Vous êtes sur la page 1sur 522

NIKOMAKHOS’A ETİK

H0IKA NIKOMAXE e

ARİSTOTELES

Klasik Metinler / Ol
AYRAf YAYINEVİ
Konur Sokak 14-2 06650/Kızüay-Ankara
Td-Fax:(0312)418 2263

NIKOMAKHOS’A ETtK • ARİSTOTELES • Çeviren: Saffet Babür •


Klasik Metinler / 01 • © AYRAÇ YAYI N EVİ Bu çevirinin tüm haklan
sakhdırelSBN 975-8087-19-3 «Birinci Baskı: Ayraç Yaymevi/Temmuz’97
•Kapak Tasannu: Replik Ajans «Dizgi: Mesut Seven «Baskı: Şafak Ofset
NIKOMAKHOS’A ETİK

H0IKA NIKOMAKEIA

ARİSTOTELES

Çeviren:
Saffet Babür

m
V * V I N ■ V I

Ankara-1997
ÇEVİRENİN N O T U

Aristoteles'in NihomaMjos'a Etikinv^ burada karşılıklı


basımda kullanılan Yunanca metinden, I. Bywater'in sap­
tayıp 1890 da yayımladığı metinden çevirdim. Çevirimi Ar-
mando Plebe'nin İtalyanca (Editori Lateı*za 1979), Olof
Gigon'un Almanca (Deutscher Taschenbuch Verlag 1972)
çevirileriyle karşılaştırarak yümttüm.
İlk beş kitabın çevirisi sırasında; yayımcının önsözü
çevirisinde Necdet Sumeriin, Türkçe metnin gözden geçi­
rilmesinde Abdullah Kaygı'nın katkılan oldu. Bu arkadaş­
larıma; özellikle de bana Aristoteles'i tanıtan, bu çeviri
çalışmamı 1979 yılında başlatan, karşılaştığım güçlükler­
de yol göstererek, yanlışlanmı düzelterek, çevirimi Yu­
nanca metinle yeniden karşılaştırarak 198 7 yılında ilk beş
kitabı yayımlayan İoanna Kuçumdi'ye teşekloir ederim.

Saffet Babür
Beytepe Nisan 1997
SIĞLA

cod. Marcianus 214


cod. Laurentianus LXXXI, ıı
cod. Parisiensis 1854
M*" cod, Marcianus 213
cod. Marcianus append. iv. 53
cod. Riccardianus 46
T antiqua traductio (ed. Paris, a. 1497)
vulg. codices plerique
Asp. Aspasii commentaria (ed. Berol.)
PRAEFATIO,

E thica Nicomachea relegenti illud tantum mihi


initio propositum fuerat ut Bekkeri textum retractarem
et, sicubi videretur, ad scripturam codicis Laurentiani
(K**) propius reducerem. Quae nostra aetate natae
sunt quaestiones de primordiis libri, de fide et auctori-
tate partium, de dispositione eorum quae in codicibus
leguntur, harum rationem habere supersedi, non quod
înutiles eas aut parvi momenti esse existimarem, sed
quia velut lex huius editionis erat ut liber ipse qualis
fere iam antiquitus in codicibus extat vel extitisse
videtur, ^uoad fieri posset, integer intactusque serva-
retur.
Optimum esse codicem K** locupletissimumque veri
testem ut mihi cum aliis persuasum est, ita non
neglegere potui testimonia cum libri aetate proximi
(L'*) tum versionis antiquae (F), quae hodie nobis
instar Graeci codicis habenda est. Etenim a prima
usque memoria is fuit textus Aristotelici habitus, ut
passim diversae scripturae agnoscerentur, atque in L**
et r non pauca, si quid video, satis certam vetustatis
notam gerunt nec vere hominis Byzantini ingenio ad-
scribuntur. Adde quod et ipsum K** vitia manifesta
deformant, şive de exemplo vitioso tralata şive inter
ONSOZ

Etbika Nikomakbeia'yı yeniden okurken, başlangıçta


yalnızca Bekker'in metnini ele almayı ve yeri geldiğinde,
Laurentianus kodeksinin yazımına (K*^) yaklaştırmayı tasar­
lamıştım. Bir kitabın ilk nüshalanna, bölümlerin güvenirli­
ğine ve dayanağına, kodekslerde toplanan şeylerin düzene
konulmasına ilişkin somnlar çağımızda ortaya çıkmış bulu­
nuyor. Bunları hesap etmeyi bir yana bıraktım. Yararsız ya
da önemsiz olduklannı düşündüğümden değil, ama nere­
deyse ta başından beri kodekslerde bulunan ya da bulun­
muş gömnen türden bir kitap olan sözkonusu kitabın olabil­
diğince temiz ve el değmemiş olarak korunması bana sanki
bu edisyonun bir yasası gibi geldiğinden.
• kodeksinin çok iyi bir kodeks ve gerçeğin çok güve­
nilir bir tanığı olduğuna başkalan gibi ben de inandım. Böy-
lece, gerek ona en yakın kitabın çağı bakımından (L*^), ge­
rekse bugün Gıek kodeksi saymamız gereken eski versiyo­
nun (O çağı bakımından kanıtlara ilgisiz kalamadım. Ger-
çelvten, ilk gördüğümden bu yana metin Aristoteles'in metni
imiş gibi geldi bana; ve F'da da, gördüğüm kadanyla,
eskiliğinin yeterince kesin göstergeleri az değil; ayrıca bu
dumm, doğrusu, Bizanslı'nın dehasına da bağlanamaz.
kodeksini de açıkça görülebilen hataların bozduğunu ekle­
mek gerekir; bunlar ya hatalı örneklemeden ileri gelen, ya da.
v ıı

P R A E F A T IÜ .

scribendum orta, omissa homoeoteleuta et cetera quae


oscitantium scriptorum su n t; nam quae corrigentium
malae sedulitati imputes, habet profecto pauca. Sed
de universa condicione Laurentiani codicis in libello
mox edendo curatius İnstitui disserere; interim his
velim adquiescas, si cui videbor parum constanter
optimum codicem secutus esse. His subsidiis acces-
sere nuper vera ac sincera Aspasii commenlaria anno
demum 1889 Gustavi Heyibut studio edita, ünde ad
historiam textus illustrandam priscamque scripturam
dispiciendam haud paucis libri locis nova lux atque
insperata adfulsit.
In adferendo codicum testimonio praescriptam legem
huius editionis sic observavi ut potissima tantum scrip-
turae varietas in adnotatione commemoraretur, omissis
scilicet eis quae temere et casu seriores librarii in-
tulerunt. Itaque ne ipsius quidem K** integram varie-
tatem adposui, ac rarİus L** et V citavi, reliquorum
paene incuriosus nişi quod Marcianum 213 (M**), utpote
patronos nactum non ighobiles, eodem silentio praeter-
mittere nolui. Ceterum quamquam multa brevitatis
gratia omisi, memoravi tamcn scripturas etiam dcteri-
orum codicum, quascumque in textum vidi a Bekkero
receptas.
Ad Bekkeri collationes codicum adhibui quae re-
centiores addiderunt, lacksonis ad Librum quintum
supellectilem criticam, et ea quae de Laurentiani
scriptura ex collatione Schoellii Rassovius et Suse-
mihlius dederunt, nec neglexi quae apud Stewartum
nostrum {T/ıe English M S S. o f the Nicomachean
Ethics) ab Hieronymo Vitelli relata invcni; in qui-
vıı
takılann atlanması ve dikkatsiz yazıcılann yaptığı benzer
türden şeyler olarak yazma sırasında ortaya çıkan hatalar­
dır. Çünkü, gerçekten, bu kodekste düzelticilerin işgüzarlı­
ğına verilebilecek az şey bulunmaktadır. Fakat, yakında çı­
kacak olan kitapçıkta Laurentianus kodeksinin genel dum-
mu üzerinde daha aynntılı durmayı düşündüm; bu arada
beni, en^yi kodeksi izlediğim konusunda pek tutarlı görme­
yenlerin şimdilik bunlarla yetinmelerini isterim. Gustav
Heyibut'ın çabasıyla Aspasius'un nihayet 1889'da yayınlan­
mış olan özgün ve sağlam kommentarlan yakın zaman önce
bu açıklamalara destek sağladı; bunun üzerine, metnin tari­
hini aydınlatma ve eski yazımı kavrama yönünde kitabın
birçok yerinde yeni ve beklenmedik bir ışık parladı.
Kodekslere kanıt getirirken, bu edisyonda yalnızca
önemli yazım farklılığının not düşülerek belirtildiği bir dü­
zen bulunduğunu gözledim, elbette ciddî kopistlerin bilme­
den ve kazara getirdikleri şeyler ayrı tutulmak koşuluyla. Bu
nedenle K^^'nin kendisinin bile taşıdığı farklılığı bütünüyle
koymadım; ve F'dan arada bir sözettim; ünlü destekleyi­
ciler bulduğunu görerek 213 (M^) Marcianus'u aynı sessiz­
likle geçiştirmeyi istememem dışında, geri kalanlara ilgi gös­
termedim, diyebilirim. Aynca, birçok şeyi kısalık hatınna
gözardı ettimse de, yine de, metnin içinde Bekker tarafın­
dan alınmış olduğunu gördüğümde, kötü durumdaki ko­
dekslerin bile yazımlanndan sözettim.
Yeni araştıfmacılann ekledikleri şeyleri de Bekker'in
kodeks kolleksiyonlanna kattım, örneğin, beşinci Kitap'a
Jackson'un eleştirilerini, aynca Laurentianus yazımı üzerine
Schoellius'un kolleksiyonundan Rassovius ve Susemihl'in
sağladı klanın. Bizim Stewart'ta (Ethika Nikomakheia'mn
İngilizce MSS. '0 bulduğum ve Hieronimus tarafından
söylenmiş şeyleri de gözardı etmedim. Nihayet bazı yerler-
VIII

PRAEFATIO.

busdanı denique locis, quo de scriptura certior fierem,


et ipse codicem inspexi.
Cum coniecturarum libertas ab instituto huius
editionis abhorreret, parce et non nişi necessitate
quadam coactus emendationes in ipsum textum admisi.
Interpunctionem liberius immutavi, partim meo Marte
partim auctore Susemihlio, qui veram verborum distinc-
tionem reperire saepius occupavit. Cuius quoniam
mentio facta est, grato animo fateor non solum in
hac parte sed etiam in universo labore tanto mihi usui
fuisse Susemihlîi editionem, ut vix dici possit quantum
copiis ab eo collectis debuerim.
luvat eos quoque honoris causa nominare qui ad
plagulas pcrlegcndas tam sedulam operam contulerunt,
I. M. Schulhof et I. B urnet; et hunc quidem in duobus
locis ( 1099’’ 23 , 114 4 * 26 ) in eandem mecum incidisse
emendationem laetus intellexi. Sed est cui prae omni-
bus grates ağam atque habeam, virum dico si quis
alius ’A/jtoTOTcAiKûJTarov, I. C. W ilson: quem ut socium
mihi in hac editione paranda futurum speraveram, ita
postquam instantiora eum negotia alio averterant^ alie-
num opus adiuvare et, quantum potuit. amico suppetiari
non recusavit; haud exiguam enim libri partem una
relegimus, crebrisque colloquiis collato studio diffi-
cillima quaeque excussimus.

I. BYWATER.
Seribebam Londini mense lulio a. 1890.
vııı
de, yazım konusunda emin olmak için, kodekse kendim de
baktım.
Tasanm özgürlüğü bu edisyonun düzenine uygun düş­
mediği için, bir zorunluk olmadıkça, düzeltmeleri metin içi­
ne almadım. Noktalamayı özgürce değiştirdim, kimi yerde
dostum Mars'a, kimi yerde, sözlerin doğru aynmlanru bul­
mak için sık sık uğraşmış olan Susemihi ustaya dayanarak.
Söz ondan açılmışken, yalnız bu bakımdan değil, çalışma­
nın bütününde Susemihl'in edisyonunun bana çok yararlı
olduğunu şükranla açıklanm; öyle ki onun topladığı kay­
naklara ne denli borçlu olduğumu sözle anlatmak güçtür.
Bu sayfalan baştan sona okumak için onca emek ver­
miş olan I.M. Schulhof ve I. Burnet'in adlannı saygıyla an­
maktan kıvanç duyanın. Burnet'in de iki yerde benimle aynı
düzeltmeyi yapmış olduğunu sevinerek gördüm. Ama,
herkesin önünde teşekkür edeceğim ve şükran duyacağım
birisi var, büyük Aristoteles'çi I.C. Wilson'dan başkası değil
sözünü ettiğim; Bu edisyonun hazırlanmasında bana ar­
kadaş olacağım ummuştum; umduğum gibi oldu; kendi acil
işlerini başkasına devrettikten sonra, başkasının yapıtına
yardım etmeye, olanak bulduğunca, dostunun yardımına
koşmaya hayır demedi. Kitabın hayli büyük bir bölümünü
birlikte yeniden okuduk; karşılıklı uzun konuşmalanmızda
en çetin problemleri ortak çabamızla hallettik.

I. Bywater
Londra, Temmuz 1890.
H0IKON NI KOMAXEI ON

A.

Tlacra Tİ\vq koX Tratra fi^ûobus, 6ijlol(üs bi ırpa^is re K aıi094'


•npoaipearıs, ayaöov- tivos i<f)Ua-6aı boKcî' bıb koX&s &Tr€(f>ı^-
2 vavTO TayaB6v, ov Tt&vr* ki^Uraf.. bıa<j)opci be tis ^alveraı
T&v reK&v' ra p.\v ydp elcıv evipyeıaı, ro 5^ nrap avras
epya rıvâ. c5v ö’ el<r\ Teki] rıvh ırapa ras ırpa^eks, tov- 5
3 Toı? ^e\Tİa> tt4<I>vk€ t &v ivepyeıâv r a Hpya. ifoW&v be
‘np&^ediv ova&v Kal reyy&v Kal eTna“rrjp,Ctv -nokka yiveraı
KOLİ Ta Tİkrı’ larpiKTİs p.ev yap iyleıa^ vavmjyiK^s be
4 TrkoîoVy aTparrıyiKrji be v İkt), oiKovofJUKrjs bk Trkovrof. 3oraı
b’ elal TÛv TOlo-üTiJiv vttö /xCav rıva b^papuv, KaOâvep vtto 10
rijK imrLKiıv \akivoTTOUKri Kal ocraı âkkaı t &v IvmKÛp
opyâvtov el<TLV, avrr] be Kal ıraaa ırokepHK^ ırpa^Ls vtto
TTiv (TTpaTrıyiKrıv, kara tov avTov b^ Tpbnov aAAat v<l)*
eTepai' kv aırâaraLs 5e ra t &v apyıTeKTOVLK&v Tİkr\ ttov-
TOiv karlv aipeTOTepa t &v bir' .avrâ' to3t(üv yap yapıv 15
5 KOLKeîva bL&KeTaı. bıa^epeı 5* ovbev Tas ivepyeias avTas
eıvaL ro Tİkrı t &v Trpd^eatv rj ‘Tropa ravros oAAo ri, koÖo-

1004* 8. Kal om. K** M'’ Asp. 11. ante x «Au' otto»ik^) add. ^ L**
j(a\ıyvıtoaiTiKİı L** 13. Kark add. M’’ Si Aldina 14.
Sh M** r 16. Sf' «brd L*» M" Asp.
NIKOMAKHOS'A ETİK

BİRİNCİ KİTAP

Her sanat ve her araştırmanın, aynı şekilde her eylem 1094a


ve tercihin de bir iyiyi arzuladığı düşünülür; bu nedenle
iyiyi “her şeyin arzuladığı şey” diye yerinde dile getirdiler.
Gene de amaçlarda kimi farklar var gibi görünüyor; çünkü
kimi amaçlar etkinliklerin kendileridir, kimi amaçlar da bun­
lardan ayn bazı eserlerdir. Amaçlan eylemlerden ayn eserler 5
olanlarda, eserler doğal olarak etkinliklerden daha iyidirler.
Eylemler, sanatlar ve bilimler pek çok olduğu için amaçlar
da pek çoktur; tıbbın amacı sağlık, gemiciliğin gemi, asker­
liğin utku, ekonominin zenginliktir. Bu tür olanların hepsi ise
belirli bir olanak altında yer alır, nasıl gem sanatı ile binicilik 10
araçlanna ilişkin sanatlar biniciliğin altında, binicilik ile as­
kerliğe ilişkin tüm eylemler de askerliğin altında yer alırsa,
aynı şekilde diğerleri altında başkaları yer alır; hepsinde İse
baş sanat olanların amaçlan, onların altında olanlarınkine
tercih edilecek amaçlardır, çünkü o amaçların uğruna bun- 15
lann peşine gidilir. Etkinliklerin kendilerinin eylemlerin
amaçları olması va da amaçların etkinliklerden ayrı, başka
2 I. I—3-
TTCp ^TtI TÛV ^TTKTrT/jLlö)!;. Ei 67} Tl TtKoS €(Tt I T(ûU II,
TtpaKTİûv h 5ı’ avro ^ovKofieöa, rSAAa 5e 5ıa roi5ro, Kai
20 TTcivra 5ı’ crepov aipovp.€0a [iTpoeıcrı yap ovtü) y cZs &TT€ipov,
<üot’ cifoı Kev^v KOI pLaraiav t^ v ope^ıv), brjKov â»s tovt İlv
etrj rayaObv nal ro apıo-rov. ap' ovv Kal npos tov ftCov rf 2
yvâa-19 avTov p.€ya\i}v e^eı poTrqv, Kal KaJdaıtip TofoVaı
(TKOTTOP €yovT€S fiâAAoı/ &v Tvyy6.voip.iv TOV deovTOf ; el 6’ 3
25 OVTÜ), TTiipaTİov TVTTtû y i TTipıkaŞiîv avTO Tİ TTOT İ ot I Kal
t İvos t (ov iTU<rTr}p.&v ^ bvvâ/jLicov. So^eıe 5’ &v Trjs Kupıo)- 4
rarî/y ıcaı plâklara apyiTiKToviKrjs. Toıaörr] 6’ ^ ttoAitik^ 5
<j)aiviTaı’ Tİvas yap iivai ypiiov tüv ^'irKTTrjp.üiv iv Toty tto- 6
1094 *»Aeırı, Kal noiaç İKaa-Tovs p.avd6vnv Kal p^yjpı t İvos, ovtij
hıar6<r<rii‘ öpıap.ev 5e ıcaı ray ivrıp-oTaTas t &v hvv6p.iu)v
vTtö TavTT]v ovaas, oîov aTpaTTjyiK^v oİKOvop.iK^v pr/TOpiKİjv
ypü)p,evr)5 öe TavTrjç raîy konraîs [TrpoKTiıcoîy] tüv imarrj~ 7
5 plS)V, İ ti öe vop,odiTov(n)s t İ b il TrpuTTUv Kal t İvohv dırc'^e-
<T0ai, TÖ TaVT7]S Tikos TTipUyOl âv Ta TCİV âkkcûV, &OTi TOVT
&v iiT) TâvûpdjTTivov ayadov. eı yap Kal Tavrov io-Tiv îvl S
Kal TToAeı, pil^ov y i Kal TikaoTipov to t^ v ırcAeidy ^ a iv f-
ra ı Kal kafiilv Kal (rJ^eıv* âya'mjrbv p.iv yap Kal Ivl
10 p.6v<û, KOkklOV bi Kal öilOTipOV İ0V€1 Kol TTokUTlV, 7/ p.iV
ovv p.40oboi TOVTtov i<f>iiTaı, ttoAitikt; rıy ovaa. Aeyotro 5’ &.v I I I .
ÎKavûs, eİ Kora t ^ v vıroKup.ivrıv vkr}v bta<ra^r]0iir\' t 6 yap
aKpıfiis oıry bpoim iv âvaat toI s koyois İTn(j)Tr)Tiov, &<nrip
ovb' iv roîy br\pıovpyovpivoı^. Ta 5e Kaka Kal Ta bUaıa, 2
35 ırepı <av ^ ttoAitik^ trKOTreıraı, TTokkrıv İ \ n bıa^opav Kal
Trkâvrjv, lüore boKilv v6p.ıp povov (ivaı, <f>va-n bi /uitj. tolov- 3

20. oÖT» y’ K**: oSro»s vulg. 27. î ’ koI ti L'*: ÎJ) kü\ ti F
1C94’*4. Xomu7s om.K'* ırpaKriKcûs seclusi 8. yt] rt K**M**F
î). "jop om. K** F 15. ıtoKK^v Asp. (v. etiam infra ad v. 17) : TOffai~
Tvv K’>I.''r
şeyler olması hiç fark yaratmaz- sözünü ettiğimiz bilimler­
de olduğu gibi. Yapılanlarda kendisi için istediğimiz, başka
şeyleri de onun için istediğimiz bir amaç varsa ve her şeyi bir 20

başka şey için tercih etmiyorsak (çünkü bu şekilde bu sonsu­


za gider, dolayısıyla arzumuz boş ve boşuna olur), bunun
iyi ve en iyi olacağı açık. O halde bunun bilgisi yaşam için
büyük bir önem taşımaz mı ve okçular gibi hedefimiz olun­
ca, gerekene daha çok isabet ettirmez miyiz? Bu böyle ise, 25

onun ne olduğunu, hangi bilim ya da olanağın işi olduğunu


biçimsel olarak dile getirmeyi denemeli. En önemli olanın ve
en başta geleninkinin olsa gerek. Siyaset böyle bir bilim ola­
rak görünüyor, çünkü kentler için hangi bilimlerin gerekli 1094b

olduğunu, hangilerini, kimlerin, ne kadar öğrenmesi gerek­


tiğini belirleyen odur. Askerlik, ekonomi, retorik gibi en de­
ğer verilen olanaklann da onun altında yer aldığını görüyo­
ruz; diğer [pratik] bilimleri kullandığına, aynca da neler yap­
mak ve nelerden kaçınmak gerektiği konusunda yasalar
koyduğuna bakılırsa, onun amacı ötekilerin amacını da
kapsamalı, öyle ki bu amaç “insan için iyi” olan olsa gerek.
Bu bir kişi için ve bir kent için aynı şeyse, kent için olanını
hem elde etmek hem de korumak daha önemli ve amaca da­
ha uygun gibi göi’ünüyor; çünkü o bir tek kişi için de istenen
bir şeydir, ama bir budun için ve kentler için olursa daha gü­ 10
zel ve daha tanrısal olur. O halde bir siyaset araştırması olan
bu araştırma bunlara varmayı arzuluyor. Konu edilenin
özelliğine uygun şekilde açıklık getirilebilirse, yeterince söz
edilmiş olacak; çünkü kesinlik yapılmış şeylerde aranmama­
sı gerektiği gibi tüm temellendirmelerde aynı şekilde aran­
mamalı. Siyasetin uğraştığı güzel ve adaletli şeyler arasın­ 15
da ise büyük farklar vardır, büyük yanılgılar da vardır; öyle
ki bunlann yapılan gereği değil, yalnızca yasa gereği öyle
I. 3 - 4 3
TTjv 5e Tiva Trkâvrjv ej(eı Kal Tayada dia to TTokkoiÇ avfx,-
^aivcLv y3Ad/3ay dır’ ovrSı;* ■ijbıj yap Tiv(9 dırtiAoı/ro öıd
4 TrkovTov, erepoı 5e bı avbpeiav. ayaırriTov oîv rrepl Toıoıurıav
Kal CK ToıovTtûv kcyovTas TTa)(yk&9 Kal tvtt(û TİLkrjdls iv- 20
bfiKvvaOaı, Kal Titpl rGiv û)S e'îrl to ttoAv koX İ k tolovtu>v
kIyovTas Toıavra Kal (Tvp.TtepaLv€<rdaı. tov avrov b^ rpövov
Kal aTTobe^eadaı cKaora tûv k(yop.iv(ı>v’ ıreıratSeu -
pivov yap ia-Tiv toctovtov raKpıŞfs evı(jr]T€iv Kaö' CKaorov
yîvos, €<!>' baov f] tov TrpdypaTos (f)va‘is ^TrıSc^eraı* ırapa- 25
ırkija'LOV yap <^aıv(Taı paOrjpaTiKOV re mdavokoyovvTOî d'JTo-
5 bi^çcrdaı Kal pjTopiKOV âvobel^eıs dıraiT(îv. CKaa-TOS öe Kpi-
v€i Kak&s ct yıvdaKeı, Kal tovtoİV İ(ttIv âyaûos KpiTij9. Kad’
(KaaTov p iv apa 6 ‘nenaıbevp.evos, dırkâs 6 6 Ttipl ırav ‘Treırat- 1095 *
bcvpevoî. bıb Trjs TTokıriKfjs ovk I otii/ oIkcÎ os aKpcariji 6
vios’ uTTcıpos yap t <Hv K a ra tov /3ıoy trpa^eıov, ol kdyoı 5’ İ k
6 tovtcov Kal ırepl TovTbiv’ İ ti 5e roîs Trdöecnv âKokovdrjTiKof mj/
pLaTaıcus uKovcrcTaı Kal dvcû(f)fkQs, ^TrctSrj to reAoç earıv ov 5
7 yvâaıs dAAd Trpa^ıç. bıa<j>ipeı 5’ ovbev v4os ti]v rjkiKiav T;
TO ıjdos viapoî' oi yap ırapa tov yfiovov fj eAAçi'^iî, dkkd
ota TO Kara ırctâos (rjv koI btcoKfiv İKaara. toîs yap tolov-
TOis dvovTfTos i] yvuKTis yıvcTaı, KadaTTfp Toıs aKpaTCcrıV
Tots 5e Kord Adyoy tos dpe^eıv iToıovp.tvoıs Kat TrpaTTOvaı lo
8 7roAuo)0 eAej av et»j rd ırepı toijtoİV elbivai, kcu ırtpl p iv
oLKpoaTov, Kal ırâs d7ro5eKTeov, Kat t C rr/9ort0efteda, Ttufypoı-
pıâa-düi TavTa.
TV. A4y<ap.€V 6’ dvaka^ovTcSy İTTfibrı ıraca yı/ûctç Kal ırpo- 2
aıpects dyadov Ttvds dpeyerat, t L ia rlv ov keyop,€V Trjv 15

17. T«ı»a w\dyvy »x«0 rtva ıroKKvv ^x«‘ kcA ırKdırııy &<rrt Sokûv
?X**i' pr- K** kyaOiı pr. K’’ 22. O** 23. cKotrrat» L** T
1095» 1. fify om. L** T 12. ır/>ooı/x(c((r9(« pr. K** 13. rtuha K**:
Toıravra vulp.
olduklan düşünülür. Pek çok kişi onlardan zarar gördüğü
için, iyi şeyler konusunda da böyle bir yanılgı vardır; nite­
kim kimi zenginlik, kimi de yüreklilik yüzünden yitip git­
miş-. O halde bunlar üzerinde ve bunlara dayanarak konu-
şanlann, doğruyu kabataslak ve biçimsel olarak göstermele­ 20

ri; çoğu zaman öyle olanlar hakkında ve onlara dayanarak


konuşanlann bu tür sonuçlara ulaşmaları yetmeli. Söyle­
nenlerin herbiri de bu şekilde kabul edilmeli; çünkü herbir
alanda ancak konunun doğal yapısı izin verdiği ölçüde ke­ 25

sinlik aramak eğitim görmüş kişinin özelliğidir; nitekim bir


matematikçinin olası şeyler söylediğini kabul etmek, bir
söylev ustasından kanıtlar göstennesini istemeye benzer. Ki­
şi bildiği şeylerde iyi yargıda bulunur, bunlarda iyi bir yargıç
olur. O halde bir konuda onda eğitim görmüş olan, genel 1095a

olarak da genel eğitim görmüş olan iyi yargıç olur. Bu ne­


denle genç bir insan siyaset için uygun bir dinleyici değildir;
çünkü o, yaşamda yapılanlar konusunda deneyimsizdir, oy­
sa bizim temellendirmelerimiz bunlara dayanmakta ve bun­
lara ilişkindir. Aynca o, tutkulann peşine gittiğinden, boşu-
boşuna ve yararlanmadan dinleyecektir; çünkü bu temellen-
dirmelerin amacı bilme değil, eylemdir. Yaşça genç olmak­
la, karakterce toy olmak arasında da bir fark yoktur; çünkü
bu eksiklik zamandan ileri gelmiyor, tutkuya göre yaşamak­
tan ve bu tür şeylerin peşinden koşmaktan ileri geliyor. Ken­
dine egemen olamayan kişiler için olduğu gibi, böyleleri için
de bu bilgi yararsız olur; buna karşı akla uygun istek duyanlar 10

ve eylemde bulunanların bunları bilmesi çok yararlı olsa ge­


rek. Dinleyici ve nasıl dinlemesi gerektiği konusunda, ayrıca
da ne yapmayı tasarladığımız konusunda bu kadar yeter.
Konuyu baştan alalım: Her bilgi ve her tercih bir
iyiyi arzuladığına göre, siyasetin arzuladığını söylediğimiz 15
4 I» 4*
voXltiki]V i<f)U(rdat Kal t L to ırdvrcov aKpararov t &v TrpaKT&v
i.ya6Qv^ dvofiaTi p,(v oZv try^ebov iırö t &v ’TrKeCaTcov 6p,o\o- 2
y flra t’ t ^ v yap evbaıpLoı/ıav Kal ol v o \\o i Kai ol \apCtv~
Tes X.^yov<nv, t 6 b’ ed Çtjv Kal vb e î ırpİTTftv tovtov vtto-
20 kap,^6.vov<n r y evbatp.ovf'iv' 'irfpl bi r^ y €vbaı.p,ovLas, rl
fOTiv, d/x</)t(T^7jToC(rt Kal oi>\ 6p,oC<t>s o l itoXXoI toÎ s <TO(j>oii
aTTobiboao'iV’ ot p.iv yap t &v kvapy&v tl Kal (j>av€p&v, olov S
rjbov^v fj ttKovtov tj Tip.r}Vf dXAot ö* d W o — 7roXXdKis bk
Kal 6 airbs ^rcpov' voa"qo'as fi(v yap iyU ıav, TT€Vop,€vos be
25 tiKovtov’ avveıbores b’ eavroîs âyvoıav roifç p-^ya ti ,Kal
VTT^p avToifs \4yovras ûavpd(öv(rıv. İvıoı. 8’ &ovto ırapd r a
TtoKKa r a ö r a dyaOh a W o tl Kad’ avTÖ eTvai, h Kal tovtols
'irâa’iv aÎTidv i<rrL roC eZvaı iyadd. b,TTCL(ras pev o5j/ e ^c rd ^ cıı; 4
rd y 8d^ay paTaıoTepov X<rui^ i(rTİv, İKavbv be r a y pakurTa
30 eTrnro\aCov(ras fj boKod<ras eyeiv Tivâ, \6yov. pff \av6aveT<o 8* 5
ypâs o n bLa<f>4pov(TLv ol dırb r&v dpy&v koyoı Kal ol eırl
ray d/>xds. e î yap Kal b nA dro)!/ iyaopeL tovto Kal e(İjTeı, Trdrc-
pov aırb t &v dp\&v fj eırl rdy apyâs 4(ttiv fj 68dy, &anrep
1 0 9 5 '»iv T<p arabX<p iırb t &v âOkoOeT&v im to ıripas ^ avâırakıv.
apKTİov pev ybp itıtb t &v yv<aplpo>ı^, Tavra be 8i7j5y* rd
p.ev yap fjpîv ra b' â-trk&s. tacoy odv fıplv ye dpKreov dırb
T&v ripLV yvuipîpoiv. 8td 8eî roîy İde<nv KaAûy rbv e
S TTepl Kok&v Kal bLKa(<av Kol oAcuy r&v TTokiTiK&v dKOvaope-
vov İKav&s. dp)(fı yap rb on, Kal ei tovto <j>aıvoiTQ bp- 7
KOVifTm, ovbev Trpoarbefiaeı tov bıon' 6 be tolovtos 4xeı fj
kâfioı dv dpxd? pç 8ıo)y. ^ 8c pıjbirepov im dpxn rodro)!/,
aKOVcdro) T&v 'H<rtd8ov*

17. iefo96y F 27. Toî&Se 28. wâaı tov tlvat iryaOâ afr&y
ioTLV K** M** 32. 6 om. L** 1095** 1. M rûv <rraBluv L** F
2. yip K** M**: oiy L’’ F 3- y* om. L** F 4. Ijetaty L" M** Asp.
6. tl TovToi] ty roİToıt pr. K** 7. ^X**] ^X®‘ ^ W*
şey ve tüm yapılabilecek iyilerin en ucundaki şey nedir? Adı
konusunda pek çok kişi anlaşıyor, hem sıradan kişiler hem
de seçkin insanlar ona mutluluk diyorlar, iyi yaşamayı ve iyi
durumda olmayı da mutlu olmakla bir tutuyorlar. Ama 20

mutluluğun ne olduğu tartışma konusudur, çoğunluğun on­


dan anladığı da bilge kişilerinkiyle aynı değil. Kimi apaçık,
belli şeyleri, sözgelişi haz, zenginlik, onuru anlıyor, kimi de
bir başka şeyi; çok kez aynı kişi bile başka başka şeyleri anlı­
yor, örneğin hasta olunca sağlığı, yoksul düşünce zenginliği; 25

kendi bilgisizlilderini bilenlerse, büyük ve onlan aşan şeyler


söyleyenlere hayran kalıyorlar. Kimi, pek çok olan bu iyi
şeyler yanında kendisi iyi olan bir şeyin olduğunu, bunun da
bunların iyi olmasının nedeni olduğunu düşünmüştür. Öy­
leyse bu kanılann tümünü sınamak belki boşuna olur, en
yaygın olanla n ya da bir temeli var gibi görünenleri sınamak 30

yeterlidir. Aynca ilklerden yola çıkan ve ilklere doğru gi­


den temellendirmeler arasında bir fark olduğu da gözümüz­
den kaçmamalı; stadyumda yol hakemden sona doğru mu
yol-sa tersine mi gitmeli sorunu gibi. Platon da yolun ilkler­
den mi yoksa ilklere doğru mu gittiğini pek yerinde sorun 1095b

edinmiş ve soruşturmaya çalışmıştı. Bilinenlerden yola çık­


mak gerek, bilinenler ise iki türlüdür: Bizim bildiklerimiz ve
genel olarak bilinenler, Belki de bizim bildiklerimizden yola
çıkmak gerekir. Bundan dolayı güzel, adil şeyleri ve genel­
likle siyaset konulannı yeterince yararlanarak dinleyecek
olanın ahlâkça iyi eğitilmiş olması gerekir, tik ise, olandır;
bu da yeterince görünürse, nedenini göstermeye gerek kal­
maz.-Böyle biri de zaten ilklere sahiptir ya da onlan kolayca
edinebilir. Bunlardan hiçbiri bir insanda yoksa, o Hesio-
dos'a kulak versin:
I. 4 - 5 - 5
ofror fiiv natuSptVTOf t s avros nûvTu votkan, lo
iaSkht d' a f loİKcti'or t s ( f €Înûi'Ti ntâtjraı.
i s 6i K€ firfT aırroe voiff fil)T âAX»u cÎkovvv
iv 6vnâ /3aXXı;ra(, t fi* afr* dxpfııos âvrıp.

V, *H/xcts 6e Kiyup-ev odfv ırape^e'/Sıj/Lteı/. t 6 yhp dyadbv 3


Kal T^v evbaipLOviav oİ k iko y u a koİKaaıv iıc r&u j3 ıa>]/ 15
2 vTTo\afi^âv€iP ol p.€V iroAAol Kat <f>opTiK(aTaTOi riıv rjbov^v'
bto Kal Tİv jSiov âyaTTÛaı tov aTrokavcrriKov. rpeîs yap elaı
pA\ı<TTa ol ırpovyovTfSy o re vvv eîp»;^xeı.'oy Kal 6 ttoKitikös
8 Kat TpiTot 6 öetapffTiKOS. ot fiiv ovv ıroAAoi ıraı/rcAĞy av-
bpaırobdibfis <f>alvovraı ^ocrKr\p.â.TUiv Hıov TTıioaıpovp.pHUr^
Tvy^dvovcrı 6e Aoyou 6ıa ro ıroAAovs t & v iv vals efow<rıoty
i âfioıoTraâeîv SapbavavdW<p. ol 6e yapUvres Kal ırpaKTiKol
rtfiî}y* TOV yap ttoAitikov ^Cov ay^tbbv tovto reAoy. <f)a(-
veraı 6’ i-nnrokaıoTcpov eıvat roû ^jjrou/tevov’ ÖOKeî yap iv
Toîy rtfiû<rt ftoAAoı» etrat rj iv r â rı/jioıp.eV<ü, rdyaOov 8e 25
6 oİKfIov Tl Kal bv<ra^aip€TOv fîvai fiavT€v6p.c0a. İ ti 6’ io ı-
Koaı TTjv Tipr/v bi(OK€tv îva TiuTTev<rui(nv eavrovy âyaûovf
eıvaı’ (jjTovırt yovv vırb r&v (f>povifiu>v Tifiaadaı, Kal irap’
oly yıvdarKovTaı, koi İ tt' dp€Tp‘ brjkov ovv oti Kara ye
6 TOVTOvs f{ dperrı KpiİTTiûv. fdya 6e koi pâkKov dv rty 30
re'Aoy ro6 ttoKitikov /3ıoı» ravrrjı; vıroAd^oı. <f)aiv€Taı 8e
ârekeırripa Kal avrıj' boKCÎ yap ivbey^eadaı Kal KaOfvbeiv
f\ovTa T^v dperrıv fj aırpaKTelv bıd fiıov, Kal npbi tovtois
KaKOiradeıı/ Kal arv^eıv ra peytora" tov 8’ ovrıo C^^vra 1000 •
ovbfU av ivbaıp.ovia-ei(V, el pir] diaıv 6ta0 vAurrü)i'. Kal
ırepl p\v TovTtûV dAıy Uavûy yap Kal iv roty iyKVKkioıs

J 8. 7rpofXovTfs K** önovaOtıv pr. K''


2'2. 26. tlvat om. L** T
27. »«TTffûKrn' L^’Asp. erı>aı iy(tBois K’’M*’ 31. 5«] 5tj L*': yap
pr. K** 32. Kal ante KoBtiStıv om. K** 1096“ 3. koX om. L** M** T
“Kim ki her şeyi kendi anlar, en iyi kişidir.
Kim ki doğru sözle ikna olur, o da iyidir.
Kim ki ne kendi anlar ne de kulak verir başkasına,
işe yaram az bir adamdır o.

Şimdi konudan ayrıldığımız yere dönelim, iyinin ve


mutluluğun yaşam biçimlerinden sayılması pek akla aykm 15

görünmüyor; çoğunluk ve kaba saba insanlar bunlann


bazda olduğunu düşünürler; bundan dolayı da haz yaşamını
severler. Çünkü belli başlı yaşam biçimleri üç tanedir: Bu
sözünü ettiğim yaşam ve siyaset yaşamı, üçüncüsü de teofia
yaşamı. Çoğunluk evcil hayvanlann yaşamını seçmekle büs- 20

İDÜtün köle gibi görünürler; böylelerinden söz edilmesi ise,


iktidarda bulunan birçok kimsenin durumunun Sardanapal-
los’^unkine benzemesinden ileri gelir. Seçkinler ve eylem
adamlan ise onurda olduğunu düşünürler; çünkü siyaset
yaşamının amacı aşağı yukan budur. Ama bu da aradığımız
şeyderı daha yüzeysel gözüküyor; çünkü onur, onurlandın- 25

landan çok onurlandıranlara bağlı, görünüyor, oysa iyiyi


kişiye özgü ve kolayca ondan* alınamayacak bir şey olarak
tasarlıyoruz. Ayrıca kendilerini iyi olduklanna inandırmak
için onur peşinde koşar görünüyorlar; aklı başında kişiler ta­
rafından, hem de ohlan tanıyanlann önünde ve erdemleri
için onurlandınimayı isterler; erdemin onlara göre daha iyi
bir şey olduğu açık. Hatta belki siyaset yaşamının amacı 30
olarak daha çok erdemi sayan çıkabilir. Ama o da pek amaç
gibi görünmüyor; çünkü erdem sahibi birinin uyuması da,
yaşam boyu eylemsiz kalması, üstelik başına felâketler
gelmesi ve büyük talihsizliklere uğraması da olanaklı görü­
nüyor; böyle bir yaşam süren birini hiç kimse— bir 1096a

tezP sonuna dek savunmadığı takdirde— mutlu saymaz. Bu


konular için bu kadar yeter; herkese açık derslerimizde
6 I. 5“ ^*
eîprjTaı ırepl airû v. rplros b* İ otIv 6 decoptjTtK^g, ^ırkp oS <
5 TTjV Mo-Kfrj/lV iv TOÎS İTTOpLİvOLS TTOiıj<r6p€0a. 6 6^ \prıp,a- 8
TL<TTr}9 /3^aıos TIS iarlv, Kal 6 ırAoöros brjkov Sri ov rb ^r/roi/-
fjLfvov âyadov’ yprjatpov yap Kal & \\ov \ip i v . bıb pLOtkkov
ToL TfpoTipov \e \0 iv T a t İAjj TIS &v imok&Poı' bı avra yap
ayaTtaraı. <f>aCv€Taı ö’ oû5* İKfîva' Kalroı srokkol Xoyot
jo 'jtpbs avra Kara/3ij3\.7}vrat. Tavra fiiv odv â<fKi<râa).
4 Td Sc Kadokov ^ikrıov X(r<os imaKİyffao'ûat Kal bıarro- VI.
pfjaaı TT&s kiyeraı, KaCırep TrpotrâvTovs tt}s ToıaiİTrjs
(T€u>s yıvopivrfs bıâ tö (f>lkovs &vbpas eia-ayayeîv ra eîbrj,
Sörfte 8’ bv î(TCûs (SiKrıov fîvai Kal bcîv iırl <r<üTrjp(q ye lijs
>5 âkrjdeCas Kal ra oÎKeîa avaipelv, İkkoas re Kal <f>ıkoa-6<f)OVS
ovras' ap<^olv yap ovtoiv <j>ikoıv 5<rıov ırpoTip,âv r^v âXri-
Oeıav. ol 8^ Kop-iaravres t^ v bâ^av Ta&rr\v ovk İ ttoCovv Ibeas 2
iv ols rb TTporepov Kal üa-Tepov İkeyov, bi6ntep oi/bi r&v
apı6p,&v Ibiav KareaKföaCov' rb 8’ âyaûbv A^yeraı Kal iv
20 T<p t C iart Kal iv Tİp to ıâ Kaliv vpds ti, t8 bi KaO'
aİTo Kal rj ovala Trporepov tt)(piHaeL tov ırpos ti {rtapa-
(f>vâbL yap Tovr* lotfce Kal aypL^e^r^KOTi tov ovtos)* ^ ot’ ovk
bv eîrj Koıvrı u s İ ttI tovtois ibia. e n 8* ivel Tİyadbv laay&s 3
kiyeTaı t(3 ovtl ( koI yap iv tŞ t LAeyeroı, olov 8 6ebs koX
25 o vovs. Kal iv t£ TTOnâ ai âpfTaı, Kal iv ry ıroa^ Tb /xe-

TpiOV, Kal iv TW Trpos Tl TO


pos, Kal iv TOTTip biaiTa Kal irepa roıavra), bifkov â>s ovk
av eiTj Koıvov ti. KaOokov Kal İv' ov yap av ikiyer iv ıra-
aaıs Taıs KaTrjyopiaıs, akk' iv pıŞ p-6vjı. İ ti 8’ iırel t&v 4
30 Kara p.iav Ibiav p.ia Kal İTTiarrip,r), Kal t&v âyaO&v âırıiv-

TuiV ijv bv pCa TIS İTTiarqpT]’ vvv 8’ elırl 7roAXal Kal t&v

5. 9. Kalroı] k»\ K** M** 17. 5^ codices Morelii:


8^ vulg. 18. ante S^tpoy add. rh M** iK^ofity K** 20. iırrt
om. K** M** 23. roiruy V* 8* om. L** 31. ^y\ rfıj K**
bunlardan yeterince söz edilmiştir. Üçüncü yaşam şekli
teoria yaşamıdır, bunu da daha ileride ele alacağız. Ticaret
yaşamı ise oldukça zorlu bir yaşamdır, zenginliğin de bizim
aradığımız iyi olmadığı açık; çünkü o başka şeylere yarar.
Bunun için daha önce söylediklerimizi amaçlar saymak
daha uygun olur; onlar kendileri için sevilirler. Ama onlar
da uygun görünmüyor, her ne kadar onlar üzerinde çok
tartışılıyorsa da. Bunlan burada bırakalım. 10

Geneli araştırmak ve nasıl anlaşıldığım soruşturmak


belki daha iyi olacak —^her ne kadar böyle bir araştırma yap­
mak dostlanmız türler dediklerini ileri sürdükleri için güç­
leşmişse de. Hakikati korumak için alışkın olduklanmızı bir
yana bırakmak daha iyi, hatta gerekli görünüyor, filozof 15
olduğumuza göre; her ikisini de sevsek bile, hakikate önce­
lik tanımak yerinde olur. Bu kanıyı getirmiş olanlar önce ve
sonra geldiklerini söyledikleri idealar ortaya koymadılar, bu
nedenle sayı ideasını da kuramadılar; iyi ise hem nelik, hem
nitelik, hem de görelik bakımından dile getirilir, oysa bir 20
şeyin kendisi ve varlığı doğal olarak göreliğinden öncedir
(çünkü görelik bir filize benzer, varlık için rastlantısaldır);
o halde bunların üstünde ortak bir idea olamaz. Aynca
varolan kaç şekilde dile getiriliyorsa, iyi de o kadar şekilde
dile getirildiği için (nitekim ne olduğu olarak, sözgelişi Tann
ve us şeklinde; nitelik olarak, erdemlerin niteliği şeklinde; 25
nicelik olarak doğıu ölçü, görelik olarak yararlı olan* zaman
olarak uygun zaman,, yer olarak yaşanan çevre şeklinde
I

ve bu gibi başka şekillerde dile getiriliyor), iyinin, ortak


olan bir geneli bulunamayacağı ve bir tek olamayacağı
açıktır; yoksa bütün kategoriler bakımından değil, bir tek
kategori bakımından dile getirilirdi. Öte yandan bir tek 30
ideaya göre olanlann bir tek bilimi olduğu için, bütün
I. 6.

V7T0 [xlav Karryyopiav, olov KaıpoC, ev 7roAe'/x<{) p iv yap ctrpaTi]-


yı-KT] €V vü(T(ı) 5’ iarpiKrı, ıcal tov p.(rpLov iv Tpo<f>fj pev
5 iaTpiKtf ev TTOvots be yvpivaarTiKi^. aıtoprureıe b' uv Tty rt
■nore koI fiov\ovraı \iy e iv avroeKaarov, elıtep ev re avro- 3S
avdpdtTKp Kal iv avâptoTtip els Kol 6 avrhs Aoyoy earlv 6 tov 1 0 9 6 ••
avdpûtTlov. ^ yap âvdptoıros, ovbev bıoia-ovcrıv' el b* ovrcoy,
6 ovb’ 17 âyaûov. â \ \ â p.rıv ovbe r S aibıov e'lvai pâkkov
ayadov lo raı, eİTtep pr}be kevKorepov ro TToX.v\p6vıov tov
7 e^rjpepov. ıtıOavdtTepov b* ioİKatrıv ol Tlvdayopeıoı \4yeiv 5
Ttepl avToVf TidevTes ev t?i tS>v ayadStv crv(rTOi\Ca tö ?v* 0I5
8 8^ Kal STrevtTCTTiroy eTTaKo\ovdrj(raı boKeî. okka ırepl pev
TovTüiv akkos eoTCü Aoyoy' Toîy 8e ke^delaıv âp(f>ta'Pr]TrjcT[s
TIS vTT0<i>aiveTaı, 8ta to ırepl Travroy ayadov tovs kdyovs
elprfordaı, kdyeadaı 8e KaB' iv eîbos to. küB' avra bıonKO- 10
p,eva Kal dyaırupeva, Ta be ■novqTLKa tovtojv tj ^vkaKTiKa
7Tü)y ^ Tcov evavTioiv KutkvTiKa bıa TOVTa keyeaBat Kal
9 TpoTTov âkkov. brjkov ovv oTi biTT&s keyoiT av rdyaöa,
Kat rd pev KaB' avTa, BÛTepa be bıa Tavra, yu>pi(ravTes
ovv CLTTo tSîv d>(pektfx<ıiv ra KaB' avra (TKeyJ/tûpıeBa el Ac- 15
10 yeraı Kara piav Ibeav. KaB' avra be ıroîa 6eir\ Tty a v ; fj
o(ra Kal p.ovovpeva bıcİKeraı, olov to <f>poveîv Kal opav Kal
Tjboval Tives Kal rıpaC; Tavra yap el Kal bı dAAo rt 8tc5-
Kopev, ojLttoy rûv KaB' avra dyaBStv BeCrj rty &v. 1] ovb*
dAAo ovbev ttAtjv TTjy ibeas; <uore pâraıov 4araı rb etSoy. 20
11 cî 8e Kat ravr' earl t &v küB' avra, tov râyaBov Adyov iv
aTTaaıv avroîs töv avrbv ipKpalveaBaı berjiTeı, KaBâırep ev
yıovı Kal \lnpvBı<p tov t ^ s kevKOTrfTOS. Tip.fjs be Kal

3*2. yap om. L ’ ’6'>. aiırh fKaarov pr. L'' auTÛıt âv&pû>rruı pr. K'’
1096'* 1. i v om. L** 4. ıro\vxpovı<irtpov L** F 8. ttrraı
10. «/p^(r0aı L** Asp.: ırotttc$aı «ipriaBaı «al ıroieîfffloı F
13. TİyaB^v L" F 19. &v rıs L"
iyilerin de bir tçk bilimi olurdu; oysa şimdi pek çokturlar,
hatta bir tek kategori altında olanlarda bile: Örneğin uygun
zamanı belirleme konusunda savaşta askerlik, hastalıkta
tıp; doğru ölçüyü bulma konusunda, beslenmede tıp, daya­
nıklılıkta ise beden eğitimi var. “Bir şeyin kendisinden söz-
ederken, acaba ne demek istiyorlar?” diye hayretle soran
olabilir. Elbette, insanı insan yapan neden ‘insanın 35
kendisi’nde ve ‘insan’da bir ve aynı ise, insan olduklanna 1096b
göre aralannda hiç fark olmayacaktır; bu böyle ise, ‘iyinin
kendisi’ ile ‘iyi’ arasında —^iyi olduklanna göre— bir fark
olmayacaktır. Aynca eğer yıllarca dayanan beyaz, bir gün­
lük beyazdan daha beyaz değilse, ebedî olmakla iyi, daha
çok iyi olmayacaktır. Biri [bir sayısını] iyilerle aynı diziye
koyan Pythagorasçılar bu konuda daha inandırıcı konuşur
görünüyorlar; sanınm Speüsippos da bunlan izliyor. Ancak
bunlardan başka zaman sözedelim. Söylenenlerin şüphe gö­
türür gömnmesi, her iyiyi iyi yapan nedenleri dile getirme­
melerinden ileri geliyor: Kendileri için arananlara ve sevilen­ 10
lere bir türe göre iyi denir; bunlan meydana getirenlere veya
bir şekilde koruyanlara, ya da karşıtlannı engelleyenlere de
onlardan ötürü başka bir anlamda iyi denir. Açıktır ki, iyi
olanlara iki anlamda iyi denmiş oluyor: Bazılannın kendile­
rine bazılanna da bunlardan ötürü deniyor. Şimdi kendi ba­
şına. olanlan, yararlı olanlardan ayırarak, bir tek ideaya 15
göre bunlann dile getirilip getirilemeyeceğini düşünelim.
Kendileri için iyi olanlar tarafına neler konacak? Tek başla-
nna ayırdığımız zaman bile aranan şeyler mi, sözgelişi dü­
şünmek, görmek, kimi belli ıiazlar ve onurlar mı? Bunlan
bir başka şeyden ötürü arasak bile, gene de kendileri için
iyi olanlar tarafına konabilirler. Yoksa ideadan başka bir şey 20
konmayacak mı? Bu durumda da tür diye bir şey boşuna
olur. Eğer bunlar da kendileri iyi olanlardan ise, iyiyi iyi ya­
pan nedenin bütün bunlarda aynı gözükmesi gerekecektir,
tıpkı kardaki ve tebeşirdeki beyazlığın aynı gözükmesi gibi.
8 I. 6—7.
0/)ovr/ö’eû)s Kal îjbovrjs «rcpot koI bıa<f)tpovT(s ol Aoyot ravrp
25 jÇ dyada. ovk lo rtv âpa to ayadov kolvov ti ıcarâ pu'av
Ibeav.^ aK\a tt&s brf K4yeraı; ov yap (oiKf roîs ye aTrâ 12
rı/x»7ff 6puı>vvp.oıs. iAA’ ap4 ye t<3 d 0 ’ <ı/ds eîvai rj ırpbs
kv â'navra avvTfkfîv, fj p.aXKov kot İLvakoyiav; i s yap
4v cr^p-arı o^ıs, iv ^ X V aXA.o 8^ iv â\\<û.
30 oAA’ r<rö)S rovra /liv â<f>€riov to vvv' i^aKpı^ovv yap vırep 13
avT&v akktfs hv €Îrf (j}iko<ro<f>[as oİKfioTfpov. 6pLoCa>s 8e Kal
Tt^pı Trjg Ibiag' €l yap Kal itrrıv ^v ti t6 Koıvfj Korrjyopoij-
p,€Vov âyaOov rj yonpıcrrov avTo ti Ka$' avrtf, bfjkov i s ovk
hv iir) ırpaKTOv obbi kttjt6v &vOp<aTr<p' vvv b i toiovtov ti
35 pikrtov €Îvaı yvatpCÇeıv 14
1097* avTO ırpos rh kttitol Kal ırpaKTa t&v ayaO&v' otov yap
rrapâbfiyfta tovt e^orres p.aKkov darop-eda Kal tol ^pîv
ayaöâ, kİlv fîb&ptv, imTfv^opföa avr&v. TudavortjTa pkv 15
o5ı/ Tiva ^ Adyos, eoııce 8e ra îs imarrıpaıg bıa<p<ov€Îv'
5 Tracraı, yap âyaûov nvbs i<f>ıip€vaı Kal ro ivbeks imCryırov-
aaı TTapakeliTovtrı t^ v yv&crıv avröv. koItoi ^oı^Orjpa Trjkt-
KOVTOV Toi»s re^vfros âıravrag ayvoeîv Kal prjb' im Cv^fîv
oiiK eükoyov. arropav bi Kal ti oKfifkrfâıja-fTaı v<f>a.vrrjg rj 16
t İ ktoİV TTpbs TTjv avTOV re^Mjy eİ8i s ro avrb tovto âyaûdv,
10 rj TTÛs İarptKİrepos ^ orpaTrıyiKtoT^pog İaraı o Trjv Ibiav
aM ıv T€Ö€apivos. <f>aCv€Tat pev yap ovbe t^v vyUıav
ovTfûs ivuTKO'ndv 6 laTpog, âkkâ t^v ivâparrov, pâkkov b'
î<rm Trfv Tovbf' Kad* İKaarov yap tarpeveı. Kal ırept p iv
totütoüv İ itI Toa-ovTov flp^arOiû.
6 IlciAu/ 8’ iıravekûcopfv eırı to ^TjTovpıeı/oı/ dyadov, V II.

26. y€ om. P 30. t A yvy K** 32. Kal om. K** M** .ri]
Kol K‘>M'* 33. Ti a M L*» 1097* 4. #x«» ▼‘»'A L’* 7. Swayrat
ra in Ttx*'^Tat L* P 9. r k curri tovto aya96v K**: abrh TİyaOSv L** P :
Tİ avroayoB6p M**
Oysa onuru, aklı başındalığı, hazzı iyi yapan nedenler başka
başka ve ayndır. Öyleyse iyi bir tek ideaya göre olan ortak 25

bir şey değildir. Ama bunlara nasıl oluyor da iyi deniyor?


Rastlantısal olarak adaş gibi görünmüyorlar. Acaba hepsi­
nin bir tek şeyden gelmesinden ya da bir tek şeye götürmesin­
den ötürü mü, yoksa bir oranlarnadan ötürü mü? Bedende
görme, ruhta us, bir başka şeyde bir başka şey için söylendi­
ği gibi. Belki de bunlan şimdilik bir yana bırakmak gereki­ 30

yor; çünkü bunlan incelemek bir başka felsefe dalına daha


uygun olsa gerek. İdea konusunda da durum böyle; çünkü
eğer ortak olarak yüklenen bir tek iyi ya da iyinin kendisi
olan ayn bir iyi varsa, bunun insanın yapacağı ya da elde
edeceği bir şey olmayacağı açık; bizim şimdi aradığımız ise
böyle bir şeydir. Çünkü elde edilecek ya da yapılacak iyilerle 35

ilişkisinde iyiyi tanımanın daha yerinde olduğu; böyle bir 1097a

örnek elimizde olursa, bizim için iyi olanlan daha iyi bilece­
ğimiz, bilince de onlan daha iyi gerçekleştirebileceğimiz dü­
şünülebilir belki. Bu temellendirmeningerçiinandıncıbirya-
nı var, ama bilimlere aykın düşer gibi görünüyor; hepsi iyi
bir şey arzuladığı ve eksik olanı aradığı halde, onun bilgisini
bir yana bırakıyor. Böyle bir yardım olduğu halde, bütün
sanatçılann bundan habersiz olmalan ve onu aramamalan
pek akla yatmıyor. Bir dokumacının ya da bir marangozun
ise, iyinin kendisini bilmekle kendi sanatı için ne yarar sağ­
layacağı, ya da bu ideayı görmüş olan bir kumandamn nasıl 10

daha çok kumandan olacağı, bir doktorun nasıl daha çok


doktor olacağı da bir sorundur. Nitekim doktorun, sağlığı
böyle ele almadığı, insanın sağlığını, daha da çok belirli bir
insanın sağlığını ele aldığı görünüyor; çünkü o tek tek kişi­
leri iyileştirir. Bunlar üzerine bu kadar söz etmek yeter.

Yeniden aradığımız iyiye dönelim; acaba bu iyi ne olabilir?


I. 7. 9

TTor’ av eîjj. <f>aiv€Taı fi€V yap aKKo ev İKKr} ırpa^et Kal


Te^vjy a \k o yap iv larpiKjj icat arpaTr}yiKf) Kal raîs \oıvaîy
6fio(<ûS. t L oîıı İKdoTTii Toyadov; îj ov ^ ^oiTrâ
T rparrtraı; tovto b* iv laTpiKİj püv vy(eıa, iv arparrıyiK^
5e vCktj, İ v oİKobopuK^ 5’ oİKİa, iv a\k<p 8’- akko, iv 20
tiTTcurrı 8c ırpa^et Kat ırpoatpe'crct to rcA.oy rovrov yap iveKa
Ta koıva TrpaTTOvat Tt&vres. cSor’ eî rt t &v TtpaKrSiv oTrav-
T(ov İ otI Tc'\ os, tovt’ & v eiTj TO TTpaKTov ayadov, el be TrActoı,
2 raÖTa. p.eTa^alvmv br) 6 \6yos els ravrov a(f>lKTaı‘ tovto
ö 8’ İti fiCLkkov bLaa-a<f>rj<rai, TteıpaTeov. iırel be trkelu) <f>ai- 25
j/erat Ta tcAtj, tovtcüj; 8’ aipoıipLedd Tiva bı eTepov, olov
ttKovtov avkovs Kal oX.(os Ta opyava, bijkov <«>? ovk İ ctti

TtâvTa Te'keca’ to 8’ âpıa-Tov reAetoı; Tt <f)aiveTaL (3ot’ el


ixev i<m.v ev ti fx6vov rekeıov, tovt hv ef»/ to (rjTovfievov,
4 el be ttAciü), t8 TekeıoTaTOv toIjtoİV. TekecoTepov be \iyo- 30
[lev TO Kad* avTü bıoiKTÖv tov bı eTepov Kat to pLtjbeTTOTe
bı akko alpeTov t & v (*ca l) Ka0 * avra Kal bı avrb alpeT&v,
Kal onrk&s 8t) Tekeıov to Kad' avrb aipeTÖv del' Kal ftTj8c'-
5 TTOTc bı dkko, ToıovTov 8’ Tj evboıpLOvıa fidkıoT eıvaı 8oKct'
TavTTjv yap aıpovpıeda del bı avTyv Kal ovbeırore 8t’ akko, 1007
TifiTjv bi Kal r]bovrıv Kal vovv Kal ıtda-av dpeTijv aipodp,e0a
p.ev Kal bı avTa (/üitjöcvos yap dno^aivovTOi ekoip.e0' dv
İKaarov avT&v), aipovp.e0a 8e koI Tİjs evbaıpiovias X®/’**'»
8t8 TOVTCDV ımokap.^dvovTes evbaıp.ovrıaeıv. Ttjv 8’ evbaıpıo- 5
6 vıav ovbelg aıpeiTaı tovtiov yâpıv, ovb’ okıos bı* dkko. ^aive~
r a t 8e Kat İ k Tİjs avTapKeıas to avTÖ avpL^aıveıv' to yap
Tekeıov dya0ov avTapKei eXvaı boKeî, tö 8’ avrapKes kiyo~
liev oİK avTif p.dv<f>, re? fövTi /3i''v pıovıSTr/v, dkko, Kal yo-

25. ti] Sil Heliodorus • 26. frtpa L^* 32. koI add. Felicianus
(cum Aspasio, ut videtur) 3ı'a ^ 3 Asp.: 3t*a5r&K*’: Si* &A.\o T: Sık
ToCe* L»» M*> 84. 3*] Sil K" T 1007“ 6. riıv tiScuftovlav 5’ K"
Değişik eylem ve sanatlarda değişik bir şey gibi görünüyor;
tıpta ve askerlikte başka başka şeydir, öteki alanlarda da. O
halde her birinin iyisi nedir? Acaba öteki şeylerin onun uğru­
na yapıldığı şey mi? Bu da tıpta sağlık, askerlikte utku,
mimarlıkta ev, her birinde de bir başka şeydir, her eylem ve 20

tercihte ise amaçtır; çünkü herkes öteki şeyleri pnun için ya­
pıyor. O halde bütün yapılanlann bir amacı varsa, bu, yapı­
lan iyi olur; amaçları daha çoksa, iyi bunlar olur. Böylece
temellendirme döndü dolaştı aynı yere vardı; bu noktayı
daha açık hale getirmeye çalışalım: Amaçlar çok göründü­ 25

ğünden, bunlardan da bazılarını bir başka şeyden ötürü ter­


cih ettiğimizden — örneğin zenginliği, flütleri ve genellikle
araçlan—, bunlann hepsinin kendileri amaç olmadığı açık;
oysa en iyi, kendisi amaç olan bir şey olarak görünüyor. De­
mek ki kendisi amaç olan yalnızca bir tek şey varsa, aradığı­ 30

mız bu olur, daha çok şey varsa, bunlann arasında en çok ken­
disi amaç olanı. Kendisi için aranan, başka bir şey için ara­
nandan; hiçbir zaman bir başka şey için tercih edilmeyen de,
hem kendileri için hem de onun için tercih edilenlerden daha
amaçtır diyoruz; hiçbir zaman bir başka şey için tercih edil­
meyip, hep kendisi için tercih edilene ise sadece kendisi 1097b

amaçtır diyoruz. En çok mutluluğun böyle bir şey olduğu


düşünülüyor, çünkü onu hiçbir zaman başka bir şey için
değil, hep kendisi için tercih ediyoruz; ama onuru, hazzı,
usu ve her erdemi hem kendileri için tercih ediyoruz (çünkü
hiçbir yere götürmese bile onlann her birini yine tercih
ederdik) hem de mutluluk uğruna, onlar aracılığıyla mutlu
olacağıiTuzı düşündüğümüz için tercih ediyoruz. Oysa hiç
kimse mutluluğu onlar uğaına ya da genel olarak başka bir
şey uğruna tercih etmiyor. Bunun böyle olduğu kendine ye­
terliğinden de görünüyor, çünkü kendisi amaç olan iyi ken­
dine yeter düşünülüyor. ‘Kendine yeter’den kastettiğimiz,
kişinin tek başına olması, yalnız bir yaşam sürmesi değil.
10 I. 7-
10 vevarı Kal t İ kvois koI yvvaiKi Kal oKo)s roîs <f)C\.oLS Kal ttoKI-
raıt, ^ıreıS?) (f>ij<r€i TTokiTiKov 6 avdpaTTÖs. tovt<üv Ö€ \ t/7Tt^os 7
opoç TIS' İlT€KTfİV0VTl yâp İ ttI TOVİ yOVtîS Kal T0İ)9 aTTOyOVOVİ
KOİ T&V (j>ÎX(l)V TOVİ <f)İ\0VS €IS &TT€ipOV ItpO^KTlV. aW o TOVTO
p.ev ela-avdıs eırurKfTTTeov’ t 6 5’ oüropKÇs TC6ep.€V & pLOVOİJ^
15 p.€vov aiperbv ttokl t 6v ŞCov Kal p,rıb€vbs ivöeâ’ roıovrov de
r^y (vbaLp.ovlav olopçOa eîraı* İ n 51 ttâvTUiv aipçTcaTdrrjv 8
(Tvvapıöpovpevrjv— avvaptdpovp.ivr\v 5e bfjXov &s aiperoi-
repav pLerd rov eAa^ıorov röüy âyaÛâv" vırepO)(^ ydp dyad&v
ylveraı tö TTpocrTiOip.ivov, dyaö&v 51 ro p.tıÇov alptrciTfpov
20 âcL TİAeıoy bıj n <l>aCv€Taı Kal a^rapKes vj €İ>baıp.ovCa,
T&v ırpaKT&v obara tIAos.
6 ’AAA’ îcra)s ttjv p,€v (vbaıpxivLav to âpıoroy \4yeiv 6p,o- 9
\oyo'up.€Vov Tl <f>a[v€Taı, îroöeîrot 6’ ivapyeo-repoP t İ karıv en
Kfyöiİvai. râya br} yîvoır hv tovt\ ei \ıj<f>0eııj to epyop 10
25 Tov dvOpâ'nov. &(rnep yap avKrjTrj koI oyoA/ızaTOiTOim Kat
ıraırrl TfyyCrp, Kal oAtüs earıv cpyov n Kal ırpd^ıs, ev
Tw l/jyw boKeı TayaOöv eıvaı Kal tö eu, oü/ro) bo^eıev &v Kal
âvâpcirrıp, eîırep lo rt n epyov avrov. ııoTepov ovv t İ ktovos 11
pev Kal (TKVTecoç ecrny epya Tivd Kal Trpd^eıs, dvdpanov 6’
30 ovbev loTty, dAA’ dpyov Tre<f)VKev; rj Kaddırep â(f>da\p,ov Kal
yeıpos Kal ttoSoî Kat oAcos (Kda-Tov tûv p.opmv <paiv€Ta( ti
epyov, ovTü) Kal âvûpcoTrov Trapd 'ndvra TavTa 6eir\ n s av
epyov T l; t İ ovv b^ tovt &v eîıj noTe; to piev yap Cvv koivov 12
eîvai (f)aiveTaı Kal toîs (})VtoÎ9, ^TjTeîrat 6e to îbıov. d<popı-
1098 “ cttİ ov apa T-qv re dpeiTTiK^v' Kal ttjv av^ıjTiKijv C^ıjv. etropıevt]

10. 7 t;vaı{l K** M*’ 11. » oAitikİ î L** M** 6 om. U ’ 15. tdptrhv
K’’ A.sp.: İpKiov KOİ aiptrhv L** T: alptrhy Kal İpKioy M** 17. avvapıd-
pLovfifvri î i SrjKoy ws aiptrcartpa F 23. ıroOtî K** 24. 5i)] 5i M'*
Hcliodorus 31. ıroShs nal K** Asp. 1008* 1. t « add. K''
add. K»*
10

ana-babası, çocuklan, kansı, dostlan ve yuıttaşlanyla bir- io


likte olmasıdır, ^ünkü insan doğal yapısı gereği toplumsal­
dır. Ancak bunlara da bir sımr koymalı; nitekim bunu kişi­
nin a'na-babasının ve torunlannın ötesine ve dostlannın
dostlanna kadar uzatırsak, sonsuza dek gider. Bunu da
daha sonra ele almak gerek. Kendine yeter olmayı ise, tek
başına alındığında yaşamı tercih edilecek kılan ve hiçbir 15
eksiği bulunmayan şey diye kabul ediyoruz; mutluluğun da
böyle bir şey olduğunu, üstelik her şeyden çok tercih edilir
olduğunu ve başka şeyler arasında sayılamayacağını düşü-
nüyomz —^sayılabilseydi, açık ki, iyi şeylerin en küçüğünün
eklenmesiyle daha tercih edilir olurdu; çünkü eklenen, iyi
şeylere üstünlük sağlar, dalıa büyük iyiler de hep daha çok
tercih edilir. Demek ki yapılanların amacı olarak mutluluk, 20
kendisi amaç ve kendine yeter bir şey olarak görünüyor.
Mutluluğun en iyi şey olduğunu söylemede anlaşma
var gibi görünüyor, ama bundan öte onun daha açık
olarak ne olduğunun söylenmesi arzu ediliyor. Belki
insanın işinin ne olduğunu kavrarsak, bu gerçekleşebilir.
Çünkü nasıl bir flütçünün, bir heykeltraşın ve her ustamn, 25
genellikle de bir işi ve bir yaptığı olanlann iyi olması,
onlann işiyle ilgili görünüyorsa, insan için de böyle
düşünülebilir; onun olan bir işi varsa elbette! Maran­
gozun, ayakkabıcının belli işleri ve yaptıklan vardır da,
insanın bir işi yok mudur? Yani doğal olarak işsiz mi? 30
Yoksa gözün, elin, ayağın ve genellikle parçalann her birinin
bir işi olduğu göı-ündüğü gibi, insanın da bunların ötesinde
bir işinin olduğu ileri sürülebilir mi? Bu acaba ne olabilir?
Yaşamak bitkilerle ortak görünüyor, biz ise insana özgü
olanı arıyoruz. Öyleyse beslenme ve büyümeyle ilgili yaşamı
da bir yana bırakmalı. Bunun arkasından duyulara sahip lopsa
I. 7. 11

8 ^ ai<rÖTjTiıcı) n s av «Iı/, <f>aîverat Ö€ kui avrrı Koıvrı Koı tınry

13 KOI /3ol Kal Traın-l ^^ıvtTaı brı vpaKTiK^ rts tov \6yov
€J(oi;tos* TOî/rov 8c t8 ficv wî cırıırctöcs .\oyy, to 8 û>s
l^oı; Kal öıavoovpevov. hırr&s 8c «al ravrrjs X.€yofx^vrıs ş
T^ı» Kar* ivepydav derîov' Kvpu^Ttpov yap avrrj 8okcÎ Acyc- ■
14 ordat. ci b'’^oTiv İpyov avdpdntov yirvyrjs kvipyeıa Kara \6yov
7/ prı &V€V KoyoVf ro 8’ aurd (f>apev epyov etvai ru) yiveı
roö8c Kal roS8c a“iTovdaiov,' uıanTep Kidapıarrov koX (ncovbaiov-
KidapuTTov, Kal cLTrkâs 8^ roCr’ iırl TrâvTOiv, TTpoarıdfpivrfs lo
T^s Kara rrjv aperrıv VTtepoyr)^ ırpbs ro epyov’ Kidapıarov
pkv yap K(,6apiC^LV, cntovbaiov be rh ev’ el 8’ ovrois, [avdp<&-
TTOv be Tİdepev İpyov C^^t^v nva, Tavrrfv be 'yfrvy^V^ ivepyeıav
Kal Trpd^ets /ncro koyov, a-novbalov 8’ avbpöi c3 Tavra Kal
15 KoAd)?, ^Kaa-Tov 8’ cS Kara t^v oİKelav âper^v dırorcXccraı* ıs
el 8’ oüro).] rd avdp<aTnvov ayadov ^ x v s ivepyeıa yiveraı
Kar' apeTTjv, el be rrKelovs al aperal, Kara t^ v âplanjv Kal
16 rcAcıordrîjv. İri 8’ iv ^l<p re\ei(p. pCa yap ^'^b.ıb^v eap ov
TTOcetf ovbe pia •fipepa’ ovto) be oibi p,aK<ipıov Kal evbaCp.ova
17 pCa rjpepa ovb' âkCyos \p6vos. flcpıycypdı^öiı) pev ovv rdya- ^
dbv Tavrrj' bel yap Itrcüs vıroTvv&arat vp&rov, eW' varepov
âvaypâ\j/aı. bo^eıe 8’ av Travroy eîvac ırpoayayelv koI bıap-
dp&aaı Ta Kak&s eyovra rj) -nepıypaepfj, Kal h \p6vos râv
rocovTü)v evperrjs ^ crvvepyös dyaöoy eıvaı’ ödev Kal t &v rcX'
v(bv yeyovaaıv al İTuboiTeıs’ ıravrds yap Trpoa'delvaı rd ek- *5
18 kehrov. pepvrjaBaL be Kal t 5>v npoeıprıpevuiv XPVi <«“ 1
aKpC^eıav prı bpoms ev âıracrıv emCriTelv, âkk' iv İKa-
(rroiî Kara tj]v vıroKeıpevrjv vkrjv Kal iırl TorrovTov 10 ’ oa-ov

2. aÛT^ aSrrı vuljf. 3. Sk K'’M‘’Asp. 11. Kar^ rijy K*': Kar’


vult;. 12. kvOpdntov—16. oSroı repetitio esse videtur eorum quae prae-
cedunt !■*. pla vfitpa sedudenda esse coni. Susemihl 25.
at add. K** Asp.
11

yaşam geliyor, ama bu da at, öküz ve bütün hayvanlarla


ortak görünüyor. O halde geriye akıl sahibi olanın —^bunun
da akla boyun eğen olarak, bir de akla sahip olan ve
düşünen olarak— bir tür eylem yaşamı kalıyor. Eylem yaşa­
mından da iki türlü söz edildiğinden, bunun etkinlik halinde
olan yaşam olduğu belirtilmeli; çünkü ‘daha önemli’ diye
ona dendiği düşünülüyor. Eğer insanın işi ruhun akla uygun
ya da akıldan yoksun olmayan etkinliği ise ve belirli bir işin
ve bu işte yetkin olanın işinin aynı olduğunu söylüyorsak
(örneğin gitarcının işi ile erdemli'^ gitarcının işinin aynı oldu­ 10

ğunu söylüyorsak, bunu da genel olarak her iş konusunda


söylüyorsak —^buna o işteki erdemde üstün olmayı eklemek
koşuluyla; çünkü gitarcının işi gitar çalmak, erdemli gitarcı­
nın ise iyi gitar çalmaktır); eğer bu böyle ise [ayrıca insanın
işinin belli bir yaşam olduğunu, bu yaşamın da ruhun akla
uygun etkinliği ve böyle eylemler olduğunu; erdemli insana
yakışanın bunları iyi ve güzel bir biçimde yapması oldu­ 15

