Académique Documents
Professionnel Documents
Culture Documents
Kozlu 1971
Kapitalizm ve
Kömür Madenleri
Toprak Reformuyla
İstihdam Yaratmak
İcazetin Gölgesinde
Taksim “Zaferi”!
1 Mayıs’tan 26 Mayıs’a
İcazetli Siyaset
Time’ın
Dünyanın En Etkili 100 Lideri (!)
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
TIME’IN
Amerikan Time dergisinin
DÜNYANIN EN ETKİLİ
Recep Tayyip Erdoğan’lı “geleneksel”
dünyanın en etkili 100 lideri seçkisi. 34 100 LİDERİ (!)
Kapitalizm ve
Kömür Madenleri
Türkiye’de her yıl yüzlerce işçi, iş kaza- Yıl Yer Ölü Sayısı
ları olarak adlandırılan olaylarda ölmekte ya 1942 Kandilli 40
da yaralanmaktadır. Binlerce işçi sakat ka- 1947 Kozlu 47
lırken, yaşamlarını yitiren işçiler sadece is- 1955 Gelik 55
tatistiklerde yer alan basit birer rakam hali- 1960 Kozlu 22
ne gelmektedirler. Şubat 1990’da Yeni-Çel- 1965 Çeltek 72
tek’te meydana gelen “kaza” sonucunda ya- 1967 Kandilli 17
şamlarını yitiren 66 maden işçisinin 58’inin 1972 Kozlu 23
cesetleri bile çıkartılamamıştır. Gazetelere 1983 Kandilli 103
yansıyan “iş kazaları”, her zaman Yeni-çel- 1983 Kozlu 10
tek olayı gibi geniş ölçüde yer de alama- 1990 Yeni-Çeltek 66
maktadır. Örneğin 1983 yılında Zonguldak- 1990 Amasra 5
Kandilli’de meydana gelen grizu patlaması 1992 Kozlu 263
sonucunda 103 maden işçisi yaşamını yitir- 1995 Yozgat-Sorgun 37
mesine rağmen, basında yer almamıştır. 2003 Karaman-Ermenek 10
Çünkü 12 Eylül faşist generalleri bu haberin 2004 Kastamonu/Küre 19
geniş ölçüde yazılmasını “tehlikeli ve sakın- 2005 Gediz 15
calı” bulmuşlardır. 2006 Dursunbey 17
Ülkemizde, 1981-86 yılları arasında her 2009 Kemalpaşa 19
gün, ortalama 415 “iş kazası” meydana gel- 2010 Odaköy 17
miştir. Yaklaşık 100 “iş kazası”ndan birisi 2010 Gelik 30
ölümle sonuçlanmıştır. “Kazaların” dağılı- 1990 sonrasındaki patlamalar bu basıma eklenmiştir.
ni görmeden önce, bundan yaklaşık olarak pup gelenlerin proleter sosyalist siyasal bi-
150 yıl önce, İngiltere’de yayınlanmış olan lince ulaştırılması da güç olmaktadır. Ger-
bir raporu aktaralım: çekler anlatılamamakta, anlatmaya çabala-
“Kömür ocağı sahipleri ve işlet- yanlar ağır hapis ve ölüm cezalarına çarptı-
mecileri arasında rekabet altında ... rılmaktadır. Böylece işçiler arasında bir “tak-
en gözle görülür fizik güçlükleri yen- diri ilahi” sürüp gitmektedir.
mek için, gerekli olanın dışında hiç- Kömür madenlerinde bu durum daha
bir harcama yapılmaz; ve genellikle da kötüdür. Meydana gelen “iş kazaları”, on-
yapılacak iş için gerekli olandan çok lar için “tevekkül” ile karşılanması gereken
daha fazla bulunan kömür işçileri olaylardandır. Galeri girişlerine yazılan dini
arasında rekabet nedeniyle, çevrele- sözler, sanki onların bu kötü ve ağır çalışma
rindeki tarım işçilerinden biraz yük- koşullarında çalışmaları kaçınılmazmışçası-
sek bir ücret karşılığında, bunlar bü- na kömür işçilerinin her gün karşısına çı-
yük tehlikelere ve çok zararlı etkile- kar:
re seve seve katlanırlar ve bu iş ayrı-
ca onlara çocuklarını karlı bir şekil- “BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM”
de kullanma olanağı da verir. Bu çif- “EVVEL TEDBİR-SONRA TEVEKKÜL”
te rekabet ... ocakların büyük bir kıs-
mının en yetersiz drenaj ve havalan- Tümüyle maden mühendisliğinin uz-
dırma ile işletilmelerini sağlamaya ta- manlık alanına giren ve bu uzmanlıklarla
mamen yetmektedir. Çoğu kez kuyu- çözümlenebilen sorunlar, doğrudan kömür
lar kötü açılmış, kötü donatılmış ve işçisinin “kendisine” ve sonra “allah”a bıra-
mühendisler yetersizdir; galeriler ve kılmıştır. Ve işverenler (isterse kolektif kapi-
yollar kötü açılmış ve yapılmıştır; talist olan devlet olsun) bir kez daha işçile-
bunlar, can kaybına, vücut ve sağlı- ri sömürebilmek için “başkalarından” yar-
ğın bozulmasına yol açar; bunlara ait dım almaktadırlar. Oysa hepsinin arkasında
istatistikler korkunç bir manzara or- kâr, daha fazla kâr sağlama isteği yatmak-
taya koyarlar.”* tadır.
Karl Marks’ın, bundan 130 yıl önce ya- Kapitalizm koşullarında işçilerin nasıl sö-
yınladığı ünlü yapıtı Kapital’de yer verdiği mürüldüklerini ayrıntılı bir biçimde tahlil
bu rapor ile ülkemizdeki maden ocakları- eden Marks, kapitalistin ya da kapitalist dev-
nın durumu arasında büyük benzerlikler bu- letin var olduğu üretim biçiminin bir özelli-
lunmaktadır. ğini şöyle belirtir:
Kendilerini geçindirecek kadar ürün ala- ”Kapitalist üretim biçimi, genellik-
madıkları topraklarından koparak maden- le bütün pintiliğine karşın, kendi in-
lerde çalışmaya başlayan köylüler, zaman san malzemesi konusunda çok ho-
içinde çalışma koşullarının getirdiği “yeni vardadır.”**
bir dünya” ile yüz yüze gelmektedirler. İlk Kapitalistler ya da işletme yöneticileri
kez gerçek anlamda işçi olmanın getirdiği kârlarını artırmak için pek çok konuda “ta-
sorunlarla, işverenlerin kârlarını artırmak sarruf ” peşinde koşarlar. Son on yılda ülke-
için, onların yaşamlarını hiçe saymasının ge- mizde de sık sık duyulan “enerji tasarrufu”
tirdiği sömürü koşullarıyla yüz yüze kalırlar. bunlardan birisidir. Diğer bir tasarruf konu-
Ama tarımdan sağlanan gelirden az çok su da, üretim artıklarından yararlanmaktır.
yüksek gelir sağlayan ücretler karşısında, el- Ama hepsinden önemlisi, çalışma koşulla-
verişsiz ocaklarda (ya da başka sanayi ku- rında, işçinin sırtından yapılan tasarruflardır.
ruluşlarında) çalışmak durumundadırlar. Bunların en yaygın olarak gerçekleştirildiği
Yaygın işsizlikle birleşen tarıma göre daha yerler kömür madenleridir.
yüksek gelir sağlama durumu, yaşam paha- “Nasıl ki, emeğin birleşik hale gel-
sına bir çalışmanın sürdürülmesinin nede- mesi ve elbirliği, makinelerin geniş
ni olur çıkar. ölçüde kullanılmalarına, üretim araç-
Siyasal özgürlüklerin olmadığı bir ülke- larının yoğunlaşmasına ve ekonomik
de, yani bizim gibi bir ülkede, tarımdan ko- olarak kullanılmalarına yol açıyorsa,
* Akt. K. Marks, Kapital, Cilt III, s. 82. ** K. Marks, Kapital, Cilt III, s. 81.
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
melidir.”* başladı.
Ancak otuz yıllık pasifikasyon ve depoli- Ve böylece sosyal-demokrasinin “tarih-
tizasyonla beslenmiş, yirmi yıllık “kişisel sel misyonu”, yani proletaryanın sınıf mü-
bozgun havası” içinde “umudu büyütme”nin cadelesini pasifize etme ve saptırma işlevi
kaderciliği içinde yuvarlanıp gitmiş, komp- anımsandı. Bu anımsama içinde, kendisini
lo teorilerine, kurgusal olguculuğa kapılmış “marksist sol” vb. çerçevede gören herkes,
legalist sol (en yeni legalistiyle birlikte) yine “sosyal-demokrasinin yüzünü açığa çıkar-
de huyundan vazgeçemedi. ma”, kitlelerin “sosyal-demokrasinin kuyru-
“Kılıçdaroğlu, iç ve dış güçlerin ğuna takılmasını önleme” “misyonu”nu ko-
AKP Hükümetinin ‘tek’ güç olma po- nuşmaya ve bu “misyon” bağlamında da,
zisyonundan duydukları rahatsızlığın solun “CHP’nin kuyruğuna takılmasını ön-
bir sonucu olarak vizyona yerleştiril- leme misyonu”ndan söz etmeye başladı.
di. İçeride AKP’yi dengeleme siyase- Olacak iş değildi! Tam kitleler, Çulha-
tinde, CHP’de vizyon değişikliği ile oğlu’nun “müstehzi” biçimde ifade ettiği
‘yeni’ kapı açılmış oldu. Dışarıda da “emekli öğretmen Tevfik beyle Macide ha-
İsrail’le yaşanan gerilim, İran nükle- nım” dışında kalan “herkes” tam da “sol”a
er konusunda ABD’yi memnun ede- yönelmişken ve “CHP dışı sol”da saf tutma-
meme gibi dengeler, emperyalistler ya hazır hale gelmişken üstelik! Demek ki,
açısından da AKP’nin karşısına yeni egemen sınıflar “solun yükselişini” gördü-
bir gücü zorunlu kılmıştır. Bu vizyon ler, bundan korkuya kapıldılar! Bu korkuyla
için koltuğa oturtulan Kılıçdaroğlu, ne da, “solun yükselişi”nin önünü kesmek,
kadar ‘değişim’ci ve ‘halkçı’ olabilir?” “sol”u pasifize etmek, “kütle”den yalıtmak
** için hemen bir Baykal operasyonu yaparak
“Kılıçdaroğlu’nu CHP genel baş- CHP’nin başına “sosyal-demokrat” söylem-
kanlık koltuğuna birileri ittirdi. Komp- le Kemal Kılıçdaroğlu’nu geçiriverdiler!
lodan filan söz etmiyorum; o birileri Eğer durum buysa, ortada “muhteşem”
tekelci medyamızdır, TÜSİAD’dır, ba- ve beklenmedik bir “toplum mühendisliği
tılı başkentlerdeki odaklardır. Kimse projesi” olduğunu da kabul etmek gerekir.
