatlandırmıştır. Anadolu Kadınlar Birliği, kadınlar arasındaki
yardımseverliğin, konukseverliğin, doğruluk ve merhametliğin gelişmesine katkı sağladığı gibi Türk dilinin,
Türk kültürünün ve İslam anlayışının kadınlar arasında yayılmasını hızlandırılmıştı

Anadolu Kadınlar Birliği, Ahilerin kadınlar kolu olarak yetim ve kimsesiz genç kızları himayesine almış,
onların eğitimlerinden, ev-bark sahibi olmalarından sorumlu olmuşlardır. Bunun dışında kimsesiz ihtiyar
kadınların bakımı, genç kızların evlendirilmesi gibi birtakım sosyal hizmetlerde bulundular, maddi sıkıntı
içinde olanlara yardım elini uzatmışlardır.

Sosyal, ekonomik, kültürel ve ahlâki ilkeleriyle Ahilik kültürü, fertlerin hak ve özgürlüklerine ayrıca önem
vermektedir. Ahilik teşkilatının erkek üyelerine "Eline, beline, diline sahip ol!" yani "hırsızlık etme,
başkasının namusuna göz dikme, başkası hakkında kötü konuşma" prensibi benimsetilip yaygınlaştırılırken,
şüphesiz iş birliği yaptıkları Anadolu kadınları o günkü adıyla Bacıyan-ı Rum teşkilatı aracılığıyla da
hanımlara, "Eşine, işine ve aşına dikkat et!" yani "eşine yardım et, onu evine bağla, işine ve geçimine
dikkat et" prensipleri benimsetiliyordu.

AHİLİKTE İŞ AHLÂKI

Ahilik, hem dünya, hem de Ahireti birlikte düşünen bir felsefeye sahiptir. Bu görüşü emreden ayetler ve
hadisler de vardır. “Hiç ölmeyecek gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi Ahiret için” çalışmayı emreden
hadis dünya ile Ahiret ne güzel bütünleştirmektedir.
Ahilikte mal, servet ve sadece kazanç için çalışmak hiçbir zaman kendi başına bir anlam taşımazdı. Bunlar,
ancak kendinden üstün bir gayenin gerçekleşmesine vasıta oldukları takdirde bir değer ifade ederler.

Örneğin, başkalarına muhtaç olmadan yaşamak için veya başkalarına yardım etmek için kazanılan para
değerlidir. Napolyon'un ifadesiyle "para, para, para" diyerek, para kazanmayı gaye haline getirmek Ahilik
düşüncesine terstir. Çünkü, vasıta olan para, gaye haline gelirse, gaye olan ahlâki değerler de vasıta haline
gelir ki, bu son derece ahlaksız dünya görüşünün temeli olur.

Örneğin, para kazanmak gaye olursa başkalarına yardım etmek de bir vasıta olur. Bunun uygulamadaki
sonucu kişilerin daha çok para kazanmak için başkalarına yardım yapmasıdır. Hayır yapmak için değil de,
başkalarının güvenini ve saygısını kazanarak karını arttırmak isteyen tüccarların fakirlere bu gaye ile yardım
etmesi böyle bir zihniyetin ürünüdür. Genellikle buna yardım değil, kazanç usulü denilebilir. Çünkü amaç
fakirlere yardım etmek değil, onları vasıta olarak kullanıp daha çok para kazanmaktır. Yardımın vasıta
olarak kullanılmaması için İslam dini “sağ elin verdiğini sol elin bilmemeli” ölçüsünü getirmiştir.

Ahilerin mal ve servet hakkındaki düşünceleri, onların ekonomik faaliyetlerine de yansımıştır. Ahiler,
insanların kendi emekleri ile geçinmelerini ve hiç kimseye muhtaç olmamalarını isterler. Bu sebeple,
Ahilerin emeğini değerlendirebilecek bir işi, özellikle bir sanatı olması, ahlak kaidesi haline getirilmiştir.
Bazı fütüvvetnamelerde işsizlik “batıl” olarak kabul edilmekte ve "ahlaksızlık" sayılmaktadır.

Bu sebeple Ahiler çalışmayı ibadet saymışlardır. Onun için Ahilerin iş yerleri, onların ibadet yerleri olarak
bilinir. Ahilikte iş yerleri, mescitler hatta camiler derecesinde kutsaldır. Ahinin iş yeri Hak kapısıdır. Bu
kapıdan hürmetle girilir, saygı ve samimiyetle çalışılır, helalinden kazanılır, helal yerlere ve kararınca
harcanır.

