Vous êtes sur la page 1sur 14

OSMANLI’DA LONCA SİSTEMİ VE OSMANLI

EKONOMİSİNE KATKILARI
I. BÖLÜM

GİRİŞ
Şehirleşen her cemiyetin hayatında şehir üretimiyle ve şehirde ticaretle uğraşan bir
gurup vardır. Bildiğimiz şehirlerin tarihi M.Ö. 5000 ve 8000 e uzandığına göre, Filistin
de Yerikoda oldugu gibi, buralarda şehirlere has zanaatlarla uğraşanlar vardır.
Bunlarda hiç şüphesiz ki tarıma yönelik zanaatlarla uğraşanlardır. Yavaş yavaş
şehirdeki mimariyle ona yönelik zanaatlarla uğraşanlardır ve kentte zirai üretim
yapılamadığı için köylerin üretimini kentlerde satanlardan oluşanlardır. Buna biz "
esnaf " veya eski tarihimizde " ehl-i hiref " diyoruz. Bu esnafın hem devlet bakımından
kontrolü yani idare edenler tarafından, hem kendi üretimlerini, kendi iktisadi ve
çalışma hayatlarını zapt-u rapt altında tutacak aralarında anarşi ve çatışmayı önleyecek
şekilde bazı birliklere gitmeleri mukadderdir.1
Dünya tarinde her yönüyle çağdaş milletlerden üstün, büyük, kudretli ve ileri
olabilme mucizesini göstemiş olan Türk-İslam kültür ve medeniyeti, bu üstünlüğünü
bazı batılı tarihçilerin öne sürdüğü gibi kılıç kuvvetinden, bilek gücünden almamıştır.
Türk-İslam İmparatorluğu'nun sahip olduğu kültür yüksekliğidir ki, ona büyük, geniş
ülkeleri idare etme kudretini vermiştir. Eğer o kültürün her sahasında zamanının en
yüksel derecesine ulaşmamış olsaydı, uygarlığın türlü çemberinde geçmiş olan
ülkelerde hakim olabilir miydi? O kültür ve medeniyetin kudret ve kuvveti, ileri bir
zihniyetle karşısındaki kavimlere üstün olabilecek tarzda siyasi, askeri, fikri ve iktisadi
münasebetlerde medeni bir seviyede olamasındandır.
1. LONCA SİSTEMİ
Geleneksel toplumlarda iş hayatını ve iş ilişkilerini düzenleyen ve bu arada
denetleyen mesleki bir örgütlenmedir. İtalyanca logğa kelimesinden türeyen lonca
terimi, Osmanlılarda oda olarak geçmektedir. Aslında "esnaf teşkilatı" olarak ifade
edilebilecek olan örgütlenme biçimi, aynı meslekten kişilerin, bir pîr'in etrafında
örgütlenen dernekleri veya birlikleridir. Bu tür teşkilatların varlığı VII. veya VIII.
yüzyıllara kadar geri götürülebilmektedir.
1.1. Lonca Sisteminin Özellikleri ve İşleyişi
Türklerin oluşturdukları meslekî birlikler, gedik adı verilen ve belirli bir meslek
dalında çalışan sanat dallarından oluşmaktaydı. Lonca veya esnaf derneği, aynı sanatı
yapan ve aynı yerde oturan, aralarında sıkı bir üretim ve satış dayanışması bulunan
zanaatkarların teşkil ettiği bir birliktir. Türk toplumunda bu sistemin "Ahilik" denilen
bir tarikat hayatıyla dinî bir mahiyet taşıdığı görülmektedir. Her meslek ve zanaatın bu
kapalı sistem içerisinde Fütiivvetnâmeler ile bir düzene bağlandığını görüyoruz.
"Fütüvvet", kardeşlerine iyi davranmak ve onların yardımlarına koşmak; kulluk
edeplerini koruyarak halkın ihtiyaçlarını karşılamaktır. Selçuklu esnaf birliklerinde

1
İlber Ortaylı İle Geçmişten Geleceğe Proğramı (TRTTÜRK), 2007
1
rastlanan meslekî ahlakın dayanışmacı ve başkasını gözeten nitelikte olması,
fütüvvetin esnaf üzerindeki etkisinin bir belirtisidir.
Ülkenin dört bir yanına yayılmış bulunan esnaf birlikleri, hemen hemen aynı yapıya
sahip oldukları gibi, birbirleriyle de sıkı bir irtibat halindeydiler. Bu sağlam teşkilat,
içten ve dıştan örgülü iktisadî birimler halinde, maarif ve terbiye merkezleri olarak
Osmanlı sosyal yapısının temelini teşkil etmekteydiler. İşletmelerdeki her çırak, ona
mesleğin sırlarını ve derneğin geleneklerini öğreten ve ehliyet kazandığı zaman da ona
"kefil" olan bir ustanın yanında çalışırdı. Titizlikle yürütülen ve uzun yıllar süren
yetişme sürecinden sonra aday, derneğe alınmaya hazır bir hale gelince, babası
derneğin şeyhine başvurur, o da adayın buna hazır olduğuna inanıyorsa, ustaları
dernek odasına davet ederdi. Çırak, el sanatının birkaç örneğini zanaatkarlardan
meydana gelen bir meclise sunar. Bu imtihanı geçerse, derneğe kabul edildiği gün,
bunlar gümüş bir tepsi içinde teşhir edilirdi. Merasim duası okunduktan sonra, ustası
çırağı takdim eder; delikanlı lonca şeyhinin önünde diz çöküp onun elini öperdi. Şeyh
elini gencin omuzuna koyup dinine ve derneğin kurallarına saygı göstermesi
uyarısında bulunurdu.
Osmanlı toplumundaki lonca sistemi, Avrupadakinden birçok bakımdan farklıydı.
Lonca, ekonomik bir birim olmanın ötesinde, sosyal bir fonksiyona da sahipti. Gerek
usta ve kalfa ile çırak arasındaki İlişki, gerekse ticari faaliyetlerde rol oynayan ahlâk
unsuru, değişik bir kurum ortaya çıkarmıştı. Dikkati çeken husus, dinî ve ahlâkî
İlkelerin sistemin bütününe yayılmış olmasıdır.
Esnaf derneklernin yetki ve nüfuzlarına kimse karışamazdı. Bir anlamda otomatik
bir idareleri vardı. Dolayısıyla devlet politikasının değişmesinden etkilenmezlerdi. Ahi
birliklerinin Anadolu'nun İslâmlaşması konusunda çok büyük rolleri olmuş,
Osmanlıların bir uç beyliğinden bir devlet haline gelmesinde Ahiler büyük katkılarda
bulunmuştur.
Esnaf birliklerinde işsizliğe ve fazla üretimden doğan bunalımlara neden olmamak
için esnaf, üretim araçlarını ve imal edilecek eşya sayısını sınırlamıştı. îslamiyetin
iktisada ait prensiplerinin uygulandığı bu teşkilat, pek çok iktisadi bunalımın ortaya
çıkmasına engel olmuştur. Esnaf dernekleri, ihtiyacı olanlara, dul ve yetimlere yardım
etmek, ortaklaşa verilecek vergileri toplamak, yardım sandıklarını geliştirmek,
ordunun ihtiyaçlarını karşılamak ve gerektiğinde savaşa katılmak gibi çeşitli işleri de
yüklenmişlerdir.2
1.2. Loncaların Başlıca Görevleri
Osmanlı toplumunda esnaflar LONCA adı verilen teşkilatlara sahiptiler. Her esnaf
muhakkak bir loncaya kayıtlı olur, loncasının koruması ve denetimi altında bulunurdu.
Bugünkü tabipler odası, mimarlar odası, şoförler odası gibi... Dükkan açma hakkına
GEDİK denilirdi. Gedik' e sahip olmak için çıraklık, kalfalık yapıp, ustalık belgesini
almak gerekirdi.
Loncaların başlıca görevleri şunlardı:

