Vous êtes sur la page 1sur 16

İZMİR

İZMİR SÖZÜNÜN KÖKENİ VE EFSANESİ


İzmir (Rumca Σμύρνη (Smyrni), Fransızca Smyrne) kelimesi eski İon lehçesinde Smurne,
Attika (Atina) lehçesinde ise Smyrna diye yazılırdı.

Bugünkü Hellenler bu kentin adını Smirni biçiminde telaffuz etmekte, Gerçi son yıllarda
Antik Efes kenti civarında da bu adla anılan bir köy yerleşimi izlerine rastlanmıştır. Olasılıkla
İzmir'den Efes'e giden bir kısım Amazon kraliçelerinin adını yerleştikleri köye de koydukları
düşünülmektedir ki bununla ilgili bilgilere eski Yunanistan'daki kaynaklarda da
rastlanmaktadır.

Ancak Smyrna sözcüğü Yunanca değildir, Ege Bölgesindeki birçok yerleşim adı gibi Anadolu
kökenlidir. M.Ö. 2. binin başlarına ait Kayseri Kültece yerleşiminde ele geçen bazı tablet
metinlerinde Tismurna adına rastlanmaktadır. Tismurna'daki `ti' bir ön ek olup büyük
olasılıkla bir kişi ya da bir yer adını belirtmektedir. Bundan da Hellenler ya da Bayraklı
höyüğünü mesken tutanların bu ön eki atıp kente 'Smyrna' demişlerdir. Kentin adı olasılıkla
M.Ö. 300 ile M.Ö. 1800 yılları arasında Smurnu olarak anılıyordu.

Bu kelime çeşitli dillerde aksan farklılaşmalarına uğrayarak benzer biçimlerde kullanılmıştır:


"Zmirna, Smirne, Simire, Semire, Lesmire, Lesmirr, Ksimire, Siniros, Mirina, Samorna,
Simira, Zmirra, Asmira, Esmira, İsmira, İsmire, Yezmir gibi..."

Bütün bu erişilmez kız imgeleriyle yüklü isimler, Hitit, Helen, Roma, Bizans, Slav, Arap, Hun
ve Türk dillerindeki İzmir'di. Eski iyon lehçesi, isimlerin başına "İ" belirleme sözcüğünü
getirilerek, kentin adını "İzmirni" olarak söylemiştir. Bu gün kullanılan İzmir sözcüğü işte bu
kökten gelmektedir.

EFSANESİ

Bütün kentlerin efsaneleri vardır. İzmir gibi güzel kentlerin daha çok efsanesi vardır.
Bunlardan biri kentin adının tarihin amansız kadın savaşçıları Amazonlar’dan geldiğini
anlatıyor: Yayı iyi germek, oku hedefine atmak için sağ memelerini kesen, dört nala koşan
atları üzerinde uzun saçları atlarının yeleleri ile birlikte uçuşarak herkese korku salan Amazon
kadınlarının güzeller güzeli komutanları Symirna’dan. Symirna dillerde döne dolaşa İzmir
olduğu söylenmektedir.
(http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0zmir)
İZMİR ŞİVESİ
İzmir in Ege bölgesinde oluşu nedeniyle bölgenin geneline hakim olan Ege şivesi yaygın bir
biçimde görülmektedir.bu şivenin diğer şehirlerden farklı olarak birtakım telaffuz ve ve ağız
farklılıklarından öte belirli kelimelerin yöreye özgü adlarına rastlamaktayız.Bunlara örnek
vermek gerekirse:

 çekirdek - çiğdem
 sigorta - asfalya
 incir - bardacık
 çamaşır suyu - klorak
 misket,bilye - meşe
 mısır - darı
 poğaça - boyoz
 domates - domat
.( www.izmirdeyasam.com/izmire_dair/46/4/amazonlar.htm)
ADETLER

