Vous êtes sur la page 1sur 36

 KURTULUŞ CEPHESİ

Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede

Zafer Bizim Olacaktır!

http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 21 SAYI: 115 Mayıs-Haziran 2010

Kozlu 1971

Kapitalizm ve
Kömür Madenleri

Gelişen Siyasal Olaylar


ve Egemen Sınıflar

“Yeni” Orta Sınıf

Toprak Reformuyla
İstihdam Yaratmak

Bölgesel Güç Olma Sevdası


[Adım Adım İslami Yardım Cihadı]

İcazetin Gölgesinde
Taksim “Zaferi”!

1 Mayıs’tan 26 Mayıs’a
İcazetli Siyaset

Yeni Borç Krizi ve


Euro’nun “Çöküşü”

Time’ın
Dünyanın En Etkili 100 Lideri (!)
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

1990 yılında Zonguldak Yeni-Çeltek’te KAPİTALİZM


meydana gelen grizu patlaması üzerine VE
Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik
Cephe dergisinde yayınlanmış bir yazı. 3 KÖMÜR MADENLERİ

Deniz Baykal’a yönelik “kaset


komplosu”yla birlikte gelişen siyasal GELİŞEN
olaylar ve bu olaylar karşısında egemen SİYASAL OLAYLAR
sınıfların konumuna ilişkin bir değerlen- VE
dirme.
7 EGEMEN SINIFLAR

“Yeni” CHP’nin yeni yüzlerinden sosyo-


log Prof. Dr. Sencer Ayata’nın “yeni” “YENİ”
orta sınıf söylemi üzerine bir değerlen- ORTA
dirme.
15 SINIF

Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP


Kurultay’ında açıkladığı “toprak TOPRAK REFORMUYLA
reformu”nun niteliği ve istihdam yarat- İSTİHDAM
ma özelliği üzerine bir irdeleme. 18 YARATMAK
Sovyetler Birliği’nin dağıtılmışlığından
sonra Türkiye oligarşisinin “Çin
Seddi’nden Adriyatik’e kadar” büyük bir BÖLGESEL GÜÇ
bölgesel güç olma sevdasının AKP’nin OLMA SEVDASI
sevdası haline gelişi üzerine bir değer-
lendirme.
22 [ADIM ADIM İSLAMİ YARDIM CİHADI]

1 Mayıs 2010’da Kurtuluş Cephesi’nin İCAZETİN GÖLGESİNDE


yayınlanmış olduğu bildiri. TAKSİM
25 “ZAFER”İ

“İcazetli siyaset”in 1 Mayıs ve 26 Mayıs


olayları sırasındaki tutumu üzerine bir
1 MAYIS’TAN
26 MAYIS’A
27
değerlendirme.
İCAZETLİ SİYASET

Yunanistan kriziyle başlayan ve


YENİ BORÇ KRİZİ
İspanya’da bir bankaya el konulmasıyla
VE EURO’NUN
gelişen Avrupa borç krizi ve Euro’nun
“çöküşü” üzerine bir değerlendirme. 30 “ÇÖKÜŞÜ”

TIME’IN
Amerikan Time dergisinin
DÜNYANIN EN ETKİLİ
Recep Tayyip Erdoğan’lı “geleneksel”
dünyanın en etkili 100 lideri seçkisi. 34 100 LİDERİ (!)

KURTULUŞ CEPHESİ http://www.kurtuluscephesi.com


SORUMLU: Sezai Görür http://www.kurtuluscephesi.org
Yazışma Adresi: http://www.kurtuluscephesi.net
Postfach 1414 http://www.kurtuluscephesi.de
55504 Bad Kreuznach / Deutschland E-Posta Adresi:
kurcephe@kurtuluscephesi.org

Bu sayı İLKER Matbaası’nda basılmıştır. Baskı Tarihi: 4 Haziran 2010


Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

Kapitalizm ve
Kömür Madenleri

[Aşağıdaki yazı, 1990 yılında Yeni-Çeltek’te meydana gelen ve 66 işçinin


ölümüne yol açan grizu patlamasından sonra yazılmış ve Anti-Emperyalist ve
Anti-Oligarşik Cephe dergisinin 1991/1 sayısında yayınlanmıştır.]

Türkiye’de her yıl yüzlerce işçi, iş kaza- Yıl Yer Ölü Sayısı
ları olarak adlandırılan olaylarda ölmekte ya 1942 Kandilli 40
da yaralanmaktadır. Binlerce işçi sakat ka- 1947 Kozlu 47
lırken, yaşamlarını yitiren işçiler sadece is- 1955 Gelik 55
tatistiklerde yer alan basit birer rakam hali- 1960 Kozlu 22
ne gelmektedirler. Şubat 1990’da Yeni-Çel- 1965 Çeltek 72
tek’te meydana gelen “kaza” sonucunda ya- 1967 Kandilli 17
şamlarını yitiren 66 maden işçisinin 58’inin 1972 Kozlu 23
cesetleri bile çıkartılamamıştır. Gazetelere 1983 Kandilli 103
yansıyan “iş kazaları”, her zaman Yeni-çel- 1983 Kozlu 10
tek olayı gibi geniş ölçüde yer de alama- 1990 Yeni-Çeltek 66
maktadır. Örneğin 1983 yılında Zonguldak- 1990 Amasra 5
Kandilli’de meydana gelen grizu patlaması 1992 Kozlu 263
sonucunda 103 maden işçisi yaşamını yitir- 1995 Yozgat-Sorgun 37
mesine rağmen, basında yer almamıştır. 2003 Karaman-Ermenek 10
Çünkü 12 Eylül faşist generalleri bu haberin 2004 Kastamonu/Küre 19
geniş ölçüde yazılmasını “tehlikeli ve sakın- 2005 Gediz 15
calı” bulmuşlardır. 2006 Dursunbey 17
Ülkemizde, 1981-86 yılları arasında her 2009 Kemalpaşa 19
gün, ortalama 415 “iş kazası” meydana gel- 2010 Odaköy 17
miştir. Yaklaşık 100 “iş kazası”ndan birisi 2010 Gelik 30
ölümle sonuçlanmıştır. “Kazaların” dağılı- 1990 sonrasındaki patlamalar bu basıma eklenmiştir.

mında %18 ile inşaat sektörü birinci sırayı


alırken, %11 ile metal sanayi ikinci sırada ve Bütün bunlar, büyük grizu patlamasına
%9.8 ile kömür madenleri üçüncü sırayı al- ilişkin sayılardır. Bunların yanında, “küçük”
maktadır. sayılan grizu patlamalarında, yangın, su bas-
“İş kazaları”nda kömür madenleri üçün- kını, göçük olaylarında ölenlerin tam sayısı
cü sırayı almasına rağmen, ölümlerde ilk bilinmemektedir. Zonguldak kömür maden-
sırada yer almaktadır. Kömür madenlerin- lerinde son 40 yılda meydana gelen olaylar-
de ölüm olayları, grizu patlaması, göçük ya da 3.912 maden işçisi yaşamını yitirmiş ve
da su baskını gibi olaylar sonucu meydana 305.000 yaralanma olayı meydana gelmiş-
gelmektedir. Son elli yılda meydana gelen tir.
büyük grizu patlamaları sonucu meydana Bunların nedenleri vardır. Zaman içinde
gelen ölüm olaylarının dökümü şöyledir: artarak gelişen ölüm olaylarının nedenleri- 
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

ni görmeden önce, bundan yaklaşık olarak pup gelenlerin proleter sosyalist siyasal bi-
150 yıl önce, İngiltere’de yayınlanmış olan lince ulaştırılması da güç olmaktadır. Ger-
bir raporu aktaralım: çekler anlatılamamakta, anlatmaya çabala-
“Kömür ocağı sahipleri ve işlet- yanlar ağır hapis ve ölüm cezalarına çarptı-
mecileri arasında rekabet altında ... rılmaktadır. Böylece işçiler arasında bir “tak-
en gözle görülür fizik güçlükleri yen- diri ilahi” sürüp gitmektedir.
mek için, gerekli olanın dışında hiç- Kömür madenlerinde bu durum daha
bir harcama yapılmaz; ve genellikle da kötüdür. Meydana gelen “iş kazaları”, on-
yapılacak iş için gerekli olandan çok lar için “tevekkül” ile karşılanması gereken
daha fazla bulunan kömür işçileri olaylardandır. Galeri girişlerine yazılan dini
arasında rekabet nedeniyle, çevrele- sözler, sanki onların bu kötü ve ağır çalışma
rindeki tarım işçilerinden biraz yük- koşullarında çalışmaları kaçınılmazmışçası-
sek bir ücret karşılığında, bunlar bü- na kömür işçilerinin her gün karşısına çı-
yük tehlikelere ve çok zararlı etkile- kar:
re seve seve katlanırlar ve bu iş ayrı-
ca onlara çocuklarını karlı bir şekil- “BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM”
de kullanma olanağı da verir. Bu çif- “EVVEL TEDBİR-SONRA TEVEKKÜL”
te rekabet ... ocakların büyük bir kıs-
mının en yetersiz drenaj ve havalan- Tümüyle maden mühendisliğinin uz-
dırma ile işletilmelerini sağlamaya ta- manlık alanına giren ve bu uzmanlıklarla
mamen yetmektedir. Çoğu kez kuyu- çözümlenebilen sorunlar, doğrudan kömür
lar kötü açılmış, kötü donatılmış ve işçisinin “kendisine” ve sonra “allah”a bıra-
mühendisler yetersizdir; galeriler ve kılmıştır. Ve işverenler (isterse kolektif kapi-
yollar kötü açılmış ve yapılmıştır; talist olan devlet olsun) bir kez daha işçile-
bunlar, can kaybına, vücut ve sağlı- ri sömürebilmek için “başkalarından” yar-
ğın bozulmasına yol açar; bunlara ait dım almaktadırlar. Oysa hepsinin arkasında
istatistikler korkunç bir manzara or- kâr, daha fazla kâr sağlama isteği yatmak-
taya koyarlar.”* tadır.
Karl Marks’ın, bundan 130 yıl önce ya- Kapitalizm koşullarında işçilerin nasıl sö-
yınladığı ünlü yapıtı Kapital’de yer verdiği mürüldüklerini ayrıntılı bir biçimde tahlil
bu rapor ile ülkemizdeki maden ocakları- eden Marks, kapitalistin ya da kapitalist dev-
nın durumu arasında büyük benzerlikler bu- letin var olduğu üretim biçiminin bir özelli-
lunmaktadır. ğini şöyle belirtir:
Kendilerini geçindirecek kadar ürün ala- ”Kapitalist üretim biçimi, genellik-
madıkları topraklarından koparak maden- le bütün pintiliğine karşın, kendi in-
lerde çalışmaya başlayan köylüler, zaman san malzemesi konusunda çok ho-
içinde çalışma koşullarının getirdiği “yeni vardadır.”**
bir dünya” ile yüz yüze gelmektedirler. İlk Kapitalistler ya da işletme yöneticileri
kez gerçek anlamda işçi olmanın getirdiği kârlarını artırmak için pek çok konuda “ta-
sorunlarla, işverenlerin kârlarını artırmak sarruf ” peşinde koşarlar. Son on yılda ülke-
için, onların yaşamlarını hiçe saymasının ge- mizde de sık sık duyulan “enerji tasarrufu”
tirdiği sömürü koşullarıyla yüz yüze kalırlar. bunlardan birisidir. Diğer bir tasarruf konu-
Ama tarımdan sağlanan gelirden az çok su da, üretim artıklarından yararlanmaktır.
yüksek gelir sağlayan ücretler karşısında, el- Ama hepsinden önemlisi, çalışma koşulla-
verişsiz ocaklarda (ya da başka sanayi ku- rında, işçinin sırtından yapılan tasarruflardır.
ruluşlarında) çalışmak durumundadırlar. Bunların en yaygın olarak gerçekleştirildiği
Yaygın işsizlikle birleşen tarıma göre daha yerler kömür madenleridir.
yüksek gelir sağlama durumu, yaşam paha- “Nasıl ki, emeğin birleşik hale gel-
sına bir çalışmanın sürdürülmesinin nede- mesi ve elbirliği, makinelerin geniş
ni olur çıkar. ölçüde kullanılmalarına, üretim araç-
Siyasal özgürlüklerin olmadığı bir ülke- larının yoğunlaşmasına ve ekonomik
de, yani bizim gibi bir ülkede, tarımdan ko- olarak kullanılmalarına yol açıyorsa,

 * Akt. K. Marks, Kapital, Cilt III, s. 82. ** K. Marks, Kapital, Cilt III, s. 81.
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

aynı şekilde, kitleler halinde, kapalı lı koşullarda çalışmalarını belirleyen yatırım-


yerlerde ve sağlık gereksinmelerin- lar, “masraf ” ya da “maliyet” olarak kapita-
den çok, üretimin işine gelen koşul- listlerin kâr oranlarını düşüren yatırımlar
lar altında bu birarada çalışmadır ki; olarak kabul edilir. Bu alanlarda ne kadar
işte bu kitle halinde bir ve aynı işye- az harcama yapılırsa, yani ne kadar az ser-
rinde yoğunlaşmadır ki, bir yandan maye bu işe ayrılırsa, kâr oranı, o oranda
kapitalist için büyük bir kâr kaynağı- yükselecektir.
nın, öte yandan da daha kısa çalış- Yeni-Çeltek’te meydana gelen ölümler-
ma saatleri ve özel önlemlerle karşı- den sonra günlük basında bir uzman şöyle
lanmadığı takdirde, işçilerin yaşam demektedir: “...işçi güvenliği, kazaya karşı
ve sağlıklarının hovardaca harcanma- önlem almak üzere yapılacak yatırımlar
sının nedenini oluşturur.”* için, maliyet kaygısından söz açılamaz. Po-
Bu konu öylesine basittir ki, yeni bir işçi litik büyüklerimiz sürekli Türkiye’nin çağ at-
bile, bu durumu, kısa sürede görebilmekte- ladığından söz ediyorlar. Çağdaş dünyada,
dir. işçinin can güvenliği, kazaya karşı alınacak
Bilindiği gibi, kapitalistler, işverenler açı- önlemler için maliyet hesaba katılmaz.”
sından, asıl olan kârdır. Ancak onların üze- Uzman, bir yandan kapitalist dünyada işçi-
rinde durdukları nokta, kârlarının miktarı nin can güvenliğinin nasıl bir “maliyet” he-
değil, yatırdıkları sermayelerine oranıdır. Kâr sabı içinde ele alındığını vurgularken, öte
oranı, yatırılan sermaye üzerinden elde edi- yandan onun “çağdaş dünya”sının kapita-
len bir çeşit sermayenin verimliliğidir. İşçiyi list dünya olduğunu söyleyememiştir. Ve
daha çok çalıştırarak, daha verimli hale ge- tüm çarpıklıklar da, işte bu dünyadan kay-
tirmek peşinde koşan sermaye sahibi, bu naklanmaktadır.
amaçla düzenlediği “hizmet içi eğitim” ça- Ülkemiz, emperyalist-kapitalizmin sömü-
lışmalarıyla verimliliği artırmak peşindedir. rüsü altında olan geri-bıraktırılmış bir ülke-
Aynı şekilde, kapitalist açısından sermaye- dir. Bu yüzden, pek çok durumda, ucuz
nin de verimliliği önemlidir. Her zaman ka- emek gücü herşeyin önüne geçmektedir.
pitalistler, yatırdıkları sermayelerinin en yük- Emperyalist sömürünün gereği olduğu ka-
sek kârı getirmesi peşindedirler. Bir başka dar, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin yaşayabil-
deyişle, onlar, sermayelerini en yüksek kâr mesi için de işçi ücretlerinin düşük tutulma-
oranı olan işlere yatırmak durumundadırlar. sı ve işçilerin kapitalistlere maliyetinin en
Sermaye ise, kendi dillerinde, sabit ve dö- aza indirilmesi gerekmektedir.
ner sermaye bölümlerinden oluşur. Ve bun- Tüm bunlar arasında kömür madenleri-
ların miktarındaki her azalış, işçilerin sömü- nin özel bir yeri vardır. Sanayi devriminden
rü oranı sabit kaldığı sürece kâr oranının günümüze kadar en ucuz enerji kaynağı kö-
yükselmesine neden olur. mür olagelmiştir. Bugün kömürle çalışan
İşte, kapitalistin dilinde sabit sermaye, elektrik santrallerinden, buhar kazanlarına
binalardır, donanımdır, alet-edevattır. Kömür kadar pek çok alanda kullanımı sürdürülen
madenlerinde, gerek gelişmiş teknolojik bu enerji kaynağı, teknolojik gelişmelere
araçlarla, gerekse maden mühendisliği ve- bağlı olarak yeni ve ucuz enerji kaynakları-
rileriyle, madenlerin güvenlikli hale getiril- nın ortaya çıkmasına rağmen, önemini yitir-
mesi için yapılacak harcamalar, kapitalist- memiştir. Özellikle demir-çelik sanayisine
ler için, sabit sermaye yatırımlarıdır. Ve bu sürekli bir girdi olan kömür cevheri, ülke-
yatırımlar, doğrudan üretken yatırımlar ola- mizde asıl olarak devlet eliyle işletilmekte-
rak kabul edilmediği için, kapitalistlere gö- dir (TKİ yanında, bazı bölgelerde özel kişi
re, kâr oranını düşüren “gereksiz” harcama- ve şirketlerin işlettiği kömür ocakları da bu-
lar olarak değerlendirilir. Kömür madenle- lunmaktadır. Ama üretimin asıl ağırlığı dev-
rinde galerilerin daha güvenlikli olarak açıl- let kuruluşlarındadır). Yıllardır devlet tara-
ması, yolların mühendisliğin son bulguları- fından işletilen kömür ocakları sanayiciler
na göre yeniden inşa edilmesi gibi, grizu- için ucuz girdi sağlamaktadır. Özellikle de-
nun gelişmiş aygıtlarla tespit edilmesi gibi, mir-çelik fabrikalarında kullanılan kömür, iş-
doğrudan işçilerin daha güvenlikli ve sağlık- birlikçi-burjuvazi için yaşamsal öneme sa-
hiptir. Örneğin bir buzdolabı ya da “yerli”
* K. Marks, Kapital, Cilt III, s. 85. oto, kömür sayesinde daha düşük maliyete 
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

sahip olabilmektedir. kurşunlanmışlar, toprak üstünde yeni ya-


Gerek demir-çelik üretimini, gerekse kö- şamlar yitirmişlerdir. Bunlara rağmen, oli-
mür madenlerini denetiminde tutan devlet garşik yönetim, 12 Mart sonrasında sıkıyö-
kuruluşları olunca, siyasal iktidar başlı başı- netim ilan etmekten geri durmamıştır.
na önem kazanmaktadır. “Yönetenler”, bu Oligarşik yönetimin işçilerin direnişini
sayede, kapitalistlere ucuz kaynak sağla- azaltmak için kullandığı diğer yöntem de,
maktadırlar. Zonguldak maden işçilerini “bağımsız” ye-
Kömür işçilerinin yıllardır yaşamlarını rel bir sendika içinde toplamak olmuştur.
tehlikeye atarak çıkardıkları kömürlerin, ka- Politik alanda etkinlik kurmaktan uzak tutu-
pitalistlere daha fazla kâr sağlamak için kul- lan maden işçileri, bu yolla, güçlü bir sen-
lanılması, aynı zamanda, “iş kazaları”nda dikal hareket oluşturmaktan da uzak tutul-
yaşamlarını yitiren işçilerin gerçek sorumlu- maktadır.
larının kimler olduğunu da göstermekte- Maden işçileri, tüm işçi sınıfı içinde grev
dir. silahını en etkili bir biçimde kullanabilecek
Maden işçilerinin en basit iş güvenliğine en önemli kesimi oluştururlar. Bunun bilin-
sahip olmadan çalıştırılmalarının sorumlu- cinde olan egemen sınıflar ve politik yöne-
su kapitalistlerdir, onların siyasal yöneticile- ticiler, onların bilinçlenip örgütlenmesini
ridir. her yolu kullanarak engellemek peşindedir-
Bu gerçeklerin gizlenmesi için, her yol ler.
denenmiştir ve denenmektedir. Özellikle Tüm bunlar karşısında, maden işçileri,
Zonguldak kömür havzası ve çevre ilçeleri, kendi güçlerinin bilincinde olarak, her yer-
bu açıdan özel bir yere sahiptir. Madenler- de, kendi komitelerini kurarak, kendi sorun-
de çalışan 40.000 kömür işçisi ve Ereğli ile larına sahip çıkmalıdırlar. Bu sahip çıkış, ay-
Karabük demir-çelik fabrikalarında çalışan nı zamanda, siyasal iktidara yönelik olacak
10.000’e yakın işçisiyle, bu bölge olağanüs- ve ülkenin geleceğini belirleyecektir. Güven-
tü boyutta önem kazanmıştır. likli ve sağlıklı iş koşullarının yaratılmasının
1960 sonrasında hareketlenen maden iş- yolu da buradan geçmektedir. Üretenlerin
çileri, çeşitli “iş kazaları” sonrasında çeşitli yönetenler olması için, görev, örgütlenmek
direnişler, mitingler düzenlemişlerdir. 1965 ve buna dayanarak mücadele etmektir.
Kozlu olaylarında jandarma ve polislerce


Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

Gelişen Siyasal Olaylar


ve Egemen Sınıflar

2010’un Mayıs ayı değişim, dönüşüm ve Baykal’ın istifasıyla birlikte “muhteşem


“ilkler” söylemiyle başlayıp rüzgar, fırtına, geri dönüş” teorileri “medya”da geniş yer
kırılma vb. söylemlerle gelişen bir dizi iç si- tuttu. Bu “teori”ye göre, Baykal, “kaset” ola-
yasal olaylara sahne oldu. yını kullanarak kendisini “mağdur” göstere-
1 Mayıs, konfederasyonların AKP iktida- cek ve CHP 33. Olağan Kurultayı’nda bu
rının icazetiyle, “32 yıl sonra ilk kez”, bir “mağduriyet”le “muhteşem” bir dönüş ya-
bayram, bir festival, bir eğlence ve renk pacaktı.
cümbüşü içinde Taksim Meydanı’nda kut- “Medya”, Baykal’ın istifasını açıkladığı
landı. Solun her rengi ve her çeşidine göre basın toplantısındaki “duygusal” görüntüler
Taksim Meydanı “söke söke” alınmıştı. Ama ve CHP “örgütünün” il başkanları düzeyin-
Tayyip Erdoğan, “Neyi söke söke aldınız. Ya- de “Baykal geri dönsün” açıklamaları eşli-
nınızda dolaşanlar, kolunuza girenlerle 30 ğinde Deniz Baykal’ın “muhteşem dönüşü”
yıldır bunları niye alamadınız? Emek ve Da- üzerine yayınlarını yoğunlaştırdı.
yanışma Günü olarak ilan eden iktidara Ve birden “hava” değişti. Kemal Kılıçda-
hangi yüzle kalkıp da bunu söylüyorsun? Bu- roğlu CHP genel başkanlığına aday olduğu-
günü tatil ilan eden bu iktidara hangi yüzle nu ilan etti.
bunu söylüyorsun” diyerek icazetin kendi- Ve bir günde Baykal, “kaset”, “muhte-
lerinden geldiğini ilan etti.* şem dönüş” unutuldu. Her şey Kemal Kılıç-
1 Mayıs rüzgarının ve icazet atışmaları- daroğlu’nun genel başkanlığa seçilmesine
nın tam yok olmaya başladığı anda birden “endekslendi”.
“kaset” olayı patlak verdi. Deniz Baykal’ın “Recep bey”in sözüyle “candaş ve yol-
“özel hayatı”nı görüntüleyen “kaset”, birden daş medya”, yıllarca devrilmeye çalışılıp
yeni bir “komplo” söylemini başlattı. Kimi- devrilememiş Deniz Baykal’ın yerine yeni ve
ne göre (ki Deniz Baykal’ın istifa konuşma- yepyeni bir genel başkanın, “halk adamı”
sında açıkça ifade edildi) bu “komplo”, AKP Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını bü-
hükümetinin bilgi ve onayı ile gerçekleştiril- yük coşkuyla karşıladı. Ama coşkuyla birlik-
miş bir “CHP operasyonu” olarak yorumla- te “akıl” vermeler de aynı hızda ortalığa sa-
nırken, “yandaş medya”ya göre ise, “CHP çıldı.
içindeki Baykal karşıtlarının komplosu”y-du. Dedikoduları dedikodular, spekülasyon-
Ve “CHP’nin değişmez genel başkanı” ola- ları spekülasyonlar takip etti. Önder Sav’dan
rak kabule edilen Deniz Baykal istifa etti. Gürsel Tekin’e, Sezar’dan Brütüs’e kadar
herşey yazıldı, çizildi.
* Tayyip Erdoğan ya da yeni adıyla “Recep bey”, Daha düne kadar “ne olacak bu mem-
bu açıklamasından iki gün önce şöyle konuşuyordu: leketin hali”nden söz edenler, Ergenekon
“Taksim’i kopara kopara aldık diyenler var. Kimse AK
Parti iktidarından kopara kopara bir şey almadı. Bu
operasyonlarıyla korkuya kapılanlar, CHP’li-
böyle bilinsin. Kopara kopara alma güçleri varsa ler, Baykalcılar, anti-Baykalcılar, “sol”cular
77’den iktidarımıza kadar neredeydiler.” “oybirliği”yle Kemal Kılıçdaroğlu’nun arka- 
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

sında saf tuttular. rarlanıyorsa o yapmıştır” yanıtı kabul ettiril-


Gün, “birlik ve beraberlik günü” ilan edil- meye çalışıldı.
di. Her türlü “muhalif ” ses ve eleştiri bir ya- Böylece eski yılların “ne zararı var” söy-
na itildi. Ve tarihinde belki de ilk kez CHP leminde ifadesini bulan pasifizm ve kader-
“birlik ve beraberlik” görüntüsü vermeye cilik, “en çok kim yararlanmışsa” söylemin-
başladı. de ifadesini bulan kuşkuculukla yer değiş-
Son Ergenekon operasyonunda “aktif gö- tirdi.
revdeki generaller”in üçte birinin gözaltına Şimdi artık “yeni” bir CHP ve Kemal Kı-
alınmaya kalkışılmasıyla AKP’nin pervasız- lıçdaroğlu “olay”ı var. Otuz yıl önce terk
lığından yılgınlığa düşenler, ilk kez “merak edilmiş söylemler yeniden anımsanırken,
etmeyin ordu yok”un ne olduğunu anlama- SSCB’nin dağıtılmışlığıyla ortaya çıkan “psi-
ya başladılar. kolojik” hava, “kişisel bozgun havası” sanki
Ve 22 Mayıs günü Kemal Kılıçdaroğlu, dağılacakmış gibi görünmeye başlandı. CHP
“coşku, sevinç ve gözyaşları” içinde CHP ge- Kurultayı’ndaki “coşku, heyecan ve gözya-
nel başkanlığına seçildi. Konuşmasında, şı” ne kadar somutsa, bu havanın dağılaca-
“halk”tan, “halkçılık”tan, “devrimcilik”ten, ğına ilişkin beklenti ve kuşkuculuk da o ka-
“faşizm”den söz eden Kemal Kılıçdaroğlu dar somuttu. Bu konuda SİP-TKP’si, eski
“sosyal-demokrasi”nin yeni bir yükselişini alışkanlıkla başı çekti. Yayınladıkları “mek-
simgeler hale geldi. tup”ta, bir yandan kendilerinin ne kadar
Kimilerine göre Ecevit’in 1973’deki “yük- “sol” olduklarını yere-göğe koyamazken, di-
selişi”ne benziyordu, kimilerine göre, CHP’- ğer yandan Kılıçdaroğlu’nun yarattığı “heye-
nin 1977 genel seçimlerinde gerçekleştirdi- candan rahatsızlık duyma”dıklarından dem
ği “oy patlaması”nın öngününe benziyor- vurdular. Ama genel “kanı”ları, “60’larda 27
du. Mayıs’ın açtığı kapıdan siyasal alana giren
AKP ve “yandaş medya”, tüm planlarını solun, belki de yeni bir yükseliş dalgasını bu
Deniz Baykal’ın “muhteşem dönüşü”ne gö- kutuplaşmanın açacağı kapıdan girerek ger-
re hazırladıklarından bu gelişme karşısında çekleştireceği” şeklinde oldu.
ne yapacağını bilemez hale gelirken, Tayyip Öte yandan icazetli 1 Mayıs’ın havası
Erdoğan’ın Zonguldak grizu patlamasına iliş- içinde “yeni CHP”nin “solun önünü kesebi-
kin “kader” açıklamasıyla da köşeye sıkıştı. leceği” “endişesi”nden de söz edilmeye
Yiğit Bulut gibi “dönek yiğit”ten başka pek başlandı.
“yandaş” ortalıkta görünmedi. Ve yine SİP-TKP, bu “endişe”nin başını
Ortalıkta Kemal Kılıçdaroğlu “rüzgarı” çekerek ileri atıldı:
eserken, dünün “ezber bozanları”, “çağdaş “‘Yeni CHP’ solun önünü kesebi-
sosyal-demokrasi” yandaşları, “sol liberalle- lir mi, kesemez mi?
ri” “akıl hocası” olma hazırlığı içine girdi- Bu sorunun yanıtını düşünürken,
ler. bir noktanın hiç akıldan çıkarılmama-
Düne kadar geleceğin nasıl şekillenece- sı gerekir: Türkiye’de solun açılım
ğine ilişkin komplo teorileri inşa edenler, alanı, 2007 yılında ‘bu kez son’ diye-
olayları ve olguları kurgulayarak dış görü- rek oyunu CHP’ye veren, tam ‘gerçek
nüşlerden “çıkarsamalar” yapanlar, şimdi yerine’ gidecekken bu kez Kılıçda-
“akıl hocası” olmaya soyunurken, kurgusal- roğlu dalgasıyla yeniden umutlanan
cılığın yerine “olasılıkçılık” geçti. emekli öğretmen Tevfik beyle Maci-
Yine de huylu huyundan vazgeçmedi. de hanımdan ibaret değildir, olma-
Spekülasyona, kurguculuğa alıştırılmış “kit- malıdır.
le”ye hitap eden çevreler “kaset komplosu”- Türkiye’de, öğrencisiyle, çalışanıy-
nu CHP’ye, özellikle de CHP içindeki Bay- la, işsiziyle 15-24 yaş aralığında 13
kal karşıtlarına yıkmak için ellerinden gele- milyon insan vardır
ni yaptılar. Otuz yıllık “medya” söylemiyle Bunlar, ‘geçmişin ölü elini’ üzer-
ve eğitim sistemiyle kurgusalcı düşünmeye lerinde fazla hissetmeyen, zihnen ba-
alıştırılmış “kitleler” için “Baykal’a bu komp- kir insanlardır. ‘Tüh, tam bunlara uza-
loyu kim yaptı?” sorusunu ortaya atıp, yine nacakken başımıza Kılıçdaroğlu çık-
otuz yıllık söylemle ve alışkanlıkla yerleşti- tı’ diyen bir sol, en baştaki ‘tüh’ sö-
 rilmiş “şablon”la, “Bundan en çok kim ya- zünün kendisine döneceğini idrak et-
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

melidir.”* başladı.
Ancak otuz yıllık pasifikasyon ve depoli- Ve böylece sosyal-demokrasinin “tarih-
tizasyonla beslenmiş, yirmi yıllık “kişisel sel misyonu”, yani proletaryanın sınıf mü-
bozgun havası” içinde “umudu büyütme”nin cadelesini pasifize etme ve saptırma işlevi
kaderciliği içinde yuvarlanıp gitmiş, komp- anımsandı. Bu anımsama içinde, kendisini
lo teorilerine, kurgusal olguculuğa kapılmış “marksist sol” vb. çerçevede gören herkes,
legalist sol (en yeni legalistiyle birlikte) yine “sosyal-demokrasinin yüzünü açığa çıkar-
de huyundan vazgeçemedi. ma”, kitlelerin “sosyal-demokrasinin kuyru-
“Kılıçdaroğlu, iç ve dış güçlerin ğuna takılmasını önleme” “misyonu”nu ko-
AKP Hükümetinin ‘tek’ güç olma po- nuşmaya ve bu “misyon” bağlamında da,
zisyonundan duydukları rahatsızlığın solun “CHP’nin kuyruğuna takılmasını ön-
bir sonucu olarak vizyona yerleştiril- leme misyonu”ndan söz etmeye başladı.
di. İçeride AKP’yi dengeleme siyase- Olacak iş değildi! Tam kitleler, Çulha-
tinde, CHP’de vizyon değişikliği ile oğlu’nun “müstehzi” biçimde ifade ettiği
‘yeni’ kapı açılmış oldu. Dışarıda da “emekli öğretmen Tevfik beyle Macide ha-
İsrail’le yaşanan gerilim, İran nükle- nım” dışında kalan “herkes” tam da “sol”a
er konusunda ABD’yi memnun ede- yönelmişken ve “CHP dışı sol”da saf tutma-
meme gibi dengeler, emperyalistler ya hazır hale gelmişken üstelik! Demek ki,
açısından da AKP’nin karşısına yeni egemen sınıflar “solun yükselişini” gördü-
bir gücü zorunlu kılmıştır. Bu vizyon ler, bundan korkuya kapıldılar! Bu korkuyla
için koltuğa oturtulan Kılıçdaroğlu, ne da, “solun yükselişi”nin önünü kesmek,
kadar ‘değişim’ci ve ‘halkçı’ olabilir?” “sol”u pasifize etmek, “kütle”den yalıtmak
** için hemen bir Baykal operasyonu yaparak
“Kılıçdaroğlu’nu CHP genel baş- CHP’nin başına “sosyal-demokrat” söylem-
kanlık koltuğuna birileri ittirdi. Komp- le Kemal Kılıçdaroğlu’nu geçiriverdiler!
lodan filan söz etmiyorum; o birileri Eğer durum buysa, ortada “muhteşem”
tekelci medyamızdır, TÜSİAD’dır, ba- ve beklenmedik bir “toplum mühendisliği
tılı başkentlerdeki odaklardır. Kimse projesi” olduğunu da kabul etmek gerekir.
kendini kandırmasın. Demek ki tah- Olayları ve olguları bireysel niyete göre
min edilebilecek ama asla ‘tek’e dü- kurgulamaktan uzak durulmadığı sürece,
şürülemeyecek bir dizi karmaşık he- böylesine “müthiş” tahliller yapmaktan ve
sapla, CHP’de taşları yerinden oynat- sonuçlar çıkarmaktan kaçınılamayacaktır.
mak gerektiğini düşündüler.”*** “Gelişen olaylar Türkiye’nin için-
Elbette söz konusu olan “olay”, eski de bulunduğu siyasal ortamdan so-
“sosyal-demokrasi” olgusu olunca, legalist yutlanamayacağı gibi, ülkemizin ya-
sol altındaki halının çekildiğini düşünme- pısından da soyutlanamaz. Bizim için
mezlik edemezdi. Neo-liberal sosyal-de- önemli olan, olayların gösterge nite-
mokrasi anlayışının İngiltere ve Almanya ör- liğini ve hangi dinamiklerin ürünü ol-
neklerinden yola çıkarak, eski “sosyal-de- duğunu kavramaktır. Bu konuda seç-
mokrat” çizgide bir söylem tutturmuş olan meci, dar görüşlere kapılamayız.
legalist solun telaşa kapılması da çok doğal- Marksist doktrin, dar görüşlülüğü ve
dı. Bu telaşla, AKP’nin “yandaş” unsurları- olayları yüzeysel olarak ele almayı
nın söylemindeki “komplo teorisi”yle he- reddeder. Olguların iç çelişmelerini
men özdeşleşiverdiler. ve ülke çapında gelişen hareketin ge-
Daha dün kadın hareketinden, çevreci- nel gelişim çizgisini (dinamiğini) kav-
likten, işsizler hareketinden söz eden lega- rayamamak, bizi küçük-burjuvazinin
list sol, şimdi bu alanları, sanki kendilerinin dünya görüşlerine hapseder.
tapulu mülküymüşcesine “yeni sosyal-de- Marksizm-Leninizm, gelişen olay-
mokrat CHP”ye kaptırmaktan korkmaya ları etkileyen çelişmeleri yakalayan
ve genel gelişme dinamiğine bağlı
* Metin Çulhaoğlu, Sanal “Sol” gazete, 22 Mayıs olarak ön plana çıkaran unsuru, çö-
2010.
** Atılım.org, 24 Mayıs 2010.
zücü eylemi öne çıkaran bir eylem
*** Kemal Okuyan, Baykuş Bakışı, sanal “Sol” ga- kılavuzudur. Buna uygun düşen ve
zete, 25 Mayıs 2010. içinde bulunulan durumu sergileyen 
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

tahliller, herşeyden önce, içinde bu- başladı. Bu “genç emekliler”, emekli ikra-
lunulan durumun tarihi köklerini miyeleriyle “toplu konut projesi”nin finans-
‘içinde bulunulan an’ın pratiği ile man kaynağı oldular. Bugün 1 milyon 660
olan bağlarını açığa çıkaracak biçim- bin “kamu emekçisi” ve varisleri emekli
de olmalıdır. Durum tahlilleri, top- maaşı almaktadır. Bunlara SSK emeklileri
lumdaki sınıflararası ilişki ve çelişki- dahil edildiğinde “emekli nüfus” beş milyo-
leri, genele (sisteme) bağlı bir biçim- na ulaşmaktadır. (Seçmenlerin %12’si)
de değişimini (içinde bulunulan pra- Bunlara, çok sevilen terimle, “yeni orta
tiği de kapsayacak biçimde) kısa bir sınıf ”** eklendiğinde, nüfusun %15-20’sini
tarihi dilimde inceler. Tahliller anali- oluşturan kent küçük-burjuvazisinin “yüzer-
tik bir metodla, gelişen olguları (un- gezer oyları” ortaya çıkmaktadır.
surları) tespit eder, bu unsurlar ara- Bu kent küçük-burjuvazisinin en temel
sındaki ilişkiyi kurar ve gelişim çizgi- özelliği, tüketim ekonomisinin hedef kit-
sini tayin eder. Ne var ki, sadece ol- lesi olmasıdır. Bu açıdan, bu sınıfın “aydın”
guları yakalayıp aralarındaki ilişkileri kesimi, her durumda “globalizm”in ideolo-
tespit etmek yetmez. Bu kadarı ile jik savunucusu olarak ortaya çıkmıştır ve
yetinmek yüzeyseldir ve antimarksis- “medya” aracılığıyla bu ideolojinin tüm top-
tir. Esas olan, olaylar içinde gelişen lum kesimlerine yayılması ve yerleştirilme-
unsurların (olguların) iç çelişkilerini si “misyonu”nu üstlenmiştir.
yakalamak ve bu çelişkilerin ortaya Bu sınıfın ikinci özelliği, akışkan olma-
çıkardığı o döneme ilişkin öne çıkan sıdır. Tarihsel olarak küçük-burjuvazinin pro-
çelişmeyi ve hareketin yönünü tayin letarya ile büyük burjuvazi arasındaki konu-
etmektir. Pratiğe yönelmeyen ve salt munun bir yansısı olan bu akışkanlık, “yük-
dışsal gözlemciliği taşıyan durum sek faiz, düşük kur” politikasıyla sürdürülen
tahlilleri, gözlemciliğin (amprizmin) ithalata dayalı tüketim ekonomisi içinde sü-
pasifizmini taşır ve devrimci hareke- rekli iş ve meslek değiştirmeleri biçiminde
ti yönlendiremez. Durum tahlilleri görünür olur. Klasik anlamda “esnaf ”tan
özünde sınıfsal tahlillerdir ve toplu- farklı olan, ithalatın liberalizasyonuyla orta-
mu kavrayışın ürünleridir.”* ya çıkan iş alanlarında faaliyet yürüten “ye-
Evet, mevcut durumun tahlil edilmesi, ni esnaf ” kesimi bu akışkanlığın en belirgin
herşeyden önce toplumun sınıfsal tahlilini olduğu bölümü oluşturur. Bu “yeni esnaf ”
gerektirir. Bu da, tarihsel materyalist bakış kesiminin 1980’lerin her köşe başında orta-
açısıyla olayların ve olguların sınıfsal köken- ya çıkan yabancı sigara satış bayilikleriyle
lerinin saptanması, hangi dinamiklerin ürü- başlayan “iş yaşamları”, hal pazarcılığından
nü olduğunun ortaya konulması demektir. marketçiliğe, cep telefonu satıcılığına kadar
İşte “bizim sol”da, legalist solda olma- uzanan değişimlere sahne olmuştur.
yan da bu sınıfsal yandır. “Yeni orta sınıf ”çıların “iletişim dünyası
“Emekli öğretmen Tevfik beyle Macide çalışanları, satış elemanları” gibi terimlerle
hanım” ülkemizin bugünkü somut gerçek- cilalanan bu “yeni esnaf”ın üçüncü özelliği,
liğinin en temel olgularından birisidir. Kimi- eğitim görmüş ve 80 öncesinde sola bulaş-
lerinin “orta sınıf ”, kimilerinin “orta direk”, mış kesim olmakla birlikte niteliksiz işgü-
kimilerinin “yeni orta sınıf ” diye tanımladı- cü oluşudur.
ğı bir sınıfsal kesimin parçasıdır. Bu özellikleriyle, bir bütün olarak kent
“Emekli öğretmen Tevfik beyle Macide küçük-burjuvazisi tüketicidir, akışkan ve ge-
hanım”, 1991 genel seçimlerinde iktidara çişkendir; niteliksiz işgücüne sahip olduğun-
gelen DYP-SHP koalisyon hükümetinin “iş- dan “globalizm”le gelen marjinal ticaret
sizliği önleme” amacıyla çıkarmış olduğu alanlarında yoğunlaşır. Doğal olarak ticare-
“emeklilik yasası”yla olgu haline geldi. Ka- tin temel özelliği olan spekülasyon dünya-
dın çalışanların 38 yaşında, erkek çalışanla-
rın 43 yaşında emekli olmasını sağlayan bu ** Sencer Ayata’ya göre “yeni orta sınıf ”, “mü-
yasayla birlikte “genç emekliler” dönemi hendisler, öğretmenler, hemşireler, araştırmacılar, rek-
lamcılar, finans örgütlerinde, iletişim dünyasında ça-
lışanlar, tasarımcılar, mimarlar, sekreterler, satış ele-
* İlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Takti- manları, genel olarak tüm beyaz yakalılar”dan oluş-
10 ğimiz. maktadır.
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