1- Üye sayısını, üretilen malların kalitesini,fiyatını belirlemek

2
Sami ŞENER, Bk. Ahilik, Zanaat
1
2- Esnaf arasındaki haksız rekabeti önlemek,
3- Esnaf ile devlet arasındaki ilişkileri düzenlemek,
4- Üyelerine kredi vermek.

1.2.1. Loncada Görev Dağılımı


Her loncada yaşlılardan meydana gelen 6 kişilik bir "ustalar kurulu" vardı. Bunların
en yaşlısı başkan olur ve Şeyh adını alırdı.
Şeyh: Çıraklık ve ustalık törenlerini yönetir ve cezaların uygulanmasını sağlardı.
Kethüda: Loncayı dışarıda temsil eder, hükümetle ilişkileri düzenlerdi.
Nakib: Şeyhi temsil eder,esnafla şeyh arasında aracılık yapardı.
Yiğitbaşı: Disiplin işleri ve esnafa hammadde dağıtımını yapardı.
Ehl-i Hibre: İki kişiydiler. Mesleğin sırlarını bilen, malların kalitesi bildiren, fiyat
belirleyen uzman ( Bilirkişi ).
Bu 6 kişiden oluşan Lonca kurulunun dışında Lonca teşkilatıyla ilgili devlet
görevlileri de vardı. Bunlar:
Kadı: Lonca birliklerinin en üst makamıydı. Esnaf arasındaki anlaşmazlıkları
çözümler ve yukarıda belirtilen altı kişilik kurulun seçilmesini onaylar veya görevden
alırdı.
Muhtesib: Çarşı ve pazar denetlemesi yapardı. Satılan mal ve fiyatları kontrol
ederlerdi ( zabıta ).
Esnafı üreticiler ve hizmet erbabı olarak ikiye ayırabiliriz.
a) Üreticiler: Hammaddeyi işleyerek, işlenmiş madde haline getiren esnaflardır.
Örneğin : Bakırcı, kılıççı, fırıncı, demirci gibi...
b) Hizmet Erbabı: Toplum için gerekli bir hizmeti yapan esnaftır. Örneğin:
Berberler, hamallar gibi...
1.2.2. Loncaların Disiplini Sağlayıcı Cezaları
Loncalar tarafından verilen disiplini sağlayıcı cezalar ise şöyle sıralanabilir;
a) Öğüt verme: Esnaf ahlakına aykırı davranışlarda bulunanların çağrılarak
nasihatte bulunulması.
b) Cereme (cerime): Satış veya mübadelelerinde usule aykırı davrananlar, ayıplı
mal satanlar, haksız kazancı nakden veya aynen iade etmenin yanında, ikramlar
yaparak masrafa girip bir nevi maddi tazminat sayılabilecek “cereme” öderlerdi.
c) Dükkan kapatma: Geleneklere aykırı davranmakta ısrar ederek tekrar edenler,
bilerek ayıplı mal satanlar lonca kararı ile teamülen 3 günü geçmeyen dükkan kapama
cezasına maruz kalırdı.
d) Dayak cezası: Uygulanmasından ziyade korkutucu nitelikte olduğu, örgütlerin
kethüda odalarının duvarlarına asılı falaka değneklerinin bulundurulmasından
anlaşılmaktadır.
1
e) Sosyal ve ekonomik dışlama: Islah olmayanlara uygulanan en ağır cezalardan
biridir. Haklardan mahrum etmekle beraber, esnaf sandıklarından faydalandırılmaması,
lonca dışı imiş gibi muamele görmesidir. Bu cezalandırma ıslah olmayan ve kusur
suçunda ısrarlı olan esnafa uygulanırdı.
f) Esnaf teşkilatından çıkarma: Hile ve geleneklere uymamayı adet haline
getirenlere, hırsızlık, namusa göz koyma ve adam öldürme gibi ağır suç işleyenler
loncadan kovulurdu.
Loncalar tarafından verilen disiplini sağlayıcı cezalar günümüzde de çok sık
karşılaştığımız tüketici haklarının korunmasına dönük uygulanan yaptırımları
kapsamaktaydı. Örneğin ;kusurlu mal satarak kâr elde eden bir esnaf sattığı maldan
sağladığı kazancı iade etmenin yanında, ayrıca maddi tazminat ödemekle de yükümlü
tutulmuştu.
Kendi içinde sıkı bir disiplinle teşkilatlanmış olan loncalar, bu özelliği ile devletin
piyasa kontrolünü kolaylaştırıyorlardı. Aynı esnaf grubunun bağlı olduğu loncaların
içinde rekabetin yasaklanmış olması, kaynakların ihtiyaçlar dâhilinde kullanılması,
kaynak israfı, karaborsa ve fâhiş fiyat artışına mâni oluyordu. Devletle sıkı irtibâtı olan
loncalar, hükümet tarafından teftiş edilebiliyordu. Muhtelif târihlerde esnafla alâkalı
olarak çıkarılan yasaknâme ve fermânlar esnafın aksayan yönlerini düzeltme
gâyesindeydiler.
Esnaflar, bağlı oldukları lonca heyetinin sıkı bir denetimi altındaydı. Ustaların
hammaddelerini nereden, nasıl ve ne evsafta alacakları loncalar tarafından
düzenlenmekteydi. Lonca üyeleri arasındaki eşitliği bozmamak temel gâyeydi.
Tüketiciyi de korumak göz önünde tutulurdu. Ustaların kullandığı bütün âlet ve edevât
devamlı denetlenirdi. Üretilen malların fiyatlarının nisbetini loncalar denetlerdi.
Denetimden geçen mal damgalanır ve pazara sunulurdu. Bozuk mal çıkaran esnaf
cezalandırılırdı. “Pabucu dama atıldı.” deyimi buradan kalmadır. Düşük kaliteli mallar
da fakirlere dağıtılırdı. Çırakların mesleğe girmeleri, meslekte ilerlemeleri ve
yükselmeleri, loncaların koyduğu kâidelere ve âdete bağlıydı. Lonca mensupları
arasında rekabet yasaktı.
2. OSMANLI YARDIMLAŞMASINDA ESNAF VE LONCALAR
Türk toplumlarının hayatında gerek İslâmiyet'i kabul öncesinde, gerekse sonrasında
sosyal yardım ve güvenlik önemli bir yer tutar. Nitekim konunun uzmanları
Türklerdeki sosyal güvenlik uygulamalarını, Orta Asya Dönemi, Anadolu Selçuklular
Dönemi, Osmanlılar Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi olarak ele alırlar. Türk tarihinin
ilk evreleri olan Orta Asya Döneminde görülen sosyal yardım anlayışı, diğer
dönemlerde gelişerek ve zenginleşerek devrin ve toplumların şartlarına göre
uygulamaya konur.Türklerin toplumsal hayatında önemli yeri olan bir diğer sosyal
yardım anlayışı da Vakıf kurumunda kendini göstermektedir. Sosyal yardım
konusunda Selçuklu ve Osmanlı dönemine damgasını vuracak olan Vakıflara, Uygur
Türkleri büyük önem vermiştir. Türkler, İslâmiyet'ten çok önce iyilik, dayanışma ve
yardım kurumu olan vakıf teşkilatına sahiptiler.
Türkler, Müslüman olmadan önce gösterdikleri toplumsal yardımlaşma ve
dayanışmayı, İslâmiyet'i kabulden sonra da fazlasıyla göstermişlerdir. Çünkü İslâm,
sosyal adaletin tahakkuku için bir çok prensipler koymuş, zengine karşı fakiri
1
korumuş, iktisadi ve sosyal hayat için çok adilane bir siyasetin sahibi olmuştur. İslâm
dini, “insanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olanlardır “ diyerek, sosyal
yardımlaşmaya ibadet ruhu kazandırmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, emeği
ile hayatını kazanan kişilere ve bazı zümrelere yöneltilen sosyal güvenlik önlemlerini,
meslek kuruluşlarının sağladığı yardımlar ve sosyal yardımlar olarak başlıca iki grup
altında toplayabiliriz.
Osmanlılar döneminde en önemli ve etkili lonca olarak Ahilik teşkilâtını
görmekteyiz. Ahilik, Selçuklular döneminde ortaya çıkan, zaman içinde Anadolu’ya
yayılan, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında, Osmanlı İmparatorluğunun
kuruluş ve gelişmesinde önemli katkılar sağlayan, dinî-ahlâkî, askerî, siyasî,
ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitim amaçlı fonksiyonlar icra eden önemli bir
kuruluştur.Ahiler, icra ettikleri fonksiyonlara göre bir yayılış tarzı göstererek,
şehirlerden kasabalara, köylere hatta dağ başlarına kadar uzanmışlardır. Ahiler, hizmet
edebilecekleri her yere zaviyeler kurup, teşkilâtlarını en ücra köşelere kadar
yaymışlardır.
Ahilik teşkilatı sayesinde, Anadolu’da Rumlar ile Ermenilerin elinde olan sanat ve
ticaret hayatına, zamanla Türkler de katılıp, söz sahibi olmaya başladılar. Ayrıca
ahiler, yaptıkları zaviyelerde, Müslüman tüccar ve esnafın ahlaki terbiyesi ile de
uğraştılar. Ahi zaviyeleri zamanla memleketin her tarafına yayıldı.
Ahilik, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu tamamlandıktan ve devlet müesseseleri
oluşturulduktan sonra, bilhassa II. Murat ve Fatih dönemlerinden itibaren bazı
fonksiyonlarını kısmen veya tamamen kaybederek bir esnaf teşkilâtına dönüşmüş,
geleneklerini ve eğitimini bu kesimde devam ettirmiştir. Böylece Ahilik, küçük esnaf,
usta, kalfa ve çırakları içine alan, onların dayanışmaları kadar, mesleklerini dürüstçe
ve özenle yapmalarını, ayrıca eğitilmelerini amaçlayan bir lonca teşkilâtı olarak yararlı
hizmetler vermiştir.
Ahilik teşkilâtı tarih sahnesine çıkışının ilk yıllarının Selçuklular ve Anadolu
Beylikleri döneminde ordu fetihle meşgul olurken, içerde emniyeti ve asayişi
sağlamak gibi askerî nitelikte bir fonksiyon icra etmiştir. Bu fonksiyonun gereği Ahi
birlikleri mensuplarına silâh kullanma, haberleşme, destek ve ikmal hizmetleri, açlığa
ve susuzluğa dayanma, sır saklama gibi konularda askerî eğitim vermişlerdir. Fakat
Ahilik teşkilâtı Osmanlı İmparatorluğu kuruluşunu tamamladıktan sonra bu görevini
ve onun gerektirdiği askerî eğitimi terk etmiştir. Ahiliğin tarikat görünümünde bir
teşkilât olması, birtakım ilkelerinin ve kendilerine has bir hayat tarzlarının olması bu
kuruluşta ahlâkî eğitimi, meslekî bir kuruluş oluşu da meslekî eğitimi ön plâna
çıkarmıştır.
Ahiliğin bir meslek kuruluşu olması bu birliklerde doğruluk ve sadakate dayanan
meslekî ahlâkı da önemli kılıyordu. Müşteriyi aldatmamak, malı överek yalan
söylememek, hileli ölçüp tartmamak, karaborsacılık yapmamak, müşteriyi
kızıştırmamak, alışverişte iyi muamelede bulunmak, işinde dikkatli olmak ve işini
savsaklamamak gibi ahlâki ilkelere önem veriliyordu.Ahilik teşkilâtının en önemli
fonksiyonlarından biri de başta mensupları olmak üzere insanlar arasında yardımlaşma
ve sosyal dayanışmayı sağlamak olmuştur. Bunun için her esnaf zümresi, yönetim