kendini kandırmasın. Demek ki tah- Olayları ve olguları bireysel niyete göre
min edilebilecek ama asla ‘tek’e dü- kurgulamaktan uzak durulmadığı sürece,
şürülemeyecek bir dizi karmaşık he- böylesine “müthiş” tahliller yapmaktan ve
sapla, CHP’de taşları yerinden oynat- sonuçlar çıkarmaktan kaçınılamayacaktır.
mak gerektiğini düşündüler.”*** “Gelişen olaylar Türkiye’nin için-
Elbette söz konusu olan “olay”, eski de bulunduğu siyasal ortamdan so-
“sosyal-demokrasi” olgusu olunca, legalist yutlanamayacağı gibi, ülkemizin ya-
sol altındaki halının çekildiğini düşünme- pısından da soyutlanamaz. Bizim için
mezlik edemezdi. Neo-liberal sosyal-de- önemli olan, olayların gösterge nite-
mokrasi anlayışının İngiltere ve Almanya ör- liğini ve hangi dinamiklerin ürünü ol-
neklerinden yola çıkarak, eski “sosyal-de- duğunu kavramaktır. Bu konuda seç-
mokrat” çizgide bir söylem tutturmuş olan meci, dar görüşlere kapılamayız.
legalist solun telaşa kapılması da çok doğal- Marksist doktrin, dar görüşlülüğü ve
dı. Bu telaşla, AKP’nin “yandaş” unsurları- olayları yüzeysel olarak ele almayı
nın söylemindeki “komplo teorisi”yle he- reddeder. Olguların iç çelişmelerini
men özdeşleşiverdiler. ve ülke çapında gelişen hareketin ge-
Daha dün kadın hareketinden, çevreci- nel gelişim çizgisini (dinamiğini) kav-
likten, işsizler hareketinden söz eden lega- rayamamak, bizi küçük-burjuvazinin
list sol, şimdi bu alanları, sanki kendilerinin dünya görüşlerine hapseder.
tapulu mülküymüşcesine “yeni sosyal-de- Marksizm-Leninizm, gelişen olay-
mokrat CHP”ye kaptırmaktan korkmaya ları etkileyen çelişmeleri yakalayan
ve genel gelişme dinamiğine bağlı
* Metin Çulhaoğlu, Sanal “Sol” gazete, 22 Mayıs olarak ön plana çıkaran unsuru, çö-
2010.
** Atılım.org, 24 Mayıs 2010.
zücü eylemi öne çıkaran bir eylem
*** Kemal Okuyan, Baykuş Bakışı, sanal “Sol” ga- kılavuzudur. Buna uygun düşen ve
zete, 25 Mayıs 2010. içinde bulunulan durumu sergileyen
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
tahliller, herşeyden önce, içinde bu- başladı. Bu “genç emekliler”, emekli ikra-
lunulan durumun tarihi köklerini miyeleriyle “toplu konut projesi”nin finans-
‘içinde bulunulan an’ın pratiği ile man kaynağı oldular. Bugün 1 milyon 660
olan bağlarını açığa çıkaracak biçim- bin “kamu emekçisi” ve varisleri emekli
de olmalıdır. Durum tahlilleri, top- maaşı almaktadır. Bunlara SSK emeklileri
lumdaki sınıflararası ilişki ve çelişki- dahil edildiğinde “emekli nüfus” beş milyo-
leri, genele (sisteme) bağlı bir biçim- na ulaşmaktadır. (Seçmenlerin %12’si)
de değişimini (içinde bulunulan pra- Bunlara, çok sevilen terimle, “yeni orta
tiği de kapsayacak biçimde) kısa bir sınıf ”** eklendiğinde, nüfusun %15-20’sini
tarihi dilimde inceler. Tahliller anali- oluşturan kent küçük-burjuvazisinin “yüzer-
tik bir metodla, gelişen olguları (un- gezer oyları” ortaya çıkmaktadır.
surları) tespit eder, bu unsurlar ara- Bu kent küçük-burjuvazisinin en temel
sındaki ilişkiyi kurar ve gelişim çizgi- özelliği, tüketim ekonomisinin hedef kit-
sini tayin eder. Ne var ki, sadece ol- lesi olmasıdır. Bu açıdan, bu sınıfın “aydın”
guları yakalayıp aralarındaki ilişkileri kesimi, her durumda “globalizm”in ideolo-
tespit etmek yetmez. Bu kadarı ile jik savunucusu olarak ortaya çıkmıştır ve
yetinmek yüzeyseldir ve antimarksis- “medya” aracılığıyla bu ideolojinin tüm top-
tir. Esas olan, olaylar içinde gelişen lum kesimlerine yayılması ve yerleştirilme-
unsurların (olguların) iç çelişkilerini si “misyonu”nu üstlenmiştir.
yakalamak ve bu çelişkilerin ortaya Bu sınıfın ikinci özelliği, akışkan olma-
çıkardığı o döneme ilişkin öne çıkan sıdır. Tarihsel olarak küçük-burjuvazinin pro-
çelişmeyi ve hareketin yönünü tayin letarya ile büyük burjuvazi arasındaki konu-
etmektir. Pratiğe yönelmeyen ve salt munun bir yansısı olan bu akışkanlık, “yük-
dışsal gözlemciliği taşıyan durum sek faiz, düşük kur” politikasıyla sürdürülen
tahlilleri, gözlemciliğin (amprizmin) ithalata dayalı tüketim ekonomisi içinde sü-
pasifizmini taşır ve devrimci hareke- rekli iş ve meslek değiştirmeleri biçiminde
ti yönlendiremez. Durum tahlilleri görünür olur. Klasik anlamda “esnaf ”tan
özünde sınıfsal tahlillerdir ve toplu- farklı olan, ithalatın liberalizasyonuyla orta-
mu kavrayışın ürünleridir.”* ya çıkan iş alanlarında faaliyet yürüten “ye-
Evet, mevcut durumun tahlil edilmesi, ni esnaf ” kesimi bu akışkanlığın en belirgin
herşeyden önce toplumun sınıfsal tahlilini olduğu bölümü oluşturur. Bu “yeni esnaf ”
gerektirir. Bu da, tarihsel materyalist bakış kesiminin 1980’lerin her köşe başında orta-
açısıyla olayların ve olguların sınıfsal köken- ya çıkan yabancı sigara satış bayilikleriyle
lerinin saptanması, hangi dinamiklerin ürü- başlayan “iş yaşamları”, hal pazarcılığından
nü olduğunun ortaya konulması demektir. marketçiliğe, cep telefonu satıcılığına kadar
İşte “bizim sol”da, legalist solda olma- uzanan değişimlere sahne olmuştur.
yan da bu sınıfsal yandır. “Yeni orta sınıf ”çıların “iletişim dünyası
“Emekli öğretmen Tevfik beyle Macide çalışanları, satış elemanları” gibi terimlerle
hanım” ülkemizin bugünkü somut gerçek- cilalanan bu “yeni esnaf”ın üçüncü özelliği,
liğinin en temel olgularından birisidir. Kimi- eğitim görmüş ve 80 öncesinde sola bulaş-
lerinin “orta sınıf ”, kimilerinin “orta direk”, mış kesim olmakla birlikte niteliksiz işgü-
kimilerinin “yeni orta sınıf ” diye tanımladı- cü oluşudur.
ğı bir sınıfsal kesimin parçasıdır. Bu özellikleriyle, bir bütün olarak kent
“Emekli öğretmen Tevfik beyle Macide küçük-burjuvazisi tüketicidir, akışkan ve ge-
hanım”, 1991 genel seçimlerinde iktidara çişkendir; niteliksiz işgücüne sahip olduğun-
gelen DYP-SHP koalisyon hükümetinin “iş- dan “globalizm”le gelen marjinal ticaret
sizliği önleme” amacıyla çıkarmış olduğu alanlarında yoğunlaşır. Doğal olarak ticare-
“emeklilik yasası”yla olgu haline geldi. Ka- tin temel özelliği olan spekülasyon dünya-
dın çalışanların 38 yaşında, erkek çalışanla-
rın 43 yaşında emekli olmasını sağlayan bu ** Sencer Ayata’ya göre “yeni orta sınıf ”, “mü-
yasayla birlikte “genç emekliler” dönemi hendisler, öğretmenler, hemşireler, araştırmacılar, rek-
lamcılar, finans örgütlerinde, iletişim dünyasında ça-
lışanlar, tasarımcılar, mimarlar, sekreterler, satış ele-
* İlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Takti- manları, genel olarak tüm beyaz yakalılar”dan oluş-
10 ğimiz. maktadır.
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
sında yaşar, kısa vadeli çıkarlar peşinde ko- numuyla kent küçük-burjuvazisi, dün oldu-
şar, fırsatçıdır ve fırsatlardan yararlanmak ğu gibi bugün de siyasal gelişmelerin belir-
varoluş koşulu haline gelmiştir. Eğitim gör- leyicisi olmayı sürdürmektedir.
müş işsizler ordusu bu kesimin organik bir Bu değişen ve gelişen süreçte “ezber”
parçasını oluşturur. bozan en temel gözlemsel olgu, oligarşinin
Dün olduğu gibi bugün de kent küçük- yapısına ve gücüne ilişkin belirsizliklerdir.
burjuvazisi ekonomik ve siyasal yaşamda Genel ve yüzeysel bir gözlemle bu süreçte
etkin bir güçtür. Bu özelliği yüzünden, he- oligarşinin eski gücünü yitirdiği bile söyle-
men her dönemde oligarşi ve oligarşi dışın- nebilir. Hatta AKP’nin temsil ettiği feodal ka-
daki sömürücü sınıflar tarafından yedeklen- lıntıların (tefeci-tüccar sermayesinin) oligar-
meye çalışılan bir kitle durumundadır. 12 şiyi gerilettiğinden ve etkisizleştirdiğinden
Mart döneminde Nihat Erim’in “beyin takı- de söz edilebilir. Ancak bu genel ve yüzey-
mı”, Turgut Özal döneminde “dört eğilimi sel bir gözlemden ibarettir ve gerçeği yan-
birleştirme” demagojisi, Tansu Çiller’in “iki sıtmaz.
anahtar” vaadi ve AKP’nin “sol liberaller”le Genel ve “ezber” tanımla, oligarşi, em-
ittifakı bu kitlenin yedeklenmesini amaçla- peryalizm ve işbirlikçi-tekelci burjuvazi ile
mıştır. toprak burjuvazisi ve feodal kalıntıların en
Ancak bu sınıfın dünü ile bugünü arasın- irilerinden oluşan, egemen sınıf ittifakıdır.