ğunu; her şeyin ise kendine özgü erdeme göre iyi yapılırsa,
iyi gerçekleştirilmiş olduğunu da ileri sürüyoruz], insansal
iyi, ruhun erdeme uygun etkinliği olur— üstelik yaşamın
sonuna kadar etkinliği. Çünkü bir tek kırlangıç baharı
getirmez, ne de bir tek gün; aynı şekilde bir tek gün ya da
kısa bir süre insanı kutlu ve mutlu kılmaz. İyi, ana çizgile­
riyle bu şekilde betimlenmiş olsun. Belki de önce onun ana 20
çizgilerini çizmek, sonra da içini tamamlamak gerek. Ana
çizgileri iyi çizilmiş şeyleri işleyip aynntılannı düzenlemek
herkesin yapabileceği bir iş gibi görünüyor; zaman böyle-
lerini bulur ya da onlara iyi bir yardımcı olur. Sanatlann
gelişmesi de böyle olmuştur; çünkü eksik olanı tamamlamak 25

herkesin yapabileceği bir iş. Daha önce söylenenleri de


anımsamak ve kesinliği her şeyde aynı şekilde aramamak,
her bir şeyde konu edinilenin özelliğine göre ve o
'=<raştırmaya uygun düştüğü kadanyla aramak gerekir.
12 I. 7 - 8 .
oIkciov Tjj ıiföobtû. Kal yap tçktu>v Kal ye<apL€Tprj9 6to<^e- 19
30 povTOis e'ttiÇqTovcrt rtfif opdrfv' & pîkv yap i<f>^ 5<rov XPH<rlp.rı
TTpos To İpyoVf ö hk Tİ ioTiv rj ttoÎov r ı ’ ö<ar^s yap to\ î;-
Oovs» Tov avTÖv brf Tpoırov Kal iv rols &Woıs oıra>y
r a Trâpepya t S>v İpycüV tt\€ İ o) yivrjTaı. ovk â'rraiTijTİov 20
.008*’ 6’ ovbi TT}v alriav iv fiıracıv op-oiıas, â W ' Ikovûv İ v tkti to
oTi d(tx^Vt'aı Kokâs, olov koI ırcpl ray âpxds' to 8’ on ırpâ-
Tov Kal dp^T^- T&v dpx^v ö’ at p.€V iıraytay^ ûeoipovvraı, 21
at 8’ al<r6ria‘€i, ot 8’ iOıo'p.ip tiv İ, Kal 6XXat 8’ âAXa>y. fterıc- 22
5 vai bk TTdpaTİov İKâaras fj iT€<f>vKa<nv, ko.1 aırovbaoTİov
OTTiûS bıopıtrd&o't Ko\ûs' p,€y6Xrjv yap İ^ovaı poıtr^v 'npbs rb. 23
İTTop-eva. boK€Î yap Tikfîov ^ rjpıarv tov navTÖf eîvai rj dp^rj^
Kal 7ToXAa avp^avrj yiv€<rdaı bı aiiTİjs T&v ^77rov/X€Vû)j/.
8 SKeTTTeov be 'irepl avTrjs ov povov İ k tov avpTrepda-pa- V III.
10 TOS Kal i^ &v o Aoyos, &AXa Kal İ k t &v \eyopev(ov irepl
ai)rfjs‘ T& pev yap d\r}6eî ırdvTa avrdbeı Ta vırdp^ovTa,
T& be yf/evbel Toyy bıa<fxûveL TakrjOes. veveprfpevoiv br{ t&v 2
dyaO&v Tpı^ıj, ko.1 t&v pev İktos \eyopevü)v t&v be irepl
'^vxvv Kal a&pa, ra irepl ^'v\rıv Kvpı&TaTa \eyopev Kal
15 pdKıaTa dyadd, Ta.9 be ırpd^eıs Kal ras ivepyeias ray
\f/v\iKds irepl "^xrjv Tİdepev- &(rre koX&s hv \eyoiTo Kara
ye TaiJTijv rrfv bo^av ıraKaıdv ovcrav Kal 6po\oyovpej>rjv vırd
T&v <f>ı\o<ro(f>odvTO)v. 6p6&9 be Kal otl ırpd^eıs nvey \iyo v- 3
rat Kal ivepyeıaı to tİKos' o^tco yap t&v irepl dya-
20 6&V yCveTai Kal ov t&v ^ktos. avvabeı bk t& \dy(p Kal ro 4
cS (fjv Kal râ eb ırpdTTeiv tov evbaCpova' o"X€8oı/ yap ev(o>ia
9 rıy etprfTaL ko.1 evırpa^ia. <PaiveTaı be Kal Ta iınCr]Tovpeva 5
TO irepl Ti]v evbaıpoviav dıravB’ vırdpxeıv t & Kex0iv^i’ roîy 6

31. Ti om. K** lOOS** 6. SıopttrOûffi K**: 6pt<r6w<rt vulg. 7. yiip


K*>r: oSk Lb M** 9. Si) M*» T: Si) ku\ L*’ 23. t İl add. K*»
12

'Nitekim marangoz ve geometrici dik açıyı farklı biçimde


ırarlar: İlki yalnızca işi için yararlı olduğu kadanyla ona 30
)akar; ötekisi ise onun ne olduğumu ya da özelliğinin ne
)lduğunu arar; çünkü hakikat olaru seyreder. Öteki konu-
arda da böyle yapmalı, yapmalı ki yan işler işlerin kendilerin-
len daha önemli hale gelmesin. Aynı şekilde her şeyde 1098b

ledeni istememeli, bazı konularda bir şeyin öyle olduğunu


yice göstermek yetmeli; sözgelişi ilkler konusunda; bir şeyin
olduğu gibi olması önce geliyor ve ilktir; kimi ilkler induksi-
yonla, kimi duyu ile, kimi bir alıştırmayla, başkalan da
başka şekilde görülür. Her birine doğal yapısına uygun
olarak muamele etmeye çaba göstermeli ve bunlan iyi belir­
lemeye özen göstermeli; çünkü bunlar, onlardan sonra
gelenler için bü^^k önem taşırlar. Nitekim başlangıç bütü­
nün yarısından çoktur, diye düşünülür ve arananlann bir­
çoğu onunla birlikte görünür hale gelir.
Başlangıç konusunda, yalnızca çıkan sonuca ve temel­
lendirmenin hareket noktalanna dayanarak değil, onun 10

üzerine söylenenlere de dayanarak düşünmek gerekir;


çünkü doğru olana, olanların hepsi uygun düşer, yanlış
olana ise doğru hemen aykın düşer. İyiler üç kısma aynimış
olduklarına ve bazılanna dış iyiler, bazılanna aıhla ve
bedenle ilgili iyiler dendiğine göre, njhla ilgili olanlara en
başta ve tam anlamda iyiler diyoruz; eylemleri ve ruh etkin­
liklerini de ruhla ilgili iyiler tarafına koyuyoruz. Böylece 15

söylediğimiz, filozoflar tarafından kabul edilen bu eski


kanıya da uygun olur. Amacın bazı eylemler ve etkinlikler­
den oluştuğunu söylemek de doğrudur; çünkü bu şekilde
bunlar dış iyilerden değil, ruhla ilgili iyilerden oluyorlar.
Mutlu kişinin iyi yaşaması ve iyi durumda olması da bu söze 20

uyuyor; çünkü aşağı yukan bir tür iyi yaşamdan ve iyi


durumda olmadan sözetmiştik. Aynca, mutlulukla ilgili
arananlann tümü bizim söylediğimizde var görünüyor-
I. 8. 13
IM^v yâp a/jcr^ roîs <f>p6mı<ns &k\oıs 6^ <ro<l>(a tis eîvat bo-
K€Î, Tols be Tavra r\ toİjtmv n p.ed’ fıboınjs ^ ovk âvev ^5ov^f 25
İrepot bi Kal r^v İ kt6s eveTr\plav <rvp.Trapa\aıx^âvov(rıv.
7 toİİtmp bi râ p^v ttoW61 fca^ TraAaıol keyavaıv, rh bi 6\Cyoı
KOİ 4vbo^oı âvbpes’ ovberipovs de toİjtcûv evKoyov bıapaprâ-
veiv Toîs SKois, âkk* İv y i n rj Kal ra ırkeıara Karopdovv.
8 TOÎS pjkv obv kiyovaı t^ v &per^v fj aperrıv rıva avvabos iarıv 30
9 6 k6yos" Tcvunıs yâp iarıv rj Kar avTi\v iv ip y e ıa . bta(f>ip€i
b i ÎO‘(t>s ov piKpbv iv KTtja-et rf \pı^aeı t 6 âpıarov iırokap^â-
veıv, Kal iv i^eı rj ivepyelq. t^ v pev yâp İ^ıv ivbixeTaı
p rjbiv âyaûbv âvorekeîv viTâp\ova-av, olov tw Kadevbovrı rj 1009 •
Kal akkois ırm'i^rjpyriKâTi, t^ v b’ ivipyeıav ov^ olov re*
rrpâ^eı yap iÇ âvâyKijs, Kal eî Ttpâ^eı. âarrep 8’ 'Okvp-
ıtlaaıv ovx ol Kdkkıaroı Kal IcryypoTaToı areıpavovvTaı âkk'
ol âyiûvı^opevoı (raârav yâ/^ rıvef viKÛaıv), oSrco Kal t û v s
iv T<p Şiip Kok&v Kayad&v ol rtparrovres âpd&9 iıtrı^okoı
10 yCvovraı, İarı bi ko.1 6 fiios avrûv Kad* avrov ^bvs. t6
pev yâp ijbeaOaı tûv ylnj^iKÜv, İKdarıp b’ iarıv ^bv ırpbs h
kiyeraı </nkoroıovros, olov Îttttos pev r<p (fnkİTnnp, diapa
bi r<|) ifnkodeıapıp' t6v avrov bi rporrov Kal ra bİKaıa râ 10
11 (jnkobtKalip Kal Skfû9 râ Kar âperi}V rip ijnkapirıp. roîs
pev oZv TTokkoıs râ ^bia pâ^fraı bıâ rd pt} <f>va-eı roıavr
eîvai, roîs be <j>ıkoKİkots iarlv i/bea râ <f>âa-eı ^bia' roıavraı
b* al Kar* âperfıv ırpâ^eıs, &are Kal rovrois elaıv rjbeîaı Kal
12 ko6^ airâs. oibev b^ rtpoabeîraı rrjs ^bovrjs 6 /3/os avr&v 15
âarrep rtepıârnov rıvos, âkk’ İ \e ı r^v ffbov^v iv iavrîp.
vpbs roîs elprjpivoıs yâp oib' ia rlv âyaâos â p^ yaipoiv roîs
KoAaîs rtpâ^ea-ıv' ovre yâp bCKaıov ovdeıs âv etıroı rdı/ pr\

28. K*» 29. KOİ om. K** T 80. vİ¥op6s K" 1O00* 18. rot-
avra Syiburp 15. 9h T
13

çünkü mutluluğun, kimi erdem, kimi aklı başındalık, kimi


bir tür bilgelik olduğunu, kimi de hazla birlikte ya da haz ol­
maksızın bunlar ya da bunlardan biri olduğunu düşünüyor; 25
başkalan ise dış iyi koşullan da hesaba katıyor. Bunlardan ba­
zısını insanlann çoğu ve eskiler söylüyor, bazısını ise sayılı
birkaç ünlü kişi; hepsinin tümüyle yanılmış olması akla yat­
mıyor, bir noktada, hatta çoğunda haklı olsalar gerek. De­
mek ki bu söz, mutluluğun erdem ya da herhangi bir erdem 30
olduğunu söyleyenlere de uygun düşüyor, çünkü erdeme uy­
gun etkinlikte bulunma erdemin özelliğidir. En iyinin, erde­
me sahip olmada bulunduğunu düşünmek ile onun kullan­
mada bulunduğunu düşünmek, yani onun huyda bulundu­
ğunu düşünmek ile etkinlikte bulunduğunu düşünmek ara­
sında büyük fark vardır. Çünkü bir huy bulunduğu halde,
hiçbir iyiyi meydana getirmeyebilir, örneğin uyuyan ya da 1099a

bir başka şekilde eylemden alıkonanlarda olduğu gibi; oysa


etkinlikte bu olanaksızdır, çünkü kişi zorunlu olarak eylem­
de bulunacak v^e iyi eylemde bulunacaktır. Nasıl Olimpiyat­
larda en güzellere ve güçlülere değil, yarışanlara taç giydiri-
liyorsa (çünkü onlann arasından çıkar kazananlar), aynı şe- 5
kilde yaşamdaki iyi ve güzel insanlardan ancak doğru ola­
rak eylemde bulunanlar başanlı olurlar. Bunlann yaşamı da
kendi başına hoştur. Hoşlanmak ruhta olup bitenlerdendir,
her bir kişi için de hoş, onun sevdiği söylenen şeydir: Örne­
ğin atsever için at, oyunsever için oyun hoştur; aynı şekilde
haksever için hak, genelde erdemsever için erdem hoştur. 10
insanlann çoğunda hoş şeyler çatışma halindedir, çünkü
bunlar doğal yapıları gereği hoş değildirler, oysa güzeli
sevenler için doğal yapılan gereği hoş olan şeyler hoştur.
Erdeme uygun eylemler böyle eylemlerdir, hem erdemi
sevenler için hem de kendileri hoşturlar. Erdemi sevenlerin
yaşamı, bir takı gibi hazza ayrıca gereksinim duymaz, hazzı 15

kendi içinde taşır. Bu söylediklerimiz bir yana, güzel


eylemlerden hoşlanmayanın, iyi de olmadığı söylenebilir;
çünkü hiç kimse haklı iş görmekten zevk duymayana adil.
14 I. 8—9-
yja.ipovTa r<3 btKaıoTrpayfîVf ovr ikevdepıov tov p.rf yaipovra
20 Taîs i\€vd(p(ots ırpd^ço-ıv 6fxo(a>s 8c Kal ^ırl tüv â\X.a>v.
fi b’ ovT(o, Kad' avrds av fîfv al k o t apfr^v ırpd^ctî rıbfîaı. 13
a\X a Kal ayaöaC y f Kal Kokai, ko.1 pdkıara Todrcav
CKaoTov, fÎTTfp Kakâs Kpivfi TTcpl avT&v 6 oTrovbaîos’ Kpivfl
8’ â»y fiTTopfv. apıarov apa Kal Kokkıarov ko.1 rjbıcrrov tj 14
25 fvbatpovia, Kal ov bıtipıaraı ravra Kara tö ArjkıaKov lıri-
ypappa-
K(IXXt<rrov To biKatoTOTOv, X®<nroı> 8’ vytaıveıv"
ijStarov Si nt<]>vx ov rts epâ to rvxetv.
ânavTa yap vtTap^fi ravra ra îs dplaraıs evepyeiaıs' rav-
3 0 Taç bi, 7] ptav rovrcûv rrfv apl<rrr}v, <\>ap.fv fîvai rrjv fvbaı-

povCav. ^aLvfraı 8’ ofuoç K al r û v I ktos dyaOStv npoabfo- 16


pfVT], Kaddrrep fiitopfv' abvvarov yap rj ov pabıov ra Koka
Ttpârrfiv dyoprıyr}rov ovra. rrokka pfv yap rîpârrfraı,
1000 •• KoffdiTfp bı 6pyâv<av, bıa <f>(k(ov Kal nkovrov Kal ttoA itik ^ç
bvvâpfüiS' fvCiûV 8e rr]r<Lpfvoı pvr:alvov(n r o paKapıov, olov 16
fvyfvfCas fvrfKvias Kokkovs' ov rravv yap fvbaıpoviKOÇ 6
rrjv Ibfav 'navaLayr]^ V Suo-yev^ç fj povarrj^ Kal arfKVoç,
5 eri 8 ’ 10 -0)9 rjrrov, ct rto ırâyKaKot rraibfs etcD rj <f>(koı, rf

dyadol ovreç rf6vd<nv> Kadârrfp ovv ftıropev, coikc Trpoabeî- 1 7


a-dat Kal rfjs roıavrr}9 fvrjpfpCas' odfv fis ravrb rdrrovartv
fvıoL T7jy fvrvyiav rfj fvbaıpovla, erepoı 6 ^ r^v apfrrjv.
10 ''Odfv KOI arropflrat •norfpov e<rrı paârjrbv rj fdurrbv rj Kal K
10 dAXcöç rroiç aa-Ktjrov, ^ Kara n va OfLav poîpav ^ ko.1 bıd rvyı^v
■napayLvfraı. fi p fv ovv Kal âkko rL iarrı ûfâv bcSprjfia âv- 2
öpcoTTotç, fvkoyov Kal r^v fibaıpovLav dedaborov fîvai, Kal
paklara rûv âvOpcairLvtov oaıa ^ikrıarov, okka tovto p fv 3

22. KoXa( y t Ktü ayıtSai L** lOOO** 1. λX] koI Sıa K** M** 3. oû
ırâvvj oîtStifiûs K*' 5. ^ post <pl\oı om* K** 9. kcA post 1j om* L** F
14

cömertçe eylemlerden zevk almayana da cömert diyemez;


öteki erdemler konusunda da durum aynıdır. Bu böyle ise, 20

erdeme uygun eylemlerin kendileri hoş olsa gerek. Bu ey­


lemler aynca iyi de güzel de olur, hem de en üst derecede
olur, elbette eğer erdemli kişi iyi yargıda bulunuyorsa; o ise
daha önce dediğimiz şekilde yargıda bulunur. O halde mut­
luluk en iyi, en güzel ve en hoş şeydir; bunlar da biribirinden 25

ayrılmaz, Delos yazıtında söylendiği gibi:


“En güzel şey en adil olandır, en iyi şey sağlıklı olmak;
En boş şey ise, kişinin arzuladığı şeye kavuşması olur.’^
Bunların hepsi en iyi etkinliklerde bulunur. Mutluluk
bunlardır ya da bunlardan biri en iyisidir diyoruz. Ama 30
daha önce söylediğimiz gibi, dış iyileri de gerektirdiği görü­
nüyor; çünlvü yaşamak için yeterli bazı destekler olmadan,
iyi eylemlerde bulunmak olanaksızdır ya da pek kolay değil.
Dostlarla, zenginlikle, siyasal güçle pek çok şey yapılır, alet­
lerle yapıldığı gibi; bazı şeylerden —^sözgelişi soyluluktan, 1099b
i^T çocuklardan, güzellikten— yoksun olmak ise kutluluğu
lekeler. Nitekim çok çirkin olan, iyi soydan gelmeyen, ya da
sipsivri olan çocuksuz biri pek mutlu olmaz; çok kötü
çocuklan ya da dostlan olan ise ya da iyi dostlan olduğu
halde onlann ölümlerini gören, daha da az mutlu olur her- 5

halde. Öyleyse mutluluk, dediğimiz gibi, aynca böyle koşul­


lan da gerektirir gibi görünüyor. Bundan ötürü mutluluğu
İsimi talihlilikle, kimi ise erdemle aynı yepe koyuyor.
Bundan da şu sorun ortaya çıkıyor; Mutluluk acaba
öğrenilebilir ya da alışılabilir veya başka bir şekilde ger- 10
çekleştirilebilir bir şey midir? Yoksa bir tann vergisi
olarak mı ya da bir rastlantı sonucu mu gelir? Taunların
insanlara verdiği başka bir armağan eğer varsa, mutlu­
luğun da tanrılann vergisi olması akla yatkın, özel­
likle insansal şeylerin en iyisi olduğuna göre. Ancak bu
I. 9. 15

la m âAAîjs av cîr] <r/ce\//’€a)s oİKeıoTepov, 0 aıVcraı 6e KOi> fi


[JL1J öeo7re/iX7rrüs eorıy a \k a bı &p€Tr}v kul rıva /xdÖTj<m» 17 15
&.<TKt\(nv ırapaytvfTaL, t S>v OfiOTctruiv fivac to yap rrjs ape-
Tİjs ad\ov Kal T^\os apıoTov cıvat ^aıV traı Kal QfX6v ti Kal
4 p,aKapiov- etr] 6’ hv koI tîoKvkolvov' bvvarov yap iırâp^aı
TTaai TOİS pLT] TT€TTr]p(ûp.fVOl5 TTpOS âpfT^V öld TlVOS ıxadıq(r€(ı)S
5 Kal ^TTijbteAeı'a?. fi 6’ fo rlv oSrca j3^\nov fj ro bıâ tv)^t]v ev- 20
baıpovfîv, fvKoyov ^ \fiv ovtcos, fÎTTfp r a Kara ^vct/-, «s
6 oîdi' TC KaÂAurra € \fiv, ovr<o ır^^v/cev, 6polu)s 8^ Kal rd Kara
Tf\vr}v Kal TTCLtrav alriav, Kal p.6Xı<TTa { r a ) Kara t ^ v ipicrrrjv.
TO be pLfyiaTov Kal KdWıorTov eiTLTpeyj/aL Tvyj^ \ia v ırK-^p,-
7 p.e\es âv eîrj. <rvp.(f)avfs 6’ eort Kal fK tov \dyov to ^t/ tov- 25
jievav’ fîprjTaL yap evepyeta Kar âpeT^v Ttoıd tls.
T(üv 8 e Aoittûv â y a â û v to. fxkv vırap^eıv âvayKalov, to. 8 e
b crvvepya Kal ypTitTipLa TTf<f)VKev opyaviK(bs. 6p.o\oyovp.eva-
be TOVT bv eh} Kal toîs ev ap^fj’ to yap Tİjs ttoAitik^ î
Tc'Aoy âpıcTTOv eTİdefieP, avTrj be TrkeıcrTijv e'7rc/xe'\eıav TTOıeÎTaı 30
ToC TTOıovs Tivay Kal dyaöovy rovs 7roA^^ay TTOirjaaı Kal ırpaK-
'.I TiKovs t (3v Ka\S)v. elKÖT(ı)s ovv ovTc /3oûv ovTf İTrnov ovre
ttAAo T<av C'^oiv ovbev evbaıpov \eyop.ev‘ ovbev yap avrüv
10 otoV re Koıvüivıjcraı ToıavTijs ivepyeCas. bıâ TavTî}v be t^ v IIOO»
aİTİav ovbi Trats evbalp.ü)v ktrTİv' ovıro) yap -npaKTiKÖs tûv
toioHtcov bıâ T^v T}\iKİav’ ol be âeyopifvoı bıâ Tr]v eA-jrı8a

jjiaKapiCovTaı. beı yap, âa-ırep eîıro/ütev, Kal âpeTİjs Tekeldi


11 Kal ^lov TfkfIov. TToAAal yâp fieTa^okal yivovTaı Kal nav- 5
roîaı TV^at Kara tov filov, Kal evbe\eTaı tov p.dkıaT evOrj-
vovvTa pıeydkaii crvp.<f>opaii TiepiTtetreıv cttI yqpu}i, Kaddırep ev
toîs TpiüiKOÎs TTepl ripıâpıov fiv0eveTat' tov bi ToıavTaıs \pr]<rd~

jxevov TV)(aıs koI rcAevrı^eravra ddAıa>y ovbels evbai}xovl(^eı.

20. Tİ add. K’’ M” 23. ra add. VVibon 1100* 8. ^puiKoîs L*» T


15

galiba başka bir araştırma alanının konusuna daha uygun


olsa gerek; nitekim mutluluk tann vergisi olmayıp da 15

erdemle ya da belirli bir öğretim ya da eğitimle gelse bile, en


tanrısal şeylerden görünüyor; çünkü o, erdemin ödülü ve
en iyi amaç olarak görünüyor, tannsal bir şey ve kutlu. Her­
keste olabilecek bir şey de olsa gerek; çünkü erdemce sakat
olmayan herkes belirli bir öğretim ve çabayla ona sahip ola­
bilir. Rastlantıyla değil, bu şekilde mutlu olmak daha iyi ise, 20

bunun böyle olması akla yakın; tabiî ki eğer doğal olarak


olanlar olabilecek en iyi şekilde olmuşlarsa; ustalık ürünü
olan ve başka herhangi bir nedenin —özellikle en iyisinin—
ürünleri olan şeylerle de bu böyle. En büyük ve en güzel şeyi
rastlantıya bırakmak pek yanlış olurdu. Ayrıca aradığımız
şey sözümüzden de apaçık ortaya çıkıyor; çünkü mutlulu­ 25
ğun, mhun erdeme uygun bir tür etkinliği olduğunu söyle­
dik. Öteki iyilere gelince: Bir kısmının bulunması zorunlu­
dur; bir kısmı ise mutluluğa katkıda bulunur ve araç olarak
yararlı olur. Bunlar başta söylediklerimize de uygun olsa'
gerek: Siyasetin amacının en iyi olduğunu kabul etmiştik; 30
siyaset ise yurttaşlan nitelikli ve iyi insan kılmaya, insanla­
rın iyi eylemlerde bulunmasına çaba gösterir. Öyleyse bir
öküze, bir ata ya da başka bir hayvana mutlu demememiz
doğaldır; çünkü onlardan hiçbiri böyle bir etkinlikte bulu­
namaz. Aynı nedenden dolayı bir çocuk da mutlu değildir; 1100a

çünlcü yaşından ötürü böyle eylemlerde bulunamaz, mutlu


denilenler ise mutlu olmaları umulduğu için kutlu görülür­
ler. Dediğimiz gibi, [bir iıısana mutlu diyebilmek içini hem
erdemin tamı hem de yaşamın tamı gerekli. Nitekim yaşam­
da pek çok değişiklik oluyor, talihin her türlü cilveleriyle
karşılaşılıyor ve olabiliyor ki, en parlak duıumda olan kişi bile
yaşlılığında büyük bir felâkete uğruyor —Troia efsanelerinde
Priamos^ için anlatıldığı gibi; böylesi bir talihsizlikle karşılaş­
mış ve acınacak şekilde ölmüş birini hiç kimse mutlu saymaz.
16 I. lo.
11 HoTfpov oZv ovû* oKKov ovb4va i.vdpiû’noav €vbaıp,ovi(rT€ov X .
1?o)S hv Cfİ> Kara Io\o)va b^ \p fiiv rcAos opav ; d b^ brj Kal îî
BfTİov ovTOis, âp<£ y€ Kal lo ru ; tvba(p^(ov t 6t € ^TTdbav aıro-
dâını; rj tovto ye ıravTeAûs aro-nov, &\\(09 re Kat Toîy ke-
yovaıv Tjpxv 4v4py€idv Tiva rr/v €vbaıp.ovCav; eî 5c p.^ Acyo* 3
15 ficv Tov TfOpeÛTa evbaCpova, p.rjbi 2 oAû)v tovto /3owAcraı,
dAA’ oTt TTjviKavTa iv tis &(r<f>akâs /ütaKopto’cıcv avöptûTiov
&S İ ktös "Ijb!] TÜv KaK&v ovra koI tûv bvoTV)(r]p.âT(ûv, l^ct
p,iv Kal Tovr dp.(l>tcrfi^Trf<riv Tiva‘ boKCÎ yap d v a i ti ruî
Tcdı/cûrı Kal kokov Kal dyaOov, dırtp Kal t «5 C^vti pi)
20 al<rQavop.ivfp 5^, olov Tkpal ko.1 SiTipCaı Kal tckvcûv kul
Sk(û9 aTToyovuiv evırpa^Caı rc Kal bvarrvx(aı. amoplav bi 4
Kal TavTa Ttapiye^' ydp p.aKapLois ^efiıcoKOTi pîxpı.
yrıpois Kal TtkiVTrı<ravTi. Kara koyov ^vb4x€Taı. TroAAâs /ue-
Ta^okds avpl3aiv€iv Trcpl tovs İKyovovi, Kal roi/s pev aiiT&v
25 dyadovs dvai Kal rv x d v ^Cou tov kot' d^lav, tovs 5* c^ ev-

avTİas' brjkov b’ oti Kal toÎ ç â'iroonjp.atn Trpoç rovs yovcîî


TrapTobaırâf avrovs ^ySe^craı- İ tottov 5t/ yivoiT av,
cl avpp€Ta^âkkoı Kal 6 Tcdveias Kal yivovro 5re pkv cibaî-
p<ûv TTokıv 5’ aöAtos* aToırov 5e Kal ro prfbcv p-rjb cm' r>
30 Tt*»a xpovov ovviKVfîcûaı Ta t &v İKyovoav roîs yovcvcnv.
dAA’ İTtaviTİov İ ttI t5 ırpoTfpov İTTopt]d4v' râ ^ a yap b.v 0co)- (i
pı\6dr\ Kal to vvv ^mCrjTovpLfvov €K€İvov. d bıı to rcAos 7
6pdv b d Kal roTC p.aKapi^€iv ^Kaarov ovx w? ovTa p.aKapıov
dkk* OTt ırpoTepov ^v, ırcüç ovk oltoitov, d ot corty cvöat-
35 fjuûv, p.^ âkıjâ(V(r€Tat Kar avrov TÖ vTrdp^ov 5to ro
1100 •»^adkecrOaı rovs ^ûvTas dfbaLpovCCfiv 8ı® ’’®î pfTaŞokds,
Kal bıa TÖ povıpov t t t ^ v dbaıpoviav vırcı.krı<f>evaı Kal
prıbap&s eııpcTİ^okov, tos b^ rv\aç ıroAAaKts dvaKv-

18. Tl om. K*^ 32. rh post add. K**


16

O halde acaba yaşadığı sürece hiçbir insanı mutlu


saymayacak mıyız? Solon'un dediği gibi sonunu mu görmek
gerekir? Bunu eğer böyle kabul edeceksek, acaba insan
ölünce mi mutludur? Yoksa bu, özellikle mutluluk bir tür
etkinliktir diyen bizler için, tamamen saçma mıdır? Yok
eğer ölmüş olanın mutlu olduğunu söylemiyorsak — ki
Solon da bunu demek istemiyor, artık felâketlerin ve talih- 15

sizliklerin dışında olduğu için, bir insan ancak o zaman


emin bir şekilde kutlu sayılabilir demek istiyor— bu da
tartışma konusudur; bir ölü için de, yaşayıp da farkında
olmayan biri için olduğu gibi, iyi ve kötü şeyler olduğu
düşünülür, örneğin onurlar, onursuzluklar, çocuklannın 20
ya da torunlannın iyi durumda olmalan ve talilısizlikleri
gibi. Burada da bir sorun var: Bu söze göre yaşlılığına değin
kutluca yaşamış ve ölmüş birinde, torunlanyla ilgili olarak
bir süıü değişiklikler olabilir; torunlarının kimi iyi olabilir
ve lâyık olduğu bir yaşam ona düşebilir, kimi için de bunun 25

tersi olabilir; oysa açıktır ki bunlann ana-babalarından


zamanca uzaklıklan da farklı farkh olabilir. Onlarla birlikte
ölü de değişseydi ve kâh sefil kâh mutlu olsaydı, saçma
olurdu. Ama torunlann durumunun ana-babalan belli
bir süre için hiç etkilememesi de saçma olurdu. Ama biz 30

önce ele aldığımız soruna dönelim; çünkü ondan hareket


edersek, şimdi aradığımız da daha çabuk görülebilir. Eğer
bir insanı kutlu saymak için sonunu görmek gerekiyorsa,
yani o anda kutlu olduğundan değil, daha önce kutlu
olduğundan kutlu demek gerekiyorsa; eğer sık sık talih 35

değişiklikleri olduğundan yaşayanlara mutlu demek isteme- ııoob


diğimiz için, bir insan hakkında mutlu olduğu sırada “mut­
ludur” diyemeyeceksek, böyle bir şey saçma olmaz mı?
1. lo. 17

8 Kktîcâaı Ttip\ T o i» s a v T O v s ; bijkov yap <i>s ti a~vvaKoKovöoLr\p€v


r a îs n îîj^ o ıs , t o p aw o v c v ö o f/ io p o k o I ır d X ip & d X ıo v ipovptv 5

vokkâKtSi \apxuk.(OVT& rtva rhv tvbaipMva avo^aCvovTvs


9 jc a l crajdp&s lbpvp.ivov. ^ rb p iv r o îs n ;x o ıs iıraKokovdtîv
ovbopLÛs ifpdov; o i yâp i v r a ı/ r a if rd cS ^ KaK&s, okka
•apoabtîraı to vt <üv 6 ivdp^TUVOs 3
/ io v , Kadâırtp tÎTtoptv, kv -
pıaı 5’ tl<rlv a l kot aptrrfv iv ip y tia ı rijs e v S a ı/ io p ıa s , a t 10

10 ö’ ivavrlaı tov ivavrCov. paprvptı Ö€ r<3 koytp Kal tö vvv


bıaTToprjOiv. TTtpl ovbtv yap ovtüdv vırâp^tı t &v avOpoiTTİ-
V(ûV İpytüv /3€/3aıo'Tîjs « s Titpl r a s ivtpytLas Tcts « a r ’ bptrr\v'
povıpuTtpaı yhp koİ t&v İTTKrrrjpcîv avrat boKOvatv tlv a f
roıvrmv b' avrâv al rtpıdiraraı povtputrtpat bta r o pakı- 15
<rra fcaı (rvv€\ia-TaTa KaraCrjv iv avrais rovs paKapLovr
to Sto yap ioiKtv alrttp tov pr/ yCvtardaı Trcpl a v r a s krjdrjv.

11 vTiâp^tı brı ro ^i]rovptvov r<j> tvbatpovı, Kal ea-raı b ıâ ^lov


TOiovTos’ â t ı yap rj p a k l a r a ttâvTanv rtpâ^tı Kal dtoip^aeı
rb Kar* &ptrqv, Kal r a s r v \ a s o la t ı K o k k ıara Kal ırâvTT] 20
tt6.vt(ûs ip p tk & i S y us âk rfdû s ay ad b s Kal T crpdyupos
12 &,vtv yjfoyov. ırokk&v ö f yıvopivuiv Kara vü\t]v Kal bıa(f>€-
povT^V p ty iB tı Kal piKporrjrı, r d pev piKpa rStv evrvyrf-
pAronv, 6poC<ûs be Kal r&v ivriKtıpivatv, brjkov &s ov ıroıtl
poirr]v r ^ s r d ö f p ty â k a Kal nokka yıvoptva p tv 25
cS puKapuartpov tov ^io v ■voırja'eı^(ko.1 yap avra avvem-
Koaptîv t:4<l>VKfVj icat t} avrâv Kokrı koI <ntovbaLa
yCveraı), âvâıraktv ö f avpfialvovra d k i^ fi Kal kvpaivtraı
r ö poKİpıov’ kvıras r e yap imıpipcı Kal ipırobıCtı Trok-
kaîs ivtpytiaıs. 5pa>s ö f Kat iv tovtois bıakâpTteı r ö Ka- 30
kov, iırtıbav <j>tpil rıs evK6k<as rrokkas ko.1 ptyâ ka s arv-

1X00^ 12. iwdpx*ı post 13 fpytty K** 15. rt/u iraraı om. pr. K**
poi'i/ıc&Tarat O** 10. raAraısK.^ 18. M^: F 27.
novSala] PtfitUa
17

Açıktır ki talihin cilvelerine uyarsak, aynı insana sık sık


bir mutlu bir mutsuz diyeceğiz; mutlu kişiyi bir bukalemun
gibi, temelleri çürük bir yapı gibi göstereceğiz. Yoksa talihin
cilvelerini izlemek hiçbir şekilde doğru olmaz mı? Çünkü
mutlu ya da mutsuz olmak bunlara bağlı değildir, ama daha
önce dediğimiz gibi, insanın yaşamı bunlan da gerektirir;
mutluluk için önemli olan, erdeme uygun etkinliklerdir, 10

erdeme aykın etkinlikler ise mutluluğun tersini yaratır.


Şimdi yapmış olduğumuz soruşturma da bu sözü destekli­
yor. Nitekim insansal işlerin hiçbiri konusunda, erdeme uy­
gun etkinlikler konusunda olduğu kadar hiç kimse emin
değildir; bilimlerden bile daha kalıcı sayılırlar; bunlann en
değerlileri ise daha da kalıcı sayılırlar, çünkü kutlu kişiler en
çok ve en sürekli şekilde bu etkinlikler içinde yaşarlar. Bun­ 15

lann unutulmamasının nedeni de bu görünüyor. Demek ki


aradığımız şey mutlu kişide bulunacak ve o, yaşam boyu
böyle olacak; hep ve herkesten çok erdeme uygun olan şey­
leri yapacak ve görecek, talihin cilvelerine de en iyi ve en uy­
gun şekilde katlanacak, gerçekten iyi ve pürüzsüz, dört dört­ 20
lük bir kişi olacak. Talihin getirdikleri de önemli-önemsiz
pek çok şey olduğuna göre, açıktır ki, küçük talihsizlikler
yaşamın yönünü değiştirmeyecek, birçok büyük talihlilikler
ise yaşamını daha kutlu kılacaktır (çünkü bunlar doğalan 25

gereği yaşama tuz-biber katarlar, güzel ve erdemli bir şekil­


de kullanılabilirler), talihsizlikler ise İoıtluluğu bozar, yok
eder; çünkü acılar getirir ve pek çok etkinliğe engel olur. 30
Ne var ki, bu durumda bile kişi, vurdumduymazlıktan değil,
18 I. lo — II.

/x^ öl’ avaXyr\(rlav, âX \a ycvvâbas i>v Kal ıi€yaX6’‘


yjnj^os. el ö’ «tırlı; at ivepyeıaı Ki;pıaı rijs fû>^s, Kaödtırep 13
etiTopLev, ovöelç av yivoiTO tûv fiaKaplonv udKıos’ ovdevore
3 5 yap npd^eı ra puoTjTa Kal ra <f>av\a. rbv yhp &s ikrıBâs
110 1 * dyaOov Kal ep(^pova Trdo’as oldpeâa Tas evayrjpd-
vu)S ff>epeıv Kal « k t &v vTrapypvTUtv del ra K(iX\ı<rra Ttpdr-
reıv, Kaddırep Kal arparrıybv dyaöbv r £ ırapdvrı oTporoTreö^
yprjaOaı ıroAcfUKi^rara Kal a-KvroTop^v ^ k t &v bodivroiv
5 (TKVT&v KakkıoTov ‘t'nobrjpa TTOıeîv' tov avTov ö« Tpdırov
Kal Tovs d \\o v s Te\vlTas irravTas. el ö’ ovtcos, dûkıos p.iv 14
ovbe-JTOTe yivoiT &v o evbaCp.<ûV, ov p.^v puiKdptos ye, bv
T]pıap.iKaLs vuyats TrepnreaTi. ovbe öî/ ttolkIKos ye koX
evp.eTd^okos' ovre yap İ k Tİjs evbaıp,ovias Kivr}6rfaeTaı pa-
10 ötiöç, ovö’ İ ttÖ t &v TV)(dvTû)v dTV^rjpidTOiV İk)C vırb (leyd-
kûiV Kül TTOkk&V, İK Te T&v TOIOIJTCÛV oİ k &V yİVOlTO TtdklV
evbaCpüiv iv SkCyta yp6v<p, AAA’ eîırep, iv ıroAAıS tiv I Kal
TcAeiM, fjLeydküiv Kal Kok&v iv avT& yevdpevos ’^TTT^/SoAoy.
t I obv Koikdeı keyeiv evbaCp.ova tov kot dperrjv TekeCav 15
«S ivepyovvTa Kal roîs İ ktos âyaûoîs Uav&s Ki)^opr}yrip.4vov
jjLrj TOV Tvy^dvTa yjpovov okka rcAetoı; ^io v / ^ Ttpoaöereov
Kal /3i(ûa6pevov ovrto Kal Tekem^aovra KaTo. kdyov; iıreıb^
To pekkov â<j>av4s ^pıv iarLv, Trjv eibaıpovCav bi Tİkos Kal
Tekeıov rldepev TrdvTTf TrdvToos. el ö’ ovr<o, paKaplovs ipovpev 16
20 T&v C&vTüiv ols vTtdpyeı Kal {nrdp^eı r â keyjSevra, paKapCovs
ö’ dvdp&TTOVs. Kal TTepl pev toİjt< üv iırl too-ovtov bmpCaöü).
Tas öe T&v dtroydvuiv vuyas Kal t &v <f>Ck<ûV dTrdvToûv to X I.
pev prjboTiovv avp^dkkeaOaı kCav a<f>ıkov (paiveTaL Kal
rats ötî^aıs ivavrtov' TTokk&v ö^ Kat 'navToias iydvroiv bıa- 2

33. al om. K** 35. r i ante ^av\a om. L** 1101* 8. re K**:
om. I.** 10. oi>5’] oSO" L**: otfr€ K** İS. icrıv add. K ’ 21.
5’] 8’ &1İ r c l fort. Asp.
18

soylu ve yüce gönüllü olduğundan pek çok önemli talihsiz­


liklere göğüs gerdiği için, güzellikleri panidar. O halde
dediğimiz gibi, yaşamda önemli olan etkinliklerse, kutlu
kişilerden hiçbiri sefil olmaz; çünkü hiçbir zaman nefret
uyandıran, kötü bir şey yapmayacaktır. Çünkü gerçekten iyi 35

ve aklı başında kişinin, talihinin cilvelerine onurlu bir llO la

şekilde katlanacağını ve elindekileriyle hep en iyi şekilde


davranacağını düşünüyoruz, tıpkı iyi kumandanın, bulun­
duğu ordugâhı savaşa en uygun şekilde kullanması, iyi
ayakkabıcının da ona verilen derilerden en iyi ayakkabıyı
yapması gibi, tüm öteki sanatçıların da. Bu böyle ise, mutlu
kişi hiçbir zaman sefil olamaz, ama Priamos'un başına
gelen başına gelirse kutlu da olamaz. Aynca mutlu kişi
kılıktan kılığa giren, kolay değişen bir kişi de değildir; ne
mutluluk ne de başına gelebilen talihsizlikler durumunu
değiştirebilir, ancak çok ve büyük talihsizlikler bunu yapa­ 10

bilir; böyle olunca da kısa zamanda değişip yeniden mutlu


olamaz; olabilse bile, bu uzun bir zamanda büyük ve güzel
şeyler başarması sonucu olur. O halde gelişigüzel bir süre
için değil, yaşam boyu amacını kendinde taşıyan erdeme 15

göre etkinlikte bulunan ve dış iyilere de yeterince sahip


olan kişiye mutlu dememize engel olan bir şey var mı? Yok­
sa, gelecek bizim için belirsiz olduğundan, mutluluğu da
her şey için her bakımdan amaç olarak ve kendisi amaç ola­
rak koymuş olduğumuzdan; buna “ve böyle yaşayacak ve
söylediğimiz şekilde ölecek olana” diye eklememiz mi gere­
kiyor? Bu böyle ise, yaşayanlardan bu söylediklerimize sa­
hip olanlara ya da sahip olacak olanlara kutlu diyeceğiz; an­ 20

cak onlara kutlu insanlar diyeceğiz! Bunlar üzerinde de bu


kadar yeter. Torunlann ve dostların tümünün talihlerinin
hiç etkisi olmadığı da pek uygunsuz ve kanılara ters
görünüyor; ama olan bitenler öylesine çok ve çeşitli
I. II— la. 19

<f>opa,9 T&V oviA^aıvovTfûv, Kal t &v fiâkkov arvviKvovfif- 25


vtûv râv 5’ fjTTOVi Kad* ^Kaarov fikv btcuptîv fioKpbv Kal ott€-
pavTov <l>aiv€Taı, Kad6 \o v 6c Acxöcv Kat nuTT<f tox’ biv
<i İKav&s fx°^* »caöd'Trcp Kat rû v ırepl avrbv â.TV)(rj~
p.6r<ûv Ta ftcr lxjeı r ı iSpîOos Kal poırrıv tıpos rbv fiCov tA
6’ İ\a(j>pOT€pOtS €01 K€V, OVT(û Kal Ta Ttepl TOVS <f>CKoVS opLoCoi^S 30
4 &TTapras, öıa^c/jcı 6c t &v vad&v ^Kaarov ırcpı (^&vras r\
T€\€xrrqo'avTas avfi^aCveıv Tto\v p,â\kov rj r a •napâvop.a
Kal btıva ırpovTrâpyfiv iv raîy Tpay<p6iais t) ırpdiTeadaı,
5 av\X.oyıareov 8^ Kat TaijTr]v t^ v bıa<f)op6.v, pâ W o v 6’ Îccüs
To bıaiTopeladaı ırcpı rovy KCK/LtT^Kora; cî tivos âyadov koivu)- 35
vovaiv ^ T&v âvTiK€ipiv(ûv. İotK€ yap İ k toIİtcûv ei Kal buKveî- 1101 *■
ra t vpbs avTohs otiovv, eîr’ âyadov cîrc ToivavrCov, â<f>avp6v
Tt, Kal piKpov rj av\& s rj İKfivots cîı»ot, cİ 6c prj, too-ovtov
yc Kal ToıovTov <S<rrc rroıdv evbaCpovas tovs pr] SvTas
6 prjb^ TOVS ovTas â^aıpeıadaı t 6 paKİpıov, <rvppâXXecr6aı 5
p iv oZv rt <f>aCvovTaı toîs KiKpr\K6<nv al eiırpa^Caı t &v <f>C-
Xü>v, 6poi(ûs 6^ Kal al bvaırpa^laı, Toıavra bi koI
Kavra <S<rrc p^rc rouy eibaCpovas p ^ ei/baCpovas ıroulv prjr*
okKo T&v TOlOİ^TtûV ptjbİV.
X II, Aıo>pıorp4v(ûv bl toiStchv i'tnaK^y^&pfda vfpl Trjs cv6o t - 12
povCas TTÖTfpa t &v ittaıviT&v iarlv ^ pSiKKov t &v TipUûV
2 bfjkov yap 6rt t &v yc bvvâpttav ovk I otiv. <f>aCverai 6^ vav
TÖ irraıveTÖv r y ıtoı6v r t cTvat Kal rrpos r t ırös ivaı~
Vfîaûat' Tbv yâp bCKaıov Kal t 6v âvbpeîov Kal SKats tov
âyaûdv rc Kal r^ı; hper^v iıraıvovpfv 6tâ ra s vpâÇeıs kqX rd 15
İpya, Kal tov l<rxypbv 6^ Kal tov bpoptKov Kal t &v &X\mv
İKaarov ry rroıov n va rrefpVKİvaL Kal lx^^^ rrpbs iya-
8 66v rt Kal <nrovbaîov. bfj\ov 6c tovto Kal İ k t &v rrepl Tobs
84. ra4rp L'’ r 1101^ 2 . ^\aû)piv : fort. ipavp6v 15. r<
add. K** t4 koI t 4j Tpd^tıs L** M* F 18. 84 add.
ly

olduğuna göre, bazılannın da daha çok, bazılannm ise daha


az başa geldiğine bakılırsa, bunları teker teker ayırmak
uzun, sonu olmayan bir iş olarak görünüyor; ana çizgileriyle
genel olarak dile getirilmeleri galiba yeterli olur. Eğer başa
gelenlerde yaşayanların ya da ölülerin başına gelmesi arasın­
daki fark, trajedilerde suçlann ve felâketlerin daha önce
ya da o sırada işlenmesi arasındaki farktan daha büyükse 30
—tıpkı kişinin başına gelen talihsizliklerden kiminin ağır
basıp yaşamının yönünü değiştirdiği, kiminin ise daha hafif
göıündüğü gibi; ki bütün dostlann başına gelen talihsizlik­
lerde de bu böyle oluyor—, bu farkı da düşünmeli; belki de
daha çok ölülerin iyi ya da teı:si bir şeyden pay alıp almadık-
lan soruşturulma İl. Söylediklerimizden öyle görünüyor ki, 35
onlara ulaşan bir şey varsa, bu, ister iyi ister tersi olsun, ya llO lb

kendi başına ya da onlar için önemsiz ve küçük bir şey


olurdu; öyle değilse bile, mutlu olmayanlan mutlu kılacak,
mutlu olanların ise bu mutluluklannı ellerinden alacak dere­
cede ve nitelikte olmazdı. Dostlarının iyi ya da kötü durum­
da olmalarından ölülerinin de bir dereceye kadar etkilendiği
görünüyor, ama bu etkilenme, mutlu olanları mutlu olmak­
tan çıkaracak ya da böyle bir etki yaratacak nitelikte ve
derecede değil.

Bunlar belirlendiğine göre, mutluluğun övülür şey­


lerden biri mi, yoksa daha çok değerli şeylerden biri mi
olduğunu araştıralım; olanaklardan biri olmadığı açık.
Övülür her şeyin, belirli bir özelliği olduğu için ve bir şeyle il­
gisi bulunduğu için övâildüğü görünüyor; adil insanı, )âirek-
liyi ve genel olamk iyi insanı eylemlerinden, erdemi de eser­
lerinden dolayı; güçlü kişiyi, hızlı koşanı ve bu gibi her kişiyi 15
ise, doğuştan böyle olduğu için ve iyi ile erdemli bir şeyle
belirli bir ilgisi olduğu için övüyoruz. Bu, tanrılara dizilen
20 I. 12— 13-

0€oî>s İTTaCvoiV' yc\oîoı yhp <f}alvovTaı ırpos Tfpas ava<fi(po-


20 pevoı, TovTo 8^ trvp,/3aiv€i 8ta t 6 yLve<rûaı toİ/9 itTaCvovs 8ı
&va<f)Opas, &(T'nep ^l’nbp.tv. el 8 ’ icrrlv 6 ^ıratros râ v toiou- 4
Tü)V, brjKov oTi t &v ipio'Toiv ovK iaTiv İıraıvos, a W a /iet^ov
Tl Kal )9^\tiov, Kaûd-ırep Kal <f>a(v€Taı‘ tovs T€ yap Oeovs
pLaKapCCopLfV Kal evbaıpLOvCCop-ev Kal t &v dvbp&v tovs 6eıo-
25 Ttirouy [/ütaKap^^o/ut€v]. SpoCoiS 8 ^ Kai t &v dyadatv' ovbeıs
yap T^v €vbaıp.ovCav iıra ıvd Kaddırep rd bUatoVy aXA’ «s
dcıÖTepâv Tl Kal fi4Xrıov piaKapCCet- boKet be Kal Kvbo^os r>
Ko\&s avvr]yoprj(raı ırepl t &v ip ıa reıa v Tjj ^bovfj' t 6 yap p.rı
iıraıveîaâaı t&v dyad&v oZcrav p.r\vveıv <SeTo oti KpeÎTTov 4cm
30 T&v iıraıveT&v, toiovtov 8’ eîvai tov 0ebv Kal TayaSov' Trpos
TavTa yap Kal TdW a âva<f>4pear6aı. 6 piev yap eıtaıvos ü
TTjs dpeTrjs’ ııpaKTiKol yap t &v koK&v cltto TavTrjs' tu 8’
4yK&p.ıa T&v 4py(av opoCcûs Kal t &v ar(np.aTiK&v Kal t &v
yjrvy^i-K&v. d \ \ a Tavra p.ev îaois oİKeıOTepov e^aKpıŞovv 7
35 Tols rrepl ra 4yK&p.ıa TreTTovrjpevoıs' fjpîv b4 brj\ov İ k t &v
1102 * elpr\pev(üv oti iarrlv fj evbaıpovla t &v Tip.C(i>v Kat reKeıtov.
loiKf 8’ oijT(as 4x^eıv Kal bıd rb eîvai âpx^rj’ ravryjs yap 8
xdptv ra Koııra rrivra Ttâvres ırp(İTTop.ev, tt}V dpxvv be
nal TÖ aÎTiov t &v dyad&v rCpttov Tl Kai 6elov TCdep.ev,
13 ’E ır e ı 8’ 4arriv v evbaipLOvCa kvepyeid n s K ar X I I I .

dperrıv T e\eıa v, rrepl dperrjs km aK eıtTİov h v eır\‘ racya ya p


ovrcos d v ^ İ K tiov Kal Tiepl rijs evb a ıp o vla s 6e(t>pri(raıp.€v. boKeî 2
b 4 Kal
6 Kar* â \i] 0eıav ttoAitikos ırepl ravTtjv ptâkuTTa ttcito-
vrjaOat' ^ o d k e r a ı y a p tovs ttoAiVos d ya û o vs TToıeîv Kal t &v
lo vopLtûv vm \Koovs. ırapabeıypta bk tovt <ûv 4\opiev tovs Kprjr&v 3
Kal AaKebaıptovCuyv voptoOeTas, Kal e t rıv e s ^repot toiovtol

25. fieucaplCofity sedası (auctore Susetnihlio) 26. rh om. pr. K**


29. Kptlrruy K»> M>> 1102» 5. d L** T 6. fit) add. K** Asp.
9. âya$oht r o iıt T o K İr a s K’*
20

Övgülerden de belli; bunlar bizle ilgi kurularak dizildiğinde


gülünç görünür ve bu da, dediğimiz gibi, övgülerin bir şeyle 20

ilgi kurularak yapılmasından ileri geliyor. Övgü böyle


şeylerle yapılıyorsa, açıktır ki en iyi şeylerin övgüsü olmaz,
onlara daha önemli ve daha üstün bir şey yapmak uygun
düşer, öyle de oluyor; nitekim tanrılan kutlu ve mutlu sayı­
yoruz, insanlardan da en tannsal olanlan. İyi şeyler 25

konusunda da böyle yapıyoruz; nitekim hiç kimse mutluluğu


adil olmayı övdüğü gibi övmez, daha tannsal ve daha iyi bİr
şey olarak onu kutlu sayar. Eudoksos^’un da, birincilik
ödülünü hazza vermeyi savunması yerinde göıünüyor;
çünkü o, hazzın iyi şeylerden olduğu halde övülmemesinin,
övülen şeylerden daha iyi bir şey olduğuna işaret ettiğini
düşünüyordu, tann ve iyi ise böyle şeylerdir; çünkü diğer 30

şeyler bunlarla ilgi içine sokulup övülüyor. Övgüsü yapılan


erdemdir; iyi eylemler de ondan kaynaklanır; övgü şiirleri
işler için söylenir —eğerek bedensel gerek ruhsal işler için.
Ama bunların böyle olup olmadığını araştırmak belki övgü
konusuyla uğraşmış olanlara daha uygun düşer. Daha önce 35

söylediklerimizden bizim için açıktır ki, mutluluk değerli ve 1102a

kendisi amaç olan şeylerdendir. Bunun böyle olduğu, mut­


luluğun ilk şey olmasından da gönlinüyor; çünldi hepimiz
bütün öteki şeyleri onun uğruna yapıyoruz; iyi şeylerin
başını ve nedenini de değerli ve tannsal bir şey olarak kabul
ediyoruz.

Madem mutluluk, mhun, kendisi amaç olan erdeme uy­


gun bir etkinliği, erdem konusunu araştırmalı; bu şekilde
belki mutluluk konusuna da daha iyi bakmış oluruz. Ayrıca,
gerçeklen siyaset adamı olan kişinin, mutluluk konusuyla
özellikle uğraştığı düşünülür; çünkü o, yuıtlaşlan iyi kılmak,
yasalara uyan kişiler yapmak ister; bunun örneği Giritli ve 10
Lakedaimonialı yasa koyucular ve varsa benzeri başkaları
I. 13- 21

4 yfy€vr}PTaı. 5^ Tr)S trokiTiKjjs ftrrlv rj ctkÎ ^ is avrr}, bijkov


5 on yivoiT âv ff (ijnj<rıs Kara r^v ^PXV^ Trpoaipta-ıv. ırtpl
İLp€Tİjs 5c ^ırı<rıc€irTCoı; dp0po>ırıvıjs bfjkov o n ' koI yap raya-
66v avdp<ûTuvov ^CqTovp€V Kal rrıv tvhaıpoviav avdp(ûTtivr\v. ıj
6 ap€Trf» öc \4yop€V âvdpoiirCvrıv ov rrıv rov a’aparos a W a ri]v
rfjs ^vyrjs' Kal rrjv (vdatpovıav 5^ ^IfV^rjs ivipyeıav \ i -
7 yop€v> cî Ö6 raû 0* ovrcûf brjkov o n bel rbv ttoAitikov
elbevai ıruis ra Trepl <o<r7rcp Kal rov u<f)da\povs 0(-
paıt€v<rovTa Kal Kav (^roy <r<Hpa, Kal pakkov oaco rıpuarepa 20
Kal ^ekri<tiv fj KokınKrı rrji larpiKrji' t <Hv 5’ larpS>v oi ya-
pievT€S Kokka Kpayparevovraı Kcpl tov crtiJ/iaros yv<â-
8 <rıv. dfuipr\TÎov 6tj Kal rÇ KokıriKİp K€pl âeoiprjriov
be TOVT<av \&pw. Kal c<^’ o<rov Uayûs Kpos rd C^tov-
peva' t 6 yap İ ki Kkeîov i^axpı/3ovv ipyüibforepov ıcrcos iarl 35
9 TÛv KpOKeıpÂvıov. keyeraı be Kepi a ir r js Kal iv rots i$(u-
repiKOÎs k oy oit âpKovvrofs İv ıa, Kal yprıcrreov avrols' oîov t 6
10 pev akoyov av rfjs eıvaL, rd 6c koyov e\o v . r a v r a be k 6-
repov bıtopıaraı Kadâıtep r a toO crutparos p op ia kcu ko.v rd
pepıoTov, rj r<p koy<o bvo ^orly a^tdpıorra Ke<j>VK6ra KadİKep 30
ev rfj Kept<f>epeC(^ rd Kvprdv x a l rd Koîkov, ovûev bta<pepeı
11 Kpds ro Kapov. rov akoyov be rd p iv eoiKe Koıv<p Kat <l>v-
riK^, kiyo) bi rd aİnov rov rpe<f>ea-0aı Kal av^ea-Oai' rrıv
roıaljnjv yap b'vvapıv rijs y}n))(rjs iv aKacrı roXs rpeij>ope~
voıs 6eir\ n s dy Kal iv rots ip^pvoıs, rrfv airr/v be ravrrjv 1102
12 Kal iv ro îs reketoıs' evkoydrepov yap rj âkkıjv n v d . rav -
rtjs p iv ovv Koıvrj n s aperıj Kal ovk avâptoKİvi] (ftaCveraf bo-
KCÎ yap ev ro îs vKvoıs evepyeîv p d ^ 'r r a ro pdpıov rovro Kal

13. yiyoır K**: yiyoır* vuljy. lÖ. 4\X4J «cal K** 11). ıj/vxvf
K** : vul^. Bfpamöoyra K** F 20. rh add. Ram.sauer
21. T«K t* larpSy] koI rûy larpûy S" L*‘ T 26. Si] Si leal K**
U02'> 3. iyOpuiTiKİt T.** M**
21

olabilir. Ve eğer bu araştırmayı yapmak siyasete düşü­


yorsa, açıktır ki, soruşturmamız baştaki tercihimize uygun­
dur. însansal erdemi araştırmamız gerektiği açık; gerçekten
de insansal iyiyi ve insansal mutluluğu soruşturuyorduk,
însansal dediğimiz erdem ise bedenin değil, ruhun erdemi- 15

dir; mutluluk da ruhun bir etkinliğidir, dedik. Bunlar böyle


ise, nasıl göz doktoru gözleri tedavi etmek için tüm bedeni
bilmek zorundaysa, siyaset adamı da ruh konusunu bilmeli,
hele siyasetin tıptan daha değerli ve daha iyi olduğuna 20

bakılırsa, daha da çok bilmeli; doktorların yol yordam


bilenleri ise bedenin bilgisini edinmek için pek çok uğraşır­
lar. O halde siyaset adamı ruh konusunu ele almalı, üstelik
bunlar uğmna ele almalı, hem de soruşturduklarımız için
yeterli olacak kadar. Bunları daha fazla araştırmak, şu anda 25

yapmayı düşündüklerimizden galiba daha fazla iş gerek­


tiriyor. Ruh konusunda, herkese açık derslerimizde bazı
şeylerden yeterince söz ettik; bunları da kullanmak gerekir:
Sözgelişi mhun bir yanının akıldan yoksun, bir yanının da
akıl sahibi olduğunu. Bu iki yan, acaba bedenin öğeleri ve
bölünebilir olan her şey gibi bir sınırla aynlıyor mu, 30
yoksa, dairedeki içbükey ve dışbükeyde olduğu gibi doğal
olarak ayrılamaz oluj3, yalnızca sözel olarak mı ikidir?
Bu nokta şu anda konumuz için önemli değil. Alcıldan
yoksun yanın bir kısmı bitkilerle otlak görünüyor, bundan
da beslenme ve bü^âime nedenini kastediyoıum; ruhun
böyle bir olanağının bütün beslenenlerde, ceninlerde bile 1102b
bulunduğu, ama bu aynı olanağın, gelişmesini tamamla­
mış canlılarda olduğu kabul edilebilir; başka bir olanak
değil de bunun olması daha akla yakın. Bu olanağın oıtak
bir erdemi, insansal olmayan bir erdemi olduğu görünüyor.
Nitekim uylcuda bu yanın ve bu olanağın en çok etkin olduğu
22 I. 13-

5 i/ dvm/xi9 avDj, 6 8’ âyaöös koi KaKÖs ijKKrra bıâbrf\oı KaÖ'


vTtvov (o6iv <j)a(rlv ovbiv bıa(f>(p€iv t6 ıjfÂUTV tov piov tovs
cvbaipLOvas tû>v a6Ki<av’ cvfi^aCveı 8 e tovto cİkotohs' âpyCa 13
yap €<TTLV o vTTvos Tİjs i] KiyiTaı (nrovbaia kcll ^avKrı'^,
tt\İ] v il p.ij Kara puKpov Kal buKVOvvrai Tivis tûv Ktr^crecüi/,
lo KOI ravTi] I3€\ tl(û yîviraı ra (ftavTaa-pLara tG>v İT!ui,kS>v t) t&v
TvyovToiV. a\K a TTtpl piv tovt<i>v &Ki 9, Kal to OpiirriKor 14
taTiov, iTTiibiı Tf}9 avOpoûTriKTjs apeTİjs ap-oıpav ttİ^ vkİV.
€01K€ 8e Kal akkıj Tts (^vtrts tt)s' yj/v^V^ akoyos elı/aı, p.e- 15
Tc'youo-a p.ivTOi ttjj Xoyou. tov yap eyKparovs Kal aKparovs tov
15 Aoyor koi tt; ç ^/^vx^JS to Aoyoı; €\ov i-naıvovp.iv' 6p6&s yap

Kal İ ttI r a /JcArurra ırapaKakiî' <f>aCviTaı 8 ’ h avToîs


Kal aAAo rı ırapa tov koyov iTiifiVKOS, o p.âyiTaı Kal
ui'TiTiiviL r<3 koyo). dre^vûs yap KaOdırep rd Trapakekv-
pLiva TOV aıopLaTos p.dpıa eıs ro bi^td Trpoaıpovp.ivoıv Kivrjo'aı
20 Tovvavrlov eı? ra dptcrrepd ırapa^eperat, icat eırt rijs

ovTois' cTTi TavavTİa yap al 6pp.ai rtSı/ aKpaT&v. dAA ey 16


Tots (T<âp.acn p.€v opw/xey ro ı:apa<^ip6p.ivov^ eırı 8e rıjç x/ı^u-
X^s ovx opâp.€v. 10-0)9 8 ’ ov8 ey ^ tto v Kal ev -nj yjfvxfl vop.ı-
(TTiov iivaC TL Tropa tov koyov, ivavrıovpnvov rouro) k o i dyrı-
25 îialvov. 77ÛJÇ 8 ’ iTipov, oo8 ey Sıacjbepet. Adyou 8e Kal tovto 17
f/)aıyerat piTÎ^^LV, djo-nip eiTro/ney Treıdap^iî yovv r<3 Ao'yoı
ro roû iyKpaTov9 — e n 8’ ıcrcüs ivtjKO^Tfpov eorı rö roC aco-
<}}povo9 Kal avbpeioV ırdyra ydp 6p.o^)0)Vii roı Adyo). (f>aU’€TaL 18
87 / Kal ro oAoyoy Sırro'y. rd pıey ydp <\>-vtlkov ovbapL&9 Koıvo)-
30 yeî koyov, to 8’ iTTLÖvpLrjTiKÖv Kal oAcos' opcKTiKOV fte re x e ı

Trcüç, 7; KaT-i]Koûv eorrty adroı! ko I TnıdapyiKOV' o u r c ı) 8^ K al

roû ıraTpos Kal t S>v (f)Lko)v <^ap.iv exety koyovy Kat oır^

* / M*' Asp. : f t ırp vulp. Kal ad d . K** 14. fitııroı] f ify L**
M*' r &Kparovs Kal iyKparovs K** M** F 17. /ıd^eraı L** F: /tıd-
X«Tof T€ K*’ M*" 22. om. K** 27. rb prius om- K''
düşünülüyor. İyi ile kötü insan uykuda pek az belli olur
(bundan dolayı, yaşamın yansında mutlu kişiler ile sefiller
arasında bir fark yoktur derler; bunun da böyle olması
doğaldır, çünkü uyku, ruhun erdemli ya da fena denilmesini
sağlayan etkinliğine ara vermesidir), bazı hareketlerin
pek az derecede [ruha] ulaşması dışında, ki bu şekilde
doğru® kişilerin düşleri sıradan kişilerinkinden daha iyi olur. 10
Bu konuda bunlar yeter, besleyen yanı bir yana bırakalım;
çünkü onun, doğal yapısı gereği, insansal erdemde payı yok­
tur. Ruhun akıl sahibi olmayan ama bir şekilde de akıldan
pay alan bir başka doğal yanı var görünüyor. Nitekim
kendine egemen olan ve egemen olmayan kişinin aklını, ru­
hun akıl sahibi yanını överiz; çünkü o, doğru bir şekilde en 15

iyi şeyleri teşvik eder. Ruhun kısınılan arasında bir de doğal


olarak akla aykırı olan, akılla çatışan ve akla karşı çıkan bir
başka yan da var göıünüyor. Tıpkı, nasıl sağa doğru hare­
ket ettirmek istendiğinde, bedenin felç olmuş öğeleri, tersine
sola doğru yöneliree, ruhta da böyle olur. Nitekim kendine 20
egemen olmayan kişilerin itilimleri onlan ters yöne doğm
yöneltir. Ne var ki bedende bu ters yöne gitmeyi görebiliyo­
ruz, ama rulıla ilgili olarak göremiyoruz. Yine de belki
ruhta da akla aykırı olan bir şeyin, akla karşı çıkan ve ona
ters yönde giden bir şeyin olduğunu düşünmek gerek; bunun
ne şekilde farklı olduğu ise önemli değil. Bunun da dediği­ 25
miz gibi, akıldan pay aldığı görünüyor. Kendine egemen
olanınki hiç olmazsa akla b o ^ n eğer, yiğit ya da ölçülü
kişininki ise daha çok aklın sözünü dinler belki; çünkü
bunlarda her şey akılla uyum içindedir. Demek ki akıldan
yoksun yan da ikili göı-ünüyor: Bitkisel olan, akıldan hiçbir 30
şekilde pay almaz; arzulayan ya da genel olarak iştah duyan
yan ise, aklın sözünü dinlediği ve ona boğun eğdiği zaman,
akla bir şekilde katılır, babamızın ya da dostlanmızın bize
akıl vermesinden söz ederken böyle bir şey kastediyomz.
I. 13—11 23

uta-nep t&v padr\paTiK&v. OTt bi TJvköcraı' wûjs vttö Koyov


ro âkoyov, pr}vvfi Kal fi vovdİTtıa-tg K a l ıracra (TnTlprjcrls re
19 Kal T:apaK\r\<ns. el be XPV tovto <f>âvaL koyov İ\eıv, U 03'
biTTOv lorraı Kül ro Aoyoı^ Kvpim Kal ^v avroî,
ro 8’ w(TTTep rov ırarpof aKOvariKov rt. bıopiCeraı be Kal fj
aperfı kuto. tt/v bıa<f>opav rairnıv’ keyopı^v yap avT&v rasr
p.ev bıavorfTiKOS ras b^ rıdiK&s, aoipCav pev Kal crvvea-ıv 5
KoX (f)p6vr]arıv bıavorıriKas, ekevdepıorrjTa be ko.1 aoi(f>po(ruvr\v
^dtKİs. keyovres yap ırepl rov fjdov9 ov keyopev Srt ao^Ö9 fj
avveros âkk* o n ırpâos ^ ati^ponv’ ^Traıvovpev 8^ Kal rov
ao(f)dv Kara rfjv r&v ^^eoiv 8e ra? ^Traıı/era? âperas
keyopev.

B.

A ırr^ ç 8?j t^ î âperfjs ovcrqs, rijs pev b(.avoT)TLKtjs tt} s


be rjdiKTİs, f) pev bıavor]nKf] ro Trkelov eK bıbaa-Kakias İx^'’ '5
Kal TfjV yevecrıv Kal ti)v av^rıaıv, bıoırep ipTreıpıaa beîraı
Kal xpovov, fj 8 ’ fjdiKij e f İBovs ıtepıylveraiy o6ev ko.1 rovvopa

2 ^oyrjKe piKpbv napeKKklvov âırb rov eûovf. e£ o5 Kal brjkov


o n ovbepla rû v ^diK&vJipeT&v <J>V(reı fjpîv eyyiveraf ovO'ev
yap T&v <l>v(reı oifT<av 6.kk<t>s idl^eraı, oîov o kCdos <f>ija-eL 20
Karon (fnepopevos ovk İ lv kBıadeıt] &von <f>epe<rdaı, ovb' h.v pv-
pıaKis avrbv edCCjj rı? âvoo pnrr&Vy ovbe ro TTvp Karon, ovo’
3 aXAo ovbev r&v akkois Tre^UKortoj; akkojs hv edıaOeLrj. ovr
apa tfnifareı ovre ■ napa <^va-ıv kyyivovrai ai 6,peral, âkka
Tre<f>VK6crı pev fjplv be^acrOaı avrâs, rekeıovpevoıs be bta rov 25

4 löouî. Irt baa "pev (fnva-eı fjplv ırapaylveraı, ra? bvvâpei9

34. vSıra] ırâffa rı K** 1103* 3. ti om. 7. K<û K** T


14. Sil Susemihi: 8i codd. 15. »•A«r<rToi'M** F 18. ıropry-
K\îvoy K** 22. «brhy om. K** M** F
23

matematikçilerin kanıt vermesini değil. Öğüt verme, her tür­


lü yerme ve teşvik etme de akıldan yoksun yanın bir şekilde
akıl tarafından ikna edildiğini belirtmektedir. Eğer buna da
akla sahip demek gerekiyorsa, akla sahip olan yan da ikili 1103a

olacaktır: Biri asıl ve kendisi akıl saliibi olan, öteki ise baba­
nın sözünü dinleyen [akıl alan] yan anlamında. Erdem de bu
ayırıma göre belirlennıel\tedir: Kimi erdemlere düşünce
erdemleri, kimine de karakter erdemleri diyoruz, bilgelik,
doğru yargılama, aklı başındalığa düşünce erdemleri;
cömertliğe, ölçülülüğe ise karakter erdemleri diyomz. Nite­
kim birinin karakterinden söz ederken, onun için bilgedir
ya da doğru yargılama gücüne sahiptir demiyomz, sakindir
ya da ölçülüdür diyoruz. Ama bilgeyi de sahip olduğu huy
bakımından ö\tiyonjz; huylardan övülenlere ise erdemler
diyoıuz. 10

îldNCİ K İ T A P
Biri düşünce erdemi, diğeri ise karakter erdemi olmak
üzere iki tür erdem vardır. Bunlardan, düşünce erdemi 15
daha çok eğitimle oluşur ve gelişir, bu nedenle de deneyim
ve zaman gerektirir; karalrter erdemi ise alışkanlıkla edini­
lir, adı da bu nedenle küçük bir değişiklikle alışkanlıktan
[‘eihos'tan] gelir. Bundan apaçıktır ki karakter erdemlerin­
den hiçbiri bizde doğa vergisi bulunmaz; çünkü doğal
olarak bir özelliğe sahip olan hiçbir şey başka türlü bir
alışkanlık edinemez, örneğin doğal olarak aşağı doğıu giden 20
taşı, biri onu binlerce kez yukarı doğru atarak alıştırmaya
çalışsa bile, taş >ukan doğru gitmeğe alışamaz, ne de alev
aşağı doğrti gitmeğe alışabilir, doğal yapısı gereği başka tür­
lü olan hiçbir şey de başka türlü bir alışkanlık edinemez. De­
mek ki erdemler ne doğal olarak ne de doğaya aykın olarak
edinilir; onlan edinebilecek bir doğal yapımız vardır, alışkan- 25
lıkla da onları tam olarak geliştiririz. Bunların olanaklarını
24 II. I.

totÛTİüv TtpoTfpov KoıiLCofieOat vorrepov be ras evepyelas âırobC-


bop.fv (oır«p ^ul r«ı» ai(rdjj(rea>v bijkov' ov yap İ k tov •jro\-
\6. kis Ibeîv fj TrokkÛKLs hKOva-aı ra s ala-öı^a-eıs i\âl3op.ev,
30 aAX’ avİTTokıv ixprja-6.p.eda, ov xpT}(râp.evoı lo^o-
p.ev)‘ ray b* aperas Kap,^âvop.ev ivepyq(ravTes Ttporepov,
ua-ırep Kal iırl r<Sv âAAtov re^v&v' â yap bel paBovras
TTOtelv, ravTa ıroıoûvrey p.av9âvop.ev, olov olKobof.i.ovvre9 oİ ko-
bopLOi ylvovraı, Kal Ktdapi^ovres Kiöaptarai" o-örco br/ Kal ra
1103*’ pev bUaıa ırparrovris bCKatoı yıvopeOa, ra be a-<a<ppova
<r(û<f)povei, ra 6’ avbpela avbpeloi. p.aprvpel be Kal t6 yıvo- 5
pevov raîy ıroAco-ıv ot yap vopoOeraı roi>y TroÂ^ray ^61-
^oırres Trotov<rıv ayadovs, Kal ro pev ^o^kt]p.a Travros vop.o~
5 derov roOr’ ^otİv, otroı bi p.i) eî avro TTOiovaıv apapTİvovo'iv,
Kal bıa<f)€p€i TovTip Ttokvreia ırokiTelas âyaO^f <f>avki}s. 6
eK T&v avrâv Kal bıâ t &v avT&v Kal yıveraı Trâ<ra &per^
Kal (f>deCperaı, 6p,oia>s be Kal re^vrı' İK yap tov KiöapCCeıv
Kal oî iyaBol Kal KaKol ylvovTaı KiOapıarai. âvâkoyov
10 bi Kal olKobop.01 Kal ol koiTTol Trdvref İ k p.ev yap tov
ev oİKobopLeıv dyadol oİKobopoı ecrovrau^ e/c 8e rou KOKÛy
kokoL el yap /xq ovrtoy eı^ev, ovbev hv Hbeı tov bıbd^ovroy, 7
âkka TıdvTes dv kylvovro dyadol fj KaKoi. ovrm bf{ koI İ ttI
râv dpeT&v 'ifpdTTOVTes yap ra ev toîs <rvvakkdyp.aarı
15 toîs TTpos Tovs dvOptaTTOvs ytvdpLeda ot pev biKaıoı ol be abı-
KOL, ırpdırovrei 8e ra ev roty 8etvoty Kal 4dıCdpevoı fpo^el-
(TÛaı fj Oappelv oî jiev dpbpeloı ot 8e beikol. opoıtoy 8^ Kal
ra ırepl Tas ^mOvp.ias i\e t Kal Ta ırepl ray dpyds' ot jjiev
yap a-<i<f>poP€S Kal irpdoı yCpovraı, oî b* aKokaaroı Kal 6p-
20 yikoı, oî p,ip İ k tov ovTa>a-l ip avrols dpaoTpi(f)e<r0aı, oî be

34. HL**; î i vulg. 1103*’ 6. a&rA K** r 7. Kal antc-yrı/eTa*


om. K** Asp. 9" fort. secludendum kokoI K** : oi kcuco\ vulg.
17. 4) om. K‘
24

daha önce taşıyoruz, daha sonra da etkinlikleri gerçekleştiri-


yomz (bu, du^^lar konusunda açık; biz birçok kez görmek­
ten, birçok kez duymaktan bu duyulan edinmiş değiliz, ter­
sine onlara salıip olarak kullandık, kullanarak sahip olma­ 30
dık). Erdemleri ise, öteki sanatlarda olduğu gibi, daha önce
etkinlitae bulunarak ediniriz; çünkü öğrenip yapmamız ge­
reken şeyleri biz yapa yapa öğreniriz, örneğin ev yapa yapa
mimar, gitar çala çala gitarcı oluyorlar; bunun gibi adil şey­
ler yapa yapa adil insan, ölçülü davrana davmna ölçülü, yi­ 1103b
ğitçe davrana davrana da yiğit insanlar oluruz. Kentlerde
olan biten de bunu doğruluyor, yasa koyucular yuıttaşlan
alıştırmakla iyi kılarlar, her yasa ko^mcunun istediği de bu-
dur; bunu iyi beceremeyenler amaçlanna ulaşmaz; iyi yöne­
timlerin kötü yönetimlerden farkı da işte buradadır. Ayrıca,
her erdem aynı şeylerin yapılmasıyla ve aynı şeyler aracılı­
ğıyla hem oluşur hem yok olur, her sanat da aynı şekilde:
Gitar çalanlar gitar çalmakla iyi gitarcı ve kötü gitarcı olur; 10

mimarlar ile öteki bütün sanatçılar için de bu böyledir; iyi


ev yapmakla mimar iyi mimar olacak, kötü ev yapmakla ise
kötü mimar. Bu böyle olmasaydı bunlan öğreteceklere
gerek kalmazdı, herkes iyi ya da kötü doğardı. Erdemler
konusunda da bu böyledir, insanlarla ilişkilerimizde eylem­
de bulunurken kimimiz adil kimimiz adaletsiz olur, tehlike­ 15
ler karşısında şunu ya da bunu yapmakla ve korkmaya ya
da yiğit olmaya alışmakla, kimimiz yiğit kimimiz de korkak
olur. Aızular ve öfkeler konusunda da durum böyle; çünkü
kimi bu konularda şöyle davranmakla kimi de böyle dav­
ranmakla ölçülü ve sakin ya da haz düşkünü ve sinirli olur. 20
II. 1—2. 25
€K Tov ovT<û<r(. Kal ^rl brı koytf ^ k râ v ofioCiov iv(py€LÜv al
S H$€is yivovTaı. bıb öet ras iv€py€iai ıroıav itTobıbovaL’
kotİ yap ra f roı/ro)V bıa<f>opas aKokovöovcrıv al ov
p,iKpdv oZv bı.a(f»4pfi TO oOroiS ^ ourtüç cvövs İ k veciv idC^^tcrdaı,
âkka TTOifjLiTokv, p.akkop b^ ro ırâv. *5
II. ’Eırcı obv fi ırapoda-a TrpaypLarcia ov d€<t>pCas fvcKa 2
€(rnv &(rır€p a l âkkaı (ov yap tva flb&p.fv H 4<rrw f} aperfı
(TKeTnoneda, akk' Xv &yaBo\ yeı/ci/ıeöa, ^ttcI ovbtv âv fjv
o<pekos avTjjs), avayKaîov e‘jna-K4\lfa<r$aı ra ırçpl ras
npâ^eıs, TTm iTpaKT4ov a v r i r avrat yap dtrt Kvpıaı Kal 3°
2 TOV ıroıas yivecrdat r o s e fe tj, Kadâ-nep dprjKaiiev. rb ptev oZv
Kara rbv opdov k6yov ırpam ıv Kotvbv Kal vttok^Co-Bü) — priBV'-
(TfTaı b' vcmpov rttpl avrov, Kal ri iarıv o 6p6bs Aoyoy,
3 Kal TT&s TTpös ro f akkas aperdf. CKtlvo 5c •npobıo-
p.okoy€t<r6(ja, brt ıras 6 rtepl r&v ıtpaKT&v \dyoy rvrttp 1104"
Kal ovK &Kpıfi&5 6^fCk(i Xey€<röoı, w<nr€p Kal Kar ap^as
tÎTTOfifv oTi Kara rfıv vkrjv ol koyoı dıraın^rcoı' rd 5’ 4v
raîg Trpd^eaı Kal ra avp.<f)4povTa ovbkv cott^kös
4 TTcp oû5c rd iyıeıvâ, roıovrov 6’ dı/ros rov KaddXov Xdyou, 5
crt fiâkkov 6 TTcpl TÛv Kad' ^Kaara koyos ovk 4xeı raKpı-
^4s' ovre yap vvb r4\vrıv ovd' vTth rtapayy^ktav ovbepLiav
TTiırreı, 5ct 6’ avrovs del rovf Trparrovras rd Trpöf rbv Kaı~
pbv aKOTTfîv, &(TTT€p Kal ^wl r^ç laTptKİjs ex « Kal
5 Kvfiepvr]TiKrjg. okka KuiTrep oırros roıovrov rov rcapovrog lo
6 koyov veıpar4ov ^or\6(lv. rrp&rov oZv rovro 0eo)pr;reoı;, 8rı
rd Toıavra tt4^ vk€v vtt ivbeîas Kal vTr€p^okrjg (fydeıpe-
ordaif ( 5eî yap vırep r&v 6.<f>av&v rols <f>av(poıg pLaprvpioıg

24. ti94mt K** 27. ri iarty v o^erj^] v iptrii ri K** 28. yi’
v^H*9a M** 29. iırıcKİ'^atrOtu L**: <TK^i>a(r0iu K**: iarı trKf^atfOat
r ; tu'€İfi aK^^curBaı M** 33. 6 om. K** L** 1104* 1. ırpaKrtaıy
K*'L‘»M** 8. wtp\ K*»
25

Tek cümleyle söylersek, benzer etkinliklerden huylar oluşur.


