Académique Documents
Professionnel Documents
Culture Documents
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 2
feleri yaptılar; bunlara milli. mahsulleri ko‐ruyan hükümler tamamiyle kurtulamamışızdır. Nüfusumuzun beş altı mislini
koydular. Umumi harp esnasında bu teamül ve muahedatın kâfi ferah ferah besleyecek kadar geniş topraklara malikiz. Bu
gelmediği görüldü; milletler muhtaç oldukları maddeleri toprak tamamen iptidai bir şekilde ve istifadeye gayri müsaittir.
dâhilde temin edememekten mütevellit çok elim ve çok acı Ziraatı güneşin rahmetine, suların lütfüne bağlı bir memleket
hüsranlar, ıstıraplar geçirdiler. Bilhassa Türkiyemiz bu için ziraat memleketidir denemez. İhracatımızda en esaslı
hüsranlarla bu ıstırapların en şiddetlisini çekti. Umumi harpten vazifeler gören öyle mıntıkalar var ki yağmurun yağmaması
sonra anlaşıldı ki milli müdafaanın temini ancak ve ancak oralarda kıtlığı muciptir.
istihsalatın millileştirilmesi tekessürü ve tenevvü ile kabildir.
Zirai istihsalde iptidailiğimize rağmen Türkiye ciddi ve fenni
Fakat istihsalat; istihlak ve ihracata bağlıdır. Bir memlekette esaslar dâhilinde çalışacak olursa Balkan pazar ve panayırlarına
istihlak ve ihracattan aşın istihsal, neticesi vahim akıbetler zirai mezat da ihraç edebilecek bir memleket haline gelebilir.
doğurabilir.
Memleketimiz zirai kabiliyetinden başka kudret ve mihaniki
Türkiyemiz'in istiklalini koruyacak evvela ordu, sonra milli kuvvet itibarıyla da zengindir.
iktisattır.
Aşk
Sofular geçemez derya‐yi aşkı,
Biz geçtik ezelde, erenlerdeniz.
Her tezgah dokumaz diba‐yi aşkı
Tezgahsız dokuyup giyenlerdeniz.
Zahitler tadamaz sefa‐yi aşkı
Gafiller ne bilir vefâ‐yi aşkı?
Kökünden kazıyıp cefâ‐yi aşkı
Daima sefasın sürenlerdeniz.
Kalplerden süzülen şarâb‐ı aşkı
İçerek hatmettik kitab‐ı aşkı
Mestplup vallahi rübab‐ı aşkı
Cananın saçıyla gerenlerdeniz.
Ta arşa yükselttik niyaz‐ı askı
Gel, bir bizde dinle su saz‐ı aşkı
Mahbupta gördüğün o naz‐ı aşkı
Bir kadeh içinde ezenlerdeniz.
Şekvasız dinleyip figan‐ı aşkı.
Kalplere sunarız hicran‐ı aşkı.
Şükret ki ey "Sefa" iman‐ı aşkı
S.R
Orduyu yaşatacak, ona kuvvet ve hareket verecek, iktisadi Filhakika memleketteki madenlerden pek az istifade
kudret verecek iktisadi kudret ve amillerdir. İktisadi kudret ve edilmektedir. Buna mukabil çok zengin maden, kömürlerimiz,
amillerin esası istihsalin tenevvüü, çokluğu ve bunların istihlak ufak himmetler sayesinde sınaî tesisatta istifade edilecek
ve ihraçlarından ibarettir. İstihsalde müessir olan dört vasıta nehirlerimiz vardır.
vardır:
1‐El işleri (iptidai sanatlar); Bir milli müdafaa; milli iktisadiyatımızı nutuklar; cemiyetlerle
2‐Toprak; değil şeni esaslarla hal ve ikmal etmek mecburiyetindeyiz.
3‐ Kudret (elektrik ve mihaniki kuvvetler); Bunun için istihsalimizi medeni bir hale sokmak, nehirlerimizi
4‐ Sermaye... kabili istifade bir vaziyete getirmek; madenciliğimizi kazma ve
kürek madenciliğinden kurtarmaklığımız lazımdır. Bu günkü
Bugün teessürle kaydedebiliriz ki biz istihsalde henüz el ve kol harpler, medeniyetlerin, cemiyet iktisadiyatının yekdiğeriyle
kuvvetinin amil olduğu iptidai iktisat devresinden çar‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 3
pışmasıdır. Bir ordunun askeri kabiliyeti ne kadar çok olursa bugün İngiliz fabrikalarına on binlerce İngiliz lirası kıymetinde
olsun eğer o süngüsünü bileyecek taşı, mavzerini patlatacak harp levazımı, tayyare sipariş etmektedir.
barutu, askerinin sırtına ve karnına lazım olan mevaddı kendi
milli unsurları vasıtasıyla temin edemezse muvaffakiyeti ***
tesadüfe bağlıdır.
Toprağımız çok ve iyi mahsul vermemektedir. Biz bunun
Silahları terk etme meclislerinin enternasyonal kongrelerinin sebeplerini bularak izale etmeliyiz. Toprağımızın az mahsul
temenni ve kararlan ne olursa olsun belli bir hakikat varsa o da vermesi onunla meşgul olan ellerin ehil olmamasından ileri
bütün milletlerin kayıtsız ve şartsız askerliğe doğru gidişleridir. gelmektedir. Yapılan kimyevi tahliller bilhassa nehir kenarındaki
topraklarımızın dünyanın en mümbit kara topraklarından
Memleketlerin bugünkü tamamiyeti mülkiyeleri ancak olduğunu göstermektedir. Memleketin her tarafı bol sulu
ordularının kuvveti ve askeri sena iyelerinin mükemmeliyeti ile nehirlerle sulanmıştır.
kurtulabilir. Bu hakikati anlayan bütün milletler silahlanmakta,
askerleşmektedirler; İşte: Polonya, Mesut cemiyetler medeni memleketler için birer refah vasıtası
olan nehirler bizde yazın hastalık; kışın ölüm getirmektedir.
Atlılar
Tanrının eli gibi
Bir ufku ufka bağlar,
Cehennem seli gibi
Şimşekleşir atlılar.
Gözer ufka dalınca
El atılır kılınca;
Yanarak bin bîr hınca
Şimşekleşir atlılar.
Bir kişneme yer alır
Aksi dağlarda kalır
Sanki gökler alçalır.
Şimşekleşir atlılar.
Atsızız atımızda.
Yükseliriz bir hızda.
Vatan denen bir kızdla
Şimşekleşir atlılar.
Göz kalırsa bu yerde
Düşerse vatan derde.
"Atlı" der: bıı günlerde
Şimşekleşir atlılar"...
Atlı
Finlandiya, İtalya, Romanya, Fransa, Rus‐ya. Topraklarımızın iyi mahsul vermemesine gelince bu teşkilat
noksanlığından; küçük ziraat eshabının himaye
Harp muahedelerinin amansız kayıtları altında bağlanan edilmemesinden ileri gelmektedir.
Almanya, Bulgaristan; Macaristan da ise bu askerleşmek ve
silahlanmak arzusu bir hırs halini almıştır. Bizim orduya ve İş bölümü muasırı bulunduğumuz iktisadi ve sınaî müesseseler‐
askere ihtiyacımız diğer memleketlere nazaran büsbütün in inkişaf ve tekâmülünde çok mühim bir rol oynamıştır. Bizim
başkadır. İsviçre bitaraflığını devletlere tanıtıp ordusunu mektep ve idare müesseselerimize bile henüz girmeyen bu
tamamen lağvedebilir. Fakat bizim için buna imkân yoktur. tılsımlı düsturun ziraat erbabı arasında mevcudiyetini iddia
Ordusuz Türkiye istiklalsiz bir toprak; bir hinterlanttır. etmek bilmem ne derece doğrudur? İş bölümü sisteminin
muhtelif müesseselere tatbiki XIX ve XX. asırların
Dünün bitaraf bir devleti olan Belçika muvaffakiyetini temin eden hadiselerin en mühimi olmuştur.
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 4
Köylümüz çok acıklı bir vaziyettedir. Köy kanunlarının zilerin yine köylüdür. Milli müdafaa kadar milli
parlaklığı, kelimelerin güzelliği ve nihayet hüsnü servetimizi korumaya mecburuz. Bu da ancak
niyetin mevcudiyeti kâfi değildir. köylünün terfihi ile mümkündür. Ziraata müteallik
mahsulâtımızı fenni ve medeni esaslar dâhilinde
Köylünün ziraatında, mesainde iş bölümü nedir temin ve ihraç etmeliyiz. Bize para veren müşteri:
bilinmez. yumurtanın iyisini, incirin kurtsuzunu ister.
Binaenaleyh ihracatımızda mühim bir yekûn teşkil
Köylü otlakta öküzlerini yayar; sapanını biler, eden zirai istihsalatımızı medeni bir hale ifrağ
yemeğini, evini yapar, duvarını örer, tarlasını sürer, etmeliyiz.
buğdayını biçer, öğütür, kasabaya iner, odun satar,
gaz alır, bunlara mümasil binlerce iş yapar Bunun için Anadolu’nun muhtelif mıntıkalarında
köylümüzün böyle muhtelif işleri yapmaya mecbur, resmi devlet panayırları vücuda getirmeliyiz. Bu
oluşu, mesaisinde müspet bir iş bölümünün olmaması panayırlara iştirak edecek köylü mahsulünü nakilde
elde etmiş olduğu neticelerin parlak olmamasına devlet vasıtalarından istifade etmelidir.
sebep olmaktadır. Eğer bir köy halkının bir kısmı
yalnız tütün ziraatı ile meşgul olursa bittabi bu köyün Köylü mahsulünün tekemmülünde: köylüyü tenvire
tütünü sırasında karpuz, kavun ekip tütün ziraatı ile bilhassa ehemmiyet vermeliyiz.
meşgul olan köyün tütününden çok farklı ve çok nefis
olur. Milli istihsalatımızın, milli iktisadiyatımızın Binaenaleyh köy tedrisatına: genç köylüyü tenvire
belkemiğini teşkil eden mahsulâtımızın tekemmülü bilhassa ehemmiyet vermeliyiz.
için ziraatımıza iş bölümü esasını sokup köylünün
yapacağı işlerde ona ihtisası öğreterek çalıştırmalıyız. Memleketleri kurtaran ordular: Ordulara kuvvet ve
hareket veren milli iktisatlarıdır. Memleketimizi
Bugünkü demokrat müesseselerde (köylü) milli korumak için milli iktisadı: milli ziraatı; milli hayatı
refahın, milli müdafaanın en canlı bir unsurudur. kurtarmak mecburiyetindeyiz.
Muhteşem zaferler temin eden muzaffer orduların Bunun için Atsız kahramanları! Adsız müstahsilleri
adsız kahramanları köylüdür. Milli servetleri temin kurtarmaklığımız lazımdır.
eden fert cü‐ ***
Türk Antropolojisine Methal
III
Türk Antropolojisi ancak Türk köylerinde tetkik olunabilir…
Bundan önceki yazılarımızda Türk antropolojisi eski Yunanlıların Anadolu'daki artıkları ile karışmış
hakkındaki neşriyatın esas hatlarından, bunların yanlış melez bir millet olduğumuzu yaygara ile ispata
ve hatta zararlı ve kasıtlı cihetlerindan bahsetmiştik. kalkışan iğrenç, iddialarının mahiyetini göstermiştik.
