Académique Documents
Professionnel Documents
Culture Documents
Hüseyin Cevahir
Leyla Doğan, Ağadede Sarıkaya
Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan
İbrahim Kaypakkaya
Mayınlar, Azınlıklar,
Yabancı Sermaye ve Toprak Reformu
Krizin Dibi ve
Keynes’in Kemikleri
Türkan Saylan
ve Küçük-Burjuva Aydınlarının Çıkmazı
Taksim’in Fethi:
Makuller Taksim’e Girdi,
“Marjinaller” Çatıştı!
Oya Baydar:
Pavyondaki Namuslu Kadın mı?
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
20 HÜSEYİN CEVAHİR
Ve yanındakinin kanlı başı omzuna
eğilince, SİNAN CEMGİL, KADİR MANGA,
ona sıra gelince ALPASLAN ÖZDOĞAN, DENİZ GEZMİŞ,
sayısını saydı...
Söz istemez
21 YUSUF ASLAN, HÜSEYİN İNAN
Yaşlı göz istemez
Çelenk melenk lazım değil 22 İBRAHİM KAYPAKKAYA
Susun
LEYLA DOĞAN
23
Sıra Neferi Uyusun...
. AĞADEDE SARIKAYA
Suriye sınırındaki mayından temiz-
lenecek olan toprakların 44 yıllığına
yabancı/İsrailli şirketlere kiralanması MAYINLAR,
AZINLIKLAR, YABANCI SERMAYE
yasasının ortaya çıkardığı gerçekler.
24 VE TOPRAK REFORMU
Borsalarda meydana gelen yükselişle KRİZİN DİBİ
birlikte başlayan “krizin dibi görüldü
VE KEYNES’İN
mü” tartışmaları üzerine.
27 KEMİKLERİ
Kimisi “Kürt realitesi”ni tanıdı, kimisi nürse görünsün, yanlış konulmuştu. Dolayı-
“Kürt açılımı”ndan söz etti, kimisi “demok- sıyla da buradan herhangi bir çözüm üret-
ratik cumhuriyet” formülü ortaya attı, kimi- mek maddi olarak olanaksızdır.
si “federasyon”dan, kimisi “gevşek konfe- Sorun, “Kürt sorunu” değil, Kürt ulusal
derasyon”dan söz etti. Herkes bir şeyler söy- sorunudur. 19. yüzyılda Batı Avrupa’da bü-
ledi, ama sorun olduğu gibi kaldı, çözümle- yük ölçüde çözümlenen, 20. yüzyılda “sö-
nemedi ve çözümlenebilmesine ilişkin bir mürgeler sorunu”yla birleşen ve 21. yüzyıla
belirti de ortaya çıkmadı. Şimdi AKP “meh- gelindiğinde “mikro milliyetçilik”le şekille-
teran takımı”, “bu fırsatı kaçırmayalım” söy- nen, ama hala çözümlenememiş olan bir
lemiyle ortaya çıktı. ulusal sorun.
Öldürülen PKK’liler ve “şehit” edilen as- Ulusal sorun, eski dille ifade edersek
kerler, Kürtler ve Türkler arasında milliyet- “milli mesele”, bir ulusal topluluğun kendi
çiliğin yükselişinin itici güçleri olarak kulla- ulusal devletine sahip olma hakkı, kendi si-
nılırken ne olduğu bilinmeyen bir “fırsat” yasal kaderini kendisinin belirlemesi hakkı
üzerinden yeniden fırtınalar kopmaya, tar- sorunudur.
tışmalar yapılmaya başlanıldı. Kimileri A. Bu hak tanınmadığı ya da kazanılmadı-
Öcalan’ın “ekolojik demokratik cumhuri- ğı sürece ulusal sorun da varlığını sürdür-
yet”inin bir uzlaşma zemini olabileceğini, meye devam eder. Öyle ki, bu hak dışında
kimileri “terörün sona erdirilmesi”nin çö- bulunabilecek her türlü çözüm “ara çözüm”
züm için birincil koşul olduğunu bir kez da- olmaktan öteye geçmez ve sadece ulusal
ha ilan ettiler. sorunun bir süre ertelenmesine neden olur.
Ergenekon operasyonuyla neredeyse eş Bu konuda en tipik “ara çözüm” ise, 20. yüz-
zamanlı olarak yapılan DTP operasyonu ve yılın başlarında Avusturya sosyal-demokrat-
ardından DTP’li milletvekillerinin “açlık” ları tarafından ortaya atılmış olan “ulusal-
grevleri bir kez daha ortalığı “gererken”, kültürel özerklik” formülüdür.* Lenin’in açık
DTP’li beş milletvekilinin mahkemeye ifade biçimde ifade ettiği gibi, bu formül de, “...
için çağrılmaları yeni bir “gerilim” unsuru gerçekten demokratik kurumlar getirmekte
oldu. umutsuzluğa kapılan ve bir dizi (‘kültürel’)
Bu son gelişmeler, “ver-kurtul”cular ile sorunda her ulusun proletaryasıyla burjuva-
“vur-kurtul”cular arasındaki eski tartışmala- zisini yapay olarak birbirinden ayrı tutarak,
rın bir başka düzlemde ve söylemde yine- burjuvazinin ulusal kavgalarından kurtulma-
lenmesinden başka bir sonuç vermedi. Yi-
ne de soruna bir ad konulabildi: Kürt soru-
* “Avusturya’da yaşayan her ulus, üyelerinin bu-
nu. Şimdi her şey bu “sorun”u çözmeye yö- lunduğu bölge hangisi olursa olsun, (dil ve kültür ala-
nelik olarak ele alınabilirdi. nına giren) bütün ulusal sorunlarını tam bağımsız ola-
Oysa sorunun adı, ne kadar “hoş” görü- rak düzenleyen özerk bir grup teşkil ederler.”
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
* Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaş- ** Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s.
ları, s. 100. 122.
Mayıs-Haziran 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
taya koydukları ve tarihsel gelişim içinde de miz, ülke bütünlüğü içinde halkın ye-
kanıtlandığı gibi, bu “çözüm”, ulusal soru- relde söz ve karar sahibi olmasını
nu ertelerken, aynı zamanda ulusal topluk- sağlayacak ve tüm farklılıkların ken-
ları birbirinden ayıran ve giderek de ayrıl- dini özgürce ifade edebileceği düzey-
mayı kaçınılmaz hale getiren koşulların ya- de özerklik kazanması temeline da-
ratılmasına hizmet eder. yanan modelin çağdaş kavramlaştırı-
İyiniyetli ve gerçeklikten kopuk bir de- lışını ‘demokratik özerklik’ biçiminde
ğerlendirmeyle bu “çözüm”, iki tarafın, ya- tanımlamaktadır. Sorunların çözü-
ni ezen ve ezilen ulusların tek bir devlet ya- münde geliştirilecek yöntemler için,
pısı ve ortak devlet sınırları içinde kendi ulu- yereli güçlendirme, halkı söz ve ka-
sal sorunlarını kendilerinin belirlemesi ve rar sahibi kılma felsefesinden hare-
buna uygun bir “bölgesel yönetim” oluştur- ket eder, salt ‘Etnik’ ve ‘Toprak’ te-
ması konusunda “uzlaşmaya” varmalarıyla melli özerklik anlayışı yerine kültürel
kolayca uygulanabilir. Zaten her ulusal top- farklılıkların özgürce ifade edildiği
luluğun kendisini ilgilendiren dil ve kültür bölgesel ve yerel bir yapılanmayı sa-
alanında kendi kararlarını almasından do- vunur, ‘Bayrak’ ve ‘Resmi Dil’ tüm
ğal ne olabilir ki! Yapılması gereken tek şey, ‘Türkiye Ulusu’ için geçerli olmakla
tarafların bir masaya oturup “uzlaşmaya” birlikte her bölge ve özerk birimin
varmalarıdır! kendi renkleri ve sembolleriyle de-
Bu “çözüm”ü A. Öcalan şöyle ifade et- mokratik öz yönetimini oluşturması-
mektedir: nı öngörür, sorunların çözümünü sa-
“Ben Kürtler için Demokratik dece devlet sistemini değiştirmede
Özerk Kürdistan öneriyorum. Kürdis- aramaz, toplumun öz yeterliliğini
tan terimi, aslında coğrafi bir terim, esas alır.”**
Kürtler de söylememiş, bu, Selçuklu Şüphesiz A. Öcalan da, DTP’nin içinde
Sultanı Sultan Sencer zamanından yer alan bazı kişiler de Lenin ve Stalin’in
beri böyle ifade ediliyor... ulusal sorun konusundaki tutumunu ve
Demokratik özerkliğin devletle, sı- “ulusal kültürel özerklik” konusundaki eleş-
nırlarla bir problemi olmaz. Bir çeşit tirilerini çok iyi bilmektedirler. Her ne kadar
yerelin kendini devlet içinde ifade et- A. Öcalan, Marks’ı, Lenin’i, kısacası Mark-
mesi anlamına gelir... sizm-Leninizmi “aştığını” iddia ediyorsa da,
Demokratik özerklikte Kürtler, bir Kürt ulusal sorununa ilişkin “türettiği” çö-
nevi kendi özgürlüklerini sağlarlar. züm tümüyle “kültürel özerklik” çerçevesin-
Eğitim, dil, diğer kültürel gelişimleri- dedir.
ne ilişkin okullarını açarlar, halkın “‘Kültürde ulusal özerklik’ en in-
ekonomik sorunları var, gerekiyorsa ce, bu yüzden de en tehlikeli milli-
bankalarını kurarlar, kooperatiflerini yetçiliği temsil eder; bu, ulusal kültür
kurarlar. Dilin eğitimi ve diğer konu- sloganlarıyla ve son derece zararlı, gi-
larda enstitülerini oluştururlar. Bu derek anti-demokratik bir şey olan
devletin olmaması ya da devletin eğitimin milliyetlere göre bölünmesi
reddi anlamına gelmez. Devletin ku- yolunda propaganda ile işçilerin yoz-
rumları yanında Kürtlerin bir nevi laştırılmasıdır. Kısaca, bu program,
kendi taleplerini karşıladığı bir yapı proleter enternasyonalizmiyle mutlak
gibi düşünülebilir. Bazı haklar toplu- olarak çelişir; ve ancak küçük-burju-
luğu ilgilendirir, tek başına bir şey ifa- va milliyetçilerin ülkülerine yanıt ve-
de etmez.”* rir.”***
Aynı konuda DTP’nin “Demokratik Top- PKK’nin ilk kuruluşunda Kürt ulusal so-
lum Kongresi” sonuç bildirgesinde şöyle de- runu için savunduğu Kürt ulusunun kader-
nilmektedir: lerini tayin hakkı isteminden vazgeçmiş ol-
“Sorunların çözümünde halkı söz ması, aynı zamanda PKK’nin bu istemi ger-
ve karar sahibi kılmak için köklü bir
siyasi-idari reform yapılmalı. Kongre- ** Demokratik Toplum Kongresi’nin sonuç bildir-
gesi, 2007.
*** Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s.
* A. Öcalan, Avukat görüşmesi, Kasım 2007. 9.