Bu nedenle etkinlikleri belli bir şekilde gerçekleştirmek
gerek; çünkü bunların farklarına göre huylar oluşuyor. De­
mek taa gençlikten beri şöyle ya da böyle alışmak ara­
sında az değil, çok büyük fark oluyor, daha doğrusu her
şey buna bağlı. 25

Şu anda ele aldığımız konu diğer konular gibi teorik


bilgi için olmadığına göre (erdemin ne olduğunu bilmek
amacıyla değil, iyi olalım diye araştırma yapıyoruz; yoksa
bunu ele almanın bir yararı olmazdı), eylemler konusunda
onları nasıl gerçekleştirmek gerektiğini araştırmak zorunlu;
çünkü dediğimiz gibi, huylanmızın nasıl olacağını da asıl 30

bunlar belirliyor. Sağ akla göre eylemde bulunmak ortaktır;


bu [hareket noktası olarak] kabul edilsin. Sağ aklın ne
olduğu ve öteki erdemlerle ilgisinin nasıl olduğu ise daha
sonra söylenecek. Şunu da eklemek gerekir ki, başlarda 1104a

“temellendirmeler eldeki konuya göre istenmeli” dediğimiz


gibi eylemlerden kesin olarak değil, biçimsel olarak söz et­
meli; eylemler ve yararlı olanlar konusunda ise hiçbir şey sa­
bit değildir — sağlığa yararlı şeyler konusunda olduğu gibi.
Genel olan konusunda temellendirme böyle olduğuna göre,
tekler konusundaki temellendirme çok daha az kesinlik
taşır; çünkü o, ne bir sanat ne de bir talimat konusudur;
tıpta ve kaptanlıkta olduğu gibi, eylemde bulunanlar hep
dutuma bakmalı. Ama şu anda üzerinde durduğumuz 10
sav, her ne kadar böyle bir sav ise de, onu desteklemeyi
denemeli, ilkin (görünmeyenler için görünenlerin tanıklığını
kullanmak gerektiğine bakılırsa) güç ve sağlık konusunda
26 II. a - 3 .
Xprj<r6aı) uınrep cırı Tİjs l<rxyos koI vyıcıas 6pâfi€V'
15 ToTC yap vTT€p^<xWovTa yvpLvia'ia Kal ra i\X€lırovTa
<f>de[p€i, Ti)v î<r\6v, 6p,oCcı>s 8c Kal Ta ıtora koi ra <rırıo
7rXc^ü) Kal İ \ İ ttcû yıv6p.eva <f>d€lpet t ^ v vyCfiav, râ 5c
aijppeTpa Kal ttoicî Kal av^eı Kal «rıp^cı. o{Jtû)Ç oİ p Kai 7
^7tI (Toi<ppocrvvT]s Kal avbpiCas c)(cı Kal t« i> âXX<üy i/jcTÛr.
20 3 TC yap TtâvTa ^(vyoiv Kal <f>ofiovp.€Vos Kal p.t]b€V vtto-
p,iv(iiv hfiKbs ylv€Taı, 5 tc p.rj8iv oktûS ^o^ovp,€vos- aK\a
Trpos TTavra /3a5ı^*o>v Bpatrvs' 6p,ol(ı>5 5c Kal o /ıcj/ ırâ-
<rtjs rjbovfjs İTTokaiJuiV Kal pLrjbfpıas &7r€\6fi€V05 âKtlka-
(TTOf, 6 8c Tratrav <f>evy<ûv, &<nt€p oi âypoiKOi, &vaCa‘0r]T6i
2 5 TIS'(jidelpeTaı 5t) aui^pooTJvr] ko.1 fj AvbptCa İTio tt)?
vTTcpŞokrîs Kol Trjs ikkc[\f/€(ûSt İ tto 8^ Trjs p.f<roTr]Tos aip-
^CTat. akk' ov p6vov al ycı/^acıs Kal ai^ı^aeıs Kal ai 8
<l)6opal ^K TÛy avT&v Kal imb t S>v avT&v yivovTaiy aAXa
Kal al kvipynaı iv toîs aİTOÎs İa-ovraı' Kal yap I ttI t &v
30 âAAcüy T&v <f>avepü>Tİp(ûv ovtoos c^cı, oîov İ ttI Trjs l<rx.vos'
yCv€Taı yap ck tov ırokk^v Tpo(f>i}v kapL/Saveıv Kal rrok-
kobs tt6vovs İTTopiveıVy Kal pLakıara hv biJvaiT avTo. TToıeîv
6 layypos» otÜto) 6’ excı Kal 4ırl tûi> bp€T&v' ck tc yap 9
TOV b.Ttiyjeaöaı t &v rıbov&v yi.v6p.e0a <r&<ppoveSy ko.1 yevo-
3 5 pevoı pÂkı<rra bvvâpeOa artiyefrOaı avr&v' 6po(<as 8c
1104'>KO.1 İ ttI Ttjs avbpeCas’ iOıCopevoı yap KaTaı^povelv t &v <^o-
fiep&v Kal İTTopeveıv avra yıvopeOa &vbpeîoı, Kal yevo-
pevoı p6Xıo-Ta bvvrjaopeOa vjropeveıv Th ^o^epâ. ^rjpeîov I I I .
8^ 8cî TtoıeıaOaı t &v e^ecav t ^ v imyıvop^vrjv rjbov^v ,rj k6-
5 'irrıv TOÎS İpyois’ 6 pev yap b.TTey6pevos t &v atopaTiK&v
fjbov&v Kal avT& to6t <o )(^a[pü)v or&<f>pcûV, 6 8’ iyOopevos

19. om. K** 24. ırâıravK^: vdtras vulg. 25. S^scripsi:


Si 4 K**: yhp i) vulg. 29. al om. K** Asp. 32. kv Myatr' airü
marg. K**; & Siraır' o5t 4 pr. K**: Siyaraı ravra vulg.
26

gördüğümüz gibi, “bu tür şeyler doğal yapılan gereği eksik­


lik ya da aşınlık yüzünden bozulur” savını araştıralım:
Nitekim aşırı ve eksik yapılan beden eğitimi gücü yıpratır; 15

aynı şekilde içki ve yemekler çok fazla ya da çok az olduğu


zaman sağlığı bozar, dengeli olduğu zaman ise sağlığı mey­
dana getirir, aıtınr ve korur. Ölçülülük, yiğitlik ve öteki
erdemlerde de bu böyledir. Her şeyden kaçan, korkan ve hiç­
bir şeye dayanamayan korkak; lıiçbir şeyden hiçbir şekilde 20

korkmayan, her şeyin üzerine giden cüretli olur. Aynı şekil­


de her hazzı tadan ve lıiçbirinden uzak kalmayan haz düş­
künü, yabanî gibi hepsinden kaçan ise duygusuz oluyor.
Ölçülülük de yiğitlik de aşırılık ya da eksiklik yüzünden 25

bozulur, orta olma ile korunur. Ne var ki, aynı şeyler ve aynı
şeylerin yapılması erdemlerin meydana gelmesini, artmasını
ve bozulmasını sağladığı gibi, [gelecekteki] etkinliklerin de
aynı şeylerden oluşmasını sağlar. Nitekim daha açık görü- 30

nen başka durumlarda da bu böyle oluyor, örneğin güç söz-


konusu olduğunda: Bol beslenmek ve bü^âik zahmetlere
dayanmakla güç meydana gelir, güçlü kişi de bunlan en çok
yapabilendir. Erdemlerde de bu böyle; bazlardan uzak kal­
makla ölçülü oluyomz, ölçülü olmakla da onlardan daha
çok uzak kalabiliyoruz; yiğitlikte de durum aynıdır; 35

korkutucu şeyleri önlemeye ve onlara karşı dayanmaya alış- ııcMb


tıkça yiğit oluyoruz, yiğit olmakla da korkutucu şeyler karşı­
sında daha çok dayanabileceğiz. Yaptıklarımızı izleyen haz
ya da acı, huylann belirtisi sayılmalı: Bedensel bazlardan 5

uzak kalan ve bundan hoşnut olan ölçülü, bundan yakınan


II. 3. 27

uK0\aaT 0 S, Kal o fxkv vırofjLev<ûv ra Setva Kal \alptav rj


\ vttovh€v6s ye aı/8/jeîoy, 6 8^ kvtTovfievos b€i\6s. Trepl
f/bovas yafi Kal kvıras iarlv rı r\diK^ âptrı/j’ bıâ pcv yap
TTfv ^bovTiv râ <l>avX.a ırpirropev, bıa 8e rrıv Kvmfv Tciv «o
2 koAûi' iiTi^oP’fOa. bıb 8eî rf^âaC ır<$>5 fvOvs İ k vftov,
6 nkârcıii/ <f>r)(rıv, âi<rr€ \aipeiv re Kal Xw7reî(röaı ols 8et‘
3 7j yap opÖTi Traıbeıa aÜTrj ianrLv. İti 8’ eZal aptraC eZorı ırepl
Trpo^eıs Kal itoÖjj, ıravrl 8e TTci^eı koI vâ<r(i ırpi^eı ?ıre-
raı Tibou^ Kal kvıtr), Kal 8ıa rovr’ hv etr] ^ âper^ Trepl 15
■1 rıbovas Kal k^Stras. pr\vvov<n 8e Kal al Kok6.<r€tî yıv6p€-
vat bıa TovTüiV Zarpeîat yap rıpis fla-ıv, al 8e larpeîaı
r* 8ıa T«j; ivaırriüiv Tr€<f>İJKa<rı y(v€<rdat. ert, « s Kal TTp<pr\v
(ÎTtopiv, Ttaora >lrvxris e^ıs, oÎcüi; rre'^VKe yCvea-dat
Xeip(jDV Kal ^ikrioiv, ıtpos ravra Kal ırepl raCra rî/v <f>v- 20
a-ıv İx ^ i’ bı rjbovas bi Kal kvıras (pavkoi. yCvovraL, rû
bu&K€iv Taöras Kal <f>€vyeıv, rj hs 8eî rj 5re ov 8et y
ov 8et ^ öaax«s âA.Xû)s irrd tov koyov bıoptCerac rd
Toıavra. bıb Kal 6pC(ovTaı rds iperas dıraöeZas rıvas
Kal rjpeplas' ovk eî 8c, o n oırAûy kiyova-ıv, dAV ovx *5
i s 8eî Kal i s ov 8eî Kal ore, Kal 6aa &AAa TrpoorZöerat.
6 vırdKCtrat dpa ^ dper^ cZvat ^ rotavnj ırepl ^8ovds Kal
Avıras rwv fifkTİarcav ırpaKTiKT/, ^ 8e KaK^a tovvovtIov.
7 yivoiTo 8’ dv fip.lv Kal İ k tovtcûv <f>avepbv o n ırepl rûv
avT&v. Tpıâv yapovrcuv tüv d s rds alpia-tıs Kal rpıâv 30
rwv eZs rds ^vyds, koAov <rvp<^ipovTOS -^bios, Kal [rptûv]
rûv ivavrCav, al<rxpov fikafiepov AuiTTjpov, ırepl ravra
/x€V ırdvra d dyaöds Karop^coriKos ia rıv 6 bk KaKos d/btap-
tt}TIk6s, pdkıora 8e ırepl rr/v ^8owjv Koıvıî re ydp avrıj

1104** 13. 5‘ «/] « i K'’ o/ add. K** 18, rptitıy K*»: Tp6repoy
vulg. 21. faûKaı O** 2». J t » K**: İ t i vulg. 31. rpı&y
seclus. Coraes • 32. fiKafitpoS K** V ı iurvp^tipov vulg. 34. İk om. K**
27

İse haz düşkünüdür; tehlikelere dayanan ve bundan hoş­


nut olan ya da üzülmeyen yiğit, üzülen ise korkaktır.
Demek ki karakter erdemi bazlarla ve acılarla ilgilidir;
nitekim haz uğruna çirkin şeyler yapıyoruz, acı yüzünden de lo
güzel şeylerden uzak duruyoruz. Bunun için, Platon'un
dediği gibi, bu şekilde bir yolunu bulup henüz çocuklukta
gerektiği şeylerden haz alacak ve acı duyacak biçimde eğitil­
mek gerekir; doğru eğitim de budur. Aynca erdemlerin
eylemlerle ve etkilenimlerle ilgili olduğuna bakılırsa, her 15

eylemi ve her etkilenimi de haz ya da acı izliyorsa, erdem


hazlar ve acılarla ilgili olsa gerek. Bunlar aracılığıyla verilen
cezalar da bunu gösteriyor; çünkü cezalar bir tür tedavidir,
tedaviler de doğal yapılan gereği karşıt şeylerden oluşur.
Aynca daha önce de dediğimiz gibi, ruhun her huyu, doğal
yapısı gereği daha kötü ve daha iyi kılan şeylerle 20

ya da bu konularla ilgilidir. Kişiler hazlar ve acılar yüzün­


den, bunlann peşinden koşmakla veya bunlardan kaçmak­
la; ya peşinde koşmamalan veya kaçmamalan gerekenlerin
ya da gerekmediği zamanda veya gerekmediği şekilde veya
aklin bu konularda belirlediği diğer şekillerde peşinde koş-
mamakla veya kaçmamakla kötü oluyorlar. Bu nedenledir
ki erdemleri bir tür etkilenmeme ve dinginlik olarak da tanım- 25

larlar. Bunu genel anlamda söyledikleri için — “gerektiği


veya gerekmediği şekilde” veya “gerektiği zaman” diye
ya da bu gibi başka şeyleri eklemedikleri için— pek doğru
tanımlamıyorlar. Demek ki bu tür olan erdemin hazlar ve
acılarla ilgili olarak en iyileri yaptıran, kötülüğün ise tersini
yaptıran olduğu [hareket noktası olarak] kabul edilebilir.
Aynı şeylerle ilgili olduğunu şunlardan da açıkça görebiliriz: 30

Bir tercihe götüren üç şey, kaçınmaya götüren de üç şey var­


dır: Güzel, yararlı, haz veren ve bunlann karşıtı çirkin, za­
rarlı, acı veren; bütün bunlarda iyi İnsan başarılı, kötü insan
ise başarısız olur, özellikle de haz konusunda; çünkü haz
28 II. s - A -
35 roîs C^ois, Kol vacrı toîs vnrb rrıv atpcaıv ‘napaKobovdeî’
J106* Kal yâp rb KoXbv Kal ro (rvp^epov ^bb <f>aCv€Taı. İ ti. 8
ö’ İ k vrıırCov ıra<nv (rvvr^öpaTrraı* bıb âvo-
TpCıfratrBaı tovto rb ırdOos
voviÇopifv 8 ^ Kal Ttpi^eıs, o\ p,^v pdX\ov ot 8 ’ ^ttov,
5 ffbov^ Kal kvTrp. btd rovr* obv i.vayKoxov etvai ıtfpl tavra 0
t^ v Ttda-av Trpayp.at€Cav’ o i yâp puKpbv «is tâ s ırpd^eıs
« 5 fj KaK&s yaCpfiv ko.1 \vTreîo-ûaı. en bk yaKsTri&tepov 10
fjbov^ p.d\€a‘6aı rj Bvp,^, KaBâırtp <j>rjaiv *Hp<İKXetTos, "nepl
8^ tb \aX€TTt6t€pov ic l Kal ti\v r] yivctaı Kal dpeny
>0 Kal yap rb cb ^ ikttop iv tovrtp. &<tt€ Kal bıâ tovto ırepl
^bovas Kal kvıras ıtdaa b TtpaypMTfIa Kal dpet^ Kal
tp TTokiTiKfı’ 6 pJev yap tb tovtois \peSfitvos âyaBbs lo ra ı,
6 bb KaK&s kok6s. 8rt p,h> (tbv i<rrlv fj ip ctiı ırtpl ^8ovav ıı
Kol kbvaSf Kal 8 rı &v yCvetaty bırb tobratv Kal av^t-
15 rat Kal <f>B(Cp€Taı p.^ı ma-abrm ytvofiivmv, ko.1 Sti &v
^ v«ro, Tttpı Tavra xal ivtp ytî, elp^a-Btn.
3 *Aıropria-tıt 8* İv rıs irâs kfyopitv Sri b tî ra pîcv IV .
bUaıa vpİTTOvras btKoiovi yCvtaBat, rb bb <r<&<l>pova
a-6<f>povas' el yap npâTTOva-ı ta bUaıa Kal <r^<ppova,
20 ijbrj elai bUaıoı ko.1 (r<&<f>pov€s, &<mep el ra ypap.\ıaTiKu
Kal ra p,ova-iKâ, ypap.p.arı.Kol koI p.ov<nKoi. ^ ovb' ir i 2
T&v Texviâv obrtûs İ \ t ı ; ypdp.p.ariK6v n
voLrjiraı Kal bvb rvy^s Kal &kkov vrodepLİvov. rdre oSr
loraı ypap,p,aTiKâ5f i'âv Kal ypap.p,aTiK6v ti rovrior^ Kal
25 ypapipLariK&î' tovto b* i<rrl rb Kara t^ v İ v abr^ ypo^~
ftariKfjv. İri ov8* Sfioıdv i<rrıv i r i re t&v reyv&v Kal t&v 3
dper&v' rb. /xlı> yop vıtb T&v reyy&v yıvdpLeva rb ev lx«ı

1106^ 2. trwTtTpd4p0cu K** 19, Ka\ t İl (repoya L** 21. add.


K* 26. T . add. K»*
28

canlılarda ortaktır ve tercih konusu olan her şeyle birlikte 35

bulunur; çünkü güzel de yararlı da hoş görünür. Aynca 1105a


bebeklikten beri hepimizde bizle birlikte beslenir; bundan
dolayı yaşamın her yanına sinmiş olan bu etkilenimi tümüy­
le kazıyabilmek zordur. Eylemlerimizi d e —akimimiz daha
çok kimimiz daha az— haz ve acıya göre ayarlıyoruz. İşte 5

bu nedenle tüm bu araştırmanın bunlar üzerine olması zo­


runlu. Eylemlerden iyi ya da kötü bir şekilde haz veya acı
duyma önemli bir fark yaratır. Aynca Herakleitos’un dediği
gibi^, hazza karşı koymak öfkeye^® karşı koymaktan daha
güçtür; sanat da erdem de hep daha güç olanla ilgilidir, ger­
çekten de daha zor olanda başanlı olmak daha iyidir. Dola- 10
yısıyla da gerek erdem gerekse siyaset konusunda yapılan
her araştırma haz ya da acılarla ilgilidir; bunlan iyi yönde
kullanan iyi, kötü yönde kullanan ise kötü olacak. Demek
ki erdemin acılar ve bazlarla ilgili olduğu; onu oluşturanla-
nn aynı zamanda onu artırdığı ama başka şekilde gerçekleş­
tirildiklerinde onu yok ettiği; ve onu oluşturmuş olan konu- 15

larda etkinlikte bulunduğu belirtilmiş oldu. -


ICişilerin adil işler yapa yapa adil, ölçülü işler yapa
yapa ölçülü olmalan gerektiğini söylememiz sorun yarata­
bilir; çünkü kişiler adil ve ölçülü işler yapıyorlarsa zaten
adil ve" ölçülüdürler: Okuyup yazanlann ya da müzikle
uğraşanlann zaten okuryazar ya da müzisyen olduğu 20

gibi. Yoksa bu, sanatlarda böyle değil midir? Bir rastlantı


sonucu ya da bir başkasının teşvikiyle bir kişi belki okuyup
yazabilir; ama, ancak okuryazarlıkla ilgili bir iş yaparsa
ve bunu okuryazarca yaparsa —^ki bunu da kendisinde 25

bulunan okuryazarlığa göre yaparsa— okuryazar olacak­


tır. Aynca sanatlarla ilgili durum ile erdemlerle ilgili
durum aynı değil; çünkü sanat ürünlerinin iyi olması
II. 4 - 5 . 29

iv cAroii" ip K fî o iv ravrd v m İx.ovra ytviaöcu: ret b i


Korh rhs ip tra s yw 6 \ıtva ovk iâv avrd ıro>ç İyrf, bı~
KaC<vs ^ tranl>p6 v<û9 «pirrerat, i \ k â Kal ia v 6 ırpdrroıv 30

v& s (x.o>v ırpâTTjf, ırp&Tov p iv O lv flb<6 s, İırtır iâ v ırpoat^


povpfvos, nal ırpoaıpovpevos bı avrd, rd 8^ rpCrov iâv nal
^ffiaCtas Kal dperaKtvıfrcoç İyoiv vpânyı, ravra ıtpbî
fjLİv TO râs &W as riyvas avvapıdpfîrat^ ttKtiv 1105
aİTÖ rd flbivat’ vpös 8e rd râs dperd; rd pev elbivat ovbev
rj pAKpbv Itryyeı, râ 8* âW a od piKpbv â \\â rd vâv
biSvaraı, &ırfp İK rov vo \\<İki9 ırpan-tiv rd bUaıa Kal
4 tr<a<l>pova ırtpıyCveraı. râ p iv obv vpâypara bUaıa Kal cr<&- 5
<f>pova kiyeraı, 8rav fi roıavra ola âv 6 bUaıos fj 6 atL-
<f>p<av vp&^iuv' bUaıos 8 e Kal erd^ptav İ(ttIv oi^ d ravra
TrpârTav, âkkâ Kal [d] oHtû) ıtpârriûv &s ol bİKatoı Kal <r<L-
5 <l>pov€S ırpâ'TTOva’iv.
ed odv \eyerai 8rı İK rov rd bUaıa vpdr-
retv d bUaıos yUeraı Kal İ k rov râ <r(d^pova d (r<&ij>pmv 10
İK 8^ rov prı ırpârr€iv ravra ovbels âv oibk ptkk^treıe
6 y£v€<rffaı ây^ûdg. âkk* ol vokkol ravra püv od vpârrov-
(TiVt M Adyov Kara<f>tdyovrfs otovraı <f>ıkoa-o<f>€lv
Kol odroır İ<r€a-0<u <rvovbaıot, Spoıov n votovvr€S roîs
KİpvovirıVi ot rûv larp&v İKodovat p iv impek&Sf ıroıova-ı 15

8* odSdv r&v rtpoararropÂvtav. üavep o îv ovb' İKfivot ev


iÇavaı rd a-&pa odro> ^epaırevdfACVOt, ovb* otroı- rrıv yfnf-
odro> ^tAocro^vvrcr»
V. M erâ 8d ra v ra rC iarıv rj dper^ oKfTniov. irrtl ovv 4
rd iv rfı ylrvx0 yw6piva rpLa iorl, vâdtj bvvipeıs l^ets, 20
2 rodrctfv &v r ı ilrj ^ âpeıij. kiyıo bi ırdOrj piv irtıOvptav

2S. *8^3 t S i K** o4rd 32. t A ravra K** iiuf atâ K**: «ol
vttig. 1105* 2. rh post 34 om. K* oiShf fUKphv K*: / uk/>4k 4
vul^. 3 . ^4 om. K* 4. &rcp] fort. sfirsp 8. i scclusı
12. ytvMmı codd. 19. rt V ivrly d dpsrd 4(d* VKtartoy K*
29

kendilerinde bulunan bir özelliktir; demek ki bunlann belirli


bir özellik taşıyacak şekilde ortaya konması yeter; oysa
erdemlere uygun yapılanlar kendileri belirli özellikleri taşı­
makla adilce veya ölçülü bir şekilde yapılmış olmazlar, 30

ancak onlan yapanın belirli özellikler taşımasıyla adilce ve


ölçülü bir şekilde yapılmış olurlar: îlkin yapan bilerek yapı­
yorsa, sonra tercih ederek ve kendileri için tercih ederek
yapıyorsa, üçüncü olarak da emin ve sarsılmaz bir şekilde
yapıyorsa. Bilerek yapma dışında bunlar öteki sanatlarda 1105b

gerekli sayılmazlar. Erdemlerle ilgili olarak ise, bilmek hiç


önemli değil, ya da çok az önemlidir; oysa ötekiler, çok az
şey değil, her şeyi sağlarlar. Çünkü adil ve ölçülü davrana
davrana bu özellikler edinilir. Demek ki adil ve ölçülü kişi­
nin yapacağı gibi yapılanlara adil ve ölçülü denir; bunlan 5

yapan değil, adil ve ölçülü kişilerin yaptıkları biçimde yapan


kişi adil ve ölçülü oluyor. O halde “adil işler yaparak kişi
adil, ölçülü işler yaparak kişi ölçülü olur” sözü yerindedir.
Bunlan yapmayınca da hiç kimsenin hiçbir zaman iyi olması 10

söz konusu olamaz. Ne var ki insanlann çoğu bunu yapmı­


yor, söze sığınıp felsefe yaptıklarını, böylece de erdemli
olacaklannı sanıyorlar; doktorlan dikkatle dinleyen, ama
onlann yap dediklerinden hiçbirini yapmayan hastalara
benzer bir şey yapıyorlar. Böyle tedavi görmekle nasıl bun- 15

ların bedeni iyileşmeyecekse, onların ruhları da böyle felsefe


yapmakla iyi olmayacaktır.
Bunlardan sonra erdemin ne olduğunu araştıralım. Ruh­
ta olup bitenler üç türlü —etkilenimler, olanaklar ve huy- 20

1ar— olduğuna göre erdem bunlardan birisi olsa gerek. Arzu,


30 II. 5 - 6 -
ip y ^ v <j>6^ov Oâptros ^ 6 6 v o v \a p a v <fu\Cav /xî<ros Ttûdov
Ç q \o v l\coy, 5 \o)s oh ?weraı Tjhoin] ^ k iv r ] ' hvvAfX€is
öe jcaö’ h s TTaöriTiKol toAt <
ûv \e y o ix fd a , o to v Kad* h s bv~
25 paTol 6pyı<r6rjvou rj XvTTrı6flvaı ^ ^\€î7<roı* ?^€is KaO* 8^

hs ‘irpos ra ttAÛtj İyopLCV «S ^ KaKm, oto» ırpAç rd 3 pyı-


(rOijvaL, el pîkv (T(f>ohpö»s rj aveifiAvms, kok&s İ^ofiep, et 8 ^
p.4(ra>s, €Î* 6pLo(m 8^ Kal Trpds roAAa. <nâ6rı {liv obv 3
oîiK ela\v ov6' al Aperal (nHû* al KOKlaı, Sn ov \eySfie6a
30 Kara ra ttoÖtj <nrou8aîoı rj <f>av\oı, Karâ 8^ râ s Aperhs
Kol Tas KaKİas \ey6pie6a, nal S n Karo f*e» ro TrâOrj
oSt ivaıvovpkcOa ovre \/reyS/teûa (ov yâp İTraıvetrat 6 <^o-
^ovp.evos ovbk 6 6pyıÇ6(xevoSi oibk ■^iyeraı 6 &,tt\& s Spyı-
1 1 0 6 * ^op^vos SXk* 6 TTÛs), Karo 8^ ras Aperhs Kal ras KaKİas
kTraıvc/SpLeBa rj y^€y6p.e0a. İr i ApyıCSp-eBa p.^v koI <f>ofioıİJ- 4
pLcda ArTpoaıpİTiûs, al 8 ’ Aperal Ttpoaıpeaeıs rı»ls ^ ovk
&vev Ttpoaıpi<re(ûS. rrpos 8 1 ro ^ o ıs Korâ piv r a TrdOrj
5 Kiveîa-dai \ey6p.€6a, KarA be rhs Sperâs Kal ras KaKCas
o i Kipeîa-daı â \ \ a btaKeîadaı Trcus. bıa rovra 8 e 088 İ 5
bvpâp,eıs elffip’ oSre yAp Ayadol key6}ie6a r û bAvacrBaı
•nAayeıv aıtX&s ovre KaKoC, oSt kıraipaSpLeBa oSre ^eyo-"
lxeBa' İn bvparol pÂv itrfiev <f>l!(reii âyaBol 81 rj kokoI
10 ov yipopıeBa ^ı/<ref eîrrofiev 8e vepl rovrov rrpSrepov. et 6
oSp pıjre rrABt) eîtrlp al âperal fii^Te bvvâfieıs, Ae^Treroı
l£eıs a»rây elpai. S n fikv obp lo rl r y ylveı ^ Aperf]^
eIprjTaı.
6 Aeî 81 /X7) popop oStcjs elrreîv, Sn l^ıs, âW a Kal VI.
IS rroCa n s. pıjre'op oS p Sn rraa-a &perq, o î Sp ^ Apen^, 2

22. tf>$6yoy Odpıros K**: Bpdtros ^6yoy vulg. 31. Kal K’’.‘ 4 vulg.
KtydptOa'] \vf6pt9a (nrovSaîoı Kal tpavKot K* filv om. K** 1106* 8.
oCt * ivaıyoiıutOa oCrt ıj/tySp€Oa fort. secludenda 9. ^t i K**: Kal ( ti
vulg. 15. xorarriı K**
30

Öfke, korku, yüreklilik, kıskançlık, sevinç, sevgi, kin,


özlem, hırs ve acımanın, genel olarak da haz ya da acının
izlediği şeylere ‘etkilenim’ diyomm; bunlardan etkilenebil-
memizi sağlayanlara, sözgelişi öfkelenebilmemizi, acı duya- 25
bilmemizi ya da acıyabilmemizi sağlayanlara ‘olanak’ adını
veriyorum. ‘Huylar’ diye de etkilenimlerle ilgili olarak iyi
ya da kötü dummumuza diyomm, örneğin öfkelenmeyle
ilgili olarak, aşın ya da gerekenden az öfkeleniyorsak kötü,
orta şekilde öfkeleniyorsak iyi dummdayız. Öteki etkile-
•nimlerde de bu böyledir. Demek ki erdemler de kötülükler
de etkilenim değildir, çünkü erdemler ile kötülüklere göre 30

bize iyi ya da kötü denir ve etkilenimlere göre değil, erdem­


ler ile kötülüklere göre övülür ya da kınanınz (nitekim kor­
kan ya da öfkelenen övülmez; sırf öfkelenen de yerilmez,
belli bir şekilde öfkelenen yerilir). Aynca kendi tercihimizle
öfkelenmez ya da korkmayız, oysa erdemler bazı tercihler­ 1106a

dir ya dia tercihsiz olmuyorlar. Üstelik etkilenimlerle ilgili


olarak ‘harekete getirildiğimiz’, oysa erdemlerle ilgili olarak
‘harekete getirildiğimiz’ değil, belli bir şeye ‘yatkın olduğu­
muz’ söylenir. Bu nedenle erdemler olanak da değildir; nite­
kim sırf etkilenme olanağına sahip olduğumuz için iyi ya da
kötü olmayız; övülmeyiz de yerilmeyiz de. Aynca olanaklar
bizde doğal olarak var, oysa doğal olarak iyi ya da kötü
olmayız; bundan ise daha önce söz etmiştik. Öyleyse erdem­ 10

ler etkilenim ya da olanak değilse, geriye onlann ‘huy’


olması kalıyor. Böylece erdemin cins bakımından ne oldu­
ğunu ortaya koymuş bulunuyoruz.

Ama bu kadan, yani bir huy olduğunu söylemek


yetmez, nasıl bir huy olduğunu da söylemek gerek. Şöyle
diyelim: Her erdem neyin erdemi ise, onun iyi durumda 15
il 6. 31

avTo T€ « 5 <x°*' âworeXeî koI rd Ipyoı/ avroŞ ev attohL-


hmaıvy olov ^ tov 6<f>0a\ııov oıper^ rov re 6<f>0aXiJLOv aırov-
baîov ıroıeî koI râ İpyov ovrov* r^ yap rov 6^0aXpov
ap€T?ı e5 dpâpev. opoCcas V tırırov âperrı lıtıtov re
<nrovbaiov ttokî koI aya0bv bpapeiv Kal evcyKeîv rhv im - 20
3 p6.Ti]v Kal ptıvai rous ıroAefiıovs. ei 8^ roCr’ ^ırl ırdvroûv
oıjrm İx^ı, Kal fj rov âv0pcİ7rov aperf} etıj &v 17 l^ıs â ^ ’
âyaâbf uvOpiûTros yCveraı Kal d 0 ’ e® r 8 ^avrov İp-
i yov d7ro8 (5<reı. wws 8 ^ rovr ^<rroı, ^bt\ pkv elpriKapev, İ n
be Kal 58’ İaraı <^avep6v, iâv 0eû)pTj(r<op€v ırola rCs iarrıv 25
Tj (f>Tj<rıs avrfjs. iv vavrl 8 ^ avve^eî Kal bıaıperip İarı
Ka^elv rb pev ıtkelov ro 8’ İkarrov rb 8’ î(rov, Kal ravra
rı Kar avrb rb -npaypa ^ trpbs ^pâs' rb 8’ taov pi<rov
5 Tl vırep^okfjs Kal MA.ec>/rcû)s. keyot bi rov pev Trpdyjxa-
Tos pifTov rb î<rov imeypv a<p* İKaripov r&v aKpoiv, Sırep 30
iarlv iv Kal rb avrb ttolo-iv, ırpbs ^/iâs 8 ^ 8 prire ırkeovâ-
Ceı M’İ're ikkeh eı' rovro 6*o8x İv, ovberavrbv ıtatrıv.
6 olov el rh bİKa ırokka ra bi bijo âkCya, ra pÂaa
kapŞâvovai Kara rb trpaypa' l(r<p yap vrrepe^eı re Kal
7 vTtepi^erai’ rovro bi pÂaov itrrl Karh r^v &pı0 prjriK^v 35

avakoyCav. rb be ırpbs ^pa9 ov^ oifno ktjvriov' ov yap


el np beKa pvaî (ftayeîv Trokb bvo b i âkiyov, 6 akeC-1 1 0 6 '
Trrıjs i i pvas vpoard^eı’ İa n yap l<r<os Kal rovro ıroAv
•T<p krfylropivtp rj âkıyov’ Miktvvt pev yap iklyov, r y b\
dp\opev<p rûv yvpvaaCtûv ırokv. djuıoıtos ^ırl bpdpov xal
s vakrjs. oüna 8^ ırds iman^pMV r^P iırepfiokrıv p iv Kal s
rijv İkkeı^ıv <f>evyeı, rb be pia o v rov0* aîpeî~
rai, piaov bi ov r8 rov ıtp&yparos âkkâ rb rrpbs r/pâs.
il (I bb Traıra im<rrfıpr\ ovrıo rb İpyov e® im rekeî, vpbs ro

22. b ante f(t s add. K** 24. &$ K*> UOe** 1. rt r y ] Sı K*


31

olmasını ve kendi işini iyi gerçekleştirmesini sağlar. Sözgelişi


gözün erdemi gözü ve onun işini erdemli kılar; çünkü gözün
erdemi sayesinde iyi görürüz. Aynı şekilde atın erdemi atı
erdemli kılar; iyi koşmasını, binicisini iyi taşımasım ve
düşmanlann karşısında kaçmamasını sağlar. Bu her şeyde 20

böyleyse, insanın erdemi insanın iyi olmasını ve kendi işini


iyi gerçekleştirmesini sağlayan huy olmalı. Bunun nasıl
olacağını söylemiştik, ama bu, erdemin doğal yapısının nasıl
olduğunu araştınrsak, başka bir yoldan da açıklığa kavu­
şur. Sürekli ve bölünebilir olan her şeyi bölüp daha çoğunu, 25

bize göre yapabiliriz; eşit olan ise aşınlık ile eksikliğin bir
ortasıdır. Bir şeyin ortası iki ucundan eşit uzaklıkta olana
diyorum, ki bu herkes için bir ve aynı şeydir; bize.göre orta 30

ise, ne fazla ne de eksik olana diyorum; bu ise tek değildir,


herkes için de aynı değil. Örneğin bir şeyin çoğu on, azı
iki ise, şeye göre alındığında ortası altı olur; çünkü eşit bir
şekilde birini aşıyor, diğeri tarafından aşılıyor; bu ise mate­
matiksel oranlamaya göre ortadır. Oysa bize göre ortayı 35

böyle almamak gerekir; nitekim biri için on beş kilo yemek


çok, üç kilo yemek az ise, beden eğitimcisi dokuz kilo
yemeği gerekli bulmayacaktır; çünkü bu da bunu yiyecek 1106 b

olan için az da olur çok da. Nitekim Milon^^ için az, beden
eğitimine yeni başlayan biri için çok olur. Koşu ve güreşte de
bu böyle. Demek her bilen kişi aşınlık ile eksiklikten
kaçar, ortayı arar, onu tercih eder; bu orta ise şeyin ortası
değil; bize göre orta olandır. Demek ki, eğer her bilim
kendi işini ortaya bakarak ve işlerine buna göre yön vererek
32 II. 6.

fi4trov j3Xc7rov<ra <caı tıs tovto &yov<ra ra tpya {^oOtv tl(a~


lo Batrıv iırıKtycip roîs tZ Ü\ov(rıv İfyyots S n oSt* S<f>t\€Îv
İoTiv oSre vpocrûeîvaı, &s Tfjs p.^v Sırtp^oKıjs k o İ rfjs
\tC^t(ûs 4>6tıpa6<n]s râ tS, Trjs 5i pLt<r&rnTos <rifCov<njs,
ol d’ âyaûol rtxvîraı, ws \^yop.tv, ırp5s tovto ^KtTTOvTts
ipy&CovTaı)' rı 5’ iptTr} ‘nâcrrjs T4\vr}s AıcpijSeoripo Kal
15 Sp.tCv(ûv hrrlv &crTTtp Kal ^ <f>V(rıs, tov ptaov &v elıj aro-
^curriKi}. \4yon 5i TİfV ^öiKtjv’ cfCrn yap io rı ırtpl ıriöıj 10
Kal TrpS^ds, iv 5i tovtois tarıv vırtpŞokrı Kal tkkeıylfis
Kal r5 pÂtrov^ otov Kal if>o^ifd"fjvaı Kat ûapprfiraı Kal İ tti-
Bvpı^a-aı koİ SfryurBtjvaı Kal i\fij(raı Kal S \ û>s ^aâ^vaı
20 Kal kvnrıO^vaı lo rt Kal p.aWov Kal rjTTov, Kal &ıı<l>6Tfpa
ovK c5* t6 5’ 5re Stî ko.1 i<p* oîs Kal vphs ots Kal ov 11
(vtKa Kat &s 5<î, pÂ<rov re koI Spurrov, Sırtp iarl Tİjs
iptTjjs. SpLOİats 5i Kal vtpl Tas TtpS^tıs İ<nıv vırtp^okrı 11
K al İk k tı^ ıs Kal TÖ pÂ<rov. rj 5* iptT^ ırepl ‘nidrı ko.1
25 vpâ^fis iartv» iv ots V /***' vırtpPok^ &ıxapTavtraı Kal f/
İkktıyfns [^^yerat], rd 5i p.taov iıraıvtÎTaı kuI KaTopOov-
rat* ToSra 5* ipafMO Trjs Sptrijs» pLtaoTtfs t i s apa iarlv M
^ iperrı, <TTo\a<rTiK‘^ y t aS<ra t o v pÂaov. İ t i t5 p,iv Â/ıtap- 14
T&vtıv Ttokkay&s İa n v (ro yâp k o k S v t o v iırtCpov, ot
30 TlvOaySpttoi eÎKa^ov, rS 5* iyaOov t o € rr€rr€pa<r/xivov^, ro
5i KaTopOovv p,ovo)ç&s (5to Kal rd p.iv paStov t5 '5i \a -
kevov, ^^5tov p iv t S Svorvytıv t o v «tkoitoS, \aktiihv
5i t5 İTtiTV)(€ivy Kal 5to ravr* o&» Trjs pıiv KaKİas
iırep^ok^ı Kal ^ İkktırjns, rrjs 5* iptrijs rj p,€a6Trjs’
iatfktA fup y5p ink&s, ıravrodaır&e 5c kokoİ.

6 "Bortv Spa ^ Sperrı İ(ıs rrpoaıpeTiK^j, iv p.€<r6Tr\Ti oZaa l.*)

13. ol «•] «{«• ol K«* 21. oft] oTt 8*7 22. ^<rr)] 4«rr)o M K<>
26.. ^İTjfvru seclust 28. yc om. K**
32

iyi biçimde gerçekleştiriyorsa (bu nedenle, aşınlık ve eksik­


lik olumluyu bozduğu, ‘orta olma’ ise onu koruduğu için, 10
kendilerine eklenecek ya da onlardan alınacak bir şey olma­
yan işlere iyi işler deriz; dediğimiz gibi iyi sanatçılar bunu
gözeterek çalışır), erdem de, eğer doğa gibi her sanattan da-:
ha kesin ve iyi ise, ortayı hedef edinmek olsa gerek. Kastetti­ 15

ğim karakter erdemidir, çünkü o etkilenimlerle ve eylem­


lerle ilgili; aşınlık, eksiklik ve orta ise bunlarda olunöm eğin
korkma, cesaret etme, arzu etme, öfkelenme, acıma ve
genelde haz alma ya da acı duymada daha az ve daha çok
olur; her ikisi de iyi değil. Oysa gerektiği zaman, gereken 20
şeylere, gereken kişilere karşı, gerektiği için, gerektiği gibi
bunlan yapmak orta olandır ve en iyidir, bu da erdeme
özgüdür. Aynı biçimde eylemlerde de aşınlık, eksiklik ve
orta söz konusudur. Erdem ise aşınlığı yanlış olan, eksikliği
yerilen, ortası övülen ve isabetli olan etkilenimlerle ve 25

eylemlerle ilgili; övülmek ve isabetli olmak da erdeme


özgü. Demek erdem bir tür orta olmadır, ortayı amaç edinir.
Ayrıca yanlışa düşmek pek çok biçimde (Pythagorasçılann
düşündüğü gibi, kötü sınırsızın, iyiyse sınırlının özelliğidir), 30

isabetli olmak ise tek biçimde olur (dolayısıyla ilki kolay


İkincisi zordur; hedefe isabet etmemek kolay, isabet etmek
ise zordur); bu nedenle de aşırılık ile eksiklik kötülüğe, orta
olma ise erdeme özgüdür: 35

“İyiler bir çeşittir, kötüler ise çeşit çeşit. »12

O halde erdem, tercihlere ilişkin bir huy: Akıl tara­


fından ve aklı başında insanın belirleyeceğiyle belir­
lenen, bizle ilgili olarak orta olanda bulunma huyudur.
II. 6. 33
vpbs &pı<rfi(vrı Aoyy #cot ^ av 6 <f>p6 vifj.of no7
âp((r€i€v. p ta S n ıs öe dvo kcuu&v, Ttjs p fv koB vntp^o-
16 M\v riji be KOT* lAAci^tv koi İ n r y ras ikkelıreıv
rhs b* VTrepfidkkeıv tov b4ovros ev re toîs vâde<rı Kal 4u
Toîs vpd^e<rı, r^v ö* âperrıv rb pia’ov ıcal evp(<rKetv küI s
17 alpeîtrOat, bıb Kora pev r^v oi<riav Kal tov \oyov rhv rb
Tİ ^v eîvaı \eyovra pec^Tijs ia rlv tf iperq, Kara be ro
18 apıoTov Kal t 6 eb İLKpoTtfi, ov vcura d’ 4Tnb4\eTox vpâ^ıs
ovbi ırav Trâdof t^ v jLtecrJnjTO’ 4vuı yap evdvs uvapcurTaı
<rvveı\ııppeva peTO, Ttjs i^avAonyros, olov 4mxo.i’PfKaKİa lo
âvaurxyvTİa eftdovos, koi liri t &v ırpd^emv px>vxeLa kXott^
avbpo^ovla' ırdvra yap ■rovro koI to rotoSro \4yeTai
Ty 0^0 0avXa cıvoı, dXX' obx ol vnep^okal avr&v
oib* al iXXeC\lreıs> oİ k 4<mv obv oib4voTe vepı avrâ kot-
opdovv, oAA.* del âpapTİveıv' ovb* lo r t to eî rj p ^ ev 15
vepl Ta ToıavTa 4v ^ v deî koI dre koI oh poıyebetv,
u\X’ &Tr\&s t 6 ıroıeîv ötiovv tovto>v apapTÛvetv 4<rriv.
19 opotov obv rd â^ıovv Kal ırepl rd bbiKeîv Kal beıkaiveıv
Kol 4uco\acrraiveıv eîvai peabruTa Kal iırep^ok^v koI e \-
keıyjnv' İaraı yap obroa ye VTrepftokrjs Kal ikk.eC'^eoH pe~ 20

<rdn;s koI ivep^okrjs vırep^okrı Kal 4kkeıylfis 4kke(\{fe<û9,


■20 &<ntep bi o’ûuppoaijjnjs Kal ivbpeCas ovk earıv bırep^okrı Kal
ekkeıyjrıs bıh rd rd p4aov etvaC ttoh &Kpov^ odrcor ovb'
İKeiviûv peaoTrıs ovb’ bvepfiok^ Kol lAAetV^ıy, dAA.’ 019 av
ırpdTnjrat hpapraveTaC S k m yâp ovd’ im ep^ok^î kc I 25

4kkei\jfem pea-OTt]s 4arıv, oüre peabTryroi bırep^ok^ Kal


ekXet\jns.
1107* 1 . bpvruivp r Asp. Alexander Aphrod..: bpurft4vfi codd. ^ Asp>
(et fort. A lex.): codd. 2. 8v<m' K** 4. 4koiii. K^’ Asp.
rk om. K* 6. rh add. Asp. 12. tf>4ytT€u M** 13. airk
om. AIex. 14. abrks 20. oCrtt yc] o8rt»s K** F Asp.
21. 4Wtlı^*»s ToSra K**
33

Bu, biri aşınlık, öteki eksiklik olan iki kötülüğün ortasıdır; uo7a
kötülük etkilenimlerde ve eylemlerde gerekenden aşınsı ya da
eksiğidir, erdem ise ortayı bulma ve tercih etmedir. Bunun
için varlığı bakımından ve ne olduğunu dile getiren söz bakı- 5

mından erdem orta olmadır; en iyi ile iyi bakımından ise uçta
olmadır. Ama her eylem ile her etkilenimin orta olması söz
konusu değildir; nitekim bunlardan kimi adlannda kötü­
lüğü içerir: Sözgelişi hasetlik, arsızlık, kıskançlık; eylemler 10

içinde de zina, hırsızlık, adam öldürme. Çünkü bütün bun-


lann ve bu gibi şeylerin aşınlıklannın, eksikliklerinin değil,
kendilerinin kötü olduğu söylenir. O halde bunlarda isabetli
olmak olanaklı değildir, hep yanlışa düşmek söz konusu.
Bunların iyi olması-olmaması, zina konusunda olduğu gibi, 15

kimle, ne zaman yapmak gerektiği söz konusu değildir; bun­


lardan birini yalnızca yapmak yanlış yapmak olur. Aynı
şekilde haksızlık yapmak, korkak olmak, haz peşinde koş­
mak konusunda da orta olma ve aşınlık-eksiklik olduğunu
ileri sürmek söz konusu değildir; çünkü bu şekilde aşınlığın 20

ve eksikliğin ortası diye aşınlığın aşınlığı ile eksikliğin eksik­


liği olacak. Buna karşın orta, bir bakıma uç olduğu için, öl­
çülülük ile yiğitlikte nasıl aşınlık ya da eksiklik yoksa onla-
nn da ortası, aşınlığı-eksikliği yok; nasıl yapılırsa yapılsın
yanlışa düşülür. Genel olarak söylenirse, ne aşınlığın, eksik- 25

liğin bir ortası, ne de ortanın eksikliği ya da aşırılığı vardır.


34 II. 7.
7 A » h€ TovTO firı ix6pov Ka06\ov kiyecrâat, AkXh koI VII.
Toîs Kaö* ^KOoTtt i<l>apfi6TT€iv. İP yap toÎ s ırepl râs
30 Trpâ^eıs X6 yoıs ol p^p KaOokov Koıvârtpoi elaıp^ ol b* iırl
pcpovs âkrjöip^Tfpoi’ vepl yhp r â Kaff İKaarra al Trpi^fiSy
b(op 5* İ ttI ToifTmp avp^üiPtip, kryırriop obp ram a İ k ttjs
bıaypa<f>rîs, ırcpl ph/ oZp <f>6 ^ovs Kal Oâppetı ipbpeia p.€<ro~ 1
U07'*n}$‘ T&p 5* vTttp^dKK6pTOiP 6 pip rp a<f>oŞı<^ İLP<&pvpos
^ırokka b* ^<rrlv iv ^vvp a ), 6 b* ip dapptîp
\<op Opacrus, 6 b* ip p ip <t>oŞ€Îa-6aı iır€pfiâkXa>p 5^
OappAv iKKiitttûP bfiK6i. ıttpl Tjbovhs xal kÖTras— oıv 3
S TTİoras, rjrrop bi k&ıras— pf<r6Tr\s p ip <r«-
<l>pocr6prı, ^ırep/3o\^ 5^ İKokaaia. ikketvopres bi v€pl ra r
pbopas ob Ttaw yLvoprac bıoıttp obb* Spoparos rervx 7 -
Kaaıp ovb* ot roıovroı, İarona-ap 8 ^ ipaCa-Oproı. Ttepl b i b4- 4
<rıp yjippÂTm Kal k jj^ıp pi<r6rt\^ p ip ikevOepı^TTis, bv^p-
10 fiokrı KoX İKkeı-^ıs, iur<ûrCa Kal iptkfvdepCa. ipaprCats
8’ ip avraîs iırtp^Akkova-ı Kal ikkelTTOvatp' 6 p^p yhp
&<rtoTOs İ p p ip Ttpoiorfi bırep^âKkeı ip b i k ^ c ı ^AAciTrct,
6 8* hpekeüOepos İ p p^ p k ^ € t ı&7rep/3 aAA.« ip bi vpoia-eı
İXK€[tt€i . vvp pip obp TİJiTip Kal ^ırl K€<f>aXaCov kiyoptp, 5
15 âpKobpfPoı avT^ robrip’ b<rr€pop bi İKpıfi4<rrepop ırepl ab’-

T&v bıopı<rdrj(r€Taı. ırepl bi yjtrfpaTa Kal &XXaı btaöiaets 3


€l<rl, p«r6rT]s p€P p€yaXovpiv€ta (6 yap pcyakoTtpeır^s
bıa<f>ip€i ikevdepiov' 8 pip yhp •nepl peyAXa, 8 bi vepl
piKpâ), bv^p^ok^ 8 ^ h-tr^ıpoKokCa xal jSavavaıo, IX^eı*
20 yfns 8 ^ ptKpoTrpİTf^ıa' bıa(f>4pova‘i. 8 ’ abrat t&p rrepl r^p

28. rovro fiij rb atrrb K**: L** T 30. Ktv^tpol T 82. oir
om. K** 1107** 3. 8* 4» K*» M**: 8k L** 5. koI om. A sp .: fort.
Kal {,ovx ip^olus) 8. ftrrtt Sb âyeJırâriTos 11. 8* avraıt
srripsi: 8* 4awrarj V >: 84 aira?» M**: 84 K*» 14. Ktfpa\ai<f L** M*»
16. 84 K^! 84 t 4 vulp.
34

Bunu yalnız genel anlamda söylememek, tek tek du­


rumlarda da uygulamak gerekli; çünkü eylemlerle ilgili söy­
lenen sözlerden genel konusunda olanlar daha yaygın, özel 30

konusunda söylenenler ise daha doğmdur; çünkü eylemler


tek tek durumlarla ilgilidir ve söylenenler bunlara uyma­
lıdır. Dunlan ana çizgileriyle ele alalım: Yiğitlik korkular
ve cüretlerle ilgili orta olmadır, korkusuzlukta aşınya
kaçanlann adı yok (nitekim birçoğu adsızdır), cüretlilikte 1107 b

aşın olan cüretli, korkmakta aşınya kaçıp, yüreklilikte


yetersiz kalan ise korkaktır. Hazlar ile acılar konusunda
(hepsinde, özellikle acılann hepsinde değilse de) orta olma
ölçülülük, aşınlık ise kendini tutamamazlıktır. Haz duyma­
da eksiklik gösterenlere pek rastlanmaz, bunun için bunlara
ad-verilmemiştir, biz ‘duygusuz’ diyelim. Para alma ile para
verme konusunda orta olma cömertlik, aşınlığı ile eksikliği
ise savurganlık ile cimriliktir; bunlarda insanlar karşıt yön­ 10

de aşınlık ile eksiklik gösterir: Savurgan vermekte aşınlık


almakta eksiklik, cimri ise almakta aşınlık vermekte eksik­
lik gösterir. Şimdilik bunlara biçimsel olarak, kısaca değin­
mekle yetinelim; daha sonra bunlar daha kesin belirlene­ 15

cektir. Para konusunda başka tutumlar da vardır; orta­


sı, ihtişam (muhteşem cömertten farklıdır, muhteşem
büyük şeyler için, cömert daha küçük şeyler için para
harcar); aşınlığı gösteriş budalalığı ve kabasabalık, eksik­
liğiyse eli sıkılık. Bunlar cömertlikle ilgili olanlardan ayrıdır; 20
II. 7. 35

7 i\€vd€pı6Tt]Taf TT^ bf bt.a(l>ipov<Tiv, v<rT€pov ^r\drı<r€Tai. ıttpı


b\ Tip.T\v Kal &Tip.lav p.€<r6 T7is picp p^yaKo^nj^la, vıtep-
)3 oX^ 6 ^ \avvoTrfs rıs X.€yop.imı, 8 ^ p-ınpon^vyCa'

8 wy 8* i K i y o p .f v ( \ € i v “n p o s r i f v p .ty d K < y n p İT tfia v t ^V iX .€ v-


d tp ıo T riT a , (r^) ıre p l p.tK pa bıa<f>ipov<raVy oiîrcös *5
ırp b s T ^ v p . € y a \ o \^ x , C a v , t t i p l Tip.r\v ovarav p .iy 6 X ııV t a v r ^
Tt€pl piiKpav ovıra' *l<m yap &s beî 6p4y€<r6aı rıp.jjs Kal
p.â\Xov rj 8 eî Kal ^İttov, \eyfrai 8’ o pikv vTT€p^dXX<ov
raîs 6p4^€(rı (pı\6Tip,os, 6 8’ 4Weiv<»iv d<^ıXorı/xo9, 6 8^
p,4(ros bv<âwp,os. b,v(Lwp.oı b\ Kal al btad4o'€is, ır\^v ^ 30
Tov (jnkoTCpLov <f>ı\oTip.la. S0€P imbiKd^ovraı ol &Kpoı Trjs
p.4<n\^ yj^pa^' kolİ 7/p.ils 8 ^ lort pi4v ore tov pAtrov <fnk6-
Tipx)v Kakovpi€v İoTi 8’ St€ d^ıkoTip^Vf Kal lort pikv Bre
9 4TTaiV0Vp,€V TOV ^ikÖTlfJLOV 4oTt 8* OT€ tÖv d<ptKoTipLOV. 8 ltt U08‘
Tİva 8’ ahCav tovto TTOıovp,(v, 4v toîs 4 ^ s pr]dıq(r€Taı' vvv
be ırepl t&v konrâv k4yuip.ev Kara tov ■6<f>r]yr}p.4vov Tp6-
10 TTOV. errrı be Kal Trepl TrfV âpyrjv vırep^ok^ Kal 4kkeı^ıs Kal
p-ea-OTrıs, (ryebbv b4 &v<ûvdp.<»v Svtodv avT&v töv p.4arov s
TTpdov k4yovres T^v peıroT'^ra TrpadTtjTa Kak4<r<ûp,ev' tQv
8 ! &Kpo)v 6 p.ev İntep^âkkuv dpyIkos 4aro), ^ 8 ^ KOKÛa dp-

yıkoTi^s, b 8’ ikkeCiTdiv âopyrjTÖs Tis^ ^ 8* ekkeıy(ns hop-


11 yrıa-ta. etol be Kal &k\ai Tpeîs p-ea-oTrfTes, 4xpv<raı pÂv
Ttva bpoıdTTiTa ırpbs AAAıjAoî, bia<f>4pov<raı 8* ikkrjkav' »o
Trcuraı piev ydp elm ırepl kdyrov Kal vpd^eotv KoıvcavCav,
bıa<l>4pov(n b4 Sri 4j p.4v 4oti ırepl Tİkrfdis tö İ v aİTols^
ot b\ ırepl To ^bd’ T o d r o v bi to {liv iv ıraıbıŞ t8 8* iv

21, ır$ K** r : Ş vulg. 25. rÇ add. Ramsauer 26. riıy om. K**
27. fUKpk K** L** 3 3 . fart fily Sre scripsi: t<rrıy İrt K** T ; (arty
St€ /liy V M** 1108* 4 . rl/y add. 6. KdK4<rwnty K^: koA.^
<ro/uy vulg'. 7. i^rrly K** 8, S* f\Xcııf'is] Sl Ktucla 12.
3ti 4i fUy'\ 4j /tky ttrı K**
35

nerede aynidıklan daha sonra söylenecek. Onur ile onur­


suzluk konusunda orta olma yüce gönüllülüktür, aşınlığı
kendini büyük görme diye bir şey, eksikliği ise kendini
küçük görmedir. Nasıl küçük şeylerle ilgili olan cömertlik
ihtişamdan —dediğimiz gibi— aynysa, büyük bir onurla 25
ilgili olan yüce gönüllülüğün karşısında, daha küçük onurla
ilgili bir özellik var; onuru gerektiği gibi, gerektiğinden çok
ve gerektiğinden az arzu etmek olanaklıdır; böyle bir arzuda
aşırı olana onur düşkünü, eksik kalana ise onuru umursa­
maz denir; orta olanın ise adı yok. Bu tutumların —onura 30
düşkün olanınki olan onura düşkünlük dışında— adları
yok. Bu nedenle uçta olanlar ortanın yerini alma iddiasında­
dır. Biz de kimi kez onur düşkününe orta deriz, kimi kez ise
onuru umursamayana; kimi kez onur düşkününü överiz,
kimi kez de onum umursamayanı. Hangi nedenle bunu yap- ıiosa
tığımız daha sonra söylenecek. Şimdi giriştiğimiz biçimde
geri kalanlardan sözedelim. Öfke konusunda da aşınlık,
eksiklik, orta olma var; bunlar hemen hemen adsız olmakla
birlikte, orta olana sakin diyerek, orta olmayı sakinlik 5
diye adlandıralım; uç noktalardan aşın olan sinirli olsun
—^kötülük sinirliliktir—, eksiklik gösteren öfkesiz, eksiklik
de öfkesizlik. Biribirlerine benzemelerine karşın, farklı 10
olan üç Orta daha var: Hepsi insanlar arasındaki ilişki­
lerdeki konuşmalar ve eylemlerle ilgilidir, farkları ise,
birinin bu konularda samimi olma ile, ötekilerin ise
hoşla ilgili olmasıdır. Bunun da bir türü şakada, bir türü de
36 II. 7.
ırâ<rı roîs Korh t 6 v fiiov. prfTİov ovv Kal vepl toi^tcûv, îva
15 /ioAAor Karldtopfv Sti iv ırcurıv rj pfo-orrjs İTraLverSv, ra
8’ aKpa ovT i-rraıvfTa ovt 6 p 6 h a\Ka >/reKrd. flcrl p iv
oZv Kal TOVTü)v TU TrkcCüi &v<âvvpay TTdpareov b \ &o"nfp
Kal iv l Ttûv &W(ûv, avTovs âvopaTorroıeîv a-atjyrjveias eve-
Ka Kal Tov (v-ırapaKokovdijrov. ırepl p iv ovv to akrjOis 12
20 6 p iv picros akrfdTii rts Kal ^ pfaoTrfS aKr\6 iia \(yi(rd<a,

Tf bi ‘TrpoaiToiTja'is yj p€v İ ttI tö p,eîCov âka^ovela koI 6


İ\<jiV avT7}v aKa^div, fi 8’ İtri t6 ekarrov elpoivfia Kal flpu>v
İ\<ı>vy. ırepl bi t 6 ^bv t8 püv iv naıbıa 6 p iv p4<ros 13
evrpAvfkos Kal ff bıdûfo-ts^ (vrpaTrekia, fj 8* vır(p/3o\7j ^a>-
25 poX.oxCa Kal 6 lx “ *' avrfıv p<t>po\6xoSy 6 8* ^AAfiıro)!/
&ypoiK6i TIS Kat ^ ^fıs iypoiKCa' ırepl bi tö \o iv6 v f]bv
TO iv ^lip o pîkv «s 8 « fjbf)s &>v <f>(kos Kal f{ p,€tr6'-
TTis (ftikla, 6 8’ İTTepPâkkiûv, d pikv oibevos İveKa, &pe-
<TK0S, d 8* a<f)€keCas Trjs airov, Koka^, 6 8’ ikkdiTuiv
30 Kal iv vaaıv İTjbfjS bvatpCs rıs Kal bİJCKokos- d a l bi Kal 14
İv Tots TTa$ı^pa<n Kal ırepl ra -Trdörj /neo-drTjrcs* fj yap
alb^s iperfı p iv ovk İ otiv, İTraıvcıraı 8e Kal 6 albfıptov.
Kal yap iv rovroıs h pdiv kiyeraı piitros, 8 8’ vırep^dA-
Ao)r, &s 6 Karaırktı^ 6 ttivra alboüpfvos 6 8 ’ ^AAc^ttcöj;

35 V fn?8^v 8Ao)s İLvaioryvvToSy 6 bi /üieVos albfjpuov. v4p.€-15


1108 •• (TIS 8^ ftetroTT/s ^Oovov Kal imxaıp€KaKCas, d a l 8e ıt€pl
kvTtr\v Kal fıbovı\v rds ^ırl roîs avpPaCvovai toîs ıreAas
yıvopÂvas’ 8 p^v yap vepeariTiKhs AvTreîraı I ttI toîs dva-

^/ws e8 vpâTTovaiv, 6 b i (f>0ov€phs ^ırfpfiâkkoiv tovtov irrl


S ırâaı Avıreîraı, 8 8* iırıxaıp4KaKos Toaovrov ikktC'neı rov

16. iıraıyfrk oSr’ IpBk K**: 6p$h odr* ^ıratvcri vulg. e/<rl K*: (<rrı
vulg. 28. 6 addendum esse coni. Ramsauer (ante
s ı . vae^ıuurıK*: »d6««r» vulg. ve/>lK**; roî» u-cpi vulg. 36.
firfilvK*: 6 vulg.
36

yaşamın her durumunda söz konusu. Her şeyde orta olma­


nın övülmesi gerektiğini, uçlann ise övülesi, doğru olmadık- 15
lannı, yerilmeleri gerektiğini daha iyi görebilmek için bun­
lardan da söz etmeli. Bunların çoğu adsızdır, ötekilerde de
yaptığımız gibi, bunlara da açıklık kazandırmak ve kolay
izlenebilir hale getirmek için, bunlara biz id bulmayı
deneyelim. Samimiyet konusunda orta olan insc.n bir tür
samimidir; bu ortaya da samimiyet diyelim. Kendini başka 20

türlü gösterme aşırıya doğru olursa şarlatanlık, buna sahip


olana da şarlatan, eksikliğe doğru olursa istihza, buna
sahip olana da müstelızi diyelim. Şakadaki hoş konusun­
daysa Olta olana şakacı, tutumun adına şakacılık; aşınlığına
şaklabanlık, buna sahip olana da şaklaban; eksiklik göstere- 25
ne yabanıl, bu huya da yabanıllık diyelim. Yaşamdaki bir
başka- hoş konusunda, gerektiği gibi hoş olana dost, orta­
sına dostluk; aşınlık gösterene, bu bir nedenle değilse kol-
tukçu, bir çıkarı varsa dalkavuk; eksiklik gösterene ve hiçbir
şeyi begenm e\cne, kavgacı olana çetin adam diyelim. Başa 30

gelenle rle ve etkilenimlerle de ilgili ortalar vardır: Utanma


bir erdem değildir, ama utanmayı bilen ö\âilür; çünkü bu
konularda oıta olma söz konusudur; aşırıya kaçıp her şey­
den utanan utangaç, eksiklik gösteren ya da hiçbir şeyden
utanmayan \iizsiiz; ortası da utanmayı bilendir. İnfial, 35

kıskandık ile haset in ortasıdır, bunlar da çevremizdekilerin nosb


duıumlarına ilişkin duyoılan acı ve hazla ilgilidirler; infial
duyan, haksız )cre iyi durumda olanlar karşısında acı
duyar; kıskanç ise bunu aşırıya götürerek iu dummda olan
lierkcs karsısında aca duyar; haset duyan ise üzülmcirten 3
II. 7—8. 37

16 Xv7t€İ<röaı &<tt€ Kal \aipeip. â \ \ h rrepl Tovrtûv Kat


&\kodı Kaıpos loToı* ırepl bi biKaıo(rûvrjs, iırtl oix
k^yeraı, ptra Tavra bıekoptvoı ırtpl ^Kar4pa9 ipovpep
TTcüs peıroTTiTİs €la-ıv' SpoCuiS bi Kal ırtpl râv koyiKÛP
apiT&p.
V III. 'TpıStp brı bıad€<re<ûp ov<r£p, bvo p fv KaKi& v, Tİjs p (P 6
K ad' v T T fp ^o k rjp Tİjs b i K ar ^ k k fi\j/iP y p ıa s b’ i p e r i j s r ijs
fif<roTTjros, vâ a ra ı ırderaıs a v T İK a v r a L ırcûs’ al p \p yb.p
uK paı K al TÎj p î o “p K al a k k r 'jk a t s ip a p rC a ı fla lv , i) b^
•2 /x€(TTj Tals &,Kpaıs' &(TTt€p yap TÖ î<rop TTpbs peP t6 4kar- 15
TOP pu(pv ırpos be tö peîCop İkarrov, oHrm al piaat.
c^eıy TTpos ph' ras ekk€L\l/€LS ıntep^âkkovaL ırphs bi ras
ınrep^okas ekkeınova-ıp tv re roîs irdöeort Kal raîs ırpd-
^ecrıp. 6 yap avbpelos -npos pev top beıköv Spacvs <f>a(pe-
ratf npos be top Opaavp beikos’ dpoCcas be Kal 6 a"<ü(f>pa>p 20
npos pep TOP âpaCadrjTOP aKokaaros, npbs be top İKokaarop
apaL(r0r}TOS, 6 b' ikevOepıos npos pev top aveke^Oepop a<ro)-
3 TOS, npbs S c rbp â a c ü r o j ; apekevdepos. bıb koI âncûdovpraı
rbv pea-op ol &Kpoı eKİrepos npbs kKârepop, Kal Kokov<n
rbp âpbpeîop 6 pep beıkbs 6pa<rvp 6 b^ Opaais beıkop, Kal 25
4 eni T&p İLkktüv apakoyop. ovro» 5* ipTiKeıpÂpa>v akkrjkoıs
To^tûp, nkelarrj ipapTioTrfS ^otI toîs &Kpots npbs âkkrıka fj
npbs rb p4<rop' noppcarepat yap Tavra b.<f>e0 rriKep akkrjkap
rj Tov p4crov, &anep rb peya rov piKpov Kal ro piKpbp
5 roC peyâk.ov ^ ap<f>ai rov îaov. 4rı npbs pep rb pÂa-op 30
epCoıs &Kpoıs opoıoTTis TIS ^aLperaı, i»s tfj Opaa^TrfTi npbs
TTfp âpbpeiap Kal Tjj âa-oiTİa npbs tt\v ikevdepıorıjra' roîs
be &Kpoıs npbs âkkrjka nkeCarr] i.popoıoTr]s' ra be nkeî-
arop âne^oPTa an âkkrjkoip kvapria âpC^ojrraı, &are Kal

U08** 11. Sil L” : 5i vulg. 2 7 . w \ttu y r 80. /iiv t5] t Sp


M»* 34. 4ır* add. K»*
37

öylesine uzaktır ki, başkasının açı duymasına sevinir. Bun­


lardan, başka yerde de söz etmek için fırsat olacak. Kendi­
sinden bir tek anlamda söz edilmeyen adalet konusunu da
bundan sonra ele alıp, her iki anlamında da ortalar olduğu­
nu söyleyeceğiz. Akıl erdemleriyle ilgili olarak da aynı şeyi lo
yapacağız.
İkisi aşırılık ile eksiklik şeklinde kötülük, biri de orta
olma erdemi olmak üzere [sayısı] üç olan tutumlann hepsi,
belli bir biçimde biribiriyle bir karşıtlık içindedir; uçlar hem
ortaya hem biribirlerine, orta ise uçlara karşıttır. Nasıl eşit,
daha küçüğe göre daha bü^âik, daha büyüğe göre daha 15
küçükse, etkilenimlerde ve eylemleıde orta huylar eksiklik­
lere göre aşırı, aşırılıklara göre eksik oluyor. Yiğit korkağa
göre cüretli, cüretliye göre korkak görünüyor. Aynı biçimde
ölçülü, duygusuza göre haz düşkünü, haz düşkününe göre 20
duygusuz; cömeıt cimriye göre savurgan, savurgana göre
cimri görünür. Bu nedenle uçlarda olanlann herbiri orta
olanını ötekinin tarafına doğnı iter. Korkak yiğite cüretli, 25

cüretli de korkak der. Öteki duıumlarda da bu böyle. Bun­


lar biribirlerine böyle karşıt olduklarından, uçlar biribir­
lerine, Oltaya olan karşıtlıklanndan daha karşıttır. Nasıl
büyüğün küçükten, küçüğün büyükten uzaklığı, her ikisinin
eşitten uzaklığından daha çoksa, bunların da biribirlerine
uzaklığı. Oltaya olan uzaklıklarından daha çok. Aynca 30
yiğitlik \'e ataklıkta, cömertlik ve savurganlıkta olduğu gibi;
kimi uçlarla ortanın belli bir benzerliği var; oysa biribirlerine
göre, uçlar arasında çok büyük benzersizlik var; biribirin-
den en uzak olanlar karşıt olarak tanımlanır, dolayısıyla
38 II. 8— 9.