Bunlardan bilhassa E. Pittard'ın aizim Bu zararlı ve hakikata, uymayan tet‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 5
kikler arasında memleketimizde isbat edilmek istenen tanınmış mıntıka ve aşiretlerde ve halk kesafeti içinde
neşriyattan da bahsetmek ve onları da bu sıraya iki bini mütecaviz mevzu üzerinde aldığımız ölçüler ve
katmak isteriz. bunların vasatisi, bilhassa kafa endisleri "Endice
cephalique"ler, bizim, yâni üçte biri bugün Anadolu
Türk antropolojisi tetkikat merkezi namına İstanbul'da yaylasında yaşıyar Türk milletinin ileri derecede
ve Tıp Fakültemizde yapılan tetkikatın neticeleri brakiyosefal olduğunu gösteriyor. Bu ölçülerin
bundan iki yıl önce Milliyet gazetesinde müfredatını mıntıka ve umum vasatilerini münasip bir
neşredilmiştir. Bu tetkikatı yapan Fransız doktoru zamanda ve bir broşür halinde neşredeceğiz. Hatta biz
Mösyö Muşe'nin resmini de basan o gazete Broca cetvelindeki brakiyosefallerden daha çok
makalesinde, Türklerin Avrupalı bir ırk olduklan ilân brakiyosefaliz.
ediliyor ve bununla beraber de bizim dolikosefal, yani
halk tabiriyle kavun kafalı olduğumuz söyleniyordu; Ancak biz kafa endislerimiz hakkında bir netice elde
Mesele bu zeki Fransız tarafından çok cazip bir şekilde etmekle beraber bu tetkikatın daha ileri gitmesini on
ortaya atılmıştı. Evet kafa ölçülerimiz bizim Avrupalı binleri aşinasını ve ondan sonra daha esaslı hükümler
olduğumuzu gösteriyordu. Şu halde sevinmeli idik. vermek kabil olduğunu iddia ediyoruz.
Avrupalı olduğumuz teşrihi ve somatik kat'î delillerle
de isbat ediliyordu. Hatta bu fena kasıtlı ve davalı insanların bu vadideki
yaygaralı nazariyelerini felce uğratmak için bu
Bundan önceki yazılarımızı okuyanlar anlamışlardır ki tetkikatın mukayeseli yapılması taraftarıyız. Orada
bu tez bir tuzaktı. Hem de ilim namına kurulmuş bir Anadolu'nun etnografik vaziyetine göre mevcut
tuzak. yabancı unsurlar ve akalliyetler de görünmeli ve
onların hiç de Türk kafasına benzer kafa taşımadıkları
Dolikosefal veya Avrupalı olmamız demek, E. gösterilmelidir. Şimdiye kadar yaptığımız ve her halde
Pittard'ın dediklerini hakikat olarak kabul etmek ve bu efendilerin neşrettikleri müşahedelerin birkaç misli
Yunanlılarla karışmış, Türklükle alâkasını kaybetmiş olan müşahedelerimiz bu hakikati göstermiştir.
melez bir millet olduğumuzu kabul etmek demekti.
Halbuki bütün dünya antropologları biliyor ki, bizim Anadolu Türkünün kafa Ölçüleri vekafa endisi
kafa teşekkülâtımız bilâkis brakiyosefal, yâni yuvarlak Rumların ve Yunanlıların ölçüsüne hiç benzemiyor.
kafalı ırklar sınıfından olduğumuzu göstermektedir. Yukarı sınıflarda ve münevverlerimiz içinde
Dolikosefal olduğumuzu ispat ederler veya biz bunu brakiyosefallikten dolikosefalliğe doğru karışmış
kabul edersek aslımız olan ve Turanı bir ırk olan olanlar varsa da onların ölçüleri de yine dolikosefal
Türklük veraseti ve Türk tarihi ile alâkamız kalmıyor ve denecek derecede değildir. Halkımızın ekseriyetine ve
biz daha ziyade Yunanlılardan gelme melez bir millet köylü kütlesine nazaran daha çok karıştıkları
oluyoruz. Ruhumuz buna hissen isyan etmekle anlaşılıyor. Fakat biç bir zaman onlarda, da bir Rum
beraber, yaptığımız tetkikat da bunun böyle veya bir Acemdeki endis sefatikleri bulmuyoruz.
olmadığını ve siyasî maksatlarla bu yalan yanlış Halkımızın antropolojik vasıflarını tetkik sevdasında
tetkikatı ilim namına ortaya atarak bizi avlamak olan bu yabancılardan ve bu yabancıların gölgesinde
isteyen yabancıların meşum kasıtlı insanlar olduğunu çalışanlardan bazı ricalarımız vardır, onları buraya
meydana çıkarıyor. sıralıyacağız:
Anadoluda tarihen ve balen Türk olarak
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 6
1... Bir millet hakkında ahkam çıkarılacak antropolojik nır Aynı ırktan olduklarına kanaat hasıl olan koy
tetkikat şehirlerde ve bilhassa İstanbul'da hiç ölçüleri kabalara göre guruplandırılır. Sonunda kazalar
yapılamaz. Çünkii şehirler, etnografya ve antropoloji da kaydı ihtiyatla ve inceden inceye tahkikatla ölçülür.
bakımından tam manası ile bir melez mihraktır. Bu kazalarda vilayetler hâlinde guruplandırılır. Ayrı
Bunların içinden bir ırkın ölçülerini çıkartmak ayrı vasatileri alınır. Bu vasatilerin bir kıymeti olmaya
imkânsızdır. başlar, yoksa her gelişi güzel yerde birkaç yüz kişi
ölçmekle Türk antropolojisi tetkik edilmiş olmaz ve
2... Şehir mezarlıklarından çıkarılan mahdut kafa bilhassa bu mahdut ölçülerden bir milletin siyasi
tasları üzerinde yapılacak tetkikat ve alınacak hayatına kasdeden umumî hükümler hiç çıkarılamaz.
neticeler ise ancak teşrihi kıymeti hale olabilir. Bunlar
bizim antropolojimiz hakkında bir şey göstermez ve Biraz da Türk Antropoloji mecmuasının son
ifade edemezler. Çünkü hangi milletten bir ölüye ait nüshalarında Anadolu ve Rumeli Türklerini ölçerek
olduklarını ve dahıa doğru tabir ile hangi ırka mensup farklar bulup gösteren Dr. Şevket Aziz beyin
olduklarını tayin kabil olsa da bunların ölçüsünden tetkîkatından bahsetmek isteriz.
henüz tetkik edilmemiş bir ırkın ölçüleri çıkarılamaz,
ne verasetleri malûmdur, ne de bu tetkikatı ileri Henüz antropolojik şahsiyetimizi katiyetle tespit
götürmek için bütün mezarlığı ait üst etmek kabildir. edecek neticeler alınmamış ve bu yolda büyük
Nihayet bunlar da toprak al‐tında bir şehir demektir. rakkamlar neşredilmemiş olduğu balde bu zat daha
ileri giderek Anadolu ve Rumeli Türkleri arasında
3... Memleketimizde bu tetkikat asker arasında da endis sefalik farkları bulacak kadar ileri gitmiştir.
yapılamaz Filhakika, yabancı ve yerli antropologlar bu Anadolu Türkü için 84 küsur olarak gösterdikleri endis
vaziyetten kolayca ve bolbol istifade etmek istiyor ve sefalik brakiyosefallige yakın bir ölçü ise de halkımızın
devletin hüsnüniyetinden istifade ederek alaylardaki endisieri asgari olarak 85'den yukarıdır. Bu neticeler
askerleri ölçüp, tetkîkat neticelerini ilân ediyorlar.Bu bile kat'î değil iken iki komşu yurt arasındaki Türkler
yol da kolay, fakat mahzurludur, Çünkü alaylar da arasında fark bulup çıkarmaya ve göstermeye
şehirlere benzer, memleketin muhtelif yerlerinden çalışmak en hafif manasıyla zararlı bir gaflettir
gelmis, karışık unsurlar bulunabilir. Bunların
ölçüsünden alınacak neticeler bir ırkın değil ancak Bu asırda ve bu zamanda böyle siyasî neticeler
birkaç yüz karışık insanın vasatilerini gösterebilir. verecek, uzak ve yakın ihtilâflar yapabilecek ilmi
tetkikatın bîr gaflet veya bir maksatsız mesai
Böyle ölçü toplanmak istenirse, her fertten Etnografik olacağına İnanmakla beraber bu zatı intibaha davet
Anamnes toplamak ve kaydederek vasatileri bunlara ederiz.
göre guruplandırmak ve ayrı ayrı toplamak lâzımdır.
Adından Türk olduğunu anladığımız ye halen Mösyö
4... Antropolojik tetkikat ancak köylerde yapılır. Muşe'nin yanında antropoloji müderris muavini
Bunların da kaç yıllık olduğu, atalarının nereden olduğunu öğrendiğimiz bu zatın balkan konferansına
geldiği, aşiret hayatı yaşamışlarsa hangi aşiretten müşterek ölçüler taharrisi teklifini yapmadan önce,
oldukları, en çok kimlerle temas ettikleri kız alıp Anadolu'yu köy köy ve karış karış dolaşması ve yıllarca
yerdikleri tarihi ve hukuki usullerle tespit edilir ve ölçüleri toplayıp guruplandırdıktan sonra alacağı
bunlar tespit edildikten sonra ölçüler topla‐ hakikata yakın neticeleri neşretmesi lâzımdır ki,
milletimize faydalı ve hiç de‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 7
ğilse milletimize zararsız mesai sarf ettiğine inanalım. tard'ın tesiri olduğunu kabul etmek zarureti hasıl
olacaktır.
Aksi takdirde bu zatın tetkikatında dit Mösyö Ahmet Rıza
Muşen'in ve dolayısıyla E.Pit‐
Yaşamak Sanatı
Toplayan ve Yazan: Dr. Ahmet Tegin
1‐ Paraya, servete ve satışa dair
İhtiyar ve kurnaz bir adam diyor ki: "Kazandığım para küçük masraflardan bile kaydetmenizi tavsiye etmem.
île sarfettiğin para arasındaki fark, seni zengin veya Fakat paranızı nerelere sarf ettiğinizi ve almak
fakir yapar." istediğiniz şeylerin kıymetini bilmeniz lâzımdır.
Bu söze inanınız! çünkü denenmiş Ve doğru hir Her kim ki, cebindeki paranın miktarını daima bilir ve
sözdür. alacağı şeyin kıymetini de daima takdir edebilirse
delice masraf yapmayacaktır.
Filhakika cehit sarfetmeden kolayca zengin olmak için
Tasarruf birimi şarttır. Bu sayede istikbal irin para Kim ki, servetini ve onu kazandıracak vasıtaları
toplanmış olur. darmadağın ediyorsa, İçtimaî mevkii ne olursa olsun
güzü kapalı ve düşüncesiz bir adam demektir.
Küçük tasarruflardan büyük servetler doğacağını
unutmayınız. Çünkü, sağlam kafalı hiç bir insan sefalet yaparak
kendinin ve milletinin sefalet ve harabiyetini kendi
Acı, fakat doğru bir darbımesel vardır: Sefalet kapıdan eliyle hazırlayacak kadar budala değildir.
girerse, aşk pencereden kaçar.
Hiç bir zaman ve asla mevcut paranızdan fazla masraf
Eşi ve çocukları gıdasız ve elbisesiz kalan, hasta yatan yapmayınız.
yavrusuna Doktor bulamayıp tesellisiz kalan ve ilâç
alamayan bir babanın, vasiyeti ne kadar fecidir. Her sene pek az olsa da bir miktar parayı bir köşeye
koymanız lazımdır.
Onun için eşine ve yavrularına ufak bir istirahat veya
lüzumlu bir teptilâva için lâzım gelecek parayı vaktiyle Bu damlalar göl olur. Hep bir araya gelir, bu küçük
ve ilk olarak hazırlamak fâzıldır. gölleri birleştirirseniz deniz yaparsınız. Millî
servetlerin doğuşu böyledir.
Parayı istif, yapmak için tasarruf etmek de bir nevî
sefalettir. Katiyen borca girmeyiniz. Bir adam diyor ki: Beş yüz
kuruşunuz var. Dört yüz doksan dokuz kuruş
Şahsi hürriyet ve istiklâli ezdirmemek için tasarruf sarfediniz. Netice nedir?... Saadet.
yapmak şarttır.
Beş yüz kuruşunuz var. Beş yüz bir kuruş sarf ediniz.
Böyle bîr gaye uğrunda da zevklerden fedakârlık Netice nedir?... Sefalet. Bu söz komik bir adam
etmek lâzım ve zaruridir. Çünkü borçlu bir adam, tarafından söylenmiş bir hakikat olduğu için kıymeti
gönüllü bir esir demektir. az değildir...
Bir masraf, defteri tutarak oraya en
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 8
Borçların hakikî bir esaret olduğunu daha fazla söylemek me etmekten çekinir ve bir arkadaş kaybedersiniz. Mamafih
zaittir. servetiniz nisbetinde alicenap bir hisle veriniz. Fakat paranın
Borç ile ömür sürenlerin hayatı elemle doludur. geri geleceğini beklemeyiniz.