sında yaşar, kısa vadeli çıkarlar peşinde ko- numuyla kent küçük-burjuvazisi, dün oldu-
şar, fırsatçıdır ve fırsatlardan yararlanmak ğu gibi bugün de siyasal gelişmelerin belir-
varoluş koşulu haline gelmiştir. Eğitim gör- leyicisi olmayı sürdürmektedir.
müş işsizler ordusu bu kesimin organik bir Bu değişen ve gelişen süreçte “ezber”
parçasını oluşturur. bozan en temel gözlemsel olgu, oligarşinin
Dün olduğu gibi bugün de kent küçük- yapısına ve gücüne ilişkin belirsizliklerdir.
burjuvazisi ekonomik ve siyasal yaşamda Genel ve yüzeysel bir gözlemle bu süreçte
etkin bir güçtür. Bu özelliği yüzünden, he- oligarşinin eski gücünü yitirdiği bile söyle-
men her dönemde oligarşi ve oligarşi dışın- nebilir. Hatta AKP’nin temsil ettiği feodal ka-
daki sömürücü sınıflar tarafından yedeklen- lıntıların (tefeci-tüccar sermayesinin) oligar-
meye çalışılan bir kitle durumundadır. 12 şiyi gerilettiğinden ve etkisizleştirdiğinden
Mart döneminde Nihat Erim’in “beyin takı- de söz edilebilir. Ancak bu genel ve yüzey-
mı”, Turgut Özal döneminde “dört eğilimi sel bir gözlemden ibarettir ve gerçeği yan-
birleştirme” demagojisi, Tansu Çiller’in “iki sıtmaz.
anahtar” vaadi ve AKP’nin “sol liberaller”le Genel ve “ezber” tanımla, oligarşi, em-
ittifakı bu kitlenin yedeklenmesini amaçla- peryalizm ve işbirlikçi-tekelci burjuvazi ile
mıştır. toprak burjuvazisi ve feodal kalıntıların en
Ancak bu sınıfın dünü ile bugünü arasın- irilerinden oluşan, egemen sınıf ittifakıdır.
da, yani 1980 öncesi ile sonrası arasında Burada “toprak burjuvazisi”, pazar için üre-
(özellikle de 1990’lardan sonra) belirgin bir tim yapan büyük toprak sahiplerini; “feodal
farklılık ortaya çıkmıştır. 1980 öncesinde kalıntılar” ise tefeci-tüccar sermayesini ifa-
(1960-1980) ekonomik büyüme, kalkınma, de eder. Ancak oligarşinin temel gücü, em-
sanayileşme vb. düzeylerinde konumlanır- peryalizmle baştan bütünleşmiş işbirlikçi-te-
ken, 1980 sonrasında ithalat, ticaret, serbest kelci burjuvazidir, genel ve amiyane ifadey-
pazar ekonomisi vb. düzeylerde konumlan- le, Koç’lar, Sabancı’lardır, TÜSİAD’tır,
mıştır. Birinci durumda yurtseverlik ve ulu- İSO’dur, MESS’tir. Ve herkesin “bildiği” gibi,
salcılık öne çıkarken, ikinci durumda “glo- son yıllarda bunların “esamesi” bile okun-
balizm” ve “liberalizm” öne çıkmıştır. Bu ne- mamaktadır. AKP, “servetin yeniden dağı-
denle, bu kitle 1980 öncesinde sanayileşme, tımı”nı yaparken bu kesimlerden hiç “ses”
büyüme, ulusal kalkınma vb. sloganlarla ye- çıkmadığı gibi, TSK’ya yönelik operasyonlar
deklenebilirken, 1990 sonrasında globalizm, karşısında da sessiz kalmışlardır. Daha po-
liberalizm, serbest piyasa vb. söylemleriyle püler ifadeyle, Türkiye’de hükümetler ku-
yedeklenebilmiştir. ran, hükümetler deviren, askeri darbeler
Şubat 2001 kriziyle başlayan ve 2008 tezgahlayan TÜSİAD’ı kimse ciddiye bile al-
dünya finans kriziyle dönüşen yeni süreçte mamaktadır.
bu durum büyük ölçüde değişmeye başla- Bu görünümden ve söylemden yola çı-
mıştır. kıldığında, artık oligarşiden, oligarşik yöne-
Gerek Şubat 2001 krizinin yaratmış oldu- timden söz etmek olanaksız olmaktadır. Do-
ğu “yaşam standartları”ndaki çöküşe duyu- ğal olarak, egemen sınıf ittifakı olarak oli-
lan tepki, gerekse yeni konumlarına uygun garşinin yerine “başka” bir egemen sınıf it-
olarak “piyasalarda istikrar” arayışı, “ekono- tifakının geçtiği düşünülebilmektedir.
mik istikrarın yolu siyasi istikrardan geçer” Ama bunlar sadece görüntüdür, söylem-
mantığı içinde onları AKP’ye itmiştir. Ama dir.
2008 finans krizi ve paralelinde gelişen Er- Şüphesiz oligarşi, sabit bir sömürücü sı-
genekon operasyonları bu kesimlerin “eko- nıflar bileşimi değildir. 1950’lerden günümü-
nomik ve siyasal istikrar” algılamasını de- ze kadar oligarşinin bileşiminde pek çok de-
ğiştirmeye başlamıştır. Bu değişim de Mart ğişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler, işbirlik-
2009 yerel seçimlerinde belli ölçülerde gö- çi-tekelci burjuvazinin yapısında ve bileşi-
rünür olmuştur.* minde meydana gelen değişikliklerle biçim-
İşte değişen ve yeniden değişen bu ko- lenmiştir. Kimi zaman sanayi burjuvazisinin
ağırlığı artarken, kimi zaman işbirlikçi-tica-
* Bugün Mart 2009 yerel seçim sonuçları unutul-
muş görünmektedir. Oysa bu seçimlerde CHP, oyla-
rın %23,1’ini (9.233.000 oy) alırken, DSP oyların 2,8’ini cesinde yapılan anketlerde CHP’nin oylarının %25-28
(1.110.000 oy) almıştır. Kemal Kılıçdaroğlu “olayı” ön- aralığında görülmesi bu açıdan şaşırtıcı değildir. 11
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

ret burjuvazisinin ağırlığı artmıştır. “İthal ika- birlikçi-tekelci burjuvazinin, daha somut ifa-
mesi” döneminde iç ticaret burjuvazisi et- desiyle Koç’ların, Sabancı’ların ya da TÜSİ-
kin bir unsurken, “ihracata yönelik sanayi- AD’ın sessiz kalışıdır. Bu da son üç yılın gö-
leşme” döneminde dış ticaret burjuvazisi et- rüngüsüdür. Doğal olarak 2007 yılına kadar
kin bir güç olmuştur. Benzer biçimde, orta tüm ekonomik ve siyasal süreçlerin belirle-
sermaye kesimlerinden bazıları tekelleşip yicisi olarak “arka planda” yer alan oligarşi-
güçlenerek oligarşi içinde yer alırken, bazı nin son üç yılda birden “yok” olduğunu ya
dönemlerde bir başkaları güçlenmiş ve oli- da güçsüzleştiğini söyleyebilmek için de or-
garşi içinde yer almıştır. Ancak her dönem- tada somut bir olgu yoktur.
de işbirlikçi-tekelci sanayi burjuvazisi oligar- İSO’nun (İstanbul Sanayi Odası) yayınla-
şinin temel unsuru olarak varlığını sürdür- dığı “En Büyük 500 Şirket” sıralamasının ba-
müştür. şında yer alan Tüpraş, Koç Holding’e aittir.
Gerçek gerçeklikte bir bütün olarak iş- Yine aynı sıralamada 3. büyük şirket Ford,
birlikçi-tekelci burjuvazi (işbirlikçi-tekelci sa- 4. sırada yer alan Ereğli Demir-Çelik, 6. sıra-
nayi ve ticaret burjuvazisi) AKP’nin iktidara da yer alan Tofaş, 7. sırada yer alan Arçelik,
geldiği 2002 Kasım seçimlerine kadar tartış- 9. sırada yer alan Aygaz, Koç Holding’e ait-
masız bir güç olarak ülkedeki ekonomik ve tir. Sadece bu şirketlerin ciroları 50 milyar
siyasal gelişmelerin belirleyicisi olarak orta- TL’dir.
da bulunmuştur. Gerek 1999 krizi sırasında Popüler ve günlük söylemle oligarşinin
bankalara el konulmasında, IMF ile stand- “ikinci büyük gücü” Sabancı Holding her ne
by anlaşması yapılmasında, gerekse 2001 kadar “miras” paylaşımlarıyla belli ölçüler-
Şubat krizi sürecinde ve Kemal Derviş’in de “iç sorun”larla uğraşmak durumunda
ekonominin başına geçirilmesinde bu kesi- kalmışsa da, ülke ekonomisinin ikinci bü-
min belirleyiciliği her türlü tartışmanın dı- yük gücü olmayı sürdürmektedir.
şındadır. Aynı şekilde DSP-MHP-ANAP koa- Bu veriler bile, oligarşinin temel yapısı-
lisyon hükümetinin erken seçime zorlanma- nın değişmediğini açıkça gösterir.
sında, DSP’nin dağıtılmasında, AKP’nin oluş- Yine de oligarşinin, yapısal değişiklik ol-
turulmasında işbirlikçi-tekelci burjuvazinin mamasına rağmen, AKP’nin “icraatları” kar-
yeri ve rolü de tartışılmaz bir gerçektir. şısında neden “sessiz” ve “tepkisiz” kaldığı
Bugün oligarşiden, işbirlikçi-tekelci bur- sorulabilir. Elbette böyle bir soru sorulabilir,
juvaziden söz edilmemesi ya da TÜSİAD’ın ama tersi de geçerlidir: Neden tepki göster-
“eskisi gibi” etkin bir güç olarak siyasal are- mesi gerekir?
nada yer almayışı bu gerçekleri ortadan kal- Gerçekte bu sorular anlamsızdır. Tarih
dırmadığı gibi, oligarşinin etkisizleştiği, güç- bilincinin yok edildiği bir ortamda bu türden
süzleştiği anlamına da gelmemektedir. Kur- anlamsız soruların sorulması da kaçınılmaz-
tuluş Cephesi’ndeki değişik yazılarda ortaya dır.
konulduğu gibi, 1997 Asya Krizi ve 2000 em- Bugün işbirlikçi-tekelci burjuvazinin ve
peryalist dünya krizi koşullarında emperya- onun temel unsurlarının AKP iktidarından,
list ülkelerin büyüyen aşırı-üretim sorunu- “ılımlı islamcı” söyleminden, ekonomik uy-
nun yaratmış olduğu dünya ticaret hacmin- gulamalarından fazla bir rahatsızlığı yoktur.
deki artışın ürünü olarak iç pazarın genişle- Üstelik AKP’nin “servetin yeniden dağıtımı”nı
tilmesi ve iç ticaretin yoğunlaştırılması ne- yaparken, kendi “yandaşlar”ını güçlendirir-
deniyle Anadolu tefeci-tüccar sermayesiyle ken kendileri de güçlenmektedir. Uzanlar
yeni bir ittifak oluşturulmuştur. AKP iktidarı olayına ya da Aydın Doğan “medya”sına yö-
bu ittifakın ürünü olmuştur. Ve herkesin bil- nelik “medyatik” olaylar da kendilerinin ko-
diği gibi, AKP hükümeti, Kemal Derviş dö- numuna ve gücüne herhangi bir zarar ver-
neminde uygulamaya sokulan IMF “istikrar memiştir, vermemektedir. Üstelik Uzanlar
tedbirleri”ni harfi harfine uygulamıştır. Bu gibi şantaj ve tehdit yoluyla gücünü artıran
uygulamanın güvencesi olarak da Cemil Çi- bir sermaye kesiminin tasfiye edilmiş olma-
çek, Kemal Unakıtan gibi isimler AKP’ye sından memnundurlar.
transfer edilmiştir. İşbirlikçi-tekelci burjuvazinin, Koç’ların
Burada “kafa karışıklığı”na yol açan du- ve Sabancı’ların AKP’nin TSK operasyonla-
rum, yukarda da ifade ettiğimiz gibi, AKP’nin rı ve laiklik karşıtı söylemleri karşısında tep-
12 TSK’ya yönelik operasyonları karşısında iş- kisiz kalışlarına bakarak “etkisizleştikleri”ni
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

söylemek ne kadar yanlışsa, bunlara karşı ile işbirlikçi-tekelci burjuvazinin yeni ittifakı-
tepki göstermelerini beklemek de o kadar nın ürünüdür. Gerçek şudur ki, her serma-
yanlıştır. İşbirlikçi-tekelci burjuvazinin tarihi- ye kendisini genişletmek ve büyütmek yö-
ne bakıldığında, hiçbir dönemde laiklik di- nünde hareket eder. Dolayısıyla ne düzey-
ye bir sorunu olmadığı hemen görülür. Ay- de ittifak kurulmuş olursa olsun, her kesim
nı şekilde oligarşinin hiçbir dönem demok- ve her kesimin tekil bileşenleri kendi gücü-
rasi diye de bir sorunu olmamıştır. 27 Ma- nü ve etkisini artırma yönünde hareket eder.
yıs dışındaki diğer askeri darbeler (12 Mart Bu hareketi, siyasal iktidar içindeki “adam-
ve 12 Eylül) bizzat oligarşinin istemi ve ona- ları” aracılığıyla siyasal bir nitelik kazanır.
yı ile gerçekleştirilmiştir.* Tüm yanılgı ve ya- Sorun, tefeci-tüccar sermayesinin ya da po-
nılsama ülkedeki tüm askeri darbelerin ya püler ifadesiyle “islami sermaye”nin kendi-
da askeri operasyonların mutlak biçimde sini güçlendirmesi değil, bu hareketinin iş-
oligarşinin istemi ve onayı ile gerçekleştiği birlikçi-tekelci burjuvazinin yaşam alanına
sanısından kaynaklanmaktadır. Özellikle 28 ne kadar müdahale ettiğidir.
Şubat sürecinin, yani “post-moder n Diğer bir sorun ise, egemen sınıflar itti-
darbe”nin oligarşinin “laiklik hassasiyeti”nin fakının yapısının ve siyasal iktidarın emper-
ürünü olduğu sanısı belirgin bir yere sahip- yalizmin çıkarlarına ne ölçüde uygun ya da
tir. ters düştüğüdür. Emperyalizm ile işbirlikçi
Şüphesiz oligarşinin bileşiminde bazı de- sermaye, özellikle de işbirlikçi siyasal ikti-
ğişiklikler olmuştur. Bazı orta sermaye ke- darlar arasındaki ilişki “mutlak” bir özdeş-
simleri (“islami sermaye”nin bir bölümü) lik değildir. Emperyalizm, kendine bağımlı
oligarşinin içinde yer alırken, başka kesim- ülkeleri her yönden ve her açıdan mutlak
ler (Uzanlar gibi) oligarşiden tasfiye edilmiş- olarak denetler, ama mutlak olarak yönet-
lerdir. AKP iktidarı, tefeci-tüccar sermayesi mez. Yer yer uygulamada farklılıklar ortaya
çıkar. Ancak bunlar öze ilişkin değildir. Ama
* 27 Mayıs “ihtilali” ve bunun karşısında işbirlik- AKP iktidarı neredeyse “mutlak” denilebile-
çi-tekelci burjuvazi ile emperyalizmin tutumunu Ma- cek ölçüde emperyalizmin direktiflerini uy-
hir Çayan yoldaş şöyle değerlendirir: gulamaktadır. Bu açıdan bakıldığında em-
“1950 harekatı oldu. Emperyalizm tam yönetim peryalizmin AKP iktidarından “rahatsızlık”
sağladı. O anda dayanacağı temel güç tekelci burju-
vazi değildi.Tefeci bezirgan ve toprak ağaları takımı duyması da söz konusu olamaz.
idi. Tüm bu gerçekler ortadayken CHP ve
Tekelci burjuvazinin durumu temel dayanak ola- Kemal Kılıçdaroğlu olayı ülkenin gündemi-
bilecek seviyede değildi. Yıllar ilerledi, emperyalizmin nin birinci sırasına gelince, birden “komp-
çıkarları açısından, kapitalizm açısından, bu müttefi-
kin tasfiye edilmesi şart oldu. Emperyalist üretim iliş-
lo” teorileriyle beslenmiş bir “durum deği-
kileri tekelci burjuvaziyi de güçlendiriyordu. Nihayet şikliği” ya da emperyalizmin (sözü edilme-
1960 harekatı oldu. Tekelci burjuvazi daha temel güç se de işbirlikçi-tekelci burjuvazinin) AKP’yi
olma durumunda değildi. Bu yüzden ABD reformist gözden çıkardığı yorumları yapılmaya baş-
burjuvaziye devrimde destek oldu. Nasıl olsa 60 dün- lanmıştır.
yasında reformist burjuvazinin ekonomik, idari ve sos-
yal bütün tedbirleri tekelci burjuvaziyi güçlendirecek- Ekonomik temel her zaman üzerinde
ti. Ve öyle oldu. yükselen üstyapının, siyasal ilişkilerin belir-
Kısa bir süre sonra 1963’de reformist burjuvazi te- leyicisidir. Ama üstyapı da edilgen ve sade-
kelci burjuvazi ile yer değiştirdi. Tekelci burjuvazi re- ce belirlenen konumunda değildir.**
formist burjuvaziyi hem tasfiye etmeyerek ona belli
haklar tanıyarak (çünkü gücü yoktu) hem de tefeci ** Engels şöyle yazar: “... Materyalist tarih anlayı-
bezirgan takımını eskisi gibi olmasa da imtiyazlı du- şına göre, tarihteki belirleyici etken, son kertede, ger-
ruma getirerek ülkede garip bir yönetim dengesi kur- çek yaşamın üretim ve yeniden üretimidir. Daha ço-
du. Buna nispi denge dönemi de diyebiliriz. Bu nispi ğunu hiçbir zaman ne Marks ileri sürdü, ne de ben.
denge ikilidir. Eğer biri bu görüşü iktisadi etken tek belirleyicidir an-
1. Hakim ittifaklar ile reformist burjuvazi arasın- lamında bozarsa, böylece onu boş, soyut, saçma bir
da – yansıması 61 Anayasası. Belirleyici yön hakim it- söze dönüştürmüş olur. İktisadi durum temeldir, ama
tifak. üstyapının çeşitli öğeleri: sınıf mücadelesinin siyasal
2. Hakim ittifakın kendi içinde, tekelci burjuvazi biçimleri ve sonuçları –savaş bir kez muzaffer sınıf ta-
ile tefeci bezirgan arasında – belirleyici yön tekelci rafından kazanılınca yapılan anayasalar vb.– hukuk-
burjuvazi. sal biçimler ve hatta bütün bu gerçek mücadelelerin,
Böylece Türkiye yarı-sömürgeler arasında bir is- bu mücadelelere katılanların kafasındaki yansımala-
tisna oldu. Çünkü hiçbir ülkede Türkiye’deki sınırlı de- rı, siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve
mokratik haklar yoktu.” bunların dogmatik sistemler olarak daha sonraki ge- 13
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