Osmanlıyla Ticaret İmtiyazı

Osmanlı Devleti’nin, kurmuş olduğu medeniyetini, tekke-medrese-kışla sacayağı üzerine sağlam bir şekilde
oturup, doğruluk ve adalet üzerine cihana ışık saçtığı günlerde, Hollanda Ticaret Odası’nda bir karar
alınırken oyların eşit çıkması halinde, oda reisinin: “içinizde Türklerle alış veriş eden var mı?” diye
sorduğunu ve birinden evet cevabını alınca da onun oyunu, imtiyazlı olarak iki oy olarak kabul edip karara
vardığını

OSMANLI ESNAFI

Ahilik ahlâkıyla yetişen Osmanlı esnafını bakınız İngiliz Senceri gazetesi nasıl anlatmaktadır.

"Osmanlı memleketlerinde dükkâncılık ve satıcılık tarz ve usulü kadar güzel usul hiçbir yerde bulunmaz.
Sivas pazarına gittiğimiz zaman bu adet nazarımızda bütün bütün tecelli etti. Pazara gelen müşteri ayaküstü
durup, teşhir edilen malları gözden geçirir. Tüccar veya dükkâncı ise, diz çökmüş veya bağdaş kurmuş bir
halde bulunur. Eğer müşteri itibara değer kimselerden ise, dükkâncının yanına çıkar oturur.

Bir tacir böylesine, adeta konuksever bir ev sahibi gibi muamele ederdi. Müşteriye evvela bir kahve
ısmarlar, sonra bir sigara ikram eder. Vee hal ve mevkie münasip konuşmaya girişir. Kahve ve sigara
içtikten sonra konu yavaş yavaş alış veriş meselesine çevrilir. Eğer birden bire bu meseleye girilirse,
hürmetsizlik ve terbiyesizlik sayılırdı.

Dükkâncı, müşteriye, neden sonra ne satın almak arzu ettiği takdirde gayet nazik bir ifade tarzı ile sorar. Ve
alınacak şeyin nevi ve cinsine göre konuşulmasını müteakip, müşterinin fiyatı soruşu üzerine satıcı, yine
nezaketten: “Zatı alileri her ne münasip görürseniz, onu verirsiniz, hiç vermezseniz de hediye makamında
kabul buyurursanız bence büyük bir şereftir” derdi.

İşte Türklerin alışverişi böyledir. Ve böyle nezaketli alışveriş hiçbir yerde görülmezdi."

Fransa hükümeti tarafından Türkiye'nin doğu illerinde inceleme yapmak üzere görevlendirilen Teophile
Deyrolle, 1869 yılının Şubat ayında Trabzon'a gelerek ilginç bulduğu olayları Fransa'da yayınlanan bir
dergide yazmıştır. Fransız Deyrolle Trabzon'daki Türk esnafıyla , Ermeni, Rum ve İran esnafını
karşılaştırırken bakın nelere dikkat etmiş.

"Türk, ciddi ve sessiz, çubuğunu içerek müşterisini bekler. Müşteri alacağı şeyi elinde evirip çevirdikten
sonra değerini sorar. Dükkancının ağzından bir rakam düşer. Artık pazarlık etmek faydasızdır...Rum ile
Ermeni tamamen başkadır. Müşteriye seslenir, elbisesinden tutup çekerler. Müşteriyi bir laf sağanağına
tutarlar. Ona en yumuşak kelimelerle hitap ederler. "Kardeşim" derler. "Ruhum, dostum" derler ve
gösterdikleri malın iki kat değerini isterler. .. Trabzon'da pek çok olan İranlı esnaflara gelince: İçlerinde
bazıları Türklerin meziyetleri ile Hıristiyanların hilekarlıklarını birleştirmiştir."

AHİ BİRLİKLERİNDE EĞİTİM

Bilim ve uygarlık tarihleri incelendiğinde görülmektedir ki, insanlığa en çok hizmet etmiş toplumlar bilimde
ileri gitmiş olanlardır. Eğitimde ileri olan toplumlar güçlü, geri olan toplumlar da zayıf olmaya
mahkumdurlar. Osmanlı Devleti tarihin en uzun ömürlü devletlerinden biridir. Bunda şüphesiz ki, eğitim
politikasının önemli bir rolü vardır.

Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda ve gelişmesinde önemli rol oynayan Ahiler, imalat ve ticarete verdikleri
önemle ekonominin büyümesine, eğitime verdikleri önemle de bilimin gelişmesine büyük katkı sağladılar.