Tecrübeli bir adam olarak tanınmış bir İngiliz şunu söylüyor: Eğer parayı güç kazanıyorsanız asla cesaretiniz kırılmasın. En
Açlık, soğuk, yıpratıcı çalışma, ilh.. bunların hepsi tahammül uzun geceleri bile bir gündüzün takip edeceğîni
edilmez şeylerdir. Fakat borç sahibi olmak, bunların unutmayınız.
hepsinden fenadır.
Bununla beraber, talih size gülmeye
Uyan
Kapınız gurbetellerden kendine çekti beni;
Uyan cici bebeğim, nazlı sevgilim, uyan!
O ateşten bakışlar öldürecekti beni...
Uyan cici bebeğim, nazlı sevgilim uyan!
*Benim için dünyada saadet yok mu bilmem.
İnce, kalem kaşların alev mi, ok mu bilmem!
Bu aşktan çekeceğim, daha da çok mu bilmem!
Uyan cici bebeyim, nazlı sevgilim, uyan!
Benim kalbim kucaklar dertlerin derinini.
At ey güzel Aşk için, Allah için kinini...
Seni Ferhat görseydi neylerdi Şirin'ini?
Uyan cici bebeğim, nazlı sevgilim, uyan!
Rengin solgun pembedir evvelce gülsen miydin?
Söyle, ben ağladıkça yaslı miydin şen mıydın?
Dün iki Ay görmüştüm, yoksa biri sen miydin?
Uyan cici bebeğim, nazlı sevgilim uyan!
Hikmet Tuğrul
Çünkü esarettir. Eğer beş kuruştan başka, bir şeyiniz yoksa, başlayınca müsrif olmayınız. Şansın daima devam
bir avuç mısır buğdayı satın alınız. Kavurunuz ve yiyiniz. edececiğini beklemeyin ve istemeyiniz. Çünkü, birazda
Fakat kimseye on para borcunuz bulunmasın. başkalarımı gün göstermek için sizden gidecektir.
Kobden, dünya iki sınıf üzerine taksim olmuştur der. Bir Birçok kimse daha muvaffakiyetlerin başında sarhoş olur ve
kısmı paralarını iktisat edenler, diğerleri de mevcutlarını sarf kendilerini sefahet içinde harap olmaya terkederler. Bunlar
edenlerdir. Bütün büyük eserlerle, medeniyet ve saadeti kazançlarını kaybetmeye mahkûmdur.
temin eden şeyler muktesitlerin eserleridir. Mevcutlarını
harap edenler de onların esiri olmuştur. Zengin olmak için acele etmeyiniz. Hele param yok diye hiç
mustarip olmayınız. Borcunuz yoksa sevininiz, Tasarrufa
Bununla beraber halkın sırtından çalınmış servetler alışınız. Küçük varidatınızı kullanmasını öğreniniz. Zengin,
bulunduğunu ve bulunacağını unutmayınız. Sizin servetiniz olmayı bekleyiniz.
böyle hırsız ve katil bir servet olmasın.
Yeryüzünde büyük servet temin eden pek az kimse
İşlerinizde ödünç ne para alınız, ne de veriniz. Nihayet bunu mevcutsa, bunların hemen hepsi hayatlarım muntazam bir
pek müstesna hallere hasrediniz. Çünkü verdiğiniz parayı bir çalışma ve iktisat ile kapanmışlardır.
daha elde etmeniz şüphelidir.
Böyle bir insan olabilirseniz zengin olmanız mukadderdir.
Sonrada size borçlu olan insanla samimiyetini ida‐
Bize daima servetin hırsız ve ahlaksız
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 9
kazançlarla temin edildiğini söylerler. Böyle servetler ihtiyaçların çoğuna malik olmayanlardır. Esir olmak
yok değildir. Fakat, servetlerin hepsi de böyle değildir, istemiyorsanız, borç etmeyiniz. Refah içinde yaşamak
Netekim, içtimaî ve iktisadi şeraitin bozukluğundan istiyorsanız, tasarruf ediniz. Zengin olmaya niyetiniz
fakir düşen masum insanlar vardır. Fakat ekseriya varsa, büyük servetleri sevk ve idare edebilecek
zaruret düşüncesiz bir israfın neticesidir. şekilde yetişiniz. Bir piyango gibi gelen servetlere ve
şarlatanlıkla ele geçen kârlara aldanmayınız. Onları
Hakikî fakirler hiç bir şeyi olmayanlar değil, ancak çabuk kaybedeceksiniz.
duydukları ve istedikleri
Türkler'de Ailenin Tekâmülü ve Bunda "Kadın"
II‐ İslam Medeniyeti Devrinde Aile
920 Tarihinde Bulgar Türkleri'nin ve 940 tarihinde olan ve onun hakimi bulunan Türkler üzerinde tesirsiz
Türkistan Türkleri'nden 200.000 çadır halkının kalmadı. Netekim, Türk hükümdarlarının ve
islâmîyeti kabulü ile Türkler İslâm medeniyeti büyüklerinin isimlerinde bile bu tesiri görmek kabildir,
dairesine girmiş oldular. Türklerin İslâmiyeti kabulü, İslâmîyetin ilk zam anlarında, meselâ Karahanlılar
başka milletlerin kabulü gibi olmadı, Başka milletler sülalesinin hakimiyeti zamanında hükümdar ve Prens
ekseriya kılıç kuvvetiyle; İslamiyeti kabul etmişlerdi. isimlerinin büyük bir kısmı Türkçe olduğu halde yavaş,
Türkler ise iktisadî menfaatler dolayısıyla İslâm yavaş Arapça ve Acemce isimler çoğalır ve nihayet
oldular. Fakat Türklerin kabul ettiği İslâmiyet halis hepimizin bildiğimiz gibi Türkçe isimlerden eser
islâmiyet değildi. Evvelce Şamanî Budist, Zerdüşti ve kalmaz.
Manihaî mezheplerinde olan Türkler, İslâmiyet şiarı
altında eski dinlerinin pek çok ana sırrını saklamak Demek ki, islâm Kültürü Türkler arasına yavaş yavaş
şartıyla zahiren Müslüman oldular. Fakat eski dîn ve girdi. Fakat eski Türk medenî ve milli adetleriyle
medeniyetlerinin ana hattını o kadar kuvvetle yoğruldu. Şurasını da unutmamak lâzımdır ki, bu tesir
sakladılar ki, bugün bile İslâm âdet ve hurafeleri daima sathî kalmış, yâni asıl halk kütlesine hiç bir
sandığımız bazı âdet ve ananelerin Şamanizm, Budizm zaman tamamiyle nüfuz edememiştir.
veya Maniheizm'den kaldığı yeıii Etnografya
tetkikleriyle meydana çıkmaktadır. İslâmiyet'ten sonraki Türk ailesini mütalea ederken en
büyük malûmatımızı bugün mevcut olan şekillerden
Binaenaleyh, Türkler İslâm medeniyeti dairesine alacağız. Şurası malûm ve muhakkaktır ki, Türk
girmekle eski âdetlerini unutmuş olmadılar. Fakat kavimleri ve bilhassa Türkmenler, Kırgızlar, Kazaklar
diğer taraftan kuvvetli İslâm kültürü ve İranın Türkler gibi göçebe olanları, bu on asır zarfında pek az
tarafından istilâsı ile müessir olan eski İran tesiri de en değişmişlerdir. Zaten bugünkü aile unsurlarından,
büyük Müslüman millet hangilerinin Türk ve islâm; hangilerinin de ya‐
*** ***
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 10
bancı olduğunu tefrik etmek kabil olduğundan işimiz kim oldukları İran'dan geçmiştir.
nispeten kolaylaşıyor demektir. İslâmiyetten sonraki
Türk ailesi, İslâmî aile ile Türk ailesinin İran'ın İran'ın millî dini, Zerdüşt dinidir. Zerdüşt dini kadını
Pederşahî ailesinin kendine mahsus bir terkibini gayrı tâhir addediyordu. Hatta kadınla evlenmemek
gösterir. Bunlardan: dinin (Ruhanîlere mahsus) esasatından biri idi. Şerir
ruhlar, fenalık mabutları da kadın şeklinde tasavvur
1‐ İslâm Aile... olunuyordu. [1].
Cahiliye devrindeki Arap ailesinin mütekâmil bir
şeklidir. Cahiliye devrindeki Arap ailesi "Ehil ve Ayal" Hatta İran destanına göre asırlarca süren İran‐Turan
namında iki dereceden mürekkepti. Mamafih bu muharebeleri de bir kadının fenalığı yüzünden
devirde Semiye ve kan davası vardı. Bir evde oturan çıkmıştır. Milâdî 11'inci asırda Selçukîler Kâşgar'dan
dede, amca zadeler ve kardeşlerle bunların Adalar Denizi‐'ne kadar bütün islâm âlemini de Türk
zevcelerine Ehil derlerdi. hâkimiyeti altına soktukları zaman onların büyük
Veziri İranlı Nizâm ül‐Mülk idi. Bu adam
Ayal de zevç, zevce ve çocuklardan mürekkep bir "Siyasetname" adıyla yazdığı büyük eserinde 42'nci
heyetti. Bu devirde köleler de mensup bulundukları faslı kadınlardan gelecek olan şerlere tahsis etmiştir.
ailenin ferdi sayılırlardı. Hatta azat, edilse bile yine o Hiç şüphesiz kî. Türk âlemi ve bilhassa garp Türklüğü,
aileden addolunurdu. Bu nevi ailede taaddüdü yani Türkiye bundan fazla miktarda müteessir oldu.
zevceat, cariye istifraşı ve mirasta erkeğin kadına
faikiyeti usulleri vardı. islamiyetten sonra ise, 1070‐1071 yıllarında yazılan ve Türk içtimai hayatına
taaddüdü zevecat bir muayyen hadde indirildi. Bir ait büyük ve geniş malûmat veren Kutadgu‐Bilig
erkeğin dörtten fazla kadın alması men olundu. namındaki klâsik manzum eserin de bunun tesiriyle
Mamafih mirasta erkek, kadının iki mislini alıyordu. kadınların evde kapatılmaya lâyık ve fenalıkların
Fakat İslâmiyet erkekle kadın arasında ahlâkî bir membaı bir mahlûk olarak tasvir edildiğini görüyoruz.
müsavat kabul ediyordu. Hatta Peygamber "kadınlar
erkeklerin diğer yarısıdır" mealinde bir Hadis 3‐ Yukarıda anlattığımız eski Türk ailesi...
söylemişti ki, zevç ile zevcenin ailede müsavi Artık şimdi doğrudan doğruya, Türkler islâm
olduğunu ima eder [1]. medeniyeti dairesinde iken Türk ailesinin nasıl
olduğuna geçebiliriz.
İslâmiyet, Arap ailesinde bunlardan başka yenilikler
de yaptı. Bunları burada uzun uzadıya sayacak 11'inci asırda Efganistan'da ve Hindistan'da hâkim bir
değilim. Yalnız şunu söyleyeceğim: Cahiliyet devrinde Türk sülâlesi olan; mamafih medeniyet itibariyla
Arap ailesi Pederşahî olduğu için, baba kızını Acemleşmiş olan Gaznevîler'den Sultan Mes'ûd
istediğine verebilirdi. Yahut iki erkek zevcelerini Türkistan'ın Karahanlı hükümdar sülalesine mensup
değiştirebilirlerdi. İslâmiyet bu âdetleri kaldırdı. bir kızla evlendiği zaman zifaf gecesi kızın Sultan
Kadının rızasıyla olmayan nikâhı tanımadığı gibi, Mes'uda Türk âdetitince bir tekme vurduğunuu
nikâha bir kudsiyet verdi [2]. Dîvân‐i Lugât it‐Türk müellifi bize söylüyor.