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
* Bu yol, “kültürel özerklik” dışında, tek bir mer- her bölge için böyle bir özerklik tanımayan gerçek-
kezi devlet yapısı içinde ulusal “özerklik”i içerir. Le- ten modern bir devlet düşünülemeyeceği besbellidir.
nin, bu “özerkliği” Rosa Luxemburg’un ulusal sorun Kapitalizmin gelişmesi için gerekli merkeziyetçilik il-
konusundaki tezlerini eleştirirken şöyle ifade eder: kesi böyle bir (yerel ya da bölgesel) özerklikle çeliş-
“İlkin özerkliği nasıl tanımladığına bir bakalım. mez; tersine, ancak bunun sayesinde bürokratik ol-
Rosa Luxemburg, kapitalist toplum için temel önem- mayan, demokratik bir biçimde işleyebilir. Aynı za-
de olan bütün iktisadi ve siyasal sorunların, özerk ye- manda, sermayenin yoğunlaşmasını, üretici güçlerin
rel diyetlerin değil, ancak bir merkezi parlamentonun, gelişmesini burjuvazinin ve proletaryanın bütün dev-
bütün devletin ortak parlamentosunun yetkisine gir- let ölçüsünde gruplaşmasını kolaylaştıran böyle bir
mesi gerektiğini kabul ediyor –elbette ki, marksist ol- özerklik olmadan kapitalizmin geniş ölçüde, özgür ve
duğuna göre bunu kabul etmek zorundadır da–. Bu hızlı gelişmesi olanaksız olurdu ya da hiç değilse son
temel önemdeki sorunlar şunlardır: gümrük politika- derece zorlaşırdı. Çünkü, salt yerel (bölgesel, ulusal
sı, sanayi ve ticaretle ilgili yasama, ulaştırma ve ileti- vb.) sorunlarda bürokratik müdahale, genel olarak ik-
şim (demiryolları, posta, telgraf, telefon vb.), ordu, tisadi ve siyasal gelişmeye en büyük engellerden biri
maliye, kamu ve ceza hukuku, eğitim alanını engel- olduğu gibi, özel olarak da en önemli sorunlarda, te-
leyen genel ilkeler (örneğin eğitimin mutlak laikliğini mel sorunlarda merkeziyetçiliğin önünde duran en-
sağlayan yasa gibi, genel eğitim yasası gibi, asgari gellerden biridir.”
program, okul düzeninin demokratik biçimde örgüt- İşte bu, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı te-
lenmesi yasaları gibi vb.), emeğin korunması yasala- melinde birlik olmaları, tek bir devlet yapısı içinde bir
rı, siyasal özgürlükleri koruyan yasalar (birlik kurma araya gelmeleri temelinde Marksist-Leninistlerin sa-
hakkı gibi) vb.., vb.. vunduğu “özerklik”dir. Bu “özerklik”in gerçekleştiril-
Özerk diyetlerin yetki alanına –devletin genel ya- mesi için, her şeyden önce ulusların kaderlerini tayin
saları gereğince– salt yerel ya da bölgesel, ya da salt hakkının tanınması ve bu temelde ulusların (ülkemiz
ulusal sorunlar girer. Bu fikri –aşırı ölçüde dememek somutunda Türk ve Kürt ulusları) özgür iradeleriyle
için– son derece ayrıntılı biçimde geliştirerek, Rosa bir araya gelmeleri gerekir. Bu birlikte yaşama irade-
Luxemburg, örneğin, yerel önemi bulunan demiryol- si varolduğu sürece bütünsel (üniter) merkezi devlet
larının yapımını (n°12, .s. 149), yerel yolların yapılma- yapısı içinde ulusların özerkliği sağlanabilir. Bunun dı-
sını (n° 14-15, s. 376) vb. anmaktadır. şındaki tüm yollar, ulusal sorunu geçiştirmeye, ulusal
Ekonomi ya da yaşayış tarzı alanında az da olsa farklılıkları korumaya ve pekiştirmeye hizmet eder.
özellikleri olan, özel bir ulusal bileşimi bulunan vb.
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
“Tarihi Fırsat”ın
Vanası
Türkiye’de “Kürt sorunu”na ilişkin “tari- Mesut Barzani ise, daha yalın ve proto-
hi fırsat” yakalandığına ilişkin tartışmalar kol kurallarına uygun sözlerle, “Bölgemiz ve
olanca hız ve bereketiyle sürerken, 2 Hazi- dünya için tarihi bir adım atıyoruz” diyerek
ran günü Erbil’den “petrol boru hattı açılış Kürt petrolünün “Türk” Kerkük-Yumurtalık
töreni”ne ilişkin haberler geldi. petrol boru hattından ihracının başlaması-
AKP’nin “yandaş medyası” bu haberleri nın “tarihsel önemi”ne vurgu yaptı.
şu manşetlerle duyurdular: Böylece Abdullah Gül’ün “tarihi fırsat”
“Talabani ve Barzani Türk vanasını seç- adını verdiği ve bir ay boyunca “bu tarihi fır-
ti” (Yeni Şafak) sat nedir, Cumhurbaşkanı açıklasın” diye-
“Irak’ın kuzeyi Türkiye’ye petrolle bağ- rek yoğun tartışmalara yol açan “fırsat” da
landı” (Zaman) açıklık kazanmış oldu.
“Barış vanası” (Sabah) Mehmet Emin Karamehmet’in sahibi ol-
“Irak petrolü artık barış için akacak” (Ta- duğu Genel Enerji şirketi üzerinden Kürt
raf) petrolünün Yumurtalıktan ihraç edilmesine
Aynı haber Mehmet Emin Karamehmet’in ilişkin anlaşmanın yapılması, “Globalist”
Akşam gazetesinde “Barış vanası” manşe- söylemle ifade edersek, “Türk devleti” ile
tiyle yer aldı. “bölgesel Kürt yönetimi”nin “karşılıklı ba-
Söz konusu olan, Kuzey Irak “federe” ğımlılık” ilişkisi içine girdiğinin açık ifadesi-
Kürt devletinin kendi topraklarından çıkar- dir. İlk etapta 2 milyar dolarlık ihracat ger-
dığı petrolün Kerkük-Yumurtalık petrol bo- çekleştirilecek ve giderek ihracat miktarı 20
ru hattı üzerinden Avrupa ülkelerine ihraç milyar dolara çıkacaktı. Taraf gazetesinin ifa-
edilmeye başlanmasıydı. Bölgesel Kürt yö- desiyle, açılan “vana”, 2,2 trilyon dolarlık
netimi başbakanı Neçirvan Barzani, tören- petrolün vanasıydı.
de yaptığı konuşmada bu durumun “olağan- İhraç edilecek olan Kürt petrol gelirin-
dışı” bir gelişme olduğunu şu sözlerle dile den, başta M. E. Karamehmet olmak üzere
getirdi: “Bir başka ülkede bu olay tipik bir değişik yabancı şirketler %30 pay alırken,
ekonomik ve teknik bir başarıdır. Kürdistan kalan gelir Kürt “federe” devleti ile Irak mer-
Bölgesi içinse bu, yakın geçmişten drama- kezi yönetimi arasında %17-%83 oranında
tik bir ayrılık.” paylaştırılacaktır. Türkiye “devlet”ine düşen
Aynı törende konuşan Doğal Kaynaklar pay ise, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hat-
Bakanı Ashti Hawrami, Irak tarihinde ilk kez tından yapılan taşımacılığın ücreti olacak-
Kürt halkının, bölgenin doğal kaynakları tır.
hakkında karar verdiğini belirterek, “Petrol İşte böylesi paylaşım içinde ortaya çıkan
lanetini ardımızda bırakıyoruz. Sınırötesi iş- “tarihsel fırsat”, Kuzey Irak’taki Kürt yöneti-
birliklerinin, ve istikrarın hüküm süreceği bir mi ile Türkiye devleti arasında “karşılıklı ba-
döneme giriyoruz. Artık birbirimiz için teh- ğımlılık” ilişkisi yaratırken, aynı zamanda
dit değil, partneriz” diye konuştu. “yakın geçmişten dramatik bir ayrılık”ı ifa-
Mayıs-Haziran 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
de etmektedir. Böylece petrol üzerinden ku- “federe” Kürt devletinin hamiliğini üstlen-
rulan “barış köprüsü”ne dayanarak Kuzey mesi olayı da, bu “vana”yla verilen rüşvet
Irak’taki PKK varlığı da “barışçıl” biçimde ve “vana”yı her durumda kapatabilme ola-
sona erdirilebilecektir. “Tarihi fırsat”, böyle- nağıyla kısmen sağlanılmış olmaktadır.
sine bir “vana”lık olaydan ibaret görünmek- Bundan sonra olacak olanlar, “karşılıklı
tedir. bağımlılık” denilen şeyin nasıl bir zorlama
Öte yandan Kürt petrolünün önce kam- içerdiğinin yaşanarak öğrenilmesini sağla-
yonlarla Kerkük’e taşınması ve ardından bo- yacaktır. Elbette bu “vana” açılışı, her du-
ru hattından Yumurtalık’a akıtılacak olması rumda PKK’nin bölgedeki varlığının sona er-
da anlaşmanın ve açılışın ne denli aceleye dirilmesi yönünde atılacak adımlarla yeni
getirildiğinin bir göstergesidir. Söz konusu sonuçlar da ortaya çıkartacaktır.
olan “tarihi fırsat” olduğundan, taraflar ale- Bu “vana”yla ortaya çıkartılmaya çalışı-
lacele “vana”yı açmaya çalışmışlardır. ABD’- lan “tarihi fırsat”ın “Kürt sorunu”nu çöze-
nin uzun süredir üzerinde çalıştığı ve Türki- meyeceği ise, tarihsel bir olgudur.
ye’yi “ikna” olmaya zorladığı Kuzey Irak’taki
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
“Bu yolda kimimiz öldük kimimiz kaldık. Bazıları dedi ki bu bir hayaldir. Bıra-
kın bu işleri başaramazsınız. Bu devlette bu ordularla baş edemezsiniz dediler.
Şimdi Onlar gelsin görsünler, devrim nasıl yapılır, Kürt anaları nasıl birer dev-
rimci olur gelip görsünler. Bu bir toplumsal devrimdir.” (Aysel Tuğluk, 29 Mayıs
2009)
“Eğer bu düşünce biçimi, bize ilk bakışta son derece usayatkın görünüyor-
sa bunun nedeni, bu düşünce biçiminin sağduyu denilen şeyin düşünce biçimi
olmasıdır. Ama kendi dört duvarının zavallı alanında kapanıp kaldığı sürece bu
arkadaş, ne denli saygıdeğer olursa olsun, geniş araştırma dünyasına atılmayı
göze aldığı andan başlayarak sağduyu büsbütün şaşılacak serüvenlerle karşı-
laşır ve metafizik görüş biçimi, boyutları konunun niteliğine göre değişen geniş
alanlarda ne denli doğrulanmış ve ne denli zorunlu olursa olsun, her zaman, er
ya da geç, ötesinde dar, sınırlı, soyut bir duruma geldiği ve çözülemez çelişki-
ler içinde kendini yitirdiği bir engele çarpar; bunun nedeni, tekil nesneler karşı-
sında onların bağlantılarını; tekil nesnelerin varlıkları karşısında,onların oluş ve
yokoluşlarını; hareketsizlikleri karşısında, hareketlerini unutmasıdır; ağaçlar, onun
ormanı görmesini engeller.” (Engels, Anti-Dühring, s. 65.)