Ahilik sisteminde eğitim, Farâbî, Kutadgu Bilig, İbnî Sina, Fahrettin Râzî ve Ahi Evran çizgisinde
gelişmiştir. Ahilik tespit ettiği hedefe, sağlam bir teşkilatlanma modeli yanında, köklü bir eğitim sistemi ile
ulaşmaya çalışmıştır. Esnaf ve sanatkarlara iş yerlerinde yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisine göre
mesleğin incelikleri öğretilmiş, kabiliyetli çırak, kalfa ve ustaların elinden tutularak medreselerde eğitim
görmeleri sağlanmış ve gerektiğinde kendilerine orta sandığından maddi destekte bulunulmuştur.

Bir taraftan esnaf ve sanatkarlara işyerlerinde mesleklerinin incelikleri öğretilirken, diğer taraftan akşamları
Ahi zaviyelerinde ise toplum içindeki tutum ve davranışları hakkında bilgi verilirdi.

Ahiler, eğitimi kişinin doğumuyla başlayan ve hayat boyunca devam eden bir süreç olarak görmüşlerdir.
Ahi zaviyelerinde kırk yaşın üstündeki insanlara da okuma - yazma öğretilmiştir. Hatta, bunlar arasında
Divan yazacak kadar olgunluğa erişenler dahi vardı. Böylece günümüzde "hayat boyu eğitim" şeklinde
tanımlanan eğitim anlayışı yüzyıllar önce Ahi birlikleri tarafından uygulanmıştır.

İş Dışında Eğitim

İş dışındaki eğitim, genel eğitim özelliğinde olup ferdi gelişmeye yöneliktir. Ahi zaviyelerinde öğretmen
tarafından teşkilata yeni giren gençlere okuma yazma öğretilirdi. Gençlere ilk terbiye ve bilgiyi veren
kişilere muallim denilirdi. İlmi sahada söz sahibi müderris ve kadılara da ders verdirilirdi. Dini ve ilmi
bilgiler yanında Türkçe konuşma, edebiyat dersleri okutulurdu. Örneğin Divan Edebiyatımızın büyük
şairlerinden Bâki de bir saraç çırağı iken bu tür bir eğitimden geçmiştir. Ahi zaviyelerindeki çırakların zaten
mensup oldukları sanat dalı içerisinde tatbiki bilgileri edinmiş olduklarından, zaviyelerde fen ve sanat yerine
cemiyet içerisinde yaşama kuralları, sosyal kaideleri öğrenirlerdi.

Gençlerin yeteneklerini geliştirmek için eğitim proğramlarına, güzel yazma, musiki dersleri, davranış
kaideleri, askeri bilgi ve spor eğitimi dersleri de konulmuştu. Zaviyelerde eski Türk destanları, Kutadgu
Bilig ve Ahi Evran’ın kitapları yanında Fütüvvetname denilen, Ahiliğin Ahlak Nizamnamesi olarak bilinen
kitaplar okutulurdu. Fütüvvet kitapları bir bakıma İslam tasavvufunun geliştirdiği Kur’an ve Hadislere
dayanan güzel ahlak ve ideal insan modelini belirleyen kitaplardı. Bu eserler yalnız gençlerin değil
toplumun tamamının uyması istenilen ahlaki kuralları içerirdi.

İş Başında Eğitim

İş yeri sahibi, aynı zamanda usta (öğretmen) olduğu için daha önce çalıştığı iş kolundan mesleğini
öğrendiğine dair icazet (diploma) ve iş yeri açma izni almış kimsedir. Bir gencin usta olabilmesi ve kendi iş
yerini açabilmesi için değişik öğrenim kademelerinden geçmesi gerekirdi. Her şeyden önce bir gencin Ahi
birliğine üye olabilmesi için mutlaka geçimini temin edebilecek bir iş veya sanatının olması aranırdı. Boş
gezen, bir işi olmayanlar, Ahiliğe kabul edilmedikleri gibi toplumda da itibar görmezlerdi. Mesleği
olmayanlara kız bile verilmezdi . Bu sebepten gençlerin belirli bir eğitim almış olmaları gerekiyordu.