Çeyiz adeti Hakkında Genel Bilgiler, Yapılışı Ve Türleri


Ayaklıkırı köyünde kız çocukları çeyiz düzmeye, onunla ilgili bilgileri ve çeyizin nasıl
yapıldığını öğrenmeye eğitim hayatlarını noktaladıkları andan itibaren (ilköğretim veya lise
mezuniyeti) başlarlar. Çocukluklarında bunları öncelikle annelerinde, daha sonra halalarında,
teyzelerinde, babaannelerinde veya komşuları gibi yakın çevresinde görüp öğrenirler.
Evlenme çağına yaklaştıkça çeyizle ilgili bilgileri birbirlerinden öğrenmeye başlarlar.
Çocuklukta öğrenilen bilgiler daha çok çeyizin olmazsa olmaz şekil ve türlerine ait bilgiler
iken iş ciddiye binip evlilik vakti yaklaşınca farklı çeyiz motifleri aramak genç kızların bütün
gününün faaliyeti hâline gelir. Küçük kızlar ablaları veya komşularından herhangi biri
çeyizini hazırlarken onları dikkatle izler ve çeyizin ne olduğunu, nasıl yapıldığını öğrenmeye
çalışır. Ayaklıkırı köyünde kız çocukları küçük yaşlardan itibaren tarım ve hayvancılığın ağır
yükünü omuzlarında hissederler ve günlük faaliyetleri tarlada çalışmak, hayvanlara bakmak,
ev işlerini yapmak gibi rutin işlerden ibarettir. Şehirde yaşayanlardan farklı olarak tek
eğlenceleri akşamları televizyon izlerken oyalarını yapmak, havlu kenarlarını örmek, yatak
örtülerinin kıyısını işlemektir. Eğer yazın tarla sürülmeyecekse veya hayvan güdülmeyecekse
evde oturup çeyizle uğraşmak genç kızlara tek seçenek olarak kalır. Akşamları bolca bulunan
boş vakitlerinde birbirlerini ziyaret ederek birbirlerinden çeyiz motifleri öğrenirler. Ayrıca
aralarında evlenme hazırlığı içinde olan biri varsa onun çeyizini tamamlamasına yardım
ederler. Doğum günlerinde ve bayramlarda hediye olarak birbirlerine çeyizlerini tamamlayıcı
şeyler alırlar. Böylelikle çeyiz köyün rutin dünyası içerisinde onların evlilik hayallerinin
süslediği saf bir dünya hâline gelir. Ayaklıkırı’nda anneler kız çocuklarına olduğu gibi erkek
çocuklarına da sünnetlerinde veya daha sonra evlendikleri zaman gelinlerine vermek üzere
çeyiz yaparlar. Sözgelimi sünnet çocuğu için hazırlanan odada oyalı çemberler, kenarları
işlenmiş havlular sergilenir. Hele annenin kızı yoksa o zaman oğlunun çeyizini bir kızın çeyizi
kadar gösterişli hazırlayabilir. Köylerde kadınların en temel giysileri olan şalvar ve gömlek
çeyize en önce konan şeylerdir. Köyde var olan “Gömlek godum görelsin, don godum
donansın” (Gömlek koydum görülesin, don koydum donanasın) sözü bu önceliğin önemini
yansıtır. Bundan sonra gelen en önemli çeyizlikler çemberler, peşkir oyaları, yer yastıkları,
yolluklar, küçük yastıklar, danteller ve örtülerdir. Bunlar kızın yeteneğini ve çalışkanlığını
gösteren sanatsal yaratmalardır. Kız gelin oluncaya kadar hemen hemen bütün eşyası alınır.
Düğünden bir hafta önce kızın çeyizine ailesinin ve arkadaşlarının yardımıyla son şekli verilir.
Yatak odası hazırlanır, sırça aletleri yani alet edevatları yıkanır, kırışıklıklar ütülenir, sandıklar
düzenlenir. Hazır olan çeyiz, köy kadınlarının görmesi için kız evinin bahçesinde uzunca bir
urgan üzerinde sergilenir. Aslında bir kısmı oğlan evine bir kısmı da kız evine serilir. Oğlan
evine serilenler genelde yorgan , yatak, beyaz eşya türünden ağır eşyalardır. Kız evine
serilenler ise çember, peşkir oyası, dantel gibi kızın bu konudaki maharetini ortaya koyacak
nitelikte, estetik özellikler taşıyan çeyizliklerdir.Düğüne kadar kız evi kendisine düşen ev
eşyalarını alır. Aileler güçleri yettiğince kızlarının eksiklerini tamamlamaya çalışır. Genel
olarak mutfak eşyası, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, fırın gibi beyaz eşyaların yanı sıra
yatak odası takımı kız evi tarafından alınır. Oğlan evi ise buzdolabı, televizyon gibi beyaz
eşyaların yanı sıra oturma odası takımını alır. Perdeler ise kız ve oğlan evi tarafından ortak
alınır. Nişanlılık süresi bayramlara denk gelirse oğlan nişanlısına bayramlık kıyafetler hediye
alır. Kız da aynı şekilde nişanlısına bayramlık alır. Ailelerin ekonomik durumuna bağlı olarak
anne, baba ve kardeşlere de hediyeler alınabilir. Ayaklıkırı’nda evlenecek çiftin eşyaları
alınırken alınacakların dağılımı artık ailelerin alım gücüne göre değişmektedir. Kız tarafının
evin kurucu eşyalarını alması bir gelenek iken, ekonomik yetersizlikler nedeniyle bazen kız
evi sadece sembolik eşyalarla yetinmek durumunda kalabilmektedir. Dolayısıyla eşya
alımında gördüğümüz paylaşım özel anlamını kaybetmekte ve dengeler sadece ekonomik
ağırlığa göre kurulmaktadır.

Yandaşı Âdeti

Düğünden önce kız evi ile oğlan evinin hediyeleşmesidir. Bu hediyeleşme bir sıra gözetilerek
gerçekleşir. Öncelikle oğlan evi kız evinin fertlerine kıyafet, ayakkabı vb. genellikle giyecek
türünden hediyeler alır. Geline nişanda giyeceği abiyesi, ayakkabısı, iç çamaşırına ayrıca
alınır. Baklava, lokum, çerez gibi yiyecekler de götürülür. Bu yiyeceklerin miktarı eskiden bir
hayli fazla idi. Fakat şimdi daha kısıtlı ölçülerde bu yiyecekler götürülmektedir. Bir gün
kararlaştırarak bu hediyeler kız evine götürülür. Aynı şekilde tam bir hafta sonra da bu kez kız
evi oğlan evine hediyeler alır ve bunları uygun bir zamanda onlara götürür. Kız evi de
damadın kıyafetlerini; iç çamaşırına, çorabını alır. Yandaşı âdeti de ekonomik sıkıntıların
etkilediği âdetlerden biridir. Artık kız ve oğlan evi birbirlerine eskisi gibi külfetli hediyeler
gönderememektedir.Çeyiz motiflerinden bazıları şunlardır:

* Papatya motifi * Ayçiçeği motifi

* Lâle motifi * Küpeli çiçeği motifi

* Gelin tacı motifi * Kat kat lale motifi

* Kanal D motifi * Böğürtlen motifi

* Kır çiçeği motifi * Domates-biber motifi

* Menekşe motifi * Kiraz motifi

* Limon çiçeği motifi * Marul motifi

* Isırgan otu yaprağı motifi * Kanser motifi

* Yasemen çiçeği motifi * Çarkıfelek motifi


* Yılbaşı çiçeği motifi * Sepet motifi

* Üzüm oyası motifi * Buğday başağı motifi

* Türkan Şoray kirpiği motifi * Lahana motifi

* Nohut motifi * Gül oyası motifi

* Zengin merdiveni motifi

Bu motifler evlenme hazırlığı içerisinde olan genç kızlar için çok şey ifade etmektedir. Kızın
çeyizinde ne kadar çok motif kullanılırsa çeyizin estetik görüntüsü ve sanatsal değeri o kadar
artar; yapan kişiye ün getirir. Öyle ki, motif alış verişi genç kızlar arasında kıskançlık konusu
dahi olabilmektedir. Ayaklıkırı köyünde çeyiz motiflerinin bu denli zengin ve doğadan alınmış
motiflerden oluşması yörenin bitki örtüsü ve derelerinin zenginliğiyle yorumlanabilir. Kaldı ki
Tire, Küçük Menderes çanağı içerisinde yer alan, tarih boyunca büyük orduların sert kışlardan
korunmak için seçtiği ılıman iklim koşullarına sahip bir yerleşim yerimizdir. Evliya Çelebi,
“Seyahatname” sinde Tire’den övgüyle söz eder. Buranın zengin göllerinden, derelerinden söz
eden Evliya Çelebi kentte yetişen ürünlere de dikkat çekerek “Narı, inciri, muşmulası, beyaz
kirazı, limonu, turuncu, cevizi, kızılcığı ve üvezi ünlüdür” der. Sürekli ılıman bir iklim ve
zengin tarım ürünleriyle iç içe yaşayan yöre halkı bunları yaşamlarının bir parçası hâline
getirmiş olabilir.