da, yani 1980 öncesi ile sonrası arasında Burada “toprak burjuvazisi”, pazar için üre-
(özellikle de 1990’lardan sonra) belirgin bir tim yapan büyük toprak sahiplerini; “feodal
farklılık ortaya çıkmıştır. 1980 öncesinde kalıntılar” ise tefeci-tüccar sermayesini ifa-
(1960-1980) ekonomik büyüme, kalkınma, de eder. Ancak oligarşinin temel gücü, em-
sanayileşme vb. düzeylerinde konumlanır- peryalizmle baştan bütünleşmiş işbirlikçi-te-
ken, 1980 sonrasında ithalat, ticaret, serbest kelci burjuvazidir, genel ve amiyane ifadey-
pazar ekonomisi vb. düzeylerde konumlan- le, Koç’lar, Sabancı’lardır, TÜSİAD’tır,
mıştır. Birinci durumda yurtseverlik ve ulu- İSO’dur, MESS’tir. Ve herkesin “bildiği” gibi,
salcılık öne çıkarken, ikinci durumda “glo- son yıllarda bunların “esamesi” bile okun-
balizm” ve “liberalizm” öne çıkmıştır. Bu ne- mamaktadır. AKP, “servetin yeniden dağı-
denle, bu kitle 1980 öncesinde sanayileşme, tımı”nı yaparken bu kesimlerden hiç “ses”
büyüme, ulusal kalkınma vb. sloganlarla ye- çıkmadığı gibi, TSK’ya yönelik operasyonlar
deklenebilirken, 1990 sonrasında globalizm, karşısında da sessiz kalmışlardır. Daha po-
liberalizm, serbest piyasa vb. söylemleriyle püler ifadeyle, Türkiye’de hükümetler ku-
yedeklenebilmiştir. ran, hükümetler deviren, askeri darbeler
Şubat 2001 kriziyle başlayan ve 2008 tezgahlayan TÜSİAD’ı kimse ciddiye bile al-
dünya finans kriziyle dönüşen yeni süreçte mamaktadır.
bu durum büyük ölçüde değişmeye başla- Bu görünümden ve söylemden yola çı-
mıştır. kıldığında, artık oligarşiden, oligarşik yöne-
Gerek Şubat 2001 krizinin yaratmış oldu- timden söz etmek olanaksız olmaktadır. Do-
ğu “yaşam standartları”ndaki çöküşe duyu- ğal olarak, egemen sınıf ittifakı olarak oli-
lan tepki, gerekse yeni konumlarına uygun garşinin yerine “başka” bir egemen sınıf it-
olarak “piyasalarda istikrar” arayışı, “ekono- tifakının geçtiği düşünülebilmektedir.
mik istikrarın yolu siyasi istikrardan geçer” Ama bunlar sadece görüntüdür, söylem-
mantığı içinde onları AKP’ye itmiştir. Ama dir.
2008 finans krizi ve paralelinde gelişen Er- Şüphesiz oligarşi, sabit bir sömürücü sı-
genekon operasyonları bu kesimlerin “eko- nıflar bileşimi değildir. 1950’lerden günümü-
nomik ve siyasal istikrar” algılamasını de- ze kadar oligarşinin bileşiminde pek çok de-
ğiştirmeye başlamıştır. Bu değişim de Mart ğişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler, işbirlik-
2009 yerel seçimlerinde belli ölçülerde gö- çi-tekelci burjuvazinin yapısında ve bileşi-
rünür olmuştur.* minde meydana gelen değişikliklerle biçim-
İşte değişen ve yeniden değişen bu ko- lenmiştir. Kimi zaman sanayi burjuvazisinin
ağırlığı artarken, kimi zaman işbirlikçi-tica-
* Bugün Mart 2009 yerel seçim sonuçları unutul-
muş görünmektedir. Oysa bu seçimlerde CHP, oyla-
rın %23,1’ini (9.233.000 oy) alırken, DSP oyların 2,8’ini cesinde yapılan anketlerde CHP’nin oylarının %25-28
(1.110.000 oy) almıştır. Kemal Kılıçdaroğlu “olayı” ön- aralığında görülmesi bu açıdan şaşırtıcı değildir. 11
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
ret burjuvazisinin ağırlığı artmıştır. “İthal ika- birlikçi-tekelci burjuvazinin, daha somut ifa-
mesi” döneminde iç ticaret burjuvazisi et- desiyle Koç’ların, Sabancı’ların ya da TÜSİ-
kin bir unsurken, “ihracata yönelik sanayi- AD’ın sessiz kalışıdır. Bu da son üç yılın gö-
leşme” döneminde dış ticaret burjuvazisi et- rüngüsüdür. Doğal olarak 2007 yılına kadar
kin bir güç olmuştur. Benzer biçimde, orta tüm ekonomik ve siyasal süreçlerin belirle-
sermaye kesimlerinden bazıları tekelleşip yicisi olarak “arka planda” yer alan oligarşi-
güçlenerek oligarşi içinde yer alırken, bazı nin son üç yılda birden “yok” olduğunu ya
dönemlerde bir başkaları güçlenmiş ve oli- da güçsüzleştiğini söyleyebilmek için de or-
garşi içinde yer almıştır. Ancak her dönem- tada somut bir olgu yoktur.
de işbirlikçi-tekelci sanayi burjuvazisi oligar- İSO’nun (İstanbul Sanayi Odası) yayınla-
şinin temel unsuru olarak varlığını sürdür- dığı “En Büyük 500 Şirket” sıralamasının ba-
müştür. şında yer alan Tüpraş, Koç Holding’e aittir.
Gerçek gerçeklikte bir bütün olarak iş- Yine aynı sıralamada 3. büyük şirket Ford,
birlikçi-tekelci burjuvazi (işbirlikçi-tekelci sa- 4. sırada yer alan Ereğli Demir-Çelik, 6. sıra-
nayi ve ticaret burjuvazisi) AKP’nin iktidara da yer alan Tofaş, 7. sırada yer alan Arçelik,
geldiği 2002 Kasım seçimlerine kadar tartış- 9. sırada yer alan Aygaz, Koç Holding’e ait-
masız bir güç olarak ülkedeki ekonomik ve tir. Sadece bu şirketlerin ciroları 50 milyar
siyasal gelişmelerin belirleyicisi olarak orta- TL’dir.
da bulunmuştur. Gerek 1999 krizi sırasında Popüler ve günlük söylemle oligarşinin
bankalara el konulmasında, IMF ile stand- “ikinci büyük gücü” Sabancı Holding her ne
by anlaşması yapılmasında, gerekse 2001 kadar “miras” paylaşımlarıyla belli ölçüler-
Şubat krizi sürecinde ve Kemal Derviş’in de “iç sorun”larla uğraşmak durumunda
ekonominin başına geçirilmesinde bu kesi- kalmışsa da, ülke ekonomisinin ikinci bü-
min belirleyiciliği her türlü tartışmanın dı- yük gücü olmayı sürdürmektedir.
şındadır. Aynı şekilde DSP-MHP-ANAP koa- Bu veriler bile, oligarşinin temel yapısı-
lisyon hükümetinin erken seçime zorlanma- nın değişmediğini açıkça gösterir.
sında, DSP’nin dağıtılmasında, AKP’nin oluş- Yine de oligarşinin, yapısal değişiklik ol-
turulmasında işbirlikçi-tekelci burjuvazinin mamasına rağmen, AKP’nin “icraatları” kar-
yeri ve rolü de tartışılmaz bir gerçektir. şısında neden “sessiz” ve “tepkisiz” kaldığı
Bugün oligarşiden, işbirlikçi-tekelci bur- sorulabilir. Elbette böyle bir soru sorulabilir,
juvaziden söz edilmemesi ya da TÜSİAD’ın ama tersi de geçerlidir: Neden tepki göster-
“eskisi gibi” etkin bir güç olarak siyasal are- mesi gerekir?
nada yer almayışı bu gerçekleri ortadan kal- Gerçekte bu sorular anlamsızdır. Tarih
dırmadığı gibi, oligarşinin etkisizleştiği, güç- bilincinin yok edildiği bir ortamda bu türden
süzleştiği anlamına da gelmemektedir. Kur- anlamsız soruların sorulması da kaçınılmaz-
tuluş Cephesi’ndeki değişik yazılarda ortaya dır.
konulduğu gibi, 1997 Asya Krizi ve 2000 em- Bugün işbirlikçi-tekelci burjuvazinin ve
peryalist dünya krizi koşullarında emperya- onun temel unsurlarının AKP iktidarından,
list ülkelerin büyüyen aşırı-üretim sorunu- “ılımlı islamcı” söyleminden, ekonomik uy-
nun yaratmış olduğu dünya ticaret hacmin- gulamalarından fazla bir rahatsızlığı yoktur.
deki artışın ürünü olarak iç pazarın genişle- Üstelik AKP’nin “servetin yeniden dağıtımı”nı
tilmesi ve iç ticaretin yoğunlaştırılması ne- yaparken, kendi “yandaşlar”ını güçlendirir-
deniyle Anadolu tefeci-tüccar sermayesiyle ken kendileri de güçlenmektedir. Uzanlar
yeni bir ittifak oluşturulmuştur. AKP iktidarı olayına ya da Aydın Doğan “medya”sına yö-
bu ittifakın ürünü olmuştur. Ve herkesin bil- nelik “medyatik” olaylar da kendilerinin ko-
diği gibi, AKP hükümeti, Kemal Derviş dö- numuna ve gücüne herhangi bir zarar ver-
neminde uygulamaya sokulan IMF “istikrar memiştir, vermemektedir. Üstelik Uzanlar
tedbirleri”ni harfi harfine uygulamıştır. Bu gibi şantaj ve tehdit yoluyla gücünü artıran
uygulamanın güvencesi olarak da Cemil Çi- bir sermaye kesiminin tasfiye edilmiş olma-
çek, Kemal Unakıtan gibi isimler AKP’ye sından memnundurlar.
transfer edilmiştir. İşbirlikçi-tekelci burjuvazinin, Koç’ların
Burada “kafa karışıklığı”na yol açan du- ve Sabancı’ların AKP’nin TSK operasyonla-
rum, yukarda da ifade ettiğimiz gibi, AKP’nin rı ve laiklik karşıtı söylemleri karşısında tep-
12 TSK’ya yönelik operasyonları karşısında iş- kisiz kalışlarına bakarak “etkisizleştikleri”ni
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
söylemek ne kadar yanlışsa, bunlara karşı ile işbirlikçi-tekelci burjuvazinin yeni ittifakı-
tepki göstermelerini beklemek de o kadar nın ürünüdür. Gerçek şudur ki, her serma-
yanlıştır. İşbirlikçi-tekelci burjuvazinin tarihi- ye kendisini genişletmek ve büyütmek yö-
ne bakıldığında, hiçbir dönemde laiklik di- nünde hareket eder. Dolayısıyla ne düzey-
ye bir sorunu olmadığı hemen görülür. Ay- de ittifak kurulmuş olursa olsun, her kesim
nı şekilde oligarşinin hiçbir dönem demok- ve her kesimin tekil bileşenleri kendi gücü-
rasi diye de bir sorunu olmamıştır. 27 Ma- nü ve etkisini artırma yönünde hareket eder.
yıs dışındaki diğer askeri darbeler (12 Mart Bu hareketi, siyasal iktidar içindeki “adam-
ve 12 Eylül) bizzat oligarşinin istemi ve ona- ları” aracılığıyla siyasal bir nitelik kazanır.
yı ile gerçekleştirilmiştir.* Tüm yanılgı ve ya- Sorun, tefeci-tüccar sermayesinin ya da po-
nılsama ülkedeki tüm askeri darbelerin ya püler ifadesiyle “islami sermaye”nin kendi-
da askeri operasyonların mutlak biçimde sini güçlendirmesi değil, bu hareketinin iş-
oligarşinin istemi ve onayı ile gerçekleştiği birlikçi-tekelci burjuvazinin yaşam alanına
sanısından kaynaklanmaktadır. Özellikle 28 ne kadar müdahale ettiğidir.