35 fiaXXov evavTİa r a ırKeîov &,ır€xpvTa. ıtpos hf to p.4<rov 6


1109* ivrİKiiTaı fiakkov i<f> &v {liv ^ ^Kkeıyjns ^<f>* 3tv fj
^9T€pj3oXi7, olov ia>bpeCa p.^v o v \ ^ dpaavTrıs ‘öiTfpPok^
od<ra, â \ y 7/ bfiKCa ikkcıyjns ovıra, Trj be <r<t>^poavvr\
ovx ^ i.vaıar6i)<rCa 4vbeıa ovtra, oAX’ ^ 6.KoX.a<rCa iırep-
5 /3oA^ oSora. öıa bvo 5* alrCas tovto avpLjiaCveı, p.tav 7
pkv T^v avTov rov TTpâyp,aTos‘ rw yap kyyvrepov eıvaı
Kal 6p,oı6T€pov rh İrepov cLKpov t <S p.4a-tü, ov tovto ÂAAa
TovvavrCov avriTCOepLev pMkkov' olov eırei âpioıoTepov eîvai
boK€Î Tj âvbpe[q ^ 0pa<rvTT]s Kal kyyvrepov, avopAnorepov
lob* rj beıkCa, Taimıv fiâkkov &vTiTl0ep,€v' r a yap İ ttİ-
yovra Ttkeîov tov pÂaov ivavTU&Tepa boKCÎ elvai, p.Ca pikv 8
ovv aİTİa avrrj, 4^ avTov tov ırpâypMTOs' kTİpa bk 4^ fjpMV
avT&jr Ttpbs h yâp avrol p.akkov Trf^TUKap.4v ır(as, Tavra
fiâkkov 4vavrla pAvip <f>alv€raı. olov avrol pcıkkov
15 7re(f>vKapev Trpbs roç •^bovâs, bıo evKaTa<f>op<&T€poC 4<rpev
ırpbs ânokaalav fj Trpös KO(rpı6Trıra. ravr obv pAtk-
kov 4vavrla k4yopev, Trpbs h ^ 4TrCbo<rıs pdıkkov yCverai’
Kal bıa TOVTO fi İLKokaala vırep^okrı obaa 4vavTuar4pa
4<tt\ rfl <T(û(f)poaiivrı.
9 "Ort p4v obv 4arlv fi aperfı fi fj0 iKrı peaorfis, ko.1 tt& s , I X .
Kal 8 n pea&nii bbo KaKi&v, rfjs pikv Ka0* fmep^okfıv rijs
5e Kar 4kkeıyjnv, ko.1 o n roıavTtı 4arl bıa rb aroxa<mK^
TOV p4(rov elvat tov 4v toÎ s 'n&0ecrı Kal 4v raîs ‘irpâ^eo'iVf İKa-
v m flpriTaı. bıb Kal İpyov ^orl arrovbaîov eıvaı. 4v İKdarto 2
=5 y “P p4<rov kafieıv 4pyov, olov K^Kkov ro p4<rov ov ’ ırav-
ros oAAa tov elSoroy* ovrat 5e Kal r5 pev 6pyı<r0fjvaı ıtav-

1100“ 1 . 1! post 8i om. K* 13. pr* K**: fort. ^4wofi4y 15.


tİKartupop4^*pol 4<rfAt» T : tİKarıipopot İtri».*» co d d .: «İKord^pot 4<rft*v
^/ iSW ok) Turnebus 19. t ? i ırtt^poaiyııs K** 23. iv post koI
add. K*>
38

biribirlerine daha uzak olanlar biribirlerine daha karşıttır- 35


1ar. Orta olan ile karşılaştınidıklannda kimi şeylerin eksik- 1109a
likleri kimilerinin ise aşırılıklan daha karşıttır; sözgelimi
yiğitliğin karşıtı, aşırılık olan ataklık değil, eksiklik olan kor­
kaklıktır; ölçülülüğün karşıtı eksiklik olan duygusuzluk de­
ğil, aşınlık olan haz düşkünlüğüdür. Bunun iki nedeni var: 5
Biri o nesnenin kendisinden kaynaklanıyor: Bir ucun ortaya
daha yakın ve daha benzer oluşundan dolayı, ortanın karşı­
sına onu değil, daha çok öteki ucu koyanz; örneğin yiğitliğe
ataklık daha benzer ve daha yakın, korkaklık ise daha uzak
göründüğü için, yiğitliğin karşısına daha çok korkaklığı 10
koyarız; ortadan daha uzakta olanlar daha karşıt gibi göıü-
nür. Demek ki ilk neden bu; nesnenin kendisinden kaynak­
lanıyor; öteki nedense doğmdan bizim kendimizden kay­
naklanıyor. Doğal olan şeyler ortaya daha karşıt gibi görü­
nür; sözgelimi doğal olarak hazlara daha çok meylimiz var,
bunun için düzenli bir yaşamdan çok, haz düşkünlüğüne 15
meylederiz. Dolayısıyla da kendimizi daha çok verdiğimiz
şeylere daha karşıt deriz; bu nedenle de aşınlık olan haz düş­
künlüğü ölçülülüğe daha karşıttır.
O halde karakter erdeminin orta olma olduğu ve ne
şekilde orta olduğu: Biri aşınlık öteki eksiklik olan iki
kötülüğün ortası olduğu ve etkilenimlerde ve eylemlerde
ortayı hedef edinmekle böyle olduğu yeterince belirtilmiş
oldu. Bu nedenle erdemli olmak güç iştir. Her şeyde ortayı
bulmak zor iştir, sözgelişi bir dairenin ortasını bulmak 25
herkesin değil, bilenin işidir; aynı şekilde öfkelenmek.
II. 9. 39

TOS KcX p^UiPt KOI rd hw vat i-pyApıop Kot haırapjjvai'


rd d* ^ Kal Strop Kal ore Kal o5 fpfKa Kal <8 s, ovk4ti ırap~
t6s ovbl pı^bıop’ bı6TT(p t 6 cS Kal (rndvıop Kal i'naıptrhv Kal
8 k<m\ 6 p. bhb b fî rbp <rroxaC6pfPOP toû pJ<rov vp&rop p k v 3 o
aıro\(ap€tp rov /iaAAoi' İpavr(oVt Kodâvfp koI ij KaXv^â>
•napaiP€i
TOVTOV p i v K avrvov ko\ KVfiOTOg t ı c r i f * * p y^

pr^a.
T&p yhp İKpap TO pep ia rıv &papT<û\6rfpop rb ö* ^ ttop' 33
4 otip rov p4<roo rv^tîp aKpots 't®’ ’®
Ttpop, ^aaC, Ttkovp rh ikâ^tcrra brjTTriov t&p ko/c5 v tovto 35
6’ Haraı p6Xıorra tovtop töp rpbırop bv \4yopep. a-KOveîp be H09 **
beî vpbs b. Kal airol evKaTd(f>opoi itrpep’ âAAot yhp
•npos &Kka "tte^dKapep' rovro b* earat yp<&pıpov İ k rijs
5 ^ b o p ^ s K ol rrjs kö -p rıs lijs y ıp o p d p r ıs ıre p l ^ p a s . els T o v p a v -
t ( o p b* ia v T O v s &(f>ikKeı,p bel’ ttoAv yap hmdyopres rov 5
hpaptâveıp els rb p i a o p ij^ o p e p , Hırep ol ra b t e a r p a p p e v a
6 T&p ^\<ûp dpdovirres Troıovaıp. iv ttavrl be paKıara <f>v\a-
KTeov rb ^bh koI ttiv ^bovı^v’ ov yap âbeKaorroı Kpivopev
ainqv. bırep oîı; ol brıpoyepopres İvaöov vpbs t^v *EXcot/i>,
TOVTO bel vaûelv koI t}pJas Ttpbs t^ v T)bovrıv, Kal iv ‘iracn »o
T^v İKeiviûv ivıkeyeıv <fxûpıjv’ o ^to yap avr^v dvtyırepıro-
7 pevoı ^TTov b,paprrı<r6peda. ravr obv -noıovvres, d>s iv Ke-
<l>a\a((p elrrelv, p&Kıara bvvrja-opeda tov pea-ov ıvy\âveıv.
^akevbv ö’ î<r<üs rovro, Kal pâkıar* iv toI s ko0 ’ İKaarov ov
yap ^dbiov bıopCaaı Kal n&s Kal rları Kal i-nl ttoIois Kal ‘no- 13
<rop xpdvov dpyıariov’ Kal yap rfpels 6t İ p iv tovs ikkeİTrov-
Tas ivaıvovpev koİ vpâovs <t>apiv, 6t^ bi rovy -^^akeTraC^

32. wap^ptı L'* M'* r 34. İ*inp6p patrt edd. (corr. VVilson)
UO»** 1. 4(rr» K“ 2. «ol »pi* a M» r 6. î* iaurobt om. K*» İ to-
y a .y İP T ts 15. koİ *rÛ5 K** L**: w v s M 'T
39

para vermek ve harcamak herkesin yapabileceği kolay bir


şeydir; ama bunların kime, ne kadar, ne zaman, niçin, nasıl
yapılacağı ne herkesin bileceği bir şey ne de kolaydır. Bun-
lan iyi yapmarfın ender, övülesi, güzel bir şey olmasının
nedeni de bu. Bunun için Kalypso'nun öğütlediği gibi, 30
ortayı arayanın önce ona daha karşıt olandan uzak kalması
gerekiyor:

“Bu dum anın, bu dalganın dışında tut gemiyi”^^

Nitekim uçlardan biri ötekinden daha çok yanlışa


götürür; ortayı bulmak ise son derece güç olduğundan,
derler ki, ikinci yol olarak en az kötü olanlan seçmek ge­
rekir. Bu da tam bizim söylediğimiz biçimde olur. O halde 35
kendimizin de yatkın olduğumuz şeylere bakmak gerekiyor; 1109b
çünkü herbirimiz bir başka şeye yatkınız. Bu da bizim neler­
den haz aldığımızdan, nelerden de acı duyduğumuzdan
anlaşılacaktır. Öyleyse kendimizi bunlara ters yöne do^ru
çekmemiz gerekli; eğri odunları düzeltenlerin yaptığı gibi, 5
isabetsizlikten çok uzaklaşmakla ortaya ulaşacağız. Her
şeyde de hoştan ve hazdan sakınmak gerek; çünkü haz
konusunda taraflı olmadan yargıda bulunamıyomz.
Troia'nın ileri gelenlerinin Helene'ye duyduklarının^'* 10
aynısını bizim de hazza karşı duymamız ve her duıumda
onlann sözlerini yinelememiz gerekiyor; bu şekilde onu
uzaklaştırırsak, daha az isabetsizlik ederiz. Özetle söylereek,
bunları yapınca onaya daha kolay isabet edebileceğiz. Bu
belki çok zordur, özellikle de tek tek duıumlarda: Çünkü
nasıl, kime karşı, neden ve ne kadar süreyle öfkelenmek 15
gerektiğini belirlemek kolay değil; nitekim kimi kez öfkelen-
meyenleri övüp, onlara sakin diyoruz, kimi kez de öfkeye
40 II. 9—III. 1.
vovrai avhptobeıs aTroKo\ovvT€S. aKK* 6 ııiv fiiKpdv rov ev 8
TrapeK^alvcûV ov •^eyeraı, oİ5t* çtti ro p.aXkou ovt iırl rd
20 TjrToı/, â be Trkiov’ ovroi yap o i kavdâveı. 6 be p-^XP^ rivos
Kal İ tti ıtotrov yjfeKros ov rw X<{yw i.<f)opCa‘at' oibe
yap âA.Xo ovb^v t &v al<Tdı\T&v' to b\ rotavra iv toÎ ç ıcad’
İKa<rra, Kal iv rf} aiadı^aeı »; KpCaıs. tö piev &pa Toaovro î>
brjkoî oTi rj p-i<rq iv ttaa-ıv iıraııteTriy İLttOKkCveıv b\
25 bel OTİ piev İ ttI t ^ v vırep/iok^v ore 6’ İ ttI r^v İk k e ı^ ıv'
oÜTtû yap pŞa-ra tov pÂaov Kal rov eî> rev^opieöa.

r.
30 T^y İLpeTijs brj vepl vdOrı re Kal ırpâ^eıs ovirıjs, ko İ
eırlp.ev rols İKovaCoıs ivaCv<av Kal yf/oyatv yu>op.ev(ûVy İ ttI
be Tols aKovcrioıs avyyvdtp^rjs, iviore be ko İ ikiov, rb İKOV-
<nov Kal ro aKovaıov dvayKolov t«r(oy bıopCtraı rols rrepl dperrjs
itnaKOTrovaı, xprja-ıp.ov bi Kal rols vopLoOerova-ı Trpos re ray 2
35 rı/iay Kal ray Kokâa-eıs. boKel bıj aKOvaıa eıvaı rh p ia 3
1110* 7/ bı dyvoıav yıvopLeva’ fiCaıov bi o5 ^ ^PXV ffûJÖeı», roı-
avTT} oda-a iv 17 fA.r}bev avfi^akkeraı 6 TpArratv rj 6 ırd-
(TxoiV, 6Î0V el TTvevpLa KopLCtrat rroc rj Avûpcarroı Kvpıoı ov~
rey. Saa 5ıd <f>6^ov p.eıCdvo)V KaK&v rtparreraı rj bıa i
s k o X 6v T l, olov el rupavvos ır/joordrroı alaxp6v rt rtpa^at

Kvpıos a>v yoveoiv Kal reKvav, Kal rrpâ^avros p iv afpÇoıvro


pTf TTpd^avTos b' ârrodvıjorKOteVt âp(f)icrfi‘qn}crLV rrdrepov
İKodaıâ iarrıv fj İKoda-ıa. roıovrov be rı crvp.^aiveı Kal rrepl 5
rdy iv rols x«/ıx5(rıy İK^okds' arr\&s piev ydp ovScıy drro-
10 )SdXXcraı İ k^ v, irrl (rcorrjpCa b’ avrov Kal râ v Koırr&v

18. iıroKaAot/i^cs K**: &ıroKoXoC/iCi'L** T 24. 8q\oy codices Morelii


33. rb add. K** 35. Siı codices Morelii: Sb vulg. lUO* 8.
Ti r : om. K«» V> M**
40

kapılanlara ‘erkek’ diyoruz. Ama uygun olandan — aşmhk


ya da eksikliğe doğru— biraz uzaklaşan değil, fazla uzakla­
şan kişi yerilir; çünkü bu tür biri göze batar. Ancak bunun 20
nereye kadar ve ne dereceye kadar yerilmesi gerektiğini akılla
belirlemek de kolay değil. Duyulara verilen şeylerin herhangi
biri için de kolay değildir; çünkü bu tür şeyler tek tek şeyler
arasında yer alırlar, bunlara ilişkin yargı da bunlan duymada
verilir. Bunlardan şu kadan görülüyor ki, ortanın huyu her
şeyde övülen bir huydur ve kimi kez aşınlığa, kiiTii kez de 25
eksikliğe doğru bir eğilim göstermek gerekir. Ortaya ve uy­
gun olana en kolay da bu şekilde isabet edeceğiz.

ÜÇÜNCÜ KİTAP
• Erdemin duygulanımlarla ve eylemlerle ilgili olduğuna 30
ve isteyerek yapılanlarda övgüler ile yergiler, istemeyerek
yapılanlarda ise bağışlama, hatta kimi kez acıma söz konusu
olduğuna bakılırsa, ‘isteyerek’ ve ‘istemeyerek’ yapılanı
belirlemek, erdem konusunda araştırma yapanlar için
herhalde gereklidir; yasa koyanlar için de ödüllendirme ve
ceza verme konusunda yararlıdır. 'Zorla ya da bilgisizlik 35
nedeniyle yapılanlar istemeyerek yapılmış gibi görünüyor. ıııoa
Başlangıcı, yapanın ya da maruz kalanın dışında bulunan,
böyle olduğundan dolayı da yapanın ya da mamz kalamn
hiç payı olmadan yapılan ‘zorla yapılan’dır; sözgelimi bir
insanın rüzgâr ya da onu elinde tutanlar tarafından bir yere
sürüklenmesi gibi. Daha büyük kötülükler korkusundan ya 5
da iyi bir şey için yapılanların ise — örneğin bir tiran çocuk-
lannı ya da ana-babasını elinde tuttuğu birine zorla kötü bir
şey yapmasını emrederse ve bünu yaptığı takdirde onlar kur­
tulacaksa, yapmadığı takdirde de öldürüleceklerse, böyle
bir şeyin— isteyerek mi yoksa istemeyerek mi yapıldığı tartı­
şılmalı. Bunun bir benzeri fırtınalarda denize bir şeyler at­
mada oluyor: Genellikle hiç kimse isteyerek bir şey atmaz; 10
III. 1. 41

6 &‘i ta v m ot vovv İ\ovT€S. fUKral /xcı/ ovv tltn v al roıavraı


TTpd^eıSt ioUaa-ı dk /ıâW ov İKOva-Coıs' alperal yap et<rt
TOTC 5re Trparrovrah to bk rtko s rfji Trpâ^em Kara töp
Kaıpov fOTiP. Kal rb İKOİaıov brj Kal rb İKOvarıov, ore ırpAr-
T«ı, k€KTjlov. ırpaTTeı Ö€ İKav' Kal yap rj a p \^ toC kiv€İv
ra âpyavtKo, pipı\ Iv raîs roıavrats npa^ea-ıv iv avT<5
carıv ^ v b* iv avry ^ ^PXHt airÇ Kal to TrpârT€iv
Kal ftıj. İKOTv<rıa brı r a roıaCra, &,TrX&s b' ta-ois aKOTu(rıa’
7 ovbfis yap &v ikoiTO KaÛ’ avrb r&v toiovtoİV ovbiv. iv l raîy
Ttpâ^tfn Toîs ToıaiJTacs ivCore ko.1 iıraıvovvraı, 8rav 20
al<rxpov n r\ kvjrqpbv VTTopivüiaıv avrl ptyaktüv Kal Ka~
k<bv' bv b' âvaTTokiv, \friyovraı‘ ra yap aîay^Lcrd' ımopd-
vaı İ ttI prfbevl Kak(p rj p€Tpi<p <f>aijkov. irr ivion b' İrrâı-
vos piv ov yCvcraı, <rvyyv<iprj b\ orav bıa roıavra rrpâ^
ny h beîy & TrfV av6p(OTtivr\v (f>Tu<rıv vmpTeivn, Kal pt]- 25
b 5eıy av vrropelvaı. İvıa b* î<ro)S oİ k İorrıv âvayKaaörjvai,
a \k a pakkov irroOavfTİov rraûbvTi ra betvbrara' Kal
yap TÖv Eipımbov ’AkKpaıcova yekola (f>aîv(Taı ra avay-
<1 Kacravra prjTpoKTOvrjcrat. eam bk ivCore bıaKpîvaı
TTOtov bvTi Ttolov alpfTfov Kal t C İlvtI rıvoy vrropevfTİov^ Irt 30
5e \ak€TT<ûTfpov ipptivau toîs yvoardeîa'iv' ats yap irri to
Tokıj iarTC Ta pkv ırpo<rboK<opeva kvrrrjpd, & b‘ âvayKaCoV’-
Tai al<rxpâ, oöev irraıvoı ko.1 ^oyoı ylvovTaı rrepl tovs
10 avayKaadivTaî rj prj. Ta 5?) rroîa <f>aTİov /3ıaıa ; ^ a-Xûiy ıiio*
pev, orroT bv i] a h la iv T0Î 9 İKrbf rj Kal 6 ırparTtov /İtj-
5ev (Tvp^âkkrjTaı; b bk küB' abra pkv aKovtrıâ etm , vvv
öe Kal aw l T&vbf atper(i, Kal rj &p\^ iv r<5 rrpâTTOVTi,
Kad* abrb pkv bKobaıd iarı, vvv 5e Kal üvtI T&vb( İKOvaıa. 5

11. tMy om. 21. «] Kol K** 27. »atftfvra L*» M** T 1110» 2.
TOÎj] TÛI
41

aklı başında herkes, kendisinin ve ötekilerin kurtulması


için atar. Demek böyle eylemler bir kanşımdır, ama daha
çok isteyerek yapılanlara benzerler; çünkü yapıldıklan anda
tercih ediliyorlar, eylemin amacı da duruma uygundur.
Eylemlerin isteyerek veya istemeyerek yapıldığı, yapıldığı
ana bakılarak söylenmeli. Bu gibi durumlarda isteyerek 15
yapılıyor, çünkü böyle eylemlerde organlan harekete geçir­
menin başlangıcı yapanın kendisinde bulunuyor; başlangıcı
kendisinde olan şeyleri yapmak ya da yapmamak da ona
bağlı. O halde bu tür şeyler isteyerek yapılıyor, ama mutlak
anlamda herhalde istemeyerek yapılıyor denilebilir. Çünkü
hiç kimse böyle bir şeyin kendisini o şey olarak tercih etmez.
Kimi kez kişiler,- böyle eylemler için, yani daha önemli ve iyi 20
şeylere karşılık çirkin ya da acı veren şeylere katlandıklan
için övülürler bile; tersini yaptıklarında ise yerilirler. Karşılı­
ğında iyi ya da uygun bir şey olmaksızın en çirkin şeye
katlanmaksa kötülerin özelliği. Kimi eylemler de övülmez,
ancak bağışlanır, sözgelişi biri yapmaması gereken ama 25
insanın doğal yapısını aşan, hiç kimsenin katlanamayacağı
şeyler yaparsa. Ama kimi şeyler vardır ki kişi bunlan
yapmaya herhalde zorlanamaz, en büyük kötülüklere katla-
namk ölmesi bile gerekebilir. Nitekim Euripides'te^^
Alkmaion'u annesini öldürmeye zorlayan nedenler gülünç
göıünüyor. Kimi zaman da neyi neye tercih etmek ya da ne
yerine, neye katlanmak gerektiğini görebilmek güç;
bunu gördükten sonra ise bunda ısrar etmek daha da güç. 30
Çünkü, çoğu zaman, beklenenler üzüntü vericidir, kişilerin
yapmak zonında kaldıkları ise kötüdür; bu nedenle övgüler
ile yergiler kişilerin bunları yapmak zorunda kalıp kalma-
dıklanna göre oluyor. O lıalde nelere zorla yapılanlar
demek gerek? Acaba, genel olarak söylenirse, nedeni 1110b
yapanın dışında olduğu, onun hiç payı olmadığı ztıman
yapılanlara mı? Kendileri istenmeyen ama yapıldıkları anda
başka şeylere tercih edilenler ve başlangıçları yapanda
bulunanlar, kendileri istenmeyerek yapılıyor, ama o anda
başka şeylere kaı-şılık istenerek. O halde daha çok, isteyerek
42 III. 1.
fiaXkov 5’
ioiKfv (Kov<rioıs’ al yap ‘npâ^us İp toÎs KaO*
(K aara, ravra 5 * <ıcoî;<na.
ıroTa 6 * iv r l ııoCiûP alpfrioVf oi
pabıov aTTohovvaC ıtoWaX yap bıaiftopal (l<nv iv toÎs KaÖ*
(Kaa-ra. el 8e rıs r a ^8ea Kal r a K o \a <f>alr] ^Caıa 11
10 etvaL (avayKdCei-v yap I^ û> ovra), Trdvra dv eîrı airCi
^lata' TovTiüv yap Trdvre^ Trayra Ttpdrrovtnv. koI oi
pev ^ i a Kal &Kovres Kvtttjp&s , ol 8e bıa rb t]8v Kal ku-
\ b v peö' ^8ovrjs‘ ye\olov be rb alrkda-daı r a İ ktos, oAAa
avrbv evOrjparov övra vTrb t S>v Totodrtûp, Kal r&v p iv
15 KoAcÜy iavTOVt r&v 8* aîayfi&v ra ^8ia. ?oik€ 8rj rb /3 C- 2
aıov elvai ov e^o)0ev ^ ^PXV> P-V^iv <rvp^aWopepov rov
/Sıaa-ûepTOÇ.
2 T o 8 e 8 l dyvoıav ovx İKOva-ıov p iv &nav earip^ â,Kod- 1 3

(Tiop 8e TO €‘jrl\v7roı> >'al iv perapeKeCa’ 6 yap 8ı dypoıap


20 Trpd^as! brıovvy pr)8ev rı bvayepalvoav em rfj ırpd^eı, İK(i>v
p'f^p ov TreTrpa^ev, o ye p^ ov8* a î aKonv, pi] A.vırot/-
piv6<; ye, rov brj 8ı âypoıav o pev ev perape\eCa &k<ûv
boKFÎ, 6 8e prı perapeKopevos, eırel erepos, e<rra> ovx İ k<ûv'
C7T(-1 yap 8ıa(f)epeı, ^e\rı0v ovopa e ^ e ı y I 8 t o y . irepov 8 ’ 1 4
^5 İoiKC Kal rb 8ı aypoıav rcpdrreıv rov âyvoovpra‘ 6
yap pe6v<üv 17 opyıCopevaç ov boKcl 8ı dyvoıap rtpdrreıp
dkkd oıd. Tl rS)V elprjpevıpp, ovk eı8a>s 8e dAX’ dyvo&v.
dyvofZ i„ev ovp ttos 6 poydrjpbs h 8eî ırpdrreıv Kal cop
dçHKT' lif. Kal 8ta r^'v roıavrrjv dpapriav &81K01 Kal oAûûs
KaKol , .vovraı' rb 8’ aKOVcrıov ^ovKeraı kiyetrOaı ovk et rıç 15
dyj'oet ra. (Tvp(f)epovTa‘ ov yap rj ep rp Trpoaıpicreı dyvoıa
alria roî ukovo-lov d \ \ d t^ s po^dfiptas, ov8' p KaOokov

10. w<xyKİC^ı K’’ r o0Tw T (et fort. Asp.) 13. Si K’’ F A sp.:
!}r> L" M'' 20. fjLifSiv Tl K**: nvSiv M** F : p ı i ^ v Si L** 2 5 . robs
âyvoovyras’ pr. K'' post iyyoovyra add. notety F 31. r i <ntfipfpoyTa
K'’ A sp .: t A trvn<t>ipoy vulp-
42

yapılanlara benziyorlar; çünkü eylemler tek tek şeyler ara­


sındadır, bunlar da isteyerek yapılır, ama hangilerini hangi­
lerine tercih etmek gerektiğini belirlemek kolay değildir,
çünkü tek tek şeylerdeki farklar pek çoktur. Şayet hoş ve
güzel şeylerin zorlayıcı olduklanm söyleyen olursa (nitekim
dışardan zorlarlar), onun için her şey zorlayıcı olsa gerek; lo
çünkü herkes her şeyi bunlar uğruna yapıyor. Bir şeyi zorla
ve istemeden yapanlar acı çeker; hoş ve güzel bir şey için
yapanlarsa haz duyar. Böyle şeyler tarafından kolayca
avlandığı için kendini değil, dış etkenleri suçlamak; güzel
eylemlerin nedeni olarak kendini, çirkin eylemlerin nedeni 15
olarak ise hoş şeyleri göstermek gülünç olurdu. O halde
‘zorla yapılan’, zorlanmış kişinin hiç katılmadığı, başlangıcı
onun dışında bulunan şey gibi görünüyor.
Bilgisizlikten dolayı yapılan, tümüyle, istenerek yapılan
değildir; üzüntü ve pişnıanlık getireni istenmeyerek yapılan­
dır. Bilgisizlikten dolayı bir şey yapan ve bundan tedirgin 20

olmayan insan, yaptığını — bilmediğine göre— isteyerek


yapmamıştır, ama — üzüntü duymadığına göre— istemeye­
rek de yapmamıştır. O halde bilgisizlikten dolayı bir şey
yapanlardan, pişman olan için “istemeyerek yaptı” denebi­
lir, ama pişman olmayan için — ötekinden farklı olduğun­
dan— “isteyerek yapmadı” ifadesini kullanalım; farklı
olduğu için kendine özgü bir adı olması daha iyi. Bilgisizlik- 25

ten dolayı bir şeyi yapmak ile bilmeden yapmak da biribirin-


den ayn gömnüyor. Sarhoş ya da öfkelenmiş olan biri yap­
tığını bilgisizlikten dolayı yapıyor görünmüyor; söylenen
nedenlerden birinden dolayı yapıyor, ama bilerek değil, bil­
meden. Her kötü kişi yapılması gerekenleri ve uzak durul­
ması gerekenleri bilmez; böyle bir yanılgı yüzünden de
insanlar adaletsiz ve genel olarak kötü oluyor. ‘İstemeyerek 30

yapmış’ ifadesi ise yararlı olanı bilmeyen için kullanılamaz;


çünkü istemeyerek yapmanın nedeni tercihe ilişkin bilgi­
sizlik değildir (bu bilgisizlik kötülüğün nedenidir), genele
II I . I. 43

(\lr4yovrai yap bıd ye ravTr\v) dA.A.* ^ Kad' eıco<rra, ev


oîs Kal ırepl & ^ ırpa^ıs’ 4v tovtois yap Kal l\e o s Kal l i ı i *
avyyvi&prı' ö yap tovtuİV ti ayvo&v UKOvaltas Trpârreı.
10 tcois oZv ov yjiipov bıoptaaı avrd, riva Kal TToaa iari, tis
Tf bj} Kal TL Kal Trept ti ^ iv t Lvl Trp^rreı, ivıoTe 8c Kai
TLVL, olov dpyâvfp, Kol €V€Ka t Ivos, oÎ ov <r<t)Tr}p(aSt Kal ‘Ttûs, 5
'7 olov 'fıpipa ^ a<f>6bpa. &ıravra pev oZv raS ra ovbeli ^v
âyvoT^aeıe paLvopevos, brj\ov 5’ o>9 ovbe tov ırpdTTOvTa’
TT&s yap iavTov y e ; ö 8e Trparreı âyvo^aeıev &v n s, olov
fheyovTes (pacıv İKTrea-elv avrovs,t V elbivaL otl Aıroppı/ra
ua-TTep Al<rxy^os Tâ pvoTiKd, ^ bel^aı j3ov\dpevos 10
d^eîyaı, o>s o tov KaraWXrrjy. oirjdeirj 8’ dv n s Kal tov
vlov TToKepLov elvaı tScnrep ^ MepoTTij, Kal i<r(f>aLp&a'daı
t 6 \e\oyxpip4vov bdpv, fi tov kiBov Kİ<rrjpıv elvaı' Kal eırl
crcûTTjpıa ‘^•^<^as âıtOKrelvaı a v Kal âî^aı j3ov\dpevos,
18 djo“irep ol âKpoyeıpıCdpevoı, TraTd^eıev âv. nepl ırdvTa bf} ıs
Tavra nj^ âyvoias ovarıs, ev ols jj ırpa^ıs, 6 rovrav ti
âyvor\<ra^ clkohv boKeî rre7rpa\evaı, Kal pdKurra iv toÎ s
KVpKordToiî' KvpKoTara 8’ eıvaı boKeî iv ols ^ Trpofıs Kal
19 ov İveKa. TOV bfj Kara Trjv TOiavrr)v dyvoıav aKovaiov \e -
yopevov İ ti bel rfjv Trpâ^ıv Avmıpav elvaı Kal iv pera- 20
pe\ei(}.
20 "OvTOi 8’ İKOvcrıov tov ^lq. Kal 8ı’ dyvoıav, tö İ kov- 3
(Tiov bd^eıev &v elvaı ov ^ dpyrı iv aitrıp elbdn ra Kaâ’
21 ?Koora iv ols fi Trpa^ıs. Icrcoç yap ov koKûs kiyera ı ciKod-
22 Via elvaı ra bıd ûvpbv fj im dvpiav. TtpSiTov p iv yap 25
ovbev İ ti t &v d\Ko>v ([(pa)!/ İKovtrlcûs Ttpd^eı, ov8’ ol ıraıbes'

İ l i l * i. Kal post rl om. K** 9. \4yoyris (ut videtur) Asp. iıcr4jx~


T«iK K** 14. Tİras Bernays : ıraltras codd. 9î^at codices M orelii:
S(7{aı vulg. 16. iv oTt ^ wpâ^ts seclus. Ramsauer 19. Si Thurot
25. inOvjAlav K** A sp .: 81* iwıOu/ıiav vuU^. 26. İ t i om.
43

ilişkin bilgisizlik de değildir (bu bilgisizlik yüzünden kişiler


yerilir); istemeyerek yapmanın nedeni tek tek şeylere ilişkin lllla

-eylemin aralannda yer aldığı ve hakkında olduğu şeylere iliş­


k in - bilgisizliktir; bunlarda acıma ve bağışlama söz konusu,
çünkü bunlardan birini bilmeyen yaptığını istemeden yapıyor.
O halde bunlan da -neler ve kaç tane olduğunu- belirlemek
herhalde fena olmayacak. Yani kim, neyi, ne hakkında, hangi
dummda yapıyor, kimi kez de ne ile -sözgelimi hangi
araçla-, ne için -sözgelimi kurtuluş için-, nasıl -sözgelimi
sükunetle mi yoksa sertçe mi yapıyor. Hiç kimse, deli değilse,
bunlann bütününü bilmemezlik edemez; sözgelimi yapanı
bilmemesi olanaksızdır, çünkü kişi kendini bilmeyebilir mi?
Oysa kişi yaptığı şeyi bilmeyebilir: Örneğin bir şeyi söylemiş­ 10

se “ağzımdan kaçtı” denmesi ya da Aiskhylos'un^^ sırlarla ilgili


olarak “söylenmemesi gerektiğini bilmiyordum” demesi gibi;
ya da nasıl çalıştığını göstermek isterken -sözgelişi sapa­
nın elinden kaçması gibi. Biri de Merope^^ gibi, oğlunu düş­
man sanabilir ya da ucu açık mızrağı korumalı sanabilir ve
taşı, sünger taşı sanabilir; kurtarmak amacıyla birine ilâç ver­
mekle onu öldürebilir; ya da parmak güreşçilerinin yaptığı
gibi, yalnızca dokunmak isterken yaralayabilir. O halde bilgi­ 15
sizlik eylemin bütün bu yanlanyla ilgili olduğuna göre, bun­
lardan birini -özellikle de en önemlilerini-bilmeden eylemde
bulunan, yaptığını istemeyerek yapmış görünüyor; en önemli
olanlann ise, eylemin içinde yapıldığı koşullar ve eylemin
amacı olduğu görünüyor. O halde böyle bir bilgisizliğe göre
istemeyerek yapıldığı söylenen eylemin üzüntü vemıesi ve 20
pişmanlık getirmesi gerekiyor.
Zorla ya da bilgisizlikten dolayı yapılan ‘istemeye­
rek yapılan’ olduğuna göre, ‘isteyerek yapılan’ —öyle göıü-
nüyor ki— başlangıcı eylemin tek tek koşullarını bilen kişide
olduğu zaman yapılandır. Belki de tutku ya da arzu yüzün­
den olan şeylere ‘istemeyerek yapılanlar’ demek doğru 25

değil. Böyle olsa, öteki canlılardan hiçbiri —çocuklar da—


44 III. I — a.

fîra ‘TTorepov ovd^v ^KovaCois ırpİTTOficv t &v hı kTu6vp.iav 2-3

Kal 6 vp.6 v, fj Kakd. /xev kKovoritos r o 5’ al(rxpa â.Kov-


ra
<riü)s; ^ yekoîov ipos y e alrıov ovros ; &tottov 8^ fcrtüs 24
30 İLKOiS<rıa <f>6,vaı c5v 8ec 6p4y€(r6aı' 8eî 8^ Kal dpyCC^trOaı
€tt[ rttrı Kal C7n6vp.€Îv tlvoğv, oÎop ıryıdas Koi p.a6 'q(T€<ûS.
8 ok€Î 8e Kttl ra pt.€v OKOva-ıa kvTrrjpa fîvai, râ, 8eKar’ İ ttiÛv- 25
fiCav f)bea. e n 8e t ( bıa^ifpcı rw aKoCaıa €ivaı r a Kara 26
\oyı<rp.bv fj 6 vp.hv apLaprq6 i v r a ; <f>€VKTa p.fv yap â/üu^o),
l l l l ’>8oKeî 8^ o^x i.v 6 pa>vtKa eîm ı r a a \o y a TrâOr), toore 27
Kal al ırpdlfeıs roö avöpdtTrov ( a l ) aırb 6 vp.ov koI ^ırıOvpCas.
aTOTTov br} To TiOivaı İKoıSa-ıa ravra,
4 Auûpıa-p,4voiP 8e tov re eKoucrıov Kal roG a.KOV<rCov, II.
5 ırepl ırpcaıpeVetûs CTreraı 8 ıeXöeîı/* olKubrarov yap eîvai boK€Î
rj} openj Kal fiakkov ra tjdrı KpCvfiv t &v Trpâ^eoiv. rj 2
TTpoaCpfo’is bi] eKOvaıov p.€v ^atveraı, ov ravror 8 e, aX \’
^ırl tt\4 ov ro ^KoGo'tov rov /xev yop ^kovo'iov koI ıraî 8es Kal
raXXa (Ş a Koıvcoveî, TrpoaıpeVeeos 8’ ov, Kal ro 4$al(f>vr]n
lo kKo^aıa pev X4yofX€V, Kara ‘npoaCpea-ıv 8’ ov. ol 8e Xeyovres 3
avT^v 4TTidvfxlav fj 6 vp.bv ^ ^ovkrjaıv fj rıva 8o£av ovk ^ot-
Kacrıv 6 p 6 &s Xcyeıv. ov yap Koıvbv ^ 'npoaipftn^ Kal t &v
akoycûv, İTnOvjila 8^ koI övp.o's. koI 6 aKpaTrfs 4ttl6v-
fiâv p iv Trpdrret, 7rpoaıpovp,evos 8’ ov‘ 6 4yKpaTrjs 8’ dva-
15 ırakıv ırpoaıpov/zevos p.4v, em dvpâv 8’ ov. koI TTpoaıp4cr(i 5
p^v kTndvjjLİa 4vavTiovTaı, kTudvjiia 8’ 4'7ndvp.(a ov. Kal 17
pcv İTTidvpifa fjb4os Kal İTrtkvTrov, f) Trpooıpetny 8’ ovre Xv-

30. İKoiffıa K’’: rb İKo6<rta vulg. 32. Kal add. K'* 1111'’ 1.
TrdOt; om. pr. K** Ö(Tt « Kal aı' K'* F : al Si vuig. 2. a/ addendum
esse coni. Susemihi iırb— ivıOv/ılai om. K** 6. r&y ırpi^tuv npl-
ytıv K*” 7. 81) K** F: Sb vulg. 10. 6i] 81) K** 12. Kal om.
K** 14. 8] Kal 8 K** 16. iındv/ıla 8’ ivı$vfil(^ K** F A sp .: iırıOv-
filtf, 8* iırtSvfita vulg.
44

isteyerek eylemde bulunmayacak, bu bir; İkincisi, acaba


arzu ve tutku nedeniyle yaptıldanmızm hiçbirini mi isteye­
rek yaprruyoruz; yoksa güzel şeyleri isteyerek, kötü şeyleri
istemeyerek mi yapıyomz? Ya da, neden bir ve aynı olduğu­
na göre, bu gülünç olmaz mı? Kişinin arzulaması gerekli 30
olanlara ‘istemeyerek yapılanlar* demek herhalde yersiz
olur, kimi şeyler konusunda öfkelenmek, kimi şeyler konu­
sunda da —^sağlık ve öğrenme gibi— arzu duymak gereki­
yor. İstemeyerek yapılanlann üzüntü verici olduğu, arzuya
uygun olanlannsa hoş olduğu görünüyor. Üstelik istemeye­
rek yapılıp yapılmamalan bakımından, yapılan yanlışlann
hesaplı ya da öfkeden dolayı yapılması arasında ne fark
var? Çünkü her ikisinden de kaçınmalıdır. Akıldan pay mib
almayan duygulanımlar ise, daha az insanca görünmüyor,
dolayısıyla öfke ve arzudan kaynaklanan insan eylemleri
de. Demek bunları ‘istemeyerek yapılanlar’ olarak saymak
uygun değil.
İsteyerek ve istemeyerek yapılanı belirledikten sonra,
sıra tercihi ele almaya geldi; çünkü erdemle çok yakın ilişkili, 5
ve karakterler konusunda eylemlerden daha çok yargıya var­
maya yardımcı olduğu düşünülüyor. Tercih, isteyerek yapılan
bir şey gibi görünüyor, ama aynı şey değil; ‘isteyerek yapılan’
daha kapsamlı. Nitekim isteyerek eylemde bulunma çocuk­
larla hayvanlarda da görülür, ama tercih görülmez. Birden­
bire yapılanlara da isteyerek yapılanlar diyoruz, ama tercihe 10
göre değil. Onun arzu, tutku, isteme ya da bir çeşit sanı oldu­
ğunu söyleyenler doğru söylemiyorlar; çünkü akıl sahibi
olmayanlarda tercih yoktur, ama arzu ile tutku ortaktır.
Kendine egemen olmayan kişi tercihle değil, arzuyla davranır;
oysa kendine egemen olan kişi tersine, arzuyla değil, tercihle 15
davranır. Arzu tercihe ters düşebilir, oysa arzu arzuya ters düş­
mez. Ayrıca arzu hoşla ve üzüntü verenle ilgili; tercih ise ne
III. 3. 45

6 ‘orıpov ovd* ^bios. OviJi^s ö’ İri ffirov' rİKiara yap ra bcâ $v-
7 pdv K a r a ırpoalp€<rıv flvai boK€İ> &KXa ovbk ^oi/krıaı^
yc, KaOnep avveyyvs <f>aıv6 pfpov' ‘irpoaip€<rıs p^v yap oî>K 20
lort rtiv âbvvdTtûv, xal iX rıy <^airı Trpoaıpiîa’daı, boKoirf
av rfKlOıos tlvav fiodX.rı<ns b' lo r ı ( koI ) t &v âbvvdrayv, olov
S ddavaa-Cas. Kal rj p fv PodktfO'ls lorı Kal ırtpl ra pribap&s bı
avTov TtpayOivra dv, oîov ivoKpcTtjv rıva viKav ıf ddkrjTTfv'
Ttpoaıp€İTaı 51 râ Toıavra ovbeıs, oAX’ o<ra oîcrat yevicrdaı 25
0 bv bı avTov. İri 6* ti p fv ^ovkııaıs tov t 4 \ ovs I oti paKKov, ıj
öt TTpoatp€0’is T&v ırpös rd rlAos, oîov vyıaCveıv fiovkopeOa,
ırpoaıpodpfda 51 bı &v vyıavovpev, Kal evbaıpoveîv /Soukdpeâa
pev Kal <f>ap4v, Trpoaıpövpeda 5c \eyeiv ovx âppdCeı' 8\ cûs
lû yap (oiKfv ^ ırpoalpea-ıs ırtpl r a 1 ^ ’ fıpıv eîvai. ovöl 5^ 30
öJfa bv etrı' f} p h yap bd^a boKfî TTfpı ıtdvra fîvai,
Kal ovbev ^TTov Trepl râ dCbıa Kal ra dbvvara ^ r a l<^’
fipîv' Kal r y ^cvScî Kat dkrfdeî bıaıpeîraı, ov ry KaKcp
11 Kal âyaûÇ, rı .vpoaCp€<rıs 51 rovroıs p â \\o v .o\<ûf p lv ovv
bo^fl rairbv lavas ovbe Acytı oibfis. dW* ovbe rıvC' ry yap
TrpoaıpeîarOaı rdyaOb rj rb koko rroıol rıv4s 4(rp€v, ry 5c
12 bö^dCeıv o5 . Kal rtpoaıpovptda pkv AajScıi' rj (pvyeîv [»/] rı
T&v ToıovTcav, bo^dCoptv 51 rC ia rıv fj rtvı avp<f>€p€i rj rr&s'
13 kafieîv 5* ^ ıfivytîv o5 rrdvv bo^dCopxv. Kal ^ p iv rrpo- 5
aip€<ns lıraıvcîraı ry cıvai o5 5cî pakkov fj ry 6 p$&s,
fi 5c bd^a &s âkrıd&s. Kal rtpoaıpodptöa p \v b pdkıcrra
14 Irrptv dyaBa ovra, bo^dÇoptv öl b ov rrdvv İapev' boKOvaı
5c ovx ol avrol rrpocupfîırOaC rc apurra Kal bo^dCfiv, dkk
Ivıoı bo^dCeıv p^v dpnvov^ bıb kokIov 5* aipeîa-dai o v\ b
15 öcî. ci 5c rrpoyivfraı bd$a rrji rrpoaxp4a-&tn ^ ırapaKokov-

18. Sıii corr.‘ K*» T: kotApr. K** L»» M*» Asp. 22. koI add. Asp.
28. iyıvlvoiKtv K»- 30. ''U2* 3. tj om. K» 4. tQ
8rı 8. wdyv'] /iii' K" 9. SAK**: rc vulg.
45

üzücü olanla ne de hoşla ilgili. Tutku tercihle daha da az ilgi­


lidir, çünkü tutku yüzünden yapılanlar tercihle en az ilgili gö­
rünüyor. Biribirlerine yakın görünmelerine karşın, tercih iste­ 20

me de değildir. Çünkü olanaksızlann tercih edilmesi sözko-


nusu değil; biri olanaksız bir şeyi tercih ettiğini söylerse, aptal
olduğu düşünülür, oysa olanaksızlann da istenmesi sözkonu-
sudur. Örneğin ölümsüzlüğün. Aynca kişi hiçbir zaman ken­
disinin yapamayacağı şeyleri isteyebilir; örneğin bir oyuncu­
yu ya da bir sporcuyu yenmeyi; hiç kimse böyle şeyleri tercih 25
etmez, kendisinin yapabileceğini düşündüğü şeyleri tercih
eder. İsteme daha çok amaçla, tercih ise amaca götüren şey­
lerle ilgili; örneğin sağlıklı olmayı isteriz, bizi sağlıklı kılacak
şeyleri ise tercih ederiz; mutlu olmak isteriz, istediğimizi söy­
leriz; onu tercih ettiğimizi söylemek ise uygun değildir. Kısa­
ca, tercih elimizde olan şeylerle ilgili görünüyor. Tercih kanı 30
da olamaz, çünkü kanı her şeyle ilgili görünüyor, öncesiz-
sonrasız olanlar ve olanaksız şeylerle ilgisi elimizde olanlarla
ilgisinden hiç de daha az değil; kanı doğm ve yanlış diye ayn-
lır, iyi ya da kötü diye değil; tercihse daha çok iyi ve kötüyle
ilgili. Gerçi hiç kimse tercihinin genel olarak kanıyla aynı şey
olduğunu herhalde söylemez. Ne var ki belli bir kanıyla da 1112a

aynı değildir; çünkü biz, şu ya da bu kanıya sahip olmakla


değil, iyi ya da kötü şeyleri tercih etmekle belirli nitelikte kişi­
ler oluruz. Nitekim bizler iyi ya da kötü şeyleri edinmeyi ya
da onlardan uzak durmayı tercih ederiz; bir şeyin ne olduğu,
kime yararlı olduğu ya da nasıl olduğu konusunda ise kanı­
mız olur; bir şeyi edinmek ya da ondan uzak durmak konu­
sunda pek kanımız olmaz. Ayrıca tercih, doğrunun tercihi ol­
maktan çok gerekenin tercihi olmakla övülür, kanıysa doğru­
luk derecesiyle. Özellikle iyi olduklarını bildiğimiz şeyleri ter­
cih ederiz; pek iyi bilmediğimiz şeylerde kanımız olur. En iyi
şeyleri tercih edenler ile bunlar konusunda kanısı olanlann
aynı olmadıkları göıünüyor; kimilerinin daha iyi kanılan
vardır, ama kötülütoen dolayı yapılması gerekeni tercih 10

'=*imezler. Kanının tercihten önce gelmesi ya da onu izlemesi


46 III. a - 3 .
0€Î, o v b iv bıa<j>4pfi‘ o v T ovTo ycip (TKO'novp.tv, d \ \ ’ e l r a ^ 6 v
^oTi bo^rj Tivl, t Co ü v fj v o î o v Tl i a r l v , i ı r e ı b ^ rwv elprjfi^pcov 16
ovOev; kKov<nov p i v brı <f>aCveTaif t 6 b* ^#colî<rıoj> o i ırcof ırp o -
1s a ıp fT o v . iAA’ a p â y e r b 'n p o ^ e ^ o v K e v p .iv o v ; ^ ybp ırpo- 17
aCpe<ri9 fterâ \ 6 y o v Kal bıavoCas. vTTOOTUJLalveut b* İoiKe
Kal Tovvop.a As 5y ırp b krip M V alpeT ov»
5 BovKevovraı bk Trdrepop Trepl ırâvT(ûv, Kal ırav ^ovkev^ III.
rdı; koTLVf fi Trepl e v lo iv of)K lo r t ^ o v k f j ; k e K r e o v 8 ’ îa ca s /8 oı»- 2
20 AeuToy ovx vrep o5 ^ o v k e v a a iT * &v rıs f ı k l ö t o s fj fx a ıv 6 ıx e v o s,

oAA.’ “uTrep & v 6 v o v v k y jû v . ıre p l bf) T&v iıb l r o v o v b e ls ^ o v - 3


k e v e r a ı , oXov ıre p l roS K o a ııo v fj Trjs bıapLkrpov K al r r js
T tk e v p â s , o n â<rvp./JieTpoı. â \\' o v b k Trepl tüp kp K ip ıjc e ı, 4
âel bk K a râ T a vra yipop.kpo»p, eÎT k^ âı;<£yKîjs e îr e K al
-5 rpTİ/aeı fj 8 ıd n p a a lrC a p 6 X \r jp , o to p rpoTT&p koI & paro-
küp. o v b k Trepl TÜP & k k o T e & k k m , o lo p a v y jp .ü v koX Sp.- 5
^ p o ip . o v b k Ttepl TÜP kiTrb t v )( tjs , o Î o p û rja a v p o v eipk<re<os.
â k k * o i b k Ttepl TÜP apdpoaTrlvrûV hıt&PT<ûPf o lo p ttü s h.p S kİ/- 6

öaı âpıora TrokırevoiP TO o i b e l s AaK ebaijiovC < ûv ^ o v k e v e r a ı .


30 ov yap yepoiT hv tovtcûv ov6kp bC fıpüv. ^ovkev6pe0a be Ttepl 7
TÜP k(f>^ fıpüp Kal ırpaKTÜp’ raöra 8 ^ koX k a r ı koıttâ. alrlaı
yap boKOvaip fiyat ^t/crıs Kal İLP&yKtı Kal Toyt\y kn bk
povs Kal itap t 6 bı â.p0p(&Ttov. t ü p 8* â.v6p<&Tt(ûP eKaaroı
/SouAedoyrat Ttepl t ü p 8 ı* avrüv TtpaKTÜP. Kal Ttepl pkp rAs 8
1112 ’»CLKpı^els Kal avrâpKeıs t ü p k T tu rT tip ü p oİ k karı ^ovkı^, olop
Ttepl ypap,}iâTiûp (ov yap bıariCoP’ep Ttüs ypaıtrkop)’ AAA*
o<ra yCperaı 8 ı’ ^püp, pf/ Acradrıos 8* âe(y Ttepl Tovrotp /3ov-
kev6pe$a, olop Ttepl t ü p K a r larpiK riP ko.1
5 Kal Ttepl Kv^epvr]TiKT\p pakkop fj yvppaoTiKrİp, oa-<p fjrrop

12. TovTo'j Tavra 21. Sif Bonitz t 8 i codd. 23. aififitrpoı pr.
K** 24. jtal add. 28. ivOpoMrivtty inrdyruy K**: iyOpotmK&y
ırdyrtty vul|r. 31. iy K** koI ante ırpaıer&y add. K** T afrıa L**
46

arasında bir fark yok; çünkü bunu değil, onun kanıyla aynı
şey olup olmadığını araştınyoruz. Söylenenlerden hiçbiri
olmadığına göre, tercih nedir ya da özelliği nedir? İsteyerek
yapılana benziyor, ama isteyerek yapılan her şey tercih edilmiş
değil. Yoksa o, ‘enine boyuna düşünülen’ mi? Çünkü tercih 15
akılla ve düşünmeyle yapılır; nitekim a d ı b i l e [proairesisi ‘baş­
ka şeylerden önce seçilmesi gerekliliği’anlamına geliyor.
Her şey konusunda enine boyuna düşünülür mü, her şey
düşünme nesnesi midir? Yoksa bazı şeylerin enine boyuna dü­
şünülmesi sözkonusu değil midir? ‘Düşünme nesnesi’ ise, her­
halde aptal ya da deli birinin düşündüğü şeye değil, usa salıip 20
birinin düşündüğü şeye demeli. Hiç kimse öncesiz-sonrasız
şeyler hakkında enine boyuna düşünmüyor; sözgelimi evren
üzerinde kimse enine boyuna düşünmüyor. Yine hiç kimse ha­
reket halinde olanlar ama hep aynı şekilde -ister zorunlu ola­
rak ister doğal yapılan gereği ya da bir başka nedenle hep aynı 25
şekilde- olup bitenler konusunda enine bonoma düşünmez;
örneğin güneşin dönüşleri ve doğuşlan konusunda. Değişik
zamanlarda değişik biçimde olan biten şeyler konusunda da,
sözgelimi loıraklık ile yağış konusunda enine boyuna düşü­
nülmez; ne de bir rastlantı sonucu olanlann üzerinde, sözgeli­
mi bir definenin bulunması üzerinde. Hatta insanlarla ilgili her
şey konusunda da enine boyuna düşünülmez. Örneğin lıiç-
bir Lakedaimonialı işkillerin en iyi şekilde nasıl yönetileceği 3o
konusunda enine boyuna düşünmez; çünkü bunlann hiçbiri
bizim aracılığımızla olmaz. Demek biz, elimizde olan ve yapı-
labilececek şeyler üzerinde enine boyuna düşünürüz; çünkü
bunlar kalıyor. Bunların nedenleri olarak’da doğa, zorunluluk,
rastlantı, bir de us ve insan aracılığıyla gerçekleştirebilecek her
şey göıünüyor. Her insan da kendi aracılığıyla gerçekleştirebi­
lecek şeyleri enine boyuna düşünür. Kesin, kendi kendine ye- 1112b
ter olan bilimler konusunda da enine boyuna düşünülmez,
sözgelimi harfler konusunda (çünkü bunlan nasıl yazmamız
gerektiği konusunda tereddüt etmiyoruz); ancak bizim aracı­
lığımızla olanama hepaynıbiçimdeolmayanşeyler konusunda
enine boyama düşünürüz: Örneğin tıp, ticaret konularında,
'■'<=‘den eğitiminden çok daha az kesinliğe ulaşmış kaptanlık 5
m . 3. 47

9 iııjKpCfiûüTaı, Kal 4ti ırepl r&v Xoıvâv âpMioas, p.aWov be


Kat vepi Tas r4xyas fj ras kıtıcrTripas' pakkov yap trepl
10 Tcu&ras bıarâÇopev, râ ^ovkeieadat 8 ^ kv tois t6
Ttok^iy &b4j\oıs b4 TTÛs âTTO/Sı^o-fTaı, Kol 4v ols âbıopıarrov.
avp^oijkovs bi Trapakappâvopev els ra peyâka, aTnarodv- 10
11 T€s rtptv avTois o>s ov\ IkuvoI s bıayv&vaı. Şovkevopeda
b' ov Trepl T&v Tek&v akkâ Trepl t 5>v ırpos to rekr). ovre
yap îarpbs ^ovkeiieTaı el iytâcreL, oire ^^Ttop el treCaeı,
ovre TiokiTiKos el evvoplav Troırj(reı, oibk t Qv kotır&v oibels
Trepl Tov Tİkovs' o kka öepevoı rb rikos ro Trm Kal btâ rlvonv 15
lo ra ı (TKOTrovm’ Kal btâ Trkeıovcav pev (patvopevov yivetrOaı
bıâ t Cvos pŞara Kal Kakkurra eTrıtrKOTrovaı, bı 4vbs 8* lırı-
rekovpevov tt&s bıa toİjtov İaraı KaKetvo bıâ rivos, İ<os âv
ek 6 <û<nv 4ttI to Trp&Tov aÎTiov, â iv t ^ evpe<ret İa^aTOV
eoTiv. 6 yap fiovkevopevos İoiKe Cv^eıv »cal âvakıûeıv tov 20
12 elpr\pevov rpo-rrov âa-rrep biâypappa ((paCverat b* r} pev
C^Trıaıs ov Trâcra eTvai ^ovkevaıs, olov al paOrjpaTiKal, Tj
bi ^oiükevms ırâa-a C^TTjcrıy), Kal Tb İayarov iv Tİj âva-
13 k ju a e ı Trp&TOv e ı v a ı iv Trj y e v e r re i. k İ lv p i v â b v va T tp i v -

T v \(a < n v, â<f>loTavTaı, o l o v e l \pr\pâ.T U iv b e l, T a v r a 8 ^ p ^ 25


o lo v T e Tropıaröfjvaı' iâ v 8^ b v v a r b v rftaC vrfraı, iy y ^e ıp o v a -ı
T rp a rre ıv . b v v a r â b i & bı* rıp & v y i v o i T & ır ra yap b ıâ
14 T&v <f>Ck(0v b ı rıp & v TTiûS i a r l v ' ^ yâp â p \^ i v fıp ıv .
r e iT a ı 8’ otc pev ro Spyava 8t ^ 8’ ^ a vr& v’
Kal i v r o î s k o iT ro îs o r i pev bı* oS o r i 8 ^ tt& s
b p o lo is bi 30

15 ^ bıâ rivos. İoiKe bı/j, Kadâ-rrep eîpr\Taı, âvdpoiTros eıvaı


&PXrj T&v Trpâ^eoiv' rf 8 ^ fiovk^ Trepl t&v oîJry ırpaKT&v,

1112^ 7. altera lectio ap. Asp. 8. rairat K'*: oİitcls


vulg. Si) Asp. 9. &s Sc7) iSt6purToy Rassow 15. rh rt'Aov
K** A sp.: t 4k o s ti vulg. rh add. K** 21. ftpıı/i^yoy\ abrhy K’’
47

konusunda; diğer sanatlarda da durum böyledir, bilimlerden


çok sanatlarda enine boyuna düşünürüz, çünkü daha çok
bunlarda tereddüt ederiz. O halde enine boyuna düşünme
çoğu zaman belirli bir şekilde olanlarda, ama [bir durumda]
nasıl olacaklan belir^z olanlarda ve belirlenemeyenlerde söz- lo
konusudur. Önemli konulan kendimizin yeterince kestirebi­
leceğimize güvenemeyerek başkalanna danışınz. Amaçlar
üzerinde değil, amaçlara ulaştıran şeyler konusunda enine
boyuna düşünürüz; bir doktor iyileştirip iyileştirmemesi, bir
konuşmacı ikna edip etmemesi, bir siyaset adamı yasalara
göre yönetip yönetmemesi konusunda düşünüp durmaz;
öteki mesleklerde de hiç kimse amaçlar konusunda enine
boyuna düşünmez; amacı belirleyip nasıl ve hangi araçlarla 15
ona ulaşacağını araştınr ve birçok yoldan ulaşılabilecek gibi
görünürse, en kolay, en iyi şekilde gerçekleştirebileceğini;
bu yol tekse, onun aracılığıyla nasıl olabileceğini, onun da
sırasıyla —^bulunması bakımından en son olan ilk nedene
vanncaya dek— nasıl olabileceğini araştınr. Düşünüp taşı­
nan kişi, sözünü ettiğimiz şekilde, sanki bir şekli araştırıp 20
çözümlüyor gibidir (her araştırmanın bir enine boyuna
düşünme olmadığı —^sözgelimi matematikte—, ama her
enine boyuna düşünmenin bir araştırma olduğu görünüyor);
çözümlemedeki son adımın ise olmada ilk olduğu görünü­
yor. Olanaksız olan bir şeyle karşılaştıklan takdirde vazge- 25
çiyorlar, sözgelimi para gerekiyorsa ve sağlanamıyorsa; ama
olanaklı görünüyorsa, yapmaya girişiyorlar. Olanaklı olan­
lar ise, bizim aracılığımızla gerçekleşecek olanlardır; dostla­
rın aracılığıyla gerçekleşecek olanlar, bir anlamda bizim
aracılığımızla gerçekleşebilir sayılır; çünkü başlangıçlan
bizdedir. Kimi kez araçlar, kimi kez onlann kullanılışı
araştınlır; öteki duıumlarda da bu böyle: Kimi kez hangi 30
araçla, kimi kez nasıl, kimi kez de kimin aracılığıyla bir
şeyin nasıl gerçekleşebileceği araştırılır. Demek, dediğimiz
gibi, insan, eylemlerin başlangıcı görünüyor; enine boyuna
düşünme kişinin kendisinin yapabilecekleri konusundadır.
48 III. 3 - 4 .
al ırpi^ets &kK(ov İvfKa. o i yap hv elt\ j3ov\evrdı/ ro 16
r^Aos* â \ \ a ro .ırpây ra T€\tj’ ovök 8rj ra Kaö* İKaara^
1113» otov cl ipros TOVTO rj ır^ıreırraı â)s bet' al<r0rıa'€a)s yap
Tavra, et di âel ^ov\eva-eraı, elf &Treıpov rj^eı. ^ovkev- i “
rhv 8 ^ Kal ırpoaıperbv ro airo, ırA^v &<f>a}pı<Tp^vov ijbrj rö
TTpoatp€T6v’ rb yap İ k rrjs ^ovkrjs KptOiv Ttpoaıperov
5 ^trrıv. Traiieraı yap eKaaros Cirûv ttûs Trpâ^eı, brav els
airdv İLvayiyp r^v &PXV^} avrov etf rb ffyovpevoV
TOVTO yap ro ırpoaıpovpevov. S^Aoj; 8i roCro xal râv ih
bpyaCüiv ıroAıreıûı;, hs "Op,r]pos ipup.eîro’ oi yb,p ^aa-ı-
\e îs & trpoeLkovTo bv^yyekkov r y brip.<a. Svtot be tov 1î>
lo TTpoaıpeTov ^ovkevTOV dpeKTov tûv VH-lv, Kal ^ vpoaCpe<rıç
bv eîr} /SovAeurtKTj Spe^ıs râ v ^pxv’ eK rov ^ovkeva-aa-daı
yap Kplvavres bpeyopeda Korb. t^ v ^oTvkevaıv. ^ p,ev obv 20
TTpoaCpetns nSTT<a eIpricrOoi, Kal ırepl Troîâ ia-Ti Kal 5rı r&v
ırpbg râ reArj.
6 *H 8 i ^ovkr](rıg Sn p.ev tov r^kovg ^arlv elpr/raı, boKeî I V .
8i roîs pev râyaûov eîvai, roîg 6 i tov <f>atvop.evov ayaOov.
(Tvp^aCveı 8 i roîp pev [ro] ^ovkr^rbv TbyaObv kiyavcn jht) 2
eıvaı jSovkrırbv h ^ovkeraı. 6 p.^ âpOâs alpoıvpevog (el yap
loToı ^ovkrjTov, Kal dyoöoV 8 ’, el ovra)g ^rvye, KaKov),

20 Toîg 8’ av rb (f>aıv6pevov byaObv (SovkrjTbv keyovan /x»/ .0


eîvat <f)^a-et ^ovkr}T6v, bkk' İKbartp rb boKOvv' akko 8’
âAA<^ <f)aiveTaı, Kal el ourtoy ^rvyf, râpavrla. el 8i 81) 4
Tavra prj apiaKeı, bpa <f>aTeov aırk^s piv KaV Kar AAtj-
6etav ^ovkrjrbv eîvat r&yadSv, İKbartp 8i râ t^aıvSpevov;

83. ftı» K**: oİk tty otv vıxlg.: oİK Susemihl 1113» 4.
KpıOiyK^: ırpoKpıÛiy vuîg. 6. aörov] K** T 9. xpotKoıyro
L’* 11. TÛv] İK r&y K'* M** 12. fioiKrı<rıv M** (et altera lectio
ap. Asp.) 16. rkyaOov T A sp .: İYa9oD codd. 17. rh om. Asp.
20.. ante Pov\Ttrhy add. rh H*
48

eylemler de başka şeyler için yapılır. Çünkü hakkında düşü­


nülüp taşınılan, amaç değil, amaca götürenlerdir; tek tek
şeyler üzerine de enine boyuna düşünülmez; örneğin “şu 1113a

bir ekmek mi, ya da gerektiği gibi pişirilmiş mi?” diye düşünül­


mez; bunlar algılama işidir. Kişi hep enine boyuna düşüne­
cek olsa, bu sonsuza dek gider. Düşünülüp taşınılan ile ter­
cih edilen aynı şeydir, şu farkla ki tercih edilen artık belir­
lenmiş bulunuyor; çünkü enine boyuna düşünmeyle hakkın­
da karar verilen tercih edilendir. Kişi eylemin başlangıcını
kendinde —^lıem de kendindeki kendisine yol gösterende—
arayıp bulunca, nasıl eylemde bulunacağını araştırmaya son
verir; çünkü tercihi yapan ondaki bu yol gösterendir. Bu,
Homeros'un betimlediği eski yönetimlerden de belli; krallar
tercih ettikleri şeyleri halka ilân ederlermiş. O halde ‘tercih
edilmiş şey’, elimizde olan şeyleri düşündükten sonra arzu
edilen şey olduğuna göre, ‘tercih’ de kendi elimizde olan
şeylerin enine boyuna düşünülmüş arzusu olur; enine 10
boyuna düşünerek karar verdiğimizde, düşünüp taşınma­
mıza uygun arzu etmiş oluruz. Böylece tercihi biçimsel
olarak belirlemiş ve nelerle ilgili olduğunu —amaçlara götü­
renlerle ilgili olduğunu— söylemiş olduk.
İstemenin amaçla ilgili olduğunu daha önce söyle­
dik; istenenin ise, kimi iyi, kimi de iyi gözüken olduğunu
düşünür. “îstenen iyidir” diyenlere bakılırsa, doğru
tercih yapmayanın istediği şeyin, istenen şey olmadığı
sonucu çıkar (çünkü o, istenecek bir şey olacaksa, iyi 20
de olmalı; oysa o durumda kötüydü); diğer yandan “iste­
nen, iyi gözükendir” diyenlere bakılırsa, hiçbir şeyin
doğal olarak istenecek bir şey olmadığı, ancak her kişi ona
öyle görüneni istediği sonucu çıkar; ne var ki başka başka
insanlara başka başka şeyler —ve olabilir ki biribirine karşıt
şeyler— öyle görünüyor. Bu sonuçlan beğenmiyorsak,
acaba “iyi genel olarak ve doğru olarak istenendir, her bir
kişinin isteği ise ona iyi görünendir” mi dememiz gerek?
III. 4 - 5 . 49
r<p fifv oîı; (rvovbaCtf to kut’ i\-qd(iav eîvai, r y 5^ <pwûK<^ 25
r i Tvxpv, &<niip Kal rû v troafiâraiv Tois p iv fb öıa-
KCipivoıs vyLfivâ ^orı r a Kar &\rjdf(,av Toıavra opra, roîy
h* iv ıv 6 <roi9 İT€pa, 6 ftol<as b i koI viKpa Kal y\vK fa Kat
ûeppa Kal Şap4a Kal tüp &k\o)p CKaa-ra' 6 a"irovbaîos yap
ÜKaara Kplpft 6p0&s, Kal İKaoroıs râ\rj0^9 avry (f>ali!(~ 30
6 rai. ıcaö* ^•KdoTtjy yap H$ıv tbıa ia rı Kaka Kat rjbea, Kal
bıa<l>4p€i TrkfîoTOP Îo-cds 6 cmovbaîos r y T&\r}6 is ip İKdaroif
6 pâp, tiavep Kapitp Kal pÂrpov ovt&p &p . iv roîs iroAAoty
bi ^ iırâTT} bıd TTjV ffbovrıv İ oik€ ylviaOaı’ ov yap ov<ra
6 âyaâbv <f>a{v€Taı. alpovpraı oZv rb ^bv â>s dyadov, ttiv bi 1113 '
\4hniv &s KaKov <f>€vyov<nv.
V. *OvT0S 6^ PovkrjTov p iv roîî rekovs, Bovkfvrciv be Kal 7
TtpoaipeT&v T&v ırpbs rb r/\o?, at ırepl raCra ırpd^eıs
Kara vpoaip€<rıv &v eîev Kal İKOvo'ioı. al bi t ü p dper&v 5
2 ivipyfiaı ırepı ravra. i<f>* rjpîv Kat ^ âpcr^, bpoCm
6 ^ Kat ^ KaKİa. iv ots yap i<j> fıpîv rb ırpdrreiy, Kal
rb vpâ,Treıv, Kal iv ols rb prj, Kal rb vaC" a>ar el to
vpdrreıv Kokbv Sv i<f> ^pîv iarC, Kal râ ttpdrreıv i<f>* ^piv
İarrat ala’\ pbv oî;, Kat el r i Trpd-rreıv Kokbv bv i<()* VpXv, 10
8 Kat rd ıtpdTTeiP alaypbv bv i<f>* ^ipv. el ö’ i<^ rıpîv ra
KoXd TtpdiTeıv Kal râ altrypd^ bpoCois bi koI rb {*q ırpdr*
reıVf TOVTO b* ^v rb dyaöoîs Kot k€ikoXs eTvaı, i<f>^ fıpîv dpa
i rb iırıeiKİtn ko.1 <f>a6koıs elvai. rb 8^ kiyeiv « s ovbels İKotp
vovTfpbs oib* dK<ûV fiaKdpıos İoiK€ rb p iv \{revbeî rb b* dkrj- 15
0eî' paKdpıos p iv yap ovbels Akcdv, rj. bi poyOr\pCa İKod-
6 vıov. fj roîs ye vvv elprıpivots dptfna-ŞrfTrjreov, Kal rbv

20. rhv trwovSaiop yhp tKcurru Kpiytıy K** 82. tİ (TTOuSaîoy 33.
ây r : 6y K»: om. L'> iy add. K*> 1113*'6. tltyhy K'>r
6. tiı Heliodorus (et fort. Asp.) : t i codd. 13. dpa] İffTcu F
15. pİKop Victorius
49

Bu durumda erdemli kişinin istediği doğru olarak istenen, 25


sıradan birinin istediği ise rastlantı sonucu istenen olacak,
tıpkı bedenler konusunda olduğu gibi: Sağlam olanlar için
gerçekten sağlığı koruyucu şeyler sağlıklıdır, hastalıklı olan­
lar içinse başka şeyler, acı, tatlı, sıcak, ağır ve benzeri şeyler
için de bu böyle, çünkü erdemli kişi tek tek şeyler hakkında 30
doğru yargıda bulunur ve tek tek şeyler konusunda ‘doğru’
ona görünendir. Her kişinin durumuna göre güzel ve hoş
olan şeyler vardır, ve belki de erdemli kişinin başkalanndan
en büyük farkı, tek tek şeylerde doğruyu görmesinde bulu­
nur: Sanki onlann ölçüsü ve ölçütüdür. Çoğu kimsenin ise
haz yüzünden yanıldığı görülüyor; çünkü haz, iyi bir şey
olmadığı halde, onlara iyi görünüyor. O zaman hoş olanı iyi 1113b
diye tercih ediyorlar, acıdan da kötü diye kaçıyorlar.

îstenen, amaç olduğuna göre; enine boyuna düşünülen


ve tercih edilenler ise amaca götürenler olduğuna göre,
bunlarla ilgili eylemler tercihe bağlı ve isteyerek yapılan
eylemler olsa gerek. Erdemlerin etkinlikleri de bunlarla
ilgili. Demek ki erdem de, aynı şekilde kötülük de elimizde­
dir. Yapılması elimizde olan şeyleri yapmamak da elimizde­
dir; hayır demek elimizde olan şeylere evet demek de elimiz­
de. Öyleyse iyi olan bir şeyi yapmak elimizdeyse, çirkin olan
bir şeyi yapmamak da elimizde; iyi olan bir şeyi yapmamak 10
elimizdeyse, çirkin olan bir şeyi yapmak da elimizde. îyi ve
kötü şeyleri yapmak ve aynı şekilde bunlan yapmamak
elimizdeyse —^iyi olmak ve kötü olmak da bu idiyse— de­
mek ki doğru olmak da kötü olmak da elimizdedir. Hiç
kimsenin isteyerek kötü olmadığını ne de istemeyerek kutlu
olduğunu söylemek bir bakıma doğru, bir bakıma yanlıştır: 15

Hiç kimse istemeden kutlu olmaz, ama kötülük isteyerek


oluyor. Yoksa biraz önce söylediklerimizden şüphe etmek ve
50 I II 5-
ivâpcüTTOV OV <f)aT4ov ftvai ov5c y€VVi\T^v t &v Ttp&^€<av
&<nr€p Kal t İ kvo>v. el Tavra <f>aiverat Kal prı İ\ofJL€v 6
20 ety &\Aay hvayay^ıv rtapa râs kv ^pXv, Kal
ai İLpx°-l VP-^^1 ^°-l avra k(f> ^püv Kal kKoii<na. toiÖtois 7
b' koiK€ papTvp€Îa-6 aL Kal lbCq, i<f>* kKİaroiv Kal itr avr&v
T&v vop,o6 €T&v' KokâCovan. yotp Kal Tip,a>povvTaı rovs bp&v-
Tay jutoxöî;p(£, S<roı p.^ j3fç rj bı* İyvoıav /*ı) airol
2 $ aiTioı, Toiıs 8^ râ Kaka Trparrovras rı/xâ<rıı», uy rois fiİP

ırpoTpk'^ovTfs Tohs bk Ku>k'6 (rovT€s. KaCroı Bcra p.'fyr' kıf>*


7}pXv kari kKOivaıa, ovbus TTpoTpİ7T€Taı Trpirreıv, ws oi»8^v
TTpo kpyov hv To TT€i(TÖ7jvaı p,^ 6 eppaiv€(r6 aı fj ik y e ıv rj
TTfivfjv ^ akk* bnovv t &v roıoijr<ov' ovâkv yap rjTTOv Tretcrofieöo
30 oİ tİ. Kal y^p k-n avrif t Ş &yvo€Îv KokâCova-ıv, kav oîrtoy 8
eîvai boK^ Tİjs &yvo(as, olov Toîy /uıeöt?ov<n 8t‘7rXâ tcL kvı-
Tİpıa' ^ yap d.pxh ^v a t r ^ ’ ıcöpıos ycip tov pedv-
a-drjvai, tovto 8’ atrıov rrjs dyvolas. Kal tovs ayvoovvrâs n
t &v kv Toıs v6 poıs, h beî kviaraaâaı Kal pi)
1114 * KokdCovorıv, âpoCûûs bi Kal kv roîs &kkots, Sera 8 ı’ âp4~ 9
keıav âyvoeîv boKovaiv, &s kır* oİToîy Sv t 6 pi) iyvoeîv'
TOV yap kmpekrjdijvat kSpıoı. âkk* îo'tûs roıovros ia rıv &<rr€ 10
p^ kmp€kr{6fjvaı. rov toioStovs yevkaSaı a ir o l atrıoı
5 C&vTts dv€ipiv(tis, Kal ToC &bİKovs rj İKoXaoTotıy ftvai, öt pkv
KaKovpyovvT€s, ot 8 ^ kv ‘TrJroıy Kal roîy roıodroıs bıdyovres'
al yap Trepl İKaara kvkpyctaı roıodrovs ıroıova-ıv- tovto b i brj~ 11
kov kK T&v p€k€T&vTü>v TTpos ^vTUvovv âycûvCav rj Ttpd^V'
StaTeAoöo-ı ydp kvepyovvTfs. rb pev odv âyvoeîv S n kK rov 12
10 kvepyeîv rrepl ^Kaara al İ$€is yCvovraı, Kopıbfj âvaıa-OijTov.
k n 8’ âkoyov rov âbiKovvra prj /3oSke<r0aı SbiKov eîvaı fi 13

20. <»/] L" M" Kal om. V> M*» Asp. 28. toİ.i om. K” 29.
İTtovy İ\Ko K” 81. Tİ om. K** 1114* 4. toiovtok K**
50

İnsanın, çocuklarının olduğu gibi eylemlerinin de başlangıcı


ve doğuranı olduğunu söylememek gerekirdi. Bunlar böyle
görünüyorsa ve biz [eylemleri] bizde olanlardan başka baş­ 20
langıçlara götüremiyorsak, başlangıçlan bizde olanlar, ken­
dileri de elimizde olanlardır ve isteyerek yapılır. Buna tek
tek kişiler de yasa koyuculann kendileri de tanıklık eder
gibi görünüyor; nitekim onlar, kötü işler yapanlan —bun-
lan zorla ya da nedeni kendileri olmayan bilgisizlikten
dolayı yapmadıklan takdirde— cezalandırarak hizaya geti­ 25
riyorlar; güzel şeyler yapanlan ise ödüllendiriyorlar; amaç­
lan da bunları teşvik etmek, ötekileri ise engellemektir.
Oysa hiç kimse elinde olmayan ve isteyerek olmayan şeyleri
yapmaya teşvik edilemez; sözgelişi hiç kimsenin ısınmama­
ya, acı ya da açlık duymamaya ya da benzeri başka bir şeye
ikna edilmesi olacak iş değildir; çünkü bunlan daha az duy­ 30

maya hiç de ikna olacak değiliz. Bilmemenin kendisi bile


—yani kişi kendisi bilmemenin nedeni görünüyorsa— ceza-
landınlır; sözgelişi sarhoşlar için ceza iki kattır; çünkü yap­
tığının başlangıcı kendisindedir, sarhoş olmamak ona bağlı­
dır; sarhoşluk'ise [yaptığınıl bilmemesinin nedeni. Yasalar­
da bilinmesi gereken ve bilinmesi zor olmayan bir şeyi bil­ 1114a
meyenleri de cezalandınrlar; bilgisizliklerini gidermek kendi
ellerinde olmasına karşın, savsama nedeniyle başka konula-
n da bilmedikleri düşünülenlere aynı şekilde ceza verilir;
çünkü bilmeme dummunda olmamak ellerindeydi. Çünkü
buna çaba göstermek onlara bağlı. Belki de “öyle kişilerdir
ki, çaba gösteremezler” denebilir; ama böyle kişiler olmala­
rının nedeni kendileridir; başıboş yaşadıklan için adaletsiz
ya da haz düşkünü olmalarının nedeni de kendileridir. Kimi­
leri kötü işler yapmakla, kimileri de içki içip benzeri şeyler
yaparak yaşamakla; çünkü tek tek şeyler konusundaki et­
kinlikler onlan böyle yapar. Bu bir yanşma ya da başka bir
iş için çalışanlarda da apaçık görünüyor; çünkü onlar sürek­
li olarak etkin halde yaşıyorlar. Öyleyse huylann tek tek
şeyler konusunda etkinlikte bulunmakla meydana*geldiğini 10

bilmemek, bütünüyle duyarsız birinin özelliğidir. Aynca


adaletsizlik yapanın adaletsiz kişi olmak istememesi ya da
III. 5. 51
r tv İLKoKacrraivovTa İLKİkacrrov. ti 5^ firı âypoâv rts Trpdr-
14 Tei &v lo ra t İbiKoSt (K ^ v ÜdcKOS â v ftıj, ov firjv i â v y e
/3ot/Ai}ra(, SdiKos S>v 7rad<reTaı Kal İ a r a ı Ö U aıos. o v d i yap
6 votr&v lUytıjs. Kal el ovrcos İTvxev, kKİtv vocreı, ^Kparcüy 15
jSıorevtûV Kal âıretd&v roîs larpoîs. t 6 t € pikp oSp avrÇ
vo<reıv, Ttpoepkvip 8’ ovk4t i , (Stnrep ov8* &<p4vn \C6 ov İ t
avrhv bvvaröv âvoKa^eîv' dXX' 8 p m ^ır’ avry t8 fiakeîı
[ koİ p î^ a ı]‘ Jj yap dpx^ kv avrû. o8 r<a bk Kal T<p âbUıp
Kal T<p dKoAaoTö k^ ^ıpyrjs pkv k^rjv roıodroıs yevk<rdaı, 20
15 8(8 kKovTts ela-tv' yevopivoıs 8’ oİ kİ ti İ oti p^ı eîvai. o i pd-
vov 8’ al Tîjs KaKİaı kKodcrıol el<nv, dXX* kvCoıs Kal
al Tov atoparos, oîs Kal kmrıpoipev' toîs pev yap bıa
<f>d(nv atay^poLs ovbels kmrıpa, toîs bk bı dyvpvao'lav Kal
âpkkeıav. opoitas bk Kal Trepl dadiveıav Kal nr^pıoaıv' ovâeis 25
yap &v 6v€ib((TU€ Tv<lt\^ <f}va-eı ^ İ k v6<rov rj kK Trkrıyrjş,
okka pakkov kkerjaaL' Ty 8’ k$ olvo<f>kvylas ^ dAAîjs
16 kLKokaaCas trd s &v kmrtprja-aı.rû v 8q ırepl t 6 <r&pa Ka-
Ki&v al k<f>* fjpîv kmrıp&vTaı, al bk pkj k<f>* ^p îv ov. d
8* oüra, Kal kiri t &v âkktav al kmrıp^pevaı r&v kuki&v 30

17 k ^ ’ ^ p îp b,v eU p. e l be n y k k y o ı 8 n vdP T es k ip lep ra ı rot»


,<f>aıvopepov dyaO ov, Trjs bk ^ a p ra a 'la s ov tcdpıot, dkk* âıroîds
TTOÖ’ İ ko^ tos ka n, roıovro Kal rb Tİkos ^aıperaı avTÇ’ el 1114*’
pkp obp İKaaros kavrip rrjs İ^e<&s kari trcos atn os, Kal Trjs
(f>aPTaalas lo ra t ırtoy avTos a în o s' el bk p"^, obdels airtp
afrtoy tov KaKOTroıeÎP, dkka bı dypoıav tov rkkovs ravTa
ırpdıreı, bıa rodrıop oldpepos abnp t 6 Apıarop İaeaBaı, i) s
8e TOV reAovs k<f>eaıs öİ k avdaıperos, dkka <f>vpaı 8eı &aıtep

15. Kcd] ko/toİ Rassow 16. K** 19. «col ^î^cu seclusi iv
Rassow; i ı f codd. 20. yivw 9aı L” 21. o6k L*": o5k4t i
l{€<TTi r 25, post iur9iv«ıav add. Kal ataxos L** P IIM** 8.
oMfl*] pjıSflt L** M** r 4. KOKİı ıroıûv O**
51

haz peşinde olanın haz düşkünü bir kişi olmak istememesi


akla aykındır. Ama eğer biri onu adaletsiz yapacak şeyi
bilmeden yapmıyorsa, isteyerek adaletsiz olur; istediği an­
da da adaletsiz olmaya son vererek adil bir kişi olmaya­
caktır. Hasta kişi de bu şekilde sağlıklı olmaz; kendini diz­
ginlemeden yaşadığı ve doktorlan dinlemediği için isteyerek 15

hastaysa bile. Hasta olmamak bir zamanlar onun için ola­


naklı iken, bu fırsatı kaçırdı mı, onu yeniden elde edemez;
tıpkı bir taşı fırlatanın onu yeniden elde edememesi gibi.
Ama atmak ona bağlıydı, çünkü başlangıç onun elindeydi.
Aynı şekilde adaletsiz veya haz düşkünü kişi için de böyle 20
olmamak başlangıçta elindedir; bunun için de onlar isteye­
rek öyle oluyorlar; bir kere olduktan sonra da öyle olmama-
lan artık olanaksızdır. Yalnız ruhun kötülükleri değil, bede­
nin kimi kötülükleri de isteyerek edinilir, kınadıklanmız da
bunlardır; hiç kimse doğuştan çirkin kişileri ayıplamaz,
hareketsizlik ya da özensizlik nedeniyle çirkin olanlan 25
kınar. Güçsüzlük ve sakatlık konusunda da bu böyledir; ni­
tekim hiç kimse doğuştan, bir hastalık yüzünden ya da yara­
lanmadan ötürü kör olan birini kınamaz, daha çok acıma
duyar; oysa ayyaşlık yüzünden ya da başka bir şeye düşkün­
lük yüzünden öyle olan birini herkes kınar. O halde beden­
le ilgili kötülüklerden bize bağlı olanlar kınanırlar, elimizde
olmayanlar ise kınanmazlar. Eğer bu böyle ise, başka konu­ 30

lardaki kötülüklerden kınananlar da bize bağlı olanlar ola­


caktır. Aynca biri diyebilir ki herkes kendisine iyi görüneni
arzu eder, ama hayal gücünün efendisi değildir; her bir kişi
nasıl insansa amaç da ona öyle görünür; öyleyse her kişi 1114b

belli bir şekilde kendi huyunun nedeni ise, hayalinin de ne­


deni belli bir şekilde kendisi olacaktır; ama değilse, kötü bir
şey yapmasının nedeni de kendisi değildir ve bunlan amacı
bilmemekten dolayı yapar, bunlarla kendisi için en iyinin
gerçekleşeceğini sanarak; o amacı arzulaması ise kendi
seçimi değildir; eğer iyi yargıda bulunup gerçekten iyi olanı
62 ın . 5.