Çeyizin Sergilendiği Törenler

1. Çeyizin İpe Serilmesi

Düğünden bir hafta önce kız evinde çeyizlerin sergilenmesidir. Evin bahçesine uzunca bir
urgan bağlanır. Bunun üzerine kızın işlediği çok özel peşkir oyaları, havlular, işlemeler,
danteller serilir. Köyün kadınları da gelip bunları gezer ve gelinin maharetine bir not verirler.
Oğlanın annesinin liderlik ettiği bu merasime sadece kadınlar katılabilir. Ziyaretçilere
çeyizleri göstererek merasime liderlik eden oğlanın annesi böylelikle ne kadar maharetli bir
gelin aldığını köyün kadınlarına iftiharla göstermiş olur. Ayaklıkırı’nda evlenecek kız ne kadar
çok çeyiz biriktirmişse veya getirmişse bu onun ne kadar marifetli olduğunun bir
göstergesidir. Ayrıca kızın ailesinin ekonomik durumu da çeyizin çeşitliliğine etki eder.
Dolayısıyla çeyizin çokluğu ve çeşitliliği kızla birlikte ailesine de bir ün sağlar. Fakat
biriktirilen çeyiz az ise bu evlenecek kızı bir yadırgayışa neden olmaz. Bazı aileler oğlanın
annesinin isteğine göre kına gecesinde oğlanın çeyizlerini de ipe sermektedir. Çeyizin ipe
serilmesi çeyizin özel bir anlam ve içerik taşıdığını en iyi gösteren geleneklerden birisidir.

2. Çeyiz Günü

Ayaklıkırı’nda çeyiz günü eski dönemlerde daha gösteriş içinde geçermiş. O gün kız evi bir
araya toplanır, çeyiz kız evinden sarılır atlara ve develere yüklenirmiş. Bu çeyizler şenlikler
eşliğinde götürülür ve oğlan evine yerleştirilirmiş. Böylece bir kervan yükü havası verilerek
çeyizin kutsiyeti ve ağırlığı vurgulanırmış. Günümüzde ise çeyiz, at ve deve gibi binek
hayvanlar yerine modern ulaşım araçlarıyla oğlan evine taşınmaktadır. Böylece çeyizin
taşınması işi de anlamı yitirmiş ve sıradanlaşmıştır. Gelin oğlan evine girerken kaynana ona
altın verir. Eğer oğlan evinin maddi durumu iyi değilse başka yörelerde “indirmelik” veya
“toprak bastı” olarak da adlandırılan bu altını kaynana veremeyebilir. Bu bir eksiklik, ayıp
veya kusur olarak addedilmez. Günümüzde maddi külfeti olan bu gösterişli törenleri eskiden
yaşandığı gibi yerine getirmek pek mümkün olmamaktadır.

2.3. Çeyiz altı günü

Düğünden bir hafta sonra evli çiftin evine ziyaretler yapıldığı gündür. Böyle bir merasimin
amacı kız evinin çeyiz için kızlarına neler aldığına bakmanın yanı sıra yeni kurulan yuvayı bir
de bütün çeyizlikler serildikten sonra görmektir. Bütün köy halkı bir müze ziyaretine gidermiş
gibi hareket eder. Çeyizaltı gününe de yine yalnızca kadınlar katılabilir. Çeyizaltı gününden
sonra bu ziyaretler bir hafta boyunca devam eder. Bu esnada çiftin birlikte sağlıklı, mutlu,
varlıklı bir hayat sürmelerini temenni ederler. Ayaklıkırı’nda evlenecek kızın ailesi onun
çeyizini tamamlamak için borca bile girmekten çekinmez. Ailenin bu özverisini bilen
ziyaretçiler kızdan önce, onun anne ve babasını tebrik eder. Düğünden on beş gün önce
sergilenen çeyizi görmeye gelenler “oku” adı verilen hediyelerini o gün getirirler. Fakat
gelinle damat yeni bir ev almışsa evlerinin eksiklerini tamamlayacak hediyeler düğünden
sonra da getirilebilir.
(www.edebiyatakademi.net/index.php?option=com_content&task=view&id=134 - 65k)

İZMİR İLE İLGİLİ EFSANELER, HİKAYELER, ŞİİRLER,


TÜRKÜLER, ŞARKILAR, MARŞLAR
Kleopatra Güzellik Ilıcası'na dair bir efsane…
Bergama'da yaşanmış bir öykü…Kraliçeleri kıskandıran çoban kızının dillere destan
güzelliğinin gizemi…
Bu çoban kızı önceleri çirkin mi çirkin, sümüklü, pasaklı birisiymiş. Yüzü sivilceli, burnu
çilli, yaralı bereli bir cildi varmış. Öyleyse bu kızı, Mısır kraliçesi ve kainat güzeli, bütün
zamanların en dilber kadını Kleopatra neden kıskanmış? Çünkü bu çoban kızı koyun
güderken çalıların arasında kaybolur, bir pınarın oluşturduğu gölcükte sıcacık sularda yıkanır,
paklanır, çimermiş. Günler günleri kovalarken, çilleri yok olmuş, cildi ipek gibi, kaşı gözü
yerine düşmüş. Ayın ondördü, ırmak saçlı, kara kaşlı, ela bakışlı, kirpikleri nakışlı güzeller
güzeli bir kız olup çıkmış.
Çoban kızının güzelliği önce Bergama'da duyulmaya başlamış, Bergama Kralı'nın kızını
güzellikte geçince derhal çoban kızını saraya çağırtmışlar. Kraliçe, gerçekten ay parçası gibi
güzel bir kızla karşılaşınca güzelliğinin sırrını sormuş. Utangaç çoban kızı, daha da sıkılmış
bu sorudan ve "hiç" demiş, ben kuzularımı çok seviyorum da ondan demiş ama bir türlü
kraliçeyi ikna edememiş. Bunun üzerine kraliçe, çoban kızının ağzından öğrenemediğini onu
izleterek çözmek üzere uğurlamış sarayından. Adamlar gizlice peşine düşmüşler, ne yer, ne
içer, ne sürünür, nerede taranır, nerede yatar, nerede kalkar izlemeye başlamışlar. Şunu
özellikle fark etmişler ki çoban kızı sabah, öğle, akşam kuzularını güttüğü yamacın eteğindeki
çalıların içine giriyor, buhar çıkan sıcak su birikintisinde uzunca zaman kalıyor, iyice yıkanıp
dökünüyor. Hemen koşup çoban kızının güzelliğinin gizemini açıklamışlar. Kraliçe bunu
duyar duymaz buraya çıkıp gelmiş, adamları büyük bir çadır kurmuşlar ve kraliçe günde üç
kez olmak üzere bir hafta bu sularda yıkanmış. İnanamamış, cildi pırıl pırıl, yüzü gözü ışıl ışıl
olmuş. Üstelik sağlık esenlik kazanmış, yanakları al al olmuş. Saraya dönünce babası kral,
kızını tanıyamamış, şaşkın şaşkın bakakalmış. Sonra buraya ılıca yapılmasını sağlayıp
herkesin yararına açmışlar. Adına güzellik Ilıcası demişler.
Bu olay Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın kulağına gitmiş. Güzeller güzeli olduğu halde hem
daha da güzel olmak hem de güzelliğinin kalıcı olmasını sağlamak için Bergama'ya gelmiş,
günlerce ılıcada kalmış. Eskiden de güzelmiş ama buraya gelip gittikten sonra o kadar
güzelleşmiş ki Sezar ve Antonius onun için canlarına kıymışlar. Kleopatra'nın gelmesinden
sonra da ılıcanın adı Kleopatra Güzellik Ilıcası adını almış.