Türkiye tarihinde bir “milat” ortaya çık- rakıldı. Devrimci düşünceye ilişkin tüm kav-
tı: 12 Eylül askeri darbesi. ramların içeriği boşaldı, anlamsızlaştırıldı,
12 Eylül’ün üzerinden otuz yıl geçmesi- somut gerçekliği ifade eden niteliklerinden
ne rağmen, Kürt ulusal hareketi bir yana bı- uzaklaştırıldı. Devrimci düşüncenin, ideolo-
rakıldığında, Türkiye topraklarında devrim- jinin kavramlarının içeriğinin boşaltılması da
ci mücadele, tarihinin en olumsuz koşulla- yeterli olmadı. Bu içeriksizleştirilmiş kav-
rında ve boyutunda varolmaya çalışıyor. 12 ramların yerlerine de yeni, “globalist” boş
Eylül “milat”ıyla birlikte, 1980 öncesinin dev- sözler geçirildi. Bunlar, bir dönem için dev-
rimci insanları başta olmak üzere, devrim- rimci mücadeleyi terk eden insanlar için
den, demokrasiden, ileri toplumsal düzen- “işe yarar” olmakla birlikte, giderek gelişen
den, sosyalizmden yana olan insanlar kena- olayların tahlil edilmesinde, çözümlenme-
ra çekildiler, siyasetten, siyasal alandan, si- sinde bir “işe yarar” olmadığı görüldü. İçe-
yasal ilişkilerden uzaklaştılar. Ülkenin için- riği boşaltılmış kavramlar hiç bir somut ger-
de bulunduğu durum, ülkenin geleceği ve çekliği açıklamaya yaramadığı gibi, yeni
bu geleceği belirleyecek olan siyasal olay- “globalist” kavramlar da işe yaramadı. “Mik-
lar artık bu kesimin (genel anlamda “sol”) ro”laştırılan eğitim ve bilimin katkısıyla, her
sorunu olmaktan çıktı. şey parçasal, kendi bütünselliğinden kopa-
Ama 12 Eylül “milat”ı, sadece devrimci rılmış olarak ele alındı ve algılandı.
mücadelede yer almış insanların kenara çe- Böylece yeni bir kavrayış, yeni bir söy-
kilmeleri, siyasal mücadele alanını terk et- lem ve bunlara uygun kavramlar egemen
meleriyle belirlenmedi. Aynı zamanda dev- oldu. Bu durumun en tipik özelliği ise, so-
10 rimci düşünce, devrimci ideoloji bir yana bı- mut olayların yalın, tecrit edilmiş, kendi
Mayıs-Haziran 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
kendine ortaya çıkmış olaylar olarak algılan- duğunu düşündüler. Bu düşünceyle, PKK’nin
ması oldu. Gelişen olayların süreç olarak ele niteliğini, gelişimini, süreç içinde ortaya çı-
alınması bir yana bırakıldı, tekil olaylar ola- kabilecek (ve çıkması kaçınılmaz olan) dö-
rak kavranıldı ve algılandı. nüşümlerini önemsemeksizin, kayıtsız-şart-
Bir dönem aynı “mikro” ve parçasal söy- sız PKK’yi (düşünsel olarak) desteklemeye
lem sahipleri birbirleriyle anlaşıyor görün- yöneldiler.
dü. “Makro” ve bütünsel bakış açısı sahip- Genel inanca göre, PKK “marksist-leni-
leri ise, bu “mikro” ve parçasal söylem sa- ninist” bir örgüttü, dolayısıyla PKK’nin başa-
hipleriyle apayrı bir dil kullanan, çokça kul- rısı ve zaferi “marksizm-leninizmin” başarı-
lanılan deyimle “çağdışı” kalmış “dinozor- sı ve zaferi olacaktı. Türkiye devrimcileri
lar” olarak tanımlandı. Bu durum, yaşamın arasındaki “enternasyonalist” düşünce, her
her alanında, ekonomiden siyasete, toplum- türlü ulusal ayrımı dışlayan, sadece “dev-
sal olaylardan kültüre kadar her alanda ya- rim” temelinde insanların bir araya geldiği
lıtık ve tekil söylemlerin ve bakış açılarının ve mücadele ettiği düşüncesi, PKK’nin ba-
egemenliğini getirdi. şarı ve zaferinin bir “ulus”un başarısı ve za-
Ancak süreç gelişti. Yılları yıllar kovala- ferinin ötesinde bir anlama sahip olduğu ka-
dı. Tekil ve parçasal söylemlerin kurguladı- nısını oluşturmuştu.
ğı dünyada, kurgusal söylemlerle ve kav- Bu düşünce ve kanıyla, maddi ve somut
ramlarla sürdürülen yaşam süreçleri (eko- olarak PKK’nin mücadelesini desteklemek
nomik, toplumsal, siyasal, kültürel) kırılma- ve katkıda bulunmaktan öte, sadece düşün-
ya başladı. 1997 Asya Krizi, 2000 dünya kri- sel ve manevi olarak “desteklemek” şeklin-
zi, 2001 Türkiye ekonomik krizi ve bugün de ortaya çıkan tutum, Kürt ulusal hareke-
yaşanılan “finans krizi”, bir kez daha bütün- tinin yaşanılan süreçte tek “devrimci” hare-
sel, “makro” bakış açısının gerekliliğini or- ket ve mücadele olduğu düşüncesini pekiş-
taya çıkardığında, egemen tekil ve parçasal tirdi. Bu öylesine etkin sonuçlar doğurdu ki,
söylemler işlevsizleşti ve gelişen krizleri bazı sol/marksist-leninist örgütler adlarında-
açıklayamaz hale geldi. Herkesin bildiği gi- ki “Türkiye” sözcüğünü çıkartıp, ülkesel ve
bi, son “finans krizi”yle birlikte Marks yeni- ulusal hiç bir işaret taşımayan adlara dönüş-
den keşfedildi. türdüler. PKK’nin daha kuruluş aşamasında
Olan olmuştu. 12 Eylül “milat”ından son- “ulusal kökene göre ayrı örgütlenme” oldu-
raki yaklaşık otuz yılda yeni bir kuşak orta- ğu bile unutulup gitti.
ya çıktı. Tüm yaşamlarında sadece tekil ve Süreç devam etti.
parçasal söylemlerle eğitilmiş, olayları kur- Bu süreçte, Kürt ulusal hareketinin PKK
gusallık içinde algılamış bu yeni kuşak için eylemleriyle siyasal gündemin birinci sıra-
bu tekil, parçasal ve kurgusal düşünceler sında yer aldığı dönemlerin ardından ikin-
tek doğru ve somut düşünce olarak var ol- cil hale geldiği dönemler yaşandı. Kürt ulu-
du. Bunun bilim alanında nelere yol açtığı- sal hareketinin her ikincil plana düşüşüyle,
nı anlatmaya gerek yoktur. Burada bizi ilgi- ülkedeki sınıfsal mücadelenin geliştiği, yük-
lendiren, bu düşünce tarzının siyasal ve top- seldiği ve ülkenin birincil gündem madde-
lumsal ilişkiler alanında yaratmış olduğu si haline geldiği görüldü. Sınıfsal mücadele-
tahribat ve gerçekliğin kavranılmasında or- nin her birincil hale gelişi, yani Kürt ulusal
taya çıkardığı kırılmalardır. hareketinin ikincil hale gelmesi, kaçınılmaz
1984’de PKK ilk büyük eylemini gerçek- olarak PKK’nin Kürt ulusal sorununu gün-
leştirdiğinde (Eruh ve Şemdinli baskını), 12 demin birincil sırasına yükseltmek yönün-
Eylül askeri darbesinin devrimci sol hare- deki eylemini beraberinde getirdi. Sınıfsal
ketler ve kitle üzerindeki terörü büyük bir mücadelenin (ekonomik, demokratik ve si-
yol katetmiş, sol örgütler ağır darbeler al- yasal) her ivme kazanır gibi oluşunda PKK’-
mış, sol kitle işkence ve terör ile sindirilmiş, nin siyasal gündemi değiştirici eylemleri, ka-
pasifize edilmiş, her şeyden önemlisi dev- çınılmaz olarak orta ve uzun vadeli bir sınıf-
rimci mücadeleyi sürdürme iradesini tü- sal mücadele örgütlenmesini ve yürütülme-
müyle yitirmişti. 12 Eylül askeri darbesinin sini engelleyen, bozan, gerileten bir etmen
terörüne rağmen devrime olan “inançları- olarak ortaya çıkmasına yol açtı.
nı” tümüyle yitirmemiş olan insanlar, PKK’- Bu koşullarda, sınıfsal mücadelenin ge-
nin eylemleriyle birlikte bir “umut” ışığı doğ- liştirilmesinin tek yolunun Kürt ulusal soru- 11
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
rimsel” bir değişimi içermediği, sadece si- ri bir toplumsal düzenin örgütlenmesi isten-
yasal sistemin bazı yönlerinin reforme edil- melidir. Böyle bir devrim, kaçınılmaz olarak
mesiyle sınırlı olduğu tarafların tüm açıkla- anti-feodal, anti-emperyalist (yeni söylemle
malarında açıkça ortaya konulmaktadır. anti-globalist) bir devrimdir. “Devrim”den
Buna rağmen hala birileri “devrim”den, söz edenler, bu niteliklere sahip bir devri-
“toplumsal devrim”den söz edebiliyorsa, min programını ortaya koymak ve buna uy-
bunun tek nedeni, bu kavramların hala bi- gun adımlar atmak zorundadırlar. Bunlar bir
reyler ve kitleler üzerinde önemli bir etkiye yana bırakılarak, “devrim”, “toplumsal dev-
ve güce sahip olduğudur. Özcesi yapılmak rim”den söz etmek, yalın bir demagoji ol-
istenen, “uzlaşma/anlaşma masası”nda da- maktan bir adım öteye geçmez ve devrim
ha güçlü görünmekten ibarettir ve “devrim” beklentisi olan kitleleri aldatmaktan başka
kavramı bu masada en güçlü “koz” olarak bir anlama gelmez.
elde tutulmaya çalışılmaktadır. Türkiye oligarşisine ve Amerikan emper-
Aysel Tuğluk’un sözünü ettiği “devrim”, yalizmine “pazarlık masası”nda “devrim”den
“toplumsal devrim” sözcükleri, içeriksiz bi- söz ederek gözdağı vermek, bunu pazarlık-
çimde pazarlık masasına yatırılmaktadır. ta daha fazla talep kabul ettirmenin aracı
Türkiye devrimi, Türkiye devrimci hareket- olarak kullanmak, belki küçük-burjuvalar
leri ve genelde devrimci sol, kendi iradesi- için “akıllılık” olarak görünse de, eski söy-
ne rağmen bu pazarlık masasında bir “koz” lemle “taktik hevalım” olarak geçiştirilse de,
olarak kullanılmak istenmektedir. Şüphesiz tarihsel süreçlerde bu “akıllılık”ın ortaya çı-
bunun “Kürt sorunu”nun çözümünde ne ka- kartacağı sonuçlar büyük bir düş kırıklığın-
dar etkin bir “koz” olacağını zaman göste- dan başka bir şey olmayacaktır. Elbette Kürt
recektir. Ancak “devrim”, pazarlık masası- halkı, Kürt işçi ve köylüleri, şu ya da bu kü-
na “koz” olarak konulduğu andan itibaren çük-burjuva milliyetçi hayallerle aldatılabi-
devrimcilerin yapması gereken tek şey, bu- lir, ama bu aldatma sonsuza kadar sürme-
nun basit bir pazarlık “kozu” olamayacağı- yecektir.
nı, sorunun çözümünün tek yolu olduğunu Kürt halkının yapması gereken ve yapa-
ortaya koymak ve bu yönde hareket etmek- cakları şey, Türkiye işçi ve köylülerinin bir-
tir. leşik hareketiyle, Marks’ın ünlü sözüyle,
Aysel Tuğluk ya da onun sözlerinde ifa- “devrimi sürekli kılmaktır”. Küçük-burjuva
desini bulan Kürt ulusal hareketi, eğer “dev- demokratlarının, milliyetçilerinin “devrim”-
rim”den söz ediyorlarsa, bu sözlerinin gere- den söz ettikleri her yerde, onları gerçek bir
ğini yapmalarını beklemek de devrimden devrim yapmaya zorlamaktır. Ancak o za-
yana olan herkesin hakkıdır. man bu küçük-burjuvalar da, “devrim” söz-
Eğer söz konusu edilen bir “Kürt devri- cüğüyle oynamalarının, kendi çıkarları için
mi” ise, öncelikle siyasal iktidarın “T.C”den kullanmalarının ne denli “zararlı” olduğunu
alınması ve bu iktidar aracılığıyla yeni ve ile- göreceklerdir.