Çırak olmak isteyen aday öncelikle, elinde ustalık belgesi sahibi bir ustaya yardımcı olarak verilir ve
kendisine iki tane “yol kardeş” (yiğit başı) seçilirdi. “Yol kardeşlik” gençlerin ömürleri boyunca sürerdi.
Eğitim süresi içerisinde, gençlerin ahilik kaidelerine bağlılıkları kontrol altına alınırdı. Gençler arasında
Ahilik prensiplerini ihmal edenler veya hatalı davranışlarda bulunanlar birbirlerinden sorumlu tutulurdu.

Çırak adayının iş yerindeki tutum ve davranışı, becerisini göz önüne alınarak, ya da aynı işyerinde çıraklığa
devam etmesine veya başka bir sanat dalında çıraklığa başlamasına karar verilirdi. Her halükarda bir iş
yerine çırak olarak girebilmek için o iş kolunun Ahi birliğinden izin alınması gerekmekteydi. Bir çırak veya
kalfa ustanın izni olmadan dükkânı terk edip başka bir ustanın yanına gidemez, çünkü başka usta bunu kabul
etmezdi. Ustalar, sanatın özelliğine göre sınırlı sayıda çırak çalıştırmaya mecburdular. Daha fazla çırak
kabulü ve çalıştırılması birlikçe yasaklanmıştı. Aynı iş kolunda ihtiyaçtan fazla eleman yetiştirmenin
doğuracağı problemlerin bilincindeydiler. Meslek çeşitleriyle, her meslekte çalışacak olanların sayısı, o
bölgenin ihtiyaçları göz önüne alınarak tespit edilirdi.

Bu da gösteriyor ki esnaf-sanatkarların bir taraftan işsiz kalmaması, diğer yandan da aşırı üretimin
önlenmesi sağlanmıştır. Zaten usta ve kalfa için önemli olan çıraklarını çok iyi yetiştirmekti. Çıraklara
çıraklık süresince herhangi bir ücret ödenmezdi. (58)

Gerek iş başındaki eğitimde ve gerekse zaviyedeki eğitimde aynı eğitim metodu uygulanırdı. Özellikle
mesleki eğitimde çıraklığa alınan gence, bilgiler, maharetler, hünerler, en basitten zora doğru uzanan bir
süreçte kazandırılmaya çalışılırdı.

Sanat Eğitimi

Ahilik sisteminde gençlere ahlâk ve sanat eğitimi birlikte veriliyordu. Ahlâka ait usul ve erkan kuralları
eğitim müfredatına göre düzenlenirdi. Gençlere yaşlarına ve öğrenim sürelerine göre verilecek bilgiler de
programlanmıştı. Zaman gelmedikçe ne sanata ne de ahlâki kurallara ait bilgiler verilmezdi. Ancak öğrenci
olgunlaştıkça ve sanattaki yetenekleri arttıkça, bilgiler belirlenen ölçülerde arttırılırdı.

Örneğin, Osmanlı döneminde, çırakların okuma yazmayı öğrenmeleri için, “saraçhane” denilen yerde,
ayrıca sabahları “Fatih Medresesi"nde okutulan derslerin saraçhanede de okutulmasına önem verilirdi.
Ahiliğin, uygulandığı bir sanat dalı da Nakışçılıktı. Anadolu Selçuklu devleti zamanından beri görülen
nakışhaneler, Osmanlı Devleti zamanında da gelişerek devam etmiştir. Bu atölyelerde hattatlar, nakkaşlar,
kitap süsü, ülkede yapılan binaların tezyini (süsleme) gibi işlerin esaslarını hazırlardı.

Bu nakışhanelerde yalnız kitap yazma, süsleme işleri ile uğraşılmazdı. Sarayların, silahların ve diğer
eşyaların resimleri hazırlanırdı. Bu atölyeler, adeta tatbiki güzel sanatlar akademisinin motif ve süsleme
sanatını öğreten bir bölümü gibiydi.

Fatih devrinden kalma sanat eserlerinin bir çoğunda yazı, tezhip, cilt, kısmen resim, çini, oyma kapı, fresk,
taşa oyulmuş süsler, kılıç ve miğfer gibi zamanın harp silahlarının üzerine yapılmış, süs, resim ve nakış
sanatının bir çok özelliklerine rastlanılmaktadır.

Bu nakışhaneler sanat öğreten bir okul gibiydi. Burada baş usta (okulun müdürü), kalfalar ve çıraklar vardı.
Çırak ustasının tarifleriyle değil, onun nasıl çalıştığını görmekle ve ona dikkat etmekle sanatı öğrenebilirdi.
Öğrenciler hep birlikte bir atölyede çalışırlar, her kes birbirine bakarak, görerek bir şeyler öğrenirdi. İyi
bilenler, yeni gelenlere bu hususta yardımcı olurdu.