Izmirle Ilgili Bir Hikaye...


Petrol şeyhinin bir tanesi üniversitede okuması için oğlunu
izmire gönderir. Çocuk ilk devreyi başarıyla bitirdikten sonra
notlar düşmeye ve çocuk hafiften serserileşmeye başlar. işin
kötüsü, memleketten çocuğa gönderilen avuç dolusu paralar da
artık yetmemektedir! Şeyhimiz oğlunu kontrol etmek için
adamlarından birini İzmir e gönderir. Adam İzmir’e gelince bir
de ne öğrenir! Şeyhin okusun diye gönderdiği oğlu okulu
bırakıp, kendini hovardılağa vurmuştur! Neyse, çocuğu Kordon
da bir meyhanede bulunur:
- "Ye seydi, bu ne kepazeliktir! Baban seni merak eder! Kalk
gidiyoruz Arabistan'a!"
Çocuk "Ayva şeydi" der, "Ama önce bir otur da bu manzaraya bir
bak..."
Şeyhin adamı "Bunda ne kötülük olabilir ki" diye düşünür ve
masaya oturur.
Sandalcılar çaparılarını sallamakta, arkada batan kıpkırmızı
Güneş, körfezi kırmızının tonlarına boyamaktadır. Manzarayı
seyrederken, garsonun getirdiği kavundan bir tane ağza atılır.
Ardından peynirin de tadına bakılır. Eh eşek değiliz ya, bu
aslan sütü denen meretin de bir tadına bakalım derken orada
ipler kopar!
şeyhin oğlu ve körfez tarafından ayartılan adam, yorgun ve
akşamdan kalma olduğu anlaşılan bir sesle, 15 gün sonra,
efendisini arar:
"Ye seydi, veled masum velakin memleket fena!"
http://www.radikalegitim.com/forum

İzmir’le ilgili şiirler…


“Ben İzmir’im,
Bir aydınlık kent olup Tanrıça bakışlarından.
Bin İzmir’im,
İyot kokusundan arınmış yüreğim.
Ninnilerini dinlemiş çocukken Tanrıların,
Mitoloji benim mayam.
Üç güzellik buudu bende toplanır;
Gök, deniz ve toprak...
Göğüsleri dağlı Amazonlar geçer gözlerimden dört nala
Smyrna daha güzel, daha büyük caddelerimde şimdi...”
Hüseyin Coşkunay
İTHAF
Sönmüş yanardağlar, kaleler eteğinde
Yüzyıllardır uyuyan şu bizim İzmir
O aşık kadınları, levent erkekleri nerede
Sahilde yaşayıp göçtüler mi kim bilir?
Sır şimdi gözyaşları, saadet dilekleri
Biz gelen yüzyılların hikayesi sır
Eski İzmir diye ne varsa şunun bunun bildiği
Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır...
Necati Cumalı
http://www.bizimizmir.net/tarihce.htm

İzmir’le ilgili türküler…


• Ah bir ateş ver (Erdal güral)
• Alçak yüksek şu tire’nin dağları (sanem ersin)
• Asmalı mencere (koro)
• Bademliye efem (Erdal güral)
• Çekin kıratımı binek taşıma (melek koç)
• Gerizler başı (Erdal güral)
• Harman yeri düz olsa (latif öz)
• İzmir’in içinde (anonim)
• İzmir’in kavakları (latif öz)
• Mendilimin ucuna sakız bağladım (sanem ersin)
• Şu İzmir den çekirdeksiz nar gelir (latif öz)
• Yağcılar zeybeği (Gökhan ekim)
• Yaş pınar köklenir mi (melek koç)
Halk Türküsü - İzmirin Kavakları

İzmirin kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler çakıcı
Yar fidan boylum
Yıkarız konakları

Selvim senden uzun yok


Yaprağında üzüm yok
Gamalıda zeybek vuruldu
Yar fidan boylum
Çakıcıya sözüm yok
HİKAYESİ

Çakıcı Efe Ege Bölgesinde halkın dilinde dilden dile efsaneleşen bir kahramandır.
Osmanlı’nın son
zamanlarında devlet iradesinin iyiden iyiye kaybolduğu yıllarda (1800-1900) halk kendi
kahramanlarını, kendi kurtarıcılarını çıkarmıştır. Kimileri bu boşluktan yararlanarak
zalimlikler yapmışlar kimileri de adalet dağıtan güçlü yürekli halk kahramanı olmuşlar. Bu
devirde Ege Bölgesinde’de Efelik çok meşhurmuş. Çakıcı Efe de İzmir, Denizli, Aydın
civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir. O zamanlarda yaşadığı bölgede o kadar güçlenmiş ki
Osmanlı ile egemen olduğu bölge konusunda resmi anlaşma yolları bile aramıştır. Çakıcı çoğu zaman dağlarda,
kimi zamanda halkın yanına inerek zalimi durdurmuş, adalet dağıtmış, zenginden alıp fakir
vermiştir. Bu sebeple halkın gönlünde de taht kurmuştur. Cesur hareketleriyle halkın gözüne
girmiştir. Kimi zamanda düşmanla işbirliği yaptığı söylentisi çıkmışsa da halk onu hep sevmiş
ona yapılan bu türküyle ismi ölümsüzleşmiştir.
(www.weblopedi.com/i/izmirin_kavaklari_halk_turkusu_sarki_sozu_ve_sozleri-t5828.0.html - 51k)