14
Mayıs-Haziran 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
Dışa Bağımlılık ve
Türkiye Örneği
sermaye birikimini daha da engeller. için, dıştan gelen sermaye, üretimin gerçek-
Gerçeklikte, bir ülkenin ekonomik kal- leşmesinin temel unsuru durumundadır. Dış
kınması, büyümesi, o ülke yurttaşlarının ar- sermaye yatırımı koşullarında ülke içinde
tan gelirleri, artan tüketimleri ve yükselen yapılan tek şey, “katma değer” adı altında
yaşam standartlarıyla somutlaşırken, aynı emek-gücünün değerinin bu sermayeye ak-
oranda ülke içi/ulusal sermayenin giderek tarılmasından ibarettir. Sermaye birikimi ya
büyümesi, daha büyük yatırımları yapar ha- da sermayenin kendisini büyütmesi ise, bu
le gelmesi demektir. Bir ülke kendi iç/ulu- üretim sonucunda elde edilen ürünlerin sa-
sal sermaye birikimine sahip değilse, kaçı- tılması sonucunda ortaya çıkan kârın ser-
nılmaz olarak üretimi gerçekleştirebilmek mayeye katılmasıyla sağlanır. Kârlardaki ar-
ve artırabilmek için dış/yabancı sermayeye, tış, aynı zamanda sermaye birikimindeki ar-
yani başka ülkelerin kendi iç/ulusal serma- tıştır, sermayenin büyümesidir. Büyüyen ser-
ye birikimine ihtiyacı vardır. Böyle bir ihti- maye ise, daha büyük yatırımların yapılma-
yaç, bağımlılık, kaçınılmaz olarak bu dış/ya- sı, daha büyük kârların elde edilmesidir. Bü-
bancı sermayenin istek ve çıkarlarının öne yüyen sermaye ve yatırım da, istihdamın bü-
geçtiği bir ekonomik ve siyasal ilişkiler ala- yümesi demektir. Büyüyen istihdam, daha
nı oluşturur. fazla emek-gücüne ihtiyaç duyulması de-
En yalın haliyle, ülke insanlarının ihtiya- mektir ve giderek çalışan nüfus artarken,
cı olan ekmeği üretebilmek için buğdaya ih- çalışan nüfusun toplam gelirleri de artar. Ar-
tiyaç vardır ve buğday ise ülke içi üretim- tan gelir de, bireysel tüketim gücünün artı-
den karşılanamadığı oranda dışardan ithal şını sağlayarak, bireylerin yaşam standartla-
edilmek durumundadır. Ülkenin herhangi rının yükselmesine yol açar. Bu nedenle, bir
bir ürünü böyle bir ithalatı “finanse” etmek ülkenin kalkınması, ülke ekonomisinin bü-
amacıyla satılır ve buradan elde edilen pa- yümesi, ülke yurttaşlarının yaşam standart-
ra/dövizle ihtiyaç duyulan ürün (örneğimiz- larının yükselmesinin temel koşuludur.
de buğday) ithal edilir. Bu durumda, ihra- Ama ülke ekonomisi dışa bağımlı, ser-
cat, ithalatı karşılamak için yapılan basit bir maye gereksinmesi dıştan sağlanıyor, yeni
değiş-tokuş işleminden başka bir şey değil- yatırımlar için dış/yabancı sermayeye ihti-
dir. yaç duyuluyorsa, o ülkenin bu üretim süre-
Bu değiş-tokuş işleminde öyle bir fark cinden elde ettiği tek gelir, sermaye dışı un-
ortaya çıkmalıdır ki, ihracattan elde edilen surların üretimde oynadıklara role bağlı ge-
gelirler ithalata ödenenden fazla olduğu lirlerden ibarettir. Sermaye ve emek-gücü
oranda, yeni ve ek sermaye olarak ülke için- çerçevesinde ele alındığında, böyle bir ül-
de yeni üretim alanlarına yatırılabilmelidir. kenin tüm geliri yabancı sermaye yatırımla-
Bu açıdan, dış ticaret dengesi, ithalat ile ih- rının kârlarını temin etmek amacıyla kulla-
racat gelirleri arasındaki fark “pozitif ”, yani nılan emek-gücünün gelirinden başka bir
ihracat geliri ithalattan daha fazla olursa, şey değildir. Burada sermayenin kârından
“ihracat” ya da “ihracata yönelik sanayileş- söz edilemediğinden, sermayenin büyüme-
me” ülkenin büyümesine katkıda bulunur, sinden, sermaye birikiminden de söz edile-
onun itici gücü olur ve böylece yurttaşların mez. Ülkenin gerçek tek sermayesi, emek-
genel refah seviyesi sürekli ve istikrarlı bir gücüdür. Emek-gücünün fiyatı (gelir) ise, iş-
biçimde yükselir. çi ücretleridir. Dışa bağımlı bir ülkenin ken-
Ama dış ticaret dengesi “negatif ”, yani di öz sermayesine sahip olabilmesinin tek
sürekli açık verir nitelikte olursa, ithalatı fi- yolu, bu işçi ücretlerinden yapılan zorunlu
nanse etmek için ülkenin olağan ve eski ya da gönüllü tasarruflardır. Yani işçinin al-
sermayesiyle üretilmiş olan tüm ürünler “ih- dığı ücretten daha düşük bir tüketimde bu-
raç” edilmek, yani satılmaz zorundadır. Zo- lunmasıdır. Sadece ücret ile tüketim arasın-
runda olunduğu için de, dış piyasalarda pa- daki bu fark, iç sermaye birikimini oluştu-
zarlık gücü yoktur, verilen her fiyatı kabul rabilir. Zaten sermayenin kârının temelinde
etmek zorundadır. işçi ücretlerinin asgari düzeyde tutulması
Bir üretimin gerçekleştirilmesi için ge- yattığından, böyle bir yolla sermaye biriki-
rekli olan “üretim girdileri”, sermaye (sabit minin sağlanması maddi olarak olanaksız-
sermaye ve hammaddeyi sermaye kapsa- dır.
16 mında ele alıyoruz) ve emek-gücü olduğu Ülke içi sermaye birikimi sağlanmadığı
Mayıs-Haziran 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
sürece, dış/yabancı sermaye ülkede faaliyet başka sonuç üretmez. İlk sermaye birikimi-
gösteren, yani üretimi gerçekleştiren tek nin nasıl sağlandığı bir tarafa bırakılacak
sermaye haline gelir. Dış/yabancı sermaye- olursa, varolan sermayenin büyümesi, sa-
nin böylesine tekelleşmesi ise, bu sermaye- dece ve sadece üretim sürecinden elde edi-
ye olağanüstü güç kazandırır. Artık bu tekel- len kârın (artı-değer) sermayeye katılmasıy-
ci sermaye, her durumda kendi kârlarını la olanaklı olduğunun unutulması ve unut-
maksimum noktaya yükseltecek taleplerde turulması, dışa bağımlılığın sürdürülmesinin
bulunabilir. Sermaye kârının kaynağı emek- ilk koşuludur.
gücü olduğundan, bu tekelci sermayenin ilk Elbette tüm değerlerin yaratıcısı emek-
ve temel talebi işçi ücretlerinin düşürülme- tir, emek-gücüdür. Bu anlamda sermayeyi
si olacaktır. İşçi ücretlerinin nominal olarak yaratan ve üreten emektir, emek-gücüdür.
düşürülmesinin toplumsal ve siyasal bede- Ancak emeğin, emek-gücünün böylesi bir
li çok ağır olduğundan, ücret indirimleri her temelde hareket etmesi başka şeydir, ser-
durumda emeğin yoğunlaştırılmasıyla sağ- mayenin egemen olduğu bir sistemde ya-
lanır. Giderek işçilerin yaşam koşulları bo- şanması başka şeydir. Emek-gücünü esas
zulur, eski yaşam standartlarının altına düş- alan üretim ilişkilerinin adı sosyalizm iken,
meye başlar. Eskiden bir kişinin çalışmasıy- sermayeyi esas alan üretim ilişkilerinin adı
la bir ailenin geçimi sağlanabilirken, şimdi kapitalizmdir. Dolayısıyla kapitalizm koşul-
aynı ailenin aynı yaşam standardını sürdü- larında emek-gücünün sermayenin gerçek
rebilmesi için birden çok kişinin çalışması varedicisi olduğundan söz etmek, sömürü-
zorunlu hale gelir. Süreç devam ettiği süre- len kitleyi teselli etmekten başka bir anla-
ce, bu daha fazla çalışma zorunluluğu do- ma gelmez. Bir kez daha yinelersek, kapi-
ğal sınırlarına ulaştığı andan itibaren, çalı- talizm koşullarında asıl olan sermayedir ve
şan kesimin tüketim gücü azalmaya başlar. sermaye birikimidir. Diğer bir ifadeyle, ka-
Bir dönem ek emek-gücüyle sağlanan ge- pitalizm koşullarında üretimin, ekonomik
lişme, şimdi ters yönde bir gelişmeyle (azal- gelişmenin, ekonomik kalkınmanın, birey-
ma) tamamlanır. sel ve ülkesel refahın temel unsuru serma-
Genel olarak kapitalizm koşullarında ser- yedir.
mayenin bu olağan hareketi, dışa bağımlı Ülke içi sermaye birikimine sahip olma-
ülkede dış/yabancı sermayenin ülke içi bi- yan ülkeler, dış/yabancı sermayenin kârları-
rikimi kendi birikimi haline dönüştürmesiy- nı maksimize edecek koşulları yaratmaktan
le birkaç misli hızla ve oranda ilerler. Ba- başka seçeneğe sahip değildir. “İhracata yö-
ğımlı ülke, üretimin sürdürülebilmesi için nelik sanayileşme” sloganıyla ortaya çıkar-
tekelci sermayenin tüm taleplerini yerine tılan ekonomik yapıda görüleceği gibi, bu
getirmeye zorlanır. Ülke içi birikim dışa ak- da bağımlı ülkenin yurttaşlarının sadece iş-
tarıldığından, dış/yabancı sermayenin kârla- gücü (emek-gücü) olarak üretimde yer al-
rını başka yollarla temin etmeye çalışır. İşçi dıkları ve bu oranda kendi paylarına düşen
ücretlerinin ve tarımsal ürünlerin fiyatlarının gelirle yaşamak zorunda kaldıkları bir dü-
düşürülmesinin doğal sınırlarına ulaşıldığın- zen ortaya çıkartır. Sermaye ulusal/ülkesel
da yapılacak fazla bir şey kalmaz. Kimi za- nitelikte olmadığından, bu sermayenin ha-
man özelleştirme adıyla, kimi zaman kamu reketi de ülke yurttaşlarının çıkarları doğrul-
arazilerinin satışıyla elde edilen gelirlerle bir tusunda hareket etmez. Tam tersine, kendi-
parça daha “finansman” sağlanabilse de, sini genişletme sürecinde, ülke yurttaşları-
bunun da doğal ve toplumsal sınırlarına ula- nın emek-gücü değerinin sürekli azaltılma-
şıldığında, bağımlı ülke için artık kendi var- sı yönünde hareket eder. Ülke ve ülkenin
lığından, hükümranlığından vazgeçmekten yurttaşları, adı ister ulusal-devlet olsun, hiç
başka seçenek kalmaz. bir biçimde kendi kaderlerini kendileri be-
Asıl sorun, kapitalizm koşullarında üreti- lirleyemez. Toplumun hangi ürünlere gerek-
min sermaye ve emek-gücü bileşeninden sinmesi olduğunu saptamak ve bu yönde
oluşan bir bütüne bağımlı olmasıdır. Serma- yatırım yapmak bir tarafa, kendi emek-gü-
ye dıştan getirilerek, ülke içi emek-gücünün cünün gelirini artırmak yönünde bile hare-
kullanılmasıyla sağlanan gelişme (üretim), ket edemez. Çünkü böylesi bir hareket dış/
her durumda “sermayenin geliri” olarak ka- yabancı sermayenin kârını azaltır, dolayısıy-
bul edilen kârın dışarıya aktarılmasından la da kabul edilemez bir durumdur. (Kıdem 17
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
ceği ücretten başka bir şeyin söz konusu ol- nin ve insanlarının refah düzeyinin gerçek
madığını görmezlikten gelirler. ve kalıcı yükselmesini sağlar.