Nasıl ki Uzanlar vb. olaylarda görüldüğü dan izleyenlerin çok iyi bildiği gibi, “kaset
gibi “servetin yeniden dağıtımı” siyasal üst- komplosu” olmasaydı 33. Kurultay’ı sonra-
yapı tarafından gerçekleştiriliyorsa, aynı bi- sında CHP’nin “vitrini” bizzat Baykal tarafın-
çimde egemen sınıfların iç ilişkilerinde de dan bugünküne benzer biçimde yeniden bi-
siyasal üstyapının etkin bir rolü vardır. Bu- çimlendirilecekti. Bu açıdan “kaset komp-
gün emperyalizm (ve işbirlikçi-tekelci bur- losu”, bu “vitrin” değişikliğini genel başka-
juvazi) açısından AKP’nin tasfiye edilmesi nın değişmesinden başka bir sonuç verme-
için zorunlu bir neden mevcut değildir. An- miştir.
cak emperyalizmin Ortadoğu’ya, özellikle Bu nedenlerden dolayı, Kemal Kılıçdar-
İran’a yönelik politikaları açısından AKP’nin oğlu’nun “sosyalist solun yükselişini engel-
varlığının bazı (ve kısmi) sorunlar da yarat- lemek için” (sanki yükseliyormuş gibi) ya-
tığı gerçektir. Öte yandan 2008 krizinin top- pılmış bir “komplo” olduğunu söylemek ne
lumsal etkileri ve sonuçları, AB’de ortaya çı- kadar yanlışsa, emperyalizmin ya da “mer-
kan yeni borç krizleri Türkiye’de “yönetim” kez medya”nın “toplum mühendisliği”nin
sorununu öne çıkarmaya başlamıştır. Bu ol- ürünü olduğunu söylemek de o kadar yan-
gulardan yol çıkarak, emperyalizmin AKP’yi lıştır.
tasfiye ederek yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sınıfsal perspektiften kopmuş ve sınıfsal
yönetiminde CHP’yi geçirmeye karar verdi- tahlilleri temel almayan hiçbir yorum ya da
ğini söylemek tek başına yeterli değildir. değerlendirme somut gerçekliği açıklaya-
Böyle bir tek yönlü çıkarsama ya da değer- maz. Ülkemizin somut gerçekliğinde, daha
lendirme, egemen sınıflar arasındaki ilişki istikrarlı işçi ve köylü kitlesinin yanında kent
ve çelişkinin durumunu hesaba katmadığı küçük-burjuvazisinin akışkan ve değişken
gibi, emperyalizmin “kadir-i mutlak” oldu- tutumuyla belirlenen bir siyasal ilişkiler ege-
ğunu, herşeyi yapabildiğini ve yapacakları- mendir. Bu sınıfın akışkan ve değişken tu-
nı önceden “planladığını” düşünmekle öz- tumu, aynı zamanda bu sınıfın tutarsızlığı-
deştir. nın bir ifadesidir. Bu akışkan ve değişken tu-
Bugün daha belirgin biçimde görüldüğü tuma bakarak ya da bu akışkan ve değişken
gibi, Kemal Kılıçdaroğlu olayı, bir “komplo”- tutumu tutarlı ve istikrarlı bir “durum” gibi
nun ürünü değildir; şu ya da bu siyasal ne- ele alarak yapılacak yorumlar, dün olduğu
denlerle Baykal’a ve CHP’ye yönelik bir “ka- gibi bugün de tutarlı ve ilkeli bir siyasal çiz-
set komplosu”nun yaratmış olduğu boşlu- gi izlemeyi olanaksız kılacaktır.
ğun doldurulmasıdır. Siyasal olayları yakın-

lişmeleri de, tarihsel mücadelelerin gidişi üzerindeki


etkilerini gösterir ve birçok durumda, onların biçimi-
ni baskın bir tarzda belirler.” (Engels, J. Bloch’a Mek-
14 tup, 21 Eylül 1890.)
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

“Yeni” Orta Sınıf

“Bugüne kadarki küçük [alt] orta tabakalar –küçük sanayiciler, bakkallar


ve rantiyeler, esnaf ve çiftçiler–, bütün bu sınıflar, kısmen küçük sermayele-
ri büyük sanayiyi işletmeye yetmediğinden ve büyük kapitalistlerin rekabeti-
ne dayanamadıklarından, kısmen onların becerilerinin yeni üretim yöntemle-
ri karşısında değer yitirmesinden dolayı, giderek proletaryanın düzeyine iner-
ler. Böylece proletarya, nüfusun tüm sınıflarından yeni üyeler kazanır...
Orta sınıflar, küçük sanayici, küçük tüccar, zanaatçı, köylü, bütün bunlar,
çöken orta sınıf olarak kendi varlıklarını korumak için, burjuvaziye karşı sa-
vaşırlar. Yani onlar, devrimci değil, tutucudurlar. Dahası gericidirler, tarihin te-
kerleğini geriye döndürmeye çalışırlar. Eğer rastlantıyla devrimci olurlarsa,
proletaryaya katılmak durumunda kaldıklarını gördükleri içindir; bu yüzden de
o andaki çıkarlarını değil, gelecekteki çıkarlarını savunurlar, kendi bakış açı-
larının yerine proletaryanın bakış açısını geçirirler...” (Marks-Engels, Komü-
nist Manifesto.)

Önce sosyoloji ile marksizmin karıştırıl- toplumlarda da “orta sınıf ”tan söz etmek
masına açıklık getirmek gerekiyor. olanaklıdır. Örneğin devrim öncesi feodal
Kimilerine göre, Marks, gelmiş geçmiş Fransa’da gelişen burjuvaziyi tanımlayan
en büyük sosyologlardan birisidir ve hatta “orta sınıf ” terimi, aristokrasi ve ruhban sı-
sosyolojinin oluşmasında temel bir role sa- nıfı/tabakası arasında kalan “orta tabaka”dır
hiptir. Bu iddia sahipleri, marksizmi bir sos- ve bu yüzden “tiers etat”, yani “üçüncü ta-
yolojik “ekol”e, akıma indirgerler ve bu in- baka” olarak adlandırılır. 1789 Fransız
dirgemeye bağlı olarak da marksist sosyo- Devrimi’yle “üçüncü tabaka”, yani burjuva-
lojiden söz ederler. Kendi terimleriyle, zinin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte “orta
marksizm, sosyolojinin “ekonomist okulu”nu tabaka” ya da “orta sınıf ” terimi kapitalist
oluşturur ve doğal olarak da Marks-Engels toplumdaki küçük-burjuva sınıfı tanımlamak
bu sosyoloji okulunun kurucuları olarak ka- için kullanılmaya başlanmıştır.
bul edilir. İşte bu tarihsel gelişime rağmen ideolo-
Gerçekte sosyoloji, insan toplumunun alt jiden ve sınıflardan yalıtılmış sosyoloji, “or-
bileşenlerinin ve katmanlarının araştırılma- ta sınıf ” terimini kullanmayı sürdürmüştür.
sı ve tahlil edilmesidir. Bu yönüyle sosyolo- Bunlara göre insan toplumu bir bütündür
ji, aile, köy, kent, devlet, sendika, seçmen (tek bir “sınıf ”) ve bu sınıflar kendi içlerin-
topluluğu vb. kategorilerde çalışır. Marksizm de “üst”, “orta” ve “alt” bölümlere ayrılır. Bu
ise, insan toplumunun sınıflardan oluştuğu- üç kategori içinde “orta” kesim ya da “orta
nu ve sınıfların da üretim sürecindeki ko- sınıf ” en akışkan ve geçişken toplumdur.
numlarla belirlendiğini kabul eder. “Alt”tan “orta”ya, “orta”dan “alt” ve “üste”,
Sosyoloji açısından “orta sınıf ”, herhan- “üst”ten “orta”ya ve daha “üst”e (tekel)
gi bir zaman dilimindeki herhangi bir toplu- doğru bir akışkanlık vardır. Dolayısıyla “orta
mun bir kategorisidir; sosyolojik toplumsal sınıf ”, 0 kan grubu gibidir, “alt” ve “üst” sı-
piramidin üstü ile altı arasında kalan (“or- nıflara geçişi sağlayan genel ve ortak verici
ta”) kesimlerden oluşur. Bu yönüyle antik olarak kabul edilir. Dolayısıyla da, bu “0 kan
Yunan’dan başlayarak feodal ve kapitalist grubu” sosyolojinin ana ilgi alanını oluştu- 15
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

rur. için toplumsal ve siyasal bir destek


Tarih içinde serbest rekabetçi kapitaliz- sağlama eğilimindedir. Diğer bir ifa-
min tekelci kapitalizme dönüşmesiyle bir- deyle, bu sınıfın üyeleri, kapitalist ge-
likte yeni bir ilişki biçimi ortaya çıkmıştır. Ar- nerallerin liderliğini derhal kabul
tık “alt-orta-üst” sınıfların ötesinde “tekelci” eden bir ordu oluşturmaktadır.”*
kesimler, finans oligarşisi ortaya çıkmıştır. Sweezy bu satırları 1946 yılında yazmış-
Doğal olarak bu yeni ilişki içinde “orta tır. Ve bugün, yani 64 yıl sonra, “yeni orta sı-
sınıf ”lar da yeni bir biçim almaya başlamış- nıf ”, Prof. Dr. Sencer Ayata’nın CHP yöneti-
tır. İşte kapitalizmin emperyalist aşamadaki minde yer almasıyla ülkemizin gündeminin
gelişiminin küçük-burjuvazide meydana ge- ilk sıralarına yerleşmiştir. Hatta Sencer Aya-
tirdiği değişim, sosyologlar ve ekonomistler ta “yeni orta sınıf ” teorisinin ilk kurucusu
tarafından “yeni orta sınıf ” olarak tanımlan- olarak sunulmuştur.
mıştır. Sencer Ayata’ya göre, “geleneksel orta
Paul Sweezy, “yeni orta sınıf ”ın gelişimi- sınıf ”, yani “yeni orta sınıf ”tan önceki “orta
ni, II. yeniden paylaşım savaşından sonra sınıf ”, daha çok çiftçiler, esnaf, sanatkâr,
üretimde meydana gelen büyük artışın tica- mahalli tüccarlardan oluşur ve “çok yakın
retin/dağıtımın boyutlarını olağanüstü artır- zamana kadar Türkiye’de nüfusun %90’lara
masına bağlar. Öyle ki, tekelci burjuvazi ar- varan kesimi”dir. “Yeni orta sınıf ” ise, “sa-
tan üretimini pazarlayabilmek için dağıtım nayileşme ve özellikle son dönemde bilgi
alanına (reklamcılık sektörü, satış mağaza- ekonomisi dediğimiz sürecin ilerlemesiyle
ları vb.) büyük yatırımlar yapmıştır. Böylece ortaya çıkan birçok yeni ekonomik faaliyet
bu dağıtım/ticaret alanındaki yatırımlarla ye- alanı ve sayısız yeni meslek”lerden oluşur.
ni bir istihdam alanı açılmış ve çok büyük “Kendi hesabına çalışan doktorlar, mimar-
sayıda üretken olmayan emek-gücü istih- lar, dişçiler, avukatlar, bunlar da yine yeni
dam edilmiştir. Aynı zamanda bu istihdam orta sınıftır. Profesyoneller diyoruz. En cid-
aracılığıyla yeni bir tüketici kitlesi yaratılarak di geliştiği alanlardan biri de finans sektörü,
yeni talep ortaya çıkarılmıştır. bankacılık, sigortacılık... Üretim hizmetleri,
Sweezy, bu gelişmenin toplumsal (sos- sosyal hizmetler alanlarında çalışanlar. Ta-
yolojik) ve siyasal sonuçlarını şöyle ifade bii kamu yönetimi alanı da... Öğretmenler,
eder: mağazalarda çalışan şık giyimli tezgâhtarlar,
“Sanayi bürokratlarının, serbest otellerde, bürolarda çalışanlar, sekreterler,
meslek sahiplerinin, öğretmenlerin, hemşireler...” “yeni orta sınıf ”ı oluşturur.
devlet memurlarının vb.nin oluştur- Gerek Sencer Ayata, gerekse başka siya-
duğu ve merkezileşme ve yükselen sal sosyologlar, özellikle de “sosyal-demok-
hayat standartları sürecinde kaçınıl- rasi” araştırmacıları bu “yeni orta sınıf ”ın
maz olarak ortaya çıkan ‘yeni orta sı- Avrupa’da sosyal-demokrat partilerin yeni
nıf ’, dağıtım faaliyetleri ile meşgul tabanını oluşturduğunun altını çizerler. Bu-
olanların büyük bölümünü oluşturan radan yola çıkarak da, solun, sosyal-demok-
satıcılar, reklam alanları, gazeteciler ratların bu “yeni” taban üzerinde “siyaset”
ve ücretliler ordusuyla daha da art- yapmalarını önerirler.
mıştır. Nüfusun bu öğeleri göreli ola- Onların sözünü ettiği orta sınıf politikası,
rak daha iyi ücret alırlar ve öznel açı- 1990’ların ortasında, yani SSCB’nin dağıtıl-
dan onları az ya da çok kapitalist ve mışlığı sonrasında Avrupa sosyal-demokrat
toprak sahipleri sınıfına bağlayan bir partilerde (özellikle İngiltere ve Almanya)
yaşam standardından yararlanırlar. ortaya çıkan “neo-liberal sol” politikadan
Diğer taraftan, kapitalizm altında başka bir şey değildir. Bu “neo-liberal” (“ye-
bunların bir bölümü gelirlerini dolay- ni-liberal”) politikaların İngiltere’deki tem-
lı ya da dolaysız olarak artı-değerden silcisi Tony Blair, Almanya’daki temsilcisi
sağladıkları için, artı-değerin azalma- Gerhard Schröder ve uluslararası finans çev-
sı bunlara zarar verir ve bu nedenle relerindeki temsilcisi Soros’tur. Bunların çiz-
çıkarlarını egemen sınıfların çıkarla- gisi, “üçüncü yol” (The Third Way) ya da
rıyla bağlayan nesnel bir bağ da var-
dır. Her iki nedenden dolayı, yeni or- * P. Sweezy, “Emperyalizm”, Çağdaş Kapitalizmin
16 ta sınıf işçilerden ziyade kapitalistler Bunalımı, s. 58.
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

“yeni orta” (Die Neue Mitte) olarak pazar- bunalımında “beyaz yakalı işçiler”, yani “ye-
lanmıştır. Bu söylem, 1997 seçimlerinde ni orta sınıf ” büyük ölçüde işsiz kalmıştır.
Tony Blair’ı iktidara taşırken, Gerhard Sch- Benzer bir gelişme Şubat 2001 krizi sonra-
röder 1998 seçimleriyle iktidara gelmiştir. sında Türkiye’de de yaşanmıştır. Binlerce
Bu söylemin ve “teori”nin temel savı, banka çalışanı, gazeteci, reklam şirketi ça-
“yeni orta sınıf ”ın toplumun önemli bir bö- lışanı işsiz kalmıştır.
lümünü oluşturduğu ve buna dayanan par- Nasıl ki, Şubat 2001 krizi AKP iktidarının
tinin iktidara gelebileceğidir. Sencer önünü açmışsa, Mart 2000 dünya ekonomik
Ayata’nın sözlerinde de ifadesini bulan “bil- bunalımı da “üçüncü yol”cuların sonunu ge-
gi ekonomisi” ya da “bilişim sektörü”ndeki tirmiş ve sağ partilerin iktidarına yol açmış-
gelişmelerin böylesi etkin ve nicelik olarak tır.
güçlü bir “yeni orta sınıf ” yarattığı varsayıl- Burada en temel yanılgı, sosyoloji ile si-
mıştır. Ne yazık ki (!) bu varsayımın, “yeni yasetin, sınıflar ile tabakaların birbirine ka-
orta sınıf ”ın gerçek temelini (Sweezy’nin rıştırılmasıdır. Sınıfları ve sınıfsal tahlilleri
1946’da ifade ettiği gibi, çok daha eskilere dışlayan sosyolojik tahlillerle yapılan siya-
ve dağıtıma/ticarete dayanan temelini) gör- setle varılacak yer, elverişli bir konjonktüre
mezlikten gelerek herşeyi “bilişim sektörü”- bağlı olarak meydana gelen “fırsatlardan
ne bağlaması, 2005’de bu “yeni orta”nın, yararlanma”dan öteye geçemez.
“neo-liberal sol”un (ve ABD’de “neo-con”la- Kemal Kılıçdaroğlu’lu CHP’nin ne kadar
rın) yok olduğunu da kabul etmeyi gerekti- bu yanlış “yeni orta sınıf ” teorisine uyum
rir. sağlayacağı bilinmese de, bu teorinin kon-
Bu yok oluşun temelinde ise, 2000 dün- jonktürel özelliği ve sonuçları kalıcılığı de-
ya ekonomik bunalımı yatar. 2000 bunalımı ğil, geçiciliği niteler. Bizim gibi ülkelerde ise,
koşullarında dünyanın en büyük “iletişim- “yeni orta sınıf ”denilen yeni işgücünün, id-
bilişim” şirketlerinden Enron (2001) ve dia edilenin tersine “bilişim sektörün”deki
WorldCom’un (2002) iflası bir dönemin so- yeni istihdama değil, hizmetler sektöründe-
nunu getirmiştir. Mart 2000’de başlayan ve ki genişlemeye ve özellikle de kadın eme-
1997 Asya kriziyle birleşen dünya ekonomik ğine dayandığı da bir başka gerçektir.