İzmir’le ilgili şarkılar…


 Ah Ege ah rakı roka (Hurşid yenigün)
 Canım İzmir (Dario moreno)
 İzmir (Haluk levent)
 İzmir (Ege)
 İzmir (Bendeniz)
 İzmir ağlıyor (İlkay akaya)
 İzmir bekler (Yeşim salkım)
 İzmir yanıyor (Ferhat göçer)
 İzmir’e gel (Zeki erdem)
 Kalbim Ege de kaldı (Sezen aksu)
 Kordon boyu faytonlar (Ali Kocatepe)

İzmir Ağlıyor

O zamanlar gizlice yollara çıkardık


El ele verirsek dünyayı yıkardık
O yasaklı şehirde martılar kadardık
Kapılar kapanırdı sarılıp ağlardık
Kaç kere yandık kimse bilmiyor
Gemiler gidiyor İzmir ağlıyor
Ozamanlar zamansız mekansız çocuktuk
Büyüdük belkide onları unuttuk
O karanlık şehirde korkular kadardık
Gecenin karasında sevdalı bahardık
Kaç kere yandık kimse bilmiyor
Sevdiğim gidiyor izmir ağlıyor
Kaç kere yandık kimse bilmiyor
Gemiler gidiyor İzmir ağlıyor
İlkay Akaya
İzmir’le ilgili marşlar…
İzmir marşı
İzmir'in dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda sırmalar saçar
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa
İzmir dağlarına bomba koydular
Türk'ün sancağını öne koydular
Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım feda olsun güzel vatana
İzmir'in dağlarında oturdum kaldım
Şehit olanları deftere yazdım
Öksüz yavruları bağrıma bastım
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım feda olsun güzel vatana
Peygamber kucağı şehitler yeri
Çalındı borular haydi ileri
Bozuldu çadırlar kalmayın geri
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa
Türk oğluyum ben ölmek isterim
Toprak diken olsa yatağım yerim
Allah'ından utansın dönenler geri
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa

İZMİR’İN KURTULUŞ BAYRAMI


Kurtuluş Savaşı'nın sonlarında Türk ordusunun Yunan işgali altındaki İzmir'e girmesini
belirten tarih terimidir.

26 Ağustos 1922'de başlatılan Büyük Taarruz sonucunda Yunan ordusunu dağıtan Türk
ordusu, peşine düştüğü Yunanlıları kovalayarak 9 Eylül 1922 sabahı kente girdi ve 3 yılı aşkın
süredir işgal altında olan İzmir'i kurtardı. böylece türk ordusu düşmanı yuttan atmş
oldu.Sonradan 9 Eylül günü, "İzmir'in kurtuluş bayramı" ilan edildi.
(ihttp://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0zmir'in_Kurtulu%C5%9Fu)
İZMİRDE TİYATRO’NUN KÖKENİ
Serüven, av hayvanlarının taklit edilmesiyle başlıyor; bu davranış şimdi bize basit görünen
bir amaç adına, daha çok av sahibi olmak için. Toprağa bağımlı hale gelince yağmur ve
güneşin bereketi için bu çaba sürüyor, toprak yüzü güldürsün diye. Derken kahramanlar
doğuyor. Ardından kahramanlar tanrısallaşmaya ve çeşitlenmeye başlıyor. Öğretiyi
yaygınlaştırmak da Antik Yunan Tiyatrosu’nun doğuşuna neden oluyor. Doğadan beslenen,
gelenekselleşen, insanoğlunun yaratılarıyla zenginleşen etkili bir anlatım biçimi oluveriyor.
İşte bu yüzden tarihin ilk tiyatro etkinliklerini, doğanın tanrısı Dionysos’a onun sunduğu
üzümün bereketine teşekkür için minnet için hazırlanan şenliklerdir diye tanımlıyoruz.
Bu şenliklere, Diyonisak adı veriliyordu. Sahnede bir koro yer alıyor, dithyramboy şarkıları
söylüyordu. Her şey M.Ö. 6.yy’da Thespis ‘in, koronun karşısında, farklı kişilikleri farklı
maskelerle temsil eden bir oyuncu olarak yer almasıyla değişti. Ardından sahnede ikinci bir
oyuncu yer aldı. Böylece tragedyalar doğdu ve Dionysos şenliklerinin bir parçası olarak
gelenekselleşti. Bu şenlikler Roma döneminde de sürdü ve Bakhos ayinleri adını aldı.
Tiyatronun etkileyiciliğinin nedeni dans, müzik ve vücut dili öğelerinin herkesçe ortak bir dil
olması kuşkusuz. İlgiyi uzun zaman kendine sürüklüyor. Tümü söz ile birlikte yaşamımıza
yön veriyor. Dithyramboy da dansı, müziği ve sözü ile Tanrı Dionysos’a övgüler anlamına
geliyor. Bu etkili anlatım biçimi sahne sanatları olarak kurumsallaşıncaya dek değişerek ve
gelişerek her yüzyılın amacına hizmet veriyor.
Daha da etkili olması için harcanan çabalar, tiyatro mimarisinde de biçimsel arayışlara neden
oluyor.
Dünya sahneye taşınıyor ve seyirciler bu dünyanın şahitliğini yapıyor oturdukları yerde.
Öğretilerin aşılanması için öyle etkili bir yol ki, yeni tekniklerin uygulanabilmesi, yeni
mimari çözümlerin mekânı biçimlendirmesi, bu etkinin artmasına katkı sağlıyor. Bu yüzden,
aynı anda on binin üzerinde izleyiciye sunulabilecek oyunlar için büyük boyutlu tiyatrolar
inşa ediliyor.
Erken örnekler M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda Dionysos Tapınakları yakınında orkestralarında bir
sunak bulunduğu halde yapılıyor ve Dionysos tasvirleriyle bezeniyor.
4.yy’a dek oyunlar, açık havada daire biçimli zemini sıkıştırılmış toprak olan orkestrada
yapılıyor. Seyirciler ise orkestra etrafında bir yamaca dizilmiş olan ahşap sıralarda oturuyor.
Aynı çekirdek düzen Helenistik ve Roma dönemlerinde farklı çözümlerle daha işlevsel hale
geliyor, taştan inşa edilen tiyatrolarla anıtsal boyutlara ulaşılıyor. Her bir dönemin getirdiği
yeniliği, bugün geriye kalan mimari kütlelerinde gözlemliyoruz. Bunlardan biri de İzmir'de
çözümlenmeyi bekliyor.
Kadifekale Akropolü’nün kuzey yamacında yeralan bir tiyatronun varlığını, pek çok seyyahın
ve araştırmacının verdiği bilgilerden ve yüzey çalışmalarından biliyoruz. Bu gün
gecekondular altında gizli.
On altı bin izleyici kapasiteli olduğunu tahmin ettiğimiz antik tiyatro, İzmir Büyükşehir
Belediyesi tarafından gün yüzüne çıkartılıyor.
Kentin tarihi kimliği ile çağdaş insanı buluşturmak evrensel bir sorumluluktur. Tarihi
kimliğinin şahidi eserlerin son derece sınırlı olduğu İzmir kentinde, antik tiyatronun bilimsel
kazı ile ortaya çıkarılması, antik tiyatro genel tipolojisi içerisindeki yerinin aydınlanması,
kentin geçmişindeki sosyo-kültürel yapısına ait yeni bilgilere ulaşılması demektir. Çevresiyle
birlikte arkeoloji ve tarih parkı haline getirilerek kentin hizmetine sunulacak tiyatro, modern
İzmir kentinin İzmirliyi tarihi çevreyle buluşturan duyarlılığın da yeni bir temsilcisi olacaktır.
İzmir de nasıl bir tiyatroya sahibiz?