Şubat sürecinin, yani “post-moder n Diğer bir sorun ise, egemen sınıflar itti-
darbe”nin oligarşinin “laiklik hassasiyeti”nin fakının yapısının ve siyasal iktidarın emper-
ürünü olduğu sanısı belirgin bir yere sahip- yalizmin çıkarlarına ne ölçüde uygun ya da
tir. ters düştüğüdür. Emperyalizm ile işbirlikçi
Şüphesiz oligarşinin bileşiminde bazı de- sermaye, özellikle de işbirlikçi siyasal ikti-
ğişiklikler olmuştur. Bazı orta sermaye ke- darlar arasındaki ilişki “mutlak” bir özdeş-
simleri (“islami sermaye”nin bir bölümü) lik değildir. Emperyalizm, kendine bağımlı
oligarşinin içinde yer alırken, başka kesim- ülkeleri her yönden ve her açıdan mutlak
ler (Uzanlar gibi) oligarşiden tasfiye edilmiş- olarak denetler, ama mutlak olarak yönet-
lerdir. AKP iktidarı, tefeci-tüccar sermayesi mez. Yer yer uygulamada farklılıklar ortaya
çıkar. Ancak bunlar öze ilişkin değildir. Ama
* 27 Mayıs “ihtilali” ve bunun karşısında işbirlik- AKP iktidarı neredeyse “mutlak” denilebile-
çi-tekelci burjuvazi ile emperyalizmin tutumunu Ma- cek ölçüde emperyalizmin direktiflerini uy-
hir Çayan yoldaş şöyle değerlendirir: gulamaktadır. Bu açıdan bakıldığında em-
“1950 harekatı oldu. Emperyalizm tam yönetim peryalizmin AKP iktidarından “rahatsızlık”
sağladı. O anda dayanacağı temel güç tekelci burju-
vazi değildi.Tefeci bezirgan ve toprak ağaları takımı duyması da söz konusu olamaz.
idi. Tüm bu gerçekler ortadayken CHP ve
Tekelci burjuvazinin durumu temel dayanak ola- Kemal Kılıçdaroğlu olayı ülkenin gündemi-
bilecek seviyede değildi. Yıllar ilerledi, emperyalizmin nin birinci sırasına gelince, birden “komp-
çıkarları açısından, kapitalizm açısından, bu müttefi-
kin tasfiye edilmesi şart oldu. Emperyalist üretim iliş-
lo” teorileriyle beslenmiş bir “durum deği-
kileri tekelci burjuvaziyi de güçlendiriyordu. Nihayet şikliği” ya da emperyalizmin (sözü edilme-
1960 harekatı oldu. Tekelci burjuvazi daha temel güç se de işbirlikçi-tekelci burjuvazinin) AKP’yi
olma durumunda değildi. Bu yüzden ABD reformist gözden çıkardığı yorumları yapılmaya baş-
burjuvaziye devrimde destek oldu. Nasıl olsa 60 dün- lanmıştır.
yasında reformist burjuvazinin ekonomik, idari ve sos-
yal bütün tedbirleri tekelci burjuvaziyi güçlendirecek- Ekonomik temel her zaman üzerinde
ti. Ve öyle oldu. yükselen üstyapının, siyasal ilişkilerin belir-
Kısa bir süre sonra 1963’de reformist burjuvazi te- leyicisidir. Ama üstyapı da edilgen ve sade-
kelci burjuvazi ile yer değiştirdi. Tekelci burjuvazi re- ce belirlenen konumunda değildir.**
formist burjuvaziyi hem tasfiye etmeyerek ona belli
haklar tanıyarak (çünkü gücü yoktu) hem de tefeci ** Engels şöyle yazar: “... Materyalist tarih anlayı-
bezirgan takımını eskisi gibi olmasa da imtiyazlı du- şına göre, tarihteki belirleyici etken, son kertede, ger-
ruma getirerek ülkede garip bir yönetim dengesi kur- çek yaşamın üretim ve yeniden üretimidir. Daha ço-
du. Buna nispi denge dönemi de diyebiliriz. Bu nispi ğunu hiçbir zaman ne Marks ileri sürdü, ne de ben.
denge ikilidir. Eğer biri bu görüşü iktisadi etken tek belirleyicidir an-
1. Hakim ittifaklar ile reformist burjuvazi arasın- lamında bozarsa, böylece onu boş, soyut, saçma bir
da – yansıması 61 Anayasası. Belirleyici yön hakim it- söze dönüştürmüş olur. İktisadi durum temeldir, ama
tifak. üstyapının çeşitli öğeleri: sınıf mücadelesinin siyasal
2. Hakim ittifakın kendi içinde, tekelci burjuvazi biçimleri ve sonuçları –savaş bir kez muzaffer sınıf ta-
ile tefeci bezirgan arasında – belirleyici yön tekelci rafından kazanılınca yapılan anayasalar vb.– hukuk-
burjuvazi. sal biçimler ve hatta bütün bu gerçek mücadelelerin,
Böylece Türkiye yarı-sömürgeler arasında bir is- bu mücadelelere katılanların kafasındaki yansımala-
tisna oldu. Çünkü hiçbir ülkede Türkiye’deki sınırlı de- rı, siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve
mokratik haklar yoktu.” bunların dogmatik sistemler olarak daha sonraki ge- 13
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
Nasıl ki Uzanlar vb. olaylarda görüldüğü dan izleyenlerin çok iyi bildiği gibi, “kaset
gibi “servetin yeniden dağıtımı” siyasal üst- komplosu” olmasaydı 33. Kurultay’ı sonra-
yapı tarafından gerçekleştiriliyorsa, aynı bi- sında CHP’nin “vitrini” bizzat Baykal tarafın-
çimde egemen sınıfların iç ilişkilerinde de dan bugünküne benzer biçimde yeniden bi-
siyasal üstyapının etkin bir rolü vardır. Bu- çimlendirilecekti. Bu açıdan “kaset komp-
gün emperyalizm (ve işbirlikçi-tekelci bur- losu”, bu “vitrin” değişikliğini genel başka-
juvazi) açısından AKP’nin tasfiye edilmesi nın değişmesinden başka bir sonuç verme-
için zorunlu bir neden mevcut değildir. An- miştir.
cak emperyalizmin Ortadoğu’ya, özellikle Bu nedenlerden dolayı, Kemal Kılıçdar-
İran’a yönelik politikaları açısından AKP’nin oğlu’nun “sosyalist solun yükselişini engel-
varlığının bazı (ve kısmi) sorunlar da yarat- lemek için” (sanki yükseliyormuş gibi) ya-
tığı gerçektir. Öte yandan 2008 krizinin top- pılmış bir “komplo” olduğunu söylemek ne
lumsal etkileri ve sonuçları, AB’de ortaya çı- kadar yanlışsa, emperyalizmin ya da “mer-
kan yeni borç krizleri Türkiye’de “yönetim” kez medya”nın “toplum mühendisliği”nin
sorununu öne çıkarmaya başlamıştır. Bu ol- ürünü olduğunu söylemek de o kadar yan-
gulardan yol çıkarak, emperyalizmin AKP’yi lıştır.
tasfiye ederek yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sınıfsal perspektiften kopmuş ve sınıfsal
yönetiminde CHP’yi geçirmeye karar verdi- tahlilleri temel almayan hiçbir yorum ya da
ğini söylemek tek başına yeterli değildir. değerlendirme somut gerçekliği açıklaya-
Böyle bir tek yönlü çıkarsama ya da değer- maz. Ülkemizin somut gerçekliğinde, daha
lendirme, egemen sınıflar arasındaki ilişki istikrarlı işçi ve köylü kitlesinin yanında kent
ve çelişkinin durumunu hesaba katmadığı küçük-burjuvazisinin akışkan ve değişken
gibi, emperyalizmin “kadir-i mutlak” oldu- tutumuyla belirlenen bir siyasal ilişkiler ege-
ğunu, herşeyi yapabildiğini ve yapacakları- mendir. Bu sınıfın akışkan ve değişken tu-
nı önceden “planladığını” düşünmekle öz- tumu, aynı zamanda bu sınıfın tutarsızlığı-
deştir. nın bir ifadesidir. Bu akışkan ve değişken tu-
Bugün daha belirgin biçimde görüldüğü tuma bakarak ya da bu akışkan ve değişken
gibi, Kemal Kılıçdaroğlu olayı, bir “komplo”- tutumu tutarlı ve istikrarlı bir “durum” gibi
nun ürünü değildir; şu ya da bu siyasal ne- ele alarak yapılacak yorumlar, dün olduğu
denlerle Baykal’a ve CHP’ye yönelik bir “ka- gibi bugün de tutarlı ve ilkeli bir siyasal çiz-
set komplosu”nun yaratmış olduğu boşlu- gi izlemeyi olanaksız kılacaktır.
ğun doldurulmasıdır. Siyasal olayları yakın-
Önce sosyoloji ile marksizmin karıştırıl- toplumlarda da “orta sınıf ”tan söz etmek
masına açıklık getirmek gerekiyor. olanaklıdır. Örneğin devrim öncesi feodal
Kimilerine göre, Marks, gelmiş geçmiş Fransa’da gelişen burjuvaziyi tanımlayan
en büyük sosyologlardan birisidir ve hatta “orta sınıf ” terimi, aristokrasi ve ruhban sı-
sosyolojinin oluşmasında temel bir role sa- nıfı/tabakası arasında kalan “orta tabaka”dır
hiptir. Bu iddia sahipleri, marksizmi bir sos- ve bu yüzden “tiers etat”, yani “üçüncü ta-
yolojik “ekol”e, akıma indirgerler ve bu in- baka” olarak adlandırılır. 1789 Fransız
dirgemeye bağlı olarak da marksist sosyo- Devrimi’yle “üçüncü tabaka”, yani burjuva-
lojiden söz ederler. Kendi terimleriyle, zinin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte “orta
marksizm, sosyolojinin “ekonomist okulu”nu tabaka” ya da “orta sınıf ” terimi kapitalist
oluşturur ve doğal olarak da Marks-Engels toplumdaki küçük-burjuva sınıfı tanımlamak
bu sosyoloji okulunun kurucuları olarak ka- için kullanılmaya başlanmıştır.
bul edilir. İşte bu tarihsel gelişime rağmen ideolo-
Gerçekte sosyoloji, insan toplumunun alt jiden ve sınıflardan yalıtılmış sosyoloji, “or-
bileşenlerinin ve katmanlarının araştırılma- ta sınıf ” terimini kullanmayı sürdürmüştür.
sı ve tahlil edilmesidir. Bu yönüyle sosyolo- Bunlara göre insan toplumu bir bütündür
ji, aile, köy, kent, devlet, sendika, seçmen (tek bir “sınıf ”) ve bu sınıflar kendi içlerin-
topluluğu vb. kategorilerde çalışır. Marksizm de “üst”, “orta” ve “alt” bölümlere ayrılır. Bu
ise, insan toplumunun sınıflardan oluştuğu- üç kategori içinde “orta” kesim ya da “orta
nu ve sınıfların da üretim sürecindeki ko- sınıf ” en akışkan ve geçişken toplumdur.
numlarla belirlendiğini kabul eder. “Alt”tan “orta”ya, “orta”dan “alt” ve “üste”,
Sosyoloji açısından “orta sınıf ”, herhan- “üst”ten “orta”ya ve daha “üst”e (tekel)
gi bir zaman dilimindeki herhangi bir toplu- doğru bir akışkanlık vardır. Dolayısıyla “orta
mun bir kategorisidir; sosyolojik toplumsal sınıf ”, 0 kan grubu gibidir, “alt” ve “üst” sı-
piramidin üstü ile altı arasında kalan (“or- nıflara geçişi sağlayan genel ve ortak verici
ta”) kesimlerden oluşur. Bu yönüyle antik olarak kabul edilir. Dolayısıyla da, bu “0 kan
Yunan’dan başlayarak feodal ve kapitalist grubu” sosyolojinin ana ilgi alanını oluştu- 15
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
“yeni orta” (Die Neue Mitte) olarak pazar- bunalımında “beyaz yakalı işçiler”, yani “ye-
lanmıştır. Bu söylem, 1997 seçimlerinde ni orta sınıf ” büyük ölçüde işsiz kalmıştır.