17
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

Toprak Reformuyla
İstihdam Yaratmak

Kılıçdaroğlu, CHP Kurultay’ında yaptığı Emperyalizmin aşırı-üretim sorunu ve


konuşmada “mayınlı arazilerin yoksul köy- buna karşı geri-bıraktırılmış ülkelerde iç pa-
lülere dağıtılacağını” ve “toprak reformu” zarın genişletilmesine yönelik yeni-sömür-
yapılacağını ilan etti. Böylece unutulmuş gecilik uygulamaları, bir yandan “kapalı üre-
olan köylülük ve tarım sorunu bir kez daha tim birimlerini”, yani feodal ve yarı-feodal
gündemin ilk sıralarına çıkma olanağı ka- üretim ilişkileri içinde bulunan tarımı “pa-
zandı. zar için üretim”e yöneltirken, diğer yandan
Ama 60’ların ünlü sloganı “toprak refor- kırdan kente büyük bir göç dalgasının orta-
mu” ya da devrimci hareketin ifadesiyle ya çıkmasına yol açmıştır. 12 Eylül sonrasın-
“toprak devrimi” her ne kadar çok “bilinir” da uygulanan ekonomi politikalarla her tür-
görünse de, 1980 sonrasındaki “ihracata yö- lü emperyalist ülke malının ithalatının ser-
nelik sanayileşme”, “neo-liberalizm”, “glo- best bırakılmasıyla ortaya çıkan tarım ürün-
balizm” propagandaları arasında unutulup leri ithalatı böylesi bir pazar genişletilmesi
gitmiştir. “Sosyal-demokrasi”ye yeniden dö- koşullarında kırsal alanların çok daha hızla
nüşten söz edildiği bugünlerde, “toprak re- çözülmesine ve göçe neden olmuştur.
formu”, bu unutulmuşluk içinde kaçınılmaz Bugün şekerden buğdaya, mısırdan ete
olarak “popülizm” olarak kolayca damgala- kadar hemen hemen tüm tarımsal ve hay-
nabilmiştir. vansal ürünler ithal edilmektedir. “Yüksek
“Toprak reformu” konusu ele alınırken faiz, düşük kur” politikasıyla TL’nin değer-
(ve pek çok başka konuda da), herşeyden lenmesi ithalatı cazip hale getirmiştir. İç ta-
önce, kapitalizmin iç dinamikle gelişmedi- rımsal üretimin maliyetindeki (gübre, ma-
ği, dolayısıyla dışa bağımlı olarak yukardan zot vb.) artış da ithal ürünlerle yerli ürünle-
aşağıya geliştirildiği bir ülkede yaşadığımız ri ithal ürünlerle “rekabet” edemez hale ge-
gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır. Eğer kapi- tirmiştir. Bu da, kaçınılmaz olarak hem ta-
talizm kendi iç dinamiğiyle gelişmiş olsay- rımsal üretimi geriletmiş, hem de göç ne-
dı, şüphesiz, tarım sorunu kapitalist ölçüler- deniyle kentlerde büyük bir işsizler ordusu
de çözümlenmiş, yani tarımda kapitalizm ortaya çıkarmıştır.
egemen üretim ilişkisi haline gelmiş olurdu. Böylece tarım sorunu, bir yanıyla tarım-
Kapitalizm iç dinamikle değil de dış dina- sal üretimin azalması ve talebin ithalatla
mikle, emperyalizmin çıkar ve taleplerine karşılanması sonucu dış ticaret açığının bü-
uygun olarak yukardan aşağıya geliştirilin- yümesiyle, diğer yanıyla da kırdan kente
ce, kaçınılmaz olarak tarım sorunu da çar- göçle ortaya çıkan büyük işsizler ordusunun
pık bir hal almıştır. 12 Eylül sonrasında itha- istihdamı sorunuyla karmaşık bir hal almış-
latın liberalizasyonuyla birlikte ilk ithal edi- tır.
len malın “Çikita muz” olması da ülkedeki Kentlerdeki işsizliğin kentlerde istihdam
tarım sorununun nasıl bir çıkmaz içinde ol- edilmesi, ancak sanayinin gelişmesiyle ola-
18 duğunu açıkça göstermiştir. naklıdır. Her türlü sanayi ve tarım ürününün
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

“düşük kur” politikasıyla ucuza ithal edilme- Olsa olsa, mevcut üretici köylü nüfusun üre-
si, sanayi yatırımlarını (kapitalist anlamda) timinde belli bir artışa yol açarak gelirleri-
“cazip” olmaktan çıkarmıştır. Öte yandan ta- nin artmasını sağlar, ama yeni istihdam ola-
rım ürünleri fiyatlarının ithalat karşısında sü- nağı sağlamaz.
rekli düşmesi ve buna karşılık maliyetlerin Tarımın yeni istihdam olanağı yaratabil-
sürekli yükselmesi tarımsal üretimin gerile- mesinin tek yolu, sermaye (kapitalist ilişki-
mesine de yol açtığından, tarım kesiminde ler içinde) yatırımından geçer. Bu sermaye
de büyük bir işsizliğe yol açmıştır. yatırımının da, emek-yoğun sermayeden da-
Böyle bir ortamda, tarımsal üretimin “ca- ha çok para-sermaye olarak yatırılması ge-
zip” hale getirilmesinin ve artırılmasının ye- reklidir. İşte bu para-sermaye yatırımıyla ta-
ni istihdam olanağı yaratabileceği kolayca rımsal üretimin genişletilmesi yeni istihdam
düşünülebilir. Ekilmeyen arazilerin ekime olanağı ortaya çıkarır. Şöyle ki:
açılmasının ve ekilebilir arazilerde daha ge- Toprak, ister “reform”la kamu arazileri-
niş çaplı ekim yapılmasının yaratacağı istih- nin dağıtımıyla sağlanmış olsun, ister top-
dam olanağının işsizliğe de çare olabilece- rak rantını* kaldırarak kamu arazilerinin
ği varsayılabilir. Bu düşünce ve varsayımla sermaye yatırımına açılmasıyla sağlanmış
gerçekleştirilecek bir “toprak reformu”nun, olsun, her durumda aynı zamanda bir ser-
hem tarımsal üretimi artıracağı (dolayısıyla maye niteliğindedir. Toprak sermayesi ile
da tarım ürünleri ithalatını azaltacağı), hem emek-gücünün bir araya gelmesiyle üretim
de istihdam yaratacağı ileri sürülebilir. süreci başlar. Burada sermayenin büyüklü-
Bilinebileceği gibi, “toprak reformu”nun ğü ve yatırıldığı alanın genişliğine bağlı ola-
özü, ekilmeyen kamu arazilerinin toprak- rak emek-gücü kullanımı da, yani istihdam
sız ve az topraklı köylüye dağıtılmasıdır. da o kadar büyük ve geniş olur.
Böylece dağıtılan toprakla mevcut köylü nü- Bugünkü kırsal yapı içinde gerçekleştiri-
fusu daha verimli üretim yapabilecek ve lecek bir “toprak dağıtımı”, varolan emek-
üretim artışı gerçekleştirilecektir. Doğal ola- gücünün daha geniş bir arazi üzerinde kul-
rak tarımsal üretimdeki artış da tarım ürün- lanılmasını sağlayabilir. Bu da, atıl ve verim-
lerinin birim maliyetinin ve fiyatının düşme- siz emek-gücünün kullanılması demektir.
sine yol açacaktır. Ancak kentlere göç etmiş ve orada işsizler
Burada temel unsur, kırsal alanda top- ordusuna katılmış eski kırsal nüfusun istih-
raksız ve az topraklı köylünün emek-gücü- dam edilmesinin önünü açmaz. Bunun ger-
nün verimli olarak kullanılmasıdır. “Toprak çekleştirilmesinin yolu, tarımın başlı başına
reformu” öncesinde küçük bir toprak par- bir sermaye yatırım alanı haline gelmesin-
çasında küçük bir ürün karşılığı tüketilen den geçer. Yani tarımın, tıpkı sanayi gibi üre-
emek-gücü, “toprak reformu” sonrasında
daha geniş bir toprak parçasında tüketile- * “Kapitalist üretim tarzının önkoşulları o halde
ceği için üretkenliği artmış olacaktır. Bu açı- şunlardır: Toprağı gerçekten işleyenler, bir kapitalist
dan “toprak reformu”, tarıma emek-yoğun tarafından, tarımla, yalnızca sermayenin özel bir sö-
mürü alanı olarak, özel bir üretim dalındaki sermaye-
sermaye yatırımı anlamına gelir. Asıl amaç, si için bir yatırım olarak uğraşan bir kapitalist çiftçi ta-
tarımda sermaye yatırımının artırılmasıdır. rafından istihdam edilen ücretli işçilerdir. Kapitalist
Ancak böyle bir emek-yoğun sermaye çiftçi, toprak sahibine, kullandığı toprağın sahibine,
yatırımının etkili olabilmesi için, herşeyden sermayesini, bu özel üretim dalına yatırma hakkı kar-
şılığında sözleşme ile saptanmış belirli dönemlerde,
önce kırsal alanda serbest ya da yarı-serbest örneğin her yıl, (tıpkı para-sermaye ödünç alanın be-
emek-gücünün ortaya çıkmış olması gere- lirli bir faiz ödemesi gibi) bir miktar para öder. İster
kir. Eğer kırsal alanda yeterli emek-gücü tarımsal toprak, yapı arsaları, madenler, balıkçılık böl-
mevcut değilse, yapılacak bir “toprak refor- geleri ya da ormanlar için olsun ödenen bu para mik-
mu” hiçbir biçimde yeni istihdam olanağı tarı toplamına, toprak rantı adı verilir. Bu, toprak sa-
hibinin, toprağını, kapitalist çiftçiye kiralamayı kabul
ortaya çıkarmaz ve üretim artışına yol aç- ettiği bütün dönem için ödenir. Bu nedenle, toprak
maz. Bu açıdan “toprak reformu”, kırsal nü- rantı, burada, topraktaki mülkiyetin, iktisadi açıdan
fusun yoğun olduğu koşullarda ve dönem- gerçekleştiği, yani değer ürettiği biçimidir. O halde,
lerde, toprağın yeniden dağıtımı yoluyla ta- burada, birlikte ve karşılıklı zıtlık halinde, modern top-
lumun çerçevesini oluşturan üç sınıfın hepsi – ücret-
rımsal üretimin genişletilmesine yol açar- li işçiler, sanayici kapitalistler ve toprak sahipleri or-
ken, kırsal nüfusun azaldığı koşullarda ve taya çıkmış oluyor.” (K. Marks, Kapital, Cilt III, s. 546-
dönemlerde aynı sonucu ortaya çıkarmaz. 547.) 19
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

tim ve istihdamı artıran bir yatırım alanı ha- yeterli değildir. 1980’lerde Turgut Özal dö-
line getirilmesi gerekir. Bunun kapitalist üre- neminde “tavuk çiftlikleri” için kamu arazi-
tim ilişkilerindeki karşılığı “kapitalist çiftlik- lerinin bedelsiz olarak verilmesinde ortaya
ler”in kurulması, tarımın kapitalist sermaye- çıkan yolsuzluklar ortadadır. Aynı şekilde Et-
nin yatırım alanı haline getirilmesidir. Balık Kurumu’nun özelleştirilmesinde oldu-
Eğer tarım, kapitalist sermaye açısından ğu gibi, tarımsal işletmelerin arazisi yeni bir
herhangi bir alanda faaliyet gösteren sana- rant kapısı olarak kullanılmıştır. Keza Turgut
yi sermayesi gibi yatırım alanı haline getiri- Özal’ın “tavuk çiftlikleri” için kamu banka-
lebilinse, bu yatırıma paralel olarak yeni is- larından açılan krediler, göstermelik birkaç
tihdama yol açar. Bir başka deyişle, tarım- “çiftlik binası” yapımı dışında başka alanlar-
sal üretimin kapitalist sermaye yatırım ala- da (özellikle turizm ve eğlence sektöründe)
nı haline gelmesiyle tarım işçiliği başlı ba- tüketilmiştir.
şına bir istihdam alanı haline gelir. Bu du- Bu nedenlerden dolayı, “toprak refor-
rumda, tarım işçisinin nereden sağlandığı, mu”nun, en açık ve kesin anlamıyla tarımın
yani kırsal alandaki mevcut nüfustan mı, kamu yatırımının temel alanı haline getiril-
yoksa kentlerdeki işsizlerden mi sağlanıldı- mesini sağlayacak biçimde yapılması zorun-
ğı önemini yitirir. Dolayısıyla tarıma yapılan ludur. Diğer bir ifadeyle, kamunun, yani dev-
her sermaye yatırımı, giderek kent ve kır iş- letin, herhangi bir kapitalist özel sermaye gi-
sizlerinin istihdamını sağlayan bir üretim bi tarıma yatırım yaparak yeni iş olanakları
alanı ortaya çıkarır. yaratması gereklidir. Bu da büyük devlet
Burada asıl olan, sermayenin yatırım ala- çiftliklerinin ve hayvancılık kombinalarının
nı olarak tarımın, en az sanayi ve hizmetler kurulması demektir. Bunun paralelinde top-
sektöründeki sermaye kadar kâr sağlama- raksız ve az topraklı köylüye toprak dağıtı-
sıdır. Tarımsal üretimdeki kapitalist kârın sa- mı, onların büyük devlet çiftlikleriyle reka-
nayi ve hizmetler sektöründeki kâra göre bet edebilme koşullarını yaratacaktır.
daha düşük olmasına yol açan temel etmen Kentlerdeki işsizlerin, daha tam ifadeyle
ise mutlak toprak rantıdır. Bu nedenle, kırdan kente göç etmiş nüfusun yeniden ta-
“toprak reformu”nun, sadece mevcut kırsal rımsal üretime kazandırılması ve tarımda is-
nüfusun emek-gücünün daha verimli hale tihdam edilmesi için, tarıma büyük ölçekli
getirilmesini sağlayan bir toprak dağıtımın- üretime yönelik olarak büyük sermaye ya-
dan ibaret olmayıp, aynı zamanda ve esas tırımı yapılması zorunludur. Bu yolla, kırdan
olarak mutlak toprak rantını kaldıran (ya kente göç ederek serbest emek-gücü hali-
da sanayi ve hizmetler sektöründeki yatırım- ne gelmiş nüfusun tarım işçisi olarak istih-
larla rekabet edebilir düzeye indiren) özel- dam olanağına ortaya çıkar.
liğe sahip olması gerekir. İkinci olarak, “top- Bu boyutlarıyla “toprak reformu”, sözcü-
rak reformu”, geniş ve büyük toprakların ğün geniş anlamında “toprak devrimi” ya da
ekime açılmasını sağlamak zorundadır. Böy- “tarım devrimi” içeriğine sahip olur. Demok-
lece büyük tarımsal işletmeler yaratılarak ratik devrimin tamamlanmadığı ülkelerde
(kapitalist anlamda tarım şirketleri) yeni is- de başka bir seçenek zaten yoktur.
tihdam olanağı ortaya çıkar. Böyle bir “toprak reformu” (devrimi), ka-
Kapitalist anlamda büyük çiftliklerin or- çınılmaz olarak hem istihdamı artırır hem
taya çıkartılması, yani tarım kapitalistlerinin de tarımsal üretimde büyük artışa yol açar.
yaratılması (ki bu devlet aracılığıyla da “ka- Emek-gücünün üretkenliğindeki artış ve top-
pitalist devlet çiftlikleri” şeklinde olabilir) ye- rak rantının ortadan kaldırılması tarım ürün-
ni iş olanakları ortaya çıkaracaktır. Bunun lerinin maliyetini azaltarak fiyatlarının düş-
yolu da, mutlak toprak rantının ortadan kal- mesine yol açarken, aynı zamanda üretici-
dırılmasından geçer. nin toplam gelirinde artışa neden olur.
Ama kapitalizmin yukardan aşağıya ge- Ama...
liştirildiği, sanayiden tarıma kadar her alan- Emperyalizme bağımlı bir ülkede bunu
da çarpık bir gelişmenin ortaya çıktığı ülke- yapmak olanaklı değildir. Dün olduğu gibi
lerde böylesi bir “toprak reformu” (toprağın bugün de emperyalist-kapitalist sistemin en
yeniden dağıtımı ve mutlak toprak rantının büyük sorunu aşırı-üretimdir. 1980 dünya
kaldırılmasıyla tarımın sermaye yatırımı için ekonomik bunalımı sonrasında emperyalist
20 kârlı bir alan haline getirilmesi) tek başına ülkelerdeki yeni sermaye yatırımlarıyla sa-
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

nayi ve tarımda büyük bir üretim artışı orta- yönelik yatırım yapıyor görünse de, bir süre
ya çıkmıştır. Özellikle gen teknolojisindeki sonra doğrudan metropol ülkelerden tarım
gelişmelerle tarımsal üretim olağanüstü bü- ürünleri ithalatına yönelmektedir.
yümüştür. Bunun sonucu olarak, başta ABD Bugün “terör” sorunundan işsizliğe ka-
ve Almanya olmak üzere, emperyalist ülke- dar pek çok sorunun “çözüm anahtarı” ola-
lerde tarımsal üretim fazlası dev boyutlara rak görülen GAP projesinin tamamlanama-
ulaşmıştır. ABD’nin buğday, mısır vb. ürün- masının arkasında yatan temel neden de,
lerde ve Almanya’nın şeker, süt vb. ürünle- emperyalist ülkelerdeki tarım ürünleri faz-
rindeki aşırı-üretim geri-bıraktırılmış ülkele- lasıdır.
re ihraç edilerek bir tarımsal aşırı-üretim kri- Bu nedenle, ülkemizde yapılmaya kalkı-
zine yol açması önlenmeye çalışılmaktadır. şılacak olan bir “toprak reformu”, sonuç
GDO’lu ürünlerin ithalatının genişletilmesi- olarak tarımsal üretimin artırılmasına yol
ne ilişkin AKP hükümetinin aldığı son karar açarak tarım ürünleri ithalatını büyük ölçü-
da ABD’nin tarımdaki aşırı-üretimine pazar de ortadan kaldırmaya yöneleceği ölçüde
bulma gereksinmesinin ürünüdür. emperyalist ülkelerin tarımdaki aşırı-üretim
Bu koşullar altında, sadece istihdam açı- krizini önlemeye yönelik müdahaleleriyle
sından bile olsa tarımsal üretimi artırmaya çatışmaya girmeksizin gerçekleştirilemez ve
yönelik her girişim, kaçınılmaz olarak em- sürdürülemez. Böyle bir çatışma göze alın-
peryalist ülkelerin kendi tarım ürünleri için madığı sürece, “toprak reformu”, çok yalın
pazar yaratma girişimiyle çatışmak zorun- ve basit biçimde belli toprakların, örneğin
dadır. Bu çatışmayı ortadan kaldırmanın tek mayınlı arazilerin dağıtımından öteye geç-
yolu, tarımsal üretimin Arjantin, Brezilya vb. meyecektir. Bu da, klasik anlamıyla sosyal-
Latin-Amerika ülkelerinde olduğu gibi ya- demokrasinin marksizmden “ödünç” aldığı
bancı sermayeye açılmasıdır. Bu da emper- çözümleri uygulayamamasının maddi teme-
yalist ülkelerin kendi iç üretimlerinin çok lidir. Burada sosyal-demokratların bireysel
büyük ölçüde arttığı koşullarda zaten ola- “iyiniyet”lerinin (eğer böyle denilebilirse)
naksızdır. Cargill olayında olduğu gibi, ya- hiçbir önemi yoktur.
bancı sermaye ilk dönemde yerli üretime

21
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

Bölgesel Güç Olma Sevdası


[Adım Adım İslami Yardım Cihadı]

Mavi Marmara İHH’ya satıldı


İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait 1080 yolcu kapasiteli Mavi Marmara yolcu
gemisini İnsani Yardım Vakfı 1 milyon 800 bin TL’ye satın aldı
1989’da inşa edilen 525 tonluk gemi, sürekli hareket ettiğinde günde 24 ton ya-
kıt harcıyor. Seferlerine başladığı 1994’ten bu yana binlerce yolcuyu Sarayburnu-
Marmara Adası-Avşa Adası arasında taşıyan turistik Mavi Marmara şimdi Gazze’ye
doğru yola çıkmaya hazırlanıyor. Gemi, 10 Mayıs’ta sivil toplum kuruluşları, doktor-
lar ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelenlerle basın mensuplarından oluşan bin
yolcusuyla Gazze’ye hareket edecek. Gemi, IHH’nin üç bin tonluk kuru yük gemisi
dahil altı gemiyle ambargoyu delmek için operasyona katılacak. (27 Mart 2010)

15 Mayıs tarihinde 8 gemiyle Gazze’ye insani yardım malzemelerini götürecek


olan İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım, “Bini aşkın insanla ambargoyu delmek için
yola çıkıyoruz. Gazze halkına yardımlarımızı ulaştıracağız. Gazze’ye canlı kalkan
olarak gidiyoruz. Bütün planlarımızı Gazze’ye girmek üzere kurduk” dedi. (13 Nisan
2010)