2‐ İran'ın Pederşahî ailesi... Bu garip âdet bize 11‐12 nci asırlarda adede Türklerin
Kadının ailedeki mevkiinin hakir olması ne islâmî eski ananelerine ne kadar bağlı kaldığını vazihan
ailede ve ne de Türk ailesinde yoktur. Bu âdet gösterebilir. Çünkü Karahanlılar medenî bir sülâle
Türklere, üzerlerinde hâ _________________________
_________________________ [1] Gökalp: Yeni Mecmua, cilt 1, S. 262.
[1] Gökalp, Yeni Mecmua, cilt 1, S.221‐223.
[2] Gökalp, Yeni Mecmua, cilt 1, S.241'
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 11
idi ve oldukça iran tesirinde kalmışlardı. Buna rağmen Kıpçak sahasındaki "Altın Ordu" devletinde hanların
onların arasında bile millî Türk âdetlerinin devamı asıl ve beylerin birden fazla zevceleri bulunuyordu. Fakat
Türk halkının her halde bu zamanda eski Türk âdet ve her biri aynı hürmeti görüyordu. Hatta "Özbek Han"ın
ananelerine tamamen denecek kadar sadık kaldıkların hatunlarından her birinin yanına onların müsadesiyle
gösterse gerektir. gittiğini İbn Batûta kaydeder.
Erkeğin üvey anayı almak adeti son Selçukîler'de de Yine on dördüncü asırda "Kutb" isimli meşhur bir Türk
olmuştur.Selçukîlerden Sultan Mes'ûd bunun İçin şairinin "Hüsrev ve Şirin" gibî bir aşk hikâyesini
İlhanlılar'a kaçmıştır. Fakat Türkler'in ailede "Tinibek Han"ın güzel ve âlim zevcesine ithaf etmesi
kableislâm âdetlerine sadık kaldıklarına dair bu de Türklerin, kadınlar hakkındaki geniş ve ihtiramkâr
yegâne misal değildir. Diğer birçok misalleri de bize nazarlarına avrı bir delildir.
14‐üncü asırda Türk memleketlerini gezmiş olan İbn
Batûta veriyor. İslâmiyet'ten evvelki devirde Türkler çocuklarını nasıl
milletin faydasına yarar bir şekilde yani askerî tarzda
İbn Batûta Anadolu'da gezerken kadınların terbiye ediyorlar idiyse islâmî devirde de bu şekilde
örtünmediklerini ve erkeklerle serbestçe terbiye ettiklerine dair kayıtlar vardır. Meselâ: "Aksak
konuştuklarını haber veriyor. Keza Anadolu'da bazı Temür" zamanında hanedana mensup çocukların
şehirlerde Türk kadınlarının vali sıfatıyla devlet terbiyesine büyük bir itina edildiğini, annenin daha
işlerinde de büyük mevkiler işgal ettiklerini söylüyor. çocuğunu doğurmadan evvel tecrit olunarak sıhhatîne
Halbuki Türkler'de devlet işlerinde kadınların nasıl hir dikkat olunduğunu ve çocuğun doğar doğmaz
mevki işgal ettiğini ve ailede olduğu gibi devlet annesinden ayrılarak "Ata bek" denilen asilzade
hukukunda da erkeklerle müsavi olduğunu yukarıda mürebbiyelerle hususi sütnineler elinde yetiştiğini ve
görmüştük. Demek ki bu âdet 14'üncü asırda hâlâ terbiyesine çok ihtimam olunduğunu Profesör
vardı. "İznik'te Orhan Gazi'nin zevcesinin askere Barthold "Uluğ Bey ve zamanı" atlı eserinde söylüyor
kumanda etmesi de bu âdetin Osmanlı Türkleri'nde [Bu eser Türkiyat Enstitüsü tarafından Türkçe'ye
de devamını gösterir. İbn Batuta İlhanlılar çevrilerek neşrolunmuştur]. Yine bu eserden
Devletinden bahsederken kadınların Türkler ve öğrendiğimize göre çocuklar pek gençken
Tatarlar nezdinde pek muhterem olduğunu ve bir evlendiriliyorlardı. Meselâ "Temür" zafer şenlikleri
emirname yazıldığı zaman "Hakan ve Hatunun" yaparken yaşları 9‐17 olan beş torununun da
emriyle ibaresi ile yazıldığını söyler. Demek ki milâttan düğünlerini yaptırmıştı. Fakat hükümdar aileleri
evvel üçüncü asırda Hıyong‐Nu'larda olan bu âdet 17 arasında daima taaddüdü zevcatın olması, islâm
asır sonra dahi kaybolmamıştı. Bu âdet anavatandan medeniyetinin yukarı sınıflara olan tesirinden ileri
ayrı düşen Türkler'de de, meselâ Mısır gelse gerektir.
Kölemenleri'nde de göze çarpar.
Halbuki Rusya'daki Türkmenler koyu ve müteassıp
Bu hâl yalnız Anadolu ve İran Türkler'inde. değil, sünnî oldukları halde tamamiyle eski Türk türesine
Kıpçak sahasındada böyle idi. İbn Batûta: "burada sadık kalmışlardır. Bîr kere aralarında ücretle
acayip bir hâl meşhudum oldu ki o da Türkler indînde müstahdem hizmetçi yoktur. Esirleri satarlar ve ancak
kadınların tazime mazhar olmasıdır. Bunların mevki ve Türkmenler'le evlenirler. Herkes her işini kendi yaptığı
mertebesi erkeklerin fevkindedlr" diyerek bize için aralarında büyük bir demokrasi vardır. Tabii her
kıymetkar malûmat veriyor ve Türk ailesi hakkındaki
malûmatımızı itmam ediyor.
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 12
işte bu kadar demokrat olan Türkmenler ailede de Türkmenler'den daha medeni olan ve İslâm tesirine
aynı müsavatı gösterirler. Dinin birden fazla zevce daha çok maruz kalan Özbekler'de ise taadüdü zevcat
almaya müsait olmasına rağmen Türkmenlerde olmakla beraber Türkmenler'de olduğu gibi erkeğin
teadüdü zevcat yoktur. Hatta buna karşı Türkmenler ana cihetinden de Özbek olmasına ehemmiyet
bir çare bulmuşlardır. O da erkeğin vereceği ağırlığın verilmez.
gayet, yüksek olmasıdır.
İstanbul Kız Lisesi
Felsefe Sıtajiyeri
Mehpare Nihâl
Urfa'nın Musiki Tarihindeki Mevkii
Rehavî makamları
Prof. Dr. Köprülüzade Fuat beyin Osman meye çalışalım.
medeniyetindeki Bizans medeniyetindeki Anadolu'la
yerleşmemizden daha evvelki asırlarda (Bizans Garplı müelliflere göre Urfa'nın en eski ismi Rohais idi.
medeniyetinin şevketli devirlerinde) cereyan ettiğini (Ur) yahut (Ur‐ül Güldaney) buradan gelir. Şehiri
ispat eden son tetkiki, Prof. Viktor Belaiev'in Orta Antious VIII zamanında hükümdarı Orhoi bar Şevye
Asya'daki Hıristiyanlık tesirlerini musikici gözüyle zapdetmişmiş. Arap müellifler de Reha ismini bazı
tenkit eden son neşriyatı ve diğer bir iki yazı bugün Arap eşhasın isimlerine bağlanmakta, aynı ismi
ortaya attığım takriplerle bir parça daha tanıyan bîr de cenubî Arabistan Kabilesinden
aydınlanacaktır. Tetkiklerim neticesinde şahsen şuna bahsetmektedirler [1]. Urfa isminin aslını vücuda
kanaat hasıl ettim ki, orta Asya'da Büyük İskender getiren Arapça Urhua ve Reha'nın "Kalli‐roohe"den
devri arkasından vukua gelen Yunan musiki tesirlerini, geldiğini de yazarlar." ki bu Yunanca kelimenin manası
ilk milât asırlarında, bir de "Kilise musikisinin tesirleri "güzel akar su" demektir. Güya İskender'in askerleri
devresi" takip etmiş ve bu tesir cereyanının ana Urfa'nın akar suyunu beğenerek bu esatiri ismi ona da
membaı Urfa, şehri olmuştur. İlk Suriye kilise bahşetmişler. Kalli‐roohe, çeşmeleri temsil eden
musikilerinin ve dolayısıyla Garp kilise musikisinin müteaddit Yunan perilerini ifade ediyordu ve biri
menşei de bu şehir olduğu düşünülürse, mevzuun Atinadan diğeri Filistin'de bulunan iki su membaına
ehemmiyeti daha iyi anlaşılır. Bu ehemmiyetli daha izafe edilmişti. Aynı Yunanlılar, Urfa'ya yine
devrenin hatırasını klâsik şark musikisinin "rehavî" tesbih tarikiyle Edessa adını da vermişi erdi. Büyük
makamlarında ayrıca yaşar görmüyor muyuz? Türk sey‐
İstanbul'dan sonra uzak musiki mazisi en iyi bilinen
Anadolu şehiri Urfa'dır: istanbul ile Trabzon gibi, ____________________
Urfa'da da Türk ve Hıristiyani olarak iki türlü musikî [1]Bu hususa, Yaqût Hamevîye ve K‐raus tercümesine
son zamanlara kadar yan yana yaşamıştır: Türk bakınız. .
san'atının diğerini Türkleştirdiğinden [içtimaî ve Reha ismini ilk Urfa sekline çevirenler şe‐hirdi; ve
kemmi sebepler dolayısıyla] emin olarak mevzuu etrafında yerleşen Türk ve Türkmenler olmuştur
genişlet
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 13
yahı Evliya Celebi, şüphesiz ki eski Rumca kitaplara lemek bîze düşmez. Benî İsrail musikisi, hareketin
istinatla diyor ki: "Urfa Ruha‐Reha" tufan‐ı nuhtan başlangıcı olmuştur [1]
sonra bina, olunan ka‐dim şehirlerin biri de bu Urfa
olup Semut kavminden Ruhay nâm bir melikin İlk Hıristiyanlık asırlarında:
binasıdır. Badehu, Nemûd, buranın ab ve havasından
haz idüb, muammer oldukça ülûhiyet iddiasında Garplı musiki müverrihlerinin kadim hiristiyanî
bulunarak tamam iki yüz sene bu şehirde sakin olub vesikalara bakarak verdikleri izahata göre, Urfa [ve
Hazreti İbrahim'i bu şehirde ateşi Nemrud'a ilka dolayısıyla bütün Suriye] kilise musikilerinin banileri
ettirmiştir. Hazreti îsâ, buralar Kayser'in zîr‐i Bardesan ile Saint‐ Ephrem ismindeki iki marul
idaresinde iken seyyahate gelib bir dîrenmiş, anın için papastır, ikisi de şair, musikişinas ve ayrı ayrı
buraya (dîri Mesih) derler. mezhepler kurmuş maruf din mürşitleridirler.
İlerde ihtiyacımız olacakı için isminin menşei Bardesanes (veya Bardesane) Urfa'da, milâdi 156'dan
maddesinde bu kadar ısrar ettiğimiz Urfa, bir iki sene evvel doğmuştur. Suriye kilisesinde
Hıristiyanlıktan evvel Beni İsrail kültürü ile musikisine kullanılan Süryanice Ün (hymnes) bîrin ilk müellifidir
sahne olmuş, ilk hiristiyanlık asırlarında ise yüzlerce Abulfaraj'ın Arap sülâleleri tarihine bakılarak Arapça
kilise ve manastırlarla dolarak Nasturilik gibi bir iki isminin Ebu Disann olduğu sanılmaktadır. Bardesan
mezhebin olmuştu. Clemant Huart'ın dediği gibi, ismi ile yazanlar S. Efrem, S. Epifan, Porfir. Nisefor,
"Fırat, ile Dicle vadisininin hırîstiyanlaşması haraketi Öseb ve diğer bazı Rum müellefleridir. Tesis ettiği
Ellessa'dan çıkmıştır. Şâsâniler hükümeti, uzun zaman mezhep sâliklerine Bardesaniler derler.
imparatorluğunun hudutları dahilinde hıristiyanların
mevcudiyetinde hiç bir tehlike görmemişti." [1]. S. Efrem'in verdiği izahat şunlardır: Bardesan,
Musiki ise, kilisenin ayrılmaz pro‐paganda unsuru Suriyeliler arasında ilk ünler yazıp bunları melodi‐lere
değil midir? rabteden zattır.