Bugün Türkiye, sermayenin kendi dayat- Dışa bağımlı olmayan, bağımsız bir eko-
tığı koşullarda dışardan geldiği ve ülke için- nomik gelişmenin ve büyümenin nasıl sağ-
de sadece sınırlı ölçüde hammadde ve sı- lanacağı ise çok açıktır. 1960 sonrasında ya-
nırsız ölçüde emek-gücü kullandığı bir ülke pılan tartışmalar, planlamalar anımsandığın-
haline gelmiştir. Böyle bir ülkenin yurttaşla- da, bunun nasıl sağlanabileceği açıkça an-
rı, artık sadece hizmetler sektöründe çalı- laşılabilir. Bunun için Kurtuluş Cephesi’nin
şan işgücünden ibarettir. Komünist Manifes- 60. sayısında yayınlanmış olan “Alternatifi
to’nun bilinen sözüyle, “işçinin de vatanı Olmayan Tek Ekonomi Politika” ve 52. sa-
yoktur”. Bu koşullarda, o ülke yurttaşlarının yısında yayınlanan “‘Globalleşen’ Dünyada
ülkenin “bekası”yla ilgilenmeleri, ülkenin Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi?”
geleceğinden kaygılanmaları zaten beklene- yazılarına bakılması bile yeterlidir.
mez. Asıl olan bağımlılık yüzünden ödenen
Bugün Türkiye insanı için esas olan, ül- bedel ve bağımsızlık koşullarında elde edi-
kenin şu ya da bu toprağının, “çakıl taşının” lecek gelişme düzeyidir. Mayınların temiz-
kime ve nasıl verildiği ya da verileceği de- lenmesi karşılığında 44 yıllığına 216.000 dö-
ğil, ekonominin dışa bağımlılığı, ülke insa- nüm tarımsal arazinin hangi yabancı serma-
nının dış sermayenin ucuz işgücü olarak tü- yenin yatırım alanı olacağını tartışmak yeri-
ketilmesidir. Kredi kartları gibi yapay uyarı- ne, bu tarımsal arazide yapılacak ulusal üre-
cılarla sağlanan tüketim artışına aldanarak, timin ülke kalkınmasına ve ülke insanına
ülkenin dışa bağımlılığının getirmiş olduğu neler sağlayabileceğini saptamak önemlidir.
sonuçlara katlanmak zorunda kalacak olan Emek-gücü, üretim için gerekli araçlara sa-
insanlar, her durumda ülkenin kendi dina- hip olduğu sürece herşeyi vareden ve üre-
mikleriyle kalkınması ve büyümesinin ken- ten tek güçtür. Doğal olarak da, emeğin
di bireysel gelirleri açısından nasıl bir katkı- ürünleri de, emeğin sahiplerine ait olacak-
da bulunacağını gözönüne almak zorunda- tır.
dırlar. Ülke içi kaynaklara dayanan gerçek İşte dışa bağımlı bir ülkenin gerçek kur-
bir ekonomik büyüme, her durumda ülke- tuluş yolu böylesine yalın ve basittir.
19
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
HÜSEYİN CEVAHİR
1 HAZİRAN 1971
İSTANBUL/MALTEPE
1947’de Tunceli’de doğdu. Yüksek öğrenim için Ankara Siyasal Bilgiler Fa-
kültesine girdi. Burada devrimci gençlik hareketlerine katıldı. Dev-Genç için-
de yer alan Hüseyin yoldaş, Mahir Çayan yoldaşla bu mücadele içinde tanış-
tı. THKP-C’nin oluşum sürecinde yer aldı ve kurucularından oldu. Oluşturu-
lan ilk Genel Komite’de yer alarak, Doğu Anadolu Bölge Sorumluluğu’nu üst-
lendi.
THKP-C’nin 1971 yılında başlattığı Öncü Savaşının ilk evresinde gerçek-
leştirilen merkezi eylemlerin içinde yer aldı. İstanbul’da şehir gerillasının ya-
ratılması amacıyla alınan karar üzerine Mahir yoldaşla birlikte buraya geçti.
Has’ların günlük hasılatlarının kamulaştırılması ve siyonist ajan E. Elrom’un
tutsak alınması eylemlerine katıldı.
Elrom eylemi üzerine oligarşinin başlattığı kuşatma ve imha operasyonu
sırasında, 29 Mayıs 1971’de Mahir yoldaşla birlikte İstanbul-Maltepe’de kuşatıl-
dılar. Bu iki “adalı”nın üç gün süren kuşatması, 1 Haziran günü başlatılan ope-
rasyonla sonlanırken, Cevahir yoldaş şehit düştü, Mahir yoldaş ağır yaralı
olarak tutsak edildi.
Cevahir yoldaşın sanat ve kültür üzerine yayınlanmış çeşitli yazıları yanın-
20 da, Küba Devrimi üzerine bir yazısı bulunmaktadır.
Mayıs-Haziran 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
21
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
TKP(M-L) VE TİKKO’NUN
KURUCUSU VE ÖNDERİ
İBRAHİM KAYPAKKAYA
18 MAYIS 1973
DİYARBAKIR
Mayınlar,
Azınlıklar,
Yabancı Sermaye ve
Toprak Reformu
sa, bir kez daha ülkenin ekonomik ve siya- yük İsrail” planlarıyla ilgiliydi. Bir başka
sal bağımlılık ilişkilerinin sorgulanması için “strateji uzmanları”na göre ise, İsrail’in böl-
uygun bir ortam yarattı. Ancak sapla saman geye gösterdiği ilginin arka planında ABD’nin
karıştırılarak, “paranın dini, imanı” ile “kü- “Büyük Orta Doğu Projesi” yatmaktaydı. Bu
resel sermaye”nin yaratacağı “istihdam ve “strateji uzmanları”na göre, ABD, Ortadoğu’-
refah”, “azınlıklara faşizan yaklaşımlar” gös- daki uzantısı İsrail aracılığıyla Arap dünyası-
terildiğine ilişkin açıklamalarla karmakarı- nı Kuzey’den, yani GAP bölgesi üzerinden
şık hale getirildi. kuşatarak, Kuzey Irak’taki Kürt “federe dev-
Sorun, yalın haliyle Ottowa Mayın Yasa- leti”yle bağlantı kurarak ve “yahudi Kürt-
ğı Anlaşması kapsamında Suriye sınırların- ler”le birleşerek Ortadoğu’da mutlak bir
daki kara mayınlarının temizlenmesi soru- egemenlik sağlamayı planlıyordu.
nudur. Doğal olarak böyle bir temizlemenin Bu “strateji uzmanları”nın iddiaları her
kimin tarafından, nasıl yapılacağı ve kaça ne kadar “komplo” teorileri kapsamına gi-
mal olacağı gibi teknik-askeri bir konuyu riyorsa da, içerdiği jeo-politik unsurlar ne-
kapsamaktadır. “Dünyanın en büyük ordu- deniyle kolayca yabana atılabilecek iddialar
larından birisine sahip” olmakla övünülen da değildi. Ancak bu iddialar AKP için, sa-
bir ülkede, bu türden teknik-askeri bir ko- dece ABD’yle “iyi geçinme”, ABD’nin icaze-
nuda tek kurumun TSK olduğu da çok açık- tinin sürdürülmesini sağlama açısından
tı. Ortada “büyük” bir ordu vardı, doğal ola- önemlidir. Bu nedenle de, “işin içinde”
rak da bu mayınları bu ordu temizleyecek- ABD’yi ilgilendiren böylesi bir jeo-politik du-
ti. rum varsa, bundan yararlanmak gerekirdi.
Öyle olmadı. Öte yandan yaşanılan finans krizi koşul-
TSK, birkaç ön çalışma sonrasında bu larında cari açığı kapatmak için eskisi gibi
büyüklükteki bir arazideki mayınları kendi “sıcak para” bulunamayacağı da ortadadır.
olanaklarıyla temizleyemeyeceğini, yeni Özelleştirmelerle sağlanan “doğrudan ser-
araç ve gerecin alınması gerektiğini, bunun maye yatırımları” da durma noktasına gel-
için de yüz milyon dolardan fazla bir para- miştir. Bu koşullarda “taze para” bulmak
ya ihtiyaç olduğunu hükümete bildirdi. için mayınlı arazinin 44 yıllığına yabancı ser-
TSK’nin bu “görüşü”nü değerlendiren AKP mayeye kiralanması bir “fırsat”tı. 216 bin dö-
hükümeti, bunun Turgut Özal’ın “icadı” ola- nüm arazide yapılacak “organik tarım”ın ge-
rak bellenmiş “yap-işlet-devret” modeliyle tirisi ve yaratacağı istihdamın da, AKP’nin
halledilebileceğine karar vererek, mayınlı bölgedeki oy gücünü artıracağı da hesaba
arazinin temizleyen şirkete 44 yıl süreyle ki- katılmıştı. Mayın Yasağı Anlaşması bu bakış
ralanmasına ilişkin bir yasa hazırladı. açısıyla “bir taşla üç kuş” vurmanın daha da
Her zaman olduğu gibi, “feodal-tacir” şe- ötesine geçirilebilirdi.
riatçı düşünce yapısı, böylesi bir “kiralama” Tayyip Erdoğan’ın yasaya karşı çıkanları
yöntemiyle “bir taşla birden çok kuş vur- “yabancı sermaye düşmanı” ilan etmesi, bir
ma”nın olanaklı olduğunu görerek hareke- adım öteye geçerek “azınlıklara karşı faşi-
te geçti. Mayın temizleme konusunda dün- zan yaklaşım” olarak tanımlaması, tüm bu
ya çapında faaliyet yürüten ve Ottowa an- hesapların içinde “belagat” ve demagoji sa-
laşmasının kurallarına uygun biçimde ma- natını öne geçirdi.
yınları temizleyecek şirket sayısı sınırlı oldu- Böylesi bir ortamda, tartışanlar da neyi
ğundan, yasanın uygulanması durumunda tartıştıklarını bilemez hale geldiler. Başta
“mayın temizleme ihalesi”nin büyük ölçü- CHP olmak üzere, tüm “muhalefet”, “haşa,
de İsrailli şirketlerce alınacağı da açıktı. sümme haşa” diyerek ne kadar yabancı ser-
İsrail ise, uzun yıllardır GAP bölgesiyle, maye dostu olduklarını gösterme yarışına
GAP bölgesindeki tarımsal araziyle “yakın- girerken, mayından temizlenen arazinin “ül-
dan ilgilenmiş”tir. En popüler ifadesiyle, ke insanlarına” verilmesi gerektiğine ilişkin
dünyanın su kaynaklarının denetimi ve kü- sözler de duyulmaya başlandı.
resel ısınmayla ortaya çıkacağı iddia edilen Her ne kadar “medya”da fazlaca yer ve-
gıda sorunu çerçevesinde bu “ilginin” stra- rilmese de, “ilgililerin” çok yakından izledik-
tejik nitelikte olduğu çokça tartışıldı. Kimi leri ve bildikleri şey, mayından temizlenen
“strateji uzmanları”na göre, İsrail’in GAP arazinin “organik tarım” için çok elverişli ol-
bölgesine gösterdiği “ilgi”, siyonizmin “Bü- duğudur. “Organik tarım” ise, Avrupa’da ge- 25
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
Krizin Dibi ve
Keynes’in Kemikleri
Ekonomiyle az çok ilgisi olan herkesin nişlemenin sonuçları ise 2007’de mortgage
1980 sonrasında sıkça duyduğu iki isim var- piyasasında başlayan dalgalanmalarla görül-
dır: Milton Friedman ve John Maynard Key- meye başlanmış ve 2008 Ekim ayındaki fi-
nes. nans kriziyle dünya çapında bir krize yol aç-
1980’de ABD’nin faiz oranlarını yükselt- mıştır.
mesiyle birlikte patlak veren ve bir kaç yıl Buraya kadar özetlediğimiz 1980-2008
içinde geri-bıraktırılmış (burjuva iktisat di- arasındaki dünya ekonomisindeki bunalım
liyle “gelişmekte olan”) ülkeleri yaklaşık on ve krizler, belli periyotlarla sürekli yinelenen
beş yıl süren büyük bir borç krizine sürük- klasik kapitalizmin ekonomik bunalımların-
leyen dünya ekonomik bunalımı, neredey- dan (bunun derinleşmiş hali olarak ekono-
se Keynesciliğe karşı Friedmancılığın savaşı mik krizler) başka bir şey değildir. Tüm ka-
ve zaferi olarak anılır. pitalist ekonomik bunalımlar gibi, bu buna-
1995’lere gelindiğinde, 1980 dünya eko- lım ve krizler de genel niteliktedir, yani tüm
nomik bunalımından on beş yıl sonra, geri- kapitalist-emperyalist dünya ekonomisini et-
bıraktırılmış ülkelerdeki borç krizi, diğer ifa- kisi altına alan bunalım ve krizlerdir. Ve ka-
deyle yüksek enflasyon dönemi sona erer- pitalizmin irsi hastalığı olan aşırı-üretim bu-
ken, Türkiye dışında pek çok ülkede enflas- nalımlarının değişik görünümlerine ve aşa-
yon büyük ölçüde denetim altına alınmış- malarına denk düşer.