O^lV İ)(pVTa, ^ KpiV€Î KOfiÛS Kül TO KOT* iX.ı/f0€iav iytt-


$6v alpı^(T€raı, koI İ otw €İ>(f>v^s ^ roCro Kok&s ırr4<f>VK€V'
TO yap p.4ytarov Kal K(i\Xt(rrov, Kal t itap kripov p.^ oî6v
10 TC Aa/8 etv prıbi paödv, AXA.* olov 4<f>v toiovtov Kal
TO cS Kal TO Kak&s tovto ıre^VK^vaı ^ TtkfCa Kal &\.rj6kv^
hv eîrj €İ(f>vİa. cl brj Tovr* ^otii> &kr}6rj, r^ pdiKkov ^
ipcTTi Tfjs KaKİas loToı İKoHtnov; İLpı,<f>oZv yhp 6pola>s, T<j> 13
iyaO ^ Kal r y KaK^, tö t 4 \ os rj dıraurb^jiTOTC (f>ai^
15 vfTaı Kal K€Îraı, Tci 5^ AotTrâ ırphs tovto &va<f>4povT€S
ırpİTTOva-ıv ^TracrSı^ırore. eîre râ Tİkos ^tîo-eı kKA<rr<p 19
<l>aCv€Taı otovftıjırore, ÂAAti n Kal vap* air6v iarıv, «îre
rd p4p r4ko9 ^vaiKOVy bk Ta koiTrh vpâTTftv kKOV<rC<as
t 6p (nrovbaîop 17 ipcT^ kKOfötnop kariPf ovBkp ^ ttop ko.1 ^ <ta-
20 Kİa kKoıSo-ıop İlp ett;* bpoLm yhp ko.1 T<p KaKtp ınrâp)(€i
râ 8 ı’ aİTOP h toÎ s Trpâ^€<n Kal el 4p r y Tekel, el 20
obpy uaırep kiyeTaı, İKovaıol eltrıp al âpeTaC ( koİ yhp t &p
e$e<op crvpaCTiol ırois aîrroC ktrpePj Kal ttoioC Tipes elpai
r 8 Tİkos Toıopbe nûkpeûa), Kal al KaKCaı kKoıuaıoı &p eîep'
25 6 pol<as y h p .
8 Koıpfj pep obp vepl râp hperâp eîpr\raı fjpîp t6 re 2 1
y4vos rt/TTM, İ ti pea-6Trfr4s eltrıp Kal Sti Ifeıs, £ p re
ylpopraı, 6ti Tohrmp ıtpaKTiKoL (^k< jX') Kaff a^Ttig, Kal Sn
i<f> ^pıp Kal İKOöa-ıoı, Kal oSrcof &p 6 âpOds kSyos
30 ırp o a ri^. o8x SpoCm be al ırpd^eıs kKovaıol el<rı koI al 22
k^eıs’ T&p pkv yap TrpâÇeaiP Air’ ipxrjs p4)(j)i tov Tekovs
K^pıoC 4<rpev, elboTes Ta KaO' ^Kaora, t &v e^eoiv 8 e t^s

9. KOİ t ] e/ K** 10. Kol Tİ] rh #' L*" M** 15. tovto A sp .: Tavra
codd.: fort. a5r^ 17. a^r^vK^’ F: a ir y vulg. 21. fort. airoS
22. T&y alrlöty K** 26. rc om. K** Asp. 27. ptairrıs Kal
t(ır K** 28. 8rt F A sp .: aal İn L** «ccd ante «ca0* add.
F Asp.
52

tercih edecekse, görme gücüyle olduğu gibi, böyle doğmuş


olmalı; yetenekli insan da doğuştan bu gücün bulunduğu
insandır; çünkü bu, en önemli ve en güzel şeydir —başka- lo
sından ne alınabilecek ne de öğrenilebilecek, doğal olarak
nasılsa öyle sahip olunacak bir şey. Tam ve gerçek anlamda
yeteneklilik bu bakımdan iyi ve güzel bir doğal yapıya sahip
olmaktır. İşte bunlar doğmysa, erdem niye kötülükten daha
çok isteyerek sahip olunan bir şey oluyor? Çünkü her ikisi
—^hem iyi hem de kötü kişi—, ister doğal olarak ister başka
bir yoldan olsun aynı şekilde amaç ediniyor ve bu amaç kar- 15
şılannda duruyor, öteki şeyleri ise bu amaçla ilgili olarak
herhangi bir şekilde yapıyorlar. Demek ki, ister amacı —bu
ne olursa olsun— kişi doğal olarak edinmesin ama edinil­
mesinde kendi payı olsun, isterse de amaç doğal olsun ama
öteki her şeyi erdemli kişi isteyerek yapsın, erdem isteyerek
olan bir şeydir; öyleyse kötülük de isteyerek olmaktan 20
geri kalamaz. Çünkü amaç konusunda olmasa bile eylemler­
de kişinin aracılığıyla gerçekleşen bir şeyin olması, kötü kişi
için de sözkonusudur. O halde eğer, dediğimiz gibi, erdem­
ler isteyerek olan şeylerse (çünkü huylanmızın nedeni belli
bir şekilde kendimiziz de ve nasılsak buna göre amacımızı
koyuyoruz) kötülükler de isteyerek olan şeyler olur; çünkü
durumlan aynıdır. 25
Böylece erdemlerin ortak cinsini biçimsel olarak
belirlemiş ve orta olmalar olduklarını, onlan oluş­
turan eylemleri yapmayı sağlayan huylar oldukla-
nnı, elimizde olduklannı ve isteyerek edinildiklerini ve
sağ aklın buyurduğu şekilde olduklannı söylemiş
olduk. Ama eylemler ile huylar aynı anlamda ‘isteyerek 30
olan’ şeyler değildir; çünkü tek tek durumlan bilince, baş­
tan sona kadar eylemlerimize bakimizdir, oysa huylanmızın
III. 5— 6. 53
ipX .ris, Kotf’ İK tu r r a ö« ^ vp6<r6f<rıs o v yv<& pifios, &<nr€p m s
T& v appoiOTL& v' dXX* o n ^pX v o S n o s ^ p i j ovro)
yjprı<r<ur0<Uf b ı h r o v r o İK ova-toı.
23 *AvaXa^6vT€s ırepl İKâ<rTr}5 (trtcipfv rCves €İa\ Kal 9
iTfpl ıroîo «cal ır«s* &pa 8’ ^<rroı bfjXov Kal 7ro<raı eiorıv. s
V I. Ktti vp&Tov Ttepl avbpdas. ''O n /ifi; o5 y pea"6 njs ia rl ırepl
2 <p6^ovs Kal ûdpprff ıjbrı <f>av€pbv yeyevıjTaf <^o^ovpx6a
öe brjXov o n r a <f>oP€pâ^ Tavra b* İ<ttIv &s hTt\âs tlv flv
KaKo* dıd Kal roır (fto^ov öpi^ovraı TrpoaboKİav KaKov.
3 <l>opa6pf0a plkv obv ırâvTa r a kokA, oÎov ibo(lav rtfvCav lo
v6<rov a<l)tklav Bivarop, dAX* ob m p l vavra boK€Î 6 iv~
bp€Îos c7vat* İvıa yap Kal 8eî <f>ofin<r6 aı Kal koXov, t8
8^ alayjpAvy olov Abo^lav' 6 pkv yap <fto^obp€vos ivteı-
KTis KoX alb^poiv, 6 bi prı (f>oPobpevoî avala-^yvros» \4 -
yeraı 8' bıro nv<ov Avbp€Îos Kara pfra<l>opâv’ İx^ı yap IS
n opoıov Tip AvbpfItp' &<l>o^os yâp n s Kal 6 Avbpflos.
4 TTfviav 8’ r<r&>9 o8 8eî <f>ofi€Î<rdaı. ovbi votrov» ov8’ 8Xo)ç o<ra
pri âıro KaKİas pr)bi bC avrop. aX\* ov8’ 6 vtpl rav ra
£ 0 o/3 oç ipbp€‘ios. X4yopep bi koI tovtop Kad' âpoıorrjTa'
4pıoı yâp İP roîs ıro\€piKoîs Kipbvpoıs bfikol opt€s i\€V- 20
04pwC (Itn Kal vpbs XpıipâTv»v tidapa&s İypv-
5 <rtp, ovâi brı €İ n s bfiptp v tp l ıraîbas koI yvpaÎKa ^o/3fî~
rat ^ </>âopop ri n r&p roıo^roıv, betkos iartp' 06b' cl $app€t
6 pÂkKoiv fuumyovaOaı, ipbpttos. m pt voîa obp r&p ıftofitp&p
6 âpbp€Îos ; ^ TTtpl ra pJyurra; ovdtis yâp v7rop€P€riK(&T€poi 25
T&p beıptip. ipo^eptirarop b* 6 0<iparos' ır4pas yâp. Kal
oitbip 4n ry T€0pt&Tt boK€Î oir* &yo0op ovre KaKâp eZpai.
7 bâ((i€ 8* &p ovbi ırtpl 0 âparop rop İ p voptI â âpbpttos

1116* 8 , Xp9r9at K** 4. « i M“ T : 9if vulg. 7. y ry e ı^ a ı


K**: Kol wp4rtpw t1(ntrtu M** r 8. t»s om. 22. yta"ÛKas
K** Asp. ■24. yoSr K^: fort. 8* oJr 27. 8rı] iv K**
53

başlangıcına hakimiz, tek tek dunımlarda beklenen ise 1115a


—tıpkı hastalıklarda olduğu gibi— bilinemez; ama belli bir
şekilde davranmak ya da davranmamak elimizde olduğu
için, bundan ötürü isteyerek olan şeylerdir.
Şimdi yeniden her bir erdemi ele alarak, onlann neler
olduklanm, nelerle ilgili olduklannı ve nasıl olduklannı söy­
leyelim; böylece ne kadar erdem olduğu da açığa çıkacak.
İlk olarak yiğitlikten sözedelim. Korkular ve cüretlerle ilgili
bir orta olma olduğu daha önce açığa çıktı; bizim korkutucu
şeylerden korktuğumuz açık; bunlarsa genellikle söylenebi­
leceği gibi kötüdürler; bundan ötürü korkuyu kötülüğün
beklentisi olarak tanımlarlar. Nitekim biz bütün kötülükler­ 10
den korkarız, sözgelişi kötü ünden, yoksulluktan, hastalık­
tan, dostsuzluktan, ölümden; ama yiğit bunlann hepsi ile il­
gili görünmüyor; çünkü bunlann bazılarından korkmak ge­
rekir ve korkmak güzel bir şeydir, korkmamak ise çirkindir;
—^sözgelişi kötü ünden korkmamak; nitekim ondan korkan
kişi, erdemli ve duyarlı bir kişidir, korkmayansa utanmaz bir
kişi. Böyle birine kimileri eğretileme yoluyla yiğit derler, 15
çünkü yiğitle benzer bir yanı vardır; çünkü yiğit kişi de kor­
kusuzdur. Belki de yoksulluktan ve hastalıktan, kısaca bir
kötülüğe ya da kişinin kendisine bağlı olmayan böyle şeyler­
den korkmamak gerekir. Ama bunlar karşısında korkma­
yan da yiğit değildir, onu bir benzerlikten ötürü böyle ad-
landınyoruz; nitekim kimi cömert kişiler savaştaki tehlike­
lerde korkak olduklan halde, varlıklarını kaybetmeyi yürek­ 20
lilikle karşılarlar. Çocuklan ve karısı karşısında küstahlık­
tan, kıskançlıktan ya da bu tür şeylerden korkan korkak
olmadığı gibi, kırbaçlanmak üzere iken yüreklilik gösteren
de yiğit değildir. O halde korkutucu şeylerin hangileri konu­
sunda yiğit olunuyor? Yoksa en önemli olanlarda mı? 25

Çünkü hiç kimse korloınç şeyler karşısında daha dayanıklı


olmaz. En korkutucu şey ise ölümdür, çünkü sondur ve
ölmüş biri için hiçbir şey artık iyi ya da kötü göıünmü-
yor. Yiğit kişi her durumdaki ölümle de ilgili göııjnmüyor.
54 III. 5—7*
fîpoif olov kv ûakâTTrf ^ votroıs. tv rUrıv o i v ; rj İ p 8
30 Toîs KoKkCırroıs; roıovroı 5^ ol kp ırokkiJi.<f' kp fityCoTifi yhp
KaX Kokkitmp Kipbıipip. 6fx6koyoı bk tovtois fİtrl koI al rt- 9
fial al kp Tals ırâkforı koI ırapa roîs pLOPİpyoıs. KVpC(og 10
brı keyoiT &p âpbpetos â Trepi top Kokbp Baparop abt^s.
Kal Sera O&parop kTrt<f>kpfi vrroyvıa opra' roıavra bk p.â-
35 klora ra Kara 'irökep.ov. ov p.^v âkkh Kal kp dakâTTjı 11
1116 * Kal kp p6(tois âberjs â âpbpeîos, oî/y, ovrto bk aç ol âakdr-
rıoı* ot /jıkp yap â'ireypı&Kao’i ti]p aarripCap Kal t6p ö<£va-
Top Tİ>p ToıovTOP bv(T)(€paİPov<Tiv, ot 5^ (vkkıtıbiç clo’l Tcapa
TTfP kp.TT€ip(av. âp.a bk Kal avbpC^ovraı kv oîç karip âkK^ 12
5 fj Kokov To aırodaveîv' kv raîç Toıavraıç bk <f)dopaıç oibk-
Ttpop VTrâpycL.
10 T 6 6^ <j>o^€pbv ov Trâa-ı p.kv rd avro, kkyopLfp bi ti V II.
Kal vırkp ipOpaırov. tovto p.kv ovv Travrl <f)o^epbp t <Ş ye
povp iyopTi’ Ta /car’ &v6 p<ûTT0 v bıa<f>epeı fieykdeı Kal Tcj)
10 fjLOikkop Kal î^TTov' 6 p,oi(ûç 8^ Kal to Bappakea. b 8e 2
avbpeîoç i.vİK'nkıjKToç oıs av 6 po>Troç. (fyofiı^creTaı p.kv obv Kal
TO TOtoSro, 8cî 8^ koI &>s 6 koyoç VTTup.eveı tov Kakov
ev€Ka’ TOVTO yap Tkkoç t^ s âpeT^ç. kart bk pıakkop Kai 3
rfTTOP Tavra ^o/Seîaâaı, Kal İ n ra pırı <f>oPepa aç roıadra
IS <f>o0 eîa-dat, yCperaı 8^ râ v ap-aprıâp ^ pikp S n ( o ) ov beî, ^ 4
bk S n ovx û»s beî, ^ bk S n ovx bre, 7/ n râ v ToıoSrap' oiMoCm
bk KOLİ ırepl to dappakia, 6 p.kv obp h beî Kal ov İveKa5
vTTOfikpap Kal <f>ofioSp,ePoç, koI aç bei Kal Sre, SfioCaç be
KOLİ Bappap, avbpeîoç‘ Kar' a^Cap ySp, Kal aç &p & koyoç,
20 ırcur^eı Kal ırpâTTeı 6 âvbpeîoç. rikoç bk 'irâarjç kvepyeCaç 6
kari t ö Kara rifP İ^ıp- "f koI tw apbpeCtp 8^ i] avbpeCa KoArfy.l"

29. * K** r : hiy L** M*» fjK^: il iv L** M** r 32. al om. K*» L*
M“ UIS» 8. ye om. K»* T 9. tA] rh K* T 13. toTi ipe-
T€Ût pr. 15. fil Muenseher 5 add. T
54

sözgelişi denizden ya da hastalıklardan olan ölümlerde.


Öyleyse hangi durumlardaki ölümlerle? Acaba en güzel du- 30
rumlardakinde mi? Savaştaki ölümler böyledir; çünkü en
büyük ve en güzel tehlike içinde olan ölümler bunlardır.
Kent yönetimlerinin ve monarklann böyle ölenleri onurlan-
dırmalan da bunu gösteriyor. O zaman asıl anlamında yiğit
kişi, güzel bir ölüm Irarşısında ve ölümü getirebilecek şey­
lerle burun buruna geldiğinde korku duymayana denebilir,
böyle şeylerse savaşta olur. Elbette yiğit kişi denizde ve 35
hastalıklarda da korku duymaz, ama denizciler gibi değil; 1115b
çünkü denizci olmayanlar umutlanm kesmişlerdir ve böyle
bir ölüm öfkelendiriyor onlan; oysa denizciler deneyimle­
rinden dolayı umut içindedirler. Aynca yiğit kişiler karşı
koymanın ve ölümün güzel olduğu yerde yiğitçe davranırlar; 5
oysa böyle felâketlerde bunlann hiçbiri yoktur.
Korkutucu olan, herkes için aynı değildir, inşam aşan
korkutucu bir şeyden de sözederiz. Bu, usa sahip olan herkes
için korkulacak bir şeydir, insana göre olan korkutucu şeyler
ise, büyüklük bakımından, daha çok ya da daha az korkutu- 10
cu olmalan bakımından farklılık gösterir. Yüreklendirici şey­
lerde de bu böyledir. Yiğit kişi insan olarak kendini korkuya
kaptırmaz, insan için korkutucu olan şeylerden gerektiği gibi
korkacak ve güzel bir şey için aklın gerektirdiği şekilde katla­
nacaktır; çünkü erdemin amacı budur. Bunlardan ise daha az
ya da daha çok korkulabilir; aynca korkulmayacak şeylerden 15
de sanki korkulacak şeylermiş gibi korkulabilir. Yanılgılar­
dan kimi, korkulması gerekmeyen şeylerden korkmaktan,
gerekmediği şekilde korkmaktan, kimi ise gerekmediği za­
man ya da bu gibi koşullarda korkmaktan ortaya çıkıyor.
Yüreklendiren şeyler konusunda da bu böyledir. O halde
korkulması gereken şeylerden ve gerekli nedenlerden dolayı
gerektiği şekilde ve gerektiği zaman korkan, cesaret edilmesi
gereken şeyleri yapmaya cesaret eden kişi yiğittir; çünkü
yiğit kişi yakışan biçimde ve aklın gösterdiği şekilde etkile­
nir ve eylemde bulunur. Her etkinliğin amacı ise huya göre 20
olan bir amaçtır. Yiğit biri için de yiğitlik güzel bir şeydir;
III. 7- 55
TOtovTov brı Kal to t ^\os* SpCCfTat yap tKacTov Ttp TİX.€t.
koAov bif İv€Ka 6 iivbpelos iıropivd Kal TrpineL ra Karo

7 T^v ivbpeCap. t&v 5* İTr€pŞaXX6vra>v 6 pkv rp o4>o^l(^


iv<&wpos ^€Îpi)Taı b* Tipüv iv roîy ıtp6T€pov 5rı ttoWA. ia rıv 25
iv<&wpa), €Îrı b' &v tis paıvopevos ^ iv6XyriTos, el pr}-
bev 0o/3oîro, prjTe afurpbv p “qT€ KvpMTO, Kodânep <j>a<rl
ro is KeXro^ç* 6 bi r y dappeîv ^ırcpj3oXXû)i; rrepl ra
8 tftofifpa 6pa<ri}s. boK^î 5^ Kal dXa^a>v eîvai 6 6pacrbs Kal
TTpotrvoırjTiKbs ivbpfCas' «s yovv İk€Îvos “jrepl ra cpo^epa 30
oSto 9 ^ouAerat <f>a(v€a’daı’ iv. oîs ovv bvvaraı,
9 p ıp iÎT a ı. 5ıo Kal €Î<r\v ol ıroAAol avrûv 6paovb€iX.oi' iv
10 ToifToıs yap 6paavv6pevoı ra ifto^eph ox>x ^TTop4vov<rıv. 6
5^ r y <f>o^€ur6 aı vırep^&KKoiV beıKds’ Kal yap h 8eî
Kal «y ov beX, Kal ıt&vra r â roıatJro İKoAovöeî avry. 35
iKkeCiffi b^ Kal r y Oappiiv' âW* iv raîs k^hraıs iırep- III 6 •
11 ^âXKa>v p ^ k o v KaTa<f>aır/js İarıv. bdaekvıs bıj tls 6 beı-
\d s‘ ıtdvra yap <f>o^€Îraı. 6 d’ dvbpfioî ivavricui" to ybp
12dappeîv ebekmbog. ırepl rairâ piv obv iarlv S re beikog
Kal 6 dpaa^s k o I 6 âvbpeîog, bıa<f>6pm b' lxov(rı Trpoy 5
aiiTâ' ot p iv yap iırtp^ikkova’i Kal ikkeCırovaıv, ö b4 p4-
0-0)9 lx e( Kal &s beî’ Kal ol piv Opaatîs TrpoTrereîy, Kal
fiovkdpfvoı ıtph T&v Kivbdviûv iv avToîs 5’ i<f>(<rravTaı, ol
b* âvbpeîoı iv Toîs İpyois d^eıs, ırpdTepov 5’ ^av^ıoı.
18 Ka0iır€p obv eîpjjraı, ^ avbpeCa pfadrrıs i a r l -Trepl 1 1
dappaX4a Kal ^o^tpâ, iv ots eîprjTaı, Kal 8ti Koköv alpeı-
r a ı Kal iv o p iv tij ^ 5 rı ala^pdv rb p-q. to b* &TTodvri<rK€iv
ifiedyovra ırevCav ^ İpara ^ rt kwtr\phv ovk âvbpeioVf İKka
pakkov beikov* pakajcCa yap ro <j>€vy€iv rh i-ahrova^ Kal

22. Si T 28. r : Si K*» L*» M»* tİ om. K** 27. Kİfiara


K**: rh Kİ/iOTa vıx]g, 80. YoSKScripsi: o2v codd. 81. otfros F:
o9r*tt K**: oSrtts otros M**
55

amacı da böyledir; çünkü tek tek şeyler amaçla belirlenir.


Dolayısıyla yiğit kişi güzel bir şey için yiğitliğe uygun olan
şeylere dayanır ya da onlan yapar. Korkmamakta aşınya
kaçanlann adı yoktur (daha önce de pek çok şeyin adı olma­ 25

dığını söylemiştik); ama eğer biri hiçbir şeyden —^Kekler


için söylendiği gibi, ne depremden ne de selden— korkmu­
yorsa, ya çılgındır ya (fa vurdumduymaz. Korkulacak şey­
lerde korkmamakta aşırıya kaçan kişi ise cüretlidir. Cüretli
kişi şarlatan ve yiğitlik taslayan sayılır; çünkü o korkutucu
şeyler konusunda yiğit kişi nasılsa öyle görünmek ister;
yapabildiği şeylerde ona öykünür. Bunun için bunlann çoğu 30
yalancı pehlivandırlar; çünkü yapabildikleri yerde cüret gös­
terir, ama korkutucu şeyler karşısında dayanamazlar. Kork­
makta aşırıya kaçan ise korkaktır; çünkü o gerekmeyen şey­
lerden, gerekmediği şekilde korkar ve bu tür öteki özellikleri 35
taşır. Yüreklilikte ise geri kalır; ama daha çok, acılar konu­ lll6a
sunda aşırılık göstermekle tanınır. Korkak kişi karamsardır,
çünkü herşeyden korkar. Yiğit ise tam tersi, çünkü yürekli
olmak iyimser kişinin işidir. O halde hem korkak, hem
cüretli hem de yiğit kişi aynı şeylerle ilgilidir, ama bunlar
karşısında değişik tutumlan olur: ilk ikisi aşınya kaçar veya
eksik kalır, yiğit ise orta olma özelliğine sahiptir ve gerektiği
gibi olur; aynca cüretli kişiler öne atılan kişilerdir, tehlike­
lerden önce gönüllü olduklan halde, tehlikeyi görünce
kaçarlar, oysa yiğit kişiler iş başında etkindirler, daha önce
ise sakin.
O halde, dediğinaiz gibi yiğitlik, sözünü ettiğimiz konu­
larda cesaret edilecek ve korkulacak şeylerle ilgili orta olma­
dır; bunlan güzel olduğu için tercih eder ve dayanır, ya da
bunları yapmamak çirkin olduğu için. Buna karşın yoksul­
luktan, aşktan ya da acıdan kaçmak için ölmek bir yiğidin de­
ğil, daha çok bir korkağın işidir; çünkü zor şeylerden kaçmak
56 III. 7— 8.

15 ovj( Sti Kokbv vTTOfjÂvcı, &Xkâ ^e6y<üv KaK6v, ''Earı fiku


oZv ^ avbpeCa toiovt6v tl, Kiyovraı bi Kal Ircpaı Kara V IH .
tt4vt€ TpoTTOvs" Ttp&Tov p,€V t] '7ToXırtK7j* fAoAıoTa yâp İoiKtV.
boKOVorı yap ■bıtop.ivuv tous Kivbvvovs ol ıroAtraı bıh râ i k
T&v v6p.tûv ittvrip.ıa koI r a dveCbr^ Kal bıh ras rifiâs'
20 Kal bıa TOVTO ivbpeıoTOTOı boKOvaiv fîvai itap ols ol beıAol
&TipLot Kal ol âvbpfîoı evrtpıoı. roıovrovs b^ Kal "O/aıjposî
‘iroıcî, olov t 6v Aıofii}5i}i; Kal rbv *EKTopa'

JIov\vbapae pot ırp&ros t\tyx*ı^v âımâff(reı'

Kal [Ato/xıf5ı;$]
25 "Eıcrap yap ırart cVl Tpuctrcr* dyopevta»
“ Tvdctdıjr v»r’ e/utb."

&pLoCu>Taı, b' a1jrq pAkurra rjj nrpoTfpov elprif/Jvrı, 8 ti bC 3


OLpfT^v yCveraı’ bı albû yap Kal bıa Kokov Spe^ıv {rıprjs
yap) Kal <f)vy7iv 6 v€İbovs, ala^pov ovtos. r i^ a ı b' av n s i
30 Kal Tovs VTrb t Qv 8.pyovT<ûv avayKaÇppivovs eU Tavrrf*
\€İpovs d’j 5<r<p oi bı alb<a &kka bıh <f>6 pov a‘hr6 bp&<rı,
Kal (^euyovT€s o i ro al<r)(phv hkka rb kvTn\p6v' hvayKâ-
^ovcı yap ol Kupıoiy &(nrfp 6 ’*Ekt(op
tv dc k’ iyiiv aırâvevBt pâ^ı/s vTtuurovra po^ırt»,
35 oö ol SpKiov ta-atiraı <f>xryftıv Kuvas.
Kal ol vpo<rrATTovT€S, kAv hva^ap&cı rt/ırrovres, rh avrdü
1110 ** SpcüO’t, Kal ol Ttph T&v Tâ<f>pa>v koI r&v roıoİTiav ıraparir-
TovTfS' “TTclvres yap hvayK&ÇpviTiv. üeî 5’ o i bC hvayKrjv hv-
bpiiov eîvai, âkk’ Sn KokSv. boKeî b^ koI ^ ipmıpCa rt 6

TTcpl İKaora hvbpcLa e2vai' SOfV Kal 6 ^(OKpArrjs <pvSıj


S imtmjprjv eîvai Trfv ivbptCav. toiovtoi 81 SkXoı p iv iv &k-

1116* 21. Kal o/] ol 8i L** M** T 24. Atop49v* secitısi 81. İarot
K** 1116^ 4. post i^Sptla add. r ı t L* 6. «Tkoi om. K** M*
56

gevşekliktir ve güzel olduğu için bir katlanma değil, kötü 15

olandan kaçmadır. İşte yiğitlik böyle bir şeydir, ama başka


şeylere de yiğitlik denir. Bunlar beş türdür: İlki yuıttaşlann
cesaretiyle ilgilidir; yiğitliğe en çok o benzer; çünkü yurttaş-
lann hem yasalardaki cezalardan ve ayıp olduğundan dola­
yı, hem de onurlandınidığından dolayı tehlikelere dayandık­
tan görünüyor. Bundan ötürü korkaklann onursuz, yiğitle­
rin ise onurlu sayıldıktan yerde, bunlar en yürekli kişiler 20
sayılıyor. Homeros da bunlan yiğit olarak almıyor, sözgelişi
Diomedes'i ve Hektor'u:
“P olydam as b en i su çla ya ca k ilk k işid ir”^^

ve [Diomedes]
“G ü n ü n b irin d e H ekto r Troialtlara h ita p ederken: 25
T ydeus'un oğlu b en d en [kaçtıp^^ diyecek.

En çok bu yiğitlik daha önce sözü edilene benziyor, çünkü


erdemden ötürü oluyor —utanmaktan ve güzel bir şeyi
(onuru) arzu etmekten ötürü ve çirkin olduğu için ayıptan
kaçmaktan ötürü. Yöneticilerin zorladığı kişileri de bunla­
rın arasına katmak gerekebilir; ama bunlar daha kötüdür, 30
çünkü utanmaktan değil, korkudan bunu yapıyorlar ve çir­
kin olandan değil, acı veren şeyden kaçıyorlar; çünkü yöne­
ticileri bunlan yapmaya zorluyor, Hektor'un yaptığı gibi:

“Ç atışm adan ka ça rken k im i ya ka la rsa m ,


ka ça m a ya ca k tır köpeklere ye m o lm a kta n . 35

Önlerine kattıklarını geriye doğıu kaçtıktan zaman vuranlar


ve hendeklerin ya da böyle yerlerin önüne dizenler aynı şeyi 1116b
yapıyorlar; hepsi zorluyor onları. Oysa zorunluluktan değil,
güzel olduğu için yiğit olmak gerekir. Tekler konusunda de­
neyim de yiğitlik sayılıyor. Bundan ötürü Sokrates de yiğit­
liğin bilim olduğunu düşünmüştür. Başka başka konularda
III. 8. 57

X o ts , e v TO ts nrokefiiK O İs d’ o l a r p a T i& T a v 6 o k €Î y a p e ıv a ı
T T okka K €va T o v T to k ^ p o v , h p â K ıa r a <rvve<op<İKa<rıv o v t o i’

Sn oİ k îcra(rıv o l & \ k o ı o l â i a r ı v .
<f>alvovraı, brj â v b p fî o ı ,
7 etra TTOt^crat Kal vadeîv p&kurra bvvavraı İ k rrjs cp-
TTfipias, bvvdpfvoı \pfjcr6ai t o î s Sırkoıs Kal roıavra İypv- lo
rey 6ırola &v eîr) Kal Trpbs ro ıroırjcraı Kal ırpbs ro /xtj
8 TTOÖeîv KparıoTa' &<nr€p oZv avoırkoıs &ntkıapivoL pâyov-
raı KOI adkrjTal Ibuaraıs’ Kal yap h toU toiovtois ayâ^
(Tiv ob)(^ ol ivbpeLOTaroı payıptararoi tl<rıv, akk* ol pâ-
‘J Aioto layyovres Kal r i ardipara &pıcrra İyovrcs. ol arpa- ıs
rıû ro ı 8 ^ öeıAol yCvovraı, 8rav İTrepTeivrı 6 Kİvbvvos Kal
k€İır<ovTaı roîy ırkijdfcrı Kal roîy vapatrKevaıç" ırpciroı yap
<\>euyov<Ti, ro 8^ -ırokırtKa pivovra d7ro0v77o-K«, OTrep kotti
r y 'Eppalip (Tvvi^r\. roîy pkv yap al<r\pov ro (l^evyeıv
KOI 6 dâvaros rfji Toıavrrıs aaiTrjpia^ olpercurepoy oî 8 e 20
Kol ^PXV^ İKivbvvfvov «y KpfİTTOvs SvTfS, yvövres 8 e
<f}(8yovcTL, TOV dâvarov pakkov roD ala-^pov <f>oPovp€vot.' 6
10 8’ âvbpelos ov rotovroy. koi roı; 6 vp 6 v 8* t ^ v avbpeiav
<f>epovaw‘ âvbpdCoL yap eıj/ot boKovarı Kal ol bta dvpov
âarrep ro dıjpia ^vl ro 8y rpıLfravrai <f>€p6 pfva, o n Kal ol 25
âvbpeîoı $vpo€ib(îs‘ iTrjTiKdraTov yap 6 övpos ırpoy rovy
Kivbvvovs, o0€v Kal ''Oprjpos “ o-öcVoy İ p ^ a k f 6 v p ^ " Kal
**pivos Kal dvpov cyetpe” Kal “ 8piftv S’ ava plvas pevos“
Kol **iCeiTfV alpa'** Trdvra yap ra roıavra eotKe arfpaC -
11 v € iv r r ıv t o v d v p o v i y t p a i v koI 6 p p r\v . ol p \v ovv a v b p ti o ı 30
8ıo r 8 Kakov vp<İTTOV<rıv, 6 b i dvpos a r v v e p y d ovroîy ro
dripCa 8 e b ıâ kvrrrjv' b ıa y a p ro T rkrfyrjvaı fi bıdi r b <f>o^€Î-
a d a ı , İT tel k a v ye k v Hkfi ^1; ^A.eı] fj, ov ‘r rpocT kpypvT aı. ov

7. Kau>&K** M'’ 10. post ipm ıptas add. Kcd ^v?Ji^wr$aı Kal ırard^aı
K** r 24. iya/p4po»ffir L** : iwup4povrıy r 25. ftp6fuyoı r
32. ^ SA t 5] il L** M** 33. 1j iy lxc( sec*wsi (auctore Victorio)
57

deneyimli olanlar başka başkadır; savaşla ilgili işlerde ise as­


kerler deneyimlidir. Savaşta birçok boşluk görülüyor ve
bunlan en çok onlar görüyorlar; ötekiler bunlann ne gibi ol­
du klannı bilmedikleri için de, onlar yiğit gibi görünüyorlar.
Aynca, deneyimlerinden dolayı bir şeye uğramadan zarar
verebiliyorlar, çünkü silâhlan kullanabiliyorlar ve silâhlan, lo
hem zarar vermeye hem de zarara uğramamaya en elverişli
silâhlardır; silâhlanmış olarak silâhsız kişilerle veya atletler
amatörlerle savaşıyor gibidirler; nitekim mücadelelerde en
yiğit olanlar en iyi savaşçılar değildir, en güçlüler ve en iyi
bedenlere sahip olanlar en iyi savaşçılardır. Askerler ise teh- 15
like fazlalaşınca ve sayılan ya da araç-gereçleri daha az
olunca korkak olurlar; ilk kaçanlar da onlardır, yurttaşlar
ise orada kalarak ölürler, Hermaion'da^^ olduğu gibi. Çün­
kü onlar için kaçmak çirkin bir şeydir ve ölüm böyle bir kur­
tuluştan daha tercih edilir bir şeydir. Diğerleri ise kendilerini
güçlü sanarak başlangıçta tehlikeye atılırlar, ama tehlikenin 20
farkına vannca, çirkin olandan çok ölümden korktuklan
için kaçarlar; yiğit ise böyle değildir. Öte yandan öfkeyi de
yiğitlikten sayarlar; nitekim kimi kişiler öfkeden ötürü de
yiğit gibi gözükürler, tıpkı kendilerini yaralayanlara saldı­
ran yaban hayvanlan gibi; çünkü yiğit kişiler de öfkeli 25
mizaçlı kişilerdir, çünkü öfke tehlikeler arasında en çok
harekete getiren şeydir; bundan ötürü Homeros “öfkesine"^
güç kattı”, “tutkusunu ve öfkesini uyandırdı”, “burun de­
liklerini saran çetin tutku”, “kanı tutuştu”^^ der; bütün
bunlar öfkenin uyanması ve şiddet anlamına geliyor gibi gö- 30
rünüyor, oysa yiğit kişiler bir şeyi güzel diye yaparlar, öfke­
leri ise onlara yardımcı olur; oysa yaban hayvanlan acı
yüzünden yaparlar, vurulduklarından ya da korktuklanndan
dolayı; ama ormanda [ya da bataklıkta! iseler yaklaşmazlar.
58 III. 8.
hrı ^arıv avbpfıa bici to {nr bÂyrjbovos Kal Ovpov l^€kavv6ıi€va
35 ırpbs Tov Kİvbvvov Sppav, oidiv t&v beıv&v vpooptoj/Ta, iırel
ovrto ye kİlv ol ovoı âvbpeîot eîev ıteıv&vres’ rvvTopevoı yap
1117* ovK a<f>[aTavTaL Tr\s voprjs' koI ol poıy^ol 6 ^ btâ im -
ûvpCav Tokprjpâ Trokkâ bp&a-ıv. [ov brj iarıv ivbpeîa 12
bı ikyrjbovos rj dvpov i^ekavvöpeva nrpos rhv nivbvvov^
^va-iKtorArrı fi’ İoiKev rj fiıâ rfiv Ovpdv ehtaı. Kal vpo<r-
5 \a/3ov<ra TrpoaCpeanv Kal rfi ofi İveKa ivbpeia eîvai. Kal ol
&v6pa>voı brı SpyıCopevot pev âkyov<n, rıpMipoHpevoı fi* rjbov-
Taı' ol 8^ fiı^ Tavra pa\6pevoı p&yıpoı pivy oİ k av-
bpeîoı be' oi yap bta rfi Kokdv ovfi* â koyos^ ikka
bıâ Trdöos* •napaTtkrı<rıov 8’ e)(pv<r[ ti. ovbe brj ol evik- 13
10 TTİbes ovres iivbpeîoı' bıa yhp rh vokkaKis Kal Ttokkohs
veviKTjKİvaı öappovcnv iv toîs Kivfitîvoıs* vapopoıoı bi, otl
&p<f)<û Oappakeoi’ akk' ol pev avbpeîOL fita to -npoTepov elp^-
pÂva dappakeoı, ot fi^ bıA rfi oleo’^at KpârıvToı etvai Kal
prjdiv &v ıtaOeıv. toiovtov be ıroıovaı koX ol peûV(TK(fpevoı‘ 14
tS evikmbes yap yCvovraı. Stov be avroîs avpıSrj râ roıavra,
0€vyovo’iv âvbpeiov 8’ fjv râ <f>o^epa hvdpthıttp 6vra Kal
(paıvdpeva îınopiveıv, on koKov koI alayjthv to p/j. fiıo 15
Kal dvbpeıoTİpov boKeî eîvai to iv toîs al<f>vtbCoıs <f>6^oıs
&.(j>ol3ov K a l drâpayov eîvat ^ iv toîs Trpobıjkoıs’ dırb
2 0 İ^e<ûs yap pakkov î}v, oti îjttov İ k 'irapao'Kevfjs' Ta
ırpoipavTj pev yap kİlv İk koyıtrpov Kal kdyov tis iTpoekoiTO,
Ta fi’ e^al<})vr)S K a r a t^v e ^ ı v . ivbpeîoı bl <f>alvovTaı Kal 16

36. Kol K** L** M** 1117* 2. ob—5. Kİvivvoy om. K** 2. «4] oZv
r : Zh oZv L** 6. ÎJ>] Si M** 7. /ıaxi/ifyot add. L** M’* 9.
vJiOos K**: rh »dSoj vulg. 12. ırpSrtpov tlprutiya K**: ttpotifmıtya
vulg. 13. KpdriffToı K**: »tpefrTOvt vulg. 14. Sv ıroOctv Asp.:
ivrnreSfly codd. 15. rck add. 16. ku\ ftiı ıf>cuy6fityK F
20. Ijy scripsi: ^ K** T : ^ Kal L** M**
58

Demek ki acı ya da öfkeden sürüklenerek, tehlikelerin hiçbi­


rini kestirmeden tehlikeye atılmalan yiğitlik değildir, yoksa 35

aç olduklan için eşekler de yiğit olurdu; onlara vursanız bile


otlamaktan vazgeçmezler. Zina yapanlar da arzulan yüzün­ 1117a
den pek çok şeye cesaret ederier [aa ya da öfkeden dolayı
tehlikeye atılanlar yiğit değildir]. Öfkeden ötürü olanı en
doğal yiğitlik gibi görünüyor, ama ancak tercih ve amaç ona
eklenince yiğitlik oluyor. Nitekim insanlar öfkelendikleri
zaman acı çekiyor, öç alınca da haz duyuyorlar, bunlar
uğruna mücadele edenler ise yiğit değil, mücadelecidirler;
çünkü bunlar güzel bir şey için ve aklın gösterdiği gibi savaş­
mıyor, etkilenme yüzünden savaşıyor; ama yiğitle bir ben-
zerlilderi de var. İyimser kişiler de yiğit değildir; pek çok kez 10

ve pek çok insanı yendiklerinden dolayı tehlikelere atılma


yürekliliği gösterirler; her ikisi de yüreklilik gösterdikleri
için biribirlerine benzerler, ama yiğit kişiler daha önce söy­
lediklerimizden ötürü yüreklilik gösteriyor, iyimserler ise iyi
olduklannı ve hiçbir zarara uğramayacaklannı sandıklan 15

için. Sarhoş olanlar da böyle bir şey yapıyor; çünkü onlar da


iyimser olurlar. Ama işler bekledikleri gibi olmayınca kaçar­
lar; oysa bir yiğidin özelliği, insan için korkutucu ya da
böyle görünen şeylere dayanmaktı, çünkü böyle yapmak
güzel, yapmamak çirkin bir şeydir. Bunun için önceden
görünenlerde değil, beklenmedik tehlikelerde korkusuz ve
dingin olmak daha yiğit olan insanın özelliği gibi görünü­
yor; çünkü hazırlıklı olmasından çok huyundan dolayı cesa­ 20

ret gösteriyor; nitekim önceden görünenleri kişi hesapla ve


akılla tercih edebilir, ama ansızın gelenleri huyuna uygun
olarak. Bilmeden eylemde bulunanlar da yiğit görünürler
III. 8—9- 59

ol âyvoovvT€St Kal (Iclv ov ıroppcû t &p evfXırli5a>i', \€İpovs i*


3<r<p â^iû)fJM oiÖ €V İx.^v< rıı/, İK c ıv o ı 5^. d ıd K a l p  v o v a l r ı v a
y jp â v o v ' ol V ^ıra T r}p ,iv o ı, i a v yv& < nv 8ti ir tp o p ^ vıro- 25
TTTcıîo’cöo’i, <f)€i/yovortv’ OTTfp o l ’ A p y d o ı İ ı ta d o p ‘ir€pMr€<rovres
17 roîs AaKû)<nı; 019 S iK V to p ıo ıs . oî re â p ö p f îo ı etprjpT aı
ır o to i T ip e s, K al o l b o K o vP T fs â p b p d o t .
IX . Hepi dippTf bi Kal <j>6^ovs rı âpbpeia ov<ra o ix 12
Ttepl 6,n<f><a €trrip, dAXâ naKKop ırcpı ro <f>ofi€pd' 6 yhp 30

İP Totirois ârâpa\09 Kal Tttpl ravff m beî fx.o>p apbptîos


2 p.â\kop fj 6 vfpl ra Oappakia. ry 8^ ro kvTrripâ {nto~
p.4veıp, &s eîpTjraı, âvbptiot X4yopraı. bıh Kal ivCkvırop ^
apbpfCa, Kal biKa(a>s €ira«/«rot* 7^P
3 Ttr}pa rmopÂveip ı\ t &p rıbitop hTtiy^adaı,, oi p.^p âXkâ 35
bo^eıep &P €Îpat ro Karo rrfp âpbpdap t 4 \ os rıbii, iıtb röviUT**
KiJKktp b* â<f>aptCt<rdaiy olop Kap toZs yvpPiKoZs ây&aı yi-
vtTaC roîy y^p ın^Krats r8 ıt\p reAoy ^8v, o5 I vcko, 8
(rr4<f>avos Kal al rıjmal, rd 8 ^ roırrco-öot akytıpop, ftırtp
arâpKivoif Kal Kvın^pop, koİ ttSls 6 ttopos’ 818 8 e r8 voKKa s
ravT €Îpaı, puKpdp 8p t 6 08 IveKO ovbkp fjbv (j>aİPfTaı 4x.^ip -
i el brı toiovtSp iırrı Kal t6 ırepl r^v ivbptlaPt 8 pkp $&paros
Kal ra rpavfiara kvmjpâ âpöpei^ Kal âKOPrı İoraı,
{nrop.€Pfî 8e avrci 5rt Kokbp ^ 8rı alaypop rd /iij. koI
8<r<p âp pakkop t^ p aper^p 4\rj vaa-ap koI tibaıpopioT€- 10
pos jj, pMkkop iırl r<p dapâT<p kvmja-eraf ry roto8ry
yap paklara Ç^p &$ıop, koI otros peyCarıop iyaââp iıro-
(rrepeıroi el8<8y, kvvrfpbp b4 rovro. âkk* ovbkp fjrrop âpbpeîos,
îtrm 8e koI pakkop, 8rı ro ip r ^ vokipıp K o k b p ipr*

25. iw<nrrtû<rov^t : ihrovrcivovtf’M' K** F 1117^ 4. «/ om.


7. r : SİL İ’ M**: Si 8^ 9. Svo/ mi' c? M uretus: iroftivtt
codd. 11. Xw»^<r«T« K*; Xvw€Ît « L * M * : XvT>rSıfflrfTaı Asp. 13.
roinm K**
59

ve iyimser kişilerden pek uzak değillerdir, ama bunlann bir


iddiası olmadığından daha da kötüdürler, ötekilerin ise
vardır; bunun için iyimserler bir süre dayanırlar; yanılmış 25
olanlar ise işlerin tahmin ettiklerinden başka türlü olduğu­
nun farkına vannca kaçarlar; Sikyonlular diye Ispartalılarla
karşılaşmca çarpışan Argoslulann başma geldiği gibi.
Böylece kimlerin yiğit olduğu, kimlerin de yiğit göründüğü
söylenmiş oldu.
Cesaret gösterme ve korkmayla ilgili' olan yiğitlik,
her ikisiyle de aynı şekilde ilgili değildir, daha çok korku- 30
lacak şeylerle ilgilidir; nitekim cesaret edilecek şeylerden
çok korkulacak şeyler karşısında dingin olabilen ve bunlarla
ilgili tutumu gerektiği gibi olan yiğittir. Nitekim, dedi­
ğimiz gibi, acı veren şeylere katlanmalan bakımından
onlara yiğit deniyor; bunun için yiğitlik hem acılar geti­
ren bir şeydir, hem de haklı olarak övülür, çünkü acılara
dayanmak hoş şeylerden uzak kalmaktan daha güçtür. Ama
yiğitliğin amacının hoş olduğu, ancak çevresindeki etken­ 35
lerle gölgelendiği düşünülebilir, atletizm yanşmalannda da 1117b

olduğu gibi; nitekim boksörler için amaç hoştur —^yanş-


malann niçini taç ve onurlardır— ama yumruk yemek et-
ten-kemikten olduklanndan acıtır, bütün çalışmalar da acı
verir, bütün bu etkenler pek çok, buna karşılık niçinlerin
küçük bir şey olması yüzünden, hiç hoş bir yanı yok gibi 5
görünüyor. Yiğitlik konusunda da böyle bir şey oluyorsa,
ölüm ve yaralanmalar yiğit kişi için de acı verici olacak, o is­
temeden başına gelecek, ama o bunlara dayanacaktır, çün­
kü bunu yapmak güzel ya da yapmamak çirkindir. Erdeme
ne kadar tam sahipse ve ne kadar mutluysa, ölüm [düşün- 10
cesiniden de o kadar acı çekecektir. Çünkü böyle biri en
fazla yaşamaya lâyıktır ve en büyük iyilerden bilerek
yoksun kalacaktır, bu da acı vericidir. Ama bundan dolayı o
daha az yiğit olmaz, bunlann yerine savaşta güzel olanı
60 it i . 9- -lO.

>5 ^Ktlvuiv alp€ÎTaı. ov df} iv âıratraLs raîs âpeTots to rfbiüis 6


ivtpyfiv vtrdpyfi, ırA^ı/ iff>* oaov tov tİKovs i<f)A,iTT€Tai.
orpaTu&Tas 6* ovbiv t<ra>s k<o\ v( i p,rı tovs toiovtovs KparCarovs 6
fîvai, i \ \ â rovs ^rrov pikv âvdpeiovs, a \\o 6’ âyadbv p,rf~
bev İ\ovTaî‘ eroi/ioı yap qŞro6 ırpbi Toiry KivbTİvovSt Kal rbv
20 fiCov ırpbs p.iKpa Kİpbrı KarakkâTTovraı, TTfpl pikv ovv 7
hvbp^las İTtl ro<roÛTOı; eîpı^<r$(û' r( 6’ iarlv, oi xûAeîrov tvtt<û
ye ırepıAajSfîy İ k râv dpr)pLev<ûv-
13 Merâ 5e Tavrrjv ırepl <roi^po<ruvr)S kiycapLCV' SoKoCm X.
ybp T&v akoytûv pepSiv a{lraı eîvai al iptral. Sn p.fv
25 oîv p.e<rdTtjî ^<rri ■Trepl rıbovcis rf (raKf>po(r6vrı, eîprfTaı rjp.lv'
^TTOV ybp Kal oi>\ SpoCoas 4<rrl rrepl rbis Adıros" iv foıs
airols bi Kal rj â.Kokaa-(a <pa(v(Taı, Trepl ıroCas oHv rCiv
fjbov&Vy vvv a<f>opCo‘(ûp€V. bvrjprj(rd<û(rav 5t) a l \frvxiKaı K al 2
al (rapaTLKai, oîov <l>L\onpia <f>ı\opâÖ€ia' İKârepos yap
30 roTjTdv yaipeif ov <f)i\r}TLKos ia n v, ov6ev Trdcryovros tov arta-
paTos, âWa pakkov Trjs bıavoCas' ol 8e trepl ras roıav-
Tas rjbovas oSre (r(û<f>poves ovre dfcdAaoroı keyovrat. Spoıoi^
8* ovb' ol trepl tos Skkas oa-aı p^ o-oipanKaC elaıv’ tovs

yap <f)ikop'60 ov5 Kal bırjyrfTiKOVs ko.1 trepl r&v tv/ ovtuİV
3S Kararpl^ovras ras ^pepas âbokia^as, aKokâarovs 8’ ov
1118* kiyopev, oııbi rovy kvtrovpevovs eırı \prjpamv ^ <f>tkoıs. trepl 3
8 ^ rds acopaTiKas eîrj hv fj a‘<a<f>po<n/ivrj, ov tricras be ovbe

Tovras' oi yap yaCpovrei toIs bici rrjs S\f/eoiS, olov XP^'


paaı Kal o^ıjpıao'i Kal ypa<f>jj, oire (rrar^pove^ ovre aKO”
5 Aaoroı A^yoyraı* koItoi 8d^eıev hv eıvaı Kal &s bei X®^'
peıv Kal totİ tois, Kal Kaö’ itrepfiok^v Kal ekkeıyfrıv. 6poCa>i i
8^ Kal iv Tots trepl rrjv hKorjv’ tovs yhp vtrep^e^krjpev<as

24. eJ om. K’* Asp. 28. 8i> Bonitz : 8i K*» L** T Kal al ffwpariKa\
K a l a l ^vxMal K*» 1118* 2. 8i r i ı ] fi) tİls Susemîhl (et fort. Asp.)
60

tercih ettiği için belki de daha çok yiğit olur. O halde böyle 15

etkinlikte bulunma —amaca ulaştığı zaman dışında— tüm


erdemlerde söz konusu değildir. Böyle insanlann değil,
daha az yiğit olanlann iyi askerler olmalannı (onlar için iyi
olan başka bir şeyleri olmadığından) herhalde engelleyen bir
şey yoktur; çünkü bunlar tehlikelere atılmaya hazırdırlar ve
yaşamlarını küçük kazançlarla değiştirirler. Yiğitlik konu­ 20
sunda bu söylenenler yeter; bu söylenenlerden onun ne
olduğunu biçimsel olarak belirlemek güç değildir.
Yiğitlikten sonra ölçülülükten sözedelim; bunlann ru­
hun akıldan pay almayan yanlanyla ilgili erdemler olduklan
düşünülüyor. Ölçülülüğün hazlar konusunda bir orta olma 25

olduğunu daha önce söylemiştik; acılarla İse daha az ve deği­


şik bir biçimde ilgilidir: Haz düşkünlüğü de onlarda görünü­
yor. Hangi bazlarla ilgili olduğu konusunu şimdi belirleye­
ceğiz. Bedenle ve ruhla ilgili olanlan ayıralım, örneğin onur
sevgisi ve öğrenme sevgisi gibi; her insan, sevdiği şeylerden 30

haz alır ve etkilenen beden değil, daha çok düşünme yetisidir.


Böyle hazlar konusunda insanlara ne ölçülü ne de haz düşkü­
nü denir; bedenle ilgili olmayan başka hazlar konusunda da
bu böyle: Nitekim biz hikâye dinlemeyi ya da anlatmayı se­
venlere ya da günlerini lâfla geçirenlere haz düşkünü değil,
geveze deriz; para ya da dostlar uğruna acı çekenlere de haz 35

düşkünü demiyoruz. O halde ölçülülük bedensel bazlarla ilgi­ 1118a

li olsa gerek, ama bunlann da hepsiyle ilgili değildir; nitekim


görme duyusuyla ilgili bazlardan -örneğin renklerden, şekil­
lerden, resimlerden- hoşlananlara ne haz düşkünü ne de öl­
çülü deriz; her ne kadar bunlardan da gerektiği gibi ya da ge­
reğinden fazla veya az hoşlanmak olanaklı sayılıyorsa da,
işitme duyusuyla ilgili olanlarda da durum aynıdır; nitekim
III. lo. 61

)(aCpovTast ııiX.etTiv rj iıroKpiirtı oiıOcls İLKoKaarovs X^yeı, ov5^


5 TOİfS 8cî tr<&<Ppovas. rQVf v tp l t^ v 6a-p'qv, vkifv Kara
<n;/i./3e/3i)KOff' toÎ is y^p x®^pow-®y | x>İXmv fj p6h(nv Tj dvpıa- lo
p6rtt>v 6<rpaîs o i kiyopev âKokdarovs, â \ \ â pakkov rov;
pdpıav rj oylratp" -)(alpov(rı ydp toHtois ol âKdkaaroı, o n
6 5 ıâ Todroiv ivâpLifriffis yCv^raı avToîs t&v ^mdvpripÂTOiP. töoı
8’ âp Tts Kal Touç âkkovs, Srap 7r€tv«<rı,
T&p PpaipAvap dtrpaîs’ t 6 dc roıodrots \aCp€ip İKokdarov' *S
7 TovT<p yâp imövpripLaTa Tavra, ovk İ a n bi ovd' iv roıs âAAot?
^ıpots Kara radras rip aladtf(T€iS rjhov^ rrkrıv Kara <rvp-
fiefirjKds. oide yap raîy dapaîs tûp kaytoâv al kvv€s
yaipovaıp ik k d rfj fipâaeı, t^ p 8’ at<rdrj<rtv rj 6<rprf irtoirj-
arfv' ov8’ 6 kidiv rfl <^<ovfj^ rov ftobs dkkd rij ibabri’ o n
8’ iyyds ia rı, 8ta Tİjs <f>a>vrjs rjaöfTo, Kal ya ip n v 8^ ravîTj
<j>aip€Taı' SpoCdis b' ovb' Ibatp [cipimi/] (ka<f>op fj dypıop
8 aîya," ikk* o n fiopdp ır<pl rds roıadras b* ^bovds
1] o’td^poavprı Kal f} iucoka^Ca ^ortv &p Kal ra koıva
Ç^a Koıpupeî, S6 fp dpbpavobi&bets Kal drıpu&btıs <f>aCpoPTai‘ ^5
d afiraı 8’ elaîp iuf>fı Kal ycvctr. <f>aCpopTaı bk Kal rij yed-
«rcı ^ırl piKpop fj ovâkp xpfja"daı' rijs yap yedattis itrrıp »V
Kpıaıs r&p \vpüp% Srrfp ıroıovaıp ol rohs oıpovs boKipd^opns
Kal Ta Syjfa dpTvopres' od ırdpv bk ^aCpovaı rodroıs, fj ov\
oî y t âKokaaroı, dkkd rjj drrokadan, fj yCpfraı rtaora
3i* d^rjs Kol İ p tnrCois Kal iv rroroîs Kal toîs d^pobıaCoıs
10 keyopÂpoıs. bıb Kal tjv^aTo n s dyj/otpdyof atp töv <f>d~
pvyya avrtp paKpoTfpov ytpdpov y€Pİ<r$aı, &s fıbopepos Trf

12. I) K**: Kol L** M** T 13. i-rıBvıumdru» I'.'' A sp.: iwı0vfu&v L** M** s
İTiBufayrûv r 16. roir^ F : roİTuv L* M** ivıBvfiriTk ravra O** s
ivtBvpifrhif TovTo F oW iv K** F ; oWi v ulf . 22. ^ tipi>v seclus.
SuseıniM 23. İiı K* F 26. 8^ A sp.: İif K*» V> F 28. xwXök
K** 32. post r ı t mdd. f i K İ ^ t v c t i ip i^ u t F

müzik ya da oyunculan dinlemekten fazla hoşlananlara hiç


kimse haz düşkünü demez, gerektiği gibi hoşlananlara da
ölçülü demez. Rastlantısal olanlann dışında koku alma lo
duyusuyla ilgili olarak fazla hoşlananlara da böyle denmez;
nitekim elma, gül ya da tütsü kokusundan hoşlanan kişilere
değil, yağ kokulanndan ya da yemek kokulanndan hoş­
lananlara haz düşkünü deriz; haz düşkünleri bu kokular­
dan, onlara arzuladıklan şeyleri hatırlattıklan için hoşlanı­
yorlar. Gerçi, acıktıklannda yemek kokusundan hoşlanan
insanlar da görmek olanaklı, ama genellikle böyle kokular­
dan hoşlanmak haz düşkünü kişinin özelliğidir; çünkü bun- 15

1ar arzuladığı şeylerdir. Öteki canlılarda da, rastlantısal


olanlann dışında, bu duyularla haz alma sözkonusu değil­
dir. Nitekim köpekler tavşan kokusundan değil, onu yemek­
ten hoşlanırlar, ama tavşanın farkına vamialarını koku sağ­
lar. Arslan da ineğin böğürmesinden değil, onu yemekten
hoşlanır; [böğürmesinden] yakınlarda olduğunun farkına 20

vanr, bundan dolayı da hoşlanır gözükür; aynı şekilde “bir


geyik ya da yaban keçisi gördüğü” [ya da bulduğu] için
değil, kendisine bir ziyafet çıktığı için haz duyar. O
halde ölçülülük ve haz düşkünlüğü, öteki hayvanlarla da
ortak olan böyle bazlarla ilgilidir ve bundan ötürü bu haz- 25

1ar kölece ve hayvansal görünüyorlar. Bunlarla ilgili duyu­


lar dokunma ve tad alma duyulandır. Tad alma duyusunu
bile çok az, hatta hiç kullanmıyorlar galiba; çünkü tad
alma duyusunun işi şeylerin tadına bakmaktır, lezzetleri
ayırmaktır; şaraplan deneyenler ve yemeklere baharat ka­
tanlar bunu yapıyorlar; ama bundan pek haz almazlar, en
azından haz düşkünü olanlar. Bunlar yemede, içmede ve 30

cinsellik denende dokunma yoluyla sağlananlardan haz alır­


lar. Bundan ötürü, oburun biri boynunun bir turnanınkinden
daha uzun olmasını diliyordu; dokunmayla haz aldığı için.
62 III. 10— II.
1118 ’’ h<f>f}. Koıvorârrj Sr) t Qv altrâijcrecûv KaÖ’ ^ İLKokatrla'
Kal i6^ei€v hv biKaCms İTroveCbitrros fîvai, Sri oı% fi Svdpai-
TtoC ia-fjifv i'trâp)(^eı, dX\* f rb b^ roıoSroıs \aCpeiv 1 1
Kal p.&Kı<rra ayaırav 6r]pıQbfs. Kal yap al i\(v6epi(ora~
5 ra t T&v bıa riji a<l>rjs rjbov&v SifiiljpjjvTaı, oîov al iv roîf
yvp.vaaioıs bıa rpC-yf/eois Kal tijs Oeppaa-ias yıvapıevai’ ob
yap ırepl ttolv rb a-<bp.a rı rov âKokdarrov â \ \ â rr^pL
Tiva pLİpr}. T&v 8’ İTndvp.ıâv ot pev KOival boKOvaıv fîvai, X I.
at 8’ î8ıoı Kol İTrCdfTOi' oîov ^ fiev rrjs rpo<f>rjs ^vcriK'fı’
10 TToy yap im övpeî 6 ivbe^s V rpo<f)rjs, 8re bi
âp.<f>0 LV, Kal evvrjs, <f>rja-lv "Opırıpos, ö vios Kal d.Kp.dÇo)V'
rb 8^ Toıâa-bf rj roıaa-be, ovk4ti ttos, obbi r&v avr&v. bıb 2
<fta(v€Tat rip.İT€pov (îvaı. ov fi^v âkk* 7^ <f)va-ı~
k6v‘ €T(pa yap kr4poıs ia rlv ^b4a, koI İvıa ıracrıv ^bC<o
15 râ v tv\ 6 vt(ov. iv pıiv obv raîs <f>v(rtKdis İTuOvpiCaıs SkCyoı 3
ap.apT&vov<rı Kat i<f>^ İv, in i rb ‘nktîov* rb yap ia-öCetv ra
rvxovra rj TtCvtıv İ(û$ &v {ıvcpırkrıorûf}, vTr€p^dkk€iv ia ri
rb Karcı (pdaıv rw ’nkrjöii’ ivarrkıflpıoa'is yap rrjs ivbeCas
^ <f>va-iKTi İTn0vıxCa. bıb kiyovraı obroı yaarpipıapyoı, &s
io ırapd rb biov rrkrıpovvrcs avrrjv. roıovroı bi ylvovraı oi kiav
dvbpaTTobabfis- rrepl 8c roy IbCas r&v fıbov&v rtokkol Kal 4
Ttokkax&s dpaprdvoviTiv. r&v yap cfnkoroıodriûv kfyop,4-
voiv rj Tü) j^a^peıv ols p,^ beî, fj rıp pakkov fj &s ol ıroA-
kol, ^ /Al) û>y 8cî, Kara "ndvra 8’ ol İKokacrroı vjt€p-
2 5 /Bdkkovcrıv' Kal yap x^4pov<rıv ivİoıs oîs ov bei (pıaıjra
ydp), Kal ct Tioı 8cî xo^p<ıı/ tûii roıovrcDv, pakkov rj bet
Kal rj d)s ol rrokkol h M**' obv rrcpl ras rfbovar 6
bncp^okrı o n aKokaoCa Kal \f/€Krdv, brjkov' vcpl bi ras

1118* 7. rh add. K* 12. rk] fort. rrjs »â»] naırrât coni. Ram-
sauer 13. koI om. K* T 17. ırXıj<r*?» K* dırepPoKİı K* T
23. rh M* O* rh O* 24. 3^ M* 27. il add. K*
62

O halde haz düşkünlüğünün ilgili olduğu duyu en yaygın ola- mab


nıdır; insan olarak değil, hayvan olarak bizde bulunduğu için
haklı olarak ayıplanacak bir şey sayılıyor. O halde böyle şey­
lerden haz almak ve en çok bunlardan hoşlanmak hayvanca
bir şeydir. Dokunma duyusu aracılığıyla duyulan en soylu 5
hazlar bunlann dışındadır, spor salonlanndaki masaj ya da
bedeni ısıtma aracılığıyla duyulan hazlar gibi; çünkü haz düş­
künü kişinin dokunma hazzı bütün bedenle değil, onun belli
kısımlanyla ilgilidir. Arzulardan bazılannın ortak olduğu,
bazılannın ise kişilere özgü ve sonradan edinilmiş olduğu sa­
nılıyor; sözgelişi yemek arzusu doğaldır; çünkü yemek gerek­
sinimi duyan herkes kuru ya da yaş besinler arzu eder, bazen 10
ikisini de; bir de delikanlı ise ve gücünün doruğundaysa
—^Homeros'un dediği gibi— bir de yatağı arzu eder. Ama
herkes, şu ya da bu olsun, aynı şeyleri arzu etmez, ne de hep
aynı şeyleri. Bunun için arzular kendimize özgü görünüyor.
Ama yine de bunda doğal bir şey var; çünkü başka başka in­
sanlar için başka başka şeyler hoştur, ama bazı şeyler her­
kes için hoştur. Şimdi, doğal arzularda pek az kişi yanılıyor, 15

bu da bir yönde oluyor: Fazla yönünde; çünkü rastgele


yemek ya da şişinceye kadar içmek, derece bakımından
doğal olana göre aşınya kaçmaktır; çünkü doğal arzu eksik
olanın giderilmesidir. Bunun için gerekenden çok tıkınanlara
obur denir. Pek kaba saba olan insanlar böyle oluyor. Buna
karşın kişilere özgü hazlar konusu nda pek çok insan pek çok 20
şekilde yanılıyor. Şu ya da bu “-sever” denenler, ya hoşlan-
mamalan gereken şeylerden hoşlanmakla ya gerekenden çok
hoşlanmakla, ya da çoklann hoşlandığı şekilde hoşlanmakla
veya gerektiği şekilde hoşlanmamakla aşınhğa düşerler, haz
düşkünleri ise her bakımdan aşınlığa düşerler; hoşlanmama-
lan gereken bazı şeylerden hoşlanırlar (çünkü tiksindirici 25

şeylerdir); ve bunların bir kısmından hoşlanmalan gereki­


yorsa da, gerektiğinden fazla ya da çoğunluğun hoşlandığı
şekilde hoşlanırlar. O halde bazlarda aşınlığa kaçmanın haz
düşkünlüğü olduğu ve kınanacak bir şey olduğu açık. Acılar
III. II. 63
\ ^ a s ov\ û><rn€p ^vc Ttjs apbpfia^ r y ^ o p i v t ı v kiyeraı
<r<i<f>p(OP ovd’ İKoKaaros rtp /L117, oAA* 6 fiip aKokaaros ry 30
kvTT€'î<rdaı [lakkop ^ bcî o n t Qp ^b4<üp ov ruyx<tı>et
( koI tİ]p kiü-nrjP b€ ıroıeî airÇ ^ rıbopri), 6 b^ <r<L^pmp ry
kvTtwr6aı tji dırouo-tç Kal â7rexea-ûaı rov rfbios.
6 *0 p-ip obp aKokcurros im d v u fî t &p ^b4<ap ırâpTfop
T&p ptAkıaTa, Kal aytToı ınrb Trjs iırıBvpÂas & o t € aprl t &p *
akka>v Tovd* alpfîadai" bıb Kal kvrrfÎTaı Kal âvoTvy^d-
püDv Kal imdvp&p' pLCTo. kvTrrjs yap rı b-jndv/jLÎa' İ t6 tt< p
7 b' ^oiK€ TO bı fjbovrıp kvTTfîaöaı. ikke(ıropT€s 8 e r â ırepı ras 5
fıbovâs Kal ^TTOv ^ bet x^^povres ov ırdvv yivovrai’ o(> yap
apOptaTTiKTi (orıp ff Totavn] avaıadrja-ıa’ Kal yap r i konrâ
C^a bıaKp(p€i ra ^p<ap.aTa, Kal T0 Î 9 p,iv b* oü*
fi bf Ttf p.r\bfp karıp rfbv p.rıbk bıa<f>4pfi İrepov krfpoVy ırdppiû
CLP fh] Tov &p6pü)Tros fivat' ov r4rfvxf 8’ d Toıovrof Spo/mtos 10

8 dia rd fJLTi vdpv yipfaâaı. o be a&<f>potp fteatof fiip nfpl ravr*


<X6i’ ovTf yap ijbfraı oîs paklara & cıKokaaros, dkkoL pdık-^
kov bvax€paCvfi, ovb' Skats o h prı b fî ovbe a^6bpa roıodnp
oibfvC, oür dırdvroiv kvTTfÎTaı ovb* k-nıdvpfi^ ^ ptrpCas, ovb4
pakkov ^ 8eî, ovb* Srt p ^ bfi, ovb* okaç r&v roıovriûv ovbip' «5
5aa 8e Trpbs vyLfiav karıp rj ıtpos fvf^ıa v ^bka Svra, tovtiûv
opi^fraı pfTpCm Kal &s 8eî, Kal r&v âkkotv ^bia>v pr] kp-
Ttobltav rodroif dvrtop fj ırapd rb Kokbv rj irrfp rrıv ovaiav. b
yap oHnof kx<ov pakkov iyarrŞ râs Toıaöras ^bovds rfjs
d^ıas' b 6i a<a<f>po}v ov toiovtos, akk' &s b bpdbs kbyos.