Buraya kadarki malûmattan Reha tesmiyesinin mazisi Davud'u takliden yüz ellli ilahi veya mezamir
milattan evvelki asırlara, Urfa hıristiyan kültürünün bestelemişti... Diğer bir iki yerde ise bu mezamirin
İran'daki intişarı hadiselerinin ise sâsâniler devrine şehevî ve kadınca nağmeleri ile gençliğin hislerini
(Miladi III ila VI'ıncı asırlara) çıktığını anlârız. uyuşturduğundan şikâyet eder... Şu halde. Sozomen
ile Theodor'un, Kilise tarihinden bahis eserlerinde
Bakiyeleri el'an Asya'nın Türkmenistan ve Gürgenç [2] Barde‐san'ın oğlu olduğunu söyledikleri Harmoni us
havalisinde yaşayan Asyaî Or‐ganum san'atının namzetin [?!]. Suriyeliler arasında ilk ilâhi bestekârlığı
Nasturîlik ile olan alâkasından, kadim İran Erganon ve yaptığını yazmaları yanlıştır.
korolarından geçen nüshalarımızda bahsetmiştim ki
cümlesinin Edessa kültürüne mensubiyetini kabule Saint‐Efrem'e gelince 875 tarihlerinde henüz genç bir
mecburuz. Gürcistan'a hıristiyanlıgı ilk götüren yaşta ve Edessa diyakosu olarak öldü.
rahiplerin Suriyeli olduklarnı biliyoruz. Şu halde orada Mezepotamya'da vaki Nisib şehrinde fakir ana
el'an yaşayan bir nevi organum san'atını da babadan dünyaya gelmişti. 376 parça Süryanice ilâhi
Edessa'dan gitmiş olması lâzım gelir. Edeasa'nın ____________________
Bizans ve garptaki musiki tesirleri hakkında söz söy‐ [1] Yunan Reha (Eybele) âyini Fenike'de de yayılmıştır
____________________ (Curetes)denilen rahipleri 9 tane olurdu. Hususi
[1] C. Huarf La Persi Antique" p.230 Paris 1925 cengaverane danstan, musikileri vardı. Hıristiyan
[2] Gürganç (Erguu) şehri Metropolitlik merkezi idi. merasimine geçmiş, olmasına ihtimal veriliyor.
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 14
bıraktı; kendi İfadesince, 70 ilâhinin besteleri de buralar Kayserin zîri idaresinde iken seyyahate gelip
Bardesan'ın kantiklerindeki makam ve vezinler bir dîre enmiş. Anın için buraya Dîri Mesih derler. Hâlâ
dairesinde kabul edilmiştir. S. Efrem, Suriye Kilisesi maruftur. Havariyûn burada İncili gayet hazin bir ses
papaslarının en meşhuru tanınır. Suriye Kilisesi ile tilâvet etmişlerdir. Onun için o makama Rehavî
musikisinin ilk tensikçisi sayıdan bu musikişinasın demişlerdir. Nihayet, Emevilerden Muaviye, Şam'da
eserlerini bugüne kadar sakladı ki, her lisana tercüme iken asker gönderip burayı Rumlardan alarak
edilmişlerdir. M. Amede Gastoue'nin dediği gibi, memaliki islâmiyeye zamime etmiştir." [1]
"fakir ve nim barbar bir halde bulunan musikî imlasını
hemen hemen daima unutmuş ve ya ihmal etmiş olan Evliya Çelebi şark musikisindeki vukufu, tahsili ve
bu Suriye kilisesine mahsus şiirlerin melodilerinin güzel sesi ile tanınmıştı: iste bu ihtisası dolayısıyladır
tarihi kıymetlerini izah edebilmek pek güçtür." Bizim ki, gezdiği bütün zamanı kiliselerinde rehavî
fikrimizce, Bizans kilise musikisi gibi Urfa kilisesinin makamında icrayı ahenk edildiğini tastik etmesi, ve
musikisi de (Diğer Suriye kilise musikilerinden bunu defeatla yazması merakı mucip bir ifade oluyor.
bahsetmiyorum) Türkmen musikilerinin tesiri altında
Türkleşmiştir: içtimaî ve kemmî Türk faikiyeti bunu Muş şehirindeki meşhur Çanlı Kiliseyi [2] anlatırken
icap ettirirdi [1]. Cenubî Suriye kiliselerinde ise Arap diyerki: "Üç yüzü mütecaviz ruhban ve mugbeçeleri
tesiri galiptir. Son devir Urfa kilisesi musikisinin kadim var kî herbiri Diri Mesihte dem vurup makamı
Edis kilisesi musikisine benzediğini iddia edebilmek rehâvide incil kıraat edince mürde dillere güya demi
için bugünkü Fener kilisesi musikisinin Bizans musikisi Mesih bahsederler. Cemi Kâfiristana papazları gidip ta
olduğuna inanmak lazım gelir.([Bu meseleden ayrıca Frengistan'dan bile nezirler tahsil ederler... Nice
bahsedeceğim.) Urfa'nın kilise havalarının esaslı bir müslim ve gayrimüslimler tanbur ve cenk, santur,
şekilde ve ayrıca toplanmasına imkân bulunamamıştı, ney, musikar, karadüzen ve çökürü bu dîrdeki ziyaret
ki bugünkü halk türküleri ile mukayeseleri gibi mahalline koyup ertesi gün sazını ele alıp üstada bir
enteresan bitişe girişilebilsin. Urfa'da fasıl ederler ki güya faslı Hüseyin Bay Kara faslıdır.
konservatuvarımızca toplanan "Urfa ağzı" halk Ekseriya taifeleri şair ve mahir olup "bu ilim ve şiir
türkülerinde tiz bir "minör makam" vasfı hâkimdir; bize Canlı kiliseden verildi" sevdasında bulunurlar!.
kurunuvusta garp kilise musikisinde de "majör" Ama derunu dîrde bir muzlim köşede bir kabir vardır.
karakteri meçhuldü: Garp kilise musikisinin menşei O kabrin ismine (Surp Garabet) derler. Hakir sual
Suriye olduğuna göre, bu benzeyişten mutlak bir ettim "Hazreti Yahya'nın ammisidir" dediler.
karar çıkarılabilecek midir'? Aşağıki malûmat,
mukayeseleri ilerletmek maddesinde arayıcıları Rumlardan sordum; "Hazreti isâ aleyhisselâm
cesaretlendirecek mahiyettedirler. halifeleri bulunan havariyundandır" dediler" [3].
Avrupa kilise, ordu ve halk ahenklerinde de birkaç
Türk müelliflere göre: kere rehavî makamına şahit olmuştur; Viyana
katedralinin büyük orgunun nadir bulunan bir tarifini
Evliya Çelebi, Urfa'nın musiki tarihine temas etmeyi ve musikisini anlattığı sırada yazdığı şu sözlerde
de unutmamıştır. "Hazreti İsâ, ihtisaslarının en vazıhını görü‐
____________________
____________________ [1] Seyyâhâtnâme, cilt II s. 149.
[1]‐ Evliya Çelebi bu havali Türkmenlerinin örf, hayat, [2] Bu kiliseden Kerem ile Aslı da bahis geçer. Aslı'nın
Turani lehçe ve kesafetlerini ayrı bir fasılda babası ermeni papazi idi.
anlatmıştır. [3] Seyyahatname, cilt III, s. 229—230.
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 15
rüz: "Hâlâ bu Nemsenin zu'mı batılları üzere, Hazreti micilerinin mutat saatlerde çaldıkları trompete
Davud, zebur okurken Erganon sazını salardı... ahenklerini benimsemiş olabilirler... v.s
Erganon Hz. Dâvud'un mucizesidir. "[1] Bundan sonra
org refakatli koro ahenginin rehavî makamında Evliya'nın kayıtlanın burada kesiyorum. Koca seyyahın
olduğunu anlatıyor. kendi kulağına itimatla yaptığı "garp ahenginin
makamı ile mukayesesi" keyfiyetin düşünmeden itiraz
"Bu âyeti rehavî makamında okuduklarında adam edemezdik. Netekim garp ve Türk musikileri ile aynı
hayran olur. Bu erganonu Hz. Davud Reha'da, yani kuvvvetle ünsiyete bulunup Romanyalı ve birinci
Urfa'da peydahladığı için Reha şehiri ve Rehavî Sultan Mahmut devri siyaset, ilim ve san'at ricalinden
makamı derler." [2] olan meşhur Prens De‐metrius Kantemir [1673—
1723] de, Türk musikisi kitabında, aynı mukayeseyi
Şöhreti musiki tarihlerinde kaytlı musikişinas yaparak Evliya'yı tekit etmektedir. İşte ifadeli: "Teşrihi
imparator (Leopold I) in yetmiş kişilik orkestrasının makamı rehavî mevcudül isim madudül cisim: bu
"cümle rehavî makamında fasıllar" dinlettiğini anlatır makamın ismi var cismi yok dediğimiz için kimse
[3] taaccüp eylemesin. Zira teşrihi beyan olunduktan
sonra herkesin müşkülü hallolur. Makamı merkum
Bir harp sahnesinde: "Savtı bülend ile nice bin ruhban âğâze hareketini rast perdesinden şüru eder ve
bu ayetleri okuyup nice yüz yerden rehavî tamam perdeler ile gerek nürmden ve gerek tizden
makamlarında erganon ve trompete ve lutoryani rast makamın şeklinde hareket eder ve rast
boruların çalıp ve bazı papazlar câm câm nice küffara perdesinde gelip karar ve istirahat kılar. Teşrihi
şaraplar bezlederek giderlerdi. Ama, güya karıncaya meşruh üsse beyan ve ayan oldu ki, rast makamından
binmişlerdi. Ta meydânı savası pürhaşta durdular" [4] bir veçhile farkı yoktur. Lâkin, agâh ol kî, bu zamanın
musikişinasları rehavî re'sinden ne vecih üzere fasıl
Yunanistan'ın Manya ahâlisi lehçesinden ederler: demek isterler ki rehavî makamı Efrenç
bahsederken, "ama savtı hazin ile âğaz ettikleri rehavî tıranpetesine taklit edip yalnız reviş nağmesiyle fark
makamında İngiliz borusu ve turompetesi gibi sadâ olunur. Revişini bu vecih üzere iderler. Rast
verir murabbaları"nı hatırlatıyor: "nice gûnâ perdesinden âgaz edip, yegâh perdesiyle birden açıp
terennümatları var. Beşi onu bir yere gelip rehavî kapamak lâzımdır ve zingüle perdesini pekçe
makamında savtı hazin ile gayet musanna tahriratlar ditretmek iktiza eder derler; andan neva perdesine
ederler. Anlara mahsus agazelerdir." diyor [5]. Misal tamam perdelerle gelip nevayı bir hoşça
olarak yazdığı murahbaın mısraları sonundaki "le le le göstermelidir. Neva'dan dahî birden gerdaniye
le le le le lehe" terennümleri çok dikkate şayandır. perdesine çıkıp, gah gerdaniye, gâh neva perdesine
Garplı alimler bir gibi terennümlerin trompete gibi basıp ve açıp kapamakla gerdaniye perdesinde biraz
boruları takliden peyda olduklarını yazıyorlar. Evliya, mekseylemelidir. Andan yine ol cins hareketle tiz
Manyalıların karşı Çuka Adaları firenkleri ile olan nevaya dek çıkar ve yine geldiği yoldan avdet edip
daimî tüccarî münasebetlerinden de bahseder ki, bu âgazesini ve nağmesini ditretip rast perdesinin
nokta da işimize yarayan bir bilgidir; ani, Fîrenk ge‐ karargâhına varıp istirahat kılar.
____________________
[1] Keza, cilt VII, s.268‐271 Edvarı kadimde rehavî makamın şerhi gayrı yüzden
[2] Keza, cilt İ. aletler bahsi. olur; ol dahî iki türlü icra olunur demek isterler.
[3] Keza, cilt VII, s. 313. Teşrihi tera‐
[4] Keza, cilt VII, s. 89
[5] Keza, cilt VIII, s. 605‐606.