Tony Blair’ı iktidara taşırken, Gerhard Sch- Benzer bir gelişme Şubat 2001 krizi sonra-
röder 1998 seçimleriyle iktidara gelmiştir. sında Türkiye’de de yaşanmıştır. Binlerce
Bu söylemin ve “teori”nin temel savı, banka çalışanı, gazeteci, reklam şirketi ça-
“yeni orta sınıf ”ın toplumun önemli bir bö- lışanı işsiz kalmıştır.
lümünü oluşturduğu ve buna dayanan par- Nasıl ki, Şubat 2001 krizi AKP iktidarının
tinin iktidara gelebileceğidir. Sencer önünü açmışsa, Mart 2000 dünya ekonomik
Ayata’nın sözlerinde de ifadesini bulan “bil- bunalımı da “üçüncü yol”cuların sonunu ge-
gi ekonomisi” ya da “bilişim sektörü”ndeki tirmiş ve sağ partilerin iktidarına yol açmış-
gelişmelerin böylesi etkin ve nicelik olarak tır.
güçlü bir “yeni orta sınıf ” yarattığı varsayıl- Burada en temel yanılgı, sosyoloji ile si-
mıştır. Ne yazık ki (!) bu varsayımın, “yeni yasetin, sınıflar ile tabakaların birbirine ka-
orta sınıf ”ın gerçek temelini (Sweezy’nin rıştırılmasıdır. Sınıfları ve sınıfsal tahlilleri
1946’da ifade ettiği gibi, çok daha eskilere dışlayan sosyolojik tahlillerle yapılan siya-
ve dağıtıma/ticarete dayanan temelini) gör- setle varılacak yer, elverişli bir konjonktüre
mezlikten gelerek herşeyi “bilişim sektörü”- bağlı olarak meydana gelen “fırsatlardan
ne bağlaması, 2005’de bu “yeni orta”nın, yararlanma”dan öteye geçemez.
“neo-liberal sol”un (ve ABD’de “neo-con”la- Kemal Kılıçdaroğlu’lu CHP’nin ne kadar
rın) yok olduğunu da kabul etmeyi gerekti- bu yanlış “yeni orta sınıf ” teorisine uyum
rir. sağlayacağı bilinmese de, bu teorinin kon-
Bu yok oluşun temelinde ise, 2000 dün- jonktürel özelliği ve sonuçları kalıcılığı de-
ya ekonomik bunalımı yatar. 2000 bunalımı ğil, geçiciliği niteler. Bizim gibi ülkelerde ise,
koşullarında dünyanın en büyük “iletişim- “yeni orta sınıf ”denilen yeni işgücünün, id-
bilişim” şirketlerinden Enron (2001) ve dia edilenin tersine “bilişim sektörün”deki
WorldCom’un (2002) iflası bir dönemin so- yeni istihdama değil, hizmetler sektöründe-
nunu getirmiştir. Mart 2000’de başlayan ve ki genişlemeye ve özellikle de kadın eme-
1997 Asya kriziyle birleşen dünya ekonomik ğine dayandığı da bir başka gerçektir.
17
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
Toprak Reformuyla
İstihdam Yaratmak
“düşük kur” politikasıyla ucuza ithal edilme- Olsa olsa, mevcut üretici köylü nüfusun üre-
si, sanayi yatırımlarını (kapitalist anlamda) timinde belli bir artışa yol açarak gelirleri-
“cazip” olmaktan çıkarmıştır. Öte yandan ta- nin artmasını sağlar, ama yeni istihdam ola-
rım ürünleri fiyatlarının ithalat karşısında sü- nağı sağlamaz.
rekli düşmesi ve buna karşılık maliyetlerin Tarımın yeni istihdam olanağı yaratabil-
sürekli yükselmesi tarımsal üretimin gerile- mesinin tek yolu, sermaye (kapitalist ilişki-
mesine de yol açtığından, tarım kesiminde ler içinde) yatırımından geçer. Bu sermaye
de büyük bir işsizliğe yol açmıştır. yatırımının da, emek-yoğun sermayeden da-
Böyle bir ortamda, tarımsal üretimin “ca- ha çok para-sermaye olarak yatırılması ge-
zip” hale getirilmesinin ve artırılmasının ye- reklidir. İşte bu para-sermaye yatırımıyla ta-
ni istihdam olanağı yaratabileceği kolayca rımsal üretimin genişletilmesi yeni istihdam
düşünülebilir. Ekilmeyen arazilerin ekime olanağı ortaya çıkarır. Şöyle ki:
açılmasının ve ekilebilir arazilerde daha ge- Toprak, ister “reform”la kamu arazileri-
niş çaplı ekim yapılmasının yaratacağı istih- nin dağıtımıyla sağlanmış olsun, ister top-
dam olanağının işsizliğe de çare olabilece- rak rantını* kaldırarak kamu arazilerinin
ği varsayılabilir. Bu düşünce ve varsayımla sermaye yatırımına açılmasıyla sağlanmış
gerçekleştirilecek bir “toprak reformu”nun, olsun, her durumda aynı zamanda bir ser-
hem tarımsal üretimi artıracağı (dolayısıyla maye niteliğindedir. Toprak sermayesi ile
da tarım ürünleri ithalatını azaltacağı), hem emek-gücünün bir araya gelmesiyle üretim
de istihdam yaratacağı ileri sürülebilir. süreci başlar. Burada sermayenin büyüklü-
Bilinebileceği gibi, “toprak reformu”nun ğü ve yatırıldığı alanın genişliğine bağlı ola-
özü, ekilmeyen kamu arazilerinin toprak- rak emek-gücü kullanımı da, yani istihdam
sız ve az topraklı köylüye dağıtılmasıdır. da o kadar büyük ve geniş olur.
Böylece dağıtılan toprakla mevcut köylü nü- Bugünkü kırsal yapı içinde gerçekleştiri-
fusu daha verimli üretim yapabilecek ve lecek bir “toprak dağıtımı”, varolan emek-
üretim artışı gerçekleştirilecektir. Doğal ola- gücünün daha geniş bir arazi üzerinde kul-
rak tarımsal üretimdeki artış da tarım ürün- lanılmasını sağlayabilir. Bu da, atıl ve verim-
lerinin birim maliyetinin ve fiyatının düşme- siz emek-gücünün kullanılması demektir.
sine yol açacaktır. Ancak kentlere göç etmiş ve orada işsizler
Burada temel unsur, kırsal alanda top- ordusuna katılmış eski kırsal nüfusun istih-
raksız ve az topraklı köylünün emek-gücü- dam edilmesinin önünü açmaz. Bunun ger-
nün verimli olarak kullanılmasıdır. “Toprak çekleştirilmesinin yolu, tarımın başlı başına
reformu” öncesinde küçük bir toprak par- bir sermaye yatırım alanı haline gelmesin-
çasında küçük bir ürün karşılığı tüketilen den geçer. Yani tarımın, tıpkı sanayi gibi üre-
emek-gücü, “toprak reformu” sonrasında
daha geniş bir toprak parçasında tüketile- * “Kapitalist üretim tarzının önkoşulları o halde
ceği için üretkenliği artmış olacaktır. Bu açı- şunlardır: Toprağı gerçekten işleyenler, bir kapitalist
dan “toprak reformu”, tarıma emek-yoğun tarafından, tarımla, yalnızca sermayenin özel bir sö-
mürü alanı olarak, özel bir üretim dalındaki sermaye-
sermaye yatırımı anlamına gelir. Asıl amaç, si için bir yatırım olarak uğraşan bir kapitalist çiftçi ta-
tarımda sermaye yatırımının artırılmasıdır. rafından istihdam edilen ücretli işçilerdir. Kapitalist
Ancak böyle bir emek-yoğun sermaye çiftçi, toprak sahibine, kullandığı toprağın sahibine,
yatırımının etkili olabilmesi için, herşeyden sermayesini, bu özel üretim dalına yatırma hakkı kar-
şılığında sözleşme ile saptanmış belirli dönemlerde,
önce kırsal alanda serbest ya da yarı-serbest örneğin her yıl, (tıpkı para-sermaye ödünç alanın be-
emek-gücünün ortaya çıkmış olması gere- lirli bir faiz ödemesi gibi) bir miktar para öder. İster
kir. Eğer kırsal alanda yeterli emek-gücü tarımsal toprak, yapı arsaları, madenler, balıkçılık böl-
mevcut değilse, yapılacak bir “toprak refor- geleri ya da ormanlar için olsun ödenen bu para mik-
mu” hiçbir biçimde yeni istihdam olanağı tarı toplamına, toprak rantı adı verilir. Bu, toprak sa-
hibinin, toprağını, kapitalist çiftçiye kiralamayı kabul
ortaya çıkarmaz ve üretim artışına yol aç- ettiği bütün dönem için ödenir. Bu nedenle, toprak
maz. Bu açıdan “toprak reformu”, kırsal nü- rantı, burada, topraktaki mülkiyetin, iktisadi açıdan
fusun yoğun olduğu koşullarda ve dönem- gerçekleştiği, yani değer ürettiği biçimidir. O halde,
lerde, toprağın yeniden dağıtımı yoluyla ta- burada, birlikte ve karşılıklı zıtlık halinde, modern top-
lumun çerçevesini oluşturan üç sınıfın hepsi – ücret-
rımsal üretimin genişletilmesine yol açar- li işçiler, sanayici kapitalistler ve toprak sahipleri or-
ken, kırsal nüfusun azaldığı koşullarda ve taya çıkmış oluyor.” (K. Marks, Kapital, Cilt III, s. 546-
dönemlerde aynı sonucu ortaya çıkarmaz. 547.) 19
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
tim ve istihdamı artıran bir yatırım alanı ha- yeterli değildir. 1980’lerde Turgut Özal dö-
line getirilmesi gerekir. Bunun kapitalist üre- neminde “tavuk çiftlikleri” için kamu arazi-
tim ilişkilerindeki karşılığı “kapitalist çiftlik- lerinin bedelsiz olarak verilmesinde ortaya
ler”in kurulması, tarımın kapitalist sermaye- çıkan yolsuzluklar ortadadır. Aynı şekilde Et-
nin yatırım alanı haline getirilmesidir. Balık Kurumu’nun özelleştirilmesinde oldu-
Eğer tarım, kapitalist sermaye açısından ğu gibi, tarımsal işletmelerin arazisi yeni bir
herhangi bir alanda faaliyet gösteren sana- rant kapısı olarak kullanılmıştır. Keza Turgut
yi sermayesi gibi yatırım alanı haline getiri- Özal’ın “tavuk çiftlikleri” için kamu banka-
lebilinse, bu yatırıma paralel olarak yeni is- larından açılan krediler, göstermelik birkaç
tihdama yol açar. Bir başka deyişle, tarım- “çiftlik binası” yapımı dışında başka alanlar-
sal üretimin kapitalist sermaye yatırım ala- da (özellikle turizm ve eğlence sektöründe)
nı haline gelmesiyle tarım işçiliği başlı ba- tüketilmiştir.