30. *6J‘ &K6\acrros K'’ F : iuciKturros Si L** M** 33. «al rÇ aw4x*a~
Sat om. K** 1119“ 3. Xvırc7<r9« i,ıroTvyx4yıtv K** 5. t 8 add. K**
11. add. K** 13. oW—«û^ti Rassow : otff— oürt codd. 14.
®M‘] otr' K** 15. 8c7 r : ^ S tî Ik K**: 3«« obStvl (vel oiStvl)
vulg. oiOiy Sıra Bekker (et ut videtur F) : oûStySf â K**: oi$€ySt' Saa
L** M** 20. oiffias K**
63

konusunda ise, yiğitlikte olduğu gibi dayanana ölçülüj da­


yanamayana haz düşkünü denmez-, hoş şeylere sahip olma­ 30

dığı için gerektiğinden çok acı çekene haz düşkünü (acıyı


meydana getireıvyine hazdır), haz yokluğundan acı duyma­
yana ise ölçülü denir.
O halde haz düşkünü hoş şeylerin tümünü ya da en hoş 1119a

olanlan arzu eder ve arzulan onu güder, öyle ki bunlan baş­


ka şeylere tercih eder. Bunun için hem bunlara ulaşamadı­
ğında, hem de bunlan arzu ettiğinde acı çeker; çünkü arzu
acıyla birlikte gider, oysa haz yüzünden acı çekmek aykın
görünüyor. Hazlan duymada geri kalanlar ya da bazlardan
gerekenden az hoşlananlar pek yoktur, çünkü bu tür duyar­
sızlık insanca değildir; nitekim öteki hayvanlar bile yiyecek­
lerinde ayınm yaparlar: Bazılanndan hoşlanırlar, bazılann-
dan hoşlanmazlar; ve hiçbir şeyi hoş bulmayan ve şeyler
arasında ayınm yapmayan kimse varsa, o, insan olmaktan 10

uzak olsa gerek: Böylesi pek bulunmadığı için bunlann adı


da konulmamıştır. Ölçülü kişi ise bunlar konusunda ortayı
bulmuştur, nitekim o, haz düşkünü kişinin pek çok haz aldı­
ğı şeylerden hoşlanmaz, hatta onlara kızar; genellikle hoşla-
nılmaması gereken şeylerden hoşlanmaz, bunlardan çok çok
hoşlanmaz, yokluklanrtda da acı çekmez, bunlan arzu et­
mez, olsa olsa ölçülü bir şekilde acı çeker ya da arzu eder:
Ne gerektiğinden çok, ne gerekmediği zaman, ne de genel­ 15

likle gerekmeyen diğer şekillerde. Sağlık ve güçlülük için


Olanlan ise, işte bunlan o, ölçülü bir şekilde gerektiği gibi
arzulayacak; diğer hoş şeyleri de bunlara engel olmadığı,
güzele aykın olmadığı ve olanaklarını aşmadığı takdirde ar-
zulayacaktır. Aksi takdirde böyle hazlan lâyık olduklann-
dan çok seviyor, oysa ölçülü kişi böyle değildir, sağ aklın
gösterdiği şekilde arzu duyar. 20
64 III. la.
16 'EKOV<rC<f de fiakkov eot/cev ^ âKo\a<ria Trjs bfiKias. X II.
^ fxeı> yâp bC ^bovTfv^ ^ bi btâ. \vTnjv, Sv to alperov.
t6 bi <I>€Vkt6v’ Kal rj fi(v Xvvr\ i$CaTi)<Ti kcu <f>0€lp€i rrjp 2
Tov ^xovro9 <l>if<rtv, ^ b^ ^bovrı ovbev toiovto ıroıeî. fxaK\ov
25 brı kKOvaıov. bıh Kal İTroveıbıa-TOTepov koI yhp kOtcrörjvaı p^ou
vpbs avrâ' Tro\ka yâp iv r û ^C<p r i roıavra, Kal oi
iûur/xol âKİvbvvoı, i v i bk tûv <f>oj3ep6iv İLvaTtakıv. dofeıe 3
5’ &v ovx opLoCais İKOnptrıov v eîvaı Toîs Kad'İKaarov
avT^ p.kv yap 6.\ vttos, Tavra bi bıâ \ vttt}v i^iarrıcrıv, &cm
30 Kal rh bıtKa p ım ilv koİ rSAAo â<rxr)p.oveîv' bı6 Kal boKeî
ySıaıa €ivaı. r o b' &KoXâ<rr(û âvânakıv ra piev KaO' İKatna 4
İKOİtrıa (imâvfiovvTi yhp Kal dp€yop.iv(a), tö 5’ o\ov ^ t to v
Ofidels yâp İTndvpLiî İKokacrros eîvai. rd b' 6vop.a rrjs olko- 3
kaorias Kal râ s ıraıdiKâs âfiaprlas <f>4pOfi(V
1110 *• yâp Ttva bpxn6Tr\Ta. TtâTtpov 5’ Atto ıroTİpov KaAeîraı, oiıffkv
Ttpbs râ vvv bıa<f>4p€i, brjkov ö’ S n t 6 Sar^pov âırb tov rrpo-
Tİpov. o i KaK&s ö’ loiKe pLiT€vr)vix6aı" K€Ko\S<r6aı yâp bel 6
rh T&v ala^pûv 6p€yop.€vov koI ttoAAtjv u-^rjoıv
5 TOV pÂKıa-ra ^ im6vp.Ca Kal 6 Traîr Kar İTn6vjxCav yâp
C&at Kal ra ıratbla, Kal pLâkıara iv rovroıs i\ rov ^deoç
Spe^K. eî oiv lo r a ı evıreıöes Kal •öırd râ Sp\ov, ^ırl ıroKi 7
&ırX.rj<rTos yâp fi tov ^bios Spe^ıs Kal ’navraySöiv rcj)
âvofjrip, Kal fj rrjs i'inövp.Cas iv ip y d a av^eı râ avyyevis,
to K&V iL€yi\ç.ı Kal tr(l>obpal &<rı, Kal râv koyıcrpiv İKKpovovnv.
bıd deî p.€TpCas fivai avrâs koI Sklyas, Kal r y \6y<o p.t]-
Okv ivavnova-daı— rd d^ toiovtov (VireıOks Xiyop.€V Kal KfKO- 8

25, 5İJ ArgyropyIus: 8* codd. iıroytiStffroy K** pdSıoy K'’ M** F


28. İKOİatoy T; tfKVKrhv K’* L** 29. airr^ Bekker: o5ti> codd.
raSro] t 4 K* 1119'* 4, t 5] rhy K** M** T at^{ı;(rıy] l{ıy af>^ı\<rıv
K**: fort. ^ ;»ı4x»«rTo om. K** M** i]
yip KOİ i 8. xiyro9ty K** 12. kcü om. K®
64

Haz düşkünlüğü korkaklığa göre daha isteyerek olunan


bir şeye benziyor; nitekim ilki haz yüzünden öteki ise acı
yüzünden oluşuyor, ki bunlardan ilki tercih edilecek, öteki
ise kaçınılacak bir şeydir. Acı onu çekenin doğasını değiş­
tirip bozar, oysa haz böyle bir şey yapmaz. O halde o, daha 25
çok isteyerek olunan bir şeydir. Bu nedenle de daha çok
ayıplanacak bir şeydir; çünkü bunlara alışmak daha kolay­
dır. Nitekim yaşamda tehlikesi olmayan böyle şeyler pek
çoktur, oysa korkutucu şeyler tam tersidir. Tek tek durum­
larda ise korkaklığın aynı şekilde isteyerek gösterilen bir şey
olmadığı görünüyor; nitekim korkaklığın kendisi acısızdır,
ama tek tek durumlarda [korkan] insanlar acıdan dolayı de- 3o
ğişir, öyle ki silâh çekerler ya da başka çirkin şeyler yapar­
lar; bunun için [korkmanın] zorlayıcı olduğu düşünülüyor.
Buna karşılık haz düşkünü kişi tek tek şeyleri isteyerek
yapar (çünkü onlan dileyerek ve arzulayarak yapar), ama
genelde haz düşkünü pek öyle isteyerek olunmaz; çünkü
hiç kimse haz düşkünü olmayı dilemez. Biz ‘haz düşkün­
lüğü’ (akolasia“^) sözcüğünü çocuklann yaptığı yanlışlar
için de kullanınz, çünkü yapılanlar arasında belli ben- 1119b
zerlikler vardır. Bunlardan hangisinin hangisine göre adlan-
dınldığı —^şimdiki konumuz bakımından— önemli değildir,
ama sözcüğün sonraki kullanılışının öncekinden geldiği
açık. Bu benzetme de pek kötü gibi görünmüyor; çünkü
çirkin şeyleri arzulayan ve gittikçe artma eğilimi gösterenin
hizaya getirilmesi gerekiyor. Bu özelliği en fazla gösteren de 5
arzu ile çocuktur. Çünkü çocuklar da arzulanna göre yaşar­
lar ve hoş olan için arzu özellikle onlarda oluyor. O halde
eğer uysal olmazsa ve ona yol gösterene boyun eğmezse,
aşınlığa gidecektir; çünkü hoş olana duyulan arzu doymak
bilmez, her tarafta da düşüncesiz insana arzu uyandıran bir
şey vardır; bir etkinlik halinde bir arzu ise aynı türden arzu- 10
lan artınr ve bu arzular büyük ve şiddetli olunca, insanın
aklını başından alır. Bunun için bunlann ölçülü ve az olma-
’-’n ve akla hiç ters düşmemeleri gerekir, işte ‘uvsal’ olma
ı n . 12—IV. I. 65
kavyÂvov— &<rntp 5 e rdp vaida deî xarâ r 5 ırpooray/jıa
rov vaıöaytoyov ^ v , oSrat koX t6 imdvfiıjriKdv Karâ r 6 v
9 \ 6yov. bıd deî rov <r^<ftpopos rh ivıOvpriTiKdv <n>iKf>o>v€İv 15
k6ytf' (FKOTrös âfjnj>oîv ro K<t\6v, koI (m dvpel 6
<r<&^p<av &v deî Kal deî Kal St€' oHru d^ rtirreı Kal â
10 kifyoç. ravT* odv ^fjuv flpıj(r0(o ırtpı <rcD<f>po(rvut}s.

A.

Aiyatpev d’ i$rjs ırepl ikivd^pıOTtiTos. doKeî d^ eîvai rı


vepl yjn^pMTa fu irin iî’ ^vaıvfîraı yhp 6 ik€v$4pıos ovk ip
rois ırokepnKOÎSf ovd* ip ols 6 (r^<f>p(ı>v, ovd* ad İP raîs KpC-
(Teo-ıv, ikk Ti€pl öd<rıp ^pripÂrcap Kal krjyjfip, pAkkop d* 25
2İP Tji d5(reı. yfif^para bi kiyofifp vdpra S<r<t>p rı k^ia vo-
8 p,i<Tnaxı /üierpeîrat. İ<m bi Kal 17 âacaTİa Kal f} âvfkfvdfpia
m pl YfiifuMra iırtp^okal Kal ikkfC\jf€is' Kal r^v pip hpt-
k€V0€plap vpotrİTTTOıuv Ael roîy pâkkop rj deî ırepl XPV'
para emovbâCovo'i, t ^ p d’ kaairlap im<l>ipopep iplort avp- 30
vkİKOPTfs’ Tovs yâp İLKpar^îs Kal ely İKokaalap haTravr}-
i pobs &o"<&Tovs Kckovpep. hıö ko.1 <f>avk6TaTOi hoKOvaıp eîvai’
vokkâs yap ip a kokCos İ\ov<nv. od d^ oIk€İo>s ırpoaayo-
5 p e ^ o p r a ı" fio ifk e r tu yhp İa ta r o s eîvai 6 tv kokov ^ o>v,
rd <l>0€Cp€iP r^v ova-Cav* dacoroy yd/î d dt’ adrdv dıroAAd/ie- 1120 *
voy, doKeî d* ÂTTc^Aeıd rty adrov eîvat K al ^ Tİjs o v tr la s fp d o p â ,
«y Toö ^r\p bıa roiJT<ap âırros. odra> 6^ r^v kautrlav İKbe\6-
6 p€Ûa, &p d* dorl yptCa^ lo r t rodroty \prja-dai Kal ed Kal Ka-
KÛy d ırAovroy d’ ^orl t &p yprja-lpcop' İKâar^ d* &ptara \p^~ 5

ra t d TovTo âpenjp' Kal ırAodry d^ Xpı/ı<r€Tat

18. Si] yitp L**Nf* r 22. Si koI K" Sii scripsi: S* codd.
4 add. 27. d alterum om. pr. 84. ly] îı>ti L*" M** r 1120* 4.
^ ®* r’ovTç] İKoırroy M** F Si K** F
65

‘hizaya getirilmiş olma’ dediğimiz budur. Nasıl çocuk, eğiti­


cinin buyurduklanna göre yaşamalıysa, aynı şekilde arzu­
layan yanımızın da akla uyması gerekir. Bunun için ölçülü
kişinin arzulayan yanı akılla uygunluk içinde olmalıdır, ni­ 15

tekim ikisinin de ulaşmak istediği güzel olandır, ölçülü kişi


de gerekenleri, gerektiği şekilde, gerektiği zaman arzu eder;
akıl da bunu buyurur. İşte ölçülülük üzerine dediklerimiz
bunlardır.

DÖRDÜNCÜ KİTAP

Şimdi cömertlikten sözedelim. Cömertliğin mal-mülk


konusunda orta olma olduğu düşünülüyor; nitekim cömert
kişi, savaşla ilgili işlerde, ölçülü kişinin övüldüğü işler ya da
kararlar konusunda değil, mal alıp vermede, daha da çok 25
verme konusunda övülür. ‘Mal’ diye, değeri para ile ölçülen
herşeye diyoruz. Savurganlık ile cimrilik mal konusunda
aşırılık ve eksikliklerdir. Cimriliği mal konusunda her za­
man gerekenden çok titizlenenlere yükleriz, savurganlığı ise 30
kimi zaman daha karmaşık bir şekilde kullanınz; sözge­
lişi kendini tutamaz kişilere ve haz düşkünlüğünde fazla
para sarfedenlere de hovarda^^ deriz. Bu nedenle bunla-
nn çok daha aşağı kişiler olduğu düşünülüyor; çünkü birçok
kötülüğü birden taşıyorlar, ama uygun bir şekilde adlandı­
rılmıyorlar. Nitekim savurgan kişinin tek bir kötülüğe 1120 a
sahip olması beklenir: Servetini saçıp savurmak; savur­
gan kişi kendisi yüzünden tükendiği için servetinin yok ol­
ması bir çeşit kendi kendinin tükenmesi olarak düşünülü­
yor; çünkü yaşamak bununla oluyor. Demek ki savurganlığı
böyle anlıyoruz. Kullanılan şeyler hem iyi hem de kötü bir
şekilde kullanılabilirler; zenginlik de kullanılan şeylerden­
dir; her konuda ona ilişkin erdeme sahip olan kişi onu en iyi
şekilde kullanır; o halde zenginliği de en iyi kullanacak kişi
66 IV. I.

âpıara 6 İ)(^(au ryv Trepi râ ^pı^pLara A.pcTr)v‘ ouroç fi* ia rlv


ü iK^vOfpıos. ftvai boK€İ xp^M<İT-a)v bavâvrj fcaW
fioo’19* 17 fi^ \fj\jri5 Kal ^ <f>v\aK^ KTfj(rıs pLcûO^ov. fiıfi fxak-
10 kov i arı Tov ikevdepiov rfi bıh6vaı 0 Î 5 fieî ^ kapı^âvetv ZBtv

fifî Kal firı kap.Şâv(iv odfv o i öeî. rijs yhp aper^s n a k \o v


t6 c5 ttouîv ^ ro ct5 ırdo'^eıv, Kal râ Kakâ TrpArreıv p ak-
kov rj Ta ai(TXpa Trpârreiı/' ofijc &br]kov fi’ S n rfj pkv 8
bSa-fi İTTCTot To «fi voıeîv Kal rfi Kokh Trparreıv, Trj fi^ krj-
15 ^€ i rfi eS Trda-^fiv rj alayjpoıtpayiiv. Kal fj
fitfiovrı, oiı Tip prı kappivovrı, Kal 6 ^ıraıvo9 fi^ pakkov.
Kal p^ov fi^ rfi k a ^ fîv tov bovvai' rfi yâp oIk€Îov ^ ttov 9
Trpoifvraı pâkkov fj ov kap^&vov<rı rfi &kk6Tpıov. Kal Ikfv- 10
Oipıoı fi^ kiyovTaı ol fiıfioW69* ol fi^ kap^âvovres ovk
20 cls iktv0€pı6rr)Ta İTraıvovvraı, âkk* o ix fjrrov els biKOioanihnjv'
ol b^ kap^âvovres ovb* İTraıvovvrat ır&ın). <f>ıkovvTaı b^ a x € - 11
bbv pâki(rra ol ikcvdipıoı t &v iır’ &p€Trjs' oKf>ikıpoı y&p,
2 TOVTO fi’ Tjj b6iT€i. A l bk Kar* iper^v TTp&^dS KoXal Kal 12
TOV KoXov ^v€Ka. Kal 6 ikçvOtpıos obv bıaa-eı tov koAov HvfKa
25 Kal 6p6&s’ oîs yap fieî. Kal Saa Kal fire, Kal râkka Sa-a
lırerat rj/ âpdjj fifiacı* Kal ravra ^be<og i} dâfirras* rfi ycip 13
Kar’ âper^y ^fiv tj âkvırov, ^Kiara bi ktm/jpov. 6 b^ bıbohs 14
ols fieî, rj prj tov Kokov İv€Ka &kka bıâ t iv &kkrfv
alrCav, oİ k ikevdepıos oAA* akkos Tis ^rf6rj<r€Taı. ovb* fi Xw-
30 TTTjpâs' paXkov yap eAotr’ hv r â ^pıj/nara rrjs Kokifi
ırpfifeeos, rovro fi’ ovk ikfvâfpıov. ovbk krj’^ tra ı bk 5$<v pi) 15
fieî’ ofi ydp farı tov p^ Tip&vros ra V Toıa&n]
krj\lfis, OVK âv €Îr] bi oib* atTrfTiKds' ov ydp iart tov efi ıroiovy- 16
TOS €VX€pQs evepyereîadaı. fiöev fi^ fieî, Aıjı/rerat, oTov âırfi 17

16. fiil om. pr. K** M’’ T 21. <rxtShy om. K** M** F 32. oi K**Asp.:
oûSi VUİÇ. fiil et TİL xp^f*fiTa om. K**
66

mal konusunda erdeme sahip olandır, işte cömert kişi böyle-


dir. Malın kullanımının ise harcamak ve vermek olduğu
düşünülüyor; almak ve korumak ise daha çok sahip olmak­
tır. Bunun için cömert kişinin özelliği, gereken yerden al­ İt

mak ya da gerekmeyen yerden almamaktan çok, gereken ye­


re vermektir; çünkü erdemin özelliği iyilik görmekten çok,
iyilik yapmak ve çirkin şeyler yapmamaktan çok, güzel şey­
ler yapmaktır; vermeyi iyilik yapmanın, güzel şeyler yapma­
nın izlediği; almanın ise iyilik görmeyi ya da kötü davran­
mamayı izlediğini görmek zor değildir. Şükran ise almayan 15
için değil, veren için duyulur ve övgü konusunda ise bu büs­
bütün böyledir. Hem, almamak vermekten daha kolaydır;
nitekim kendimize ait şeyleri vermemeye, başkasınınkini
almamaktan daha çok yatkınızdır. Verenlere cömert denir, 20
oysa almayanlar cömertlik açısından övülmezlerse de adalet
bakımından övülürler; alanlar ise hiç övülmezler. Erdemle­
rinden dolayı en çok sevilenler galiba cömert kişilerdir, çün­
kü yararlıdırlar, yararlı olan da “verme”dir. Erdeme uygun
eylemler güzeldir ve güzel bir şey içindir. O halde cömert
kişi de güzel bir şey için ve doğru bir şekilde verecektir; çün­ 25
kü gereken kişilere, gerektiği kadar, gerektiği zaman ve doğ­
ru verme başka nasıl gerektiriyorsa, öyle verecektir; bunu
da hoşlanarak ya da üzülmeden yapacaktır; çünkü erdeme
uygun olan hoştur veya üzüntüsüzdür, pek üzüntü verici de­
ğil. Gerekmeyen kişilere verenlere ya da bir şey için değil,
bir başka şeyden ötürü verenlere ise cömert değil, başka bir
şey denecektir. Üzülerek verene de cömert denmeyecektir, 30

çünkü onlar güzel eylemden çok malı tercih edebilir, bu da


cömert kişinin yapacağı bir şey değildir. Gerekmeyen yerden
de almayacaktır; çünkü böyle alma malı önemsemeyen bir
kişinin yapacağı bir şey değil. O isteyen biri de olamaz; çün­
kü rahat rahat iyiliği kabul etmek iyi davranan kişinin yapa­
cağı bir şey değildir. Ama gerektiği yerden alacaktır, sözgelişi
IV. I. 67
T&v ld(o»v KTrındTUiV, o^x KoAdv ÂAA’ ats ivayKoiov, lUO**
S v m İX0 ovb* r&v IblaVi ^ovk6iJ.fv6s ye
bıh rovToiv Ticrlv ivapKtlv. oib^ toîs rvxoCo‘( bci<r(t, tva İxjf
18 bıbovaı ols b fî Kal St € küI ob kclKop. i\tv6ep(ov b* ^«rrl
<r<l>6bpa koI t 6 vtrtpŞ^kktıv iv rfj boa-fi, cS<rre KarakeCırtıv s
lav ry ikâTTü)’ t6 y^p prf fikiırfiv i<t> iavrdv ikfvâepıov.
19 Karâ rfıv ovcrlav b* ^ ikfvOepıorrfs kiyera i’ ov yâp iv rtp
'irAıjdet t &v bıbo/JLİvtav rb ikfvâipıov, âkk* iv rf} rov bıbovros
e^eı, aCrrı bk Kara t ^iv oiıoiav biba><rtv. ovâiv b^ Ktakvtt
ikofûepıtSrfpov fîvai rbv râ ikd-rra} bıbdırra, ia v dır’ ikar^ «o
20 t 6v(ûv bıb^. ik(v0epıcİT€pot 8^ etı/aı boKovoıv ol KTtjod-
p€VOi dkkd trapaka^dvTts r^v oiaCav’ &Tt€ipol re yâp rrjs
ivbfCag, Kal ıt&VTtg dya.K&o'i pAkkov rd avr&v İpya^
&oTtip ot yoveîf kclİ ot ırotijrat. ırkovrtiv b' ov p ^ to v rbv
ikivûiptov, /i^re krııruKbv 6vra p^Tf ıftvkaKTiKdv, ırpofTiKbv t s
bi Kal prf TipibvTa bı avra rd yjyfipaTa dXX’ İvtKa rrjs
21 öd<rea>9. bıb Kal iyKokiirai r^ n^xn pdkıara İ^ıoı
Svres ^Kiara ırkovroOoıv, ovp^alveı b* ovk ikdyats rovro’ ob
yap ol6v re yp^par' İ\^ıv prı impfkdptvov h tm İyjl»
22 obb* i v l T&v İkkiûv. o i p^v dciio’et ye ols ov deı ov8* 8re p^ 20
8eî, ov8’ Soa &kka roıavra' ob yap &v İ n ırpdıroı Kara
T^v .ikfvdfpıorriTa, Kal els Tavra &vaX^oas obK âv exot d s
23 & öeî bvakloKfiv. (Saırep ydp dprırait iktvdipıds io n v 6
Kard T^v obarlav bavavâv Kal fis d 8e(’ 6 b* •bvtp^&kkmv
doMTos* btb robs rvpdvvovs ov k iy o p fv â<r(&TOVS‘ rb ydp ırk^- 35

0OS tt}s KnjotMS ob boKtî ^{fbıov €Îvaı raîs bdotoı Kal raîs
24 bavdvaıs brrfp/Sdkktıv. r^s ik€V0epıdrrjros bff pfa-drıjTos
ovoTfs ırepl bdoiv koI krj^|nVf 6 ik€V0ipıos koI

1120** 4. 8t « ko) o î] İ wov 6. «•raA ıvcti' ö. f«/5A/-


wtıy L** 9. SİSmmv fort. secludendum
67

kendi malından; güzel olduğu için değil, gerekli olduğu için, 1120 b
verecek şeyi olsun diye. Kendi malını da ihmal etmeyecektir:
Bununla bazı kişilerin yardımına koşmak istediği için. Rastge-
le de vermeyecektir, gereken kişilere, gerektiği zaman, güzel
bir amaçla verebilmek için. Vermekte aşınya kaçmak da cö-
mertin özelliğidir, öyle ki kendisi için daha az kalır; nitekim
kendisini gözetmemek cömert kişinin özelliğidir. Cömertlik
servete göre sözkonusu olur; nitekim cömert olma verilen
şeylerin çokluğunda değil, verenin -servetine göre verenin-
huyundadır. Daha az verenin daha cömert olmasını engel­
leyen bir şey yok, eğer olanaklan daha az ise. Servetlerini 10

kendileri kazanmayıp mirasla edinmiş olanların daha cö­


mert olduklan düşünülüyor, çünkü onlar yokluğu tatma-
mışlardır ve herkes kendi eserini daha çok sever, tıpkı ana-
babalar ve ozanlar gibi. Cömert kişinin zengin olması da ko­
lay değildir, çünkü o almaya ya da elinde tutmaya düşkün 15
değildir, seve seve armağanlar verir ve malı kendisinden ötü­
rü değil, vermek için önemser. Bunun için de talih, en lâyık
olanlar en az zengin olur diye suçlanır. Ama bunun böyle ol­
ması pek akla aykın değil; çünkü öteki konularda da olduğu
gibi, sahip olmaya çalışmayan birinin mal sahibi olması ola­
naksızdır. O halde cömert kişi gerekmeyen kişiye, gerekme­ 20
diği zaman ya da gerekmediği diğer bakımlardan da verme­
yecektir; yoksa cömertliğe uygun davranmak olmazdı; bu
şekilde varlığını tüketince de gereken şeylere tüketeceği bir
şeyi olmazdı. Demek ki, dediğimiz gibi, cömert kişi serveti­
ne göre ve gereken şeyler için harcayandır. Aşırıya kaçan ise
savTjrgandır. Bunun için tiranlara savurgan demeyiz; çünkü 25

sahip oldukları öylesine çoktur ki, vermede ya da lıarcamada


aşırıya kaçmalan pek kolay görünmüyor. Cömertlik mal alıp
verme konusunda bir orta olma olduğuna göre, cömert kişi
68 IV. 1.

iiûcreı Kal öaTroj/jfcreı els h 5eî Kal S<ra deî, 6nol<os eu /lu-
30 Kpoîs Kal iieyâ\oıs, Kal Tavra rjh^atr koI \rj\lreTai d’ oOev
6 cî Kat o(ra deî. ttjs âper^s y&p ırtpl &pL<f>(n ovarjs fiearorrj-
Tos, TTOiT^creı i,p,<l>6T€pa a>s 8cî* ^ıreraı yap iırifiKfî do-
<T€i V Toıavrq kriylns, ^ 8^ Touaurrf kvavrla ^arCv. al pikv
oiv kırop.ivai yCvovraı &fia kv t« avrâ, al 8* kvavrCaı brj~
1121* Kov « s ov, iâ v 6k ırapci t 6 biov Kal t 6 KaKûs k\ov avp.- 25
ŞaCvrı avT<p d,vaKl<rK€iv, Aym^aera', p-erpCtot bk Kal ws 8«’
Tİjs hp€TT}s yap Kal rjb€a’$aı Kal KvTreî(rûaı k<f>' ots 8eî Kal
8 cî. Kal evKOiv^vrjTOi 8* ^orly ö kKevOiptos €ls xpıripMTa' 26
5 bvvaraL yap ÜbiK^îa-Oaı, p.^ Tifiâv ye ret yjnjfiaTa, Kal 27
p.aXKov ax66pı.€vo^ eî n biov p-rı av&Koi<r€V rj Kvıroıup^evos el
bkov T t İLV&KaKrfv, Kal r £ StfUûv^brf ovk âptiTKopLevos.
3 *0 8’ aa-fOTOS Kal kv rot/roıy bıofiapTâvei" ovre yap ijbfTaı k<f> 28
oîs 8eî oibk &s 8eî ovre Kvveîrar karat bk rrpoıova’i <f>avfptlt-
10 Tfpov. ftprjraı 8^ ^p.îv Sn v7repj3oAal ko .1 kKK€[ylr€ii flc lv ^ 29
âamrCa Kal rj iveK(v0€pCa, Kal kv bva-Cv, kv boo’H Kal A17-
\jr€i' Kal T^v bam6.vr)v yhp cls t ^ v boa-ıv t İ 0 €/X€V. ^ f*ey ovv
Sautrla rw bıbSvaı Kal p.rf Kafi^âvfiv vırep/3(lAAeı, tw bk
Kap.^âveıv lAAelıreı, ^ 8* av€Kiv0€pia bıbovaı fikv kK-
15 AelTreı, Kap.^iv€iv 8’ viTep^âKKn, ttK^v kv piKpoîs.
râ p.kv oZv Tİjs âa-(ûr{af ov Trdvv a-vvbvdCerat" ov yap pdbıov 30
p.ribap.60ev Kap-^dvovTa Tratrı bıhovaf ra^kcnf yap kıuKei-
TT€i ^ ovaCa Tovs IbtdiTaî bıbdvTas, oîiTfp Kal boKOvaıv do'OûTOi
etvaı’ ^Treı S ye toiovtos bd^eıev &v ov fiiKpip /SeArıcü.y eZvaı 31
20 Tov dv€K€v0kpov. tvlards re ydp karı Kal vırö rrjs ^KiKİas

29. Set post t<ra om. K** 30. 8* add. K** 1121* 4. aal om. K**
7. fort. Xtfu»y(Soy 9. oöS^ &s Scî Coracs : oSre &t İ tt L**: om.
K** post Avn-eîrat add. oİh-€ &s Set K**, &S Set F 10. 5if seripsi:
S* codd. 11. iy Svaly om. K** 15. iy L** M** A sp .: M K'’
18. SıSdı>Taı İSıtİTaı K’’ M** r 20. farSs pr. K** Asp. re om. pr.
68

gereken şeyler için gerektiği kadar verecek ve harcayacaktır;


küçük şeyler için de büyük şeyler için de aynı şekilde ve hoş- 30
lanarak; gerektiği yerden gerektiği kadar da alacaktır.
Çünkü erdem her ikisi konusunda orta olma olduğuna göre,
her ikisini de gerektiği gibi yapacaktır; çünkü uygun verme
bu şekilde almayı gerektirir, alma böyle olmayınca da verme
de uygun olmaz. O halde biribirini gerektiren davranışlar
aynı kişide aynı zamanda olur, karşıtlan ise, açıktır ki, 1121a

olmaz. Eğer o, gerekenin ya da güzel bir şeyin dışında, olur


da, harcama yaparsa, bundan üzüntü duyacaktır, ama
ölçülü bir şekilde ve gerektiği gibi; çünkü gereken şeyden
gerektiği gibi hoşlanmak da acı duymak da erdemin özelliği­
dir. Cömert kişi aynı zamanda mal konulannda kolay
yaklaşılabilir bir insandır, haksızlığa da uğrayabilir; çünkü 5
mala değer vermez, gereken bir şeyde harcama yapmamış
olması, gerekmeyen bir şeyde harcama yapmış olmaktan
duyduğu üzüntüden daha ağır gelir. Simonides’in^^ dediği
de hoşuna gitmez. Savurgan ise bunlarda da yamlgıya
düşer, çünkü ne gereken şeylerden ne de gerektiği gibi hoşla­
nıp acı duyar; bu daha sonra söyleyeceklerimizle daha da
açıklık kazanacak. O halde savurganlık ile cimriliğin aşın- 10

lıklar ve eksiklikler olduğunu, bunlann da iki konuda


—almada ve vermede— söz konusu olduğunu söylemiş bu­
lunuyoruz. Harcamayı da verme tarafına koyuyoruz. Sa­
vurganlık vermede ve almamada aşınlık gösterir, hatta al­
mada eksik kalır; cimrilik de vermede eksik kalır, almada
ise —küçük şeyler dışında— aşınlık gösterir. Bunun için sa- 15
vurganlığa özgü olanlar bir araya gelmez, çünkü hiçbir yer­
den almadan herkese vermek kolay değildir; özel kişiler —^ki
savurganlar öyle farzediliyor— vermekle servetlerini çabu­
cak bitirirler; böyle birinin ise bir cimriden çok daha iyi
olduğu düşünülüyor olsa gerek. Nitekim o, yaşı ilerledikçe, 20
IV. I. 69
Kal iıro Trjs d.vopiast Kal kiri rh p,4<rov b'^varaı i\Û€Îv>
4x^1 yap ra rod i\€vdep(ov’ Kal yap bCb<aaı Kal ov \ap.^d-
vcı, ovödrepov d’ öeî ovd’ cD. cl 5^ rovro iOıadeCrf ij ırois
& X \< a s p,€Tapikoı, eîrı hv 4\€v64pıos' öaSıreı yap ols b € İ ,
Kal o i Xi}^crat o0€V ov beî. 6ıb Kal doKfî oİ k etvaı <f>av\o5 25
rd î}6o9' ov yap p.oxdtipov ovb' ayevvovs ro Û7rep/3aA \«ı/
32 bıb6vra K al Kap^âvovra, rjkıOlov bi. 6 öe rovrov röv
rpoiTov &<r<aTos ırokv doKCÎ fiekrCoiv rov avekevdipov eıvaı bı6,
re r â elprjpÂva, ko.1 ort t p4v ırokkovs, â de ovdiva,
38 a\X’ ovb* avTov. oAX’ ol ttoAAoI t &v â.(r(aT(ûv, KaOâ/nep 30
eîptiraı. Kal kap^Avovortv S0€v pi} öeî, Kal elo-l Kara rovro
34 İLV€kdid€poı, krjTrTiKol 5e ylvovraı bıa ro ^ovkicrdaı p€v ava-
kiiTKetv, €vxfp&s 5c rovro iroteîv p ^ bTvvaadai' r a \v yap
İTTik€İır€i, avTovs ra vı:6.pxovTa, avayKâCovraı obv cr^pcoöev
TTopCC^ıv. &pa 5e Kal 5ıo r5 pr^bev rov koXov <j>povTiCeı,v 6kc- 1121 '*
yt&pois Kal ırâvTodev kap^âvovaıv' bıbovaı yap İTndvpovoı,
35 r5 5^ TT&s fj Ttodfv ov5ev avroîs bıa<f>epeı. bıdırep ovb’ eXcv-
Oipıoı ai boctıs avr&v ilalv' ov yap Kokal, ovb4 rovrov
4v€Ka, ov5e ws 5cî* âkk’ kviore o5s 5cî ıreveo'öaı, rovrovs 'irXov- 5
<rlovs TTOiova-t, Kal roîs pikv pfrpCoıs ra -^di} ovbev av 5oîev,
roîs 5^ Koka^ıv rj rıv İkkıjv ^bovrıv ıroptfovo’i '7roXXâ. 5ıo Kal
ix6kaarot avr&v elaiv ol vokkol' e^e/>us yâ-p âvakCa-Kovr^s
Kol cis r^s aKokaaias banavrıpol elo-ı, Kal bıâ ro prf Trpos
36 râ Koikov ^rjv ırphs reis ^bovas arroKkivoviTiv, 6 pev oZv aaıa- 10

TOS âvaıbaydyıjTos yfvopevoç e h ravra pera/SaCveı, rv x ^ v


37 5’ im pekeias e h ro p4<rov Kal e h rb b4ov â<f>Uotr’ âv. rj b’
âvekevdepCa bvCaros r’ 4arCv (doKCÎ yap rh yrjpas Kal rraara

24. oîj] ol K»» 25. ob om. K»* r o5 om. K*» T 29. t « om. K*»
33. toDto ıroıûv nh Sly<vr$tu L** M**: toCto TOtctv F : nh rovro vo ittv
K»>. U 21'> 4. Tobrov K” : to^tov a5roG L*» M" F 12. tis post koI
add. K** F 13. t ’ scripsi: 7 ’ K**; om. vulg.
69

ya da olanak eksikliğinden dolayı kolayca düzelebilir, orta­


ya gelebilir; çünkü cömert kişinin özelliklerine sahiptir. Ni­
tekim o, verir ama almaz; ancak her iki durumda da ne
gerektiği gibi ne de iyi bir şekilde. Eğer buna ahşabilirse ya
da bir başka şekilde değişirse, cömert biri olabilir; çünkü ge­
reken kişilere verecek, gerekmeyen yerden almayacaktır. 25
Bunun için karakter açısından pek de kötü görünmüyor;
nitekim almadan vermekte aşınya kaçmak, kötü ya da soy­
suz kişinin özelliği değil, aptal kişinin özelliğidir. Bu söyle­
diklerimizden ötürü, aynca da savurganın pek çok kişiye
yarar sağladığı, cimrinin ise hiç kimseye, kendisine bile
yaran dokunmadığı için, böyle savurgan olan kişinin cimri­
den çok daha iyi olduğu düşünülüyor. Ama dediğimiz gibi, 30
çoğu savurganlar gerekmeyen yerden de alırlar, bu bakım­
dan da cimridirler^®. Harcamak istedikleri ama bunu
kolayca yapamadıklan için alıcı olurlar; çünkü onlarda
mevcut olanlan çabuk bitirirler. O zaman da başka yerden
sağlamak zorunda kalırlar. Üstelik güzel mi değil mi 1121b
bakmadıkları için, gelişigüzel her yerden alırlar; vermeyi
arzu ederler ama, nasıl, nereden olduğu onlar için farket-
mez. Bunun için onların vermeleri cömertçe değildir; çünkü
ne güzeldir, ne güzel bir şey içindir, ne de gerektiği gibidir.
Kimi zaman yoksul olmalan gereken kişileri zenginleş-
tirirler, buna karşı karakter bakımından ölçülü kişilere hiç­
bir şey vermeyebilirler; dalkavukluk yapanlara ya da kendi- 5
lerinin hoşuna giden başka şey yapanlara pek çok şey sağla­
yabilirler. Bunun için onlann çoğu aynı zamanda haz düş­
künüdür; nitekim kolayca harcadıklanndan, haz düşkünlü­
ğüne ilişkin şeylerde bol bol harcarlar; güzele uygun yaşa-
madıklan için bazlara kapılırlar. Demek ki savurgan kişi, 10
eğer bir yol gösteren olmazsa, böyle yoldan çıkar, ama
onunla ilgilenen olursa, ortaya ve gerekene ulaşabilir. Oysa
cimrilik tedavi edilmez bir şeydir (nitekim yaşlılık ve her tür
70 IV. 1.
âdvva/x£a âveKcvOepovs Ttoifîv), Kal avıx<l>vi<rT(pov roîs iv6p^~
IS ıroıs T^ 9 acroiT^as* oî yap voKKol <^ıXoxpi7/iaro( fiâKKov
fj hoTLKol. Kal hiaTfİvtl S’ ^ttI vokv, Kal TTOkveibİs İOTIV' 38
ıroAA.oı yap rprfıroı boKOvaı tt}s ivekevOfpCag tıvaı. iv bv<rl
yap ova-a, rfi t Tİjg baatats #cot rp vırep^akp tt}9
kı^yj/eoig, ov ırâaıv 6k6Kkrjpog TTopayCveTaı, ikk* ivCore yo>~
20 piC^Taı, Kal ot p.iv Trj kri'^eL vTTcp^âkkovaıv, ot 6^ bo-
o-eı ikkeiTTovaıv. ol /xiv yap iv ro îs roıoı/raıs Trpotn)yopiaig 39
oXov (f>€ib<akol yklayjpoı K^jıx/3tK€S, TtâvT€g Trj bd<rfi ikkeC-
TTovcrij T&v 5* dkkorpCtûv oİ k i<f>İ€vraı ovbi fiavkovraı kap,fiâ-
vdv, ot p,iv bıâ Tiva imelKetav Kal €vkâ^€tav t &v alayjp&v
25 (boKOvaı yâp ivıoı rf <[>a<rC ye dto tovto <ftvkA,TTeıv, îva /iif
ıroT &vayKa<r6&a‘iv alayjpov ti rrpâ^aı’ tovtmv bi Kal 6
KVpuvoTTploTrıg Kol iTos 6 TOlovTOg' dtvopLOaTaı 6’ irtb Trjg
vrrepjSokfjg tov fXTjbiv &v bavvaı)' ot b' ab bıa <f>6^ov iv e -
\ovTai T&v âkkoTp£û)v «s ov p^bıov aİTOv p.ev ro İTeputv
30 kap^âveıv, ra b* avrov İTİpovg pıjj' ipea-Keı ovv avroîg ro
pı^re kafi^âveıv jLtıjrc bıbdvaı. ot b* ab Kara Trjv k rjyjn v 40
vırep^âkkova-ı r<p rrdvroûev kafi/3dveıv Kal rrâv, o îo v ol
Tas ivekevOipovs ipyatrLas ipyaC6p.evoı, rtopvo^oo'Kol Kal
Trâvres ol roıovTOt, Kal TOKicrTal Karcı. puKpd Kal İ tti iTokk&.
1122 • ırâvTes yhp obroı 8âev ov bel kafifiâvovm, Kal âırda-ov ov bet.
Koıvov 8’ İ tt' avTOÎs ^ al(rx_poKİpbeıa <f>aCveTaı‘ rrâ vT es ydp 41
(veKa Kİpbovs, Kal totjtov pttKpov, dvelbıj VTrop.ivovaıv. robs 42
yap TOL pteyâka 86ev bk bet kapt^âvavraSt firıbk & 8«, ov
5 keyoptev avekevOepovs, oîov robs rvpdvvovs rrdkets rropdovvras
Kol lepcı avk&vras, âkkci rrovıjpobs ptâkkov Kal âıre/3eîs Kal

28. fir/SİK iyK^’ : ^ı>4eVa L^: f t r ı S i p M * : /ırıB trl tuf T 29. a i r i r


K**: rhy aînhy L** M’’: rh a irby 80. iptffK tı T: ip iv K tır K*’ L^
M** 34. kutİl A sp.: Keerit ftutphr pr. K** M**: ro l rh lUKpk corr.‘
K* L** r Kcü add. pr. Asp. 1122* 1. i/wiow\ iv S r t
70

olanaksızlık bizi cimri yapıyor diye düşünülüyor), insanın


doğal yapısında da savurganlıktan daha köklüdür; nitekim 15

vermeyi değil, malı-mülkü sevenler çoğunlukta. Aynca çok


yaygındır ve değişik biçimleri vardır; nitekim cimriliğin bir­
çok şeklinin olduğu düşünülüyor. Her ne kadar iki şekilde,
vermede eksiklik almada aşmhk olarak ortaya çıkıyorsa da,
herkeste tümüyle görünmüyor, kimi zaman ayn ayn görü- 20

nüyor: Bazılan almada aşınya kaçıyorlar, bazdan ise


vermede eksik kalıyorlar. Nitekim hasis, nekes, pinti gibi
sözcüklerle adlandınlanlann tümü vermede eksik kalırlar,
başkalanna ait olanı arzu etmezler, almayı da istemezler;
bazdan ise bir çeşit doğruluktan dolayı, çirkin şeylerden 25

uzak durmak için (nitekim bazı kişilerin kötü bir şey yap­
mak zorunda kalmamak amacıyla ellerindekini koruduklan
düşünülür, ya da kendileri öyle der; varyemez ya da böyle
olan herkes bunlardandır, bu adı da hiçbir şey vermemede
aşırılıktan almıştır); bazı kişiler ise korku yüzünden başka-
lanndan bir şey almazlar; çünkü kişinin başkalan kendin­
den almaksızın, başkalarınınkini alabilmesi pek kolay değil- 30

dir; demek ki bunlar ne almaktan hoşlanır ne de vermekten.


Bazdan da her yerden her şeyi almakta aşınya kaçar; sözge­
lişi \oirguncular, kadın tüccarları ve benzerleri, çok karşılı­
ğında az veren tefeciler böyledir. Nitekim bunlann hepsi
gerekmeyen yerden gerekmediği kadar alır. Bunlarda ortak 1122a
olan şeyin kirli kazanç olduğu görünüyor; çünkü hepsi
kazanç için, hem de küçük bir kazanç için, ayıplara kat­
lanıyorlar. Gerekmeyen yerden ve gerekmeyen büyük şey­
ler alanlara cimri değil —^sözgelişi kentleri yağma edip, 5
tapınaklan soyan tiranlara— daha çok kötü, dinsiz ya da
IV. I—a. 71
43 âbİKOVS. 6 yÂVTOi KvŞfvr^s koI 6 koiirobvrrjs Kal 6 Xri(rnıs
T&v av€\€v6ip(ûv fla-Cır ala-j^oKfpbtîs yap. Kİphovs yap tv(-
KO âp<poT€poı vpaypareifovrat Kal âvfidt] vvopfvovo'iv, koI
oî p fv Kivbıjvovf rov$ peylarovs İvtKa tov X^pparos, ot 5’ âvb lo
TÜv <pıXa)P KcpbaCvavcıv, ols beî bıbovat. ap<f»6T€poı brı Sdev
ov b(î Kfpbaİvfiv /3ovX6fi€voı aîaypOKepbfis’ Kal uduraı b^ al
44 TOiavTat Xri^€ts âveXfvâ(poı. eÎKOTiûs b^ Tjj iXevdcpı6rqTi
i,v€X(vd€p(a ivavrCov X4yerai’ ptî^ov re ydp iarı KaKÖv Trjs
âaıoTİas, Kal paXXov toÖttjv apapr&vovaıv rf Karcı r^v 15
•»5 Xex6(î(rav ia-ıorlav. ırepl pev ovv iXev0€pı6Trjro5 K al r&v
âvTiKfipdvuiv KaKi&v TO<ravT clpıjadıo.
II. 4X6^at b* hv dLKoXovdov eîvat Kal ncpl pcycû^o-npcTUİaî 4
bi€XdcZv. 80/ceî yap Kal avrıj ırepl \pı^parâ ri9 âper^ etvai’
ov\ (oa-ırep b' ^ 4X€v6epı6Trjs bıarelvcı ırcpl ırâa-as râs ev 20
yjpripatrı TTpd^cıs, &XXcL ırepı râs baTravTjpas povov' 4v
Toiroıs 8’ {mep4x^ı rfjs 4X€vd€pı6Tr}Tos pfyiOfi. Kadâırcp yap
Tovvopa avrb vTToarjpaiveı, 4v pcyideı Trpirrova-a baır6.vrı İ otLv.
2 rb bi p4y€Öos ırpos re ov yâp rb avrb bart&vrjpa rpırfpâpxV
Kal iıpxtdf(^P^> ırpcTTov br} rrpbs avrdv, Kal 4v K al 35
3 Trcpl S. o b* iv piKpoîs rj iv pcrplots küt* iÇ(av baıtav&v
o i Xiyfrat p(yaXoTrp€Trqs, otov rb “ ıroXXaKt bd<rKOv âX-qrrf,“
İXX’ 6 iv pey6Xots ovrıos. b p iv yap p(yaXoTipea^s iXev-
4 ûipıos, 6 b* İX€V0 ipıO9 ovbiv paXXov piyakortperr^i. rrjs
roıadrrjs 8’ ^^€coy ^ pev cXXfi>/as piKpoTTpiınıa Koktîraı, 3°
^ 8* vırep/3oX^ ^avava-ia koİ b-ttcıpOKokCa Kal Sa-aı roıav-
rai, ovx \mfp^dXXov<raı p ty id e ı vepl h beZ, âXX* iv oU
ab bfZ Kal £>s ob beZ Xapvpvv 6p€vai‘ bırrepov b* vrtkp avr&v
5 ipobptv. b b\ ptydXortpiTi^9 İTrurr^povı İoiKtv' rb ırpi-nov yâp

7. i ante X«»o3^nj» om. K*» «al i Kpariıt om. (ut videtur) Asp.
8. »M y om. K** 13. liı T 15- ravra pr. L*» 4|] ^ ot pr. K''
22. v9fpfx*^y pf’ 1^** 26. 33 ^ Asp. 28. obros K** r
71

adaletsiz diyoruz. Barbutçu, arakçı, haydutlar da cimri takı-


mındandır, çünkü kazançlan kirlidir. Hepsi de kazanç için
yaşarlar ve ayıplara katlanırlar; kimileri bir şeyi ele geçir­
mek için en büyük tehlikeleri göze alıyorlar, kimileri de ken- lo
dileri onlara vermeleri gerekirken, arkadaşlanndan kazanç
sağlarlar. Dolayısıyla ikisi de gerekmeyen yerden kazanç
elde etmek istemekle kirli kazanç düşkünüdürler, bu tür al-
malann tümü de cimriliktir. Doğal olarak da cömertliğe
karşıt olanın cimrilik olduğu söyleniyor; çünkü o, savurgan­
lıktan daha büyük kötülüktür, söylediğimiz biçimde olan 15

savurganlıktan çok daha fazla yanlışa düşülür. O halde cö­


mertlik ve karşıtı olan kötülükler konusunda da bu kadar
yeter.
Bundan sonra ihtişamı ele almamız doğal görünüyor.
Çünkü o da mal-mülk konusunda bir erdem sayılıyor; ne var
ki, cömert gibi mal-mülk konusundaki tüm eylemleri de- 20

ğil, yalnızca büyük harcamalarla ilgili olanları kapsar. Bun­


larda büyüklük bakımından cömertliği aşar. Nitekim
adının-^ da belirttiği gibi yakışan büyüklükte harcamadır.
Büyüklük ise görelidir; nitekim bir savaş gemisini finanse
eden^° kişi ile bir törene gönderilen heyete başkanlık edenin^^ 25

harcamaları aynı değildir. Yakışan, harcayana, harcadığı du­


ruma ve harcadığı şeye göredir. Küçük şeylerde ya da ölçülü
şeylerde değere uygun olarak harcayana (sözgelişi “dilenciye
sık sık para verdim”^~ diyene) değil, büyük şeylerde böyle
harcayana muhteşem denir. Nitekim muhteşem insan, cö­
merttir, ama cömert mutlaka muhteşem değildir. Bu huyun 30

eksikliğine eli sıkılık, aşınlığına ise gösteriş budalalığı veya ka-


basabalık ve bu gibi adlar verilir; bütün bunlar gereken şeyler
için büyüklük bakımından aşırıya kaçmazlar, gerekme­
yen şeylerde gerekmediği gibi gösteriş yaparlar; bunlardan
daha sonra sözedeceğiz. Muhteşem insan bir uzman gibidir;
72 IV. 2.

35 bvvarat 6€<opf}<rax Kal baTravrj<raı p.€yA\a ^pıxfkâs. &<nt€p 6


H22*'y<i/) kv i-PXV «I^o/üt€r, fj raîf ivepyeCaıs Spı^fTat, Kal
&v İ<ttCv. al brı tov pçyaKoıtpe'novs baırivaı peyâkaı Kal
ırpdırova-at. roıavra b^ Kal rci ^pyOL' ovtü) yhp ^arat p iya
batrâprjpa Kal ırpİTTOv T<p İpytp. cSort to p^v İpyov rrjs ba-
5 ırâmıs â^ıov beî eîvai, rrjv bi baırdvıjv tov İpyov, ^ Kal uırcp-
^âkkeıv. baıtavrıcreı 6^ r a roıavra 6 peyakoırpiiT^s rov Kakov 7
Ivefca* KOivov yâ,p rovro raîs âperaîs. Kal İ n ^bitos Kal 8
TrpofTiKCis' fi yâp İKpı^okoyCa piKpoTrpeıris. ko.1 rrâs Kâk- 9
kıcrrov Kal ırpe'natbiararovy <tk€>^oit* hv pJakkov fj ıro<roı» Kal
lo TT&s ikaxC<rrov. ivayKaîov bfı Kal ikevOipıov rbv peyako- 10
ırpcıtf} eıvaı. Kal yâp 6 iktvöipıos ba'iravfja-eı h bet Kal &s
beî' ev roTuroıs be rb peya rov peyakoTrpeırovs, olov p4ye6os,
Ttepl Tavra rijs ikevOepıoTrıros oÖo-tjs, Kal imh rfjs îcrrjs ba-
Trâvrıs rb İpyov Troıffaeı peyakoTTpeTTİarepov. ov yap fj avrf}
15 iperfı Kvfıparos Kal İpyov. Krfjpa p iv yap rd ırkelcrrov &^ıov
rıpu&TaroVf olov x/>V(tos, İpyov bi rb p iy a Kal koX 6v ( tov
yap Toıovrov ff Oeıopta âavpacrrfı, rb bi peyakoTrpeıris Öav-
paarov)' Kal İa n v İpyov itperfı, peyakoTrpeıreıa, iv peyidei.
5 *'E(rrı 5^ rûv baTravripâratv ola kiyopev ra rCpıa, olov tİ 11
2 0 rrepl Oeoijs, hvoB-fipara Kal KaraaKeval Kal dvaCaı, bpoltûs

, b\ Kal Ttepl Ttav rb baıpovıov. Kal 5<ra Ttpbs rb Koıvbv


ev<f>ıkorlpriTâ ia n v , olov et ttov ypprıyeîv otovraı beîv kap-^
Ttp&s ^ rpırıpapxfîv fj Kal ia-nav Tf\v Ttbkıv. iv &Ttaa-ı b' 12
&o‘Ttep eıprıraı, Kal Ttpbs rbv Ttpârrovra iva<f>4peraı rb rCs
2 5 iiv Kal rCva)v vTtapyovroiV' &^ıa ybp S t î rovratv elvai. Kal

pfı p6vov T« İpy^ aXka Kal r<p ıtoıovvn Ttpitteıv. bıb 13

1122‘>6. Stîy K" V>M" 10. Si r 13. ravrâ H* otf«njt] tx<>^s


Coraes: \o0obtnis Rassow 18. (LtyaXoxp4ırua iperiı L** M** fttya-
Korpirsıa seclus. Muretus 21. «rcpl pr. K** A sp.: S<ra rtpl vulg^.
22. oUv T t \a fn rp ü t
72

çünkü yakışanı görebilir ve zevkle büyük harcamalar yapa- 35


bilir. Başta dediğimiz gibi, huy etkinliklerle ve hakkında 1122b
olduğu şeylerle belirlenir. Muhteşem kişinin harcamalan
büyüktür ve yakıştığı gibidir, Yaptğı işler de böyledir, yapı­
lan iş harcamaya, harcama da işe uygun olmalı ya da ondan
fazla olmalı; böylece yapılan harcama büyük ve yapılana
yakışır olacaktır. Muhteşem kişi bu harcamalan güzel bir 5

şey için yapacaktır; çünkü bu, erdemlerin ortak bir özelliği­


dir. Üstelik hoşlanarak ve sakınmadan bunu yapacaktır.
Çünkü kuruşu kuruşuna hesap etmek küçüklüktür. O ne
kadar ve nasıl daha az harcayacağından çok, nasıl en güzel
ve en yakışır şekilde harcayacağına kafa yoracaktır. O halde 10
muhteşem insanın cömert de olması zorunludur; çünkü
cömert kişi de gerekenleri ve gerektiği gibi harcayacaktır;
ama böyle harcamalarda —^ki cömertlik de bunlarla
ilgilidir— muhteşem kişinin özelliği —büyüklük^^— görü­
lür: Aynı harcamayla eseri daha muhteşem yapacaktır.
Çünkü elde bulundurulan şeyin erdemi ile eserin erdemi 15

aynı değildir; en çok önemsenip elde bulundumlan şey, söz­


gelişi altın, en değerli olur. Eser ise büyük ve güzel olur
(böyle bir eseri seyretme hayranlık uyandınr; muhteşem
olan da hayranlık uyandıncıdır) ve eserin erdemi —ihti­
şam— büyüklüğünde bulunur. Bir de onurlu diye adlan­
dırdığımız harcamalar vardır, sözgelişi tanrılar için dinsel 20
sunular, tapınaklar, kurbanlar; genel olarak diğer konu­
larda yapılan harcamalar ve kamu işlerinde teşvik edilen
onurlar; örneğin gösterişli bir koro hazırlamak, bir savaş
gemisi finanse etmek ya da kent için yemek vermek
gerektiği düşünülebilir. Dediğimiz gibi, bütün bunlar har­
cayanın kim olduğuyla ve elinde nelerin bulun­
duğuyla ilgilidir; çünkü harcamalar bunlara lâyık olmalı ve 25

yalnız esere değil, yapana da yakışmalıdır. Bunun için


IV. 2. 73

fifp ovK &p fîrj fieyakoırpfTrris’ ov yap eorıı/ a<f>* &v


TToAAa ba'nav^a-fi Trptıroproas' 6 $’ İTnx.€ipûp -q\C6ıos’ 'trapa
14 T^p a^iap yap Kal rb biop. Kar apfTrjp 5e rb 6p6m. ifpi-
V fi b^ [*^^1 roıaûra 'npov'ttâpyjeı bC avr&v rj t &v 30
Trpoyopatp rj &p avroîs puhtarıv, koL tols e v y e ı /e c r ı Kal T0Î9
ipbb^oıg Kal Stra Toıavra' rrdpra yap ravra pÂyeOos e ^ c t
15 Kal a^Uûpa. pâkıtrra pJkp ovp toCovtos 6 p€ya\oTtp€iT-qs, Kal
İP Toîs roıovroıs banap‘qpxtxnp rf peyakoTrpiiTfia, (So-ırep
itpryrav pÂyıorra yap Kal ipTiporara’ t ü p be lb(<ap oaa 35
(t<rdva( yiperaı, oîop ydpos Kal eî rt toiovtop, Kal el rrepi 1123
Tt fi vaa-a vokts arTovbd^eı fj ol ip d^ıüparı, Kal rrepi
^patp b i vnoboyas Kal drroarokds, Kal batpeas ko.1 avTibro-
peds" ov yap els iavrbp barrapıjpbs 6 peyakorrperrfıs dXA,’
els ra Koıpd, ra be bûpa roîs âpaâıjpaa-ıp İ^eı rı opoıov. 5
16 peyakorrperrovs b i Kal oikop KaraaKevdrraa-daı rrperroprm
T^ rrkoi/T<p (KO<rpos ydp r ı s ko.1 ovros), Kal rrepi ra v r a
pdkkop barravâp o<ra rro\vxpdpta r a p İp y a p (K d k k ıara
17 ydp ra v r a ), Kal ip İK d aroıs rb rtpirtop’ oi> ydp ra v rd dp-
po^eı Beols Kal apOpürroıs, ovb' ip lepŞ Kal rdrjra. Kal irrel 10
TÜP barraprıııdrav İKarrrop p e y a iv r y yeveı, Kal pey ako -
rrperteararop (^drrküs') p ip rb iv peydktp p ey a, iv ra v d a be rb
18 e ı^ TovTOis p iy a , K al bıa<f>4peı rb i v ry İpy<p p4yo. roO iv ry

barravfıparı,’ <r<t>aîpa p e v y d p fj KakkCa-nj ^ kfjKvöos p e y a k o -


rTpirreıav İ \ e ı rraibiKOV brapov, ^ be rovrov rtp fj ptKpbv Kal 15

19 dvekevOepov' btd rovrd io rt rov peyakorrperrovs, iv ü dv rroı^


yiveı, pey akortperrâs rroıeîv (rb ydp roıovrov ovk evvrtep^krj-
20 rov) Kod e\ov Kar* d^Lav rov barravfjparos. roıovrov pev ovv

30. Kal seclusi rotavra K**: t A roıavra vulg. rûy K**: Sıa rwv vulg.
1123* 2. vâtra rı rr6\a L** M** Asp. 10. ixt\ Felicianus (et ut vide-
tur A sp.) : M codd. 12. âvAâsaddidi 14. ^ «caAAfım} add. K**
Ki)ıcv9os] KfiKv$os rı koKAIoti} codd.
73

yoksul biri muhteşem olamaz, çünkü yakışacak şekilde har­


cayacak fazla bir şeyi yoktur; bunu denemeiye kalkan da
aptaldır, çünkü lâyık olana ve gerekene aykın bir şekilde
harcar, doğru harcama ise erdeme göre yapılandır. Böyle 30

harcamak, kendi sağladıklan ya da atalanndan veya yakın-


lanndan edindikleri olanaklara sahip olanlara, soylulara,
ünlülere ya da bu gibilerine yakışır; çünkü bunlann büyük­
lüğü ve itiban vardır. O halde tam böyle olan biri muhte­
şemdir, ihtişam da böyle harcamalardadır, dediğimiz gibi; 35

çünkü bunlar en büyük ve en onurlu olanlardır. Böyle har- 1123a

camalar özel hayatta bir kez olanlarda, sözgelişi düğünde ve


bu gibi konularda ya da bütün kentin veya itibarlı kişilerin
ilgilendiği konularda, yabancı misafir kabul etme ve yolcu
etmelerde, armağan verme ve değiş-tokuşlarda yapılır.
Çünkü muhteşem kişi kendisine değil, kamu işlerine bol
harcayandır ve armağanlar ile sunular arasında bir çeşit 5
benzerlik vardır. Evini zenginliğine yakışır bir şekilde döşe­
mek (çünkü bu da bir çeşit bezemedir), daha çok uzun süre
kalacak eserler için harcamak (çünkü en güzelleri bunlardır)
ve her şeyde yakışanı harcamak muhteşem kişinin özelliği­
dir; nitekim insanlara ve tannlara ya da bir tapınakla bir 10

mezara aynı şey yakışmaz. Ve her harcama, cinsine göre


büyük olduğundan ve en muhteşemi büyük bir şey için
büyük harcama olduğundan —burada da bu konularda
büyük olandır; aynca eserde büyük olan ile harcamada
büyük olan arasında fark vardır; çünkü çok güzel bir top
ya da bir şişe^"^ bir çocuk armağanı olarak muhteşemdir, 15

oysa bunun değeri küçük ve cömertliğe yakışmıyor-, bunun


için yaptığı işi cinsine göre muhteşem yapmak (çünkü böyle
bir şey kolayca aşılamaz) ve harcamasına değer bir şekilde
yapmak muhteşem kişinin özelliğidir, işte muhteşem kişi
74 IV. a -3 -
0 6 (X€ya\oTrpfTn)5 ‘ 6 5’ {mep^âKKoiV xal ^âvav<ros ry
20 ■Tropâ TÖ b4ov âva\io‘Keıv vırepjSciAAet, &a"nfp elprıraı, iv
yap Toîs pLiKpoîs T&v haTTavr\p,i.T(ıiV ıroWâ â.vaXC(TKfi, Kal
\apı,7tpr6vtTaı ırapa p,4\0Sy olov ipa via ris yapiKÛi karı&v,
Kal Ktafiadoîs \oprjyciv iv Tjj ‘irap6btp Trop<f>vpav ela‘<f>4paiVt
&(Tit€p ol Meyapoı. Kal ır&vra r â rotavra ttoi^o-ci ov rov
25 KoXov €V€Ka, aX\a tov ttKovtov imbtLKiruııcvos, Kal bıa
Tavra oldfievos davp.6.^«r6aı, ko.1 ov fiiv det iToWa dva~
Aâo'at, 6XCya bavav&Vy ov 5’ â\(ya, voW (l. 6 be fiiKpo- 21
ırpeırijs ırepl ırovra iXX€(\jffi, Kal to p-iyıara &ımX.<&cras iv
fjLiKp^ TÖ KoXbv âtroKeîy Kal 8 ti hv noı^ fi4Xka>v Kal
3 0 a-KOTT&v TT&s hv 4A(İx (<^tov avaX<&a-aiy Kal ravr’ 6bvp6ıxevos,

Kal TTâvT olofjLevoi ıxeCC<o Ttouıv fj det. ela\ p^v obv al İ^eıs 22
avrat Kax/at, ov fi^v oveibt) y İTtı^ipovaı bıa rd /üi^re fika-
/Sepai ırikas eıvaı p-rfTe kLav day^poves.
7 'H de peyako\lrvx^o. Ttepl peydka p iv ko.1 İ k rov Svd- I I I .
35 paros ioiKev etvat, ırepl ıroîa d’ ^orl np&rov kifiıapev' bıa- 2
1123 <f)ep€i d’ ovdev Trfv İ$ıv fj tov Kara T^v İ$ıv aKoıteıv. doKet 3
d^ peyak6\jn}\09 eîvaı 6 peydikıov airbv i^ı&v İ^ıos &v 8
yap pr} küt â^İav avrd voı&v ^kldıosy râ v de kot dper^v
oddels rjkiöıos ovb* âvçrjTos. peyako\ffV\os p iv oSv 6 elprjpivoç.
S â yap piKp&v â^ıos Kat rodrıov a$ıâv iavrhv o‘i&<f>p<ûv, peya- i
koyj/v\os 5’ ov‘ iv peyeBeı ycip rf peyako'^fvy^la, w<nrep koI 5
TÖ K6.kXos iv pey&ktp a-topariy ol piKpol d’ io reîo t Kal avp-
perpoı, Kakol d’ oiJ. 6 bi peyikcav iavrhv i^ı&v ivâ^ıos mv 6
\avvos‘ 6 de pet^6va>v rj a^ıos ov ıras ^ovvos. & b* ikarrovav 7
10 fj â^ıos piKp6\frvxoSy iâv re peydikonv i i v re perplav, iâv
re K a l piKpâv 8$ıos a>v (rı ikarrdvtov avrdv â^toî. koI

24. Mt^opo? seripsi: fttyapol pr. K*': Mtyaptît vulg. 26. raS ra] r i
ToıaCra K*» 1123*’ 2. Si) seripsi: Si codd. 11. (rt om. pr. K**
74

böyle biridir; aşinya kaçan ve gösteriş budalası ise, dediği­


miz gibi, gerekenin ötesinde harcamakla aşırıya kaçar. O, 20

küçük şeylerde çok harcar ve yersiz gösteriş yapar; sözgelişi


masraflan ortaklaşa karşılanacak bir toplulukta arkadaşla-
nnı, düğünmüşçesine yedirir, içirir, bir komedya korosunun
masraflannı üstlendiği zaman, parodoSua?^ koro üyelerini
kral gibi giydirir, tıpkı Megaralılar gibi. Bütün bunlan güzel
bir şey için değil, zenginliğini göstermek için ve bundan ötü­ 25
rü hayranlık kazanacağını düşünerek yapar; çok harcama
gereken yerde az, az-harcama gereken yerde de çok harcar.
Eli sıkı ise bütün bunlarda eksiklik gösterecektir; büyük
harcamalar yaptıktan sonra küçük bir noktada güzeli yok
edecek ve her yaptığında en az harcamayİa nasıl yapacağına
bakacak, bunlan da düşünüp durarak yapacak, hep gerek­ 30
tiğinden fazla yaptığını düşünerek. Demek ki bu huylar kötü­
dür, ama kişinin yakınlan için zararlı olmadıldanndan ve pek
ayıp sayılmadıklanndan, kişinin adını kötüye çıkarmazlar.
Yüce gönüllülük de, adının gösterdiği gibi^^, büyük şey­
lerle ilgilidir; önce hangileriyle ilgili olduğunu ele alalım; 35
huyu araştırmak ile bu huya sahip insanı araştırmak arasında 1123b
ise hiç fark yoktur. Yüce gönüllü, kendisinin büyük şeylere
lâyık olduğunu düşünen ve gerçekten lâyık olan kişinin oldu­
ğu düşünülüyor; çünkü lâyık olmadığı halde bunu düşünen
aptaldır; oysa erdemli kişilerden hiçbiri aptal ya da düşünce­
siz değildir. Demek ki yüce gönüllü, dediğimiz gibi biridir.
Küçük şeylere lâyık olan ve kendini böyle gören ise, yüce gö­
nüllü değil, ölçülü kişidir; çünkü yüce gönüllülük büyüklükte
bulunur, tıpkı güzelliğin boylu-boslu bir bedende bulunduğu
gibi, ufak tefek olanlar ise zarif ve uyumlu olabilir, güzel de­
ğil. Buna karşı lâyık olmadığı halde kendini büyük şeylere
lâyık gören, kendini beğenmiş kişidir; ama lâyık olduğundan
bü)âik şeylere kendini lâyık gören herkes kendini beğenmiş
değildir. Lâyık olduğundan daha az şeylere kendini lâyık gö­ 10
ren ise -o ister büyük, ister orta, isterse de küçük şeylere lâ­
yık olsun, kendini hep daha az şeylere lâyık gören- pısınktır;
IV. 3. 75

HİkıOT &v dofciev ö ıx€yiK<av Üı^ıos’ t İ yap hv İTroUı, d


8 TocrovT<ûv â^ıo s; ^orı 6^ 4 p€yaK6^rv)(os r y /iti; /*€-
yddfi &Kpoif r<j» 6c «9 6cî p4<ros’ tov yap kot i^Cav airov
9 a^ıol’ ot 6’ vtrcp/3oAAotıo'4 Kal ^AAcCırooflrtı/. ci 6^ /ıey4 * *5
Xo)i> lavrdv a^ıoî a^ıos wı/, Kal pÂkıara r&v peyiaratVf ıtip\
10 kv paklar* hv clıj. fj 6’ d fıa Acyeraı Trpos r i İKrhs ayadâ:
p4yıarov 6c roSr’ 4ip ddrjpfp 6 roîs öcoîs Snropepopfp, Kal o5
f*aXt<rr’ 4<f>i€praı ol 4p â^Kopan, Kal ro ^ırl toîs KaXkC<rroıs
adkop’ Toıovrop 8’ ^ p4yıarop yap 8^ rotîro tûp 4ktos 20
âyad&p‘ ırepl rıpas br} Kal ârıpCas 6 p€yaK6\jn)\65 4arıp
11 wy 8cî. Kal ap€V 6c koyov ^aCpovraı ol peya\6yfrv\oı ıtepl
TipriP 4ıpaı" Ttpfjs ycip pâkıara |^ol /Acy<£A.ot3 i^ıovaıp kavrovSy
12 Kar* a^îap b4. 6 6c piKpo'^fvy^os ikkeııreı koI ırpös kavrop
13 Kal ırpds t 6 tov p s y a k o ^ ^ o v a^Capa. 6 8c *5
14 kavTOP p(P vırcp/3(iAXcı, ov prjp top yc ptyakoyjrvypp. 6
8c pfyaköyjfvyos, dvep'T&p peyCartop â^ıos, apıarog bp €tr)’
peıCopog yap del d ^ekHaiP â^ıog, ko.1 p€y(oT<ap 6 âpıaros.
TOP &g âkrıdcis &pa p € y a k 6 ^ y p p 6c( iyadop (ipaı. Kal
bo^eıep (b p ) ctı/oı pfyakoyjri}xpv t 6 4p İKâarrı iptTjj p4ya> 30
15 ovöap&s T bp bppâCoı peyako\lrvy<p </>cdycu^ ttapaurdaapTi^
ovb* bbiKclp' t Cpos yap 4p€Ka ırpd^cı alayjpa ^ y oibep p4ya /
Kad* ^Koora 6’ iırıaKOTtovvrı ıripırap yekolog <f>a(poiT bv 6
p€yakö^XOg p^ byadog &p. ovk fîrf b* bp oû8c Tipijg â^ıog
<f>avkog &P' Ttjg ap€Tfjg ybp bdkop ^ Ttfiîj, Kal biTOp4pfTaı 3S
16 rot 9 iyadoîg. cotKC pkp obp 17 pfyakoyf/v^ıa oîop KoV/to9 1124 *
r i 9 cım t t £ p iperûp' pdCovg yap airbg voteî, Kal ov ylvc-
ra t dvcv 4k€İpo>p. bıa tovto \akfTr6p Tfj ikrıddif, peyak6»

15. Sj^pr. K**; Si 9iı vulg. 23. /iey4A.oı seclusi 24. 8^ om.
K** 25. fieyd\ov L** M** 26. ye om. K** 80. S^feıey K*
A sp.: S6(eıey S' L** M** Sy add. Turnebus 82. y ’ add. K*>
1124* 1. piy om. L** M**
75

hele büyük şeylere lâyık ise, daha da pısınk görülebilir. Böyle


büyük şeylere lâyık olmasaydı, acaba ne yapardı? Demek ki
yüce gönüllü büyüklük bakımından uçta olandır, gereken ba­
kımından ise ortadır, çünkü lâyık olduğu şeye kendini lâyık
görür. Ötekiler ise aşınya kaçar ya da eksik kalırlar. O halde i5
eğer yüce gönüllü büyük şeylere ve özellikle en büyük şeylere
lâyık olduğunu düşünüyorsa, o bunu en çok bir şey konusun­
da düşünüyor. Lâyık olmaktan ise dışa ait iyilerle ilgili olarak
sözedilir; bunlann en büyüğünün tannlara sunulan, yüksek
mevkilerdeki kişilerin en çok arzu ettikleri ve en güzel şeyle­
rin ödülü olan şey olduğunu düşünebiliriz: Böyle bir şey ise 20
onurlandınimalıdır; çünkü o dışa ait iyilerin en büyüğüdür. O
halde yüce gönülü, onurlar ve onursuzluklar konusunda ge­
rektiği gibi olan kişidir. Temellendirmeye gitmeksizin yüce
gönüllü kişilerin onurla ilgili olduklan görünüyor; çünkü
[büyük kişileri kendilerini özellikle onurlandınimaya lâyık
görürler, buna da lâyıktırlar. Pısınk ise hem kendine oranla
hem de yüce gönüllünün kendine lâyık gördüğüne oranla
[kendini değerlendirmede] eksik kalır. Oysa kendini beğen- 25
miş kişi yüce gönüllüye değil, kendisine oranla [kendini
değerlendirmede] aşınya kaçar. Yüce gönüllü eğer büyük
şeylere lâyıksa, o, en iyi insan olsa gerek; çünkü daha büyük
şeylere hep daha iyi olan insan lâyıktır, en büyük şeylere de
en iyi olan insan. O halde gerçekten yüce gönüllü kişinin iyi
olması gerekir. Her erdemde büyük olma yüce gönüllü kişi­
nin özelliği olarak görünüyor. Silâhını atıp kaçmak ya da 30
haksızlık yapmak hiçbir zaman yüce gönüllü kişiye uygun
düşmez; çünkü onun için hiçbir şey büyük olmadığına göre,
niçin çirkin şeyler yapacaktır? Her bakımdan araştınldı-
ğında yüce gönüllü kişinin iyi olmaması tamamen gülünç
görünüyor. Nitekim kötü olsaydı, onurlandırılmaya da lâyık
olmazdı; çünkü onur erdemin ödülüdür ve iyilere verilir. O 35
halde yüce gönüllülük erdemlerin bir süsü gibi bir şeye benzi- 1124a
yor; çünkü onlan daha büyük kılıyor ve onlarsız olmuyor.
Bundan ötürü gerçekten yüce gönüllü olmak güç iştir; çünkü
76 IV. 3-
•^^ov €Îvat‘ ov yap olov re âvev KoKoKayaOİai. fjiâ\ı<rra 17
5 ıx€P ovv ırepi TipLas Kal inpitas â ıi€ya\6^rvx6s ^orf #col
İtri piev Taîs /*eyaAoty Kal tmb t&v <r7rov8a(a>v fX(Tp£a>s
^<r6-q<r€Taı, m t&v oIk^Cchv Tvyx^v(ûv ^ Kal i\aTTOv<av' âpe-
Trjs yap ıraı/rcAoSs ovk hv yivovro a^la Tip.-/!, oîı prjv &\X'
imobi^fTai ye rw avrovs peiC^ avr^ âırovepeıv'
lo Tİjs 8( vapâ T&v TVxdvT(ov Kal ini piKpoîs napnav 6\ı-
ytopT^tref ov yap toİjtciİV â^ıos' 6poi(ûs 6 e Kal hrıpLat' av
yap loraı biKaiuts nepl avTov. pdkıaTa piv obv iaTİv, âanep 18
(îprjTaı, 6 peyakd^vyos nfpl Tipâs, ov prjv â \\â Kal ırepi
nkovTOv Kal övvaaTfiav Kal nâaav €vrvx_iav Kal drv^lav
IS peTpîoDS e^et, oırtoy hv ytmjroı, icat ovt evru^&v nepL^aprıs
İaraı ovr arv^dîv TTfpiKvnos. ov8e yâp Trepl Tip^v oCtoİS
â)s piyiaTov ov. ai yâp övvaaTeîaı Kal 6 ttAoCtos 6ta r^y
Tipıjv iaTiv aipcTCL' ol yovv İ \ ovt€s aİTâ Tipâadai bı avr&v
fiovkovTai’ (S 6 e Kal ^ Tipr} piKpdv iaTi, TovTtp Kal rSAAa.
8 6 t 6 vnepdnTaı boKovaiv eıvat. Aoıcet 6 ^ Kat r a (vrvy^paTa l'j
avpPd\kea$at npos pfyakoyjrv^lav. ol yâp (vyevecy â^ıovv-
Taı Tiprjs Kal ot bvvaarevovTfS fj nkovTovvTcs’ iv vnepoxfj
yd,p, t 6 6 ’ âyad^ vn^piyov ıtâv ivrıpdTepov. bıd Kal ra
ToıavTa p€yako\l/vxoripovs ıroteî" Tip&vraı yâp vttö t iv &v
25 Kar âkı^Oetav 6’ 6 âyaOoi pdvos TiprjTds' & 6’ âp^oa 20
vTrd.px€i, pâkkov â^ıovTaı Tipfjs. ol 6’ &V€V aper^s ra
TOiavTa âya6â biKaCoys iavTohs peydkuiv â^ıov-
aıv oöre dpö&s p€yakd-\j/v\oı kiyovTai’ Avev yâp âpeTrjs
navTekovs oİ k lo rt raûra. İTrepdTrrat bi Kal vŞpıaral Kal oî 21
30 ra ToıavTa l)(Ovrey âyadâ yCvovraı. âvev yâp âpfTrjs ov
p<}bıov <f>ep€iv ippek&s ra fVTvyyipaTa' ov bvvdpevoı 6 c

10. fUHpov pr. 19. Si F: vulgf. 22 . flotV>


25.Tt/X7ir6s pr. K** M** A sp .: rifinrios L** F 29. ol add. K»
76

güzel ve iyi olmadan yüce gönüllü olunamaz. Demek ki


yüce gönüllü özellikle onurlarla ve onursuzluklarla ilgilidir;
erdemli kişilerce verilen büyük onurlarda bile, ona ait bir şey- 5
1er ya da daha küçük şeyler alıyormuşçasına ölçülü olacaktır;
çünkü tam erdeme lâyık olan bir onurlandırma olmasa gerek;
ama ona verecekleri daha büyük şeyler olmadığından, bun-
lan yine kabul edecektir; sıradan kişilerin verdiği ya da küçük
şeylerde onurlandınlmaya ise hiç önem vermeyecek; çünkü o 10
bunlara lâyık değildir, onurlandınimamalarda da aynı şey
olacak; çünkü bunlan o, hak etmeyecek. Demek ki yüce
gönüllü, dediğimiz gibi, özellikle onurlarla ilgilidir, ama
zenginlik, egemenlik, her çeşit talih ve talihsizliğe karşı da
ölçülü olacaktır, durum ne olursa olsun; ne talih gülünce çok 15
sevinecek ne de talihsizlik başına gelirse çok üzülecek; en
büyük şey sayılan onura karşı tutumu da aynı olacak; çünkü
egemenlik ve zenginlik onurdan dolayı tercih edilirler; bun­
lara sahip olanlar onlardan ötürü onurlandınimak isterier;
onurlandırmanın bile küçük bir şey olduğu kişi için bu ve
benzeri şeyler de küçük olacaktır. Bunun için böyle kişi­
lerin kibirli oldukları sanılıyor. Talihin sağladıklannın da
yüce gönüllü olmaya katkısı olduğu düşünülüyor; çünkü
soylu kişiler, egemen olanlar ya da zenginler onurlandı-
rılmaya lâyık görünüyor, çünkü bunlar bir üstünlük göste­
riyorlar, iyide üstünlük göstermek ise, her şeyden onurludur.
Bundan ötürü böyle şeyler kişileri daha da yüce gönüllü
kılıyor; çünkü bazılan tarafından onurlandınlıyorlar; doğ­
rusu, yalnızca iyi olan kişinin onurlandıniması gerekiyor.
Her ikisine de sahip olan kişi ise, onurlandınlmaya daha da 25

lâyık görülüyor. Erdemden yoksun olup da böyle iyilere


sahip olanlar ise, kendilerini haksız olarak büyük şeylere
lâyık görüyorlar gibi; yüce gönüllü diye adlandınimalan da
doğru değildir; çünkü tam erdem olmaksızın bunlar olmaz.
Böyle iyilere sahip olunca kibirli ve küstah oluyorlar. Çünkü 30
erdem olmaksızın taliliin sağladıklarını uygun şekilde haz­
metmek kolay değildir; bunlan hazmedemediklerinden
IV. 3- 77