Vitruvius İzmir Tiyatrosu’nun, izleyicileri yağmur yağdığında koruyabilen bir Stratonikeum


Stoası‘ndan söz ederek tiyatronun varlığı hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamıştır.
1930’lu yıllarda İzmir’i araştıran Cadoux, tiyatronun akropolisin kuzey batı köşesi altındaki
doğal oyukta, sahne bölümünün doğudan batıya uzanan, seyirci bölümünün ise körfez ve
ilerideki kıyıların güzel görüntüsüne hakim sahnenin güney yamacında olduğunu bildirir. Bu
bilgiler ışığında, İzmir’in Helenistik çağda hatta belki Lysimakhos tarafından yeniden
kurulduğu sırada bile, kendisine ait bir tiyatroya sahip olduğunu öngörmek mümkündür.
Yapıtını M.Ö. 6 yılında yazan Strabon’un İzmir’deki bir tiyatronun varlığı hakkında söz
etmemesi ilginçtir. Ama bundan İzmir’de o sırada bir tiyatronun bulunmadığını yorumlamak
mümkün olmayacağı gibi genel Helenistik Kent kurgusuna da aykırıdır. Çünkü, Anadolu’da
Helenistik dönemde, kentlerin hemen hepsinde tiyatrolar yer almıştır. Helenistik Döneme ait
Priene, Miletos, Pergamon, Ephesos, Magnesia, Iasos, Metropolis tiyatroları ise Anadolu’nun
bilinen erken dönem taştan inşa edilmiş örnekleridir.
Helenistik Dönem Tiyatroları, diğer yapı türlerinden farklı olarak, topografyaya uyum
sağlayacak biçimde yerleştirilmiştir. Yapımına karar verilen tiyatronun yeri, o yamacın doğal
bir parçasıymışçasına yamaca yaslanır. Genellikle yöresel taş malzeme ile inşa
edilmiştir.Sahne arkasında duvarı yoktur. Auditoriumdan (seyirci bölümü) oyunu izlerken
gördüğümüz peyzaj sahnenin dekorudur aynı zamanda.
Form olarak değerlendirildiğinde, Helenistik Dönemde auditoryum’un planı at nalı
biçimindedir. Seyircilerin giriş ve çıkışlarını sağlayan Paradoslar ise diagonaldir ve üzeri
açıktır. Seyirciler bölümünün tümünü kapsayan caveanın iki yanı yapının en özenli taş
örgülerine sahip analemma duvarları ile sonlanır.
Sahne, logeion, sceane frons ve sahne arkası olmak üzere üç temel öğeden oluşur. Henüz
Roma Dönemindekilerin aksine, sahne ile auditorium (seyircilerin oturma bölümü) tek bir
yapı olma özelliği göstermemektedir. Görevliler için orkestra etrafında, proedrial denen özel
oturma yerleri ayrılmıştır.
Cadoux, İzmir Tiyatrosu’nun olasılıkla eskisinin yerinde bulunduğunu ve hatta eski tiyatronun
duvar işçiliğini yansıtan izlerin çoğunun yeni yapı içinde de bulunduğunu bildirir. Günümüze
ulaşmış tiyatro kalıntıları üzerinde Claudius adının geçmekte olduğu bir yazıta dayanarak
tiyatronun o adı taşıyan bir imparator (M.S 41-54) zamanında yapılmış ya da yenilenmiş
olabileceği yorumları da yapılmaktadır. Ayrıca ünlü İzmirli Hatip Aristedies’in de kentte pek
çok tiyatronun var olduğundan söz ettiğini burada belirtmekte fayda vardır.
İzmir’in Tiyatrosuyla ilgili en ayrıntılı bilgiye, 1917-18 yıllarında Otto Berg ve Otto Walter‘ın
bizzat yerinde gerçekleştirdikleri araştırmalarından ve araştırmalarına yönelik hazırladıkları
plan ve kesitleri içeren yayınlarından ulaşılmaktadır. Söz konusu planın, İzmir Büyükşehir
Belediyesi Tarihsel Çevre ve Kültür Varlıkları Müdürlüğü ile İzmir Arkeoloji Müzesi
işbirliğiyle oluşturulan uzman ekiplerin gerçekleştirdiği yüzey araştırmalarında tespit edilen
duvar kalıntılarıyla çakıştırılması sonucunda karşılaşılan uyum şaşırtıcıdır. Böylece İzmir’in
nasıl bir tiyatroya sahip olduğunu belgeleyen özenli kaynakla karşılaştığımızı ve sunduğu
bilgiler ışığında Roma dönemine ait bir tiyatroya sahip olduğumuzu söyleyebilmekteyiz.
Berg ve Walter; Kadifekale’nin kuzey yamacında bulunan en son mahallede yeni açılan bir
sokak ile kesilmiş olan seyirci bölümünün iç bükey formunu, sahne cephesinin birkaç taşı,
batı (analemmanın) destek duvarları ve kemerli bir dehlizin girişi ve sırtını kayalara dayamış
auditoriumu çevreleyen dış destek (analemma) duvarlarının üzerinde yer alan gölgeliklerin
izlerini gözle görebilmişlerdir. Yayınlarından o yıllarda Girit mültecilerine ait yerleşime,
tiyatronun duvar kalıntılarının temel vazifesi gördüğünü, ev sahiplerinin inceliğiyle evlere
girerek duvar izlerini takip etme şansına sahip olduklarını böylelikle yapı hakkında genel
birmodeli geliştirebildikleri öğrenilmektedir. http://burs.izmir.bel.tr/smyrana.asp

HALK OYUNLARI
Karma Oyunlar:

 Bergama Zeybeği,
 Harmandalı,
 Bergama Bengisi,
 Güvende,
 Somalı,
 Yalabı,
 Dağlı,
 Arpazlı,
 Çekirdeksiz Bağlarım.