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 16
kipte tafsil üzere beyan olunur. Bizim mutadımız bu ifadesiyle izah edebiliriz [Her halde, gerek Rehavî ve
ismi var cismi yok diye beyan edelim. İsmi var harekti gerek Urfa ağzı, mukayesi caiz ise daha ziyade minöre
sebebiyle ve cismi yok ne mahsus perdesi var ve ne benzerler]. İran'da pestleştiği kabul edilebilir.
mahsus hareket âgâzesi var. Kemen tranpete taklit
rast makamıdır" [1]. Prens Kantemir, rehavii atik ve Rehavî ismini en evvel acemlerin kullandıkları
rehavii cedit'ten başka, Mıskali Hüseyin, Selef, Koea şüphesizdir, Edessa makamlarına mucitleri olan ilk
Angeli Tanburî Hasan Ağa benli, Bohorcu Oğlu ve rahiplerce ne gibi isimler verildiği ise bilinmez. Malûm
Derviş Mustafa'ya ait rehavî makamlarından da en eski rehavî beste Hoca Abdülkadir Meragî'ye aittir.
bahsediyor ki, kâffesi yeni seyirlerci.
İranlı müelliflere göre:
Rehavi makamı
Rehavi makamının Urfa'dan İran'a ve oradan ilk Türk
Bu makamı, Land garp musikisinin "fa minör"üne [2], istilası asırlarında İstanbul'a getirildiğini zannettiren
Haşim Bey ise "sol majör"e benzetiyor [2]. Her İki sebep, pek eski Acem teliflerinde bu makama rast
mukayese takribidir. Gerçi, rehavî makamının gamı, gelinmesidir.
şark musikisinin rast perdesinden başlayarak yükselen
hiç bir arızasız‐tabii seslerinden mürekkep olması nok Bu eski Acem telifleri Rehavînin Reha şehri ile
tasından garbın "sol majör"üne şeklen pek yaklaşırsa münasebetini tecahül ettikleri için, makam isminin
da, segah ve hüseyni perdelerinin sol majördeki Si ile iştikakını başka asıllarda aramışlardır.
Mi den ziyade "sol minör"ün Si bemol ve Mi
bemol'una çaldıkları [yani tahni cazibeleri dügâh ile Hicrî X'uncu asırda Üstadı Horasan namıyla maruf
neva perdelerine mütemayil olduğu için dinlerken Nişaburlu Mahmut'un oğlu Mehmet musiki hakkında
kulakta bıraktığı tesir hassas notadan mahrum "eski Horasan üstatlarından işittiklerine göre yazdığı
sol minör"e yaklaşır. "Musiki Risalesi"nde, kelimenin aslı hakkında diyor ki:
Sabah olup da her yer ağarıncaya kadar Rehavî
XVII'nci asırda kilise tegannilerinin çoğu minörden denilmesinin sebebi bir adamın bir korkudan
yazılırlardı fakat, Evliya Çelebinin üzerinde garpta tesir kurtulmuş olmasına binaendir. Bu saatta dünya,
bırakan ve Rehavî mukayesesini yaptıran kuvvet, aydınlandığı gibi insanlar da gecenin karanlığından
bilhassa 1’inci ve 2'nci moddaki gregoryen kurtuluyorlar(!) Bu perde (= Makam)den sima pek
teganniyatının hemen hemen daima ve hanende zevkli olur. [1]
sesine uygun gelmesi için sol minöre transpoze
edilmiş olmaları idi; re minör'den olanları da çoktur. Ferhengi Şuurî'nin tefsir tarzı [2] ise, bazı tarihî izleri
aydınlatır gibi olduğu, için dikkate sayandır: "Rehav,
Rehavînin bugünkü "Urfa ağzı"ndan pest bir makam fethi hâ ile yolcu demektir ve kesri râ ile (= Rihav) su
olmasını ise tiz rejîstrenin ancak Urfa ikliminde yolu demektir; iki manada dahi lafzı mürekkep olur.
yaşayabileceği Reh ile âv'dan, ve (âv) âb manasına, istimal olunur. Ve
____________________ bir manası, dahî musikide makam adıdır.
[1] (Edvarı İlmi Musiki), hicrî 1223, s. 92 [El yazması; ____________________
Saray kütüphanesinden naklen Darülfünun [1] Kilisli Rıfat bey'in muhtasar tercümesi İkdam
Kütüphanesi'ndedir; No. 30‐97 (338).] Gazetesi'nde. Risalenin telif tarii meçhuldür.
[2] Y.‐ P.N. Land ( Recherches sur histoire de la [2] Burhanı katı ve emsali eski lügatlarda bu tefsir
gamme arabe), Leyde 1885, p, 70‐71. yoktur. Şuuri'nin icası olduğı şüphesizdir. Yeni Farsi
[3] Haşim Bey Şarkı Mecmuası, başlangıç. lügatlara ondan geçmiştir.
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 17
rehavi dahi derler." "(Rahvî) — Fethi ha ve kesri vavı Görünüşe göre, bugün ortaya attığım plân dahilinde
maruf ile bir nevâ ismidir ki rehavî demekle ilerletilecek tetkikler sonunda Urfa'yı muayyen bir
meşhurdur; Hakîm Enverî [vefatı 656], beyit: kurunuvusta musiki kültürünün merkezi olarak kabul
ettirecekir. Hususî surette fikirlerini anlamak
istediğim bazı garplı âlimler bu yoldaki ümidime
iştirak etmişlerdir. Mevzu çok şümullü olduğu için bir
ve bir makam ismidir; Şeyh Nizamî [vefatı 591], beyit: kişinin başarabileceği bir iş değildir.
Binaenaleyh bu ilk yazımı alâkadarları himmet ve
yardıma davet eden kelimelerle bitireceğim. Kusurlar
tezatlar münakaşa olunmalıdır.
bu beyitte ha mazmum olmak iktiza eyledi."
***
Eski Farsi kamuslarda (rah) kelimesinin, yol, tarz
manalarından başka "makam" manasına da geldiği
Umumî kurunuvustâ musiki tarihinin pek karanlık bir
yazılıp, bu kelime ile başlayan birkaç musiki ıstıllahı da
halde duran en esaslı maddeleri, rehavi meselesinin
tespit olunmaktadır, işte, (rahvî) de, Husrev Pervîz asrı
inkişafıyla aydınlanacaktır.
ile alâkaları anlatılan bu tabirlerden biri gibi
gösteriliyor. Urfa'dan İran'a giden Hıristiyanlık
Kösemihal Zade Mahmut Ragıp
tesirlerinin de aynı asırlara düşmesi dikkate şayan
değil midir? Eski farisi teliflerde Husrev Perviz
Hamiş: Rehavî'nin Reha ile alâkasında Türk noktai
devrinin bu (Rah) musikilerinin fenni izahatını bulmak
nazarının ne kadar musir olduğunu anlamak için
mümkün değilse de. Hindistan'da Farsi lisanıyla
Lehçei Osmaniye bakmalıdır. Ahmet Vefik Paşa,
sonradan yazılan klâsik musiki teliflerim deki
(rah)ın Farsî'de makam manasına geldiğini bilip
musikilerinin acaba benzerleri mi idiler? Zendbâzend
yazdığı halde, (Rehavî) den bahsederken diyor ki:
lisanında yol manasınadır. Ortada:
"Reha yani Urfa şehirine mensup bir musiki
atlarını alan üç türlü makamıdır. Ş. Sami Bey Rehavînin menşei
tonalite var: bunların münasebetlerine inanabilmek maddesinde onunla hemfikir ise de, arasındaki farkı
için üçünü de imkan dairesinde tamike çalışmak lâzım göstermez ikisini de Rehaya bağlar!..
gelmektedir ki, (rah) kısmını gelecek yazıma
bırakıyorum. M.R.
Bazı abonelerimizin mecmuayı almadıklarını öğrendik. Bu kabahat postanındır. Fakat her ne olursa olsun bu
abonelerimizin bize derhal mecmuayı almadıklarını bildirmelerini rica ederiz.
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 18
İşte garbın en güzel köyleriyle rekabet edecek kadar ihtiyacını bu bahçeler temin eder. Ziraatten pek anlamam
muntazam eski bir Türk köyü.‐Safranbolu'ya iki saat ama bu bahçelerde fennî usulle çalışılsa mahsülün on misli
mesafede cenevizlerin "Akviran" harabeleri eteklerinde artacağı kanaatindeyim.
kurulmuş. "Yörük" birçok efsaneler ve hikâyelerle dolu bir
köy. Evvelce buraya gelen Zonguldak mebusları bahçelerin
ehemmiyetini takdir etmişlerdi. Mütehassıs ziraat memuru
Harpler dolayısıyla Türkistan'dan gelip bu‐
Veda
Kucakladı kalanlar hep ayrılacakları
Neftî karanlıklarda kalan çehreler sarı...
Son tahta evler artık kayarken yanımızdan
Yaşlı gözlerimize defnettik o diyarı...
Kederi gönle gömüp sarardı gülüşenler,
Sessizce iç çektiler eskiden gönlü şenler.
Geçmiş dakikalarla boğulan dimağlarda
Renk aldılar yeniden evvelce silinenler.
Herkesin güzü yaşlı, her gözde bir damla var;
Kalan vücutlar gibi yaslıdır dakikalar.
Yollar üstünde kayan lâstik tekerleklerde
Göğüslerî dolduran derin bir ağlama var...
. . . Bıraktı bir yokuşa yerini nefti ova,
«Işıklar»ın üstüne bir taç oldu Ulu Dağ,
Sararan dudaklarda titredi kelimeler:
Ey arkamızda kalan hatıralar elveda!...
Ba. Ragıp
rada yerleşen birkaç aile muhitin darlığı dolayısıyla para lağına fısıldayıverseler. Eğer bu temenni husul bulursa
kazanamamışlar. Bunun neticesi olarak köyde kadınlarını Safranbolu'nun pek yakınına gelen demir yoluyla bu bol
bırakarak erkekler ticaret için İstanbul'a gelmişler. Üç yüz mahsuller mem‐leketin her tarafına gönderilebilir.
yılı geçkin zamandan beri İstanbul'un börekçilik sanatını
yörükler yapmaktadır. Son harpten sonra İstanbul'un ***
ekmekçiliği de Rumlardan yörüklerelere intikal etmiştir.
Bunun için bu köylerin bilhassa yetiştirdiği hububat ve
*** mevve bedeliyle geçinen "Ko‐narı" köyünün ufuklarında.
Pek yakında parlayacak bir talî yıldızı dolaşıyor demek‐tir.
Hiç bir yabancı zaîr tasavvur olunmaz ki, etrafı yeşil Esasen Türk elindeki imar ve terakkîyi görmek için asıl iç
tartalarla örtülü olan bu köyü uzaktan seyrettiği zaman Anadolu'yu gezmek lâ‐zımdır. Ben bundan aşağı yukarı on
hayran kalmasın... yıl önce Yörükten İstanbul'a tam yedi günde gel‐miştim :
*** Birinci gün : Yörük — Velenşehir
İkinci " : Velenşehir — Gerede
Köy bahçeleri: Köyün yarım saat ötesinde "Konarı" köyüyle Üçüncü " : Gerede — Bolu
müşterek suyu bol, muntazam sulama kanalları, ve her biri Dördüncü " : Bolu — Düzce
ayrı ayrı taş ve tuğla duvarlarla çevrili meyve ve sebze Beşinci " : Düzce — Hendek
bahçeleri vardır, Safranbolu, Daday, Gerede, Çerkeş,
Bartın'ın meyve ve bilhassa sebze
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 19
Altıncı gün : Hendek — Adapazarı Fakat ne yazık ki Anadolu'nun her yerinde tesadüf
Yedinci " : Adapazarı — İstanbul ettiğini müzmin vakit öldürme illeti bizini köyde de
var. Köylü boş vaktini tavla, domino, iskambil gibi hiç
Şimdi ise Yörükten sabahleyin çıkarsın akşam bir faydası olmayan şakırtı ve şapırtılarla geçiriyor..
yemeğini İstanbul'da yiyebilirsin. Amerika'dan 49
saatte İstanbul'a gele tayyarecileri hesaba katmamak Mehmet Enver
şartıyla gerisini aziz yurttaşlarım hesap ensin...
Bugünün Meseleleri
Aynı Tarihî Yanlışlığa Düşüyor muyuz?