Ahlâk Eğitimi
Ahi kardeş, yaren, dost, yiğit anlamında kullanılır. Ahilik, birbirine saygı duyan, yardım eden, fakiri
gözeten, yoksulu barındıran, ilmi ve çalışmayı ibadet sayan, din ve ahlak kurallarına sıkı sıkıya bağlı esnaf-
sanatkarların teşkilatı anlamını ifade eder.

Ahilik çalışmayı, ibadet ve dürüstlüğü bir bütün olarak ele almış, ahlâka büyük önem vermiştir. Ahiliğe göre
güzel ahlâkın olduğu yerde kardeşlik, eşitlik, özgürlük, sevgi, hak ve adalet vardır.

Ahi teşkilatlarında ahlâki eğitim zaviyelerde verilirdi. Ahi zaviyelerinde verilen eğitim sadece gençlere
yönelik olmayıp, her yaştan insanların istifade edebileceği özellikteydi. Bu nezih mekanlarda öğretilen ahlâk
kuralları daha sonra da tüm toplumun ortak değerleri olarak hayata geçiriliyordu.

İlk Türk fütüvvetnamesi, alplık kavramıyla birleşerek yiğit-ahi şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu
fütüvvetnamelerden, yazarı belli olmayan yüzlerce Türkçe fütüvvet kitabı yazılmıştır. Ahilerin el kitabı olan
ilk Türk fütüvvetnamesinde, Burgazi, gençlere, terbiye kurallarından bazılarını şöyle anlatmaktadır:

“... Taam (yemek) yimekte yirmi erkan vardır.” Yani yemek yemeye ait yirmi kaide olduğunu söyleyip, bu
kurallardan bazıları da şöyle sıralanabilir:

-Sofraya oturmadan önce ve yemekten kalktıktan sonra elleri yıkamak

-Yemek yenilen yere ayakkabı ile girmemek,

-Yemeğin dürüstlük ile kazanıldığından emin olmak,

-Yemeğe büyüklerden önce başlamamak ve yemeğe tabağın kenarından başlamak,

-Yemek yerken konuşmamak, ağzından tükürük saçmamak, kaşınmamak,

-Yemek yerken öksürük tutması halinde ağzı elle değil, mendille kapatmak,

-Yemekte küçük lokma almak, başkasının yediği lokmaları gözetmemek,

-Yemekte ağzını şapırdatmamak,

-Yemekte etin kemiklerini sofradakilere göstermeden tabağın arkasına saklamak vb.

Söz söylemekteki edepler dört tanedir:

-Sert konuşmamak,

-Konuşurken sağa-sola bakmamak,

-Sen-ben değil de siz-biz olarak hitap etmek,

-El kol hareketleri ile bir şey ifade etmemek.

Evden çıkmaktaki edepler:

-Çıkarken sağ ayakla çıkmak,

-Endişeli çıkmamak,

-Çıkarken yukarı bakmamak.


Yürümekteki edepler:

-Sert yürümemek,

-Çukurlara basmamak,

-Yanlara bakarak yürümek,(dikkatli olmak)

-Taştan taşa sıçramamak,

-Kimsenin ardınca bakmamak,

-Büyüğünün önünde yürümemek.

Bu kuralların dışında elbise giyerken beş, pazarda, çarşıda yürürken, alış veriş yaparken dört, misafirlikte
üç, hasta ziyaretinde beş, tuvalete ve hamama girerken sekiz, yatarken dört olmak üzere bir çok kural tespit
edilmiştir.

Burgazi fütüvvetnamesi’nde Ahi ahlâkını meydana getiren kurallar şöyle sıralanmaktadır.

1- Ahiler birkaç iş veya sanatla değil, yeteneklerine en uygun olan tek bir iş veya sanatla uğraşmalıdır.

2- Ahinin emeğini değerlendirecek ve onurunu koruyacak bir işi, özellikle bir sanatı olmalıdır.

3- Ahi doğru olmalı, emeğiyle hak ettiğinden fazlasını kazanma yoluna sapmamalıdır.

4- Ahinin işinin ve sanatının geleneksel pîrlerinden kendi ustasına kadar bütün büyüklere içten bağlanmalı,
sanatında, davranışlarında onları örnek almalıdır.