1
giderleri ile aralarında yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak üzere bir sandık
oluşturmuştur.3
2.1. Esnaf Sandığı
Çok eskiden beri Anadolu’da ve Osmanlı İmparatorluğunun Türklerle meskun
yerlerinde her esnafın bir yardım sandığı vardır. Buna, “Esnaf Vakfı”, “Esnaf Sandığı”
ve daha önceleri “Esnaf Kesesi” derlerdi. Sandık, mütevelli veya sandık vakfı
yöneticisinin yönetiminde faaliyetini sürdürürdü. Sandığın başlıca gelir kaynaklarını,
esnafın teberruları, çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselirken ustanın
çırağı ve kalfası için verdiği teberru, haftalık veya aylık olarak esnaftan gücüne göre
toplanan paralar, nemadan ve toplanan paranın işletilmesinden elde edilen gelirler
oluştururdu. Sandık gelirlerinin harcandığı başlıca yerler ise şunlardı: ticaret veya
işlerini genişletmek isteyen esnafa verilen borçlar, Ramazan aylarında ahali için
yapılan masraflar, hali vakti yerinde olmayan esnafa yapılan karşılıksız yardımlar,
vefat eden esnaf için yapılan cenaze giderleri, felakete uğrayan esnafa yapılan
yardımlar, esnaftan fakir olanların hastalık masrafları, evlenecek olan fakir ve kimsesiz
gençlere yapılan yardımlar, müteferrik masraflar, onarım giderleri, alimlere ve diğer
din adamlarına yapılan yardımlar, vergiler, yaz aylarında kullanılan sebil sular ve kar
bedelleri.
Loncaların yardımlaşma sandıkları Osmanlı Devletin de 19.yy da yıkılmaya yüz
tutmakla birlikte, bu yüzyılın sonlarına kadar ayakta kalabilmişlerdir. Lonca sistemi
boyunca bu sandıklar önemli bir ihtiyacı karşılamışlar; ailenin geleneksel görevlerini
desteklemişler, ona yardımcı olmuşlar ve loncalarla birlikte ortadan kalkmışlardır.
2.2. Esnaf Teşkilâtının Üyeleri
Esnaf birliklerine kayıtlı üyelerini, hariciler ve dahililer olmak üzere iki grupta
toplamak mümkündür.
Hariciler, herhangi bir sebepten dolayı, çalışma hayatının dışında kalanlardır.
Bunlar emekliler, maluller ve sakatlardır.
Esnaf birliklerine kayıtlı üyelerin ikinci grubunu oluşturan dahililer ise, fiili olarak
çalışma hayatının içerisinde bulunanlardır. Bunlar ise, yamak, çırak, kalfa ve
ustalardır.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ama burada bu kadar örnekle yetinip, konuya
bu çarkı döndüren sisteme, yani Ahi kurumlarının temelini teşkil eden, dostluk,
kardeşlik birlikte çalışıp, birlikte kazanıp, birlikte paylaşmanın yani sosyal adaletin
doğruluk ve faziletin hedef alındığı sisteme bakalım:

II. BÖLÜM

3
Talas, Sosyal Ekonomi, s. 590. Bu sandıkların Anadolu’daki Türklerin oturduğu
topraklarda çok eskiden beri bulunduğu ve bunlara “esnaf kesesi”, “esnaf vakfı” ya da
“esnaf sandığı” denildiği de ileri sürülmektedir. Bkz. Çağatay, s. 152; Dilik, Sosyal
Güvenlik, s. 33.
1
1. AHİLİK
Öncelikle şunu belirtmeliyiz: Ahilik, hiç bir zaman tarikatlarla karıştırılmamalıdır.
Bu çok yanlış olur, ahilik bir KURUM dur. Bu kurum içinde, bir önceki bölümde
örnekler vererek belirttiğimiz gibi, bütün mesleklerin yer aldığı, dolayısıyla
işleyişlerinin düzenlendiği ve denetlendiği ortadadır. Ancak bu düzenin iyi
işleyebilmesi, yine de kaynağını bilgiden ve insani değerlerden alacaktır ki, bu da o
insanın manevi değerlerle donanmış olmasının, yani ahlak, fazilet ve doğruluk içinde
bulunmasını gerekli kılar. Bu erdemleri bilgi ile donatmak ya da bilgiyi erdemlerle
süslemek insanı üst düzeylere taşıyan yegâne itici kuvvettir. Ahiliğin temeli işte bu iki
ilke ile iç içedir.
Osmanlı Devleti’nde esnaf örgütlenmesinin ilk dönemlerinde, ahilik teşkilatı
(örgütü) yer alır.4 Arapça bir kelime olan ve “kardeşim” anlamına gelen “ahi”
kelimesinden adını alan bu teşkilatın üyeleri arasında kardeşlik ve dayanışma çok
esaslı bir şekilde yer etmiştir.5 Anadolu’da göçebe kültüründen şehir kültürüne geçişte
bir vasıta olan ahilik, her iki kültürün de benimsediği ahlaki değerlerle bütünleşmiştir.6
Ahiler, bir sanat ve meslek topluluğu olmakla beraber, asıl iktisadi niteliklerinden
ziyade dinsel, sosyal ve politik değerleri özünde toplayıp bir araya getirme ve
cömertlik, muhtaçlara yardım, zulüm görenleri koruma gibi yönleriyle tanınmışlardır.7
Her Ahînin bir meslek sahibi olması gereği vardır. Bir insanın makam sahibi olması
mümkündür. Ahî olması için yukarıda saydığımız manevî değerlerin yanı sıra, mutlaka
bir mesleği vukufu olması icap eder.
Bu koşul, toplum içindeki insanların sıfatları ne olursa olsun paylaşmak suretiyle
sosyal adaleti ve varoluşun temelindeki eşitliği benimsemelerini sağlar.
Bir Ahînin bu yolda ilerlemesi ve üst düzeyde bir noktaya erişebilmesi ise yedi
kademe aşabilmesi ile mümkün olur. Ancak bu basamakları çıkabilmek için o insanın
çok engin fikirsel ve ruhsal bir olgunluğa ermesi gerekir. Ve netice de toplumların
üzerinde bağlayıcı, eğitici, uzlaştırıcı ve denetleyici adil ve saygın bir kişi olarak en üst
makama oturmaya hak kazanır.
Bu basamakları tırmanarak o makama oturmaya hak kazanmış bir kimse AHİ
Teşkilatı içinde EMİR veya BABA sıfatını alır.