İsrail tarafından gözaltına alınan Türk vatandaşı İzzet Şahin’in serbest bırakılma-
sı için İHH bir basın toplantısı düzenlendi.
İsrail tarafından gözaltına alınan Şahin’in arkadaşı olan Sanatçı Sinan Albayrak
da, “İsrail diplomatik ve politik bir oyunla İzzet Şahin’i gözaltına aldı. Şahin’in mah-
kemeye çıkarılacağı gün Türkiye’den çok güçlü bir heyetin İsrail’e gitmesi lazım. Tür-
kiye, bir kez daha İsrail’e One Minute demeli” diye konuştu.
Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği Başkanı Fisun Bandır ise “Filistin sorunu bir
insanlık sorunudur. Davos çıkışı sözde olmamalı. İsrail ile bütün ilişkiler kesilmeli”
dedi. (5 Mayıs 2010)

“Siverek Feneri” olarak tanınan Siyarder (Siverek Yardımlaşma ve Dayanışma


Derneği) başkan ve başkan yardımcısı, İHH tarafından organize edilen Gazze Çı-
kartması filosuna katılmak amacıyla 24 Mayıs pazartesi sabahı Siverek’ten “dualar-
la uğurlandılar”. Siyarder Derneği Başkanı Cevdet Ökenek, “Allah kısmet ederse bu-
gün uçak ile Antalya’ya ulaşacağız. Yolumuz Gazze, İsrail’in tehditleri bizi korkuta-
maz. Çünkü biz vasiyetimizi yazarak, dostlarımızla helalleşerek bu yola koyulduk.
Müslüman’ın doğuşu ölümle başlar”, dedi. (24 Mayıs 2010)

Gemi Komor bayraklı


İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce 24 Mart 2010’da ihaleye çıkarılan ve İHH ta-
rafından 1 milyon 800 bin TL’ye satın alınıp 589 yolcu ve personelle birlikte Gazze’ye
yardım götüren Mavi Marmara Gemisi, Komor Adaları’nın bayrağını taşıyor. Deniz-
cilik Müsteşarlığı İstanbul Bölge Başkanı Cemalettin Sevli, “Tamamen gemi sahiple-
rinin tercihi” dedi. (31 Mayıs 2010)

“İsrail’in Filistinlilere yardım malzemesi götüren bir Türk gemisine askeri güç kul-
lanarak müdahale edip vatandaşlarımızı öldürmesi, hem Türkiye-İsrail ilişkileri, hem
Ortadoğu’daki güç denklemi, hem de İsrail’in uluslararası camiadaki konumu üzerin-
de çok önemli kırılmalara yol açacak bir olaydır.” (Sedat Ergin, Milliyet, 1 Haziran
22 2010)
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

TÜSİAD’ın 2002 modeli dış politika ka-


rarlarını 2010’da pratiğe uygulamaktan
ibarettir.
İlk yapılan, “one minute” çıkışıyla
Ortadoğu’da “lider ülke” olarak Filistin
sorununa “sahip” çıkıldığını göstermek
Yıllar ve yıllar önceydi. Ve TÜSİAD, 2002 oldu. Ardından “komşularla sıfır sorun
yılının Aralık ayında liseler için “Coğrafya” politikası” adına “Ermenistan açılımı”, “Su-
kitabı yayınladı. Üzerinden çok uzun zaman riye açılımı”, “Kuzey Irak açılımı” ve niha-
geçtiği için unutulup gitti! yetinde “Demokratik açılım” söylemine ge-
TÜSİAD’ın “Coğrafya” kitabı, “aktif dış çildi. İran’ın nükleer programına ilişkin or-
politika” izlenmesinden, “Türk dış politika- taya çıkan “uluslararası gerginlik” içinde “rol
sının temel prensiplerinden biri olarak gö- çalma”ya kalkışıldı. Önce İran ile “Batı” ara-
rülen Araplararası sorunlarda tarafsız kalın- sında “arabulucu” olduklarını ilan ettiler. Ar-
ması ilkesinin terk edilmesi”nden söz ede- dından İran’ın Brezilya’yı “arabulucu” ola-
rek Türkiye’nin “bölgesel güç odağı” oldu- rak kabul etmesi üzerine, “nükleer takas”
ğu ilan ediliyordu. ülkesi olarak İran sorununu çözen “taraf ”
“Coğrafya” kitabı, Amerikan emperyaliz- havasıyla zafer turları atıldı. Ve şimdi “böl-
minin Irak’ı işgale hazırlandığı ve AKP’nin gesel güç” olarak doğrudan İsrail-Filistin so-
seçimleri kazanarak tek başına iktidara gel- rununda gövde gösterisine kalkışıldı.
diği günlerde yayınlandı. Bu nedenle, Ame- Her adımıyla Ahmet Davutoğlu’nun “en-
rikan emperyalizminin yeni Ortadoğu poli- gin vizyonu”nun ürünü olarak sunulan bu
tikalarına uygun bir “Türkiye” portresi çizi- süreçte, bir yandan MİT’in başına “nükleer
liyordu. Doğal olarak da bu “Yeni Türk dış güvenlik zirvesi şerpası” diye sunulan Ha-
politikası”nın genel çizgileri yeni AKP iktida- kan Fidan atanırken, diğer yandan “İslami
rına dikte ediliyordu. Bu “yeni dış politika”nın Yardım Cihadı” adım adım tezgahlandı. Ve
“ekseni”, bir dönemin terminolojisiyle söy- beklenilen oldu: İsrail “cihad” gemilerine
lersek, Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde müdahale etti, kan döküldü. “Tarihte ilk
“alt-emperyalist” (“bölgesel güç”) bir ülke kez” (hangi tarih?) “yahudiler” Türk öldür-
haline gelmesiydi. Bu amaca ulaşabilmek düler!
için Amerikan emperyalizminin Irak işgali- “Recep bey” ise, ayağının tozuyla gürle-
nin “büyük fırsat” olduğunu düşünen TÜSİ- di: Biz başka ülkelere benzemeyiz! Türkiye’yi
AD, bu bağlamda, Kıbrıs sorununun “Annan başkalarına benzetmeyin, bedeli ağır olur!
planı” çerçevesinde çözülmesini, Irak’a as- Yazılı ve görüntülü “medya”, her zaman
ker gönderilmesini ve ABD ile uyumlu bir olduğu gibi AKP’nin her icraatını yere-göğe
Ortadoğu politikası izlenmesini öneriyor- sığdıramayan tutumuyla “İslami Yardım Ci-
du. hadı” gemilerine yönelik İsrail saldırısını
Üstelik bu “yeni dış politika”nın yürütül- “devlet terörü” olarak ilan etti. Böylece Tür-
mesinde “en büyük engel” olarak görülen kiye, tarihinde ilk kez “Araplararası sorun-
Ecevit’in koalisyon hükümeti dağıtılmış, er- lar”da “taraf” haline gelmiş oldu. TÜSİAD’ın
ken seçime gidilmiş ve “yeni dış politika”yı 2002 yılında AKP’den istedikleri 2010 yılın-
uygulamaya aday AKP iktidara gelmişti. da kısmen yerine getirildi.
Yine TÜSİAD’ın “Coğrafya” kitabında, Yine her zaman olduğu gibi “derin” dış
“Ortadoğu’da Türkiye, en ciddi rekabeti politika uzmanları, “komplo teorisyenleri”
komşusu İran ile yaşamaktadır. Türkiye ve harekete geçtiler. Elbette dökülen kan yer-
İran, özellikle Orta Asya coğrafyasında nü- de kalmayacak! Elbette “bölgesel büyük
fuz mücadelesi vermektedir.”* deniliyor- güç” olan Türkiye bunun hesabını soracak!
du. Üstelik Ortadoğu bölgesinde “kimin patron”
Bugün Recep Tayyip Erdoğan ve mehte- olduğunu da eşe-dosta, konu-komşuya,
ran takımı, Ahmet Davutoğlu’nun “aktif dış İsrail’e ve İran’a da gösterecek! Düne kadar
politika”sıyla nasıl “bölgesel güç” oldukla- Türkiye’nin dış politikasında “eksen kayma-
rından söz ediyorlar. Oysa yaptıkları tek şey, sı”ndan söz edenler bile İsrail’i kınamaktan
öteye geçerek, İsrail’in cezalandırılması ge-
* TÜSİAD, “Coğrafya” kitabı, s. 182, Aralık 2002. rektiğini söylemeye başladılar. Daha da hız- 23
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

lı “komplo”cu-lar, İskenderun’daki PKK ey- çevesinde işin içinde yer almadığı, “safiya-
lemi ile MOSSAD arasında bağlantı olduğu ne islami duygularla” İsrail karşıtı bir politi-
iddiasını ortaya attılar. ka uyguladığı, Hizbullah ve Hamas’a karşı
“İslami Yardım Cihadı”nın adım adım “halisane” duygular taşıdığı söylenmektedir.
nasıl tezgahlandığını ve İsrail müdahalesi- Hatta kimileri, AKP’nin “eksen kayması” pa-
nin kaçınılmaz olduğunu çok iyi bilen “med- hasına, ABD’nin “hasmane” tutum takınma-
ya” mensupları ve “dış politika uzmanları”, sı pahasına bu “halisane” duygularla hare-
“gün bunları konuşma zamanı değildir” söy- ket ettiğini bile iddia edebilir. Daha yaratıcı
leminde ifadesini bulan popülizmle sessiz olanlar, “yükselen güç Türkiye” söylemiyle
kalmayı yeğlediler. tüm “ezberleri” bozduğunu, Ahmet Davut-
Açık olan AKP hükümetinin, 2002 yılın- oğlu’nun “kaptanlığı”nda “Türk” dış politi-
da TÜSİAD tarafından liseler için hazırlan- kasının beklenmedik hamleler yaptığını,
mış bir coğrafya kitabında dile getirdiği “dış “yeni dünya düzeni”nde “etkin aktör” ola-
politika” çerçevesinde Ortadoğu’da “inisiya- rak ortaya çıktığını da söyleyebilir.
tif ” almaya kalkışması ve İran’dan “rol” çal- Tüm bu iddialar, gelişen olayların İran’ın
masıdır. Her ne kadar AKP, “nükleer kriz” Ortadoğu’daki nüfuzunu kırmaya ve tecrit
konusunda İran yanlısı bir tutum almış gibi etmeye yönelik bir “planın” parçası olduğu
sunulsa da, Filistin sorununda İran’ı devre- ve “islami” görünümdeki bir iktidarın bunun
den çıkartarak Hamas’ın hamiliğine soyun- için biçilmiş kaftan olduğu gerçeğinin üstü-
muştur. nü örtmek ve AKP’ye iç politika malzemesi
Sözcüğün tam anlamıyla 2002 modeli sağlamaktan başka bir değere sahip değil-
“Büyük Ortadoğu Projesi” çerçevesinde Tür- dir. Zaten “ılımlı islam” söyleminin de, İran’-
kiye’ye biçilen “misyon” yerine getirilmeye ın temsil ettiği “radikal islam”a karşı bir al-
çalışılmaktadır. Lübnan’a asker göndererek ternatif olarak sunulduğu da açık bir gerçek-
Hizbullah üzerindeki İran “vesayeti” gerile- tir.
tilirken, şimdi sıra Hamas’a gelmiştir. Hamas AKP’nin, ister bilerek, ister “halisane”
üzerindeki İran “vesayeti” de etkisizleştiril- duygularla olsun, İsrail’e yönelik girişimleri
diğinde, artık Ortadoğu’da İran’ın nüfuz ala- gündemin ilk sırasına getirmesinin kendi ik-
nı büyük ölçüde sınırlandırılmış olacaktır. tidar süresini uzatmaktan başka amacı yok-
İşte bu gelişme, yani İran’ın Ortadoğu’daki tur.
nüfuz alanının sınırlandırılması, aynı zaman- Yine de bu “cihad” girişiminin İran’ı de-
da Amerikan emperyalizminin İran’a yöne- ğil, asıl olarak İsrail’i “tecrit” ettiğini söyle-
lik saldırısının da zeminini hazırlamaktadır. mek ise, İsrail’in Ortadoğu’daki yerini ve gü-
“Büyük Ortadoğu Projesi”nin “eşbaşkanı” cünü unutmakla özdeştir.
olmakla övünen, “ılımlı islam modeli”nin Bu “gemi” olayından sonra, elbette İsra-
“lideri” olarak ortaya çıkan, “muhafazakar il’le ilişkiler “eskisi gibi” olmayacaktır. “Has-
demokrat” “Recep bey”, ABD ve İsrail’le da- mane” açıklamalar ve tutumlar sürüp gide-
nışıklı dövüşle “tarih” yazmaktadır! Bu dış cektir. Ama unutulmamalıdır ki, Amerikan
politika, aynı zamanda iç politikada AKP’nin emperyalizminin İran’a olası bir saldırısıyla
“tarih olması”nın önüne geçecek bir araç zaten bölgede hiçbir şey “eskisi gibi” olma-
olarak da tasarlanmıştır. yacaktır.
Şüphesiz AKP’nin böylesi bir “plan” çer-

24
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

İcazetin Gölgesinde
Taksim “Zaferi”!
[Kurtuluş Cephesi’nin
1 Mayıs 2010 bildirisi]

Taksim meydanı, daha dün “ayaklar baş olursa, kıyamet kopar” diyen başbakanın
emir ve talimatıyla 1 Mayıs için konfederasyonlara açıldı!
Başta DİSK olmak üzere tüm konfederasyonların 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama “ira-
desi” böylece “zafer”e ulaşmış oldu!
Bu, kimileri için “direnişin zaferi”yken, kimileri için “gazlanarak” kazanılmış bir
“zafer”di. Rivayet her ne kadar muhtelif olsa da, somut gerçek Taksim Meydanı’nın 1 Ma-
yıs kutlamaları için konfederasyonlara tahsis edilmiş olmasıdır. Artık Taksim “inatlaşması”
sona ermiş, “görkemli” 1 Mayıs kutlamasının önündeki engeller kalkmıştır. 1 Mayıs günü
Taksim’e 500 bin emekçi mi, yoksa 245 bin emekçi mi geleceği ve ne kadar süreceği so-
runu dışında bir sorun kalmamıştır.
Evet, Taksim konfederasyonlara tahsis edilmiştir. DİSK, KESK, Türk-İş, Hak-İş vb.
konfe-derasyonlar İstanbul Valisiyle anlaşmışlar ve 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama “hakkı”nı
almışlar-dır!
Uzlaşmacı bile olamayan icazetli siyasetin bu “zaferi”nin sonrasında DİSK başkanı,
1 Mayıs’a ilişkin bir soruyu yanıtlarken bu “zafer”in arka planını da net biçimde açıklamış-
tır:
“Süre konusunda sınır yok. Ancak, işi dozunda bırakmayı düşünüyoruz... Ne
fazla uzun sürmeli, ne de çok kısa tutulmalı... Uzun sürünce, katılan işçi arka-
daşlarımızın da dikkati dağılıyor. Bununla birlikte kontrolün radikal grupların eli-
ne geçme riski artıyor.”
Evet, Taksim konfederasyonlara tahsis edilirken, onlara bir de misyon biçilmiştir: 1
Mayıs kutlamalarının “radikal grupların”, “marjinallerin” eline geçmesini önlemek.
Kimdir bu radikaller?
Adlarını tek tek yazmak olanaksızdır. Onlar, yıllar boyunca 1 Mayıs’ı Taksim’de kut-
lamak ve 1977 katliamını anmak için polisle çatışan, gaz bombalarıyla durdurulmaya ça-
lışılan, ellerindeki pankartlar ve taşlarla direnen insanlardır. Kimi zaman “aşırı solcular”
olarak tanımlanan, kimi zaman “anarşistler” denilen, ama her zaman “terör örgütü yan-
daşları” olarak ilan edilen insanlardır.
Ellerinde pankartlarıyla yola çıkmış olan bu insanlar, kimi zaman şu ya da bu siya-
setin ne kadar “güçlü” ve “çok” olduğunu göstermenin aracı olarak kullanılmışlardır. Ama
yine de kendilerini ifade ettiğini düşündükleri pankartların altında Taksim için yürümüşler,
çatışmışlar, tutuklanmışlardır.
Bugün, DİSK başkanı, kutlamalarının uzaması halinde 1 Mayıs’ın bu insanların kon-
trolüne geçmesinden söz etmektedir. Üstelik bunu söyleyen kişinin başkanlığını yaptığı
konfederasyonun adının başında “Devrimci” sözcüğü vardır.
Devrimin, insanlık tarihinin en radikal eylemi olduğunu kimse tartışamaz.
Devrimcinin, bu en radikal eylemin eylemcisi ve gerçekleştiricisi olduğu da tartışı- 25
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

lamaz.
Gelin görün ki, DİSK başkanı, “radikal grupların kontrolü ele geçirme riski”nden söz
edebilmektedir.
İşte icazetli siyasetin açık ifadesi budur.
Daha geçen yıl, 2009’un 1 Mayıs’ında bu icazetli siyasetin “makul kalabalığı” Taksim’i
feth etmenin coşkusuyla “halay”a durduklarında, o “radikal gruplar”, “marjinaller” Taksim’e
ulaşabilmek için sokak aralarında polislerle çatışıyorlardı.
Şüphesiz, 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Mevcut dü-
zenin sınırları içinde ve yasaları ölçüsünde kitlesel ölçekte kutlanabilen bir gündür. Hiç
kimsenin 1 Mayıs’ın yasal çerçevede kutlanabiliyor olmasına karşı çıkmayacağı da açıktır.
1 Mayıs’ın amacı, olabilecek her biçimde ve her yoldan işçi sınıfının birlik, dayanışma ve
mücadelesini ortaya koymaktır. Bunun yasal çerçevede olup olmayacağı sadece egemen
sınıflara ait bir sorundur. Ama icazetli 1 Mayıs tüm bunların dışındadır.
Gerçek bir demokrasinin olmadığı bir ülkede, demokratik hak ve özgürlüklerin key-
fi olarak kullandırıldığı ya da ortadan kaldırıldığı bir ülkede, “demokratik açılım” adı altın-
da “rejim” değişikliğinin bile dayatıldığı bir ülkede, icazetli siyasetin “demokratik
uzlaşma”yla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
İcazetli siyaset, egemenlerin merhamet ve lütuflarıyla yapılan bir siyasettir.
İcazetli siyaset, küçük lütuflar karşılığında devrimci ilkelerin pazarlandığı bir siyaset-
tir.
İcazetli siyaset, “legalizm”in ulaşabileceği en son ve en kokuşmuş halidir.
Bugün hiç kimse Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamaları için “açılması”na baka-
rak “zafer”den söz edemez. Ortada “zafer” söz konusu olmadığı gibi, kazanılmış bir hak
da söz konusu değildir. Kimse kendisini aldatmamalıdır ve kendisinin aldatılmasına da izin
vermemelidir.
Bugün AKP iktidarı, anayasa referandumuyla iktidarının süresini uzatmaya çalışmak-
tadır. Bir taraftan “liberaller” denilen yandaşlarıyla, “açılım branç”larına katılan “aydınlar”la,
diğer taraftan icazetli siyasetçilerle halkı aldatmaya çalışmaktadır. Yapılmak istenen, “he-
lal olsun, çalıyorlar, ama yapıyorlar da” mantığı içinde AKP’ye karşı olan muhalefeti par-
çalamaktan ibarettir.
Sol, ister tırnak içinde “sol” olsun, niceliği ne kadar az olursa olsun, ne kadar pres-
tij kaybına uğramış olursa olsun, her zaman ülkenin kaderini belirleyecek olan tek güçtür.
Onu, icazetli siyasetçiler aracılığıyla küçük lütuflar vererek belli ölçüde pasifize etmek, sa-
dece AKP’nin değil, tüm düzen partilerinin amacıdır.
Bu oyun yıllardır oynanmaktadır.
Bilinmesi gerekir ki, bugün AKP’nin Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına açıl-
masına izin vermesi sadece konjonktürel bir durumdur ve AKP’nin “sol liberaller”in des-
teğini alma çabasının ürünüdür.
2010’un 1 Mayıs’ı icazetli siyasetin bir gövde gösterisine dönüştürülmek istenmek-
tedir. “Provokasyon” söylemleriyle bu gövde gösterisine karşı çıkanlar daha baştan sustu-
rulmaya çalışılacaktır. Bunun için 1.000 kişilik “özel güvenlik gücü” bile oluşturulmuştur.
Bu oyunun bilincinde olunmalıdır.
Ve bilinmelidir ki, bu oyunları ortadan kaldırmanın tek yolu, devrimci işçi sınıfı si-
yasetinden ve örgütlenmesinden geçer.