ken yeni bir kriz dalgası 1997 Asya Krizi’yle En bilinen, ama hemen hemen hiç bir
birlikte ortaya çıkmıştır. 1997 kriziyle Japon burjuva ve küçük-burjuva iktisatçının tahlil
ekonomisi kronik bir durgunluğa girerken, etmeye kalkışmadığı bu aşırı-üretim buna-
aynı zamanda Japonya’nın dünya ekonomi- lımları, adından da anlaşılacağı gibi, üreti-
si içindeki yeri ve önemi büyük ölçüde sar- min satışlardan daha fazla olduğu, yani ar-
sılmıştır. Bu krizin ardından patlak veren zın talebi aştığı, dolayısıyla üretilmiş malla-
2000 krizi, bütün emperyalist ekonomileri rın satılamadığı bir durumda ortaya çıkan
etkisi altına alırken, krizden en fazla etkile- bunalımlardır. Kapitalist, mal (meta) üret-
nen sektör telekomünikasyon şirketleri ol- mek için sermayesini yatırmış, gerekli üre-
muştur. Enron’un iflası 2000 krizine damga- tim araçlarını satın almış, hammadde temin
sını vurmuş ve ardından gelen finansal ge- etmiş ve üretime geçmişken, ürettiği ürün-
nişlemeyle kriz geçiştirilmiştir. ler pazarda satılamaz duruma gelmişse, or-
2000 krizini geçiştirmede, bir başka ifa- tada bir aşırı-üretim, yani tüketicilerin satın
deyle ötelemede kullanılan finansal araçlar alma güçlerinin ötesinde ürün fazlası orta-
büyük bir genişleme göstererek, dünyadaki ya çıkar. Bu durumda der Keynes, asıl olan
meta fiyat/değer ilişkisini büyük ölçüde de- “eksik tüketim”i ortadan kaldırmak, yani tü-
ğiştirmiş, metaların değerleri olağanüstü bo- keticilerin alım gücünü artırmak, bu ürünle-
yutlarda düşerken fiyatlar ya yükselmiş ya rin satılabilmesi için (ve bunalımdan çıkış
da aynı düzeyde kalmıştır. 2000 krizini öte- için) tek yoldur.
lemede kullanılan finansal araçlardaki ge- Marks’ın kapitalist ekonominin eleştiri- 27
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
ya vergi gelirlerinin artırılmasıyla ya da dev- bir yandan tüm ülke içi üretim ihracata yö-
letin piyasalara borçlanmasıyla (hazine bo- neltilirken, diğer yandan kamu kuruluşları
noları vb. yoluyla) olanaklıdır. Vergi gelirle- hızla özelleştirilmeye başlanmıştır. “İhracat
riyle bütçe açıklarının kapatılması (toplum- hamlesi” ve özelleştirmelerle elde edilen
sal ve siyasal maliyeti bir yana bırakıldığın- gelirler de dış borçların ödenmesinde kul-
da), amaçla, yani aşırı-üretime ek talep ya- lanılmıştır. 1980 dünya ekonomik bunalımı-
ratma amacıyla çelişir. Dolayısıyla tek yol, nın 1995’lere kadar geri-bıraktırılmış ülke-
devlet iç ve dış borçlanmasının artırılması- lerde “borç krizi” olarak sürmesinin nedeni
dır. Devletin borçlanma gereksinmesi arttı- de budur.
ğı oranda, faiz oranları da yükselir. Faiz Yine de aşırı-üretim, her zamanki sorun
oranlarındaki yükseliş de, devletin borçlan- olarak emperyalist ekonomilerin birincil so-
ma gereksinmesini (“kamu finansmanı”) runu olmayı sürdürürken, devletin bütçe
daha da artırır. Bu kısır döngü büyüyerek sü- açıklarıyla içine düştüğü durum devletin bu
rer. duruma müdahalesini neredeyse olanaksız
Bu kısır döngü, sonuçta Keynesçi teori- hale getirmiştir. Bir yanda aşırı-üretim soru-
nin, yani enflasyonist politikanın sorunları nu, öte yanda ise bu soruna hiç bir biçim-
çözmekten çıkması, yeni sorunlar yaratma- de müdahale edemez duruma gelmiş dev-
sına yol açar. 1960’larda başlayan ve 1980 let sözkonusudur. İşte bu ortamda tüm ka-
dünya ekonomik bunalımıyla birlikte doruk mu kuruluşları satışa çıkarılmış, devlet eko-
noktasına çıkan bu sorunlar, genel ifadeyle nomiden “elini” çekmiş, kamunun her tür-
“enflasyon/bunalım” ikileminin içinden çı- lü ekonomik yatırımı durdurulmuştur. Bu-
kılamaz hale geldiği, sürekli ekonomik kriz- nun karşılığında, “ekonomide liberalleşme”
lerin patlak verdiği yirmi yıllık bir süreç or- demagojisiyle, özel finans kuruluşlarına bir
taya çıkarmıştır. çeşit para basma yetkisi verilmiş, bir ölçü-
1980 dünya ekonomik bunalımının özü, de merkez bankası işlevi ile donatılmıştır.
aşırı-üretim bunalımlarının şiddetini azalt- Her türlü özel finans kuruluşuna “paramsı”
mak amacıyla uygulanan devletin ekonomi- araçlar üretme ve yaratma izni verilmiştir.
ye müdahale politikasının (enflasyonist po- Aşırı-üretime talep bulmak için düne kadar
litikanın) iflas edişidir. Çünkü devlet, özel devletin finanse ettiği “ek talep”, şimdi özel
olarak ABD, aşırı bütçe açıklarını finanse finans kuruluşlarının “türev” araçlarıyla sü-
edemez hale gelmiştir. (Ki burada ABD’nin rekli ürettikleri ve büyüttükleri finansal araç-
“dünya jandarmalığı” işlevini yerine getir- larla, kağıtlarla finanse edilmeye başlanmış-
mek için yaptığı askeri harcamalar da tır. Bir bakıma devlet, finans alanındaki ege-
önemli bir bütçe açığı nedeni olmuştur. menliğini özel finans kuruluşlarına devret-
Özellikle de Vietnam savaşı.) Aşırı-üretim miştir. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağıtıl-
sorunu varlığını her zamanki gibi sürdür- mışlığıyla ortaya çıkan “yeni pazarlar”ın aşı-
mekle birlikte, bütçe açıklarının meydana rı-üretimin “tüketilmesi” için finanse edil-
getirdiği dengesizlik bu sorunun önüne geç- mesiyle ortaya çıkan finansal/parasal geniş-
miştir. leme bu durumu olağanüstü boyutlara taşı-
İşte bu koşullarda “sıkı para politikası” mıştır.
denilen Friedmancılık uygulamaya sokula- 1993 ekonomik krizi, bu özel finans ku-
rak “bütçe disiplini” sağlanmış, devlet/kamu ruluşlarına aktarılmış “enflasyonist” politika-
harcamaları büyük ölçüde kesilmiş, bütçe nın ilk ciddi krizi olarak ortaya çıkmışsa da,
açıkları kapatılabilir/finanse edilebilir boyut- “anti-enflasyonist” politikaların (Friedman-
lara indirilmiştir. cılık) yeniden devreye sokulmasıyla kısa sü-
Ama bütçe açıkları karşısında ikincil ha- rede geçiştirilmiştir. Her ne denli geçiştiril-
le gelmiş olan aşırı-üretim varlığını sürdür- miş olsa da, özel finans kuruluşlarının mer-
düğünden, birincil sorun haline gelmekte kez bankalarının ve hazinenin işlevlerini ye-
fazla gecikmemiştir. 1980 sonrasında em- rine getirmeye yöneltilmesinin, geçmişteki
peryalist ülkelerde “sıkı para politikası” uy- devlet müdahalesiyle özdeş sorunlar yarat-
gulanırken, emperyalizme bağımlı ülkeler- tığı açıkça görülmüştür.
de dış borçların ödenmesi için tüm ülkesel Buna rağmen bu “özel finansal genişle-
varlıkların elden çıkartılması gündeme geti- me” politikası sürdürülmüştür. Bunun ilk bü-
rilmiştir. Böylece geri-bıraktırılmış ülkelerde, yük etkisi ise 1997 Asya Krizi’yle birlikte or- 29
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
taya çıkmış ve Japon ekonomisini günümü- müş olan özel finans kuruluşları devletleşti-
ze kadar süren “durgunluk”a sürüklemiş- rilmiş, işlevleri (ki baştan itibaren belirttiği-
tir.* miz gibi aşırı-üretimi finanse etmektir) dev-
2000 krizi ve Enron olayı, bir kez daha let tarafından üstlenilmiştir. Yeni bir Keynes-
kamu harcamaları yerine özel finans kuru- cilik dönemine girilmiştir.
luşları aracılığıyla sağlanan finansal genişle- 1929-1980 arasında yaşandığı ve görül-
meyle aşırı-üretimin finanse edilmesinin, düğü gibi, Keynesçi politika, ilk dönemde
geçmişteki gibi büyük finans krizine yol aç- aşırı-üretime ek talep yaratarak krizin aşıl-
tığını ortaya koymasına rağmen, emperya- masını sağlarken, bir dönem sonrasında bü-
list ekonomilerin kapitalizmin bu irsi hasta- yük bir enflasyon sorunu ortaya çıkarmıştır.
lığından kurtulmaları olanaksız olduğundan, Bugün özel finans kuruluşlarının “türev
aynı “uyuşturucu”yu ya da “uyarıcı”yı alma- araçlar”la yarattığı aşırı sermaye genişleme-
yı sürdürmüşlerdir. siyle ortaya çıkan varlıkların değer yitirme-
Mortgage krizi ya da Ekim 2008’de baş- si, bu “yeni” politikanın sonucu olacak olan
layan finans krizi, aşırı-üretim krizlerini en- enflasyon nedeniyle bir kez daha ortaya çı-
gellemek amacıyla özel finans kuruluşları kacaktır.