En eski zamanlarda Türkler (yani Türkler’in ataları dair verdiği malûmat arasında bütün Türklerin, bir Çin
olan boylar, eller) Türkistan’ın garbi kısımlarında vilâyeti ahalisi kadar bile olmadığı birkaç defa
oturuyorlardı. Onları daha şarka, Moğolistan’a kadar zikrolunmuştur. Türk reislerinin bütün gayret ve
atan sebep Aryanî kavimlerin sel hâlindeki muhaceret siyaseti bu tehlikeye düşmemek gayesine müteveccih
ve istilâları oldu. Bilhassa milâttan önceki 6‐4'üncü bulunuyordu. Bununla beraber Türk memleketine
asırlarda İranlılar’ın ve bundan biraz sonra İskender gelen Çin elçileri ve Türk sarayına sokulan Çin
kumandasındaki Yunanlılar’ın cenubî Türkistan’a prensesleri ile beraber Çin medeniyeti de Türkler
taarruzları, sayıca tarihin her devresinde azlık olan arasına giriyordu. Milâttan önceki ikinci asırda Çin
Türkler’in şarka doğru atılmalarım mucip oldu. Türkler sefahati, Çin ahlâksızlığı, Çin elbiseleri, kumaşları
bu istilâlara karşı uzun müddet kahramanca harp Türkler arasında yayılmağa başlamıştı. Bu böyle
etmelerine rağmen kendilerinden daha medenî ve giderse Türkler’in askerî kabiliyetinin mahvolacağı,
daha kalabalık olan kavimler karşısında esareti kabul bunun da esaretle biteceği muhakkaktı. O zaman
etmek istemeyerek şarka çekildiler. En eski Türk Türkler arasından bir vezir çıktı. Çin medeniyeti ile
destanlarında bu muhaceretin izleri kalmıştır. mücadele etti. O ince, zarif elbiselerin ancak Çin’de
giyilebileceğini, bozkır ırkının sert asker olarak
Şarka çekilip de orada "Kun" ("Hiyong‐Nu‐", "Hün") yaşamak mecburiyetinde olduğunu anlattı. Çin
adı altında milâttan önceki üçüncü asırda devlet elçileriyle münakaşa ederek onlara karşı Türklüğü
kuran Türkler Çinlilerle sıkı temasa geçtiler. Bazen müdafaa etti. Çinliler’in çirkin ve gayrı insanî
sulh çok defa harple geçen bu münasebetler Türkleri buldukları Türk âdetlerini doğru ve haklı göstermeye
büyük bir tehlike karşısında bulunduruyordu: Şimdiki çalıştı. Çin medeniyetinin ahlâksızlığı da beraber
gibi o zaman da çok kalabalık ve medenî olan getirdiğini, saf insanları bozduğunu, Türkler’in azlık
Çinlilerin esaretine düşmek Türk ırkını yeryüzünden olmalarına rağmen Çin’i titretmelerinin ancak
kaldırabilirdi. O zamanki Çin tarihlerinin Türk‐Çin ahlâkları ve askerlikleri sayesinde olduğunu, bu
münasebetine sayede Çin’in yetiştirdiği mahsulâtı da
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 20
istedikleri zaman zaptedebileceklerini anlattı. Bu istiklâl harbi açtı. İşiten Türkler yanına koştular. Birkaç
suretle Çin tehlikesi epeyce uzun bir zaman için yılda Türk devleti yeniden kuruldu. Yine Çin’e baş
atlatıldı. Fakat o vezir öldükten ve eskisi kadar eğdirdi. Dünyada ne kadar Türk varsa yine aynı bayrak
muktedir hükümdarlar gelmemeye başladıktan sonra altına girdi. Fakat bu büyüklük Türklerin başını
Çin nüfuzu yine tesirini göstermeğe başladı. Hele bazı döndürdü. Son devrin en muktedir kağanlarından
hükümdarlar bir Çin prensesi için millî varlığı unutacak olan Bilge Kağan (716‐734) Türkleri Buda dinine
kadar küçüklük gösterdikten sonra millî saflık sokmak ve şehir hayatına alıştırmak istedi. Fakat o
bozuldu. zaman da bir Türk veziri, Bilge Tonyukuk, çıkarak bu
teşebbüse mâni oldu. Çinliler’e göre azlık olan
Bunun neticesi olarak milâttan sonraki üçüncü asırda Türkler’in büyük Çin ordularına karşı durabilmelerinin
devlet yıkıldı. Bereket versin ki onların yerine Türk ve hatta Çin’i korkutmalarının sebeplerini kağana
devletini yeniden kuracak, bozulmamış Türk kabileleri anlatarak bunun göçebelikten ve askerî hayattan ileri
vardı. Ve Siyenpi (Topa)ler derhal Türk hegemonyasını geldiğini söyledi. Tonyukuk diyordu ki: "Türkler
ele alarak eskisi kadar azametli olmamakla beraber kendilerini kuvvetli görünce Çin’e taarruz ederler.
devleti yaşatabildiler. Zayıf oldukları zaman bozkırlara çekilebilirler.
Şehirlere alışık olan Çin orduları ne kadar kuvvetli
Bu, yabancı medeniyet yüzünden Türk tarihinde olursa olsun bozkırların içine girip Türkler’i yok
olmuş birinci inhidamdı. edemez. Halbuki Türkler şehir hayatına alışacak
olurlarsa ilk yenilişten sonra mahvolacaklardır. Çünkü
Üçüncü asırdan yedinci asra kadar geçen Türk tarihi artık bozkırlarda yaşayamayacakları için Çin kalabalığı
hep aynı levhayı gösterir: İçerde kabile mücadeleleri, karşısında kökleri kuruyacaktır. Buda dini ise insanlara
dışarıda Çin, İran ve Bizans’la harp ve bazen sulh. merhamet ve tevazu telkin ettiğinden insanları
Bizans uzaktı. Türkler’e bir şey yapamazdı. Fakat İran miskinleştirir. Türkler bu dini kabul ederlerse tedricen
ve Çin gibi kalabalık ve medenî milletlere mukavemet cesaretlerini kaybederek kudretsiz kalacaklardır. Buda
yalnız Türkler’in askerî seciyeleri sayesinde mümkün dini Türkler gibi çok harp etmeye mecbur bir millete
oluyordu. İran’ın ve bilhassa Çinin birkaç kere telkin olunacak şey değildir.
Türklüğü ortadan kaldırmak için büyük ordular
gönderdiğini biliyoruz. Bu ordular gerek Türk Bilge Tonyukuk, bu büyük Türk siyasisi (Almanların
arazisinin kendileri için sarp olmasından, gerekse tabirince Türk Bismark’ı), bu ilk Türk müverrihi bu
Türkler’in birinci sınıf asker olmalarından dolayı suretle yabancı bir medeniyete girmenin Türkleri
işlerini başaramadılar. Fakat Çin siyaseti memleketin mahvedeceğini anlayarak bunun önüne geçmişti. Eğer
içine tefrika sokmak ve prensesler vasıtası ile Buda dini ve Çin medeniyeti Türkler arasında
hükümdarları elde etmek gayesinde devam ediyordu. tamamen yayılmış olsaydı, 740‐745 arasındaki büyük
Bu suretle Türk memleketinin büyük bir kısmı dahilî ve haricî kargaşalıklar arasında Gök Türk sülâlesi
Çinliler’in eline geçti. Bu sırada Türk münevverlerinin ortadan kalkarken onların yerine yeni bir kabile,
nasıl hatırladığı Orhon abidelerinde bize çok beliğ bir Dokuz Oğuzlar (Uygurlar), çıkarak devletî derhal
surette anlatılıyor.Yedinci asrın sonunda yanında yeniden kuramazlardı. Fakat müthiş bir askerî kuvvet
ancak 17 kişi olduğu hâlde dağa çıkan Kutluk Han bir olan
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 21
Dokuz Oğuzlar (Uygurlar) yabancı medeniyetin kumanda ile din değiştirerek İslâm olunca Türkler yeni
tesirine pek çabuk kapıldılar. bir medeniyet sahasına girdiler.
Sekizinci asrın sonunda Çin payitahtını zapdettikleri Kendi millî dinlerini kılıç korkusuyla değiştiren
esnada Mani dininin mabetlerini gördüler. Hükümdar acemler bu yeni kisve altında eski din ve ruhlarını
bu dini millete kabul ettirmek istedi. Beyler milletin saklarken İslâmiyet’i büsbütün başka sebeplerle
askerî efkârını, esrar diye mâni olmak istedilerse de (ekseriya iktisadî) kabul eden Türkler millî benliklerini
muvaffak olamadılar. Manihaizm parlak merasimle, kaybetmek derecesine geldiler. Hiç şüphesiz bu ifratta
kağanın bir nutku ile kabul edildi. Devir eski en büyük kabahat halk kütlesinin değil, münevver
zamanlara nispetle çok değişmiş olduğu için yabancı sınıfındı. İslâmiyet’in tesiri şimdiye kadar olan
medeniyetlerin tesiri daha büyük oluyordu. Bu suretle tesirlerin hepsinden kuvvetli oldu. Hatta o kadar ki
Manihaizm’i kabul ettikten sonra Türk diline birçok Çin medeniyetinin ve Manihaizm’in en kuvvetlendiği
ecnebi kelimeler girmeye başladı. Bugün elimizdeki zamanlarda bile Türkçe isim taşıyan Türkler
birçok Uygur eserlerinde yabancı dillerin kuvvetli İslâmiyet’e girdikten bir iki asır sonra isimlerini bile
tesiri göze çarpar. Orhon ve ilk Uygur abidelerinin o Arap‐Acemleştirdiler.
temiz ve saf Türkçesine karşılık, bu sonraki Uygur
eserleri ne kadar karışık ve ne kadar bozuktur. Artık o Bu suretle aşağı yukarı bin yıl İslâm medeniyeti
sıralarda Bilge Tonyukuk gibi büyük bir vezir de çerçevesinde kalan Türkler’in millî harslarını ihmal
çıkmadığı için yabancı harslar Türk ruhunu tazyike etmeleri yüzünden ne kadar belâlara uğradığını
başlamıştı. hepimiz biliyoruz. Son yüz elli yıldan beri de yeni bir
medeniyete, garp medeniyetine girmek tecrübelerini
Fakat bu Manihaizm’in tesiri bütün Türk âlemine yapıyoruz. Geçen on yıldan beri artık bu tecrübeyi
yayılamadı. Binaenaleyh Türk millî ruhu bundan geçmiş tahakkuk yoluna girmiştir. Acaba bugün de
büyük bir şey kaybetmedi. Fakat bu sefer garptan yeni bir medeniyete girerken aynı tarihî yanlışlığa
gelen yeni bir medeniyet, yani İslâmiyet Türkistan’a düşüyor muyuz? Bugün de Türk millî ruhu tehlikede
girmiş‐ti. Onuncu Asır başlarında Türk Eli’nin garp midir? Buna da ilerde cevap vermeğe çalışacağız.
ucundaki Türkler (Bulgar Türkleri), aynı asrın
ortasında da Orta Türkistan Türkleri H. Nihâl
Saz Şairlerine Ait Basılmamış Parçalar [1]
Koşma, Semâi, Divan ve Destanlar
Toplayan: M. Şakir
1‐ Koşmalar Hani seni(n) ile sürdiğim safâ
Hâlimi arz etdîm haxt‐i siyâha Bi(n) naz ile yârım dedim söylemez
Şeker mi(?) ruxları(n) dedim söylemez
*
____________________ ____________________
[1] Bu şiirleri, cönklerdeki imlasına mümkün olduğu ğe yakın harflerle neşrediyoruz; "q" harfi eski "kaf", ve
kadar yakın göstermek ve bilhassa Türkçe aslından parantez içindeki "n"ler de eski sağır nundur. "x" harfi
olmayan bazı kelimelerin manası hakkında iltibaşa ise eskiden "nokalı ha" veya "hı" dediğimiz harfe
meydan vermemekiçin foneti‐ alamettir.