4
Ahiler, öncelikle Anadolu’nun iktisadi hayatını, debbağ yani dericilerin temelini
oluşturdukları esnaf önderliğinde teşkilatlandıran gruplardır ( Tabakoğlu, s. 20).
5
Ahi kelimesinin Türkçe cömert, eli açık demek olan “akı” dan geldiği de ileri sürülmüştür.
Ahilik teşkilatının karşılığı olarak Batıda ilk zamanlarda “confrerie” adı verilen teşkilatlar
yer almıştır. Bkz. İlhan Tarus, Ahiler, Ankara 1947, s. 18-19; Kazıcı, Ahîlik, s. 540; Saymen,
s. 1070; M. Saffet Sarıkaya, “Osmanlı Devleti’nin İlk Asırlarında Toplumun Dini Yapısına
Ahilik Açısından Bir Bakış Denemesi”, Osmanlı 4 Toplum, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara
1999, s. 393.
6
Sarıkaya, s. 395.
7
Sabri Ülgener, İktisadi İnhitat Tarihimizin Ahlak ve Zihniyet meseleleri, İstanbul 1951, s.
48; Abdülbaki Gölpınarlı, “İslam ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı ve Kaynakları”, İ.Ü.
İktisat Fakültesi Mecmuası, C. XI, S. 1-4, s. 6 vd.; Dilik, Sosyal Güvenlik, s. 30-31.
1
Selçuklu ve Beylikler dönemini incelediğimizde emir sıfatını taşıyan birçok isimle
karşılaşırız. Ancak Bunların, Ahî Kurumunda en son paye olarak elde edilen emirlik
payesi ile karıştırılmaması gerekir.
AHİ EMİR AHMED işte bu emirlik payesine ulaşmış bir insandır.
Tasavvufla Ahiliği bir arada yaşam şekli olarak kabul eden bu büyük fikir ve
toplum insanının, Anadolunun Türkleşmesinde ve Türk Boylarının yaşam nizamında
büyük söz sahibi olduğu açıktır.
Ahilik felsefesi, temelleri 12. yüzyılda Kırşehir’de atılmış, daha sonra tüm
Anadolu’ya yayılmış, izleri bugüne kadar süregelmiş kültürel, sosyal ve ekonomik bir
oluşumdur. Ahilik kurumu mistik bir yol, bir tarikat olmaktan ziyade sosyal ve
ekonomik yönden işleyen ve siyasal, askeri ve kültürel yönleri de bulunan bir dünya
düzenidir.
Ahilik, aynı zamanda sosyal hayat kadar ekonomik hayatı da yönlendiren
günümüzde hala geçerliliğini koruyan, bugünün şartlarında bile bir çok ülkede
sağlanamamış adaletli, verimli ve son derece güzel bir sistemi Türk toplumuna
kazandırmış bir KÜLTÜR' dür.
1.1. Tarihte Fütüvvet ve Ahilik İlişkisi
Ahilik, 13-19. yüzyıllar arasında Anadolu’da yasayan halkın sanat ve meslek
alanında yetişmelerini sağlayan, onları ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi
insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir. İyi ahlakin, doğruluğun,
kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-
ekonomik düzen olan Ahilik,
• Ahlak
• Eğitim - Bilim
• Teşkilatlanma
• Kalite
• Standart
• Üretici - Tüketici ilişkisi
• Denetim vb. konularda yaşadığı dönemin toplumsal yapısını düzenlemiş bir
sistemdir.
Esnaf ve sanatkar camiasının tarihine baktığımız zaman “Ahilik” ile Fütüvvet”in
önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Çünkü bu iki kurum ve düzen çok uzun yıllar
Osmanlı toplumunun belirleyici öğeleri olmuşlardır.
Konu üzerinde araştırma yapmış olan batili organizatörler Ahiliğin kökenlerini,
Doğuda özellikle Araplar arasında gelişmiş olan Fütüvvet Teşkilatına dayarlar. Ancak
yine de Ahiliğin Fütüvvet ten bir hayli değişik, Anadolu Türklerine özgü bir kurum
olduğunda birleşirler.
Eldeki kaynaklardan edinilen bilgilere göre Anadolu’daki Ahilik doğudaki
fütüvvetçiliğe benzer bir kurum olarak görülmektedir. Bir başka deyişle, fütüvvetçilik

1
Anadolu’da birtakım değişikliklere uğramış, yeni bir takım nitelikler kazanmış ve
Ahilik olarak anılmaya başlanmıştır. Kaynaklarda değişik yorumlara rastlanmakla
beraber Ahiliğin fütüvvetçilikten etkilendiği, bazı temel kurallarını fütüvvetçilikten
aldığı konusunda hemen herkes hemfikirdir.
Ahiliğin tarihine söyle bir baktığımızda fütüvvetçilikle yan yana anıldığı ya da bu
iki kavramın çoğu kez birbirleriyle açıklandığını görürüz. Bu sebeple fütüvvetçiliğe
çok özet olarak değinmekte yarar vardir.
Fütüvvetçilik daha çok kişisel meziyetlere ve askeri niteliklere önem vermiştir.
Fütüvvet eli açıklık, yiğitlik, gözü peklik, yardımseverlik yani olgun kişilik olarak
tanımlanır.8 Kuran-i Kerim’de İbrahim Peygamberden, Tanrının birliğine inanan,
putları kiran ve azgın Nemrud’a karşı çıkan bir “feta” olarak bahsedilir. Burada
övgüye değer olan onun yiğitliği, mertliğidir.
Fütüvvetçiliğin ortaya çıkış biçimiyle daha sonra aldığı sekil arasında büyük bir
tezat vardır. Tarihsel olarak bu gelişme su şekilde cereyan etmiştir: Abbasiler soyu
iktidara geçtiğinde, güçlü askeri birlikleri olmasına karşın, bir tepki olarak, halk
arasında bazı kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Bu kuruluşlar örgütlenmişler, kanun
tanımayan haydutlar olarak isimlendirilmişlerdir. Bunlardan, özellikle Ayyarlar, devlet
gücünün azaldığı zamanlarda ortaya çıkmış, silahsız, yalnız tas ve sopalarla saldırılar
düzenlemişlerdir. Bununla beraber, bu kuruluşların, zaman zaman, halifelerin, askeri
valilerin ve güvenlik kuvvetleri başkanlarının hizmetlerine girdikleri görülmüştür. Bu
kanun dişi örgütler, 10. yüzyilda 12. yüzyıla kadar çıkardıkları karışıklıklarda büyük
başarılar elde etmişlerdir.
Ancak, güçlü hükümdarlar ve üç büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey, Alpaslan
ve Melikşah zamanlarında hemen hemen hiçbir faaliyette bulunamamışlardır.
İşsiz ve güçsüz kişilerden oluşan bir topluluk mensupları, devlet hizmetinde,
özellikle güvenlik teşkilâtında görev almak istemişlerdir. Özellikle, asker ve güvenlik
güçlerinin yetersiz olduğu yer ve zamanlarda, onların hizmetlerinden yararlan ilmiştir.
Bunun sonucu olarak, söz konusu kişiler ahlaki bir disiplin altına girmişlerdir.
Önceleri fütüvvetçi kuralları olarak bilinen yiğitlik ve eli açıklık faziletleri, zamanla,
fütüvvetçi kuruluşların ortak nitelikleri olmaya başlamıştır. Bu tür kuruluşları
birleştiren fütüvvetçilik, zamanla bir meslek ve sanata bağlı bulunması gerekli
olmayan, içlerinde tasavvuf erbainin ve öteki tarikat birliklerinin de yer aldığı belirli
zamanlarda ve belli amaçlar için bir araya toplanabilen bir teşkilat haline gelmiştir.
Üyelerin öğrenmeleri ve uymaları gereken kurallar, fütüvvetname denen, tüzük
niteliğindeki kitaplarda toplanmıştır.
Bu eserler, 12. yüzyıldan sonra, esnaf ve sanatkarlara belirli ahlak kuralları ve
mesleki bilgiler vermek için kullanılacak tüzükler haline getirilmiştir. Bu nedenle,
Osmanlı esnafının bağlı olduğu prensiplerin esasini fütüvvet teşkilâtında aramak
gerekmektedir. Ahi töre ve törenleri ile örgüte giriş kurallarını kapsayan Ahi
yönetmeliği niteliğindeki eserlere fütüvvetname adi verilmiştir. Anadolu’da Ahilik adi
ile bilinen teşkilat, önceleri fütüvvetçilik örgütü halinde faaliyet göstermiştir. Ahiliğin
temeli olan fütüvvetçilik, 10. yüzyıldan başlayarak, örgütlenmeye başlamıştır. Daha