5- Ahi bilgi sahibi olmalı, bilginleri sevmeli, onlara karşı küçük düşmemeli, aldığı bilgileri yerinde ve
zamanında kullanmalıdır. 13. yüzyılda Burgazi tarafından kaleme alınan Burgazi’nin Fütüvvetnamesi’ni,
daha sonra diğerleri takip etmiştir. Ahi ahlâkını meydana getiren fütüvvet kuralları, öğrencilere
anlayacakları tarzda öğretilirdi.

Bu kurallar;

1-İyi huylu ve güzel ahlâklı olmak,

2-İşinde ve hayatında doğru, güvenilir olmak,

3-Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak,

4-Sözünü bilmek, sözünde durmak,

5-Hizmette ayrım yapmamak,

6-Yaptığı iyilikten karşılık beklememek,

7-Güler yüzlü olmak,

8-Tatlı dilli olmak,

9-Hataları yüze vurmamak,

10-Dostluğa önem vermek,


11-Kötülük edenlere iyilikte bulunmak,

12-Tevazu sahibi olmak,

13-Hiç kimseyi azarlamamak,

14-Anaya ve ataya hürmet etmek,

15-Dedikoduyu terk etmek,

16-Komşularına iyilik etmek,

17-İnsanların işlerini içten, gönülden ve güler yüzlü yapmak,

18-Başkasının malına hıyanet etmek,

19-Sabır ehli olmak,

20-Cömert, ikram ve kerem sahibi olmak,

21-Daima hakkı kullanmak,

22-Öfkesine hakim olmak,

23-Suçluya yumuşak davranmak,

24-Sır saklamak,

25-Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek,

26-İçi, dışı, özü, sözü bir olmak,

27-Kötü söz ve hareketlerden sakınmak,

28-Mahiyetinde ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek.

(...)

Yukarıda sadece bir kısmına yer verdiğimiz Ahiliğin 124 altın kuralı vardır.

Ticaret Ahlâkında Yasaklanan Hususlar

Ticaret ahlâkında yapılması istenmeyen şeyler ise şunlardır:

1. Hileli ve çürük mal satmayacaksın,


2. Müşteriden fazla para almayacaksın,
3. Bir başkasının malını taklit etmeyeceksin,
4. Noksan tartmayacaksın ve bozuk terazi kullanmayacaksın,
5. Sahte ve kalitesiz mal üretmeyeceksin

Ahiliğin açık ve kapalı olmak üzere 6 şartı vardır.

Açık olanlar:

1-Elini açık tut : Cömert olmak, düşkünlere yardım etmek için,


2-Kapını açık tut : Konuksever ve misafirperver olmak için,

3-Sofranı açık tut : Yoksullara, yemek yedirmek, misafire ikramda bulunmak için.

Kapalı olanlar:

1-Elini bağlı tut : Hırsızlık, zorbalık ve kötülük etmemek için,

2-Dilini bağlı tut : Dedikodu, yalan, iftira ve gıybetten uzak durmak,

3-Belini bağlı tut : Kimsenin namusuna, haysiyet ve şerefine göz dikmemek için.

Ahiler kız çocuklarına da şu öğütleri verirlerdi:

1- İşine dikkatli ol : Ailenin ve evinin işini ihmal etme,

2- Aşına dikkatli ol : İyi yemek pişir, iktisatlı ol,

3- Eşine dikkatli ol : Her türlü şartlar altında eşine sahip ol,

Örnek Olay

Ahilik teşkilatının yüksek ahlâki değerleriyle yetişen Osmanlı esnaf, sanatkar ve tüccarı Batılı devletler
nazarında çok önemli bir yer edinmiştir.

Alman Başbakanı Bismark "Türkler, Asya'nın centilmenleridir" sözüyle Ahilik kültüründe yetişen Türk
insanını tanımlıyordu...

Ayrıca İngiliz Ticaret Odalarının birinde asılı bulunan levhada "Her zaman Türk tüccarları ile alışveriş
et" sözünün yer alması Türk esnafının, tüccarının ve sanayicisinin dün sahip olduğu ve bugün terk ettiği
Ahilik kültürünü ifade etmektedir.

AHİLİK VE FÜTÜVVET AHLÂKI

Ahiliğin en önemli özelliklerin birisi; teşkilata mensup kimselerin, yani esnaf-sanatkar ve çalışanların
manevi ihtiyaçlarına cevap verecek bir inanç ve ahlâk anlayışına sahip olmalarıdır. Bu özelliği ile Ahilik
temel kurallarını Fütüvvetçilikten almıştır.