aracılığıyla ek talep yaratılması politikasının Bugün krizin “dibi bulundu”, “kriz aşılı-
ortaya çıkardığı sorunların en uç noktasıdır. yor”, “ekonomi canlanıyor” türünden değer-
Gelinen yer, Ekim 2008 öncesinde özel fi- lendirmeler tümüyle devlet müdahalesiyle
nans kuruluşlarının “türev araçlarla” ürettik- yaratılan ek talebin getirmiş olduğu canlan-
leri sanal kredilerle sağlanan ekonomik bü- madan ibarettir. Devlet harcamaları arttığı
yümenin daha fazla sürdürülemez olduğu oranda bu canlanma bir süre daha devam
yerdir. Diğer ifadeyle, geçmişte Keynesçi po- edecektir. Ancak ne tarihler 1929’u göster-
litikalar çerçevesinde devletin karşılıksız pa- mektedir, ne de dünya ekonomisi 1929-1980
ra basarak ürettiği finansal kaynakların 1980’ dünya ekonomisidir. Çok bilinen ünlü diya-
de içine girdikleri büyük krizin yeni bir ver- lektik ifadeyle, “aynı ırmakta iki kez yıkanı-
siyonu söz konusudur. lamaz”. 1980 sonrasında emperyalist eko-
Bu durumda, uzun yıllardır ciddi bütçe nomilerin devlet müdahalesinden özel fi-
açıkları vermeyen, daha doğrusu bütçe nans kuruluşlarının finansal araçlarına geçi-
açıklarını finanse etmekte zorlanmayan dev- şi sağladıkları kadar kolay olmayacaktır. Çok
letin devreye girmesinden başka bir seçe- kısa süreli canlanmayı, çok daha büyük ve
nek bulunmamaktadır. Diğer ifadeyle, 1980’- enflasyonla birleşmiş yeni bir kriz dalgası-
de aşırı-üretime ek talep yaratmak için dev- nın izleyeceği açıktır. Devlet müdahalesi, bir
let müdahalesinin yarattığı krizin “özel fi- süre için, bir yandan özel finans kuruluşla-
nans kuruluşları” aracılığıyla aşırı-üretime rının soluk almasını sağlarken, diğer yandan
ek talep yaratılması şeklinde sürdürülmesi- devlet harcamaları aracılığıyla ek bir talep
nin yarattığı kriz, bu kez ters biçimde, dev- yaratacaktır. Devlet harcamalarının artırıl-
letin müdahalesiyle aşılmaya çalışılmakta- ması “bütçe disiplini”ni bozacak, bütçe
dır. Ortalıkta uçuşan trilyon dolarlık devlet açıklarının büyümesine yol açacak ve dev-
müdahaleleri de bu aşmanın görüntüleri ol- letlerin daha büyük borçlanmaya gitmeleri-
duğu kadar, aynı zamanda krizin ne kadar ne neden olacaktır. Devlet borçlanmasının
ağırlaştığının göstergeleridir. artması da, faiz oranlarının yükselmesine
Şimdi devletler ekonomiye müdahale et- yol açarak özel finans kuruluşlarının “risk-
mektedirler. Bu ise, en açık ifadesiyle, aşı- siz” devlet kağıtlarını satın almasını getire-
rı-üretim sorununun (burjuva ekonomistle- cek ve bu yolla bu finans kuruluşlarının kâr-
ri için “ekonomik büyüme”nin sürdürülme- larının artması sonucunu doğuracaktır. An-
si sorunu) bir kez daha enflasyonist politi- cak bu kez iflas tehdidi altında olan özel fi-
kalarla ek talep yaratarak aşılmaya çalışıl- nans kuruluşları değil, doğrudan devlettir.
masıdır. Emperyalist ülkelerde, özel olarak AB’de
Bu politika yönelimiyle piyasalara büyük bu “yeni” politikayı uygulamada görülen ka-
ölçüde para pompalanmış, zor duruma düş- rarsızlık, bu iflas tehlikesinin yaratacağı re-
jim sorunundan kaynaklanmaktadır. Ama
* Buradaki “durgunluk”, yani resesyon, NBER’nın başka seçenekleri de yoktur.
30 kullandığı teknik resesyon değildir. Bugün şunu açıkça söyleyebiliriz: Yaşa-
Mayıs-Haziran 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
nılan finans krizi karşısında devletin ekono- runlar doğurarak “yeniden yapılanma” ge-
miye müdahale etmesi ve durgunluğa kar- rekliliğini daha fazla dayatacaktır. Bütün so-
şı ek talep yaratmak amacıyla devlet harca- run, geniş halk kitlelerinin, fiyatla hiç bir iliş-
malarının artırılması, bir süre için ekonomi- kisi kalmamış değersiz mallar için ödedik-
de canlanmayı sağlasa bile, benzer finans leri bedeli ödemeyi sürdürüp sürdüremeye-
krizi bu kez devlet düzeyinde ortaya çıka- cekleridir. Kapitalizmin ekonomik krizleri,
caktır. Kriz ne kadar gerçekse, bu durum ve bir sonraki dönem daha şiddetli olarak or-
bunun yaratacağı rejim krizi de o kadar ka- taya çıkmak üzere şöyle ya da böyle geçiş-
çınılmazdır. tirilebilir, ama üretilmesi için toplumsal ba-
Elbette geniş kitleler açısından bu dev- kımdan gerekli emek-zamanının olağanüs-
let müdahalesi ek bir tüketim olanağı yara- tü düştüğü bir dönemde bu mallar için kit-
tarak kitlelerin bu politikayı desteklemeleri- lelerin ödedikleri bedel (fiyatlarda ifadesini
ne neden olacak ve kısa dönemde “rejim”in bulan bedel) değişmeden kalacaktır. Bu fi-
“sapasağlam” olduğu yanılsamasını ürete- yat/değer ilişkisindeki bozulma, üretim iliş-
cektir. Ama kriz dinamikleri giderek geniş- kileri değiştirilmeksizin düzeltilemez. Bugün
lemekte ve devasa boyutlara ulaşmaktadır. ekonomik krizin “dip” yaptığı söylemlerinin
Özellikle 1980’den günümüze kadar geçen yoğunlaştığı bir aşamada, Keynes’in kemik-
süreçte fiyat/değer ilişkisinde meydana ge- lerini mezardan çıkartmak bu gerçeği de-
len anormal değişim, enflasyondaki artışa ğiştirmeyecektir.
paralel olarak tüm sistemi tehdit eden so-
31
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
Türkan Saylan
ve Küçük-Burjuva Aydınlarının Çıkmazı
nıydı, ama politik duruşu ve tutumu, her- mayan yollardan örgütlenmek ve siyasal ik-
hangi “sol” küçük-burjuva aydınının duruşu tidarı devirecek bir gücü oluşturmak zorun-
ve tutumundan farksızdı. Onlar gibi, kimi za- ludur. Eğer bu güç, silahlı bir güç olmak du-
man AB destekçilerinin saflarında göründü, rumundaysa, kaçınılmaz olarak bu örgütlen-
kimi zaman “globalistler”in projelerini des- me de silahlı bir örgütlenme olmak zorun-
tekledi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derne- dadır. “Merak etmeyin ordu var”a duyulan
ği’ne AB’nin ve Soros’un “ilgisi”nden de çok inanç, açıktır ki, siyasal iktidarın ancak si-
fazla rahatsız olduğu söylenemez. Kendi lahlı bir güç tarafından görevden uzaklaştı-
sözleriyle, “ne olduysa her şey 1 Mart tezke- rılacağı inancını kendi içinde taşır. Ama kü-
resine karşı çıktıklarında” oldu. AB’ciler, çük-burjuvazi ve onun aydınları, böyle bir
“globalistler”, Sorosçular Türkan Saylan ve örgütlenmeyi sağlama yeteneğinde olma-
çevresini hızla terk ettiler. Artık onların göz- dıkları gibi, böyle bir örgütlenmenin ve mü-
desi AKP ve “ılımlı islam”cılardı. cadelenin “risk”ine girebilecek özelliğe de
Böylece Türkan Saylan, kendi bilinçli po- sahip değillerdir. Marks’ın sözleriyle, onlar,
litik tutumundan daha çok, kendisini şu ya sadece “toplumsal koşullarda mevcut top-
da bu biçimde kullanmaya çalışmış olan ke- lumu kendisi için olabildiğince katlanabilir
simlerin karşı tutumlarıyla “laik” kesimin ve rahat hale getirecek bir değişiklik için ça-
önderi haline geldi. Ama aynı oranda da, bu balar”. Muhalif oldukları ve şiddetle karşı
“laik” kesimin küçük-burjuva niteliğinin na- çıktıkları siyasal iktidarı ortaya çıkartan top-
sıl bir tutarsızlık içinde olduğunu da ortaya lumsal ve ekonomik sistemle bir alıp vere-
koydu. medikleri yoktur. Onların tek sorunu ve an-
Küçük-burjuvazi güce tapar. Küçük-bur- layamadıkları şey, varlığını sürdürmesinden
juvazi, hemen her zaman güçlüden yana ol- yana oldukları sistemin nasıl olup da böyle-
ma eğilimindedir. Küçük-burjuva demokrat- sine bir “karşı-iktidar” ortaya çıkardığıdır.
ları, zaman zaman kendi başlarına bir hare- Bugün küçük-burjuva aydınları, Türkan
ket oluşturmaya çalışsalar da, her durumda Saylan’ın kişiliğinde “şeriata” karşı “askeri
bencillikleri, bireycilikleri nedeniyle sürekli darbe”nin çıkar yol olmadığını kabul etmiş
ve kalıcı biçimde örgütlenemezler. Dolayı- görünmektedirler. Ancak bildikleri tek
sıyla da sürekli ve uzun vadeli bir mücade- “yol”un çıkar yol olmadığını görmeleri tek
le sürdüremezler. Her durumda kendi sınıf- başına bir şey ifade etmemektedir. “Şeriat-
sallığına değil, kendi sınıfından çıkacak bir çılık”a karşı mücadeleyi sürdürme çabası
“önder”e ihtiyaç duyarlar ve bu “önder”in ve kararlılığı göstermedikleri sürece, “aske-
kendi kendine ortaya çıkmasını beklerler. ri darbe” adı anılmaksızın yine “tek yol” ola-
Hiç biri böyle bir “önder”lik için riske gir- rak görülmeye devam edecektir.
mez, ama “önder” olmak için yanıp tutuşur- Ama bu da yeterli değildir. Aynı zaman-
lar. Kendi köşelerinde değerlerinin anlaşıla- da küçük-burjuvazinin sağ kanadını artık
cağı günü beklerler. Türkan Saylan gibi ken- dostu olarak görmekten vazgeçmelidirler.
dilerine doğal bir “önder” bulduklarında, Daha da önemlisi, Sovyetler Birliği’nin dağı-
her şeyi yapabileceklerine inanırlar. Bu tılmışlığıyla birlikte savruldukları AB’ci ve
inançları ne kadar büyük olursa, “önder”le- “globalist” saflarla da tüm ilişkilerini kesme-
rini kaybettiklerinde de o kadar yılgınlığa leri gerekmektedir. Bu, aynı zamanda, “glo-
düşerler. balist” ve AB’ci saflarda yer aldıkları zaman
Dün “merak etmeyin ordu var” ile ken- içinde ürettikleri yanılsamaları ve yarattıkla-
dilerini avutan küçük-burjuva “laik” aydın- rı olumsuzlukları ortadan kaldırmaları yö-
ları, bugün Türkan Saylan’ı kaybetmenin nünde çaba göstermelerini de gerektirir.
“yeisi” içinde sessizleşirken, küçük-burjuva- Türkan Saylan, böylesi açmazlar ve zor-
zinin bu sınıfsal özelliklerini apaçık ortaya luklar içinde olan küçük-burjuva aydınları
koymuşlardır. için bir “umut” olmuşsa, bundan çıkartıla-
Şüphesiz, Che’nin sözüyle ifade edersek, cak dersler iyi bilinmeli ve iyi anlaşılmalıdır.
“hileli olsun ya da olmasın seçimle işbaşı- Bu derslerin ilk sırasında ise, devrimcileri
na gelmiş” bir siyasal iktidarı devirmek ko- ve devrimci örgütleri “uzak durulması gere-
lay olmadığı gibi, yasal olarak da “suç”tur. ken tehlikeli varlıklar” olarak görmekten
Böyle bir “suç”u işlemek için ise, yasal ol- vazgeçmeleri yazılıdır.
33
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
Taksim’in Fethi:
Makuller Taksim’e Girdi,
“Marjinaller” Çatıştı!