Erkeklerin Oynadığı Oyunlar:

 İsmailli,
 Jandarma,
 Yunddaği,
 Sebai,
 Üç parmak,
 Koca Arap,
 Nacakoğlu.

Kızların Oynadığı Oyunlar:

 Bergama Konakları,
 Entarisi Mavili,
 Zahide Molla,
 Findik Sıdıkam,
 Al Basma,
 Kız Harmandalısı,
 Ey Yüceler.
HALK SANATLARI VE ZANAATLARI
Günümüzde tekstil sanayinin güçlü merkezlerinden biri olan İzmir de yakın döneme kadar
dokumacılık başta olmak üzere, geleneksel el sanatlarının önemli bir yeri vardı. Bergama-
Tire-Selçuk yöresindeki Türkmenler dokumacılık, keçecilik ve el örgüsü gibi el sanatlarını
uzun süre yaşatmışlardır.Çit-çember-poşu gibi günlük giyimdeki örtülerin tahta kalıplarla
süslenmesi işi, uzun süre kent yaşamında yer almıştır. Günümüzde sanayileşmenin etkisiyle
ev tezgahları işlevini yitirmeye başlamıştır.Keçe, urgan üretimi, halı-kilim dokumacılığı çok
büyük ölçüde makineleşmiştir.

CAMCILIK
Anadolu'da camın ilk kez gözboncuğu olarak üretimi İzmir-Görece köyündeki ustalar
tarafından gerçekleştirilmiştir. Anadolu'nun her tarafında temelinde nazar inancı olan cam
boncukları görmek mümkündür.Nazarlık yoluyla canlı veya nesneye yönelen bakışların
dikkatinin başka bir nesneye yöneleceğine inanılır.Bu nedenle nazar boncuğundan yapılan
nazarlıklar canlının veya nesnenin görünen bir yerine takılır.

DOKUMACILIK
Selçuk Yöre dokumacılığının Türklerin bölgeye yerleşmesi ile birlikte başladığını
söyleyebiliriz. Ham maddesi yün, deve kılı ve pamuktur. Kilim, halı, cicim ve sili, başlıca
dokuma ürünleridir. Tüm dokumalarda kırmızı, kahverengi, mavi, lacivert siyah ve beyaz ve
az da olsa yeşil renkler görülmektedir. Boyalar doğal yollardan sağlanmıştır.Bugüne gelebilen
örneklere göre yörede Barutçu, Zeytin köy, Acarlar ve Havutçulu dokumalarıyla ünlüydü.
Eski halı örneklerini ve nasıl dokunduğunu Selçuk içi ve çevresindeki halı dokuma
merkezlerinde görebilirsiniz.

URGANCILIK
Selçuk ilçesinin 42 km ötesindeki Tire'de eski el sanatlarından urgancılık görülmektedir.
Kenevir liflerinden yapılan Tire urganları, sağlamlığı ve aklığıyla Anadoluda ve balkanlarda
tanınmıştır. Urganın en incesine kınnap (sicim) en kalınlarına urgan veya halat denilmektedir.

NAZAR BONCUĞU YAPIMI


İzmir’in Menderes yakınlarında ve Kemalpaşa ilçesine bağlı Görecede boncuk yapımı sanatı
sürdürülmektedir. Çeşitli boy ve biçimlerde nazar boncukları, ülkenin her yerine bu
yörelerden gitmektedir.
İĞNE OYACILIĞI
İğne oyası, Selçukta çok eski yıllardan günümüze kadar gelen bir Türk el sanatıdır.Yörede
oya yapımında kullanılan ipliği de oyacılar hazırlamaktadır.Kumaş kenarına yada zincir
üzerine motif olarak yapıldığı gibi, motifler birleştirilerek örtülerde yapılmaktadır. İğne oyası
işlemeleri Şirince Köyü'nde görebilir ve satın alabilirsiniz.

KEÇECİLİK
Dokumacılıktan çok önceye dayanan geçmişiyle, en eski Türk el sanatlarındandır. Selçuk
ilçesinin 42 km ötesindeki Tire ilçesinde yapılan ve dövme yöntemiyle yünden elde edilen bir
kumaş türü olan keçecilik günümüzde giderek gerilemektedir.

ÇÖMLEKÇİLİK
Menemende çömlekçilik, geçmişi çok eskiye dayanan ve günümüzde de yoğun bir şekilde
sürdürülen geleneksel el sanatlarındandır. Selçuk'ta da modern seramik ve çini sanatını birebir
inceleyebileceğiniz atölyeler mevcuttur.

HALICILIK
Bergama ve çevresinde 15’inci yüzyıla uzanan dokumacılık kültürü, günümüzde de bir çok
köyün geçim kaynağı olarak varlığını sürdürmektedir.

Zengin desen ve renk çeşitliliği ile dikkat çeken Bergama Halı ve kilimlerinin en bilinenleri
Yağcıbedir, Kozak ve Kız Bergama Halılarıdır.

(www.kultur.gov.tr/TR/Yonlendir.aspx%3)

İZMİR MUTFAĞI

İzmir denince akla sağlıklı, insanı fazla yormayan, hafif yemeklerden oluşan bir mutfak gelir.
Özellikle zeytinyağı İzmir mutfağı’nın baş tacıdır. Sabah kahvaltılarının vazgeçilmezidir
zeytinyağı aynı zamanda. Zeytinyağının yanında çeşit çeşit yabani otları ve dünyanın yedi
harikasından biri sayılan bağları unutmamak gerek… Ve tabii balık…
İzmir mutfağı, Ayvalık gibi Ege mutfağının tipik özelliklerini taşır. İzmir denince akla ilk
gelen Kumru sandviç, buzlu badem ve Kordonboyu’dur. İzmir mutfağına özelliğini veren
yabani ot yemekleri, Ege’nin ot cenneti Tire yöresinde yoğunlaşır. Ot kavurması, Sarmaşık ve
Kuşkonmaz Kavurması diğer ot yemeklerinin yanında göze çarpanlardan. Bir de ısırgan
otundan yapılan Okma var.
İzmir ve yöresinin yemekleri de çeşit açısından son derece zengindir. Başlıcalarını şöyle
sıralayabiliriz.