8
Develioğlu, F. , "Osmanlıca-Türkçe Lügat ", Ankara, 1970.
1
önce belirtildiği gibi, fütüvvet Arapça bir kelimedir ve tasavvufa dayanmaktadır.
Fütüvvetin asli, kişinin, başkasının isinde olması ve onların işini güdüp gözetmesidir.
Bilindiği gibi, islamin ilk fütüvvet örgütleri, Ahilerden farklı olarak, bir meslek
örgütü değildir. İçlerinde birçok zenaatçı bulunsa bile, birlikte yiyip içmek, eğlenmek,
dans etmek, spor yapmak amacı güden gençlik örgütleridir. Örgüt üyelerinin
meslekleri ile ilgilenilmez. Mesleki örgütlenme varsa bile, çok gevşektir.
Anadolu’nun Türklerin ikinci anayurdu haline gelişi 11. yüzyılın ikinci yarısı
başlarındadır. Asya’dan göç eden sanatkar ve tüccar Türklerin yerli tüccar ve
sanatkarlar karşısında tutunabilmeleri ve yasayabilmeleri, aralarında bir örgüt
kurmalarını gerektirmiştir. Ayrıca Türkler bu örgüt yardımıyla, sağlam, dayanıklı ve
standart mal yapabileceklerini düşünmüşlerdi. İşte bu zorunluluk, dini ahlaki kuralları
fütüvvetnamelerde zaten mevcut olan esnaf ve sanatkarlar dayanışma ve kontrol
örgütünün, yani Ahiliğin kurulması sonucunu doğurmuştur. Öte yandan, deri
isçilerinin ve Ahiliğin piri olan Ahi Evran’in Anadolu’ya gelişi de bu tarihlere
rastlamaktadır.
Ahi kelimesi de Arapça’dır ve “kardeşim” demektir. Ancak bazı yazarlar Ahi
sözcüğünün Türkçe’de cömert, eli açık, yiğit anlamına gelen “akı” sözcüğünden
geldiğini ileri sürmektedirler. Anadolu’da Türk kurum ve terimlerinin fazlalaştığı bir
dönemde “akı”nin Arapça “kardeşim” anlamına gelen “ahi” ye dönüştürüldüğü
düşünülmektedir.9 Terim olarak Ahilik, Anadolu’da 13. yüzyılda kurulu, belli
kurallarla işlemiş esnaf ve sanatkarlar birliğini ifade etmektedir. ahlakla sanatın
uyumlu birleşiminden oluşan ahilik, örgüt olarak Anadolu’da 13. yüzyılda Ahi Evran
tarafından kurulmuştur.
1.1.1 Ahi Evran
Ahi Evran’in hayati ve kişiliği üzerinde araştırmacıların farklı görüşleri vardır. Ahi
Evran’ın deri işçiliği ve teşkilâtında çok başarılı bir kişi olduğu, belgelerden
anlaşılmaktadır. Ahi Evran, yüzyıllardır savaşçılık ve dini, ahlaki bilgiler vermekte
büyük ve önemli görevler yerine getirmiş olan fütüvvet teşkilâtından ve fütüvvet
namelerden yararlanarak, ahi teşkilatını kurmuştur. Ahi Evran ahlakla sanatın ahenkli
birleşimi olan ahiliği çok itibarlı bir duruma getirmiştir. Böylece, ahilik yüzyıllarca
bütün esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiş, yeniçeri
teşkilatının kuruluşunda, önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi
şeref saymışlardır.
AHİ EMİR AHMED işte bu makama kadar aşılması gereken basamakları aşarak
Emirlik payesine erişmiş bir insandır. 13.yüzyılın sonu ile l4.yüzyılın başlarında
yaşamıştır.
Aslen Uygur Türklerinden olduğu, İran üzerinden Zencan yoluyla Anadolu
topraklarına gelen ailesi ile Bayburt’ta bulunduğu ve eğitimini Yakutiye ve
Mahmudiye Medreselerinde aldığı daha sonra Sivas’a gelerek Tekkesini ve Zaviyesini
burada kurarak yaşamını sürdürdüğü tespitlerimiz arasındadır.
9
Bkz. İlhan Tarus, Ahiler, Ankara 1947, s. 18-19; Kazıcı, Ahîlik, s. 540; Saymen, s. 1070;
M. Saffet Sarıkaya, “Osmanlı Devleti’nin İlk Asırlarında Toplumun Dini Yapısına Ahilik
Açısından Bir Bakış Denemesi”, Osmanlı 4 Toplum, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s.
393.
1
Ahîliğin yanı sıra Mevlevi de olan Ahî Emir Ahmed çocuk yaşlarından itibaren
Mevlânaya hayranlık duymuş ve dergaha girip fereci giymiştir. Mevlananın oğlu
Seyyid Veled ve torunu Ulu Ari Çelebinin emri ile sürdürdükleri dostluklarını ona
yazdıkları mektuplarda görmekteyiz. Bu mektuplar Ahî Emir Ahmede olan sevgi ve
saygı kelimeleriyle doludur ve onu son derece yüceltmektedir. Bu mektuplardan
birindeki ifadelerden Ahi Emir Ahmedin yedi oğlu olduğu da anlaşılmaktadır. Çeşitli
Kütüphanelerimizde Onun adına çoğaltılmış Fütüvvetnameler tespit edilmiştir. Ayrıca
Türk dili üzerine yazdığı kitabın Arap yarımadasında okutulduğuna dair izlenimler
vardır. O dönemde Bağdat'ın ilim ve irfan merkezi olması, Ahi Evren'in çok yönlü bir
fikir adamı olarak yetişmesini sağlamıştır.10
Osmanlı İmparatoru Orhan Gazi, bir Ahidir ve Ahilerin adları yanında kullandıkları
lakaplardan biri olan “ihtiyarüd-din” lakabını kullanmıştır. Ayni şekilde Sultan
I.Murat’ın da Ahi olduğu ifade edilmektedir. Ahi Evran, halkın ekonomik durumunu
iyileştirmek, meslek sahibi olmasını ve din sömürüsünden kurtarmak için çalışmıştır.
İşe ayakkabıcı ve saraç esnafını teşkilatlandırmakla başlamıştır. Kısa zamanda üstün
becerisi, ahlaki sağlamlığı ve hakseverliği ile büyük bir ün ve saygı toplamıştır.
Kurduğu teşkilâtın başkanı, Ahi Babası olmuştur.
1.2. Ahiliğin Osmanli Esnaf ve Sanatkar Faaliyetlerini Düzenlemesi
Ahiliğin temelleri, o kadar sağlam atilmiş, kurallari zamaninin ve toplumun
gereklerine ve gerçeklerine o kadar uydurulmuştur ki, bu sonradan, şehir ve