1 Mayıs 2009, işçi sınıfının mücadele ta- eden bu “irade”, Taksim’i feth etmenin coş-
rihine “makul” bir “emekçi” “kalabalığı” ica- kusuyla halaya durduklarında, “medyatik”
zetli 1 Mayıs’ı olarak geçecektir. söylemle, “marjinaller” Taksim’e ulaşabil-
Bu büyük bir iddia değildir, gerçeğin ya- mek için sokak aralarında çatışıyorlardı.
lın bir ifadesidir sadece. “Marjinaller”in sokak aralarındaki çatış-
Yıllardır legal olmak adına iktidar sahip- malarında polisin kullandığı “orantılı güç”ün
lerinden icazet alma peşinde koşan ve za- ürünü olan gaz bombalarının kokusu bile
man zaman bu icazeti alan “emekçi örgüt- Taksim fatihlerini huzursuz etmişse de, ha-
leri”nin 2009 1 Mayıs “huruç harekatı”, ken- laya durmaktan, “işte Taksim, işte 1 Mayıs”
di söyleyişleriyle, “gazlanarak” Taksim’e çık- sloganları atmaktan alıkoymamıştır.
ma “iradesi”nin tezahürü olmuştur. Tüm “makul”lükler içinde ve oyunun ku-
İstanbul valisi ve emniyet müdürünün ralına uygun olarak hazırlanmış derme çat-
muhatabı olarak ortaya çıkan “emekçi ör- ma “çelenkler” eşliğinde yürütülen fetih yü-
gütleri”, DİSK, KESK ve TTB “makul kala- rüyüşü, “marjinaller”in çatışmaları ve gaz
balık”la “1977 katliamında ölenlerin anısına bombalarının duman “efekti” eşliğinde za-
Taksim anıtına çelenk koymak” için, kendi- fere ulaşırken, fatihler sokak aralarında ça-
lerine eklemlenen “aydınlar” ve icazetli tışan, coplanan, yaralanan insanların varlı-
“komünistler”in eşliğinde Taksim’e doğru ğına aldırmaksızın halaya durmakta durak-
yola çıktıklarında, büyük “özveriler” ve bü- samamışlardır. Ne de olsa 1 Mayıs, “işçi sı-
yük bir “irade” göstererek, “gazlanarak” he- nıfının birlik, dayanışma ve mücadele gü-
defe ulaşmakta “kararlı”ydılar. Öyle de ol- nü”dür. Onlar “makul”de birleşmişler, gaz
du. bombalarının duman “efekti” altında daya-
Taksim “feth” edildi. nışmışlar ve icazet mücadelesi vermişlerdir.
İstanbul’un fetih törenlerinde temsili “ye- Halaya durmak da, onların hakkı ve görevi-
34 niçeri ve mehteran takımı” gibi Taksim’i feth dir!*
Mayıs-Haziran 2009 KURTULUŞ CEPHESİ
Oya Baydar:
Pavyondaki Namuslu Kadın mı?
“Taraf’ta yazma maceram boyunca –ki pek uzun değil–, pavyonda çalış-
tığım izlenimine hiç kapılmadım; kaldı ki, insan her yerde kendi iç tutarlılığı-
nı ve ‘namusunu’ koruyarak çalışabilir.” (Oya Baydar, “‘Pavyondaki kadın’ın
vedaı”, Taraf, 9 Mayıs 2009.)
je kapsamında “Gewerkschaften und Arbe- maksızın, sadece “biz eskiyiz”, “eski solcu-
itsbeziehungen in der Türkei” (Türkiye’de yuz” söylemiyle, “işin içinde ne işler” oldu-
Sendikacılık Hareketi/1998) kitabı da yayın- ğunu ima ederek, yalanlar üreterek, kişisel
lanmıştır. zaaflarını “bireysel özgürlükler” olarak su-
Böylece öykü-roman yazarlığının yanın- narak Amerikan emperyalizminin gönüllü
da “sendika tarihi uzmanı” olarak da “dü- propagandistleri oldular.
şünsel” katkılarını sürdürmeye devam et- Devrimcilerin ne denli “kaba saba” in-
miştir. sanlar oldukları, kendileri gibi “rafine” kü-
“Ölü” dirilmiş, “mevta” canlanmış, ken- çük-burjuva aydınlarının bireysel özgürlük-
di tarihini unutturarak “itirafçılar” gibi ken- lerine saldırdıkları, E. Özkök’ün yinelemek-
dine yeni bir “yüz” kazandırmıştır. ten çok hoşlandığı “bolşevik hoyratlık”la “iyi
Oysa 1980’lerin Latin-Amerika’sında ol- ve güzel” her şeyi nasıl kabalaştırdıkları
duğu gibi, Türkiye’de de “sürgündeki solcu uzun uzun anlatıldı, yazıldı, romanlara ko-
aydın” (ki çokluk TKP ve onun legal versi- nu edildi. Devrimin, devrimden sonra insan-
yonlarına aittirler) cebine koyduğu bir “pro- ların yoksulluk içinde yaşayacakları bir ülke
je”yle birlikte ülkeye geri döndü. “İşbilen”ler yaratacak olan “kötücül” bir düşüncenin
bu “proje”li dönüş “atılım”ından ilk yararla- ürünü olduğu ilan edildi. Marks, Engels, Le-
nanlar oldu. Akla gelmedik “projeler”den nin ve diğer marksizm-leninizmin ustaları,
paralar kazandılar. Kimisi Soros’tan, kimisi “benim gibi düşünmeyiversinler, ne olur ki”
AB fonlarından, kimisi “temiz vakıflar”dan türünden kabalıklarla, küçümsemelerle bir
beslendiler. Turgut Özal’ın “transformasyon” yana itildi.
adını verdiği dönüşüm sürecinde, soldan Böylece yeni kuşağa, devrim yoksulluk
transfer edilen bu “proje” sahibi solcu ay- üreten bir eylem, devrimciler “bolşevik hoy-
dınlar, ülkenin devrimci tarihinin çarpıtılma- ratlık” peşinde olan insanlar olarak sunul-
sıyla işe başladılar. Oya Baydar gibi “eski du.
parti yöneticileri”, bir yandan “özeleştiri”ler “Eski solcular” ya da “eski marksistler”
yaparak günah çıkartırken, diğer yandan 2000’li yıllara kadar görevlerini “hakkıyla”
Sovyetler Birliği’nin dağıtılmışlığını “fırsat”a yerine getirdiler. Ülkenin yakın tarihi, dev-
dönüştürmeye koyuldular. Düne kadar “re- rimci mücadelenin tarihi ya unutturuldu, ya
el sosyalizm”e toz kondurtmayan, “reel sos- da çarpıtıldı. İllegal mücadelenin ve gizli fa-
yalizmi” eleştirenleri “küçük-burjuva mace- aliyetin zorunlu gerekliliklerinden yararlana-
racıları” ya da “maocu bozkurtlar” diye suç- rak hurafeler uyduruldu, yalanlar üretildi.
layanlar, artık Amerikan emperyalizminin Ama her şeyiyle açıkta olan legal faaliyetler
“yeni dünya düzeni”nin baş savunucuları de “gizemli” hale sokularak, olağanüstü iş-
haline geldiler. “Globalizm” propagandası- ler yapılmış havası verilerek yüceltilirken
nın ülkedeki “proje” finansmanıyla destek- çarpıtıldı, değiştirildi, farklılaştırıldı. Yemek
li gönüllü savunucuları oldular. sofralarında, evlerde, kapalı kapılar ardında
“Proje” adıyla ödenen maaş karşılığında yapılmış oportünist tezgahlar birer roman
Türkiye devrim tarihine ilişkin çarpıtmalar, konusu haline getirilirken, her türlü legal
karalamalar bütün hızıyla sürerken, süreç malzeme paraya çevrildi.
tarihin daha önceki zamanlarına, Cumhuri- 2000’li yıllar ise, emperyalizmin bu sü-
yet tarihine doğru genişletildi. Bir yandan reçte yetiştirdiği kendi adamlarıyla hareke-
“ulus-devlet”in ne denli “kötü” ve “faşist” te geçtiği yıllar oldu. Artık “eskimiş solcu”lara
bir şey olduğu kanıtlanmaya çalışılırken, di- ödeme yapma zorunluluğu duyulmuyordu.
ğer yandan bu “ulus-devlet” sınırları içinde- ABD ve İngiltere’de eğitilmiş ve yetiştirilmiş
ki bir devrimin ne kadar “kötü” ve “totali- “has adamlar” piyasaya sürüldü. Televizyon
ter” bir iktidar oluşturacağından söz etme- kanallarından gazete köşe yazarlığına kadar
ye başladılar. her alanda devreye sokuldu. Artık “eskimiş
Bunları yapanlar, bunlar için maaşa bağ- solcu”lara ekmek kapısı kapanmıştı. Ya kö-
lananlar (Amerikan emperyalizminin “de- şelerine çekileceklerdi, ya da bu yeni “yet-
mokrasi projesi” kapsamında) devrimin bir me” işbirlikçi aydınların yanlarında “figüran”
hayal, bir “ütopya” olduğunu bin dereden olarak sahneye çıkacaklardı.
bin su getirerek kanıtlamaya koyuldular. Hiç Oya Baydar, köşesine çekilecek kadar
bir bilimsel ölçüye ve dayanağa sahip ol- “nemalanmış” olmadığından olsa gerek, “li- 37
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2009
beral aydınlar”ın saflarında “figüran” olma- dönem ödüllendirilecektir. Her ödül alışınız-
yı yeğledi. Ece Temelkuran, “şimdi nereye da ihanette bir adım daha ileri giderek, da-
gideceğiz? Oya abla, sana soruyorum” diye ha büyük ihanetlere imza atmaya can ata-
“Oya abla”sına seslenmek zorunda bıraka- caksınız. Ama unutmayınız ki, bu sınıf mü-
cak kadar ileri gitti. cadelesidir. Karşı taraf, yani burjuvazi, dört
Ve sonunda ona da “dönekler”e, kendi bin yıllık yönetim deneyimi ile ihanetleri ne
özüne, kendini vareden insanlara sırtını dö- denli özendirirse özendirsin, kendi özüne
nen “hainlere” davranıldığı gibi davranıldı. ihanet edenlerin, gün gelince kendisine de
Kendi özüne, kendi insanına, kendi safına kolayca ihanet edeceğini çok iyi bilir. Eğer
ihanet edenlerin, ihanetlerini alkışlayanlar- sizi yüz üstü bırakıyorsa, bu onun size iha-
ca değersiz bir “pislik” muamelesi yapıldığı net etmesinden değil, sizin kendi özünüze
tarihsel ve sınıfsal gerçeklikle yüz yüze gel- ihanet etmiş olmanızdan dolayıdır.
di. En “liberal” sözle “pavyondaki namuslu Şüphesiz başarılı oldunuz. Otuz yıl bo-
kadın” ilan edildi, fahişe olduğu alenen söy- yunca devrimci mücadeleyi önemsizleştire-
lendi. rek başarılı oldunuz. Devrime, devrimci mü-
Parası verilmişti, parasını almıştı, işini cadeleye ihanet ettiğinizi bile söylemeye di-
yapmıştı. “İyi muamele” yapmış bir “fahişe” limiz varmadı. Ama düşman hiç de bizler
olarak adlandırılmasında bir sakınca yoktu. kadar insaflı, bizler kadar düzeyli, bizler ka-
Öyle de oldu. dar “kaba saba” değildir; pürü pak gerçek-
Ahmet Altan, yaptığı işin bilincinde olan, çidir, devrim saflarını terk edişinizin adını
bilerek yapan, amacın ne olduğu konusun- yalın biçimde koymaktan hiç çekinmez:
da hiç bir kaygıya ya da tereddüde sahip ol- İhanet.
mayan “taşaron patron”, kendi “genelevin- Düştünüz mü, Ahmet Altan’ın pavyonu-
de” “vesikalı” olarak çalıştırdığı “sermaye”si- na kadar düşersiniz. Orada “namuslu kadın”
nin kaprislerinden sıkılmıştı ve gerçeği öy- rolü kesmenize bile tahammül edemezler,
lece ifade etti. Ece Temelkuran’ın “Oya ab- düşenin dostu olmaz. Oysa sizler birer “can-
lası”, estetik ameliyet geçirmiş, yenilenmiş lı cenaze”den ibaretsiniz. Cenazenizin ar-
yüzüyle ortada kalıverdi. dından “mevtayı nasıl bilirdiniz” diye de sor-
Kıssadan hisse: muyoruz. Saflarına geçtikleriniz, kursağınızı
Küçük-burjuva yüzsüz aydınları, siz siz parayla dolduranlar bunun yanıtını açıkça
olun kendinizi konumlandırdığınız saflara verdiler. Hayırlı olsun!
ihanet etmeye görün. Belki ihanetiniz bir
38
ERİŞ YAYINLARI
İnternet Adresi:
www.kurtuluscephesi.com
www.kurtuluscephesi.org
www.kurtuluscephesi.net
E-Posta Adresi:
kurcephe@kurtuluscephesi.org
erisyayinlari@kurtuluscephesi.org