şına bir istihdam alanı haline gelir. Bu du- Bu nedenlerden dolayı, “toprak refor-
rumda, tarım işçisinin nereden sağlandığı, mu”nun, en açık ve kesin anlamıyla tarımın
yani kırsal alandaki mevcut nüfustan mı, kamu yatırımının temel alanı haline getiril-
yoksa kentlerdeki işsizlerden mi sağlanıldı- mesini sağlayacak biçimde yapılması zorun-
ğı önemini yitirir. Dolayısıyla tarıma yapılan ludur. Diğer bir ifadeyle, kamunun, yani dev-
her sermaye yatırımı, giderek kent ve kır iş- letin, herhangi bir kapitalist özel sermaye gi-
sizlerinin istihdamını sağlayan bir üretim bi tarıma yatırım yaparak yeni iş olanakları
alanı ortaya çıkarır. yaratması gereklidir. Bu da büyük devlet
Burada asıl olan, sermayenin yatırım ala- çiftliklerinin ve hayvancılık kombinalarının
nı olarak tarımın, en az sanayi ve hizmetler kurulması demektir. Bunun paralelinde top-
sektöründeki sermaye kadar kâr sağlama- raksız ve az topraklı köylüye toprak dağıtı-
sıdır. Tarımsal üretimdeki kapitalist kârın sa- mı, onların büyük devlet çiftlikleriyle reka-
nayi ve hizmetler sektöründeki kâra göre bet edebilme koşullarını yaratacaktır.
daha düşük olmasına yol açan temel etmen Kentlerdeki işsizlerin, daha tam ifadeyle
ise mutlak toprak rantıdır. Bu nedenle, kırdan kente göç etmiş nüfusun yeniden ta-
“toprak reformu”nun, sadece mevcut kırsal rımsal üretime kazandırılması ve tarımda is-
nüfusun emek-gücünün daha verimli hale tihdam edilmesi için, tarıma büyük ölçekli
getirilmesini sağlayan bir toprak dağıtımın- üretime yönelik olarak büyük sermaye ya-
dan ibaret olmayıp, aynı zamanda ve esas tırımı yapılması zorunludur. Bu yolla, kırdan
olarak mutlak toprak rantını kaldıran (ya kente göç ederek serbest emek-gücü hali-
da sanayi ve hizmetler sektöründeki yatırım- ne gelmiş nüfusun tarım işçisi olarak istih-
larla rekabet edebilir düzeye indiren) özel- dam olanağına ortaya çıkar.
liğe sahip olması gerekir. İkinci olarak, “top- Bu boyutlarıyla “toprak reformu”, sözcü-
rak reformu”, geniş ve büyük toprakların ğün geniş anlamında “toprak devrimi” ya da
ekime açılmasını sağlamak zorundadır. Böy- “tarım devrimi” içeriğine sahip olur. Demok-
lece büyük tarımsal işletmeler yaratılarak ratik devrimin tamamlanmadığı ülkelerde
(kapitalist anlamda tarım şirketleri) yeni is- de başka bir seçenek zaten yoktur.
tihdam olanağı ortaya çıkar. Böyle bir “toprak reformu” (devrimi), ka-
Kapitalist anlamda büyük çiftliklerin or- çınılmaz olarak hem istihdamı artırır hem
taya çıkartılması, yani tarım kapitalistlerinin de tarımsal üretimde büyük artışa yol açar.
yaratılması (ki bu devlet aracılığıyla da “ka- Emek-gücünün üretkenliğindeki artış ve top-
pitalist devlet çiftlikleri” şeklinde olabilir) ye- rak rantının ortadan kaldırılması tarım ürün-
ni iş olanakları ortaya çıkaracaktır. Bunun lerinin maliyetini azaltarak fiyatlarının düş-
yolu da, mutlak toprak rantının ortadan kal- mesine yol açarken, aynı zamanda üretici-
dırılmasından geçer. nin toplam gelirinde artışa neden olur.
Ama kapitalizmin yukardan aşağıya ge- Ama...
liştirildiği, sanayiden tarıma kadar her alan- Emperyalizme bağımlı bir ülkede bunu
da çarpık bir gelişmenin ortaya çıktığı ülke- yapmak olanaklı değildir. Dün olduğu gibi
lerde böylesi bir “toprak reformu” (toprağın bugün de emperyalist-kapitalist sistemin en
yeniden dağıtımı ve mutlak toprak rantının büyük sorunu aşırı-üretimdir. 1980 dünya
kaldırılmasıyla tarımın sermaye yatırımı için ekonomik bunalımı sonrasında emperyalist
20 kârlı bir alan haline getirilmesi) tek başına ülkelerdeki yeni sermaye yatırımlarıyla sa-
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
nayi ve tarımda büyük bir üretim artışı orta- yönelik yatırım yapıyor görünse de, bir süre
ya çıkmıştır. Özellikle gen teknolojisindeki sonra doğrudan metropol ülkelerden tarım
gelişmelerle tarımsal üretim olağanüstü bü- ürünleri ithalatına yönelmektedir.
yümüştür. Bunun sonucu olarak, başta ABD Bugün “terör” sorunundan işsizliğe ka-
ve Almanya olmak üzere, emperyalist ülke- dar pek çok sorunun “çözüm anahtarı” ola-
lerde tarımsal üretim fazlası dev boyutlara rak görülen GAP projesinin tamamlanama-
ulaşmıştır. ABD’nin buğday, mısır vb. ürün- masının arkasında yatan temel neden de,
lerde ve Almanya’nın şeker, süt vb. ürünle- emperyalist ülkelerdeki tarım ürünleri faz-
rindeki aşırı-üretim geri-bıraktırılmış ülkele- lasıdır.
re ihraç edilerek bir tarımsal aşırı-üretim kri- Bu nedenle, ülkemizde yapılmaya kalkı-
zine yol açması önlenmeye çalışılmaktadır. şılacak olan bir “toprak reformu”, sonuç
GDO’lu ürünlerin ithalatının genişletilmesi- olarak tarımsal üretimin artırılmasına yol
ne ilişkin AKP hükümetinin aldığı son karar açarak tarım ürünleri ithalatını büyük ölçü-
da ABD’nin tarımdaki aşırı-üretimine pazar de ortadan kaldırmaya yöneleceği ölçüde
bulma gereksinmesinin ürünüdür. emperyalist ülkelerin tarımdaki aşırı-üretim
Bu koşullar altında, sadece istihdam açı- krizini önlemeye yönelik müdahaleleriyle
sından bile olsa tarımsal üretimi artırmaya çatışmaya girmeksizin gerçekleştirilemez ve
yönelik her girişim, kaçınılmaz olarak em- sürdürülemez. Böyle bir çatışma göze alın-
peryalist ülkelerin kendi tarım ürünleri için madığı sürece, “toprak reformu”, çok yalın
pazar yaratma girişimiyle çatışmak zorun- ve basit biçimde belli toprakların, örneğin
dadır. Bu çatışmayı ortadan kaldırmanın tek mayınlı arazilerin dağıtımından öteye geç-
yolu, tarımsal üretimin Arjantin, Brezilya vb. meyecektir. Bu da, klasik anlamıyla sosyal-
Latin-Amerika ülkelerinde olduğu gibi ya- demokrasinin marksizmden “ödünç” aldığı
bancı sermayeye açılmasıdır. Bu da emper- çözümleri uygulayamamasının maddi teme-
yalist ülkelerin kendi iç üretimlerinin çok lidir. Burada sosyal-demokratların bireysel
büyük ölçüde arttığı koşullarda zaten ola- “iyiniyet”lerinin (eğer böyle denilebilirse)
naksızdır. Cargill olayında olduğu gibi, ya- hiçbir önemi yoktur.
bancı sermaye ilk dönemde yerli üretime
21
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
İsrail tarafından gözaltına alınan Türk vatandaşı İzzet Şahin’in serbest bırakılma-
sı için İHH bir basın toplantısı düzenlendi.
İsrail tarafından gözaltına alınan Şahin’in arkadaşı olan Sanatçı Sinan Albayrak
da, “İsrail diplomatik ve politik bir oyunla İzzet Şahin’i gözaltına aldı. Şahin’in mah-
kemeye çıkarılacağı gün Türkiye’den çok güçlü bir heyetin İsrail’e gitmesi lazım. Tür-
kiye, bir kez daha İsrail’e One Minute demeli” diye konuştu.
Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği Başkanı Fisun Bandır ise “Filistin sorunu bir
insanlık sorunudur. Davos çıkışı sözde olmamalı. İsrail ile bütün ilişkiler kesilmeli”
dedi. (5 Mayıs 2010)
“İsrail’in Filistinlilere yardım malzemesi götüren bir Türk gemisine askeri güç kul-
lanarak müdahale edip vatandaşlarımızı öldürmesi, hem Türkiye-İsrail ilişkileri, hem
Ortadoğu’daki güç denklemi, hem de İsrail’in uluslararası camiadaki konumu üzerin-
de çok önemli kırılmalara yol açacak bir olaydır.” (Sedat Ergin, Milliyet, 1 Haziran
22 2010)
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
lı “komplo”cu-lar, İskenderun’daki PKK ey- çevesinde işin içinde yer almadığı, “safiya-
lemi ile MOSSAD arasında bağlantı olduğu ne islami duygularla” İsrail karşıtı bir politi-
iddiasını ortaya attılar. ka uyguladığı, Hizbullah ve Hamas’a karşı
“İslami Yardım Cihadı”nın adım adım “halisane” duygular taşıdığı söylenmektedir.
nasıl tezgahlandığını ve İsrail müdahalesi- Hatta kimileri, AKP’nin “eksen kayması” pa-
nin kaçınılmaz olduğunu çok iyi bilen “med- hasına, ABD’nin “hasmane” tutum takınma-
ya” mensupları ve “dış politika uzmanları”, sı pahasına bu “halisane” duygularla hare-
“gün bunları konuşma zamanı değildir” söy- ket ettiğini bile iddia edebilir. Daha yaratıcı
leminde ifadesini bulan popülizmle sessiz olanlar, “yükselen güç Türkiye” söylemiyle
kalmayı yeğlediler. tüm “ezberleri” bozduğunu, Ahmet Davut-
Açık olan AKP hükümetinin, 2002 yılın- oğlu’nun “kaptanlığı”nda “Türk” dış politi-
da TÜSİAD tarafından liseler için hazırlan- kasının beklenmedik hamleler yaptığını,
mış bir coğrafya kitabında dile getirdiği “dış “yeni dünya düzeni”nde “etkin aktör” ola-
politika” çerçevesinde Ortadoğu’da “inisiya- rak ortaya çıktığını da söyleyebilir.