kasabalarin belediye hizmetleri ve bu hizmetlerin denetimi için örnek alınmiş narh ve
nizamnameler ya da kanunnameler seklinde resmileştirilmiştir.
Osmanlilarda standardlara uymayarak, düşük kaliteli mal ve hizmet üreten esnafa
çeşitli cezalar verilmiştir. Bu dönemde günümüzde bile tam olarak uygulanamayan
kalite, standard, üretici-tüketici ilişkileri çok kesin kurallarla belirlenmiştir.11
1.3. Osmanlı Esnaf ve Sanatkarlar Kurulusunun Gedikler Haline Dönüşü
Ahilik, Türklere özgü milli bir kuruluş olarak ortaya çikmis, tüketicilerin
korunması dahil, Türklerin Anadolu’da kök salmasi ve tutunmasinda önemli bir rol
oynamiştir. Ahiler Birliğinin Müslümanlara özgü yapisi 17. yüzyıla kadar sürmüştür.
Osmanlı Devletinin Müslüman olmayan egemenlik alanı genişledikçe, çeşitli dindeki
kişiler arasında çalışma zorunluluğu doğmuştur. Bu şekilde din ayrimi yapılmadan
kurulan, eski niteliğinden bir şey kaybetmeyen yeni organizasyona gedik denilmiştir.
Gedik kelimesi Türkçe’dir. Tekel ve imtiyaz anlamına gelir. Resmi terim olarak gedik
kelimesine 1927 yilinda raslanir. Ama gediğin tekelci karakteri çok daha eskilere
uzanmaktadir.
Bu şekilde esnaf ve sanatkârlık, 1860 yilina kadar sürmüştür. O zamanlar, bir kişi
çirakliktan ve kalfaliktan yetişip te açık bulunan bir ustalık makamına geçmedikçe,
yani gedik sahibi olmadıkça, dükkan açarak sanat ve ticaret yapamazdı. Ancak,
ellerinde imtiyaz fermanları olan kişiler, sanat ve ticaret yapabilirdi. Bu fermanlar,
esnafin sayilarinin artirilip eksiltilmesi, mülk sahiplerinin eski kiralarini artirmamasi,
gediği olmayanların sanat ve ticaret yapamaması, açık olan gediklerin esnafın çırak ve
10
Salih ÖZKAN, Türk Eğitim Tarihi, Nobel Yayım Dağıtım, 2. Basım Mart 2008, s. 44.
11
Çalışkan, Yaşar ve İkiz, M. Lütfi, Kültür, Sanat ve Medeniyetimizde Ahilik, Ankara 1993.
1
kalfalarına verilmesi, dışardan esnaflığa kimsenin kabul edilmemesi gibi hükümleri
kapsıyordu.
Gedikler, sabit veya seyyar olmak üzere iki türlüdür. Seyyar veya havzi gedikler,
kişiye özgü olup, sahibi istediği yerde sanatini ve ticaretini yapmasini sağliyordu.
Sabitgedikler ise dükkan, mağaza, atölye gibi yerlere ait olduğundan, sahipleri başka
bir yerde sanat ve ticaret yapamazlardi. Gedik sahibi, başka bir yere göç edecek olursa
gediğini de resmen nakletmek ve senedini değiştirmek zorundadir. Bu durumda
değiştirmede ya da yeniden gedik senedi verilmesinde olduğu gibi, resmi araştirma ve
soruşturma yapilirdi. Gedikler, toplumun ihtiyaçlari, nakil ve değiştirmeler yüzünden
çoğaltilip azaltilabilirdi.
Tanzimatin ilânından ve yabancı devletlerle ticaret anlaşmaları yapılmaya başlan
diktan sonra, öteden beri sürüp gelen tekelcilik kuralinin sanatla ticaretin gelişmesinde
zararlı olduğu anlaşilmiş, ticaret ve sanayiinin gelişmesi gerektiğinden ve
istendiğinden, artik gedik ve tekelcilik kuralinin sürdürülmesinde hükümetçe yarar
görülmemiş, kaldirilmiştir.
18. yüzyıla kadar esnaf ve sanatkarlik Osmanlı döneminde altin çağini yaşamistir.
Ahilik gelenekleri ve daha sonra kurulan lonca teşkilatlari bu sinifi gerek nicelik ve
gerekse nitelik yönünden geliştirmistir. Bu gelişmeye devlet de katki sağlamış,
derbendci denilen memurlar vasitasiyla ticaret yollarinin bakim ve güvenliğini temin
etmiştir.
Osmanli Imparatorluğunun çöküşünden Ahilikte payina düşeni almiş git gide
yozlaşmiştir. Sonuçta giderek loncalar bozulmuş, gediklere töreye göre değil, iltimasa
göre atamalar yapilmaya başlanmiştir. Esnaf ürettiği mali satamaz olmuştur.
Bu dönem Devlet tam bir çöküş yaşamiştir. Nihayet 1912 yilinda loncalar tamamen
ortadan kal dirilmiştir. Böylece 700 yıl boyunca yaşamış ve Anadolu halkının
ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamında belirleyici rol oynamış olan Ahilik sistemi
tarihe karişmiştir.
İttihat ve Terakki döneminde esnaf ve sanatkarlarin yaşadiği bu çöküş çarkini
tersine çalistiracak çözümler arandi. Bu kesimin devlet tarafindan teşvik edilmesi,
çiraklik mekanizmaşinin iyi isletilmesi gibi formüller üzerinde duruldu. Ancak bir
sonuç alinamadi. Osmanli Imparatorluğu gibi Ahilik sistemi de çöktü.
1.4. Cumhuriyet Döneminde Esnaf - Sanatkar Örgütlenmesi
Cumhuriyetin kurulması ile birlikte esnaf-sanatkarlar kesiminin bugünkü modern
örgütlenmesinin başlangici olan 5373 sayili Esnaf Dernekleri ve Esnaf Birlikleri
Kanunu çikarilmiştir. 1964 yilinda 507 sayili Esnaf ve Sanatkarlar Kanunu ile esnaf-
sanatkarlar teşkilâtı bugünkü yapisina kavuşmuştur.
1991 yilinda 507 sayili Kanunda değişiklik yapan 3741 sayili Kanun ile Türkiye
Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu ve tüm alt teşkilati, ülkemizde uygulanmakta
olan ve kökeni Ahiliğe dayanan ve Almanya’ dan örnek alınan ikili meslek eğitimi
sisteminin işyerlerinde verilen pratik kismi ile ilgili bir takim hak ve sorumluluklar
yüklenmiştir. Bu kanun hükümlerine dayanarak da ayrintilari düzenleyen 5 eğitim
yönetmeliği çikarmiştir.