Tarhana Çorbası: Yaz mevsiminin sonuna doğru un, yoğurt, bol domates, kırmızı biber,
İzmir’e özgü yabani otlar önce kazanlarda pişirilir, daha sonra ekşimeye bırakılır, kurutulur, el
ile ovularak, un haline getirilen tarhanalar, iyice kurutulup, kışa saklanır.Soğuk kış günlerinde
et suyu ile pişirilip, kızarmış ekmekle sıcak sıcak servis yapılır.Tarhana çok lezzetli, besin
değeri yüksek yöresel bir çorbadır.

Keşkek: Özellikle düğün ve bayram yemeği olarak bilinir. Taş dibeklerde döğülerek kabuğu
çıkarılmış yumuşak buğdayın, koyun etiyle büyük kazanlarda ve bol odun ateşinde iyice
pişirilmesiyle oluşan keşkek, düğünlerde misafirlere ikram edilir.Kalaylı bakır sahanlarda
ikram edilen keşkeğin üstüne salçalı ve kırmızı biberli tereyağı dökmekte adettir.

Zerde: Keşkek gibi özel günlerin yemeğidir. Tatlı olarak sofraya en son getirilir. Nişasta,
pirinç ve şekerden yapılıp, üzerine tarçın ilave edilir.

Sura: Özellikle Kurban Bayramından sonra yapılan bir yemektir. Kurban etinin kaburga
kemiklerinin bulunduğu bölüm kesilerek, büyük et parçası çıkarılır.Kaburga kemikleriyle et
kısmının arası tuz ve baharatla oğulduktan sonra, iç pilavla doldurulur. Doldurulan kısmın
etrafı pişerken pirinçler dağılıp dökülmesin diye yorgan iğnesiyle dikilir. Kuzu tenceresi
denilen büyük bakır tencerede pişirilir. Daha sonra bir tepsiye alınarak, üzeri salçalı tereyağ
ile yağlandıktan sonra, fırına sürülür. Pembeleşinceye kadar kızartılır.Sıcak olarak servis
yapılır.

İzmir Köftesi: Et iyice döğüldükten sonra soğan suyu, tuz , karabiber ve diğer baharatlar,
ekmek içi ve yumurta ile yoğrulur.Köfte şekil verilerek, yağda kızartılır. Üzerine domates
konularak pişirilir. Sıcak servis yapılır.

Papaz Yahnisi: Dana eti doğranarak toprak bir tencereye konur. İçine soğan, sekiz-on tane
bütün sarmısak, tuz, biber, kimyon ve sirke ilave edilir. Hiç su konulmadan tencerenin kapağı
buhar çıkmayacak şekilde sıkıca kapatılarak, pişirilir.

Mücmeri: Kıyma ve soğan yoğrulur.Haşlanmış pirinç ile karıştırılıp, ovulur. Macun haline
gelince yumurta, maydonoz ve tuz ilave edilir. Üstü örtülüp bir süre dinlendirildikten sonra,
yağda kızartılır.

Pirinçli Domates Dolması: Domates rendelenir, tereyağında biraz pişirilir. Birkaç domatese
bir çorba kaşığı tereyağ yeterlidir. Et suyunu koyup, kaynattıktan sonra, içine biraz tuz atıp,
pirinç salınır. Fındık büyüklüğündeki köfteler, tepsiye serpilen una bulanır, daha sonra
kaynayan pirinç suyunun içine salınır ve pişirilir.

Kol Böreği: Alt üst böreği hamuru ile olur. İstenildiği kadar beze tutulur. Açılır ikiye katlanır,
peynirli veya kıymalı iç konur. İzmir’de genellikle ıspanaklı yapılır. Ispanak kavrulursa ağır
olur. Temiz yıkanıp, doğranan ıspanaklara ince doğranan bir soğan, tuz, karabiber karıştırılıp,
böreğin içine katılır, rulo şeklinde sarılır. Sonra tepsiye sıralanıp, kesilir. Üzerine bol
zeytinyağı sürülüp, fırına verilir. Pişince üzerine tepsi kapatılır.

Gerdan Tatlısı: Kurban Bayramlarında özellikle kurban etinden yapılan baharatlı bir et
tatlısıdır. Kurbanın boyun kısmı önce çok az bir tuzla haşlanır. Sonra pişmiş et lifleri
didiklenerek, kemiklerden ayrılır. Üzerine et suyu, şeker, tarçın, karanfil gibi baharatlar
atılarak, ağdalı bir hal alıncaya kadar pişirilir. Pişmeden biraz önce içine kayısı ve kara erik
kurusu ile kavrulmuş badem veya çam fıstığı ilave edilir, yemek üzerine sıcak olarak yenir.

Radikal Salatası: Yabani bir ot olan radika, İzmir ve çevresinde şifalı bir yiyecek olarak
kabul edilmektedir. Pek çok çeşitleri olan bu ot cinsinin, temizce yıkanmış, bol su ile
haşlanmış, üzerine bol limon ve zeytinyağı ilave edilmiş salatası servis yapılır.

Zeytinyağlı Taze Fasulye: İnce doğranmış bir adet kuru soğan yarım su bardağı kadar
zeytinyağında biraz öldürülür, üzerine ayıklanmış doğranmış taze fasulyeler ilave edilir, biraz
kavrulur, üzerine bolca rendelenmiş domates, tuz, biraz şeker ilave edilir. Daha sonra yeteri
kadar sıcak su ilave edilip, kısık ateşte pişirilir. Tencerede soğutulup, servis yapılır.

Telkadayıf: Türkiye’nin hemen her yöresinde çok lezzetli yapılan besin değeri çok yüksek
olan telkadayıf İzmir’de de çok sevilen tatlıların başında gelir. Eritilmiş margarin ve tereyağı
karışımı telkadayıflara iyice yedirilir. Yağlanmış tepsiye serilir, üzerine bolca dövülmüş ceviz
dökülür, tekrar yağlanmış kadayıf serpilip, bastırılır. Orta hararetli fırında pembe renkli
pişirilir.Biraz ılıyınca üzerine soğuk şurup dökülür.Arzu edilirse, üzerine bir parça kaymak
koyup, servis yapılır.

Kaymaklı Dondurma: Yazları çok sıcak olan İzmir’de güneş körfezde batarken, dondurma
yemek bir alışkanlıktır. İzmir’ in kaymaklı dondurması nefis lezzetiyle hem serinlik hem de
sıcak nedeniyle gün boyunca vücudun harcadığı enerjiyi geri verir. Süt, şeker, ve salep bir
tencerede pişirilip, kavrularak, soğutulur. Buzdolabının buzluğunda ve ara sıra karıştırarak,
iyice donması sağlanır, fıstıklarla süslenerek, servis yapılır
(www.gurmeguide.com/content.asp?ctID=119&RecID=306 - 79k)

Vous aimerez peut-être aussi