Fütüvvet Arapça bir kelime olup, sözlükte cömertlik, gençlik, yiğitlik, kahramanlık, alçak gönüllülük,
diğergâmlık gibi anlamlara gelir. Fütüvvetten bahseden eserlere bakılırsa, bu kavramın içinde neredeyse,
İslamiyet'in telkin ettiği bütün güzel ahlâk esaslarını bulmak mümkündür. Mutasavvıflara göre fütüvvet,
peygamberlerden kalma bir ahlâk yoludur.

Sülemî'nin Fütüvvet Kitabı'ndan şu hususları başlılar halinde sunabiliriz.(61)

o Kötülüğe iyilikle karşılık vermek,


o Yaptığı işten karşılık beklememek,
o Gücü varken affetmek,
o Başkalarının kusurlarını bırakıp, kendi kusuruyla uğraşmak,
o Şefkatli olmak, başkalarını kendisine tercih etmek,
o Hiçbir durumda yaltaklanmamak,
o Zenginse, fakiri hiçbir sebeple hizmetinde kullanmamak,
o Halka tenezzül etmemek, yüz suyu dökmemek,
o Verenin de, alanın da Allah olduğunu bilmek,
o Kerem sahibi olmak,
o Alçak gönüllü olmak, kendini beğenmişlikten kaçınmak,
o Hiç kimseyi azarlamamak,
o Sır saklamak,
o Hizmette ve vermede ayırım yapmamak.

Sadece bazılarını saydığımız bu fütüvvet prensipleri, netice olarak, insanı başı dik gönlü dok olmaya, alıcı
değil verici durumda bulunmaya, dolayısıyla üreticiliğe, bütün varlıklara karşı sevgi ve şefkat beslemeye ve
manevi olgunluğa yönelten hususlardır.

Bu ve benzeri güzelliklerin laf olarak sıralanması kolaydır, fakat asıl olan uygulamadır. İşte Ahilik, iyi bir
organizasyonla, mesleki ve teknik faaliyetler yanında, bu prensipleri derece derece tatbik sahasına koyan
kurumdur. Böyle bir sistemde, tabi olunan tasavvuf terbiyesi ve ulaşılacak manevi olgunluk sonucu, önce
kişinin kendi kendini kontrolü söz konusudur. Öyle ki Ahi sanatkar, yaptığı bir işi kurallardan önce Allah'ın
beğenmesine önem verirdi. Otokontrolün kâfi gelmediği durumlarda ise, Ahi teşkilatının güçlü iç disiplini
ve sosyal baskı ile, sayılan ilkelerin yaşanır hale gelmesi mümkün olmuştur.

AHİLİĞİN TÜRK DİLİNE VERDİĞİ ÖNEM

Ahilik teşkilatı, Türk dilinin ve kültürünün koruyucusu olmuştur. Anadolu'daki diğer dillere, özellikle Arap,
Acem, Bizans kültürlerine karşı Türk kültürünü koruyup, Türkçe konuşan ve Türkçe yazan ozanları ve
düşünürleri bir şemsiye altında toplayan Ahi teşkilatı olmuştur. Böylece Ahiler, bizi biz yapan dilimizi,
koruyup geliştirmişlerdir.

Hoca Ahmet Yesevi'den başlayarak büyük Türk düşünür ve gönül adamları Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı
Veli, Ahi Eran, Aşık Paşa, Gülşehri, Hacı Bayram Veli ve daha niceleri hem İslamiyeti, hem de milli
özelliklerimizi ve değerlerimizi Türkçe ile anlattılar, yazdılar ve yayınladılar. Osmanlı Devleti'nin Türkçe'yi
devletin resmi dili kabul etmesi, bu dili cihan şumul bir konuma getirmesinde, Ahilerin büyük katkısı
olmuştur.

Ahiler Türkçe konuşmaya, Türkçe yazmaya ve Türkçe'yi diğer milletlere yaymaya özel önem vermişlerdir.
Ahiler, sadece Türkçe'yi öğrenip-öğretmekle kalmayıp; dil yönünde kabiliyetli insanları, edebiyatçıları,
şairleri yetiştirerek onlara ciddi sorumluluklar yüklemişlerdirler. Böylece Türkçe'nin günümüze kadar çok
ileri bir seviyede gelmesini sağladılar.

Yunus'un yaşadığı dönem, Ahilerin Anadolu'da yaşadığı en faal dönemdir. Kendisi de bir Ahi olan Yunus
Emre'nin yüzyıllar önce yazdığı şiirlerini bugün rahatlıkla anlayabiliyorsak işte bunu Ahi teşkilatına
borçluyuz.