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 22
Yüklendi çekildi güçün Sultan Murad Xandır kendi geliyor
«Necîb»in görmeye gelmedin niçün
Minnet eden ağalar benim içün Sultan Murad Xandır gelen kendidir
Hani ahde vefa dedim söylemez Otuz bi(n) zırhlı qırq bi(n)i hindîdir
Qaçması(n) âxır vaqti(n) şimdidir
Yüz süreyim ayağına tenine Qırq elli bi(n) ehl‐i tımar geliyor
Şifâ geldi bedenime canıma
Go(n)lümü(n) sürûrı geldi yanıma Elli bi(n) de benam benam diyici
Necîb yaman hâlde dedim söylemez Altmış bi(n) de şirin cana qıyıcı
Yetmiş bi(n) de siyah postal giyici
Qazıldı qabrim nâziktir tenim Seksen bi(n) de Tatar Xandan geliyor
Çoq şükür xudâya yanımda yârim
Niyâz et mevlâya almaun canım Sultan Murad yer yüzini(n) xalifesi
«Necîb» sa(n)a qurban dedim söylemez Sultan Hacı Bektaş anı(n) velisi
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . [1]
Belinde diviti elinde qalem Yetmiş bi(n) de serden geçdi geliyor
Başında sevdâsı dilinde kelâm
Yârımsı(n) gelmezse(n) gönder bir selâm Qul Mustafa'nın der muhabbete doyulmaz
«Necîb» nâra yandı dedim söylemez Ceng içinde şirin cana qıyılmaz
Gökdekı yılduzdan çoqdur sayılımız
Qaldır niqâbını göreyim seni İlacı Bektaş köçekleri geliyor [2)
Sil gözümün(n) yaşını ağlatma
Qıyâmet yaqındır gözlerim seni Seni terk eyleyem qaşları keman
«Necîb» Faqı yaman hâlde dedim soylemez Vefâsı olmayan yârda nem qaldı
Bi‐vefa yoq mıdur göğsünde iman
Ye(n)i bir dilbere qul oldu gö(n)ül Dîvâne eyledi ârda nem qaldı
Mubârek vücudı gümüşe be(n)zer
Zâmre‐i Xubânda o iki fülfül Arılası(n) benceleyin eşi(n)den
La'l‐reng lebleri yemişe be(n)zer Bir dem sevda ayrılması(n) başı(u)dan
Çoq ayrılıq qıldı beni işimden
. . . . . . . . . . . . . . . . mâh‐i sânidur Arayub gezerim karda nem qaldı
Çekilmez sitemin ba(n)a gönderir
Bendesin gördükde yüzin dönderür Aqar çeşnimi yaşı bir dem silinmez
Âğyârı(n) şözine uymuşa be(n)zer Qapu(n)da qul oldum qadrim bilinmez
Qoy serim sağ olsun yâr mı bulunmaz
Alamam gö(n)lümi gam u firâqdan Qâdrimi bilimiyen yârda nem qaldı
Oqurum inşâyı dürlü varaqdan
Duş oldı gözime gördim iraqdan «Qul Mustafa»m der ki severim candan
Gerdanda benleri emmişe be(n)zer Gözlerini tolubdur qan ile nemden
Sevdiceğim fârig olubdur benden
Şimdilik aşqıyla yamadur Çıqayım gideyim şunda nem qaldı
Yârı görmiyeli zamandur (Bitmedi)
Bu aşq dedükleri âhen kemandur ____________________
Çekilmez «Meftunî» güç işe be(n)zer. [1] Dördüncü bendin üçüncü mısraı cönkteyazılı değildir.
[2] Sadettin Nüzhet Beyin «Karaca Oğlan» kitabında (S.
Vakti(n)e hazır ol Acem şâhı 6, 63) mezkûr şairin debıma benzeyen bir koşması vardır.
Mağribden üstün(n)e asker geliyor
Yaqacakdır tacı(n) ile taxtını
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 23
On altıncı asır sazşairlerimizden Köroğlu hakkında son Ellerin baharı yetti
yıllarda mühim neşriyat yapılmıştır. Avazım sana kış mı oldu [4]
İptida Ahmet Kutsi Bey Halk Bilgisi Mecmuası'nda bu II
şairden bahsetmiş, müteaki‐ben, Köprülüzaze Mehmet Mevlâm seni bana verse
Fuat B. On altıncı asır sonuna kadar sazşairleri atlı Derîn hyy gidinin oğlu [1]
eserinde bu şair hakkında daha etraflı malûmat vermiş Arşa direk direk oldu
ve nihayet Pertev Naili bey «Köroğlu destanı» atlı Zârım hey gidinin oğlu
kıymetli kitabında «On altıncı asır sazşairlerinden
Köroğlu» serlâvhalı bir bentle bu malûmatı Beni önünde assınlar
tamamlamaya çalışmıştır. Emret kellemi kessinler
Derim aşkına yüzsünler
Bu arada elde edilebilen bazı eserleri de neşrolunan bu Veren hey gidinin oğlu [2]
kudretli sazşairinin ahiren e‐limize geçen iki güzel şiirini
de biz bu neşriyata bir damla daha katmak emeliyle Canım sen bir âdil hansın
neşrediyoruz: Han oğlusun hem de hansın
Yalancı dünyada sensin
I Varım hey gidinin oğlu
Ne yanarsın be kahpe yürek
Senin de bağrun yaş mu oldu [1] Köroğlu'nun azmi Acem
Benli yardan mı ayrıldın Ne günüm belli ne gecem
Güzlerin kanlı yaş mı oldu Hem halifemsin hem hocam
Piritlisin gidinin oğlu
Dağların karı eridi
İndi ovalarda yürüdü Bu iki şiirin tamamiyle bu kudretli sazşirlerimize ait
Evvelden derdin bir idi bulunduğu hatta ikinci parçanın ‐çok zayıf bîr ihtimalle‐
Yeniden dört beş mi oldu Köroğku'nun Özdemir oğlu Osman paşa maiyetinde iran
harplerine iştiraki manasında söylenildiği akla gelebilir.
******
İkinci parçada kendisine hitap edilen şahsın Demîr oğlu
Yürü be hey kahpe Felek ve saire gibi, Köroğlu destanında zikredilen
Sen eyledin beni helek [2] kahramanlardan olması ve kelimenin daha başka bir
Yalvardum geçmedi dilek şekilde de okunması ihtimal dahilindedir.
Ağlattun gönlün hoş mu oldu
Nihayet bu düşüncelere istinaden şiirlerin büyük Köroglu
Bakışı güzel nazlınun destanından müfrez parçalar olabileceği fikrini de bir
Tîgi gamzede gizlinün ihtimal olarak kaydediyoruz.
Geyran kuzusu Gözlünün
Hayali sana duş[3]mu oldu Nihat Sami
Edirne Erkek Muallim
Koroğlu der yandı tüttü Mektebi Edebiyat Öğretmeni
Bağrında yaşlar mı bitti ____________________
____________________ [4] Avaz: Ayvaz.
[1] Yaşmoldu gibi okunacak. [1] Derin: derim
[2] Helâk. [2] Veren, vereyim
[3] Duş. tesadüf etmek!
www.atsizcilar.com
Sayı: 11 ATSIZ MECMUA Sayfa: 24
Bir Talebe Seyahati Mecmualar, Kitaplar
Edebiyat fakültesi talebe cemiyetinin müdavim ve Azerbaycan Yurt Bilgisi: Edebiyat Fakültesinde Türk
mezunlarından 20 kadar azası bayram tatilinde on Lisanı Tarihi müderris muavini olan Cafer oğlu Ahmet
günlük bir seyahat yaptılar. Gazetelerle birkaç satırla Bey'in idaresi altında bu isimle aylık bir ilim mecmuası
haber verilen bu seyahati bu türlü gezintilere hususî çıkmaya başladı. Şimdiye kadar iki sayısı çıktı.
bir ehemmiyet verdiğim için, burada kısaca Mecmuaya Köprülüzade Fuat ve Zeki Velidi Bey gibi
bahsetmeden geçmedim. Bu seyahate iştirak ettiğim âlimlerin de yazı yazması kıymetini gösterir. Fuat B.
için, talebenin birçok cihetlerden samîmi makalelerini "Dede korkut kitabı"na dair yazıyor. Bu
heyecanlarına yakından şahit oldum. Şüphesiz bu çok mühim kitap hakkında şimdiye kadar bütün dünya
kadar kısa bir zamanda, bu kadar geniş bir sahada ilim âleminde pek az neşriyat yapıldığı için Fuat Bey'in
tetkik yapılamazdı. Fakat görmek, müşahede etmek bu makaleleri çok mühimdir. Zeki Velidi Bey de
itibariyle de, bu yolculuğun ne büyük ehemmiyeti Azerbaycan'ın tarihî coğrafyasına ait makaleler
olduğunu, talebenin on gün durmadan devam eden yazıyor. Bu makaleler de çok mühimdir. Mecmuanın
çılgın neşe ve sevincini görmüş olanlar takdir ederler. birinci sayısında Caferoğlu'nun yazdığı kısa
Ekseriyeti memleketin bu uzak ve güzel yerlerini Azerbaycan tarihi birçok mehazlara müracaatla
görmemiş olan bu gençlerin, hiç şüphe yok ki, meydana getirilmiş iyi bir hülâsadır. Aynı müellif,
Türkiye'nin bel kemiği demek olan bu demiryolunun ikinci sayısında da Büyük Azerî âlimi Kâzım Bey'e ait
iki tarafında gördükleri şeylerle, görüşleri ve bir makale yazmıştır. Bu mecmuada kıymetli
telakkileri mühim tahavvüllere uğradı. Bir kısmı makaleler yazan Abdüdkadir Bey de mühim bir mevzu
yenice hayata atılmış, bir kısmı da yakında atılacak ve ile uğraşıyor: Rus istilâsının Türk halk edebiyatına
ekserisi muallim olacak olan bu 20 kişi, Anadolu'nun tesiri. Görülüyor ki mecmuanın adı Azerbaycan'a ait
bu dört şehirindeki mektepleri, oralardaki muallim olduğunu göstermekle beraber, hakikatte mecmua
arkadaşlarını gerecek, onlarla beraber gülüp bütün Türklere dair neşri yapıyor. Yalnız Türkiye ile
eğlenerek, büyük manevî kazançlar elde ettiler. uğraşan mütetebbilerimize de bu mecmuayı tavsiye
Konya, Adana, Tarsus ve Mersin mekteplerinin, ederiz. Çünkü Azerbaycan ilmî bakışa göre şarkî
beledi‐yelerinin, resmî makamlarının ve halkının, Türkiye demektir.
memleketlerine ilk defa vaki olan bu talebe
ziyaretinden duydukları sevinç de ayrıca dikkate şayan Din Bilgisi: Her şeyde olduğu gibi dinde de bir yenilik
ve gösterdikleri büyük misafirperverlik ve samimiyet olduğunu bize bu kitap gösteriyor. Bir kere kitabın adı
her türlü sitayişlere lâyıktır. baştan başa bir yeniliği gösteriyor. Eskiden "ilmi hâl"
diye okutulan bu derslerin "Din bilgisi" adını alması
*** bile her halde birçok softalarca "bid'ât" telâkki
Talebe kafilesine yalınız coğrafya muallimi Hâmit Sadi olunmuştur. Hele kitabın kapağına bir cami resmi
Bey iştirak etti. İnsan böyle seyahatlerde talebenin on konması belki de "küfür" sayılmıştır. Yurt bilgisi, tarih
yirmi adedinin bir kaç misline çıkmasını dilerken, bilgisi, fen bilgisi, din bilgisi... Bütün bunlar Türkçe'yi
müderrislerîn de talebeleriyle beraber gezmeye daha sevenlerin kulağına hoş geliyor. Fakat "Din bilgisi"
fazla rağbet göstermelerini temenni etmekten kendini kitabının diğer bir hususiyeti de dini safsata şeklinde
alamıyor: üçüncü mevki vagonlarda, genç ve dinç değil, bugüne uygun bir şekilde öğretmesidir. Kitabı
adamlarla neşe içinde bir kaç gün geçirmek ihtiyar muallim Mehmet Nuri Bey yazmış ve kâinat
müderrislere bile yeni bir bayat verecek bir zevktir Kütüphanesi de bastırmıştır. Bu kitap çocuklarını
kanaatindeyim. müslüman olarak yetiştirmek isteyenlere tavsiye
olunacak kıymetli bir kitaptır.
K. A.
www.atsizcilar.com