<p4p€Uf Kal ol6lM€VOl T&V &kka>v VTtCpf\€lV İKeCvcaV p,iv KO-1124**


To<f>povov(rWf airol ö’ 5 ti hv rv^picrı vpıİTTOv<riv^ fiifiovırrai
yap Tov pL€yaX.o^fVxop ofioıot 6 vt €9, tovto bi bp&<rıv iv
ols büvavToi’ Ta p^iv obv Kar ip^rrıv ov Trpirrovin, Kara<l>po-
22 vov<rı 8c T&v &\\oiv. 6 p iv yap peya\6yffvxps biKaloas Kara- S
23 ^poveî {bo^âCeı yoLp iA.7jöc3y), ol 8^ ttoW oI Tvyâvrm. ovk
eoTi 8^ piKpoKİvbvvos oifSk <l>ıKoKlvbvvos bıa rb 6\Cya rıpav,
pLfyaXoKivbvvos 8e, icat Srav Kivbvveufi, a^eı 8^y roû ^lov &s
24 OVK a^ıov Sv -ırâımas e® “noıeıv, ivepytrovpivot
8* alfryjiviTaı’ rb p,fv yap iır€p4\ovTOSf rb 8’ vrapeyppÂvov. lo
icat d,vT€V€py€TiKbs ‘jr\fibv<ov' oUrca yâp ol ■jrpo(ro<^A7/<rct
25 6 vırâp^as kcu eoraı e(J ireiroj/öcis. boKOvat, 8^ Kal pvrjpo-
v€TU€iv oC bv TTOiTjcrcoo’iy eî, &v 8’ bv Tiâdü><rıv ov (ikdrTOiv
yap b Tradiûv e î rov îroı^trayros, ^odKfraı 6’ bırcpi^dv), kcu
ra pev ^bicos âKOveıv, ra 8’ brjbois' bıb Kal lijv ©eVtv ov 15
AeyetJ/ ras €V€pyc<rCas ry Atı, ovb' ol AâKotvfS Trpos tovs
26 'AdrjvaCovs, b\K' b ttiitdvdçaav eî. p€ya\o\lruxov 8e »cal rd
prjbfvbs b€L<rdaı rj pokıs, vırr]peT€Îv 8e TTpoOdpLcas, Kal iTpbs
pev Tovs iv b$ı<&paTi Kal evrvx^ais p iya v €Îvaı, rrpbs bk
TOV5 fie<rov9 perpıoV râ v pkv yap İTrepiyjeıv x.aXevbv ıcal 20
(Tfpvov, T&v 8^ ^abLov, Kal iır İKeivon pkv a-fpvvvea-Oaı ovk
âyevvis, iv 8e toîs raıreıvoıs (ftopriKov, &a’ti€p eis tovs dcrde-
27 vels l(ryypi^€adaC Kal el s Ta İvrıpa prı Uvai, rj o î Trpa>~
Tedovaıv d\\ot* ıcal bpybv elvaı Kal peK\r}Trıv dXX* ^ orrov
Tipfı peyd\ıj fj İpyov, Kal 6\[yoiv pkv ırpaKTiKOv, peyAkav 25
28 8 e Kal âvopaaTÜv, âvayKaîov be Kal <j>avepopi(nj eîvat Kal

1124** 5. ftiy yiıp K**: 8^ vulg. 7. /ÂiKpoKİvSvvos'j ırvKyoKİySvyos L** M**


Asp. 11. o{ add. K** 13. oSscripsi: codd. (S k Asp.) 15.
İKOiicii'scripsi: 8xo^ct codd. 17. vtjriyBaffiy T 21. ^ır’ K**:
iy L** M** 26. payfpofiKrîj codex M orelü: paytpofiirtı pr. K**: ^aytp6-
pMToy vulgf.
77

ve kendilerini başkalanndan üstün saydıklanndan, başkala- n 24b


nnı küçümserler, kendileri İse gelişigüzel davranırlar. Çün­
kü onun gibi olmadıldan halde yüce gönüllü kişiye öykü­
nürler, bunu da yapabildikleri şeylerde yaparlar. Yüce gö- 5
nüllü kişi haklı olarak küçümser (çünkü kanılan doğrudur),
çoğunluk ise gelişigüzel. Yüce gönüllü, küçük şeylerin ada­
mı değildir, az şeye değer verdiğinden tehlikeyi seven biri de
değildir, ama büyük tehlikeleri göze alır ve yaşamını sakın­
maz; çünkü her ne pahasına olursa olsun yaşamaya değmez.
İyilik yapmaya alışkındır, iyilik görünce de utanır, çünkü
biri üstün olanın, öteki altta kalanın özelliğidir. İyiliğe daha lo
büyük iyiliklerle karşılık vermeye hazırdır; çünkü böylece,
önce iyilik eden borçlu kalacak ve iyilik gören durumuna
düşecektir. Gördükleri değil, yaptıklan iyilikleri anımsadık­
ları düşünülüyor (çünkü iyiliği gören yapandan daha aşağı­
dır, oysa o üstün olmak ister); yaptıklan iyiliklerden sözedeni
hoşlanarak dinlerler, gördükleri iyiliklerden sözedeni ise
hoşlanmadan; bunun içindir ki Thetis^^ Zeus'a yaptığı iyi- 15
liklerden sözetnıez; Lakonlar da Atinalılara yaptıklanndan
değil, AtinalIların onlara yaptıklanndan sözederler. Hiç
kimseden bir şey istememek ya da zar zor istemek, ama seve
seve yardıma koşmak, yüksek mevkideki ve talilıli kişiler
karşısında büyüklük göstermek ve orta hallilere karşı alçak
gönüllü olmak da yüce gönüllünün özelliğidir; çünkü onlar­
dan üstün olmak zor ve ciddî bir şeydir, oysa berikilerden 20
üstün olmak daha kolaydır ve onlar karşısında böbürlen­
mek soyluca olmayan bir şey değildir; oysa daha aşağı kişi­
ler karşısında bu ayıp bir şeydir —bu tıpkı güçsüz kişiler
karşısında kuvvet gösterisi yapmak gibidir. Onurları ve başka-
lannın üstün olmak istedikleri şeyleri kovalamamak, hatta
bunlan boşvemıek ve savsamak; ama onurlu ya da büyük bir
iş olunca ona girişmek, az ama büyük ve ünlü işler yapmak da 25
'^nun özelliğidir. Nefretini ya da sevgisini açıkça göstermesi
78 IV. 3-
^ v tp o ifn k o v (rh y ap kavO iveıv tffofiovpivovy Kal İLpekfîv
Tfjs ik r ıd tia s p ak k o v ^ r ^ s öo^ s), Kal k iy e iv Kal ırpar-
T€ip <f>av(p&s (ıroppıjcıaoT^y y ap b ıa t 6 Kara<f>povriTiKbs eîvaı,
30 Kal ikrıdfVTiKoSf ırk^v S<ra prı bi flpiavtiav [^dp<ûV€la dc]
‘jrpbs Tovs ıroAAot/y), Kal Trphs Skkov prı bifvaadaı Cnv 2i)
1125* AAA’ ^ <l>Ckov' bovkiKov yâp‘ bıb koI Ttivres ol k6-

kaK€S driTiKol Kal ol raırcıvol K6kaK(s. obbe davpMOTiKOS’ 30


oiibev yap peya airtp k<nLv. oibk pvfialKaKor ov yap
peyakoy^ypv rb İTTopvrfpovfiSfiv, ^AAcoy re Kal Kanâ, &k\a
5 pâkkov TTapopav. oib* &v6p(OTTok6yos’ oiire yap vepl av- 31
roö ipeî ovre Ttepl iripov’ oüre yap tva iıraıvrjTaı peket.
atrrÇ ovd' STim ol âkkoı ^eyuivraC ovb’ ab iıraıVfriKos
ia rıv’ bıoTTcp ovbf KaKokoyos, oibe rü v i\0p&v, d prı bC
bfipiv. Kal Trepl âvayKal<av r\ piKp&v ijKiara 6ko<f>vpTi- 32
10 Koy Kal bfrjTiKos' aırovbdCovrof yap oÜruy ravra.
Kal otoy K€KTrja-öaı pakkov ra KaAa Kal aKapıra t &v 33
KapnCpav Kal oKf>fkipMV’ avrdpKovs yap pakkov. Kal ki- 34
vrıaıs b( /3pabeîa rov pfyakoylrijy^ov boKcî dvai, kui <f><ûvfı
^a p tia , Kal' k4^ıs ardanpos' o i yap a-ıtfvariKbs 6 ırepl dkCya
15 o“!Tovbd^(av, ovb€ advrovos 6 prjbkv p4ya oldpfvos' ^ ö’ o^u-
9 <l>oiv(a Kol ^ ToyvTrıs bıd rodratv. Totovroy p€V obv d ptya-
kd^lfvyos' 6 b* (kk€CTT(ov piKpdylnıyos, 6 b* İTrfp^dkkiav 'iü

2 7 . ifitKtîy pr. K**: /ı4\uy vulg. 29. vappi|<r«urT^t yitp 81A rh no-
ra^poyrrrucht tîycu, ıra) i\i)$tvTiK4s scripsi; Ktera^poyifTiKov yip’ Tappi)-
ffuurrov yip’ Sıh ırappfıa'taffTtKhs 34 3ıA rh Kora^poyriTUchs tluaı ko) lıkfi$tv-
rucis pr. K**: wappıı<rta<rTİıs yip Sti rh KarapponpriKhs tlvaı, Koro^poı^-
ruths 34 3tA rh TappfiauurriKİs, ırapptıO'tcurriKhs 34 hti rh Kara^povrıriKhs
Ka) iXrı0tvruc4s F: wappi)fftavrtKhs yip’ tıh Kofra^povjırutis' Hara^potn\'
rtKhs 34, 8ı3 wappıi(rıaffrtKht Kat i\ıı6tvriKİt L** M**: ırappııticurriıt yip
i t i rh Koraıppoytîy’ 3ı3 ıra) i\rı$tvriKİs corr. cod. Par. 1 8 5 6 30. c/pw-
rc/a 34 seclust: tipmya 34 1126* 1. 1) ırphs 14. i
om.
78

(çünkü gizlenmek korkanın özelliğidir, kamlardan çok doğ­


ruyu gözetmemek de), açıkça konuşup iş görmesi zorunlu­
dur (küçümseyen bir insan olduğu için rahatça açık konu­
şur; istihza yapmadığı zaman, hep doğruyu söyler). Dostun­ 30

dan başkasına muhtaç yaşayamaz, çünkü bu kölece bir


şeydir; bunun için bütün dalkavuklar köle gibidir, bütün 1125a

aşağılık insanlar da dalkavuk. O, hayranlığa kendini kaptı­


ran biri de değildir; çünkü onun için hiçbir şey büyük değil.
Kinci de değildir; kötü şeyleri anımsamak değil, daha çok
bunlara bir sünger çekmektir yüce gönüllünün özelliği,
insanlar hakkında konuşan biri de değildir: Ne kendi ne de
bir başkası hakkında bir şey söyler; ne övülmeyle ne de
başkalarının kötülenmesiyle ilgilenir; övücü de değildir;
kötü konuşmaz, düşmanlan hakkında bile, -meğer ki [ken­
disine] küstahlık edilsin. Kaçınılmaz ya da önemsiz du­
rumlarda pek az yakınan ve rica eden biridir; çünkü böyle 10
yapmak bu durumları önemseyenin özelliğidir. Meyvesini
alacağı, işe yarar şeylerden çok, güzel ve meyvesini almaya­
cağı şeyler edinme eğilimindedir, nitekim bu, kendine yeter
bir kişiye daha uygundur. Yüce gönüllü kişinin hareketleri­
nin yavaş olduğu düşünülüyor; ses tonu tok, konuşması sa­
kindir, az şeyi önemseyen biri telaşlı olamaz, hiçbir şeyi
büyük görmeyen biri de gerginlik içinde olmaz; bağırmak ve 15

telaş gösterme bunlar yüzünden olur. Demek ki yüce gönüllü


böyle biridir; bunlarda eksik kalan pısınk, aşınya kaçan ise
IV. 3 - 4 . 79

\avı/os. ov KaKoi {jlİ v oîiv boKov<rıv (Ivaı ovö’ ovroı (ov yap
KaKoıtouoL eitrtı/), fınapTr}p.ivoı b4. 6 p.kv y^p p.iKp6\l/vxos
&$u>s iiv iyaB&v iavrbv dıroorepeî &v &^ı6s ia rt, Kal İ oikc 20
kok6v Ti İ k roG a^ıovv iavrbv t &v âyad&v, Kal
âyvofîv 6* iavrdv" ap4y€TO yap hv &v &^t09 j}v, ayad&v
y€ SvT<ûv. ov fJL^v r(KC6ıol ye ol rotovroı boKovo’iv etvat, dXAa
fjLâWov âKinjpoC, ^ roıadrrj bi öofa boKeî Kal ttokIv'
İKaoTOi yap i^Uvraa r&v Kar â^iav, â</>(<rravTai be Kal 25
râ v vpd^ecov t &v koK&v ko.1 t &v 4ırırqbevpi6,T<ov m dvd-
S6 ^ to t 6 v r e i , 6fioC<us b k K al r&v İ ktös iyaJB&v. ol be \avvot
ij\C0ıot KOİ ^ a v r o v s iyvoovvres, K a l r a û r ' im<l>av&9" ov yap
â^ıoı âvres roîç ivrifioa e‘irıxeıpova-iv, elra 4^e\4yxovrai'
Kal ia-drjrı Koa’p.ovvraı Kal a’X'np-aTi K a l r o î ; toiovtois, Kat 30
PodKovrai rh evTvy^pMra kclL <f>avepa eıvaı avr&v, koI keyova-ı
37 vepl abr&v as btb rovrav Ti\ıı\6 r)<r6 p.evoi. avTirideTaı be Tİj
p,eyaXoyjn)x(<t V f i( K p o ^ X ^ " pmKKov Tİjs
38 y a p y C v e r a i fioAAov kuI io n v . ^ ptev oZ v p^eyoK o-
\}fVx(o, ıre p l Tip.rjv k a r ı fie y â K r jv , &<nrep e lp t j r a ı. 3-

IV. ‘'Eoikc 5« K al ıte p l tovttjv elvat itpen^ r t s , K oda-nep 4v 1 :


Toîs ırp&Toıs 4\4x0tJ, bd^eıev &v T r a p a ır A ıja İa s lx**^ ^
Tîjv fieyaXoylnfxicu> &cmep K al ti ikevdeptoTrıs rtp h s t^ v /x€-
ydkoTtpirteiav. &iM<j>a yap a v r a t rov ptev p,ey<i\ov itftea-râa’i,
ıre p l bk r â fierıtia K al pnK pa btan64a<rtv rjfjMS a s b et' ;
2 & tn rep 8’ i v k q \j f e t koI bda-eı p tea -o n js İ t r r ı ko I

{ n re p ^ o k ı^ re K al e K \e i^ ıS t o v r a K al iv r ifir js 6p4^eı rö
3 p ta K k o v fj b e t koI rjrT o v, koI r b b d e v b e t Kal as bet ro v re
y a p (fnK oTtptov yfriyopLev a s f i a W o v rj b e t Kal o6ev ov bet

24. >( 28. ^\i$ıot o m . K** ob K** (et ut videtur Asp.) :


Cts vulgr. 31. KOİ ante ^aytpiı add. 32. air&y F Asp.
U25'* 5. post Ko) add. rit L*> M” 9. K» F : &s koI L<* M"
79

kendini beğenmiş. Böylelerinin kötü olduklan düşünülmü­


yor (kötü bir şey yapmıyorlar çünkü), yanılgıya düştükleri
düşünülüyor. Nitekim pısınkf'iyi şeylere lâyık olduğu halde,
kendini lâyık olduğu şeyden yoksun bırakır ve kendini iyi
şeylere lâyık görmemekle ve kendini tanımamakla kötü bir 20

özelliği varmış gibi geliyor. Yoksa lâyık olduğu şeyleri arzu


ederdi, çünkü bunlar iyi şeylerdir. Böyle kişiler aptal değil,
daha çok çekingen görünüyorlar. Kendileri hakkında böyle
düşünmeleri onlan daha da kötü kılar; nitekim her kişi lâyık
olduğu şeyleri arzu eder, oysa onlar, lâyık değillermiş gibi 25

güzel eylem ve işlerden uzak dururlar; aynı şekilde dışa ait


iyi şeylerden de. Oysa kendini beğenmiş kişiler aptaldır ve
kendilerini tanımazlar, bu da açıkça görünür, lâyık olma-
dıklan halde onurlu işlere girişirler, sonunda da ayıplanırlar.
30
Giyim kuşama düşkündürler, süslenip püslenirler; kendi talih­
liliklerinin görülmesini isterler ve bunlardan ötürü onurlan­
dırılmak için bunlardan sözederler. Kendini beğenmişlikten
çok pısınklık yüce gönüllülüğe ters düşer; çünkü hem daha
sık görülür hem de daha kötüdür. O halde yüce gönüllülük
35
onurun büyüğüyle ilgilidir, dediğimiz gibi.
1125b
Ama başlarda dediğimiz gibi, bu onur konusunda da bir
erdem vardır ki, cömertliğin ihtişama yakın olduğu gibi, bu da
yüce gönüllülüğe yakın olsa gerek. Nitekim bu her iki erdem
de bizi büyüklükten uzak tutuyorlar, ama ölçülü ve küçük şey­
ler konusunda bizi gerektiği gibi yöneltiyorlar. Para alıp ver­
mede orta olma, aşırılık ve eksiklik olduğu gibi, aynı şekilde
onurlandınima arzusunda da gerekenden çok, az, gerektiği
yerden, gerektiği gibi olan vardır. Nitekim biz hırslı kişiyi, onur-
landınlmayı gerekenden çok ve gerekmeyen yerden arzu-
80 IV. 4 - 5 -
10 r^s TifjLTji i<l>Ufxevov, tov t ( i,<f>ı\6Tifiov w9 oib* ^ırl toîs
Kokoıs TTpoaıpovfievov TipSurdaı. lo rt 8’ St € tov <fu\<irifiov i
itraıvovfiev ots İLvhptahrf koL </>iA.okoAoi», t 6v 8 İ ^ iKStiimv
0)9 pirpıov Kal <r<&<ftpovay &tntfp Kal iv toîs ırpeârots rfıro-
p.ev> br}\ov 8’ ort 7rA«ovaxÛ9 tov <f>ı\oToıoTİtTOV keyofUvov ovk
15 İ tti to avro <f>ipop.€v d-d t 8 ^iK6Tipov, İTtaivovvTf^
pkv İ tti to paX\ov ^ ol ıroAAol, \Jf4yovT€S 8* iıtl t8 paX-
\ov ^ 8 eî. âv<ûvvp.ov 8 ’ o5(n;s T^s p.€(r6TriTos, &s ip^ıp-rjs eoı-
K«» &p(f>i(r^r}T€Îv Ta &Kpa. iv ols 8’ İorıv vırtp^oK^ Kal
lXX6 n/ri9, xaı ro jLico-ov* dpiyovraı b i Trjs rifi^9 Kal pa\\ov rj 5
20 8 fî /cal r^TTov' ecri 8^ Kal o>9 8 «î* ivaıv€ÎTat 8* oCr ^ ?^i9
avTîj, fico-oTTjs o8o-a Trepl İlv^ vvimos. <j>alv€Taı be ırpdi
p.€v Ttıv <l>ı\oTipL[av İL<fn\0TipiCa, 79/509 8c &<f>ıkoTip.lav
(f>ı\oTip,la, 7T/509 âp,<f>6r€pa b i âıx<f>6Tepd ırtos. İoiKe be tovt* 6
eîvai Kal ırepl râç S.Was ipeTds’ ivriKe^aBaı 8’ ivravd'
25 ol UKpoı <f>aivovTaı, bıa t 6 p,rı &vop,â<r6 aı t 6v p.4frov.
11 YlpaoTTis 8’ ^otI pLevoTrfi ırepl bpyAs" b.v<ov6pov 8’ ovtos V.
TOV p.e<rov, ay^ebbv be koI t &v &Kpa>v, iv l to pÂaov TTfv
ırpaoTrfTa <f>4pop.ev, trpbs rr)ı/ İkKeı^ıv aıroK\Cvova-av, &v<&-
yvfiov o8<rav. ^ 8’ iynepfiok^ 6pyiK6rq9 n s \4yoiT* &v. 2
30 tö fJLev yap ıtiBos iarlv dpyı^f to, b* ifjtvotovvra. ıroWh Kal
bıa(f>4povTa. 6 p.ev oZv i<f>‘ oîg bet Kal ots beî SpyiC^ptevog, 3
İ n be Kal ots bet Kal STe koI Saov \p6vovy ivatveÎTac vpaos
brı ovTog hv eîr}, elıtep ^ Trporfrjjs ivatvetTaı. fio^keTat
yap 6 Ttpaos İLTâpa\os eîvai Kal ptrı İvyetrdat vırd tov ttA-
35 dovg, bX)C MS hv & \6yos t İ^ h, oCro) Kal iırl TO^ots Kal irrl

11. ((TTi 8* 8rc ] 8t i Si 15. r 8 ^ı\6riftotf scripsi: rhy pı\4u/ıoy


codd. 19. Tüt add. K* 20. Siı^ «• 8r« M** ** etr K^; oÎ k L*» T:
70OK H* N** 23. 8> prius] 8> 8 K**: fort. 8lr 26. r 8r ] » 8 l*^
M** Asp. 26. post tffrl add. V 27. ri* /ı4iro» Victoriua
32. Kcd ante &s om. K**
80

ladığı için, kayıtsız kalan kişiyi de güzel şeyler için bile onur- lo
landınimayı tercih etmediği için kınanz. Ne var ki hırslı insanı
cesur ve güzelsever diye, kayıtsız kalanı da alçak gönüllü ve
ölçülü diye övdüğümüz oluyor, başlarda da söylediğimiz gibi.
Kişilere birçok anlamda şu ya da bu ‘-sever’ dendiğinden,
‘onur-sever’i her zaman aynı şeye yüklemediğimiz açık: Kimi 15
zaman çoğu insanlardan çok daha onurlandınimayı sevdiğin­
den birini över, kimi zaman da gerekenden çok onurlandınl-
mayı seviyor diye kınanz. Orta olmanın bir adı olmadığın­
dan, uçlar alanı boş bulup galiba biribirlerini altetmeye çalı­
şıyorlar. Ama aşınlığı ve eksikliği olan şeylerde orta da var­
dır; çünkü onurlandınlmayı gerekenden çok ya da az arzu­
layanlar olduğu gibi, gerektiği şekilde arzulayanlar da var- 20
dır, işte bu huy, onurla ilgili adsız olan bir orta olduğundan
övülür. Bu huy hırslı olmayla karşılaştınldığnıda kayıtsız
kalma, kayıtsız kalmayla karşılaştınldığında hırslı olma ola­
rak görünür; ikisiyle karşılaştırıldığında ise, bir anlamda her
ikisi olarak görünür. Öteki erdemlerde de bu böyle gibi
görünüyor; burada ise ortanın adı olmamasından ötürü, uç­
larda olanlar karşıt görünüyor. 25
Öfke konusunda orta olma sakinliktir; ortanın, hatta az-
çok uçlann da adı olmadığından ötürü, ortaya sakinlik diyo­
ruz; aslında sakinlik adsız olan eksikliğe doğru kayıyor. Aşın-
lığa öfkelilik denebilir; çünkü duyulan, öfkedir; öfke uyandı- 30
ranlar ise pek çok ve çeşitlidir. Demek ki gereken şeylere ve ge­
reken kişilere karşı ayrıca gerektiği şekilde, gerektiği zaman ve
gereken süre öfkelenen kişi övülür; sakin kişi bu olsa gerek,
eğer sakinlik övülüyorsa. Nitekim sakin kişi dingin olmak, duy­
gulanımlar tarafından sürüklenmemek, aklın gösterdiği şeyle- 35
IV. 5. 81
4 ro<rovrov xp6vov xaXtTTa(v€iV âfiaprApeıv Ö€ öok€Î fiâKKov I126 <
(v i TTiv İWttyfnv’ ov yap rtpLOiprıriKbs 6 Trpaos, dAAa //âX-
6 Xov (TvyyvatpLOviKos. ^ 8’ cAAeı^/^ıs, t î r aopyr\(Tİa ris ccrrıı;
€Îff 6 Tl 8t] ttot€, yj/4y€Taı. ol yap p.^ 6pyı(op.€VOi 4<j>* ots
b€Î rjkCdıoı boKOvotv itvai, koI ol â>y 8€t pLrfb* St € prjb* 5
6 ots 8€Î* boK€i yap ovk ala-âdvea-âaı ovbi kvırela-daı, p.^ âpyı-
C6p,€v6s T€ OVK flvai ipLVVTiKoSt 8^ Ttpo'nr\XaKiCdp.ivov
7 dv4y€odaı Kal tovs oİKfCovs ttipıopav ivbpaTTob&bfs. 17 8’
vTitp^okT] Kara Ttdvra p€v yiviraı { koX yap ots ov 8eî,
Kol ots ov bfî, Kol p,aK\ov fj bel, koI öclttov, koI TrAfto) 10
ypovov), ov p.^v dıtavrd y€ r y avr<3 vırâp^tı. ov yap hv
bvvaiT itvai’ rb yap KOKbv Kal iavrb oTro'AAucrı, k&v 8A0-
8 Kkrfpov fj, d<f)6pi]T0v yiveraı. ol p,ev obv bpyiKoı roxcû)s p.tv
6pyl(jovTaı Kal ots ov 8e? K a l 4<l>* ots 08 8eî koİ pdXXop 77
8eî, Ttavovraı b4 rax4ü)s’ h Kal /SeATurrov 15
Palv€i b* ainroıs tovto, 8ti ov KaT4xov(rı t ^ v opy^v dAA’
avTaTtobıboatnv fi <(>av€poC elan bıa rf/v â^vnjTa, eîr* âıro-
9 TTodovraı. bıtep^oK^ 8’ elolv ol â.Kp6xoXoı 6^€Îs Kal Trpbs
10 Tfâv bpyıKoı Kal itti navrl' 86tv koI To8vop.a. ol 6c ıtiKpol
bvobıdKvToı, Koi vokvv xpoVov opylÇoPTai' Kar4xov(n yap 20
rbv Ovpıov. ıroSAo 8^ yivfraı Srav âvraiTobıb^' ^ yap
TipMpia Ttaûfi Trjs bpyrjSy rıbov^v dyrı t^ s Avitîjs 4p.Troıov<ra.
Todrov b^ pırı yıvopıdvov rb fidpos 4xov(rıv' bıa yap ro pırı İ tti~
<f>avls €Îvaı ovbi ovpnreldfi avrovs ov8eıs, 4v avrıp bi Trdyjfaı
Trıp dpyrıp xpdpov 8eî. tlo l 8’ ol toiovtoi cavToîs dykripoTaroı 25
11 Kal Toîs ftoAıora ^tAots. kiyopıtp rovs ots
r< pırı 8cî ftoAAoı; rj 8<î koI ttAciû)

1126* 4. Tİ yiıp İpyl(t<r0at 4^* «its Sû İı\t0tov Sokû flyaı F 6. ol


om. K** 6. yiıp] Si T 10. Sârroy il koI K** 17. oxoJ»8rfo»
ffiy r 20. İpyl\ot K** 21. SyraıroSiiffiy F Asp. 25. fort.
{<7r«
81

re ve aklın gösterdiği süre için öfkelenmek ister; daha çok ek- 1126a

siklik yönünde yanılgıya düşüldüğü düşünülüyor; çünkü sa­


kin kişi kin güdücü değil, daha çok bağışlayıcıdır. Eksiklik,
bu ister öfkesizlik ister başka herhangi bir şey olsun, kına­
nır; çünkü gereken şeylere öfkelenmeyen kişiler ve gerekme­
diği şekilde, gerekmediği zaman ve gerekmeyen kişilere öf- 5
kelenenler aptal gibi görünüyorlar; nitekim öfkelenmediği
ve kendini savunmadığı için, duygusuz olduğu ve acı da
duymadığı sanılıyor; küçük düşürülmeye katlanmak ve ya­
kınlan küçük düşürülünce bunu görmezlikten gelmek köle­
ye özgü bir şey diye düşünülüyor. Aşınlığı ise her bakımdan
olur (gerekmeyen kişilere, gerekmeyen şeylerde, gerekenden 10
çok, az ya da daha uzun zaftıan), ama bunların hepsi aynı
kişide bulunmaz; bulunamaz da, çünkü kötü kendi kendini
de yok eder ve tam olduğu zaman dayanılmaz olur. Demek
ki öfkeli kişiler çabucak öfkelenirler; Gerekmeyen kişilere,
gerekmeyen şeylere ve gerekenden çok; çabucak da sakinle­
şirler, bu da onlann en iyi yanı. Öfkelerine egemen olma- 15
maktan hemen parlayıp açıkça karşılık vermeleri yüzünden
bu onların başına geliyor, sonra sakinleşiyorlar. Öfkeli kişi­
ler hemen parlarlar ve herşeye karşı her vesileyle öfkeli­
dirler, adlan da buradan geliyor. Kinci kişilerin öfkesi ise
zor geçer, uzun süre öfkeli kalırlar, çünkü öfkelerini^® tutar- 20
1ar, ancak hınçlarını alınca son bulur öfkeleri. Nitekim öç
alma öfkeyi dindirir ve acı yerini hazza bırakır. Bu olmayın­
ca, öfke onlann içinde bir ağırlık gibi kalır; belli de etmedik­
lerinden, sindirmeleri için zaman gerekir. Böyle kişiler ken- 25
dileri için de en yakınları için de son derece çekilmezdir. Ge­
reksiz şeylerde, gereğinden çok ve uzun süre öfkelenenlere
ve öç almadan ya da cezalandırmadan öfkeleri geçmeyenlere
82 IV. 5—6.
\ p 6 vov, Kol ıx7{ bıaKKaTTOfiivovs âvev rifuoplas rj Ko\d<r€(os.
Trj Trpa6rr)Ti b i pAkkov rrıv irttpfiokrıv ÂmW0c/xcı>* «ca^ 12
30 yap pAkkov yCv€Tai’ SıvBpaırlKi&Tfpov yap rb TumpilaOaır
Kal vpös rb trvpifiıovv ol Xc(pov9. h b i Kal iv roÎ9 13
ırpoTfpov €ÎprjTaı, Kal İ k t &v ktyopLfvıav brjkov' ov yap
pabıov bıopCoaı rb ıt&i Kal rl<n Kal voloıs^Kal ırdirov
yp6vov dpyLOTİov, Kal rb p-i\pı rivos 6p6&s ttoicî rıs fj &p.ap-
35 râva. 6 p.iv yap p,iKpbv TraptK^aCvav ov \lt4yerai, oiJr’ ^ırl
ro p-âkkov oür* iv l rb ^rrov‘ kviort yap robç ikketırovraç
1126 *>i'naıvovpfv koI Trpiovs <f>ap4v, Kal rohs yakeTraCvovras iv~
bpâbds &s bvvapivovs &px€i.v. 6 b^ tt6oov koL rr&s ıraptK-
^a(v(ûv yfTCKros, ov pqbıov np koyıp &TTobovvaı‘ iv yap roîs
Kad* İKaora kİ v rfj ala-dı^a-et ^ KpC<ns. okka ro ye rooovrov 14
S bfjkovy o u ^ pev pioTi e^ıs iıraıven^, Kaö' ^v ots öeî 6pyt~
C6peöa Kal i<f> ols beî ko.1 beî Kal Trdvra ra rotavra,
al b' vırep^okal Kal ikkelyj/eıs ^eKral, Kal İ ttI piKpbv p iv
ytvâpevai -îfpepay ^ttI ıtkiov pakkov, iırl vokb b i a-<f>6-
bpa. bfjkov oZv S n rrjs picrrıs İ$e<os ivBeKriov. al pev obv 15
10 "nepl r^v Spy^v İ^eıs elpıqcrd<t>a-av.
12 ’ Ey 8^ raîs bpıkCaıs koİ r y avCvv koI koytov Kal V I.
•npaypirciv Koıvcuveıv o\ p iv SpeoKoı boKovoıv eîvat, ol ırSvra
TTpbs Tjbov^v i-naıvovvres Kal ovûkv Svurelvovres, otSpevoı
beîv Skvıroı roîy ivTvy^âvovotv eîvai’ ol ö’ i^ ivavrlas roS- 2
15 Tots TTpbi ıravra bvureCvovres ko.1 rov kvıreıv ovb' ânovv (f>pov-
rC^ovres bSoKokoı Kal bvoipıbes Kokovvrat. S n pkv odv al 3
elprjpevaı İ^eıs \jfeKral eloıv, oİ k Sbrjkov, Kal S n ^ piaıj
roSnov iıraıverı/j, Kad’ ^v İTrobi^eraı & 8<î Kal &s beî,
bpoiuis bk Kal bvayepaveî’ ovopa b’ ovk âırobeboraı airrf} 4

28. 4] HKal K» 1126** 4. Kİy scripsi: K al codd. roıro&ror t


TOIOVTOV V u l g .
82

ters adam teriz. Sakinliğin karşıtı olarak daha çok, aşırılığı


kabul ediyoruz; nitekim ona çok rastlanıyor (çünkü öç
almak insanlarda daha çok görünen bir şey). Ters kişilerle 30
birlikte yaşamak da daha beterdir. Bunu daha önce de söy­
lemiştik, şimdi söylediklerimizden de açık: Nasıl, kime, ne­
lerde, ne l^dar zaman öfkelenmek gerektiğini ve kimin han­
gi noktaya kadar doğm davrandığını ya da yanılgıya düştü­
ğünü belirlemek kolay değil. Aza ya da çoğa doğru biraz sa­
pan kınanmaz; kimi zaman eksiklik gösterenleri över, sakin 35
deriz, ters adamlara da başkalanna egemen olabildikleri için
erkek adam deriz. Ne kadar ve nasıl sapma gösterenin kı­ 1126b
nanması gerektiğini akılla belirlemek de kolay değildir; çün­
kü tek tek durumlardaki yargımız algılamamıza bağlıdır.
Ama şu kadan açık ki, bu huya göre gereken kişiye, gereken 5
şeylerde, gerektiği şekilde ve benzeri biçimde öfkelenmemizi
sağlayan orta huy övülür; aşınlıklar ve eksiklikler ise —eğer
azsa yumuşak bir şekilde, çoksa daha çok, pek çoksa şid­
detli bir şekilde— kınanır. O halde orta huya yakın olmak
gerektiği açıktır. Öfke ile ilgili huylan da dile getirmiş
olduk. 10
Başkalanyla ilişkilerde, ortak yaşamada, konuşmada
ve ortak işlerde kimi kişilerin —^hiçbir şeye karşı çıkmayıp
her şeyi haz vermek için yapanlann, karşılaştıklan insanlar
için hoşnutsuzluk yaratmayan insan olmak gerektiğini
sananların— kendilerini beğendirmek istedikleri düşünülü­
yor. Kimi kişiler de bunların tersine, her şeye karşı çıktıklan 15
ve sıkıntı vermekten hiç çekinmedikleri için çetin adam ve
kavgacı diye adlandırılırlar. Sözü edilen bu iki huyun da
kınanması gerektiği açık; gereken şeyleri, gereken şekilde
kabul etmemizi aynı şekilde de reddetmemizi sağlayan bu
huyların ortası ise övülür. Bu huya belli bir ad verilmemiştir.
IV. 6. 83
n , loiKc bi ııâ\ıcTTa <fnXCq. toiovtos ydp iarıv 6 Korâ rrıp 20
IJi4orr]v olov PovX6fi€da \4yftp röv imftKrj <f>i\ov, rb
5 ar4py€iv ırpoorkaŞovTa. bıa<l>4pfi bf rrjs <fn\ias, 8 ti avfv
nâdovs İ<ttI Kal roO <rr4pyfiv oîs 6pu\eî' ov yap rıjî ^ı\eîv rj
iy d a C p fıv âTTobexeTaı. İKOora cl>s b€Î, i k \ a Tt*> TOioCros
eıvat. 6poCm yap ıtpos byv&ras Kal yvutplpovs Kal <rovqQw 35
Kal âavyijûeıç avrd rroırj<r€if ttAt/j; Kal 4v ^KâoTots &s hppo-
V
*
(ier ov yhp 6polm ıtpotriiKtı avvı^dtov ko.1 ddveCcav <f>povrCCfiv,
6 ovb' ab kvTtelv. Kadokov pev obv €ÎprjTaı 8n «y bft 6pıkıj(reı,
iva<f>4p<ı>v be trpbs ro Kokbv koİ rb (rvp<^4pov oTO^âtreTaL
7 rov pr] kvırelv ^ avvıjbvveıv. İ oikc pev yap Ttepl ^bovas Kal 30

kijTTas fîvat Tas 4v raîs âpıkiaıs yıvop4vas" roıoTtûV b’ 5<ras


p€v avrÇ €<rrl Kokbu r\ ^kaŞepbv arvvrjbvveıVy bvax,€pa-
y e î, K al TTpoaıprj<reTat kvıreîv’ k&v rtS Trotovvn b’ âa^Jlpo-

a-övrjv <p4prı, Kal TavrrfV p^ ptKpâvy fj ^kâ^rjv, 17 5’ ivav-


r^toerıy piKpav k-uTrrıv, ovk b.ırob4^€Taı bkka bvay^epaveî. 35

8 bıa<l>ep6vT<tis b' opikrıaeı roîy iv i^ıdipaa-L Kal roıs rv^ovin,


Kal pâkkov 7} rjiTOV yvcapCpoıs, 6po(a>s be Kal Karb, râs 1127 *
&AAay bıa<j>opâs, İKdaroıs b,Ttov4p<av ro TTp4ırov, koI na6 *
avTb p iv alpo^pevos rb avvrjhvvetvy kvırelv d’ ebkafiobpevos,
Toîs b' iiTroŞaivov(rıv, iav j) peiC<o, avveıropevos, k4yo> be
r<5 KaX^ Kal r<j> avp4>4povTi. Kal rıboı/rjs 5’ İveKa rrjs 5
9 elaavdıs peyakıjs piKpâ kvırıja-eı. â p iv obv p4<ros toiovtos
ioTtv, OVK d>v6pa<TTaı b4' tov be avvrjbbvovTos 6 pev tov f/bvs
elvaı <rroxa(6 pevos p^ bıd rı akko 6 pea-Kos, 6 ö’ Svas 4»<p4-
ket.6. TIS aury ylvr\Taı els ^®‘® X/’’îf^®"
Tcûv, KoAaf* 6 be Tratrı bva^epalvuv eîprjTaı Sn bba-Kokos 10
Kal bba-epıs. âvTiKeîa-dai be <f>aiveTaı ra &Kpa ^avroîy bıa
rb bvavvpov eîvaı ro p4(rov.
26. ıcai iurvfrfıBfis om. K** 36. tıa^*p6yrtıs İıaup6pvs 3*
1127* 6. fieyİKtts om. K** 8. 8ı’ (iAAo ti L** M** tu w<p4K*ta
83

ama dostluğa çok benziyor. Nitekim iyi dost dediğimiz 20


—sevmeyi eklemek koşuluyla— bu orta huya sahip olan böy­
le biridir. Ama bu, dostluktan farklıdır; çünkü ilişkide oldu­
ğu kişiler için duygulanma, onlan sevme söz konusu değildir.
Çünkü o, sevdiği ya da kin duyduğu için bunlan gerektiği
gibi kabul etmez, böyle bir insan olduğu için eder. Tanıdıkla-
nna-tanımadıklanna, yakınlanna-yabancılara da hep aynı 25

şeyi yapar, her durumda uygun olduğu gibi davranması dı­


şında; çünkü yakınlarla ve yabancılarla aynı şekilde ilgilen­
mek ya da onlara aynı şekilde üzülmek uygun olmaz, O
halde, genel olarak, onun gerektiği gibi ilişkilere gireceğini,
güzeli ve yararlıyı göz önünde tutarak üzmemeye ya da du­
rumu daha hoş kılmaya dikkat edeceğini söylemiş olduk.
Demek bu konu ilişkilerdeki haz ve acılarla ilgilidir; ona göre 30
desteklenmesi güzel olmayanlara ya da zararlı olanlara karşı
çıkacak, üzmeyi tercih edecektir; eğer bir şeyi yapmak yapa­
na bir utanç, hem de küçük olmayan bir utanç, ya da zarar
getiriyorsa,' karşı çıkmak ise küçük bir acı getiriyorsa, onu
kabul etmeyecek, karşı çıkacaktır. Mevki sahibi. kişilerle, 35

sıradan insanlarla, daha çok veya daha az tanıdığı kişilerle ve


aynı şekilde başka farklılıklara göre, faiklı şekilde ilişki kura­ 1127a

cak, herbirine yakıştığı şekilde davranacak; memnun etmeyi


kendi içinde tercih edecek, üzmemeye dikkat edecek; daha
önemli iseler çıkacak sonuçlara göre davranacak —yani
güzele ve yararlıya göre davranacak— demek istiyorum.
Gelecekteki daha büyük hazlar için küçük acılar çektirecek­
tir. işte ortada olan kişi böyle bir kişidir, ama adı yoktur. 5

Memnun etmek bakımından insanlardan bir çeşidi —^hoşa


gitmeyi başka amaçla yapmayan— koltukçu; bir çeşidi de
—malla ilgili ya da parayla edinilen şeylerle ilgili bir çıkar yü­
zünden yapan— dalkavuktur; her şeye karşı çıkanın ise çekil- 10
mez biri olduğunu söylemiştik. Ortanın bir adı olmamasın­
dan ötürü, uç noktalann biribiıine larşıt olduklan görünüyor.
84 IV. 7.
18 n «pl ra aörâ dk a\€b6v iarı koI fj rrjs iKa^oveCas {»calV II.
(Ip iû ve C a sy n€<r6Trjs' i.v(& W fM S 6 ^ K al a i r / j . o v \ € Î p o v 6 ^ Kal
IS TOS T o ıo fu ra s İ T r € \$ f î v ‘ p,â kX .6 v r« y â p h v t l b d r i f i t v t& ır tp l r o
ı}0os, K o ff İ K a t n o v b i € \6 6 v T t S i K a l f i f a ^ r r i T a s e î v a i r h s â p f -
r â s •ttia rtia ra ıp L tv âı>, i ı r l ’n& vrta v o ih ’Mg a v p ıb o v r ts .
brı ry otı^n ol p ,^v ırp b s r fb o v ^ v K al k& nrıv 6pL i\ovvT €S e îp rfv -
r a i , ırepl 8 e t &v ik q 6 € v 6 v T < û v re koI \lrevbop4v(ûv f î ı r o i p f v
20 6p.oC<ûs i v \ d y o ı $ K a l ı r p d ^ f t n K al r ç 'irpo<nrotrjp.aTi. boK€Î 2
8 ^ 8 p .iv & K aC ^v ırpoo’iroiîjnKos t &v ivb6^a> v c î v a i koI p.^
vT ta p yd vT O iv K al ptıÇ jdvuiV ^ v ı r A p x f t , 6 8 e e îp to v A v â ı r a k ı v 3
&pv€Î<r0aı r â r m iip y o v T a ^ İ \ 6.t t <
û v o ı e î v , 6 8 e p4<ros a i d i - 4

K a o T o s TIS & v âKrı6€VTiKbs K al r y p lıp K al t^ ^dya, Ta


25 vvdpx_ovTa 6 p fiK o y & v e î v a i ıre p l ai^Tdv, K al ovre fiet^o» ovre
^Xdrra). İ a r ı 8e to Ctohv İ K a a r a koI İ v €k İ tivos ır o ıe îv K al 5
p rfb evd s^ 8’ otos ^orı, T o ı a v r a \ 4 y c i K al ırpıirreı
İKaa-TOs
jcal oÜTta ^ f ' i â v pı/j nvos İV€Ka ıtp&Trp, Kad* airh 8e tö 6
p iv \jr€vbos <f>av\ov Kal ^€ K t 6 v, rd 8* dkq$is koX 6 v Kal
30 İTraıvfTov. oHtm bi Kal 6 p iv iKrıdevriKbs p 4<ros &v eTratve-
t 6 s , ol bi ylf€vb6p€vok a/x0orepoı p iv yiftKTol, p a k\o v 8’ o

&\a^<&v. Tt€pl İKaTİpov 8’ etıroı/üiev, ttpdTtpov 8e ırepl tov iXrj-


dtvTtKov. oh yctp ırepl tov iv roîy SpLokoyCaıs AkrıOeuovros 7
\ 4yopfv, ovb* boa d s ihiKCav ıf biKaıoohvrıv ovvreCvtı (&KKt]s
1127 '* yap bv €Îrı ravr* dpenjs), 8XX* iv oty prıbfvos Toıohrov bıa-
<f>4povros Kal iv Kal iv ^C<p ikrıdehfi tiŞ t^ v İ^ıv
ToıovTos etvat. 88^ete 8’ âv 6 toiovtos imftKİjs eıvat. 6 yap 8
<fnXaX.iQ0 T}St kuI iv oîs bıa<f>4p€i ikrjdtvoiv, â\rj 0 €vo€t
5 Kal iv oîs bıa<l>4pH İ ti pAkKov' &s yhp aloypbv t6 yjrev-'
bos (hka^T^oiTaiy 8 ye ıcal Kaû* avro rjvX.a/3 eÎTo‘ 6 be rot-

13. Kol Tİjı tlpotrttas add. Imelmann 24. fort. Kİv rŞ pls> 80.
3) om. K* 1127** 6. adr3ı> K** s b \a $ e ÎT o pr. K**
84

İstihza ile şarlatanlığın ortası da aşağı yukan bu konular­


la ilgilidir, ama bunun da adı yoktur. Bunlan da ele almak
kötü olmaz; çünkü bunlan tek tek ele almakla, karakter konu-
lannda daha çok bilgi edinebiliriz ve erdemlerin orta olmalar 15
olduklanna, bütün durumlarda bunun böyle olduğunu gör­
mekle, inanabiliriz. Ortak yaşam ilişkilerinde amaçlan haz ve
acı vermekle ilgili olan insanlardan sözettik; şimdi de aynı
şekilde, konuşmalannda, eylemlerinde ve olduğundan başka
görünmek istediği şeyler konusunda doğru ve yalan söyle- 20
yenlerden sözedelim. Şarlatanın onur kazandıran şeylere
—^sahip olmadığı ya da sahip olduğundan daha büyük
şeylere— sahip bir insan olarak görünmek istediği düşünülü­
yor, müstehzi ise bunun tersine, sahip olduğu şeyleri yadsır
ya da daha küçük göstermeye çalışır, orta olan insansa, bizzat
kendisi olan insan olduğundan, hem yaşamında hem konuş­
malarında doğruyu söyler; kendi hakkında sözederken, onda 25
olan özelliklerden sözeder: Ne daha azından ne de daha
çoğundan. Bunlardan herbiri de bir amaçla ya da amaçsız
yapılabilir. Bu insanlardan herbiri de eğer bir amaçla davran­
mıyorsa, nasılsa öyle konuşur, davranır ve yaşar. Yalanın ken­
disi çirkin ve kınanacak bir şeydir, doğru ise güzel ve övüle­
cek bir şey. Böylece doğru konuşan, orta olan biri olduğundan 30
övülmeli; yalan söyleyen tiplere gelince, her ikisi kınanmalı-
dır, ama şarlatan daha çok. Bunlannherbirindensözedeceğiz,
ilk olarak da doğru söyleyenden başlayalım. Burada sözünü
ettiğimiz, bir konuda söylediklerinde ya da bir adaletsizliğin
veya adaletin ortaya çıkmasına neden olan konularda doğru­
yu söyleyen değil (çünkü bunlar bir başka erdemle ilgilidir),
bunlann hiçbir fark yaratmadığı durumlarda, sözlerinde de 1127b
yaşamında da huyu böyle olduğundan, doğruyu söyleyendir.
Böyle bir insanın doğru insan olduğu düşünülüyor; çünkü
doğruyu seven biri olduğundan, fark etmeyen konularda bile
doğru söylediğine göre, fark eden konularda daha çok doğru­
yu söyleyecek; yalan söylemek kötü olduğundan söylemeye 5
çekinecektir, zaten yalanın kendisinden çekiniyordur. Böyle
IV. 7. 85

9 ovrot iıraıv€T6s. iırl t 6 İ\aTrov df /jta\\oı/ rov â\tj6ovs


SenoKkIvfi’ iııııekitrrfpov ycip tf>aCv€Tai 5ıi ro ivaxd els raç
10 ivepPokâs elpai. 6 be fj.eCC(o t &v \ntapx6vr<üv ırpavıtoıov-
fievoi ıiTjbevhs İveKa <f>a6k<p fiiv İoiKev (ob yap âv lx®V*
11 Ty ^ebbet)t pMTaios be (ftaCvercu pAkkov fj KaK6s' et b*
UveKâ TIP09 , 6 b6Çtjs ^ n pijs ov kiav ^ € kt<(s, ö
âXa^<Sv,t b be ipyvpCov, ^ S<ra els ipybpıov, i<rxıipov4orepos
12 (ovK iv rp bvvipet b* ia r lv d ikaC<^Vf ikk* iv rp vpoaıpetreı:
Kar^ Tpv İ$iv yiip koX ry roıoırde cîvoı bikaÇ^v ia rıv )’ Üaırep ıs
Kol yjrevimfs 5 p,iv r y yfrevbeı abr^ ^ öo^î
18 bpeybpevos fj Kİpbovs. ol p iv obv b b ^ s X®P**' bka^ovevopfvoı
rb Toıavra ırpoaırotovvraı i<f>' otf iıratvos rj ebbaıpopıapidi,
ol b i Kİf^ovs, &v Kal djTokavtrCs i<m toîs ırikas Kal 6ta-
kaâeîv İoTi prı oi/ra, otov pAvrıv o‘o<t>6v larpâv. bıa tovto 20

ol ırkeîoToı vpocırotovvraı ra roıavra Kal ikaÇovebovraı’


14 loTi yap iv abroîs r â elprıpeva. ol 6’ elptoves İtri t 6 İkar-
Tov keyovres 4*^CvovTaı' ob yap
Kİpbovs İveKa boK<w<n kiyeiv» ikKh, <f>ebyovTes rh dyKppov'
pÂkurra bi k<u obroı rcl İvbo^a iırapvovvraı, oîov Kal 2 <ûKpâ~ 25
16 Tîjs iıroteı. ol 8i ret piKph «ol <j>avefM [ırpotnrototî/iicvot]
^avKoıravovpyot kiyovraı Kal evKaTc^povprbrepoL el<nv' Kal
ivlore iikaCovela <f>aCveTaı, olov p t&v Aax<ivo>v iadtfs' Kal
I9ybp p bvepfiokp Kal p kCav İkkeıyfns ikaCovtKOV. oî bi
peTplcos yjvapevot, rp elp<ûveC(^ Kal ırepl ra pp kCav ipiTobb>v 30

8. AvokAm'c? Coraes 14. abıc—15. 4XaC<Si' iırrw alio loco (post 1127'*
22. tlptifiiya) habuisse videtur Aspasius 19. &v koI] &y i}8c7 pr. K«»s
Sy coni. Ramsauer «ot K**; aol & vulg. 20. larpiy K** Asp. :
larpiy vulg» 9tâ tovto om. 21. r i roıovraj rovra 24,
26. Si K**r : Si koI vulg. ^aytpâ <paytp^
M** vpomroıoifityoı seclus. Vahlen 27. tt/KvraippoyıiTİTfpol K**:
oİKaTOippiyriTot V* M** T
85

biri övülecek insandır. Olsa olsa, doğrunun daha azını


söylemeye eğilim gösterecek; çünkü bu, abartmalar tik­
sindirici olduğundan, daha uygun görünüyor. Bir amacı
olmadan sahip olduklanndan daha fazlasına sahipmiş gibi
görünmek isteyen, kötü birine benziyor (yoksa yalandan lo
hoşlanmazdı), ama kötüden çok boş biri gibi görünüyor.
Eğer bir amacı varsa, ün ya da onur için yapanı pek fazla
kınamamalı, şarlatan gibi; ama para ya da para sağlayan
şeyler için yapan daha edepsizdir (şarlatanı böyle kılan bir
olanak değil, yaptığı tercihtir; çünkü huyundan dolayı böyle
olduğundan şarlatandır); tıpkı yalancı gibi: Kimi yalancı 15
yalanın kendisinden hoşlanır, kimi de ün ya da kazanç iste­
diği için yalan söyler. Demek ki ün uğruna şarlatanlık ya­
panlar, övülen ya da talihlilik sayılan özelliklere sahip gibi
görünmek isterler; kazanç uğmna şarlatanlık yapanlarsa,
başkalanna da bir şey sağlayan özelliklere sahip geçinmek
isterler; böylece bunlara sahip olmadıklan gözden kaçabili­
yor; sözgelişi bilici, bilge, doktor geçinmek isterler. Bunun 20
için çoğu kimse böyle şeylere öykünür ve bu konularda şar­
latanlık yapar; çünkü onlarda bu söylediğimiz huylar var­
dır. Müstehziler ise, olandan daha azını söylediklerinden
ötürü, karakter bakımından daha sevimli görünüyorlar;
nitekim onlann kazanç için değil, şişinmekten kaçındık-
lan için böyle yaptıklan düşünülüyor. Bunlar ün sağlayan 25
şeylere sahip olduklannı özellikle inkâr ederler, Sokrates'in
de yaptığı gibi. Küçük ve görünen şeylere öykünenlere ise
‘tilki’ denir ve daha çok aşağılanırlar; kimi zaman da bu, şar­
latanlık olarak görünür, Ispartalılann giysileri gibi; çün­
kü hem aşınlık hem de abartılmış eksiklik şarlatanca şeyler­
dir. İstihzayı ölçülü bir şekilde kullananlar ve çok sıradan 30
86 IV. 7— 8.

Kal i^avfpa clp<t>v€v6fM€voı ^apUırres <f>aLvovTaı. &vrtK€Î<r6aı 17


8* 6 i\aC ^ v <f>a(v€raı a\fiO€vriKÇ' x.€İp<av yâp.
14 Ov<rqs bi Kal i.vaıra6<r€tos iv r<p /3İ^, Kal iv VIIT.
hıaytayTjs ficra TraıStâs, boKtı Kal ivravûa €Îvat 6fit\Ca
1128 • TIS ip.pieX.ijs, Kal ola beî Xiyeıv Kal &s, optoCtas b i Kal İKOİ/eıv.
bıola-eı bi Kal rd iv toiotutois X4yeıv rj toiovtodv İLKOİteıv.
bıjXov b* &s Kal Ttepl ravr İarıv ^epP okrj re Kal İXXeı^ıs 2
Tov p,€<rov. ol pev o^v yeXoC<p ■ÖTrepfiikKovres fiaıpLoko^oı 3
S boKOvaıv elvat Kal <f>opTLKol, yktyopevoı ırâvT<as tov yekoıov.
Kal p.aXXov oTO^a^opievot tov yiKoiTa TTOirjçraı ^ tov kiyeıv
evayrjp.ova Kal pi^ Aüir«y tov aKonTTdpLfvov' ol 8^ pıjr
avTol bv flırovTes pLijbiv yekoîov toÎ s t € kiyov<rı bvayepai-
vovTes âypoiKOi ,Kal orKkrjpol boKOvaiv elvat. ol 8’ ipipLek&s
lo ıtaL^ovres eİTpaırekoı ırpoo’ayopevovTai, olov eÜTpoTTOı' tov
yap rjöovs al Toıavraı boKovtn Kivrjtreus eîvai, &<nrep bi ra
<ri&piaTa İ k t &v Ktınj<r€o)i» KpCveTaı, ovto) Kal Tâ îjûıj. im - i
TTokâCovTOs b i TOV yfkolov, Kal T&v ırkeCarmv xO'^povTtov Tij
ıraıbıâ ko.1 t ^ a-K<&ırretv pAkkov îj beî. Kal ol ficapMkS^oı
ıs eiırpitrekoi trpoaayopevovraı &s \apU vres’ Sti bi 8ıa<^e-
povcrı. Kal ov pnKpov, İ k t &v elpripÂviûV brjkov. t^ piiajf 8’ 6
İ^eı oIk€Îov Kal ^ imb€^ı6Trıs iarCv tov b* imbe^Cov i<rrl
ToıavTa kiyeıv Kal âKOveıv ola t^ imeiKcl Kal ikevÖepltp
âppiOTTeı’ İcrTi yâp Tiva ‘Rpiıtovra r y roıot/r^ kiyeıv iv
20 7raı 8ıas Kal İKoâetv, Kal ^ rot) ikevdeplov vaıbıâ 8ta-
<ftipeı Ttjs TOV âvbpaTTob&bovs, Kal ırtTraıbevpiivov kolI iıraı-
bevTOV. îboL 8' &v TIS Kal İ k t &v K<opnpbı&v t &v nrakaı&v 6
Kal r«ır Koıv&v’ toİs piiv yâp îfv yekoîöv fj aUrypokoyCa,
Toîs 8^ pAkkov fj vvâvota' bıa<f>4peı 8’ o8 puKpov raüra

31. ante iı<Tiıt*«rtfaı add. koI 1128* 8. #* om. K* M* . 9. 4-


ypoiKoı K**: İyptot vulg’. 16. ^k ] ko) İ k 21. w tw atiıvuivov
K** r : o/ TOV K tva ıitvfu vo v L**: aS tov woırat9ovfiivou M**
86

ve gözle görülür olmaya»^şeylerde istihza yapanlar ise se­


vimli görünürler. Demek ki şarlatan doğru söyleyenin kar­
şıtı olarak görünüyor, çünkü o daha kötüdür.
Yaşamda dinlenme diye bir şeyin de olması ve bu sırada
zamanın şaka ile geçmesi sözkonusu olduğuna göre, burada
da zarif davranmadan sözedilebilir gibi geliyor —neyi, nasıl 1128a

söylemek ve dinlemek gerektiği konusunda. Şu ya da bu in­


sanlarla konuşmamız veya şu ya da bu insanlan dinleme­
miz arasında fark olacaktır. Bunlar konusunda da ortaya
göre aşmlık ve eksiklik olduğu açıktır. Güldürmede aşınya
kaçanlann şaklaban ve ağzı bozuk olduklan düşünülüyor; 5
bunlar her şekilde güldürmeye çabalarlar ve efendice konuş­
maktan ve şaka yaptıklan kişiyi gücendirmemekten çok, gül­
dürmeye bakarlar. Kendileri gülünecek hiçbir söz etmeyen ya
da güldürücü şeyler söyleyenlerden hoşlanmayanlann ise
dağdan inme ve kuru insanlar olduklan düşünülüyor. Zarif
bir şekilde şaka yapanlara ise kıvrak zekâlı denir, kıvrak
insan dendiği gibi; çünkü bunlann, karakterin devinimleri 10

olduğu düşünülüyor ve nasıl bedenler konusunda devinimle­


rine bakarak yargıda bulunuluyorsa, karakterler konusunda
da bunlara bakarak yargıda bulunulur. Güldüren şeyler bol
olduğu için, çoğu kişi de eğlenceli şeylerden ve şaka yapmak­
tan gerekenden çok hoşlandığı için, şaklabanlara da, sevimli
olduklarından ötürü, nüktedan denir; ama aralannda bir
fark, hem de küçümsenemeyecek bir fark olduğu, söyledikle- 15
rimizden açıktır. Bunlann orta huyuna yakın olan bir de yol-
yordam bilme vardır; doğru ve soylu kişiye yakışan şeyleri
söylemek ve dinlemek yol-yordam bilenin özelliğidir, çünkü
böyle bir insanın eğlencede söyleyeceği ve dinleyeceği, ona
yakışan bazı şeyler vardır ve soylu insanın şakası ile köle 20

ruhlu olanınki farklıdır, eğitilmiş kişininki de eğitilmemiş


olanınkinden farklı. Bu, eski ve yeni komedyadan da görüle­
bilir; nitekim eskilerde güldüren şey açık-saçık sözler, yeni­
lerde ise daha çok imâdır; bunlar ise efendilik bakımından
IV. 8—9. 87

7 vpbs c^Kr)(î)fU>(r^ın)v. v6r€pov otv rbv eS aKdtmovTa bpıariov 25


\4y€Uffirı imp^ıni kktvOephp^ rj \v v ilv rbv i,KOvovra
ıj Kal r4pır€iv} fj Kal t 6 y t toiovtov io p ıa ro v ; &Kko yap
8 AAX^ pıcrrfTbv Kal roıavra Kal İKo4f<r€TOi' & yhp
9 ivop4p€i İMoöoiv, ra v ra Kal ıtoıtlv boKfî. ov hiı ttav Ttov^otv
ro yâp OK&pjia \oijb6pı\y ti i<rr(v, ol tk vopaOiraı tvıa 30
10 \oiboptXv Kû>Xt;ov<rw* I8c( 8* t<ra>s Kal a-K^ırrav. 6 \apU ti
Kal 4X.ev$4pıos oihrug 4 (fi, oîov pdpu>s itp kavr^. rotovrog pkv
obp 6 pÂoos iorLvy tir* imS^^ıoç elr cvr/MlıreAcs \4yerai. 6
bk fi<opoX6\os jjTTUP 4<ni rov yf\oiov, Kal o ^ e kaurov ovt€
TÛv İXX<ov imt^ofutpos f i y^X«ara vot^on, Kal roıoGra \4y<ap 35
&p o^ kp &p ftiTOi 6 \apUigi İpıa d* ovb* âp İKOvoaı. 6 6* H28 ’
İypoiKog fU Toff roıaöras 6p,ıklas &xp€Îos' oiâkv ycip crvp-
11 fiaXX6fjxpog vSurı bv<r\(pa(v€t. boK€t bk 17 İLvİTrav<ns koI 17
12 ‘iradili 4v ry filtp fîpai &vayKaîop. rpfîg obu al dpripÂpaı
4p luo&rtfrts, d al bk Traoaı rrcpl Xoy<t>p rıvâp 5
Kal ttpâ^fiop Koıvüiptav, bıa^4pov<n b* brı 4j pkv ır^pl &kri~
ûftdp koTip, at bk vfpl rb ^bıi, râp bk Vfpl ttip ^boprfv
4j pkv 4p raîs ıraibtaU, 4} b' İ p raîs Kara rbp &XXop Ş(op
bpıkCaıs.
IX . ITepl aîbovg <Sy tivos ipeTİjg ov npoon^Kft k4y€iv 16
TtaOd yap pâKKov 4oiKep rj 4^(l. dp^^eraı yovp <f>6^os rts
2 âbo^ias, Kal âıroTf\eÎTaı r£ ırepl râ Setı^a 4>6^ıp vapaTt^rj-
oıop" kpv6paCvovTaı yap ol al<ryyv6p€V0iy ol 8e rbv dâvarov
t^o^ofûptpoı d>ypı&<nvt ' ocupariKcL brı <j>aCv€Ta( Troig tlvaı
8 âp<f>6r€pa, Svtp boK€Î ıridovs pâXXov rj 4^€a>s eîvai. ov 15
ırdoTJ b* rıkiKC(f, rb rridos app6Cfh ^ X i rfi v4tı. oISpfûa

26, filf Aırptır^ K'*: ftif 8 wp/reı F : 8 wp6r*i L** M** 35. ravra K**
1128** 1. tfwoı İty K*^ F 2. Srypoucot coni..Coraes : İypıos codd. 4.
ircefKola 8. 8 8‘ ir rats] at t i 11. oir K** r 12. aai
InrortKtîraı K**: bror*\ttraı ti L** F
87

az fark göstermiyor. O halde iyi şaka yapanı hangi özelliğin- 25


den, soylu insana yakışmayan şeyler söylememesinden mi,
yoksa dinleyeni incitme^ıesi ya da neşelendirmesinden mi an­
lamak gerekir? Yoksa böyle bir şey belirlenemez mi? Çünkü
başka başka insanlar başka başka şeylerden hoşlanmaz ya da
hoşlanır; dinleyecekleri de böyledir; çünkü bir insanın dinle­
meye tahammül ettiği şeyleri söylediği düşünülüyor. Her şeyi
de yapmayacaktır, çünkü alaylı şaka bir çeşit hakarettir ve 30
yasa koyucular bazı hakaretleri yasaklarlar; belki de alaylı
şaka yapmayı da yasaklamalan gerekirdi. O halde sevimli ve
efendi adam, sanki kendisi kendine yasaymış gibi olacak.
Orta olan insan böyle biridir, ister ona yol-yordam bilen,
ister nüktedan densin. Şaklabanın ise güldürücü olana zaafı
vardır, güldürmek sözkonusu olduğu zaman ne kendini ne de
başkalannı sakınır; sevimli birinin söyleyemeyeceği, hatta 35
bazılannın dinleyemeyeceği şeyler bile söyler. Dağdan inme 1128b
insansa böyle konuşmalar için işe yaramaz; çünkü buna hiç
katkısı olmadığı gibi herşeye de gücenir. Oysa dinlenme ve
şakanın yaşam için zorunlu olduğu düşünülüyor. O halde
yaşamda sözünü ettiğimiz üç türlü orta olma vardır, hepsi de
bazı konuşmalara ve eylemlere katılmayla ilgilidir. Arala- 5
nndaki fark, bu ortalardan birinin doğrulukla, ötekilerin ise
haz verenle ilgili olmalandır. Hazla ilgili olanlardan da biri
şakalarda, öteki ise yaşamdaki başka ilişkilerde sözkonusu-
dur.
Utanma konusundan bir erdem olarak sözetmek
pek yerinde değildir, çünkü bir huydan çok duygulanıma
benziyor. Çoğu kez kötü ün korkusu diye belirlenir; felâket­
lerden korkmaya benzer bir şekilde oluşur: Nitekim utanan
kişiler kızanr, ölümden korkanlar ise saranr. Bunlann her
ikisi de bedensel şeyler olarak görünüyor, bu da huydan
çok duygulanımın bir özelliği olarak düşünülüyor. Aynca 15
bu duygulanım her yaşa değil, gençliğe yakışır. Nitekim
88 IV. 9— V. I.

yap b(îv Tovs Ti]XiK<rifrQvs albiQpMvas cZvaı ö ıi rd v a £ n C^v-


*ras ttoAA.^ &pLaprâv€iv, "UTrb t^ s albovs 6e Ko\v«rdaı' Kal
İTtaıvovp,fv T&v p.iv vktûv roî;s alb’/fp.ovas, ırpca’^VTepou 5’
20 ovöels ivaıviaeıev Srt al<r)(yvTrf\.6s' ovbhf yap ol6p.€0a beiv
avTÖv ‘irpirreıv €<f> ots io rlv alcryjuvr]. ovbe yap imfiKovs 4
iarlv ^ alax^vrj> eîıre/) yıı/erat ^ırl toîs <f>o6Koıs (ov y^p
TrpaKT^ov ra roıavra’ ei 6’ ia rl ra pev Kar dA^öetay alayjpa S
b'k K a r â bo^av, ovbiv bıa<t>(pft' ovbircpa yap ıtpaKTİa,
*5 <3ot’ ovk alayvvTİov)' <(>0 6 X00 8e Kot ro eıvat toiovtov oÎov 6
Trpctrreiv rı râ v ato^p&v. to 6’ o6ro>f <5<rr* el ırpâ^aı
Tl T&v toio6 t < ûv aloyiiveodai, Kal 6ıa tovt otetrdaı kvıeiKij
eîvai, Atottov' ^ttI toIs İ kovoCois yap ^ alb<6s, b* â
emeiK^s oibiırore vpâÇeı r a <f>avXa, etrı 8’ bv 17 albb>s e^ 7
30 İTrod4<rea>s kıtıeiKİs' et yap trpA^aif al<ryyvoır Av' ovk lort
8c rovTO Ttepl rdy AperAs. el 8’ fj AvaKryyvTİa <f>avXov Kal
t 8 p.^ al 8cîcr0aı r â alo\pb TrpArreıv, ovbev p.aXXov tov
ra roıavra ırpaTTOvra al<rx6ve<rdaı imeiKes. ovk ecrrı 8’ ovb* 8
^ eyKpâreıa Aperr], aW A rıs pnKTij' Seı^ö^oreraı 8e trepl
3 5 avrrjs 4v roîs Aarepop. vvv be Trepl biKaıo<rvvr}s elırap-ev.

1129 E.
Ilepl 8e biKaıo<r6vrıs Kcît ibiKlas <rKeTrr4ov, Trepl ıroCas
re TvyyAvov<rıv ob<r<u ırpâ^eıs, koI ttoio p,e<r6rt\s iorlv ^
5 biKaıo<r6vi], koI rd bUaıov rlvrov pÂ<rov. ^ be a-K4\f/ıs fıpxv 2
İ 0 T û > K o r a T ^ v avT^v fxeâobov toîs 7rpoeıprip,evoıs. Sp&pıev 8 ^ 3
Trâvras rrjv TOiavrrjv 4^ıv ^ovXop.4vovs \4yeiv biKaıorrvvrjv,
A(f> TrpaKTiKol r&v biKauav ei<rl Kal a<f> biKaıoTrpa^-

26. 068* r Koi t 6] rh r : 9tiı rh Rassow: fort. «col rŞ 28. lucov-


O e» *
trioıs K*» 30. yİLp om. K» 82. rhy K»» L»»: M» «/v« TK l
roıavra K*' r : ravra L** M**
88

duygulanımlarla yaşayıp, pek çok yanılgıya düştükleri için


gençlerin utangaç olmalan ve utanmanın onlan [bazı şeyleri
yapmaktan] alıkoyması gerektiğini düşünürüz; utangaç
gençleri överiz, oysa utanan bir insandır diye yaşlı birini hiç
kimse övemeyecektir; çünkü onun, utanç verici bir şey yap- 20
maması gerektiğine inanıyomz. Kötü şeyler yapmaktan
meydana geliyorsa, utanç duyma doğm bir insanın da bir
özelliği değildir (çünkü bu tür şeyleri yapmamak gerekir;
bunlann gerçekten çirkin şeyler olmalan ya da öyle sanılma-
lan arasında da hiç fark yoktur; her ikisini de yapmamalı ki
utanmak gerekmesin); çirkin bir şey yapabilecek bir insan, 25
olması ise kötü insanın özelliğini oluşturur, ama böyle bir
şey yaptığında utanacak bir insan olması, bundan ötürü de
doğm insan sayılması yerinde değildir; çünkü utanma, iste­
nerek yapılanlarda meydana gelir, doğm insan da hiçbir za­
man isteyerek çirkin şeyler yapmayacaktır. Utanma ancak 30
varsayılarak doğm bir şey olabilir, kişi bir şeyi şayet yapar­
sa, utanacaktır, demektir; oysa erdemler konusunda bu
böyle değildir. Nitekim eğer utanmazlık ve çirkin şeyler yap­
maktan utanç duymamak kötüyse, böyle şeyler yapanın
utanmaması hiç yerinde olmaz. Aynı şekilde kendine ege­
men olma da bir erdem değil, bir kanşımdır, bunu daha
sonra göstereceğiz. Şimdi de adaletten sözedelim. 35

BEŞiNCİ KİTAP 11299

Adalet ve adaletsizlik üzerine düşünelim: Hangi ey­


lemlerle ilgili oldukla nnı, adaletin nasıl bir orta oldu­
ğunu, hakkın da nelerin ortası olduğunu. Düşünmemiz de
daha önce söylediklerimizdeki yolu izlesin. Şimdi görüyomz
ki, herkes insanlann, adil olanı yapan insanlar olmalannı,
adil eylemlerde bulunmalanm ve haklı şeyler istemelerini
V . I. 89
yotKrt Koti ^oUkovraı, râ hUaıar t 6v airrov Se rpovov Ka\
ırcpl âlbuclaSi iAiKovaı koI ^ ovKovtm rd &biKO, bı6 lo
4 Kal ^ııw ırp&TOP &s İ p râvif iıroK€(<r0<t> Tavra, o ib i ydp
TOP avrdp T p 6 v o p i v l re t & p imorruft&v koİ hvp&pLioiv
Kal ^ırl T&P İ^€(ûP. bıSpofits pxp ydp Kal imcrTrnır\ boK€Î
T&p ipaPTİmp 7 aiMı eîpcu, İ^ıs b* ^ havrCa t&p havrCmp
ob, oîop âırd r^s byuCas ob v-pdıreraı râ epapria, âWâ 1.5

râ ^ leıvd /jlopop’ kiyop-tv yap iy u iv & s ^ablCeip, brav


5 ^abCCn bp 6 bykalptpp. vokkâKis fiip oZv yj/tupı^craı ^
İpapTİa Ifis dırd r^s ipoPTLa^^ ırokkâKis bi al İ$€is İltto
T&p ivoK€ifi4ptnP' iâp Tf ybp t! €V€$ia rj <f)ap(pâ, Kal ^
Kax€((a ^opfpâ yCperaı, Kal İ k t &p €V€ktik&p ^ tvf^la 20
Kal İK rab-nıs rh cveıcriKd. el yâp İ otip rj €ve$la -nvKPOTtıs
<rapK6s, ipdyKTi Kal t^ p Ka\€^lcof eîpoı ıuxp6rn\Ta trapKOS
6 Kol t6 ebfKTiKOP rb vouiTUibp ırvKvdnjros ip «ropKl. aKoXov-
0 f î b' m M rb vokb, iâp 0 âTfpop -nk€Opax&s kiyriTaı,
Kal 0İTtpop Trk€opox&s kiyeadaty ohp el rd bUaıop^ koX rb 25
7 ÂbiKOP. İoiKf bi vkfOPax&s k4yf<r0ai b biKoıoavprı Kal b 2
âbiKCa, okka bıb rb trûpeyyvs €Îpaı t ^ p bpMPvpiap avr&p
davddvcı Kal odx &cm€p ^ırl t &p Ttoppio $17X17 pAkkop,
yâp bıa<l>oph ıtokk^ı ^ Kara r^v Ibiav) olov Sn Kokeîrat
kAcI; öpMpvpuos ij re vırb rbp avx4pa t &p 30

8 âSpas Kkfiovo'ip. €lkrl<f>0<a b^ â SbiKos 7ro(rax&s ktyeraı.


boK€Î bil s re vapâvopLos SbtKOS eTvat koI 6 ırkeop^Krıjs Kal
Spuros, &(TT€ brjkop S n Kal [d] dtKaıoç lorat 5 re vâp,ıpMS
Kal ö îa-os. rd pikp SCkoiop &pa rb pSpifiop Kal rd îtrop, rd

1120*24. B irtpoyT: Birtpa codd. 25. Odr^porT: Bdrtpa codd.


t8 ilKoıoy Kol om. 26. post (itiKoi' add. Kcd q 48uc(a K** 32.
817 scripsi: 8^ codd. 33. İyuros^ ttu m ı pr. K**: 8 İyuros vul|r. 8
seclusi 34. 8 om.
89

sağlayan huya ‘adalet’; aynı şekilde insanlann haksızlık


yapmaya ve haksız şeyler istemeye götüren huya da ‘adalet­
sizlik’ demek istiyor. Bunun için biz de ilk önce bunlan lo
biçimsel olarak kabul edelim. Nitekim bilimler ve olanaklar
ile huylar konusunda durum aym değildir. Çünkü karşıtlann
olanağının ve biliminin aynı olduğu; oysa İmrşıt huylann
olduğu, ama karşıtlann huyunun olmadığı düşünülüyor;
örneğin sağlık ancak sağlıklı şeyler yapmaya götürür, i5
karşıtlannı değil. Nitekim sağlıklı biri gibi yürüdüğü zaman
kişinin sağlıklı 3mrüdügünü söyleriz. Bir huy sık sık karşıtın­
dan bilinir, çoğu kez de huylar taşıyıcılanndan tanınır;
çünkü eğer bedenin sağlam olmasının ne olduğu açıksa,
sağlam olmamasının ne olduğa da açık olacak; nitekim
eğer bedenin sağlam olması etin sıkılığı ise, sağlam olma- 20
ması etin gevşekliği olur; sağlam olmaya götüren şeyin eti
sıkı kılan şey olması gerekir. Eğer iki karşıttan biri birkaç an­
lamda kullanılıyorsa, çoğu durumda arkasından öteki­
nin de birkaç anlamda kullanılması gelir; örneğin ‘hak’tan 25
birkaç anlamda sözediliyorsa, ‘haksızlık’tan da birkaç
anlamda söz edilir. Nitekim adalet ve adaletsizlikten bir­
kaç anlamda sözedildiği görünüyor, ama aynı ad altında
sözü edilenler çok yakın olduğundan, bu gözden kaçıyor
ve uzak olanlardaki gibi açıkça görünmüyor (çünkü ide
bakımından fark büyük fark oluyor); örneğin hem hayvan-
lann uyluk kemiğine hem de kapılan kilitleyen şeye aynı adla 30
[Yunancada] anahtar^^ denir. O halde adaletsiz insandan
kaç anlamda söz edildiğine bakalım. Hem yasaya uymayan
insanın, hem çıkarcı insanın, hem de eşitliği gözetmeyen in­
sanın adaletsiz olduğu düşünülüyor. O halde açık ki, yasaya
uyan insan da eşitliği gözeten insan da adaletli olacaktır.
Öyleyse ‘adalet’ yasaya uygun olanda ve eşitliği gözetende.
90 V. 1.
1120 ^ 5* İdiKOv ro napdvofiov koİ rd &PLffov. cırci ıtkeo- 9
vİKrrjs 6 İbiKos, Trepl Tİyaââ İaraı, o i Trdpra, iW â ırepl
S<ra firv \ ıa koI irv \ ia , h i<rrl p iv ârrkm âel âyadti,
rıvi d' oiiK âei. ol d* &vûpoDvoı ravra ei^ovraı Kal ditİKOvariv
5 Set S’ oiy âkX’ (vy^ca-dat p lv rh âyada ıcal a^oîs
Ayada e7vat, alpeıadaı 8i rh avToîs Ayaöd. 6 S' &8tKos 10
oİ k ael To ttkiov alpeîraı, &XXa koI ro İkarrov M t &v
Aırk&s KaK&v' dAX’ ort Sofcet k< u t 6 peîov kokov AyaOov
ırtoy eZvat, rov 8* âyaûov io rıv ^ vkeovfiCa, 8ıa tovto 8ok€Î
lo ırkfovİKTTis eZvat. Karı 8* &vı<ros" roOro yap V€pUyeı Kal li
3 Koıvov, ’E ttcI s’ & ırapâvopos&8ikos rfv 6 8i v6fupos 8İkoioç, 12
8rjkov 8 n Trdvra ra vdjjLiiJLd ia r i ‘ircos öiKaıa* rd re ydp
&pı<rp,4pa iv 8 rfjs vop.o$€Tucrjs popıpid iarty Kal İKaarov rod-
T<ûv 8(Kaıov fîva( <f>ap€P. ol pdpoı dyopedovaı V€pl hrcdp- 13
15 rtov, aroyağdpfpoı rj rov koip§ avfKfttpopros rra<rıp if rotr
ipC&rots ^ roty Kvpioıs [«or* Âper^v] rj icar’ Akkop rıpâ rpo-
vop roıovrop' £ore İpa p ip rpdırop 8İKaıa kiyop€V rh rtovtj-
riKO, KoX <f>vkaKriKa ev8aipopCas Kal rûp pop(u>v aİrrrjg rfj
voktrtKrj KOtPûipCq. ırpocrrctrreı 6* 6 vopos Kal ret rov Av- 14
20 8pe(ov Kpya ttolcIp , oÎop pr} k€Cır€ip rrjp rd^ıp prj8i <f>€dy€ip
prj8i pLTTTfÎp ra oırka, Kal rd rov <r(&<f)popos, oîop p^ poı-
yevfip pjj8' v^plÇtip, Kal ra rov ırpdov, oîop prj rvırreıp
pt]8i KaK7fyop€ÎPf 6poC<as «at ıcora ros İk k a s Aperos
Kal poydtfpias rd p ip K(keva>p rd 8* âvayopedeop, 6p6&s
25 p ip 6 K((p(pos opdâsy ytîpop 8* 6 Aırecr^eStaaft/voy, adrrf 16
pip oîv ^ SiKaıoavın; Aper^ pep itm reXe£a, AAX’ oi/y inrk&s

1129^ 1. ıtKfoviıcnts K'’ M** T : «ol ıtKtovtKrrıt L* 2. t<rraı om. K*»


8. |tc7ov] nİ! K** L** 10. İtrrtt Vermehren 11. post Koırdr add.
« o l Topiyofios' t o S t o ydpt h rre^myofiia Ifroı ^ iyurirrıs, 9tpUx*^ wâray
iSuclay koI Koıviy i m nâfffis iStKlas L** M** T 16. kot* iptrijy om.
: tj KOT* iptTİıy T 23. ıcol r i kotİ L** 25. raArıp K**
90

‘adaletsizlik’ ise yasaya aykun olanda, eşitliği gözetmeyende 1129b

olur. Adaletsiz insan çıkarcı olduğundan iyilerle ilgilenecek­


tir, ama hepsiyle değil; ancak talihlilikle ve talihsizlikle ilgili
olan iyilerle, ki bunlar kendi başlanna hep iyidirler, ama ki­
misi için öyle değildir. Yine de insanlar bunlan dilerler ve
peşinden koşarlar; oysa böyle yapmamalı, kendi başlanna
iyi olan şeylerin bizim için de iyi olmasını dilemeli ve bizim
için iyi olanlan tercih etmeli. Adaletsiz insan her zaman da­
ha fazla olanı tercih etmez, kendi başlanna kötü olanlarda
daha azı da tercih eder, ama daha az kötü olanın belli bir şe­
kilde iyi olduğu düşünüldüğünden, çıkarcılık da iyiyle ilgili
olduğundan, bu insamn da çıkarcı olduğu düşünülüyor, ona
eşitliği gözetmeyen diyelim; çünkü bu söz daha kapsamlıdır 10
ve ikisini de içerir. “Yasaya uymayan adaletsizdir, yasaya
uyan adildir” dediğimize göre, açıktır ki, yasal olan şeyler
bir anlamda haklı şeylerdir. Nitekim yasaya uygun olanlar
yasama sanatı tarafından belirlenenlerdir ve bunlann herbi-
rinin hak olduğunu söylüyoruz. Yasalar ise herkes için ko­
nulur: Ya herkesin ortak yarannı ya da en iyilerin yarannı, 15
[erdem bakımından] başta olanlann yarannı ya da bu tür
bir başka bakımdan yararlı olanı hedef edinirler. O halde
politik toplum da^ mutluluğu ve onun öğelerini oluşturan ya
da koruyan şeylere bir anlamda haklar diyoruz. Yasa, yiğit
insanın yaptıklannı —örneğin siperi terketmemeyi, kaçma- 20
mayı, silâhları bırakmamayı—, ölçülü insanın yaptıklannı
yapmayı —örneğin zina yapmamayı, hakaret etmemeyi—,
sakin insanın yaptıklannı yapmayı —örneğin vurmamayı,
kötülememeyi— buyurur, diğer erdem ve kötülüklerde de
aynı şekilde bazı şeyleri emreder, bazılanm da yasaklar; ya­
sa doğru ise bunu doğru bir şekilde, gelişigüzel yapılmışsa
daha kötü bir şekilde yapar. O halde bu adalet kendi amacı­ 25

nı kendinde taşıyan bir erdemdir —ama kendi başına değil.