AHİLİK VE SPOR

Ahi teşkilatı yurt savunmasında önemli görevleri üstlendiği için her zaman askeri ve sportif faaliyetlere
büyük önem vermiştir. Bu sebeple Ahi teşkilatında sporun ayrı bir yeri ve önemi vardı. Çırak ve kalfaların
eğitimleri süresince mesleki ve ahlâki açıdan olgunlaşmalarına çalışılırken, kalfalar kılıç kullanmak, ata
binmek, ok atmak gibi sportif manada askeri eğitime tabi tutulurdu. Bütün bu eğitimleri başarı ile
tamamlayıp sonuna gelen kalfa, ustalığa yükselmek için imtihana girerdi. Yani bir kalfanın usta olabilmesi
için devrin sporlarını da başarılı bir şekilde yapabilmesi gerekirdi.
Ahiliğin etkisiyle "yay" dini anlamlarla sembolleştirilmiş, din adamları ve Ahiler ok meydanlarında ok atıp
menzil taşı dikmişlerdir. Bu menzillerden birisinin adı da "Ahi Menzili"dir.

Güreşlerde dini törenlere yer verilirdi. Ahilikteki gibi bazı törenler güreş ve okçuluk sporunda da vardır.
Güreşe giriş ve çıkışlarda, pehlivanların davranışlarında kendini gösteren özelliklerin birçoğu Ahilikle
bütünleşmektedir. Ahilikteki pir, güreş ve okçulukta da vardır. Sporcular abdestsiz kispet (güreş kıyafeti)
giymezler, yayı tutmazlar ve meydana inmezler, ok atışlarına ve güreşe ise besmelesiz başlamazlardı.

Ahilikte olduğu gibi, okçuluk ve güreşte de sporculara maddi ve manevi desteğin sağlandığı bir sosyal
yardımlaşma mevcuttu. Okçu ve yaycı esnafı ayrı ayrı loncalar halinde ve kendilerine ait çarşılarda
toplanırlardı.

İstanbul Ok Meydanı Vakfı, fetihten hemen sonra, Fatih Sultan Mehmet'in emri ile kurulmuş ilk vakıftır.
Vakfın kuruluş gayesi "gazilerin ve halkın ok atması ve toplu halde dua etmesi için..." diye fermanlarda
açıklanmaktadır. İstanbul, Bursa, Edirne ve Trabzon gibi Osmanlı'nın büyük ve önemli merkezlerinde böyle
meydanlar bulunurdu.

1489 yılında Trabzon Valiliğine getirilen Yavuz Sultan Selim, tarih ve edebiyatın yanında spora da büyük
önem verirdi. Ata binmekte, silah kullanmakta ve özellikle ok atmakta çok usta idi. Trabzon'un
Kavakmeydanı semtini "ok meydanı" olarak kullanırdı. Burada hem kendisi ok atar, hem de ok atma
öğretimi ve yarışmaları yaptırırdı.

Türkler, geçmişte dünyanın en güçlü pehlivanlarını ve en iyi atıcılarını yetiştirmiştir. Bu başarının başlıca
sebebi, o çağın bilimsel kurallarıyla eğitim ve öğretim veren, her birisi kendi düzeyinde birer spor okulu
diyebileceğimiz, Enderun, Tekke, Talimhane'ler açılmış olması ve spor meydanlarının tesis edilmesidir.

Rekorların erişilmesi imkansız sporcuları yetiştiren üstadların, en fazla önem verdikleri konu idmandı.
Sürekli ve düzenli bir idman en kaliteli sporcuların yetişmesi için vazgeçilmezdi. Çünkü daha o dönemde
"sen idmanı bir gün bırakırsan, idman seni yirmi gün bırakır" ilkesi her sporcunun beynine
işleniyordu.

Okçulara verilen talimatnamede düzenli çalışılması ve tekniğe önem verilmesi şu cümlelerle ifade edilirdi.
"Her gün meydanda 300 kez sabah, 300 kez öğleden sonra ve 300 kez de akşama yakın atasın. Bir ay
böylece idman edesin ve bir gün ara vermiyesin... Bu şekilde idman yapıp anlatılan kurallara uymazsan,
Zaloğlu Rüstem olsan da başarılı olamazsın. Çünkü menzil kuvvet ile atılmaz, teknik ile atılır

Vous aimerez peut-être aussi