Yaşasın 1 Mayıs!

26
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

1 Mayıs’tan 26 Mayıs’a
İcazetli Siyaset

2010’da önce 1 Mayıs kızıllığını kaybet- düzen kortejlerine girmiyor, bir örnek
ti. militan kıyafetleri giymiyor ve ayin
Her renkten, her kesimden, her çeşitten benzeri mitingler düzenlemiyorlar.
insanlarla tam bir “renk cümbüşü”ne dönü- Hemen orada, o anda yeni kararlar
şen Taksim Meydanı, sarılısı, mavilisi, turun- alarak eski kararları yok kabul edebi-
culusu, kahverengilisi, siyahı çeşit çeşit liyorlar. Hemen o anda yolunda git-
renklerle bezenmişti. Eski zamanların “tem- mediğini düşündüklerine sırtlarını
sili gerillaları”ndan miras kalan “merasim dönüyorlar. Taksim’de 1 Mayıs Mar-
bölüğü”nün kızıl bayrakları da bu renk cüm- şı’nı bir anma ayini gibi koro halinde
büşü içinde küçük gelincikler gibi duruyor- söylemeyi reddettiler. Onlar Taksim’e
du. geri dönmediler, ilk kez çıktılar.”*
Herkes kendi havasındaydı. Herkes ken- Bu durum ve bu söylem yeni değildir.
disi için yürüyor, kendisi için konuşuyor, Yüzyıldır yıldır burjuvazi, dünyanın her yer-
kendisi için halay çekiyordu. Timur Selçuk’- de 1 Mayıs’ı şiddetle, kanla engellemeye ça-
un “koro”suyla seslendirdiği 1 Mayıs Marşı lışmıştır. Bunu başaramayınca, onu devrim-
bile bu kendi kendine yürüme ve konuşma ci içeriğinden, sınıf niteliğinden yalıtarak, sı-
havasını kırmayı başaramadı. radan bir “gün”e, bir “tatil günü”ne dönüş-
Her ne kadar “devrim televizyondan ya- türmek için çabalamıştır. Bu çabasında işçi
yınlanmayacak” denilse de, 1 Mayıs televiz- aristokratları, yani işçi sınıfının göreceli ola-
yonlardan canlı yayınlandı. Her televizyonun rak daha yüksek ücret alan kesimleri ile
“alan”daki yorumcuları, sabahın ilk saatle- “icazetli sosyalistler” elele çalışmışlardır.
rinden itibaren “sayılar” vermekte birbirle- Burjuvazinin bu amacı, Kurtuluş Cephesi’nin
riyle yarıştılar. “Alan”dakiler ise, önce Ata- 1 Mayıs bildirilerinde şöyle ifade edilmiştir:
türk Anıtı’nda yer kapma mücadelesi verir- “Burjuvazinin 1 Mayıs’ı saptırma
lerken ve en büyük pankartı en görünür yer- çabaları, hemen her zaman işçi sını-
de kameralara sergilemeye çalışırken “1 fının kendi sınıf gücünün bilincine
Mayıs coşku”su “alan”a girmekte zorlanıyor- varmasını ve kullanmasını engelle-
du. meyi amaçlamıştır. Bu amaçla, 1
Şüphesiz “demokratik” bir ülkede, “de- Mayıs’ları birer ‘festival’ havasına so-
mokratik hak ve özgürlükler”in alabildiğine karak yozlaştırmaktan, onun içeriği-
“kullanıldığı” bir ortamda 1 Mayıs’ın bir fes- ni boşaltarak bir ‘tatil günü’ haline
tival, bir şölen, bir eğlence havasında geç- getirmeye kadar her yolu denemek-
mesini engellemenin hiç de “demokratik” tedir. Bundan öte, 1 Mayıs’ı, her yıl
olmayacağı da açıktır. aynı biçimde yinelenen bir gün hali-
Bu durum, çok geçer akçe söylemle şöy-
le ifade edildi: * S. Candansayar, Toplumsal Mücadelenin Yeni
“Evet ve ne kadar harika ki, sıra- Liderleri, Birgün, 17 Mayıs 2010. 27
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

ne getirerek, ‘alışılmış’ bir gün gibi bir anlama gelmez.


anlaşılmasını sağlamaya çalışmakta- Legalist “sol”, bir genel grevin, gerçek
dır.” bir genel grevin ne olduğunu ve nasıl sonuç-
Ve 2010 yılında bu hedefe büyük ölçüde lar verdiğini çok iyi bildiğinden, hemen her
ulaşılmıştır. zaman onun içeriğini boşaltmaya, siyasal ni-
2010’da kaybeden sadece 1 Mayıs olma- teliğini ortadan kaldırmaya çalışır. Ama Tür-
mıştır. 26 Mayıs “genel direniş-genel grev”i kiye solunun (ister legal, ister illegal olsun)
de kaybedilmiştir. En elverişli konjonktüre ortak özelliği ise, diline doladığı herhangi bir
rağmen (Zonguldak’taki grizu patlamasında sloganı, pratikte işe yaradığını gördüğü her-
30 işçinin yaşamını yitirmesi, Kılıçdaroğlu hangi bir eylemi, her türlü kitlesel, tarihsel
“rüzgarı”), 26 Mayıs “genel grevi”, bir yerler- ve konjonktürel koşullarından yalıtarak, her
den “icazet” alamadığı için başarısızlığa uğ- zaman ve her yerde ortaya atmak ve prati-
ramıştır. Tekel işçilerinin küçük bir bölümü- ğe uygulamak olmuştur. Seçimlerin boykot
nün Türk-İş binalarında gerçekleştirdiği “iş- edilmesinden ölüm oruçlarına kadar pek
gal eylemleri” bile bu başarısızlığı ortadan çok eylem biçimi ve eylem sloganı, böylesi
kaldıramamıştır. bir anlayış içinde tüketilmiştir.
“İcazet”le siyaset yapmaya alışmış lega- Bugün tüketilen ve inandırıcılığı yitiren,
list ve oportünist solun her daim gönlünde hem “işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mü-
yatan “aslan” olarak dillerinden düşürme- cadele günü” olan 1 Mayıs, hem de “genel
dikleri “genel grev”in 26 Mayıs başarısızlığı grev” olmuştur. 1 Mayıs festival havasına bü-
ise, basitçe Türk-İş’in “ihaneti”yle açıklana- ründürülürken, “genel grev”, öğlen yemek
maz. 1 Mayıs günü yapılan DİSK açıklama- molasında yapılan bir “şey”e indirgenmiş-
larında 26 Mayıs “genel grevi”ne hiçbir vur- tir.
gu yapılmaması, 26 Mayıs “genel grev”inin Bu olgular ortadayken, 1 Mayıs’ın “ica-
başarısız olacağını açıkça göstermiştir. SİP- zetli” olmadığını kanıtlamak amacıyla DİSK’-
TKP’den Emep’e, ÖDP’den her renkten le- in ve legalist “sol”un “müsadeyle değil, mü-
gal “sol” partiye kadar herkesin çok iyi bil- cadeleyle aldık” ya da “söke söke aldık” be-
diği bu gerçek kitlelerden saklanmıştır. yanları da bir başka çaresizliğin ve ikiyüzlü-
“İcazetli siyaset”, oportünistlerin kapalı lüğün ifadesidir.
kapılar ardında yaptıkları görüşmeler ve pa- Recep Tayyip Erdoğan, çok açık biçim-
zarlıklarla sürdürülen bir siyasettir. de “Taksim’i kopara kopara aldık diyenler
“İcazetli siyaset”, egemen sınıfların çiz- var. Kimse AK Parti iktidarından kopara ko-
diği sınırlar içinde “sol” görünümde siyaset para bir şey almadı. Bu böyle bilinsin. Ko-
yapmaktır. para kopara alma güçleri varsa 77’den ikti-
Tüm legalist “sol”, Türk-İş’le yapılan gö- darımıza kadar neredeydiler” diyerek, Tak-
rüşmeleri ve pazarlıkarı çok iyi bilmesine sim’in “fethi”nin kendilerinin “inayeti” ve
rağmen, sanki herşey normal akışında gidi- “müsadesi”yle olduğunu açıkça belirtirken,
yormuşcasına “26 Mayıs Genel Grevi”nden Süleyman Çelebi, “Sayın Başbakan’ın üslu-
söz etmeyi sürdürmüşlerdir. bundan yenilginin üzerini kapatıyor gibi bir
Herşeyden önce bilinmelidir ki, adına is- izlenim edindim. Bilek güreşi yapmıyoruz
ter “genel grev” denilsin, ister legaliteye sonuçta, onurlu bir mücadele veriyoruz. Mü-
uyumlu olarak “genel direniş” denilsin, işçi cadelenin kazanılması konusunda Sayın
sınıfının tüm işyerlerinde üretimi durdurma- Başbakan bazen çelişkili yaklaşımlar içeri-
sı, greve çıkması birkaç sendikanın ya da sinde olabiliyor” diyerek geçiştirmeye çalış-
konfederasyonun pazarlıklarıyla yapılabile- mıştır.*
cek bir eylem değildir. Böyle bir eylem ol- “İcazetli siyaset”, Behice Boran’ın “ica-
madığı gibi, her olayda ortaya atılan bir slo- zetli sosyalizmi”nden bugüne kadar “sol”un
gan da değildir. Genel grev, büyük ekono- varlık koşulu olagelmiştir. Bu icazetli siyase-
mik, toplumsal ve siyasal olaylara karşı işçi tin yürütücülerinin hiçbir zaman devrim di-
sınıfının bir bütün olarak tavır alışıdır, siya-
sal eylemidir, bir savaş ilanıdır. Bu özelliğin- * Bunun “yararsız” bir polemik olduğunu söyle-
yenler de vardır. Bu karşı çıkıcılar, asıl olanın Taksim’in
den ve niteliğinden soyutlanmış bir genel 32 yıl sonra Taksim’e çıkılmasının herşeyden daha
grev sloganı, içi boşaltılmış, sıradanlaştırıl- önemli olduğunu söyleyerek yalın bir pragmatizm ör-
28 mış herhangi bir eylem çağrısından başka neği sergilemişlerdir.
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

ye bir sorunları olmamıştır. Tam tersine, ge- devletin görevlileri, memurlar “kamu emek-
lişen devrimci mücadeleyle varlık koşulları- çisi” ilan edilirken, fabrika ve Zonguldak
nın ortadan kalkacağını çok iyi bildiklerin- maden işçileri “işçi aristokratı” olarak ilan
den, onun önünü kesebilmek için ellerin- edilmiştir.
den geleni yapmışlardır. Zaman olmuş dü- Sorun, 1 Mayıs’ın yasal olarak kutlanıp
zenin yasal sınırları içinde sosyalistçilik oy- kutlanmaması değildir. Sorun, legalitenin sı-
namaya kalkışmışlar, gün olmuş, CHP’nin nırlarının bilinmesi sorunudur. Daha henüz
içinde ve gölgesinde siyasete soyunmuşlar- “demokratik açılım”ı bile beceremeyen bir
dır. düzende, demokrasi varmışcasına ve de-
Bugün devrimci mücadelenin tarihi bü- mokratik haklar kullanılıyormuşcasına “ica-
yük ölçüde unutturulmuş ve çarptırılmıştır. zet”le siyaset yapmanın devrimci hiçbir ge-
Deniz’leri “küçük-burjuva maceraperesti” rekçesi yoktur.
ilan edenler, Mahir’i “goşist” olarak karala- Sorun, legal ya da illegal çalışma, silah-
yanlar, bugün Deniz’lerin, Mahir’lerin isim- lı ya da barışçıl mücadele sorunu değildir.
lerinin arkasına saklanmaya çalışmaktadır- Sorun, devrim sorunudur, devrim yapma so-
lar. 1977 1 Mayıs katliamını “Ergenekon çe- runudur. Devrim yapmaktan korkanların,
tesinin işi” olarak ilan etmekten çekinme- devrimin olmasını beklerken kitleleri oyala-
yen “sol”cular bile ortaya çıkmıştır. Küçük- mak için yaptıkları “iş”ler de “icazet”li siya-
burjuvalar, egemen sınıfın baskı aygıtı olan set yapmaktan öteye geçemez.

29
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

Yeni Borç Krizi ve


Euro’nun “Çöküşü”

Tanrı, krediyi* yarattı! Böylece Ademo- pamaz hale geldi. Kredinin tarih içindeki se-
ğulları borç denilen kalıtımsal hastalığa ya- rüveni, giderek bu bağımlılık ilişkisinin far-
kalandı. Artık herkes kredi sistemi aracılığıy- kına varılması ve bu farkındalık içinde bi-
la borçlanmaya ve daha fazla borçlanmaya linçli olarak kullanılmasının serüveni oldu.
başladı. Toplumsal düzen, “borç verenler” Tarih içinde bireysel ve özel kredinin ya-
ile “borç alanlar” ya da “alacaklılar” ile nında kamu kredisi ortaya çıktı. Bireyden
“borçlular” şeklinde iki büyük “sınıf ”a ayrıl- kamuya, yani devlete ya da tersine kamu-
dı. “Borç alanlar” borç almaksızın yapamaz- dan bireye doğru akan krediler, borçlunun
ken, “borç verenler” borç vermeksizin ya- alacaklıya bağımlılığını daha belirgin hale
getirdi. Bir süre sonra devletler arası kredi
sistemi doğdu. Uluslararası düzeyde “borç-
* Tooke’ye göre, “En basit ifadesiyle kredi, bir lu devletler” ile “borç veren devletler” orta-
kimsenin, bir başka kimseye, belli bir miktarda ser- ya çıktı. Uluslararası kredi sistemi, giderek
mayeyi para olarak, ya da para olarak hesaplanan de-
ğeri üzerinde anlaşmaya varılmış mallar şeklinde, ve borçlu devletlerin kurtulmaya ne kadar ça-
her iki halde de, belli bir vadenin sonunda ödenmek lışırlarsa çalışsınlar kurtulmayı başaramadık-
üzere, emanet vermesine yolaçan, sağlam ya da çü- ları büyük bir “borç tuzağı”na dönüştü.
rük bir temele dayalı güvendir.” (Akt. K. Marks, Kapi- Serbest rekabetçi kapitalizmde gelişen
tal, Cilt III, s. 353.)
Marks, kapitalist kredi sisteminin niteliğini de şöy-
ve tekelci kapitalizmle dünya çapında ege-
le ifade eder: men olan “finans sistemi”, emperyalist ül-
“Kredi sisteminin özünde yatan iki karakteristiğin- keler ile sömürge, yarı-sömürge ve geri-bı-
den birisi, kapitalist üretimin itici gücü olan, başkala- raktırılmış ülkeler arasında sürekli ve kalıcı
rının emeğinin sömürülmesi yoluyla zenginleşmeyi,
bir bağımlılık ilişkisi haline geldi. Fakir ve
en katıksız ve en dev boyutlara ulaşmış bir kumar ve
sahtekarlık sistemi halini alıncaya kadar geliştirmek, yoksul sömürge vb. ülkeler, herhangi bir
ve toplumsal serveti sömüren azınlığın sayısını gitgi- emperyalist ülkenin sanayi malını alabilmek
de azaltmak, diğeri de, yeni bir üretim tarzına geçiş için uluslararası finans sistemine başvurmak
biçimini oluşturmaktır. Kredi sisteminin Law’dan Isa- zorunda kaldı. Ya da tersine, malını satmak
ac Pereire’e kadar belli başlı sözcülerine, dolandırıcı
ve peygamber karması o tatlı özelliği veren de, işte
isteyen herhangi bir emperyalist ülke, satın
onun bu belirsiz niteliğidir.” (K. Marks, Kapital, Cilt III, alacak ülkeye kredi vererek kendi malını sa-
s. 390.) tın almasını garantiye aldı. Böylece ticaret
“Kapitalist özel sanayiin, kapitalist sistemin ken- alanında emperyalist ülkeler ile bağımlı, ge-
di temeli üzerinde yokedilmesini temsil eden ve ye-
ri-bıraktırılmış ülkeler arasındaki kredi sis-
ni üretim alanlarına yayıldıkça ve buraları egemenli-
ği altına aldıkça özel sanayii ortadan kaldıran hisse temi gelişti.
senetli şirketler işi dışında, kredi, bireysel kapitaliste Emperyalist ülke mallarının (yatırım mal-
ya da kendisine kapitalist gözüyle bakılan kimseye, ları, ara-malları ya da tüketim malları) tüke-
belli sınırlar içersinde başkalarının sermayesi ve ma- ticisi olan ülkelerin, bu tüketimi sürdürebil-
lı, ve böylece de başkalarının emeği üzerinde mutlak
bir denetim olanağı sağlar.” (K. Marks, Kapital, Cilt III,
mek için krediden başka bir seçeneği kal-
30 s. 388.) madı.
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

Öte yandan emperyalizme bağımlı ülke- lanmanın gerçekleştirilmesi için kullanıldı.