tif ” almaya kalkışması ve İran’dan “rol” çal- Tüm bu iddialar, gelişen olayların İran’ın
masıdır. Her ne kadar AKP, “nükleer kriz” Ortadoğu’daki nüfuzunu kırmaya ve tecrit
konusunda İran yanlısı bir tutum almış gibi etmeye yönelik bir “planın” parçası olduğu
sunulsa da, Filistin sorununda İran’ı devre- ve “islami” görünümdeki bir iktidarın bunun
den çıkartarak Hamas’ın hamiliğine soyun- için biçilmiş kaftan olduğu gerçeğinin üstü-
muştur. nü örtmek ve AKP’ye iç politika malzemesi
Sözcüğün tam anlamıyla 2002 modeli sağlamaktan başka bir değere sahip değil-
“Büyük Ortadoğu Projesi” çerçevesinde Tür- dir. Zaten “ılımlı islam” söyleminin de, İran’-
kiye’ye biçilen “misyon” yerine getirilmeye ın temsil ettiği “radikal islam”a karşı bir al-
çalışılmaktadır. Lübnan’a asker göndererek ternatif olarak sunulduğu da açık bir gerçek-
Hizbullah üzerindeki İran “vesayeti” gerile- tir.
tilirken, şimdi sıra Hamas’a gelmiştir. Hamas AKP’nin, ister bilerek, ister “halisane”
üzerindeki İran “vesayeti” de etkisizleştiril- duygularla olsun, İsrail’e yönelik girişimleri
diğinde, artık Ortadoğu’da İran’ın nüfuz ala- gündemin ilk sırasına getirmesinin kendi ik-
nı büyük ölçüde sınırlandırılmış olacaktır. tidar süresini uzatmaktan başka amacı yok-
İşte bu gelişme, yani İran’ın Ortadoğu’daki tur.
nüfuz alanının sınırlandırılması, aynı zaman- Yine de bu “cihad” girişiminin İran’ı de-
da Amerikan emperyalizminin İran’a yöne- ğil, asıl olarak İsrail’i “tecrit” ettiğini söyle-
lik saldırısının da zeminini hazırlamaktadır. mek ise, İsrail’in Ortadoğu’daki yerini ve gü-
“Büyük Ortadoğu Projesi”nin “eşbaşkanı” cünü unutmakla özdeştir.
olmakla övünen, “ılımlı islam modeli”nin Bu “gemi” olayından sonra, elbette İsra-
“lideri” olarak ortaya çıkan, “muhafazakar il’le ilişkiler “eskisi gibi” olmayacaktır. “Has-
demokrat” “Recep bey”, ABD ve İsrail’le da- mane” açıklamalar ve tutumlar sürüp gide-
nışıklı dövüşle “tarih” yazmaktadır! Bu dış cektir. Ama unutulmamalıdır ki, Amerikan
politika, aynı zamanda iç politikada AKP’nin emperyalizminin İran’a olası bir saldırısıyla
“tarih olması”nın önüne geçecek bir araç zaten bölgede hiçbir şey “eskisi gibi” olma-
olarak da tasarlanmıştır. yacaktır.
Şüphesiz AKP’nin böylesi bir “plan” çer-
24
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
İcazetin Gölgesinde
Taksim “Zaferi”!
[Kurtuluş Cephesi’nin
1 Mayıs 2010 bildirisi]
Taksim meydanı, daha dün “ayaklar baş olursa, kıyamet kopar” diyen başbakanın
emir ve talimatıyla 1 Mayıs için konfederasyonlara açıldı!
Başta DİSK olmak üzere tüm konfederasyonların 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama “ira-
desi” böylece “zafer”e ulaşmış oldu!
Bu, kimileri için “direnişin zaferi”yken, kimileri için “gazlanarak” kazanılmış bir
“zafer”di. Rivayet her ne kadar muhtelif olsa da, somut gerçek Taksim Meydanı’nın 1 Ma-
yıs kutlamaları için konfederasyonlara tahsis edilmiş olmasıdır. Artık Taksim “inatlaşması”
sona ermiş, “görkemli” 1 Mayıs kutlamasının önündeki engeller kalkmıştır. 1 Mayıs günü
Taksim’e 500 bin emekçi mi, yoksa 245 bin emekçi mi geleceği ve ne kadar süreceği so-
runu dışında bir sorun kalmamıştır.
Evet, Taksim konfederasyonlara tahsis edilmiştir. DİSK, KESK, Türk-İş, Hak-İş vb.
konfe-derasyonlar İstanbul Valisiyle anlaşmışlar ve 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama “hakkı”nı
almışlar-dır!
Uzlaşmacı bile olamayan icazetli siyasetin bu “zaferi”nin sonrasında DİSK başkanı,
1 Mayıs’a ilişkin bir soruyu yanıtlarken bu “zafer”in arka planını da net biçimde açıklamış-
tır:
“Süre konusunda sınır yok. Ancak, işi dozunda bırakmayı düşünüyoruz... Ne
fazla uzun sürmeli, ne de çok kısa tutulmalı... Uzun sürünce, katılan işçi arka-
daşlarımızın da dikkati dağılıyor. Bununla birlikte kontrolün radikal grupların eli-
ne geçme riski artıyor.”
Evet, Taksim konfederasyonlara tahsis edilirken, onlara bir de misyon biçilmiştir: 1
Mayıs kutlamalarının “radikal grupların”, “marjinallerin” eline geçmesini önlemek.
Kimdir bu radikaller?
Adlarını tek tek yazmak olanaksızdır. Onlar, yıllar boyunca 1 Mayıs’ı Taksim’de kut-
lamak ve 1977 katliamını anmak için polisle çatışan, gaz bombalarıyla durdurulmaya ça-
lışılan, ellerindeki pankartlar ve taşlarla direnen insanlardır. Kimi zaman “aşırı solcular”
olarak tanımlanan, kimi zaman “anarşistler” denilen, ama her zaman “terör örgütü yan-
daşları” olarak ilan edilen insanlardır.
Ellerinde pankartlarıyla yola çıkmış olan bu insanlar, kimi zaman şu ya da bu siya-
setin ne kadar “güçlü” ve “çok” olduğunu göstermenin aracı olarak kullanılmışlardır. Ama
yine de kendilerini ifade ettiğini düşündükleri pankartların altında Taksim için yürümüşler,
çatışmışlar, tutuklanmışlardır.
Bugün, DİSK başkanı, kutlamalarının uzaması halinde 1 Mayıs’ın bu insanların kon-
trolüne geçmesinden söz etmektedir. Üstelik bunu söyleyen kişinin başkanlığını yaptığı
konfederasyonun adının başında “Devrimci” sözcüğü vardır.
Devrimin, insanlık tarihinin en radikal eylemi olduğunu kimse tartışamaz.
Devrimcinin, bu en radikal eylemin eylemcisi ve gerçekleştiricisi olduğu da tartışı- 25
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
lamaz.
Gelin görün ki, DİSK başkanı, “radikal grupların kontrolü ele geçirme riski”nden söz
edebilmektedir.
İşte icazetli siyasetin açık ifadesi budur.
Daha geçen yıl, 2009’un 1 Mayıs’ında bu icazetli siyasetin “makul kalabalığı” Taksim’i
feth etmenin coşkusuyla “halay”a durduklarında, o “radikal gruplar”, “marjinaller” Taksim’e
ulaşabilmek için sokak aralarında polislerle çatışıyorlardı.
Şüphesiz, 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Mevcut dü-
zenin sınırları içinde ve yasaları ölçüsünde kitlesel ölçekte kutlanabilen bir gündür. Hiç
kimsenin 1 Mayıs’ın yasal çerçevede kutlanabiliyor olmasına karşı çıkmayacağı da açıktır.
1 Mayıs’ın amacı, olabilecek her biçimde ve her yoldan işçi sınıfının birlik, dayanışma ve
mücadelesini ortaya koymaktır. Bunun yasal çerçevede olup olmayacağı sadece egemen
sınıflara ait bir sorundur. Ama icazetli 1 Mayıs tüm bunların dışındadır.
Gerçek bir demokrasinin olmadığı bir ülkede, demokratik hak ve özgürlüklerin key-
fi olarak kullandırıldığı ya da ortadan kaldırıldığı bir ülkede, “demokratik açılım” adı altın-
da “rejim” değişikliğinin bile dayatıldığı bir ülkede, icazetli siyasetin “demokratik
uzlaşma”yla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
İcazetli siyaset, egemenlerin merhamet ve lütuflarıyla yapılan bir siyasettir.
İcazetli siyaset, küçük lütuflar karşılığında devrimci ilkelerin pazarlandığı bir siyaset-
tir.
İcazetli siyaset, “legalizm”in ulaşabileceği en son ve en kokuşmuş halidir.
Bugün hiç kimse Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamaları için “açılması”na baka-
rak “zafer”den söz edemez. Ortada “zafer” söz konusu olmadığı gibi, kazanılmış bir hak
da söz konusu değildir. Kimse kendisini aldatmamalıdır ve kendisinin aldatılmasına da izin
vermemelidir.
Bugün AKP iktidarı, anayasa referandumuyla iktidarının süresini uzatmaya çalışmak-
tadır. Bir taraftan “liberaller” denilen yandaşlarıyla, “açılım branç”larına katılan “aydınlar”la,
diğer taraftan icazetli siyasetçilerle halkı aldatmaya çalışmaktadır. Yapılmak istenen, “he-
lal olsun, çalıyorlar, ama yapıyorlar da” mantığı içinde AKP’ye karşı olan muhalefeti par-
çalamaktan ibarettir.
Sol, ister tırnak içinde “sol” olsun, niceliği ne kadar az olursa olsun, ne kadar pres-
tij kaybına uğramış olursa olsun, her zaman ülkenin kaderini belirleyecek olan tek güçtür.
Onu, icazetli siyasetçiler aracılığıyla küçük lütuflar vererek belli ölçüde pasifize etmek, sa-
dece AKP’nin değil, tüm düzen partilerinin amacıdır.
Bu oyun yıllardır oynanmaktadır.
Bilinmesi gerekir ki, bugün AKP’nin Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına açıl-
masına izin vermesi sadece konjonktürel bir durumdur ve AKP’nin “sol liberaller”in des-
teğini alma çabasının ürünüdür.
2010’un 1 Mayıs’ı icazetli siyasetin bir gövde gösterisine dönüştürülmek istenmek-
tedir. “Provokasyon” söylemleriyle bu gövde gösterisine karşı çıkanlar daha baştan sustu-
rulmaya çalışılacaktır. Bunun için 1.000 kişilik “özel güvenlik gücü” bile oluşturulmuştur.