1
Konfederasyonumuz ve alt teşkilâtı Ahilikten gelen ilkelerini kaybetmeden bugün
de ülkenin orta direği, istikrar unsuru olma özelliğini yitirmeden gelişmesine devam
etmektedir.
Konfederasyonumuz Ahilikten gelen bir teşkilatin en üst kurulusu olarak, Ahiliğe
her zaman sahip çikmiş ve Ahilik ilkelerini korumaya çalişmiştir. Bu nedenle Kültür
Bakanliği ile işbirliği içinde her yil Ahilik Kültürü Haftası Kutlamaları Yönetmeliği
kapsamında bulunan illerimizde büyük bir coşku ile Ahilik Kutlamalari yapilmaktadir.
Ahilik Haftası ayni zamanda tüm ülke genelinde Esnaf Bayramı olarak da
kutlanmaktadir. Her iki kutlama programlari çerçevesinde illerimizde Ahilikle ilgili
panel ve konferanslar düzenlenmekte, senlikler yapilmakta, iller tarafından seçilen
mesleğinde başarili ve mesleğinin gerektirdiği ahlaki ilkelere sahip en genç-en yaşlı ve
kadın esnaf ve sanatkarlarimiza belge ve hediyeler verilmekte, sergiler-fuarlar
açilmaktadir. Konfederasyonumuz her yil ayrıca, Ahiliğin merkezi kabul edilen
Kırşehir ilimizde ülke genelinden gelen esnaf - sanatkar kuruluşlari yöneticileri ile
birlikte bu faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Ahiliğin yaşatilmaşi, geliştirilerek
günümüz şartlarına uydurulması amacıyla araştırmalar yapilmakta ve yayınlar
yayimlanmaktadir.
Esnaf ve sanatkarlar kesiminin tarihinde önemli bir yer tutan Ahilik gerek ruh ve
gerekse kurumları ile bugün halen yaşamaktadir. Bugün esnaf - sanatkarlar kesimi
açisindan öneme sahip olan, Halk Bankası, Kefalet Kooperatifleri, Bağ-Kur gibi
kuruluşların kökeni Ahilik Teşkilâtına dayanmaktadir. Bu nedenle esnaf ve sanatkarlar
kesiminde ve teşkilâtlarında 34 yıldan beri "Esnaf Bayramı" kutlamaları büyük bir
şevkle yapilmaktadir.
1.5. Ahilik Kuruluşunun Zayıflaması ve Ortadan Kalkması
Tarihi, sosyal ve ekonomik zorunlulukların ortaya çıkardığı, bir çok amaca hizmet
eden, bir Türk esnaf birliği kuruluşu olan Ahilik ve onlar tarafından kurulan esnaf ve
sanatkar birliklerinin koydukları ana kurallar, daha sonraları bu alanda hazırlanan
kanunnamelerin, tüzüklerin temelini teşkil etmiştir. İlk zamanlarda dericilik ve bağlık
işçiliği ile uğraşırken, bu sanat kolları sonraları 32’ye ulaşmış, ahilik teşkilâtının
kurduğu sağlam meslekî ve ahlâkî düzen, birbirlerine bağlılık ve yardım, onları diğer
esnaf ve sanatkarlar üzerinde etki ve üstünlük kurmaları sonucunu doğurmuş ve
giderek, Osmanlı ülkesindeki bütün sanatkarları, ahi babalarından ya da onların yetki
verdiği kişilerden aldıkları yeterlik ve izin belgeleri ile iş görür, sanat icra eder bir
duruma getirmiştir.
Bu durumun, yani ahiler birliği mensuplarına tezgah başında sanat, zaviyelerde
edep öğretmenin Müslümanlara özgü olarak sürüp gelmesi 16. yüz yıla dek uzamış,
fakat Osmanlı Devletinin gayri Müslimler üzerindeki egemenlik alanı büyüyüp
genişledikçe, sanat ve sanatkarlar çoğalıp dalları arttıkça, bu Müslüman ve gayri
Müslim ayırımı daha fazla sürdürülememiş, gayri Müslim tebaanın artmasıyla oranlı
olarak muhtelif dindeki kişiler arasında ortak çalışma zorunluluğu doğmuştur. Bu, din
ayırımı gözetilmeden vücut bulan, eski mahiyetinden büyük farkı olmayan yeni yapıya
“gedik” denmiştir.12