lerin kendi iç üretim ve tüketimleri de kre- Öte yandan emperyalist ülkeler, kendi
di sistemine bağımlı hale geldi. İlk dönem- mallarını satabilmek için “borçlu ülkeler”e
de dış ticaretin sürdürülmesi için dış borç- yeni krediler açmayı sürdürdü. “Borçlu ül-
lanma başatken, giderek bütçe açıklarını ka- keler”, bir yandan birikmiş (stok) dış borç-
patmak amacıyla (yani iç üretim ve tüketi- ları ödemek için “kemer sıkma”yı sürdürür-
mi sürdürmek amacıyla) dış kredi alınma- ken, diğer yandan emperyalist ülke malları
ya, yani dış borçlanmaya gidildi. Devletlerin için pazar rolünü sürdürmek için daha bü-
bütçe açıkları büyüdükçe dış borçları da bü- yük ölçekte borçlanmaya devam ettiler. Dış
yüdü. Dış borçlar öylesine devasa boyutla- ticaret açığı ya da cari açık giderek büyüdü.
ra ulaştı ki, artık hiçbir borçlu ülke borcunu Her “borç krizi”, ülkelerin dış borçlarını ar-
ödeyemez hale geldi. Böylece dış borç sü- tırarak bir sonraki aşamaya geçti.
reklilik kazanırken, sadece faiz ödemesiyle Tanrının krediyi yaratmasıyla başlayan
“borçların çevrilebilirliği” sorunu ortaya çık- bu döngü, dün Türkiye, Brezilya, Arjantin vb.
tı. geri-bıraktırılmış ülkeleri altüst ederken, bu-
Artan dış borçlanmalar, kaçınılmaz ola- gün “uygarlık projesi” adı verilen AB’nin “ya-
rak kredi faizlerinin yükselmesine ve dola- ramaz çocuğu” Yunanistan’ı kıskacına aldı.
yısıyla da faiz ödemelerinin artmasına yol Ardından İspanya’da “alarm” zilleri çalma-
açtı. Dış borç faizleri öylesi bir noktaya ulaş- ya başladı. Portekiz ve İtalya sıraya girdi.
tı ki, geçmiş dönemde ana para ödemele- Tüm bu ülkelerin ortak özelliği, yüksek büt-
rinin yapılamaması gibi, faizlerin de ödene- çe açıkları ve büyük dış borçlanmaydı.
memesine neden oldu. Zaten dış borçların 1980-1994 yılları arasında süren “dünya
ana parasını ödeyemeyen ülkeler, şimdi fa- borç krizi”nde, başta Brezilya, Arjantin, Mek-
izleri de ödeyemez hale geldiler ve “borç sika ve Türkiye olmak üzere tüm geri-bırak-
krizi” patlak verdi. tırılmış ülkeler IMF’nin “istikrar tedbirleri”ni
Her borç krizi, borçlu ülkenin üretim ve uygulayarak, bir krizden diğerine düşerek
tüketim koşullarını tümüyle işlemez hale ge- on beş yıl geçirdiler. 1994 yılına gelindiğin-
tirirken, alacaklı ülkelerin de “finans krizi”ne de dış borçlar iç borçlara dönüştürülerek ve
girmelerine yol açacak boyutlara ulaştı. Bu kamu mülkleri ve kuruluşları özelleştirilerek
nedenle, borç krizinin patlak verdiği ülkeler “dünya borç krizi”nin sona erdiği ilan edil-
hemen uluslararası finans kuruluşlarının, ya- di. (IMF, bu durumu 2001 yılında yayınladı-
ni IMF ve Dünya Bankası’nın kapısını çal- ğı raporla “1979-1989 Sessiz Devrim” diye-
mak zorunda bırakıldı. rek duyurdu.)
Emperyalizmin sürekli ve resmi ulusla- Böylece geri-bıraktırılmış ülkelerin “dış
rarası finans kuruluşlarına baş vuran borçlu borç sorunu” ortadan kalkarken, “iç borç-
ülkelerin borçların faizlerini düzenli olarak lanma” başlı başına yeni finansman kayna-
ödeyebilmeleri için hazır reçeteler oluştu- ğı haline geldi. Devletlerin hazine kağıtları-
ruldu. IMF’nin ünlü “istikrar tedbirleri” bu nın (bono ve tahviller) alım-satımının ser-
hazır reçetelerin genel adı oldu. best bırakılmasıyla “sıcak para” egemen un-
Eğer borçlu ülkenin dış borçlanmasının sur oldu. Artık devletler doğrudan dış borç-
ana nedeni bütçe açıklarıysa, “istikrar ted- lanmaya gitmek yerine, uluslararası özel fi-
birleri” çok açık ve net biçimde “kamu ta- nans kuruluşlarına ve fonlarına devlet iç
sarrufu”yla işe başlanılmasını şart koşuyor- borçlanma senetlerini satarak, hem bütçe
du. Yani borçlu ülkenin devleti, “borç kri- açıklarını, hem de emperyalist ülkelerden
zi”nden kurtulabilmek için her türlü kamu yapılan ithalatı finanse etmeye başladılar.
harcamasını kısmak zorundaydı. Memur Bunun sonucu olarak da “kamu finansma-
maaşları azaltıldı, kamu çalışanlarının sayı- nı”nda dış borç kalemi azalırken, iç borç sü-
sı düşürüldü, sosyal harcamalar kısıldı. Böy- rekli büyüdü.
lece “bütçe açığı” denkleştirildi ya da “fi- IMF’nin “sessiz devrim”inin ikinci sonu-
nanse edilebilir” hale getirildi. cu ise, yerli özel finans kuruluşlarının ve şir-
Alınan bu “tedbirler” sonucunda bütçe- ketlerin dış borçlanmasının olağanüstü art-
ler “faiz dışı fazla” verirken, sağlanan tasar- masıdır. Yerli bankalar ve şirketler, düşük fa-
ruflar dış borçların faizlerinin ödenmesi ve izle dış borçlanmaya giderek devletin iç
bu yolla yeni (ve daha yüksek faizle) borç- borçlanmasını (yüksek faizle) finanse etme- 31
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

ye başlamışlardır. Türkiye’nin İç ve Dış Borç Stoku


Şimdi “borç krizi”, AB’nin “hinterland”ın-
daki geri-bıraktırılmış ülkelerin gündemin- Dış Borç Stoku
(Milyon İç Borç
de. “Kriz”in gelişim süreci, geçmişte oldu- $) Stoku Kamu Özel
ğu gibi, ithalatın karşılanması (dış ticaret Toplam
Sektörü Sektör
açığı ya da cari açık) ve bütçe açıklarının 1996 29,3 79,3 68,5 10,7
kapatılması için “içerden”, yani AB fonların- 1997 30,7 84,0 67,2 16,8
dan yapılan sürekli ödemelerle (borçlanma) 1998 37,1 96,2 72,5 23,7
“kriz”in “ötelenmesi”yle başlamıştır. Ortak 1999 42,4 103,0 75,6 27,4
para birliği, yani Euro, bu süreçte bir “ens- 2000 54,2 118,6 89,4 29,2
trüman” olarak kullanılamadığından, ister 2001 84,9 113,6 86,2 27,5
istemez AB içinden yapılan transferlerle yıl- 2002 91,7 129,5 86,5 43,0
lar geçirildi. 2008 “mortgage krizi”yle birlik- 2003 139,3 144,1 95,2 48,9
te bu geçiş sürecinin de sonuna gelindi. 2004 167,3 161,0 97,1 63,9
“Mortgage krizi”, AB’nin emperyalist ül- 2005 182,4 169,7 85,8 83,9
kelerinin finans kesimine müdahalesine yol 2006 178,9 207,6 87,3 120,3
açarken, pek çok finans kuruluşu devletleş- 2007 219,2 249,4 89,3 160,1
tirildi ya da devlet denetimi altına alındı. Bu 2008 181,7 277,7 92,4 185,3
“operasyonlar”da trilyon dolar düzeyinde 2009 219,2 271,1 96,8 174,4
“devlet kağıtları” kullanıldı. Popüler dildeki
ifadesiyle, özel ve kamu finans kuruluşları- “tasarruf ”a ve iç borçlanmaya gitmeksizin
nın elindeki “toksit kağıtlar” (batık krediler karşılıksız “kağıtlar” için kaynak yaratmış
ve çürük yatırımlar) devlet tarafından satın olacaklardı. İşte bu “kaynak” yaratma ope-
alındı. rasyonu, önce Yunanistan’ın “borç krizi” ola-
Bu aşamada herşey kağıt üzerinde yapıl- rak ortaya çıktı.
dı. İflas noktasına gelen finans kuruluşları- Yunanistan krizi, neredeyse AB üyesi ol-
nın elindeki değersiz “kağıtlar”, yine devle- duğu 1992’den günümüze kadar dış ticaret
tin çıkardığı karşılıksız “kağıtlar”la değiştiril- ve bütçe açıklarını doğrudan AB’nin emper-
di. Herşey çok kolay oldu. “Kağıt”lar “kağıt”- yalist ülkeleri tarafından yaratılmış fonlar
larla değiştirilmiş, iflas durumu ortadan kal- aracılığıyla kapatmasının sonuna gelinme-
dırılmış ve iflastan “kağıt” üzerinde kurtarıl- siyle ortaya çıkmıştır.
mış olan finans kuruluşları yaşatılmıştı. İflas- Olağan durumda Yunanistan, herhangi
tan kurtarılan her finans kuruluşu, her za- bir Latin-Amerika ülkesi gibi, Türkiye gibi,
man olduğu gibi yine piyasalarda faaliyet dış ticaret ve bütçe açıklarını dış borçlan-
yürütmeye devam etti. Ellerindeki yeni dev- mayla karşılamak durumunda olsaydı, bu-
let “kağıtları”yla işlerini yürütmeyi sürdürdü- güne kadar en az üç “borç krizi” yaşamak
ler, ama bu “kağıtlar”ın karşılığı yoktu. İşte durumunda kalacaktı. Yunanistan’ın bu yıl-
2008 krizinde devlet müdahalesi ile kurtarı- lar boyunca, AB’nin karmaşık “mevzuatı”
lan finans kuruluşlarının kullandıkları karşı- çerçevesinde, “fon” aktarımı adı altında ger-
lıksız “kağıtlar” yeni bir krizi, üstelik doğru- çekleştirdiği “dış borçlanma” görünmez
dan devletler düzeyinde krizi “tetiklediği” olurken, “dış borç”un yerini “AB fonları” al-
görüldüğü andan itibaren bu “kağıtlar”ın re- mıştı. Federal bir devletin içinde merkezi
el karşılıklarının bulunması sorunu ortaya bütçeden federe devletlere (eyaletlere) ya-
çıktı. Daha tam ifadeyle, 2008-2009 arasın- pılan bir fon aktarımı gibi sunulan bu “dış
da piyasaya sürülen karşılıksız devlet “kağıt- borçlanma” yöntemi, AB’nin “iç sorunu” ya
ları”nın (güvencelerinin) karşılığının bulun- da “AB bütçe harcamaları” olarak gösteril-
ması kaçınılmaz hale geldi. di.
Bu gelişme, herşeyden önce dış kredile- Şimdi AB’nin emperyalist ülkelerindeki
rin azaltılmasını ve verilmiş kredilerin belli finans kuruluşlarının kurtarılması “operas-
oranlarda tahsil edilmesini gerektirdi. Eğer yonu”nun faturasının ödenmesi zamanı gel-
AB’nin emperyalist ülkeleri (Almanya, Fran- di. Her zaman olduğu gibi, fatura “alttaki-
sa, İngiltere ve İtalya) AB içindeki “hinter- ler” tarafından ödenmek zorundaydı ve öy-
land” ülkelere verdikleri kredileri belli oran- le de oldu. Yunanistan, “borç krizi”ne gir-
32 larda tahsil edebilirlerse, kendi ülkelerinde di.
Mayıs-Haziran 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

Kurtuluş Cephesi’nin geçen sayısında* Burada sorun Euro’nun dolar karşısında


ifade edildiği gibi, Yunanistan’ın bu “borç değer yitirmesinin kaçınılmazlığından öte,
krizi”nden çıkabilmesinin tek yolu, “klasik” “piyasa aktörleri”nin ve özellikle dış ticaret
IMF “istikrar tedbirleri”ni uygulamaktır. Bu şirketlerinin ve ihracata yönelik üretim ya-
ise, çok açık biçimde “gerçekçi kur politi- pan kesimlerin “önlerini” görememeleridir.
kası”yla işe başlanılmasını, yani devalüas- Ortalama olarak üç aylık sürelerle yapılan
yon yapılmasını gerektirir. Ama Yunanistan siparişler ve ödemeler, Euro’daki değer yi-
“Euro bölgesi” içindedir ve tek para birimi timiyle birlikte bu şirketler için “kur riskini”
olarak Euro kullanılmaktadır. Bu durumda, artırmaktadır. Daha açık ifadeyle, Euro’nun
Yunanistan “krizi”nin gerektirdiği devalüas- ne kadar değer yitireceğini (üç ay içinde)
yon, ancak Euro’nun değer yitirmesiyle ger- tam olarak kestiremeyen şirketler, gerek si-
çekleştirilebilir. İşte son aylarda Euro’nun parişlerde verecekleri (ve alacakları) fiyat-
dolar karşısında değer yitirmesi böylesi bir larda, gerekse ödeme tarihlerinde belirsiz-
“borç krizi” temeline dayanmaktadır. liğe düşmektedirler. Bu belirsizlik de, kamu-
Bugün Euro’nun “çöküşü”nden söz edil- oyuna “Euro’nun çöküşü” olarak sunulmak-
mektedir. tadır. Amaç, Euro’nun değer yitirmesinin ya-
2008 yılında dolar karşısında tarihinin en ratmış olduğu “kur riski”nden doğan zarar-
yüksek değerine (1 Euro= 1,60 dolar) ula- ların kamuya ödettirilmesidir.
şan Euro, bugünlerde 1,20’ler seviyesine Bugün AB ülkelerinde ciddi bir “dış borç
düşmüştür. Bir başka deyişle, son bir yıl için- krizi” sorunu vardır ve bu sorun “mortgage
de Euro %25 değer yitirmiş, yani %25 deva- krizi”ne karşı geliştirilen “anti-kriz” politika-
lüasyona uğramıştır. Ancak bu, Euro’nun larının bir sorunu olarak derinleşmiştir. Asıl
“çöktüğü” anlamına gelmemektedir. üzerinde durulması gereken olgu budur.
Herşeyden önce anımsanmalıdır ki, Eu- Yoksa 2002 yılında 0,89 düzeyine kadar ge-
ro ilk çıktığında euro/dolar paritesi 1,17’ydi. rilemiş bir Euro’nun “çöküşü”nün, tekil şir-
Bu açıdan bakıldığında Euro’nun hala de- ketler dışında bir anlamı ve değeri yoktur.
ğerli olduğundan söz etmek olanaklıdır. Öte Ne yazık ki, tanrı (!) krediyi yarattı ve
yandan 2002 yılında (2000 krizi koşulların- kredi dünya çapında “borç krizleri”ni sürek-
da) Euro’nun 0,89 dolar seviyesine kadar in- li kıldı. Borçlandırma sistemi varolduğu sü-
diği gözönüne alındığında, bugün Euro’nun rece de bu krizlerden kurtulmak olanaklı ol-
“çöktüğü”nden söz etmek hiç de olanaklı mayacaktır.
değildir.
Euro/Dolar
1 Ocak 1999 1,17
1 Ocak 2000 1,01
1 Ocak 2001 0,94
1 Ocak 2002 0,89
1 Ocak 2003 1,05
1 Ocak 2004 1,26
1 Ocak 2005 1,36
1 Ocak 2006 1,18
1 Ocak 2007 1,32
1 Ocak 2008 1,47
8 Ocak 2008 1,60
1 Ocak 2009 1,40
1 Ocak 2010 1,44
1 Şubat 2010 1,39
1 Mart 2010 1,36
1 Nisan 2010 1,35
1 Mayıs 2010 1,33
15 Mayıs 2010 1,25
* Kurtuluş Cephesi, “Komşunun Krizi”, Sayı: 114, 22 Mayıs 2010 1,26
s. 28-30. 30 Mayıs 2010 1,23 33
KURTULUŞ CEPHESİ Mayıs-Haziran 2010

Time’ın
Dünyanın En Etkili 100 Lideri (!)

1° Luiz Inácio Lula da Silva


2° J.T. Wang J.T. Wang (Acer şirketinin CEO’su)
3° Amiral Mike Mullen (ABD Genelkurmay Başkanı)
4° Barack Obama
5° Ron Bloom (Obama’nın sanayi baş danışmanı)
6° Yukio Hatoyama (Japonya Başbakanı)
7° Dominique Strauss-Kahn (IMF Başkanı)
8° Nancy Pelosi (ABD Temsilciler Meclisi Başkanı)
9° Sarah Palin (Alaska Valisi, 2008 seçiminde Cumhuriyetçi Başkan Yardımcısı Adayı)
10° Salam Fayyad (Filistin Yönetimi Başkanı)
11° Jon Kyl (Arizona Eyaleti Senatörü)
12° Glenn Beck (ABD’li sunucu ve yorumcu)
13° Annise Parker (Houston Belediye Başkanı)
14° Tidjane Thiam (Prudential CEO’su)
15° Jenny Beth Martin (Çay Partisi Hareketi Koordinatörü)
16° Christine Lagarde (Fransa Sanayi ve Çalışma Bakanı)
17° Recep Tayyip Erdoğan
18° General Stanley McChrystal (ISAF komutanı)
19° Manmohan Singh (Hindistan Başbakanı)
20° Bo Xilai (Çin Komünist Partisi Sekreteri)
21° Mark Carney (Kanada Merkez Bankası Başkanı)
22° Rahibe Carol Keehan (ABD Katolik Sağlık Birliği Başkanı)
23° Sheik Khalifa bin Zayed al-Nahyan (Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı)
24° Robin Li (Çinli arama motoru Baidu‘nun kurucusu)
25° Scott Brown (Massachussetts Senatörü)
34
ERİŞ YAYINLARI
İnternet Adresi:
www.kurtuluscephesi.com
www.kurtuluscephesi.org
www.kurtuluscephesi.net

E-Posta Adresi:
kurcephe@kurtuluscephesi.org
erisyayinlari@kurtuluscephesi.org

MAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM I


MAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM II-III
İLKER AKMAN: MEVCUT DURUM VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ
*** TÜRKİYE DEVRİMİNİN ACİL SORUNLARI-I
*** OLİGARŞİ NEDİR?
*** MARKSİZM-LENİNİZM BİR DOGMA DEĞİL, EYLEM KILAVUZUDUR-III
*** THKP-C/HDÖ VE 15 YIL
*** POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ
*** GRAMSCİ ÜZERİNE
*** REVİZYONİZMİN REVİZYONU
*** ULUSAL SORUN ÜZERİNE
*** “BDS”: BİR PRAGMATİK SAPMA
*** “YENİ” OPORTÜNİZM ÜZERİNE
*** ZAFER BİZİM OLACAKTIR! [Ankara Davası Savunması]
*** DEVRİM PROGRAMLARI
*** RUS DEVRİMİNDEN ÇIKAN DERSLER
*** ESKİ BİR GERİLLANIN “EMEK”İ
*** PASS VE “YENİ ÇÖZÜM”ÜN FIRSATÇILIĞI

DEVRİMCİ MARŞLAR VE EZGİLER


DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-I]
DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM II [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-III]
LAİKLİK VE ŞERİATÇILIK ÜZERİNE [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-II]
TARİHTE, GÜNÜMÜZDE VE DEVRİMCİ MÜCADELEDE KADINLAR
“Ülkede sürekli bir dengesizliğin olması, emperyalist-kapitalist üretim ilişkile-
rinin mevcut durumu devam ettirebilmek için ‘güç’lerini kullanmasının ve ‘denge’yi
bu şekilde kurmaya yönelmesinin objektif temelidir.
Ülkedeki üretici güçlerin gelişme seviyesi, dengesini metropollerde bulduğun-
dan, oligarşi, üretim ilişkilerini devam ettirme görevini, siyasal zoru askeri biçim-
de maddeleştirmenin şartları içinde yerine getirebilir. Bu durum, geri-bıraktırılmış
ülkelerin aynı zamanda emperyalizmin zayıf halkaları olmaları da demektir.
Emperyalizmin dünya ölçeğinde uygulamak zorunda olduğu zor, ülkede oligar-
şinin siyasal zoru olarak somutlaşır. Ve emperyalist-kapitalist üretim ilişkileri ya-
şadığı sürece, bu siyasal zor da varlığını devam ettirecektir. Ve kendisine yönelen
her sınıfsal tavra karşı askeri bir biçimde maddeleşecektir. Siyasal zorun askeri bi-
çimde maddeleşmesi, ülkedeki dengesizlik nedeniyle, aslında sürekli bir nitelik-
tir...
Ülkedeki emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerine uygun olarak gelişen üretim,
kendi hayat sürecini de şartlandırır. Bu şartlandırma içinde ortaya çıkan çelişkile-
re ve sınıfların tepkilerine karşı, oligarşinin bir üst belirlenme olan siyasal yaşantı-
sını sürdürme şartı, siyasal zorunu kullanması (onu kullanmaya zorunlu kılınma-
sı) şeklindedir.
Siyasal zor, oligarşinin elinde ilk şart olarak, oligarşinin siyasal hakimiyetini ko-
ruması şeklinde görevini somutlaştırır. Kuşkusuz en önemli araç, devlet aygıtıdır.
Devlet bu dönemde, hakim sınıfların karakterine bürünerek, oligarşik devlet nite-
liğini almıştır. Siyasal zorun bu biçimdeki görevi ona, üretim ilişkileri tarafından
verilmiştir. Ve temel görevi, mevcut üretim ilişkilerinin devamını sağlamayı yerine
getirmektir. Bu görevin yerine getirilişinde ‘zor’un askeri bir biçimde maddeleş-
mesi ve görünür olması, a) Hakim sınıfların kendi iç çelişkileri yüzünden ida-
re edememeleri, b) Gelişen sınıfsal muhalefetlerin mevcut üretim ilişkilerini
tehdit eder bir nitelik almaları, c) Doğrudan doğruya iktidara yönelik bir si-
yasal alternatifin ortaya çıkması durumlarında olur. Ülkemizde özellikle 12
Mart ertesi uygulamalardan sonra, hakim sınıfların kendi iç çelişkilerinden dolayı
yönetimin askerileşmesi beklenemez. Bu nedenle, siyasal zorun askeri bir biçim-
de kendini göstermesi, mevcut üretim ilişkilerine yönelik muhalefetin görül-
düğü yerlerde ve oligarşiye alternatif bir gücün ortaya çıkması zamanların-
da olacaktır.”
[İlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz]

Vous aimerez peut-être aussi