Bu oyunun bilincinde olunmalıdır.
Ve bilinmelidir ki, bu oyunları ortadan kaldırmanın tek yolu, devrimci işçi sınıfı si-
yasetinden ve örgütlenmesinden geçer.
Yaşasın 1 Mayıs!
26
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
1 Mayıs’tan 26 Mayıs’a
İcazetli Siyaset
2010’da önce 1 Mayıs kızıllığını kaybet- düzen kortejlerine girmiyor, bir örnek
ti. militan kıyafetleri giymiyor ve ayin
Her renkten, her kesimden, her çeşitten benzeri mitingler düzenlemiyorlar.
insanlarla tam bir “renk cümbüşü”ne dönü- Hemen orada, o anda yeni kararlar
şen Taksim Meydanı, sarılısı, mavilisi, turun- alarak eski kararları yok kabul edebi-
culusu, kahverengilisi, siyahı çeşit çeşit liyorlar. Hemen o anda yolunda git-
renklerle bezenmişti. Eski zamanların “tem- mediğini düşündüklerine sırtlarını
sili gerillaları”ndan miras kalan “merasim dönüyorlar. Taksim’de 1 Mayıs Mar-
bölüğü”nün kızıl bayrakları da bu renk cüm- şı’nı bir anma ayini gibi koro halinde
büşü içinde küçük gelincikler gibi duruyor- söylemeyi reddettiler. Onlar Taksim’e
du. geri dönmediler, ilk kez çıktılar.”*
Herkes kendi havasındaydı. Herkes ken- Bu durum ve bu söylem yeni değildir.
disi için yürüyor, kendisi için konuşuyor, Yüzyıldır yıldır burjuvazi, dünyanın her yer-
kendisi için halay çekiyordu. Timur Selçuk’- de 1 Mayıs’ı şiddetle, kanla engellemeye ça-
un “koro”suyla seslendirdiği 1 Mayıs Marşı lışmıştır. Bunu başaramayınca, onu devrim-
bile bu kendi kendine yürüme ve konuşma ci içeriğinden, sınıf niteliğinden yalıtarak, sı-
havasını kırmayı başaramadı. radan bir “gün”e, bir “tatil günü”ne dönüş-
Her ne kadar “devrim televizyondan ya- türmek için çabalamıştır. Bu çabasında işçi
yınlanmayacak” denilse de, 1 Mayıs televiz- aristokratları, yani işçi sınıfının göreceli ola-
yonlardan canlı yayınlandı. Her televizyonun rak daha yüksek ücret alan kesimleri ile
“alan”daki yorumcuları, sabahın ilk saatle- “icazetli sosyalistler” elele çalışmışlardır.
rinden itibaren “sayılar” vermekte birbirle- Burjuvazinin bu amacı, Kurtuluş Cephesi’nin
riyle yarıştılar. “Alan”dakiler ise, önce Ata- 1 Mayıs bildirilerinde şöyle ifade edilmiştir:
türk Anıtı’nda yer kapma mücadelesi verir- “Burjuvazinin 1 Mayıs’ı saptırma
lerken ve en büyük pankartı en görünür yer- çabaları, hemen her zaman işçi sını-
de kameralara sergilemeye çalışırken “1 fının kendi sınıf gücünün bilincine
Mayıs coşku”su “alan”a girmekte zorlanıyor- varmasını ve kullanmasını engelle-
du. meyi amaçlamıştır. Bu amaçla, 1
Şüphesiz “demokratik” bir ülkede, “de- Mayıs’ları birer ‘festival’ havasına so-
mokratik hak ve özgürlükler”in alabildiğine karak yozlaştırmaktan, onun içeriği-
“kullanıldığı” bir ortamda 1 Mayıs’ın bir fes- ni boşaltarak bir ‘tatil günü’ haline
tival, bir şölen, bir eğlence havasında geç- getirmeye kadar her yolu denemek-
mesini engellemenin hiç de “demokratik” tedir. Bundan öte, 1 Mayıs’ı, her yıl
olmayacağı da açıktır. aynı biçimde yinelenen bir gün hali-
Bu durum, çok geçer akçe söylemle şöy-
le ifade edildi: * S. Candansayar, Toplumsal Mücadelenin Yeni
“Evet ve ne kadar harika ki, sıra- Liderleri, Birgün, 17 Mayıs 2010. 27
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
ye bir sorunları olmamıştır. Tam tersine, ge- devletin görevlileri, memurlar “kamu emek-
lişen devrimci mücadeleyle varlık koşulları- çisi” ilan edilirken, fabrika ve Zonguldak
nın ortadan kalkacağını çok iyi bildiklerin- maden işçileri “işçi aristokratı” olarak ilan
den, onun önünü kesebilmek için ellerin- edilmiştir.
den geleni yapmışlardır. Zaman olmuş dü- Sorun, 1 Mayıs’ın yasal olarak kutlanıp
zenin yasal sınırları içinde sosyalistçilik oy- kutlanmaması değildir. Sorun, legalitenin sı-
namaya kalkışmışlar, gün olmuş, CHP’nin nırlarının bilinmesi sorunudur. Daha henüz
içinde ve gölgesinde siyasete soyunmuşlar- “demokratik açılım”ı bile beceremeyen bir
dır. düzende, demokrasi varmışcasına ve de-
Bugün devrimci mücadelenin tarihi bü- mokratik haklar kullanılıyormuşcasına “ica-
yük ölçüde unutturulmuş ve çarptırılmıştır. zet”le siyaset yapmanın devrimci hiçbir ge-
Deniz’leri “küçük-burjuva maceraperesti” rekçesi yoktur.
ilan edenler, Mahir’i “goşist” olarak karala- Sorun, legal ya da illegal çalışma, silah-
yanlar, bugün Deniz’lerin, Mahir’lerin isim- lı ya da barışçıl mücadele sorunu değildir.
lerinin arkasına saklanmaya çalışmaktadır- Sorun, devrim sorunudur, devrim yapma so-
lar. 1977 1 Mayıs katliamını “Ergenekon çe- runudur. Devrim yapmaktan korkanların,
tesinin işi” olarak ilan etmekten çekinme- devrimin olmasını beklerken kitleleri oyala-
yen “sol”cular bile ortaya çıkmıştır. Küçük- mak için yaptıkları “iş”ler de “icazet”li siya-
burjuvalar, egemen sınıfın baskı aygıtı olan set yapmaktan öteye geçemez.
29
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010
Tanrı, krediyi* yarattı! Böylece Ademo- pamaz hale geldi. Kredinin tarih içindeki se-
ğulları borç denilen kalıtımsal hastalığa ya- rüveni, giderek bu bağımlılık ilişkisinin far-
kalandı. Artık herkes kredi sistemi aracılığıy- kına varılması ve bu farkındalık içinde bi-
la borçlanmaya ve daha fazla borçlanmaya linçli olarak kullanılmasının serüveni oldu.
başladı. Toplumsal düzen, “borç verenler” Tarih içinde bireysel ve özel kredinin ya-
ile “borç alanlar” ya da “alacaklılar” ile nında kamu kredisi ortaya çıktı. Bireyden
“borçlular” şeklinde iki büyük “sınıf ”a ayrıl- kamuya, yani devlete ya da tersine kamu-
dı. “Borç alanlar” borç almaksızın yapamaz- dan bireye doğru akan krediler, borçlunun
ken, “borç verenler” borç vermeksizin ya- alacaklıya bağımlılığını daha belirgin hale
getirdi. Bir süre sonra devletler arası kredi
sistemi doğdu. Uluslararası düzeyde “borç-
* Tooke’ye göre, “En basit ifadesiyle kredi, bir lu devletler” ile “borç veren devletler” orta-
kimsenin, bir başka kimseye, belli bir miktarda ser- ya çıktı. Uluslararası kredi sistemi, giderek
mayeyi para olarak, ya da para olarak hesaplanan de-
ğeri üzerinde anlaşmaya varılmış mallar şeklinde, ve borçlu devletlerin kurtulmaya ne kadar ça-
her iki halde de, belli bir vadenin sonunda ödenmek lışırlarsa çalışsınlar kurtulmayı başaramadık-
üzere, emanet vermesine yolaçan, sağlam ya da çü- ları büyük bir “borç tuzağı”na dönüştü.
rük bir temele dayalı güvendir.” (Akt. K. Marks, Kapi- Serbest rekabetçi kapitalizmde gelişen
tal, Cilt III, s. 353.)
Marks, kapitalist kredi sisteminin niteliğini de şöy-
ve tekelci kapitalizmle dünya çapında ege-
le ifade eder: men olan “finans sistemi”, emperyalist ül-
“Kredi sisteminin özünde yatan iki karakteristiğin- keler ile sömürge, yarı-sömürge ve geri-bı-
den birisi, kapitalist üretimin itici gücü olan, başkala- raktırılmış ülkeler arasında sürekli ve kalıcı
rının emeğinin sömürülmesi yoluyla zenginleşmeyi,
bir bağımlılık ilişkisi haline geldi. Fakir ve
en katıksız ve en dev boyutlara ulaşmış bir kumar ve
sahtekarlık sistemi halini alıncaya kadar geliştirmek, yoksul sömürge vb. ülkeler, herhangi bir
ve toplumsal serveti sömüren azınlığın sayısını gitgi- emperyalist ülkenin sanayi malını alabilmek
de azaltmak, diğeri de, yeni bir üretim tarzına geçiş için uluslararası finans sistemine başvurmak
biçimini oluşturmaktır. Kredi sisteminin Law’dan Isa- zorunda kaldı. Ya da tersine, malını satmak
ac Pereire’e kadar belli başlı sözcülerine, dolandırıcı
ve peygamber karması o tatlı özelliği veren de, işte
isteyen herhangi bir emperyalist ülke, satın
onun bu belirsiz niteliğidir.” (K. Marks, Kapital, Cilt III, alacak ülkeye kredi vererek kendi malını sa-
s. 390.) tın almasını garantiye aldı. Böylece ticaret
“Kapitalist özel sanayiin, kapitalist sistemin ken- alanında emperyalist ülkeler ile bağımlı, ge-
di temeli üzerinde yokedilmesini temsil eden ve ye-
ri-bıraktırılmış ülkeler arasındaki kredi sis-
ni üretim alanlarına yayıldıkça ve buraları egemenli-
ği altına aldıkça özel sanayii ortadan kaldıran hisse temi gelişti.
senetli şirketler işi dışında, kredi, bireysel kapitaliste Emperyalist ülke mallarının (yatırım mal-
ya da kendisine kapitalist gözüyle bakılan kimseye, ları, ara-malları ya da tüketim malları) tüke-
belli sınırlar içersinde başkalarının sermayesi ve ma- ticisi olan ülkelerin, bu tüketimi sürdürebil-
lı, ve böylece de başkalarının emeği üzerinde mutlak
bir denetim olanağı sağlar.” (K. Marks, Kapital, Cilt III,
mek için krediden başka bir seçeneği kal-
30 s. 388.) madı.
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
Time’ın
Dünyanın En Etkili 100 Lideri (!)
E-Posta Adresi:
kurcephe@kurtuluscephesi.org
erisyayinlari@kurtuluscephesi.org