12
Bkz. Çağatay, s. 127 vd. ; Dilik, Sosyal Güvenlik, s. 32.
1
İmparatorluğun son yıllarında ise, kapitülasyonların ezici baskısı ve yabancı
kökenli malların iç pazarlara girmesiyle rekabete dayanamayan yerli imalat giderek
çözülmüş ve loncalar 19. yüzyıldan itibaren etkinliklerini yitirmiş, giderek ortadan
kalkmışlardır.
19.yüzyıl da Avrupa’nın makineleşmesi ve özellikle yüzyılın sonlarına doğru
büyük fabrikaların kurulması ile artan rekabet gücü devleti iktisadi bakımdan artık
iyice etkisi altına almıştır. Günün liberal anlayışı ve özellikle kapitülasyonların bu
sarsıcı ve yıkıcı rekabete karşı konulmasını engellemesi, öte yandan çok az da olsa
yurt içinde yer yer makineli üretimin başlaması yüzünden devlette küçük sanayi iyice
çökmüştür. Bunun sonucu olarak esnaf loncaları ve bunların kurmuş oldukları
yardımlaşma sandıkları gittikçe sarsılarak 19.yüzyılın sonlarında bütünüyle ortadan
kaybolmuşlardı.
2. SONUÇ:
Türk millî kültürünün taşıyıcısı olan kişiler, bu kültürün değer ve kurallarını
ideolojik seviyeden davranışlarına taşıdığı ve somutlaştırdığı zaman ortaya çıkan
yaygın şahsiyet tipi dayanışmacı ve digergâmdır. Bu sağlanabildiği ölçüde sosyal
hayatin her sahasında bu şahsiyet tipinin ve müesseselerin geliştiği görülür. Böyle bir
somutlaşmayı ifade eden Ahilik sosyal ve ekonomik hayatta gücüne inanma ve
kendine güven, is bölümü ve is birliği sonunda âdil paylaşma olarak tezahür eder.
Ahilik tahrip edici rekabet ve çatışmayı kontrol ederek sosyal barış ve uyumu
gerçekleştirir. Ferdi maddî tatminin ötesinde manevî tatmine ve nefis terbiyesine
yönelterek fert-cemiyet bütünleşmesini, nihaî olarak sosyal bütünleşmeyi kolaylaştırır.

Vous aimerez peut-être aussi