V. 1—2. 91

dAAa v p o s İ T i p o v . K al h ta r o v r o voW İ k is K p a T la n n r& v


ap€T& p ( î v a i b o K fî 17 biKaıo<ruvt), K al oij$* İ< nr€pos
ovT<a d a v p a a r o r K a l t t a p o ı p ı a Ç o p tv o i <f>ap€V * 'i v 6 i 5uato-
<rûvıı t r u k k ^ f i b r j v v a c r a p t r ^ İv ı* * K al T fk e C a p A k ı o r a ip fn j, 30
oTi Tİjf TtkfCas İLptTTİs icTTiv, TfAeitt 6* iarrCv, Srt â
€\u>v aîrnıv K al TTpbs İ T f p o v bvvarat rp itp^Tfj \ppa-dai,
aXX' o i p6vov K ad' abrov’ ırokKol yhp iv p iv t o î s o I k ^Co h
.T ji âpfrfi büvavraı xprja’6 ai, iv b i t o î s Trpos İrepov döwo-
16 T o v a ıv , K al b ı a t o Ot o c b boK €t B la v r o S f a r ı iıpx,V 1130'
âvbpa bfi^fC v p b s İ r e p o v y a p K al i v K oufm vif^ rjbti 6 a p \o > v.
17bıa bi rd avrb t o v t o K al iXXoTpıov ayaBöv boKCİ tîvai rj
biKoıoabvp pLovr\ r&v ip€T&Vf Sn ırpbi İrepov i<mv' &Wtp
18 y a p Ta <rvpxj>ipovra ırpdrreı, rj S p x p v n rj Koıvatvip. K(İKt- 5
oTOf p i v o Z v 6 Kal rrp bs a v r ö v K al trp b s r m s <f>lKovs xp < ap^vos
Tp p o \$ r\p L (^, a p ı a r o s b ' ovx S rrpbs a v r o v r fj S p e r p iX k a
19 ırp d s İ T t p o v ' r o v r o y a p İ p y o v x .a X e jr6 v , aS rp p ^ v ovv ^
biKoxo<rvvr\ o v p  p o s a p t r p s dXX’ S k p i p e r p i a r ı v , o i b ’ p iv->
20 a vrC a & biKİa p i p o s K aK İas dX\* S K p K aK İa. rC b i bta<f>4p€i 10
^ a p e r p K al p b iK o ıo a v v p a S r p , b p \ o v İK r â v t i p p p i v o i v '
ia r t p iv yap p avrp , rb b* f l v a ı o v r b ab rS , a X X fj p ^ v
TTpbs İT € p o v , b iK a to a itvp y ^ b i r o ı d b e İ ^ ı s a r t k â s , â p e r p .
II. Z p r o v p tv b i y€ rp v iv p ip tı S p t r p s b iK o ıo a v v p v ' lo r t 4
yâp TIS, o ts <ftap4v. b p o liû s b i K al v t p l ÜbutCas r p s K a r a 15
2 p ip o s. a p p e io v fi’ o n İa n v ' K a ra pkv ybp ras iX X a s
p o \ 6 p p i a s S i v t p y & v dfitKeî pÂVy v k e o v f K T t î fi’ o v b i v , o î o v
6 p ijlfa s r p v â a v i b a b t â b u K C a v p k o k &s flıtb tv b ıa
TT orpra p o i f io p O p a a s x p p p a < rı fit’ â v f b t v O t p l a v ’ S r a v b i
7r\€O V€KTp, ı r o k k â K is K a r o v b fp C a v r & v r o ıo Z n a v , â \ X a p p v 20

30, iptrfi V tik Ber;|fk 31. 3r» ante 6 om. K* 1180* 1. ipx^
12, ^ r : ^ L** M** 13. ^ Sutoıoo^nf L* 17. i om.
91

bir başkasıyla ilişkide bir erdem olarak— bu nedenle sık sık


adaletin erdemlerin en önemlisi olduğu düşünülüyor —ne
akşam yıldızı ne de sabah yıldızı böylesine harika bir şeydir.
Nitekim şu atasözümüz de vardır; “Adalette bütün erdem bir­
amda bulunur”^^. Kendi amacım kendinde en çok taşıyan er- 30
demdir, çünkü kendi amacım kendinde taşıyan erdemin tam
kullanılmasıdır. Tamdır, çünkü bu erdeme sahip olan yalnızca
kendi kendinde değil, başkasıyla ilgili olarak da kullanabilir;
nitekim pek çok kişi kendi işlerinde erdemi kullanabilir, ama
başkalanyla ilgili olarak erdemle davranmazlar. Bunun için de
Bias'ın"^^ “adamı makam gösterecektir” sözü çok yerinde gö­ 1130a
rünüyor; çünkü yönetici zaten başkalanyla ilgisinde yönetici­
dir ve başkalanyla ilişki içindedir. Bu aynı nedenden ötürü er­
demler içinde yalnızca adaletin, başkalannın iyiliği için oldu­
ğu düşünülüyor; çünkü bir başkasıyla ilişkide sözkonusudur.
Çünkü o, başkasına -bu ister yönetici ister ilişkide olan insan
olsun, başka birine- yararlı olan şeyler yapar. Böylece hem
kendine hem dostlarına karşı kötülükle davranan kişi en kötü
insan, ama kendisine değil başkasına erdemle davranan insan
en iyi insandır; çünkü bu güç iştir. O halde adalet erdemin bir
parçası değil, erdemin bütünüdür, karşıtı olan adaletsizlik İse
kötülüğün bir parçası değil, kötülüğün bütünüdür. Erdem ile 10
bu adaletin arasında ne fark olduğu söylediklerimizden belli­
dir; bu adalet erdemle aym şeydir, ama adaletin olduğu şey ile
erdemin olduğu şey aynı değildir: Başkasıyla ilişkide sözko-
nusu olduğunda adalettir; kendi başına böyle bir huy sözko-
nusu olduğunda erdemdir.
Burada erdemin parçası olan adaleti anyoruz; çünkü de­
diğimiz gibi böyle bir adalet vardır. Aynı şekilde kötülüğün 15
parçası olan adaletsizliği de ele alacağız. Öyle bir şeyin oldu­
ğunu şu gösteriyor: Başka kötülükler sözkonusu olduğunda,
kötülük yapan bir haksızlık yapıyor, ama kendine çıkar sağla­
mıyor: Örneğin korkaklığından dolayı kalkanını atan, öfke- 20
92 V. a.
oitbi Kara ıtâtras, Kara ı:ovr\pLav bi y€ r«/<4 {^iyofiev yip)
Kol KOT âbtKCav. İarıv &p &XXrj rıy ibiKCa «s p-epos 3
T^s 5A.7JS, KOI ÂSiKov rı pipti tov SKov ibİKOv Tov ‘Kapa
Tov v6pov, Irt €İ h pkv tov K€pbatv€iv İv€Ka potyeûa. Kal 4
25 ‘jrpo<rXapfidv<ûv, h bi TrpooTiûfls küI bı’ imûvptav,
bÜTOs p€V İKrfAooTos b6 ^€i€V hv ftvai paKkov fj ırkfovİKTr^St
İKCÎvos b* âbiKOS, AkoAootos b' ov‘ brjkov &pa Srt bıh t6
Kcpbalv€iv. İ t i ırcpl p^v t o AAo vâvra âbiK^para yivtraı 5
rı İTtava<popa kiri n va poydrjpCav i d , olov tl ^pol\€va€v^
30 lir* d,KoXa<r[aVf fi lyKOTİAtıre tov ıropooroTTjı;, liri bfikCav,
fi İTrdra^fv, lir’ Spyı^v' fi b* ^Kİpbavfv, h t ovbfplav po\dt]~
piav dAA’ rj lir’ abiKCav, &<nf (pavfpbv 8ti l<rn tiç ibiKla 6
ıropo T^v 8\rıv &XXrı İv p^pft, ırvv^vvpos, 8ti 6 Spıarpoi İv
1180 **T^ avT^ y lv fi’ &p<l><o yap İv Ty trpbs fTfpov l^ovo-ı t^ v
bdvapıVt AAA’ /xI v ırcpl TipTfv rj \pripaTa rj trurrr)pLaVy rj
fî TivL İ\OLpfv Ivl dvopaTi rtfpıkafifîv toûto ırdvra. Kal
öt* ^Sov^v T^v dırö tov K^pbovs, ^ fil Trepı dıravra ır«pı fiva
5 6 o’iroufioîos.
6 "^Oti plv oîv eitrlv ol fitKOtotrdvot ırAcfovs, koI 5ti lort tis 7
Kol İTcpo ıropd T^v oAıjv dpcTi^v, brjkov t Cs fil koİ rroCa
TIS, kr\ıtTfov. fitcSpıoTot fil) To âbiKOv To Tf Ttapâvopov Kal 8
TO &VKTOV, t6 fil bUaiOV TO Tf vdpıpov Kal TO îaov. KOTİ
10 plv ofiv Tİ Ttapâvopov rj rtpoTfpov flprıpivrj âbiKİa ^(ttIv. lırfi 9

fil Tİ âvıarov Kal t 6 Ttapâvopov ov Tovrbv âkk* İTcpov a s pâpos


Ttpbs 8kov (to p fv yap âvurov ârtav Ttapâvopov, to fil Ttapâ-

22. İp* scripsi: yiıp K’’: İpa yt L** M** 24. J?ti3 İ ti K** 26. pA\-
Xoy S6(et (Tvaı K'* 27. 4p«] yitp T 31. tl J’ iırdira^€V K** L**
IİSO** 4. rrivra K** • 6. tMv al : tM vulg. 8. 8i K**
10. piy oSy om. K** 11. ırapdyopoy'] ırAİoi' L** : ırapdyopoy
ır\4oy K** r &s p4pos] Sıt p4pos Kal : fort. Kal pipos 12. t 8
p^y—13. İyuroy} t 8 piy yiip rrkioy &way âyuroy t 8 8* İyt<roy ob ırây ır\eoy
92

lendiğinden dolayı kötü söz söyleyen ya da cimriliği yüzün­


den para yardımı yapmayan gibi; oysa bir çıkar sağladığı za­
man, çoğu kez böyle bir kötülükten ya da bütün bu kötülükler­
den değil, belirli bir kötülük yüzünden (çünkü kınanz onu) ve
adaletsizlik yüzünden yapar. O halde tüm adaletsizliğin par­
çası olan başka bir adaletsizlik ve yasaya aykın olma anla­
mındaki tüm haksızlığın parçası olan bir haksızlık vardır.
Eğer biri kazanç için ve para alarak zina yapıyorsa, bir baş- 25
kası ise arzusundan dolayı para vererek ve zarar görerek ya­
pıyorsa; İkincisi çıkarcıdan çok haz düşkünü, birincisi ise
haz düşkünü değil adaletsiz olsa gerek; çünkü bunu kazanç
için yaptığı açıktır. Aynca bütün öteki haksız eylemlerde
hep bir kötülükle ilgi kurulabilir; örneğin eğer biri zina yapı­
yorsa haz düşkünlüğüyle, eğer silâh arkadaşını terkettiyse
korkaklıkla, birine vurduysa öfkelilikle; ama eğer kazanç 30
sağladıysa başka herhangi bir kötülükle değil, adaletsizlikle
ilgi kurulur. Dolayısıyla tüm adaletsizlikten ayn, tanımı ay­
nı cins altına girdiği için aynı adı taşıyan özel [anlamda] bir
adaletsizliğin olduğu açıktır; çünkü berikisinin de bir başka- 1130b
sına etkileri oluyor. Ama özeli onur, para, kurtulma ya da
adı bütün bunları kapsayabilecek bir şeyle ve kazançtan
kaynaklanan bir haz amacıyla ilgilidir; diğeri ise erdemli bir
insan için sözkonusu olan herşeyle ilgilidir. 5
O halde adaletin birkaç çeşidi olduğu ve tüm erdemden
başka bir adaletin de bulunduğu açık; şimdi bunun hangisi ol­
duğunu ve ne olduğunu görelim. Haksızlığın yasaya ve eşitli­
ğe aykırı, hakkın ise yasaya ve eşitliğe uygun olduğunu belirle­
miştik. O halde daha önce sözünü ettiğimiz adaletsizlik yasaya 10
aykırı olanla ilgilidir. Yasaya ve eşitliğe aykın olan şey aynı şey
olmayıp farkir olduğundan -bütün ile parça gibi (nitekim
eşitliğe aykın olan herşey yasaya aykırıdır, ama yasaya aykın
V. 2. 93

vofjLOv oix Aırov İ vktov), Kal tö &öikov Kal fj döiK^a ov tovt^ iW ’


crcpa İKtIvmff rh fup fieprı ra 8* «s o\a' pÂpoi yap
aUrrı ^ dAucCa r r js ÜbiKCas, âpLoCios 8^ «al ^ 8ıxaıo- »5
<rrfın| T^y hutcuo<rüvrjs. &<rrt koL ırepl r^y /m^peı 8«cato<n;-
vıjy Kal 'ırcpl T7^y pÂptı idiKİaf \eKTcov, Kal tov öiküİov
10 KOI â^Uov &(rauTm'. v M®*' d per^v
Teraypevrı btKaıoai/vrı Kal âbiK(a, ^ ptv rrjs 8\rjs âpeTrjs
ob(ra \pij<rıs ırpdf &XXov ^ 8 ^ ttjs KaKİas, d,<f>€İ(rdo}, K al 20
rd İİKaıop de Kal tö ÜbiKOP r8 Karâ ravray (f>apep6v <09
bıopı<rr4op' a\ebbp yhp ra ‘itoXXa t&p popCpMP ra Aıro r^y
8ÂTjy iperrjs Trpo<rraTT6p€Pd iarıp' Kaâ' kKâ<mfp ybp dperriP
vpoarârTeı C^p Kol Kaff İK6xm\p poydrıplap Koakdeı 6 popos.
11 To b k ıroiTiTiKa r^y 8At;y i p e r i j s k a r ı t &p p o p lfm p 8 <ra p f p o - 25

pM$4TTiTaı v e p l v a tJ b ela p r^v ırp8y r8 k o ip o p . v e p l be Trjs


K o ff İK a crro p v a tIb e la S f Kaö* ~ffp a ır k & s dpr\p d y a d d î k a r ı,
T to rep o p T İjs v o k iT iK r js karrlp ^ e r e p a s , H o rep o p b ıo p ıa r k o v ’ o v
yap tcroıy r a v T o p â p b p i r* dya^^ e î p a i K al ırokCrrı TtaprC.
12 r^y 8 ^ Karci pkpos biKaıoadpni Kal tov kot* avrrıp biKaCov 30
kp pkp korrıp <28oy rb kp raiy bıapopaU Tipijs ıj
fj TÜP âkkMP 6 <ra fiepiinki roty Koıpcavodat Tîj9 ırokıreCas (kp-
roifrots yâp ktrrı Kal &pı<rop İrepop krepov), kv
13 8^ rd kp roîy avpakkdypaa-ı bıopOcuTiKdp. tovtov bk piprj U3L*
8^0* T&p yhp (TVPakkaypÂrap toL pkv kKodaıd karı rh 8’
dKod&uif kKOidaıa pkp rh roıdbe oîop ırpdaıs &p^ baveıcrpbs
kyydtf xpTj<ns TrapaKaradriKr} pia 6 <a<rii (İKovaıa 8 ^ kkyeraı,

L**: /tiy yiip t»uro¥ İway wapdyo/uy rh Sh mpiyo/ıoy obx İvurov’


Kot rk !i\y y ip w \toy Smw İvtaoy rh V İyuroy d wây ır\4oy T (et eadem
feıe M) 16. fttrrc ıcal] &s : &<rrt V* 18. iSUov K**: rov
İ S I k o v vulg. 23. Tpo<rrarrk/nya K** r : ırpaTr6fiwa vulg. 80. kotA
raArny 33. hrkpou] iripy coni. Ramsauer 1131* 2. İSikt)-
Hİruy K** pr. L** M**
93

olan herşey eşitliğe aykm değildir)-; haksızlık ve adaletsiz­


lik de onlarla aynı şey değil, farklıdır, parçalar ve bütünleri
gibi; çünkü bu adaletsizlik tüm adaletsizliğin bir kısmıdır,
bu adalet de tüm adaletin bir kısmı. Dolayısıyla özelinde 15
adalet ile adaletsizlikten ve özelinde hak ile haksızlıtaan söz-
etmek gerek. O halde tüm erdemin tarafına koyduğumuz
adaleti ve adaletsizliği bir yana bırateilım; biri, başkasıyla
ilişkilerde tüm erdemle öteki ise tüm kötülükle davranmak­
tır. Hak ile haksızlığın da bunlara göre nasıl belirleneceği 20

açık; nitekim yasaya uygun şeylerin çoğu tüm erdemin


buyurduklarıdır; çünkü yasa tek tek tek erdemlere göre yaşa­
mayı buyurur, tek tek kötülükleri Üe yasaklar. Kamu işle­ 25
rine ilişkin eğitim konusundaki yasal düzenlemeler tüm er­
demi meydana getirir. Sadece iyi insan olmayı sağlayan kişi
eğitiminin ise siyasetin mi yoksa başka bir bilimin mi işi
olduğunu daha sonra belirleyelim. Çünkü iyi bir insan ol­
makla iyi yurttaş olmak belki de hep aynı şey değildir. Öze­
linde adaletin -ve ona karşılık olan hakkın- bir türü, onu- 30
run, paranın ya da topluma katılanlar [yurttaşlar] arasında
bölüştürülebilir olan diğer şeylerin dağıtılmasında söz-
konusu olanıdır (çünkü bunlarda kişilerin eşitliğe aykm ve
eşit olarak bir şeye sahip olması sözkonusudur); bir başka
türü ise alışverişlerde düzeltici olanıdır. Bunun da iki kısmı 1131
vardır; çünkü alışverişlerin kimi isteyerek kimi istemeyerek
olur; isteyerek olanlar, satmak, satın almak, borç ver­
mek, kefil olmak, ödünç vermek, güvence parası yatırmak,
kiralamak gibi şeylerdir (bu alışverişlere isteyerek olanlar
94 V. a - 3 -
5 8ti apxrj t &v crvvakkayıı6xuiv roıuratv İKO^tnos), t &v 5*
İKOv<rl<av ra pkv kaöpaîa, olov kKoitti poıx^Ca <f>app,a-
KeCa ırpoayoiyfCa bovkaTraHa boKo<f>ovCa ^evbofiaprvpCa,
Tct bi fiıaıa, olov aUla bea-pbs ÖivaTos bpTtay^ TrqpoKni
KaKt]yopia 'npoTtr\\aKurp6î.
6 ’Eırel 5’ 8 t' âbiKOS &vuros Kal râ &biKov &vurov, brjKov III.
8ti Kal piaov rı lo rı Tov avC<rov. tovto Ö’ ^otI t6 t<rov’ iv 3- 2
wo^ç yap ırpâ^eı «orı t6 ‘it\4 ov koI râ iKarrov, İom Kal rb îa-ov.
el oSv ro âbiKOv &vL<rov, rb bUaıov ta-ov' bırep ko.1 &vev \o- 3
yov boKcî ıtatnv. inel bi rb tarov piorov, ro bUaıov pÂtrov r ı hv
ıs İoTi 6c ro t<rov iv i\a x lo ro ıs bvalv. bvdyKtf rolvvv ro 4
bUaıov pe<rov re Kal taov cıvai Kal ırpds r ı ko.1 tktIv, koI fj
p iv picrov, Tivâv (ravra b’ ia rl ır\eîov Kal İkarrov), fi 6 *
t(roVj bvoîVf fi bi bCKoıov, rıalv, âvdyKrj &pa rb bUaıov 6
iv i\axloToıç eîvai rirrapanv' oU re ybp bUaıov rvyxdvet
20 Sv^ bdo İ otI, Kal iv oU, ra ırpiypara, bdo. Kal ^ aM ı 6
İaraı Itrdr^s, ols Kal iv oXs‘ &g ybp İKeîva İx^h
o8ra> KİKetva ix^^' 7^P P"V “^froif oİ k icra t^ovcıv, iKX*
ivrevdev al pâxcıı Kal r a cyKAıf/üiara, 8rav fj î<ra Itroı
rı Itroı î(ra Kal vipovraı. İ n I k tov kot i^Cav 7
25 TOVTO brj\ov' rb yap bUaıov iv yaıs vopdıs 6po\oyov<rı

rrdvres Kar* â(£av rtvâ beîv eîvat, Trjv pivroı i^Cav o i t^v
avrr}v X4yov<rı ırdvres \yTtdpxeıı^, dXX* ol p iv brfpoKpariKol
İXev$ep(av, ol 6 * dXıyapxiKol ırXovroVf oi 6 ’ evyiveıav, ol 6 *
dpurTOKpaTiKol dperdv. 4<mv İpa r 6 bUaıov âvdXoydv rı. 8
30 rb ybp ivdXoyov ov pdvov ia r l povabiKOV dpıûpov Ibıov, dXX*

14. Tl â f r ı K** 16. xal wp6s rı om. K** «ol rurtr om. L**
18. taor ia r l vulg'. rıW r] rıa\ col wf^s rufdt' vpbs İKXovs
y ip iarta T 21. tareu om. K** r b İ p dt$ om. 23. /ı^ İaa
laoı : laoı fiif laa vulg. 26. dıoro/uaî» 27. 6ır4px*"']
i(lay rtpb i û r tlpot : om.
94

deniyor, çünkü başlangıçlan isteyerek yapılır); istemeyerek 5


olanlardan ise bir kısmı gizli yapılanlardır -hırsızlık, zina,
zehirleme, baştan çıkarma, kölelerin aklım çelme, tuzağa dü­
şürerek öldürme, yalan yere tamklık etme gibi-; bir kısmı da
zora dayananlardır- kötü muamele görme, hapse atılma, öl­
me, soyulma, sakatlanma, çamur atılma, aşağılanma gibi.
Adaletsiz kişi eşitliği gözetmeyen, haksızlık da eşitsizlik
olduğuna göre, eşitsizliğin de bir ortası olduğu açık. Bu da
eşitliktir; nitekim daha çok ve daha azın sözkonusu olduğu
eylemde eşit de sözkonusu olacaktır. O halde eğer haksızlık
eşitsizlik ise, hak eşitlik olacaktır. Herkes böyle düşünüyor
bu konuda, temellendirilmesi yapılmadan bile. Eşitlik bir 15
orta olduğuna göre lıak da bir orta olsa gerek. Eşit olmada en
az iki şey sözkonusudur. Buna göre hak bir orta olmalı, eşit
olmalı ve bir şeyle ilgili, bilileri için olmalı; orta olarak bir
şeylerin ortası (ki bunlar da daha çok ve daha azdır), eşit ola­
rak, iki şeyin eşitliği, hak olarak da binlerinin hakkı olmalı.
O halde hakta en az dört şeyin sözkonusu olması zorunludur;
nitekim haklarını oluşturduğu kişiler ikidir, hak ettikleri de
ikidir. Kişilerde de şeylerde de aynı eşitlik olacaktır; kişilerin 20

biribirine göre durumu nasılsa, şeylerin durumu da öyle ola­


caktır; eğer kişiler eşit değilse, eşit şeylere de sahip olmaya­
caklardır. Hem eşit kişiler eşit olmayan şeylere ya da eşit ol­
mayanlar eşit şeylere sahip olduğunda ve eşit şeylerden yarar­
landığında, bundan çatışmalar ve suçlamalar ortaya çıkar.
Aynca ‘değere uygun yararlanma’ sözünde de bu açık görü- 25

nüyor; nitekim paylaştırmalardaki hakkın bir değere uygun


olması gerektiğini herkes kabul ediyor, ama herkes aynı şeye
‘değer’ demiyor; demokrasi yanlılan özgürlüğe, oligarşi yan­
lıları zenginliğe, kimileri de soyluluğa, aristokrasi yanlılan ise
erdeme ‘değer’ diyor. O halde hak bir tür orantıdır. Çünkü
''•••antı yalnızca birimlerden oluşan sayılann bir özelliği değil, 30
V. 3- 96
S \m apıdfiov' ^ y a p ia>a\oyCa Itro n js ^orl \6 yo iV t Kal h
9 rd ıra p a -ıv ik a x (< rro ıs. rj p i v oZv btrıpTfp4vrj o n i v r i r r a p n ,
hrjkov. Kal fj <rvv€xris' yap iv l &S hva\ x/ı^ra(
Kal öU k îy e i f o to v &s r/ r o v a ırpds r ^ v r o v f i, oÜtm s ^
Toö /8 ırphs T^v r o v y . fily o v v ^ r o v /3 ^Iprjrai’ &<rr* i a v
10 17 rov fi n 6 p his, rirrapa i<rraı râ ivâkoya. lo r t h i Kal
ro hUaıov iv rirrapaiv ika\l<rroıs, Kal 6 AJyos 6 avrds’
11 hf^pıjraı yap öpolcas ols re Kal &. ecrraı &pa &s 6 a Spos
TTpds rbv fi, otÜrat; 6 y rtpos rov h, Kal iv a W â ( &pa, &s 6
a vpös rov y, 6 fi ırpbs rbv h. S o re Kal rb o\ov ırpbs rb
okov' oTrep ^ vopt) <rvvhvdCn, kİlv ovra> avvredfj, hiKalas crvv-
12 hvâCfL. *H &pa rov a Spov r ^ y Kal b roû fi rtp b oı/^evftç
rb iv bıavopp bUaıdv ic n , Kal p.4crov rb bUaıov rovr i<rrl,
(rd h' abiKOvy ro ırapb rb bvâkoyov rb ybp dvâkoyov piaov,
10 ro hi hİKat,ov âvdkoyov. Kokova-ı 5e rrıv rotavrtfv bvakoylav
yftaptrpiKTiv ol paOripanKoC' iv yoLp rjj yf<ap(rpiK^ avp~
fiaCvfi Kal rb oKov ırpbs rb okov o-nep İKdr^pov ırpas İKa~
14 rtpov. İoTi 5’ o i avvc^rjs aHri] fj ivakoyCa’ ov yâp yCverat
fîs âpt0p<p Spos, Kal S. rb pkv ohv bUatov rovro, rb âvd^
koyov' rb 5’ SbiKOv rb ttapd rb dvdk.or/ov. ylvtraı &pa rb
p^v ırkiov rb b* İkarrov, oırtp Kal iırl r&v İpyav avp-
fia lv n ' 6 p iv ydp dbiK&v ırkiov ^ dbtKovpfvos
15 İ k a r r o v r o v â y a â o v . iır l b i r o v kokov io fd ır a k ıv * i v i y a â o v
y â p k d y i f y l v e r a ı rb İ k a r r o v Kcucbv ır p b s rb p f î ^ o v kokSv '

16 İa rı ydp rd İkarrov KOKbv {lakkov alptrbv rov ptl^ovos, rb

31. Kİyov K** r 1131^ 1. a—P et 2. fi—y] ıtpAro»— tcvrepoı; et 8fU*


rtpov—rplrov K^, et perinde 5, 6, 7, 9 oİrtas K** T: koI L**: oürm»
Kol M** 2. İİl¥ rh itİTtpov Sis rtSri K** 3. iyd\oyoy Spengel
5. Sı^fHivTtu L** 8. fort. İw*p 11. rh S* 53<kov add. F rb
ırapS K** r ; toC yaph M**
95

genel olarak sayının özelliğidir; nitekim oranlamada oranla-


nn eşitliği ve en az dört şey sözkonusudur. Çünkü bölünmüş
ortalamada^ dört şeyin sözkonusu olduğu açık, ama sü­
rekli olanında dsT dört şey vardır, çünkü bir terimi ikiymiş
gibi kullanır, yani onu iki kez ifade eder. Örneğin ‘a’ nın ‘b ’ 1131b
ile ilişkisi nasılsa, ‘b ’ nin de ‘c’ ile ilişkisi öyledir. Demek ki
‘b ’ den iki kez söz edilmiştir. Öyleyse ‘b ’ iki kez alınmışsa,
orantılı olanlar dört tane olacaktır. Hakta da en az dört şey
sözkonusudur ve oran aynıdır; çünkü aynı şekilde iki kişiye
ve iki şeye bölünüyor. Dolayısıyla ‘a’ terimi ile ‘b ’ terimi
arasındaki ilişki nasılsa, ‘c’ terimi ile *d’ terimi arasındaki
ilişki de öyle olacaktır ve dolayısıyla karşılıklı olarak ‘a’
terimi ile ‘c’ terimi arasında, aym şekilde ‘b ’ terimi ile ‘d ’
terimi arasında da aynı ilişki olacaktır; öyle ki bütünler
arasındaki ilişki aynı olacaktır —^ki bu ortalamayı paylaş­
tırma yapıyor ve böyle yaptığında adaletli oranlıyor. O hal­
de paylaştırmada ‘a’ teriminin ‘c’ ile, ‘b ’ nin de ‘d ’ ile ilişki 10

içine sokulması hakkı oluşturur ve orta olan bu haktır; hak­


sızlık da bu orana aykırı olandır. Nitekim orantılı olan orta­
dır, hak da orantılı olandır. Matematikçiler de bu oranla­
maya geometrik orantı adını verirler. Nitekim geometrik
orantıda teklerden birinin diğeriyle ilişkisi ne ise, bütün
ile bütünün ilişkisi de odur. Ve bu orantı sürekli orantı
değildir; çünkü bir kişi için ve bir şey için tek terim olmaz. O 15
halde bu hak orantılı olandır; haksızlık da orantılı olana ay-
kın olandır. Demek ki burada da daha azın ve daha çoğun
olması sözkonusu oluyor; işbaşında da böyle oluyor: Nite­
kim haksızlık eden, iyi bir şeyden daha çoğuna, haksızlığa
uğrayan ise daha azına sahip oluyor. Kötüde ise tersidir: 20

Daha küçük kötü daha büyük kötüye oranla iyi olur; nite­
kim daha küçük kötü daha bü^oikten daha tercih edilir.
96 V. 3 - 4 .
alperbv iya06v, ıcal ro fiahXov fieîCov- fd fx^v oZv tv 17
elbos Tov biKaCov tovt* İ otCv.
25 To 6^ \onrhv kv t 6 btop$a>riK6p, 6 yCveraı ip toîs ovp- TV.
oKki-yp-aaı Kal toîs İKOV<r(ots koİ toîs İ kovo-İois. tovto bf 2
râ bUaıoP &KX.o ftbos tov 'rrpdrepop. rb pkp ycip btape-
prjTiKbp bİKaıoP t &p koiv&p del #cord t^ p &pa\oyCap ia rl
TrfP clprjpivTjp' Kal yâp dırâ ^prjpdroiv kolv&p iciv yCvrjTaı
30 ^ bıapop,ı/i, İtrrat Kord top kSyop t 6p avrbp bpırfp İyova-ı
Ttphs &Kkrı\a rd ela-epeydipra' fcol to âbiKOP t6 âpriKfi-
pepop T<p biKaCip ToıpT<p TÖ ırapâ t6 i.p&Koy6p İ<ttip. t6 8’ ip 3
TOÎS <rvpaW<iypa<rı bUaıop ^orl pip taop rı, Kal ro &bı-
1182* KOP âpto-op, â \ y o i Kard t^p âpaKoyCap İK€İpr\p dXA.d Kard
T^p ipıOpriTiKi^p. oibip yâp bıa<f>4peiy ei iırifiK^ıs <t>av\op
i/n€<rriprı<r€P 1} <f>av\os iın€iKrj, oib' €İ ipoCxev<r€p imeiKrıs rj
<l>avXos' &Xkâ TTpbs tov ^k&povs t^ p bt,a<f>opâp p6pop /3XA
5 ıret 6 p6pos, koI yprjTaı « s taoıs, ei ö pip &biK€Î b b’ âbı-

KCÎTaı, Kal el İfiKa^ep t bi /3^/8Aa7rTaı. <S<rre râ âbiKOP 4


TOVTO &PIO-OP 6p îa-dCeip ıreıparaı â btKaanjs' Kal yâp ütov
h p ip ıtkr\yfı 8 8c ır a r d ^ , rf Kal KTtCını b b' &.Tro6âvrı, bfp-
prjTaı TO TtdJSos koI rı vpa^ıs cis âı/ura* d\Xd ırcıparaı r^
10 laiC^iPf i<f>aıp&p tov Kİpbovs. kiyeTaı yâp as aırKâs 5
ehreîp iv l toîs toio^ tois, Kâp el pı/j Tiaıp oUeîop Spopa cÎtj,
TO Kİpbos, o î o p r y ırard^ovrt, Kal ^ ‘n’aödm*
dX\’ S r a p ye peTprjdfj r8 irdöos, KokeÎTaı Tb pip 6
rb 8^ Kİpbos. &are tov pep Tr\eCopos koI İKİ ttovos Tb t<rov
15 p^a-op, Tb bi Kİpbos Kal ^ Tt\iov rb 8’ lAar-
rov i p a p r C a s , r8 pip tov âyaOov Ttkiop tov kükov b' ekaTTop

27. ırpirtpoyK^: Tporipou vulg. 28. 8iKotoy om. 31. «It


KAXi}\a vpovtytySiyra K** 32. rh ante ırapİL om. L** M'* 1182* 6.
tp\w^ty : I piy (0\w^ty L** M*"
96

tercih edilecek olan da iyidir ve daha çok tercih edilecek


olan daha büyük iyidir, işte adaletin bir türü budur.
Adaletin geri kalan türü, gerek isteyerek gerek isteme- 25
yerek olan alışverişlerde görülen düzeltici adalettir. Bu ada­
let türü öncekinden başkadır. Çünkü ortak şeyleri paylaştır­
madaki adalet hep sözünü ettiğimiz oranlamaya göredir; ni­
tekim paylaştırma ortak mallarda olursa, Iratkıda bulunan- 30
lann biribirlerine oranlan ne ise aynı oranda olacaktır, bu
adaletin karşısında olan adaletsizlik de bu oranâ aykın ola­
caktır. Alışverişlerdeki adalet ise belli bir eşitliktir, haksızlık
ise bir eşitsizliktir, ama o [geometrik] oranlamaya göre de­
ğil, aritmetik oranlamaya göredir. Nitekim doğru bir kişinin 1132a
kötü birini ya da kötü birinin doğm birini dolandırması ve
doğru birinin ya da kötü birinin zina yapması arasında hiç fark
yoktur; yasa yalnızca zarann farkına bakar ve onlara eşit mua­
mele yapar: Yani birinin haksızlık yapıp yapmadığına, öteki- 5
nin haksızlığa uğrayıp uğramadığına ve birinin zarar verip ver­
mediğine, ötekinin zarar görüp görmediğine bakar. Dolayı­
sıyla yargıç eşitsizlik olan bu adaletsizliği denkleştirmeye ça­
lışır; çünkü biri dövülüp öteki dövünce ya da biri öldürüp
öteki öldürülünce, yapılan ile maruz kalınan eşit olmayan
bir bölümleme olarak görünür; buna karşılık yargıç, cezayla 10
kazancı azaltarak bunlan düzeltmeye çalışır. Böyle durum­
lara ilişkin ‘kazanç’ sözcüğü genel anlamda kullanılıyor,
bunlara çok uygun bir ad olmasa bile: Örneğin ‘kazanç’ söz­
cüğünün dövenle ilgili olarak, ‘zarar’ sözcüğünün de dövü­
lenle ilgili olarak kullanılması gibi; yine de maruz kalınan
şey ölçüldüğü zaman, zarardan ve dolayısıyla da kazançdan
sözedilir: Demek ki, daha çok ile daha azın eşitleştirilmesi
orta olandır, kazanç ve zarar ise karşıt anlamda daha çok ve 15
daha azdırlar: İyinin daha çoğu, kötünün daha azı kazanç.
V. 4. 97

Kİphos, TÖ b* ivavrlov Çmda: &v fiiaov ro lo-oi', b \4-


yoiJLfv flvat blKCUOv & art rd iıtavopÖtûtiKov bİKaıov &v €Îrj
7 rb fiia-ov Kal Kcpdovs. öıd Kal brav dfi<^ur/3T}rtt(ru>,
iv i rbv biKacTT^v KaTa<f>€6yov<nv’ rb 6* iıil Tbv bınaar^v Uvai »o
Uvai iarlv M rb bUatov' &yap biKatrr^s jSovAerat €ivaı olov
bUaıov İpyfn}xpv‘ Kal ^i}rov<rt biKaar^p piaov, Kal Kokova-tv
İvıoı ıi€<nbiovs, <S>y tav tov p,4<rov rvyoan., tov biKaiov rcv^o-
8 pfvoı. p4<rov apa rı to bUaıov^ etırep Kal 6 biKaan^s. 6 be
btKaarris ^ıroruroî, Kal &<ntep ypapprjs eis âvıcra rerpr]- 25
/xci;t}9, ^ ro pelCov Tprjpa rrjs ffpKrelas vırepeyeı, rotîr’
aipelke Kal r<^ ikaTTOvt. rp^part ‘itpo<r40i}Kev. brap be
bi\a bıaıpedfj rb 3kop, rore <patrıp e\eıp rb avrov brap
9 kâfiaMTi rb î<rop. rb b’ îaop p4(rop ^orl rrjs peCCopos Kal
ikâıropoç Kara rtfp apıOprıriKriP bvakoylap. bta tovto Kal 30
bpop&Çerat bİKaıop, ort bCxa İ(Tt (p, &<mep bp eî rts elttoı
10 bi\aıop, Kal 6 biKaarrıs bıxaarr]s. kitap ybp bbo t<ro>p
a<t>aıpe6 fj aıtb öarkpov, ırpbs 6 ârepop bk ıtpavredfi, Su<rl roî;-
roıy vıtep4xft dbrepop' el yap &<l>rıpe6 r} pep, p^ ıtpotreridrı
be, İ pI âp popop iırepeîxfV’ rov peırov &pa kpl, koI rb petrop, US2 *>
11 d^* ot kuf>pp4 dtı, İ pC. Totrtf &pa yponpıovpep rl re â^ekeîp
beî âvb rov ırA^ov ırpocrûeîpai r<p İkarrop
exoprt,‘ ^ p 4v yap rb p4vop vıtep4xet, rovro ıtpoadelpaı
öeî ry İkarrop İxoifrı, ^ b* {ntep4xeraı, dupeketP aıtb rov 5
12 peyCarov. îcaı al 4<f> £ p aa yy bkkrjkaıs’ aıtb rrjs aa
b<l>fipT^(rdai rb ae, Kal ıtpo<rKel<r6 <a rfj yy rb 4<l>' <jî yb,
biare bkrj ^ byy rrjs ea iıtep4x(i’ r ^ yb Kal r<p yC rys
âpa j8/3 ry y5. [lort rovro Kal iıtl rûp &kKo>p rexv&p‘

27» Kol et Tpwrb6ıiKty om# 2S. rh altrûy Coraes 81, •(


om. 1182*’ 2, ^ toD) 4^’ oB coni. Zell r t om. K 7. 4 ^ f -
pırroı—ır/Nfcr««Toı K*' ^ 0 > : fiı» vulg. 9. Hcrt—ll. rotovr»y
om. Muretus
97

bunun tersi ise zarardır. Dediğimiz gibi bunlann ortası


eşit olandır, hakkın da bu olduğunu söylüyoruz. Dola­
yısıyla düzeltici adalet kâr ile zarann ortasıdır. Bunun
için anlaşmazlık olduğu zaman yargıca başvurulur; yargıca
gitmek de adalete gitmektir; nitekim yargıç canlı adalet gibi
olmak ister; gerçekten de orta olan yargıç aranır; kimileri de 20
ona ‘ortacı’ derler: Ortaya isabet ederse hakka da isabet
eder diye.O halde adalet, yargıcın da olduğu gibi, orta olan
bir şeydir. Yargıç eşitleştirir ve eşit kesilmemiş bir çizgide
olduğu gibi, ortadan daha büyük olan parçayı kesip daha 25
küçük parçaya ekler. Bütün ikiye aynlınca, o zaman eşit
olanı aldıklannda “[hakkımı] aldım” derler. Eşit ise daha
büyük ve daha küçüğün aritmetik oranlamaya göre ortası­
dır. Bunun için ona d ik a io n denir: ‘d ik h a ’d ıv [ortadan ikiye 30
bölünmüştür] diye nerdeyse ona ‘d ik b a io n ’, 'dikastesb
[yargıca] de ‘d ikh a stes’ [ikiye bölen] denecekmiş^. Nitekim
iki eşit parçanın birinden bir kısım alınıp İkincisine eklenin­
ce, İkincisi, kendisine eklenen kısmın iki misli büyük olur
birinciye göre; oysa alınan kısım ona eklenmeseydi, yalnızca
alınan kısım kadar daha büyük olacaktı: Böylece ikinci par­ 1132b
ça [eklenen] bu kısım kadar ortadan daha büyük, orta ise bu
kısmın alındığı parçadan bu kısım kadar daha büyük ola­
caktır. İşte bu şekilde daha fazla sahip olandan neyi alma­
mız, daha az sahip olana da neyi eklememiz gerektiğini
öğreneceğiz; yani ortanın aşılmasına neden olan kısmı daha
az sahip olana eklemek, ortayı aşan kısmı da daha büyük
olandan almak gerek: aa', b b ' ve c c ' çizgileri biribirine eşit ol­
sun; aa' çizgisinden ae parçası alınsın ve c c ' ye cd kısmı ola­
rak eklensin; o takdirde dcc' çizgisinin tümü ea' çizgisini cd
ve cf çizgileri olarak aşacaktır, dolayısıyla bb" ve cd çizgile­
rini de aşacaktır"^^. [Bu, öteki sanatlarda da sözkonusudur.
98 V. 4 - 5 .
lo ûvfjipovvTO yap 6v, d iıroUı rd votovv Kal oaov Kol otov,
Kal t 6 vda^ov İva a ^e tovto koI to<tovtov Kal toiovtopJ] 18
Aüöc 8^ rd dvopara Tavra, ij re Ktpbos, İ k
Trjî İKOva-iov aKKayrjs' rd p iv yap -ırkdov ^ a^rov
Kcpbaiveıv A^yeraı, rd 8’ İKarrov t &v CrjfuovvBaı,
15 olov r^ i>vfi(r6aı Kal -nuikeiv Kal iv Sa-oıs İk k o ıs İhttav
b4b<ı>K€v 6 vopos’ orav 8e /Mîjre ttKİov pıfyr* İkarrov â \\* 14
abra ( r a ) bı avr&v yivrjraı, rd avrûv (ftatrlv o5re
^rjpıovaOaı ovre Kepbaıveıv. d)(rre Kepbovs rtvbs Kol ^rjpias
pi<Tov rd bİKaıov ia r ı raiv Trapa rd İKobaıov, rb î<rov İX***'
20 Kal rrpbrcpov Kal barepov.
8 AoKeî 8e rıcrı Kal rd avrnrfTTovObs €İvaı aırkâs bUaıov, V .
&a-nep ol üvdayopeıoı İ<l>aa-av‘ SipLÇovro yhp dffAây rd bC-
Küiov rd âvTfTTfirovdbs rb 8’ dmıreırovöds ovk i<f)ap- 2
pbrreı obr' iırl rd veprfriKÖv bCKaıov ovr irrl rb bıop6'o»rı-
25 k6v— KaCroı ^ovKovraC ye rovro k iy fiv Kal rb *Pabapâvdvos 3

bUatov
«î K t ırââoı rd t bUrj K IBtia y /ı« tro

— ıroAAa^oC yap bıafp<ov€l‘ otov f i d p x V ^“»rdra^ev, ov 4


8 eî bvmrkr}yfjvaı, Kal f i &p\ovra iırâra^ev, ob ırkrjyrjvaı
30 p6vov b fî â \\â Kal Kokatrdrjvaı. İrt rd İKOv<rıow Kal rd 5
İLKobatov bıa<f>ipfi rrokb. dAX* iv p iv raîs KOivcuvCaıs rats 6

dAAaKriKatr a vvixfi rd rotovrov bUaıov, rb dmıreırorödy


Kar* bvdkoyLav Kal prı Kar* îaorrjTa. r^ ivTnrotfîv yâp
bviiKoyov avppfvft ^ ırdAıy. rj yhp rd KaK&s ^îjrovcrtv* f i
1138 • 8 ^ bovkfIa boKfî fivai [eİ âvTirroı^afiy rj rb fb’ fi

16. Itroif] Toît K** 16< fittKtp L** 17. rd add. Rassow
a 6râ v ] a&TÛy T (u t videtur) 19. t <Bk3 rfit pr. 20. koI ante
9pdrtpov om. K** 23. om. L** 24. iiaptııtıruthv M**
27. T* Coraes: k* codd. 80. koI post iW h om. 1188* 1. ti vb
iyriToıb<rtt seclus. Muretus
98

Nitekim eğer yapan yaptığı kadannı ve yaptığı gibi yapma­ 10

saydı, maruz kalan da o kadar ve o şekilde mamz kalmasay-


dı, sanatlar ortadan kalkardı.]^^ Zarar ve l^zanç ifadeleri
isteyerek yapılan alışverişlerden geliyor; nitekim alım ve sa­
tımlarda ya da yasanın izin verdiği diğer alışverişlerde hak
ettiğinden daha fazlasına sahip olmaya kazanmak, hak etti­ 15
ğinden daha azına sahip olmaya da zarar etmek denir; daha
fazlasını ya da daha azını değil, verdikleri kadar alıyorlarsa,
hak ettiklerine sahip oldukları söylenir ve ne zarar ederler ne
de kazanırlar. Öyleyse, adalet, isteğe aykın yapılan [alışve­
rişlerde] bir çeşit kazançtır ve zarann ortasıdır: [alışverişler­
den] önce de sonra da eşit oiana sahip olmaktır. 20

Kimileri karşılığını almanın kendi başına adalet oldu­


ğunu düşünür, Pythagorasçılann dediği gibi'^^; nitekim onlar
adaleti başkasına yaptığının aynısıyla karşılığını alma diye
tanımlarlar. Oysa aynı karşılığı alma ne paylaştıncı ne de
düzeltici adalete uygun düşer —her ne kadar ‘Rhadaman-
thys'in adaleti’ derken bunu demek istiyorlarsa da; 25

Eğer kişinin yaptığı başına gelirse,


hak doğrudan doğruya yerine gelmiş olur.
Çünkü bu, birçok yerde aykırı düşüyor: Örneğin başta olan
biri birini döverse, onun dövülmesi gerekmez; buna karşın
biri ileri gelenlerden birini döverse, yalnız dövülmesi değil,
cezalandıniması da gerekir. Ayrıca istenerek ve istenmeye­ 30

rek yapılanlar arasında da çok fark vardır. Değiş-tokuş


amaçlı biraraya gelmelerde, biraraya gelenler arasındaki
bağ bu tür adaleti oluşturuyor; karşılık, eşitliğe göre değil,
oranlamaya göre alınıp verilir. Nitekim orantılı karşılık
vermelerle kent ayakta durur. Nitekim insanlar karşılık
vermek isterler: Ya kötüye kötüyle (eğer karşılık vermezler­
se, bunun kölelik olduğunu düşünürler) ya da iyiye iyiyle; 1133a
V. 5. 99

8^ firı, fifrddo<rıs o i yivcrat, Tjj ıx(ra&d<rfi d( avfJifjıJvov<rıv,


7 8ıd Kal Xap(r<ûv iepdp kp/nobi>v TroıoCvraı, Xv dvrandbotrı^
Todro yap îbıov \ApiTos' dvdvvrjperrj<raı yap 8eî T<p
8 \apı<rafA,4v<p, Kat Trâ\ıv avrbv &p$aı yaptÇppivov. irotcî 5
bi rr/v it.vTİbo<nv rrfv Kar âva\oytav 17 Karh bıâpLfTpov <r6-
C^v^ıs. olKob6p.os €<l> a, <TKvror6p.os i<t>* ^ /3, oİKta
i(f> tp y, iırdbrjpLa ^ 5. det obv \afi/3dv€iv rbv oIko-
boptop ıraph rov < tkvtot6p.ov to İKfipov İpyop, Kod avrop
İKfCptp p€Ta^ıbopaı to ovtov. idp obp ‘rrp&rop j} to /cara tt}p 10

aı;aXoy^av îaop, eîra rb avTtıreırovöoy yiprfTaı, corot ro Aeyo-


pLfpop, el be ptri, oİ k X<top, ovbe arvıxıx4peı' ovOep yap KtaKvet
KpeiTTOP eîpai ro 6ar4pov İpyop rj to dar4pov' bel oZp ravra
9 la-aa-dfjpaı. lort be tovto Kal 4ttI tûp âWtap re\p&p’ dprıpovpro
yap &p, el { o ) ivolet to ıroıovp Kal 5<rop Kal olop, koI t6 15
ırday^op İıtao^e tovto koI too-ovtop Kal toiovtop. ov yap 4k
bvo laTp&p yCpeTat KoipatpCa, ÂAA* 4^ laTpov Kal yeupyov,
Kal 3\<as 4t4p<ûp Kal ovk ttrfap’ i \ \ d Todroos bet lo’ao’d^paı,
10 5ıd ırdpra avp,fi\r}Ta beî ıras eîpai, & p ^otIv iXkay^. 4<f>*
d t 6 poftta-ft 4\ri\^v0e, koİ ylpeTai nutT pAvov' ıtdvTa yap 20
peTpety &<TTe Kat ttip vırepox^p Kal ttip 4W et^iPf ırdo-â
Aıra brı iırobı^ptar î<rop olKİq. ^ Tpo<f>^. bet toLpvp Bvep
olKobdpos ırpbi a-KVTOTdptoPf Toa-abl ih'obıfftaTa TTpbs oİKlap ^
Tpotpı^p. el yap ptr} tovto, ovk lo ra ı dX\ayrı ovbi KOtpapCa.
11 TOVTO b \ el ptrı laa etrı itkos, ovk lo ra ı. det âpa kpl Ttpt ırdpTa »5
pteTpeîaOat, &aırep 4X4x 0t} ıtpoTepop. tovto d* lo r l rp p,\p
dXrı6 el(^ fj \pela, 4j trdpra <rvp4\et’ el yap ptrıdip b4oıvTO

4. post iy9vnrıpeTÎi<rcu add. re 7> olKoi6ftos : oîoy oÎKoSifMt


vulg'. 9. İKtIyov (pyoy M** r : tov İKtIyov tpyov vulg. 10.
o Ot o v Turnebus (et ut videtur r) : rov odrov (vel odrov) codd. 15. t
add. Berg 19. ra v ra pr. 20. f 22. tirra om.
K» 26. B* 4ırr)] İ İ İ t i K» 27. h om. pr. K»
99

yoksa biribirine bir şeyler alıp verme diye bir şey olmaz, oysa
insanlar biribirlerine bir şeyler alıp verme sayesinde birarada
bulunuyorlar. Bunun için orta yerde Kharis’lerin tapınağını'^®
kuruyorlar, karşılık verme olsun diye. Çünkü bu, hatınn
özelliğidir: İyiliğini gördüğü kişiye hatır-gönül borcunu öde­
mesi, kendi parasıyla böyle bir iyilik yapmada ilk olması
gerekir. Oranlamaya göre karşılık vermeyi köşegenlemesine
bağlantı kurma sağlar: Örneğin a bir mimar, b bir ayakka­
bıcı, c bir ev, d ise bir ayakkabı olsun. O zaman mimann
ayakkabıcıdan onun yaptığını alması, ona da kendininkini
vermesi gerekir. Şimdi eğer ilkin oranlamaya göre eşit olan 10

bu alışveriş yapılırsa, sonra da buna karşılık verilirse, o za­


man söylediğimiz olur. Yoksa eşitlik sağlanmaz, ilişkileri de
devam etmez; biriniri yaptığının ötekininkinden daha iyi ol­
masına hiçbir engel yok; dolayısıyla bunlan eşitlemek gere­
kir. Bu başka birçok sanatta da sözkonusudur; çünkü eğer
yapan yaptığı kadannı ve yaptığı gibi yapmasaydı, maruz ka­ 15
lan da o kadar ve o şekilde maruz kalmasaydı,sanatlar orta­
dan kalkardı. Nitekim iki doktor biraraya gelmez, bir doktor
ile bir çiftçi, ya da tamamen farklı ve eşit olmayanlar biraraya
gelir; ama bunlann eşitlenmesi gerekir. Bunun için değiş-to-
kuşu yapılan her şeyin belli bir şekilde karşılaştırılabilir olması
gerekir. Para da bu yüzden ortaya çıkmıştır ve o bir anlamda
ortayı buluyor [aracı oluyor]; çünkü her şeyi ölçer, dolayısıyla 20
aşırılığı ve eksikliği de ölçer, yani bir eve ya da besin madde­
sine kaç ayakkabının eşit olduğunu ölçer. Demek ki mimar ile
ayakkabıcı arasında nasıl bir ilgi varsa, şu kadar ayakkabı ile
bir ev ya da besin maddesi arasında öyle bir ilgi vardır. Eğer
bu böyle olmasaydı, değiş-tokuş ve biraraya gelme de olmaz­
dı. Ve eğer bunlar bir şekilde eşitleştirilmeselerdi, bu böyle
olmazdı. O halde, daha önce dediğimiz gibi, her şey tek bir 25

şeyle ölçülmeli. Bu ölçü ise gerçekten de ihtiyaçtır; o her şeyi


birarada tutar. Nitekim insan hiçbir şeye ihtiyaç duymasaydı
100 V. 5.
rj SfioCtûS, ^ ovK loTOiİKkayrı rı ov)( rj a ir ıf’ otov ö’
ı;ır(iAXay/xa pofjLia-fjia yiyove Karâ ovpÛjjktjd'
30 Kal dıâ TovTo Tovpofia lx€t vofuafia, 5ti ov ^v<reı âAAi. v 6fx(f
kcrrC, Kal i<f>* ^\îiv /xfra/3a\€Îı; Kal TTOtfja-aı i.\pr]<rrov, lo r a ı 12
8^ dı/TiTTCTrovöos, orav Icraa-d^, tSore OTrep yetopyos ırphs
a-KVTOTopLOV, râ İpyov rb tov (tkototoplov Trpös râ toO yeapyov.
113 3 *• els o‘XW°- bvdKoyLas ov bcî aycıv, 8rav a\\â^ü)VTaı (el
/üiı^, â.p.<f>0T4pas ^feı ras iırepo^as r d ^Tcpov &Kpov), oXA’
5rav ^x.^crı ra avrtav. oiîrcûs îeroı Kal koivoüvoİ, 8 t i aUrrı 7\
labrrjs bıSvarat. aiırûv yivetrûaı. yfotpybs a, Tpo(f>^ y,
5 (TKVTorbpLOS /3, t6 İpyov avrov t6 l<ra<rp.4vov b. fi S’ oUrto
Hrj ijv avTtTTfirovdipaı, ovk hp ^v Koıptapla. on 8’ ^
avp4x^ı &ar-nfp 8v n op, brjkoî 5 n orap p.^ ip XP*^Ç Zaıp
âWıj\(op, rj ip<f>6rfpoı fj &Tfpos, ovk âkkarTOPTaı, ftoaırep
Stop o5 I x *‘ «vrdy biriTaC rts, oîop olpov, btboprfs (tItov i^a-
10 yuiyı^p.f 8eî &pa tovto laaaröfjpai. vırip 8e rijs pf\\oİj(rr]s 14
â\Xayrjs, el pvp prjbep belraı, 8rt lo ra ı 8 p berjdfj, rö popı-
a-pa otop iyyvrjrrjs Icö’ rpûp' 8eî yap tovto (f)4popn eıpai
ka^eîp. Tt8crxei. pip oZp kal tovto tö avTo" ov yhp Ael îo-oı;
bifpaTac’ 8p<ûs 8 e ^oikeTaı pipeıp pâkkop. 8 1 8 deî ırâpTa
IS TeTipijadai' o8to> yap ie l lo r a ı âX\ayı^, fi 81 tovto, koipoİ-
pia. t6 8 ^ popıa-pa &a-nep pİTpop aıvppeTpa Troıija-ap la i-
^eı* oöre yap âp pfj ofjoTjs &kX.ayfjs KoıpaıpCa ovr ikkayrı
laoTfjTOS p^ oiaifs, ovr la-onjs prı ovarıs avpperpCas. Trj p ip
oiv iX.7)6el<} ibvvarop rcl too-ovtop bt,a<f>epopTa avppfrpa
20 yeviadai, Trpds 8 l rrjp x/î€^a*' ipbf^eraı ÎKap&s. ip bri n 8 eî 16
eıvaı, ToCro 8 * I f vıroBia-ftos' 8 1 8 p6pı<rpa KokeÎTaı' tovto

1133** 1. iya\oylat post &y«ıy K** ob om. T 2. iırep$oXks K** 3.


rh aİT&y K** 4. a ] rh a K** 9. ot K** ti» om. K**
iiyıts K** İ^ayuyvs K" 12. tf>ay*p6yri K** 13. vel rh
vel rh abrh fort. secludendum
100

ya da ihtiyaçlan farklı olmasaydı, ya değiş-tokuş olmazdı ya da


böyle değiş-tokuş olmazdı. Uylaşımla, ihtiyacın değiş-tokuşun-
da kullanmak üzere para getirilmiştir; ona [Yunancada] ‘nom is-
m a ’adı verilmiştir, çünkü doğal olarak değil, uylaşımla [nomo]"*^ 30
vardır ve onu değiştirmek ya da işe yaramaz hale getirmek
elimizdedir. Öyleyse şeyler eşitleştirilince, karşılık alma söz-
konusu olur, öyle ki ayakkabıcı ile çiftçi arasındaki ilişki nasıl­
sa ayakkabıcının yaptığı ile çiftçininki arasındaki ilişki de öyle
olur. Ama bunlar, değiş-tokuş yapıldıktan sonra orantı biçimine
sokulmamalı (yoksa heriki aşınlık uçlardan birinde olacaktır), 1133b
herbiri kendine ait olanı bulundurduğu zaman orantı kurul­
malıdır. Bu şekilde eşit ve birarada olacaklar, çünkü bu tür bir
eşitlik bunlann durumunda kurulabilir -örneğin a çiftçi, c be­
sin, b ayakkabıcı, d ise onun eşitliğe uygun olarak yaptığı
[ayakkabılar] durumunda. Eğer böyle bir karşılık alma olma- 5
saydı, biraraya gelme de olamazdı. İhtiyacın -sanki bir tek şey
imişcesine- insanları birarada tuttuğunu şu da gösteriyor: Eğer
iki kişi karşılıklı olarak biribirlerine -ya da biri diğerine- ihti­
yaç duymazsa, değiş-tokuş yapmazlar. Örneğin sahip olmadığı
bir şeye, sözgelişi şaraba, ihtiyaç duyan, ihtiyaç duyduğu bu
şeye karşılık buğday vererek ihtiyacını gidermek isterse, o za­
man bunun eşitlenmesi gerekir. Para gelecekteki değiş-tokuşlar 10
için bir güvence gibidir: Eğer şimdi bir şeye ihtiyacı yoksa, ihti­
yacı olduğu zaman onu edinebileceği konusunda bir güvence;
çünkü bu parayı taşıyanın bunu almasının olanaklı olması
gerekir. Aynı şey paranın da başına gelebilir; çünkü her zaman
aynı güce sahip değildir, ama gene de o, genellikle sabit kalıyor.
Bunun için her şeye fiyat biçilmesi gerekir. Çünkü böylece her 15
zaman değiş-tokuş olacaktır, değiş-tokuş olunca da birarada ol­
ma da olacaktır. Böylece para bir ölçü gibi, şeyleri denk kılıp
eşitleştirir. Nitekim eğer değiş-tokuş olmasaydı birarada olma
da olmazdı, denkleştirme de olmasaydı, değiş-tokuş olmazdı.
Gerçekten de bunca farklı şeylerin denk olması olanaksızdır,
ama ihtiyaçla ilgili olarak bu yeterince yapılabilir. [Bu denk­
leştirme için] bir tek şeyin olması gerekir, bu da bir kabulle olur; 20
bunun için bu şeye [Yunancada] Vzomısmfl'denir; çünkü o.
V. 5- 101
yap vdvra voıcî <r6ppxTpa’ fierpeîraı yâp vavra vopl-
<rpLarı. olKİa a, pvaX d^xa p , K\Cvrı y. ro a roO )8 ijpıav,
fi vivT f pv&v i$ la if oİKla, ^ ta o v ^ 5^ KkCvrf hİKarov
pipoSf rd y rov /3' trjKov toCvvv ’n6 <raı K\lvaı î<rov 25
16 oUiif, 3rt ırfVTf. Bu d’ oBt<ûs fj aXkay^ ijv Trptv rb vBfuapa
fîvai, BrjKov' bıa<f>4pfi yâp ovbfv rj Kkîvat ıtiv r i Bırrl oiKCas,
ti Saov al ttivTf kklvat.
17 pxv oip ro &İİKOP Kat r l ro bİKaiöp iartp, fipi)Tat,. o
buppurpÂpcap bik toBt <ûp bfjkop B u ^ biKaıaırpayia pÂ<rop ^orı 30
rov blbiKfÎp Kal &btKfî<r$ac ro p fp yap vkfo p ^ f i P rö 5*
BkarrBp iarıp. ^ be btKatooTİprı pf<r6rr}s t Cs ^auv, ov top
avröp bi rpovop raîs âkkaıs âp^eraîs, âkk* Bu p4<rov iarlv'
^ d’ aöiKia T&p &Kp<op. Kal 17 pkv biKaıo<rBvr] iarri Kad’ ^v 6 1134»
bUaıos k iy fr a ı TrpaKUKOs Kara TTpoaip€<up rov biKaCov, Kal
bıavfprfUKOs K4 I avr<j> ırpos Bkkop Kal kvfptp vpds İrfpov
o\f^ oBrm &<rrf tov pev aiperov vkiop a ir ^ ikarrop bl ry
TrkTia-Cop, TOV ^ k a ^tp o v b' ap6.Trakip, akXa tov î <tov tov kot' 5
18 avakoyCap, 6pola>s 5c Kal &kk<p trpbs İkkov. rj 5’ iBiKCa rotu-
popt Iov rov iblKov. tovto b* ^orlv iırtp ^o k^ Kal İkkfiyjns rov

dt^fkCpov rj ^ k a ^fp o v rrapa rb âvikoyop. bıo vvfpŞokrı Kal


4kkfi\/ns ^ abiKla, Bu viTfpfiokrjs koİ ikkflrjrfds iartp, 4^'
avTov pfP VTtfpPokrjs pkp rov arrk&s d><f>fkCpoVy cXA.ef>/rea>s 10
5^ rov )3Xa/3cpov* 4rrl 5e t ü p akkotp rd p fp Bkov BpoUos, tö
bi Tropa t B ipdkoyopy dıror^paıs ervxf*'. rov 5e âbiKrjpaTos
r5 ftev İkarrop ibiKfirrdal iıru , ro 5e pfî(flp to abiKfÎp.
19 ırepl oZp btKoıoavprıs Kal iBiKİas, tCs İKar4pas itn ip

23. Sil a L** 26. 8r t ırdprt om. pr. K** Sii K*> 27. cTi'oı
M**: K**: om. L'> 32. t Is om. M*> T 33. Si om. M*> T
Xau L'* 5 vpİTfpoy M** (et fort. T) U84* 13. SBucctcrtfat : t S
4Succ7<r9ai vulg.
101

her şeyi denkleştirir; nitekim her şey para ile ölçülür: a bir ev,
b on c ise bir yatak olsun. Yani ev beş mna ya da beş
mnct^2i eşdeğer ise, a, b nin yansıdır; yatak ise, yani c, b nin
de onda biri olsun. O zaman bir evin kaç yatağın eşdeğeri
olduğu açıktır: Yani beş yatağa. Para bulunmadan önce 25

değiş-tokuşun bu şekilde yapıldığı açık; çünkü bir ev için beş


yatak vermek ile beş yatağın eşdeğerini vermek arasında hiç
fark yoktur.
Böylece adaletsizliğin ve adaletin ne olduğunu söylemiş
olduk. Bunlar belirlenince adaletli eylemin, haksızlık etmek
ve haksızlığa uğramanın ortası olduğu açıktır; çünkü biri 30
daha fazlaya öteki daha aza sahip olmaktır. Adalet de bir
ortadır, ama öteki erdemlerin olduğu şekilde değil; o, orta
olanın özelliğidir; adaletsizlik ise uçlann özelliğidir. Aynca 1134a
adalet, adil insanın “adaletli şeyleri tercih ederek yapan ve
gerek başkasıyla ilişkisinde kendine, gerek biriyle ilişkisin­
de başkasına, tercih edilen şeyi kendisine daha çok diğerine
de daha az, zararlı olan şeyi de bunun tam tersi olacak şekil­
de paylaştırmayan, hem kendisinin hem de bir başkasının
başka biriyle ilişkisinde oranlayarak eşitçe paylaştıran in­
san” şeklinde tanımlanmasını sağlayan şeydir. Adaletsizlik
ise tam tersine adaletli olmayanı tercih eder. Bu da yararlı ve
zararlı olanın orana aykırı olan fazlalığı ve eksikliğidir. Bu­
nun için adaletsizlik bir aşınlık ve eksikliktir, çünkü fazla ve
az olanı tercih eder —kişinin kendisi sözkonusu olduğunda 10

kendi başına yararlı olanın fazlasını, zararlı olanın azını


tercih eder; başkalan sözkonusu olduğunda da bütününde
bir fark yoktur, oranlamaya aykırılığın ise iki taraftan han­
gisinin yaranna-zararına olduğu rastlantısaldır. Demek ki
haksız eylemde ‘daha az’ haksızlığa uğramak, ‘daha çok’ ise
haksızlık etmek olur. Böylece adalet ile adaletsizlikten
—^ve aynı şekilde genel anlamda hak ile haksızlıktan— yani
102 V. 5— 6.

15 ^ (ftvtns, €lpri(r6üi tovtov töv rp^Trov, o f i o i m Kal v€pl


öiKaiov Kül abUov KaOoKov.
10 ’ Eırel 6* 4arrıv abiKovvra pL-^ım abiKov eZı/at, 6 ıroîa &bı~ V I.
KrjfJLaTa ibiK&v ■^brı &biK6s ia rıv kK&<rn\v &biKİav, oîov k\.4~
TTTrıs fj pLOL^ps rj Krı<m/js ; rf ovrco p.4v ovbkv bıola-fi; Kal yap
20 hv <rvyy4poiTC yvvaiKi tlb<»>s to dA\’ ov bıa ırpoaıpiaeois
apyr]v oA\a bıa ıraöos. aSiKcî p.\v odv, âbiKOS ö’ ovk 4arıv, 2
oîov ov ıcA^ımjs, I kAci/tç be, ovbe fxoıxos, ^pıoi^eva-e b4'
opu)io>g b4 Kal eırl râ v âkkıav. ırûs piev oZv &vmr€~ 3
TTovdhs Ttpoi TO bİKaıov, elprjTaı Trpârepov' րΠ5^ p.^ kav- 4
25 OAveıv o n rb Çrjrovpevov 4<m Kal tö htrk&s bİKaıov ko.1 rb
■nokiTiKbv bUaıov. tovto 5’ İ<rnv ^ırl Koıvavâv ^Lov TTpbs rb
eıvaı avrâpKeıav, ekevdepıov Kal laıov fj kot’ avdkoyiav fj
KOT âpiûpbv â)OTf otroif plj İOTl TOVTO, OVK COTl TOVTOlf
Ttpbs akkrıkovs to TTokiTiKbv bUaıov, âXkâ ti bUaıov Kal Kaö'
30 opoıoTrjTa. İtrrı yap bUaıov, oîs Kal vopos ırpbs avrovs'
v 6pos 5’, kv ols ibiKia’ r\ yap bUrı KpCaıs Tov biKaiov Kal
Tov abiKOV. kv oîs b' kıbiKCa, Kal rö ibiKelv kv toİjtoiç (kv oîs
be Tb âbiKeîv, ov ttcktiv kıbiKİa), tovto b' ^orl to ırkkov
vkpeıv T&v aırk&s byaOâv, İkaTTOv be t&v cnrk&s KaK&v.
35 81^ oİ k k&pev apxeıv b.v6p<aıtov, &kka tov koyov, ort ^ourcS 5
1134 •* tovto Ttoıeî Kal yCveTaı viipavvoS’ e a r ı b* 6 ip^tav <piika^
tov biKoCov, el 8e toû biKaCov, Kal tov îa-ov. kırel 8’ ovOkv 6
avT<^ Ttkeov eîvai boKeî, eîırep b U a ıo s (ov y ap vepeı ırkkov tov
a ır k â s âyaûov a v r £ , el /xij ırpbs avTov âvâkoyov k artv’ bıb
5 kTepıp ıroi'eî' Kal bıa tovto âkkoTpıov eîvai <f>a(rıv i.ya6bv
T^v biKaıoavvt]v, KaOdırep kkk^drj Kal ırpdTepov)' pıırdbs &pa 7
Tts boTİos, TOVTO be Tip^ KO.1 ykpas' 0T<û be /X7j U a v â Tci

16. SiKatov K**: roC SiKalov vulg. 22. ov : oö8^ vulg. 25. Ka) post
Skaıovom. 26. #(mı>onı. K** ^ırlom. L** SO. a6ro£t : airo^t
vulg. 82. 31) Muenscher 36. 1134** 6. voıc7 Syiburg
102

her birinin doğal yapısının ne olduğundan bu şekilde sözet- 15


miş olduk.
Haksızlık yapan birinin adaletsiz insan olmaması da ola­
naklı olduğuna göre, kişi ne tür haksızlık yaparsa, artık her
haksızlık çeşidi açısından adaletsiz insan -örneğin hırsız, zani
ya da haydut- olur? Yoksa nasıl yaparsa yapsın bir fark
olmayacak mıdır? Sözgelişi biri bir kadınla, kim olduğunu bi­
lerek ama tercih ederek değil, tutkudan dolayı yatarsa, bir 20
fark olmayacak mı? Demek ki haksızlık yapıyor ama adaletsiz
değildir; örneğin hırsız değildir ama hırsızlık yapıyor, zani de­
ğildir ama zina yapıyor; öteki konularda da bu böyle. Adalet
ile karşılık verme arasındaki ilişkinin nasıl olduğu dalıa önce
söylenmişti. Ama araştırma konusunun hem genelinde adalet
hem de toplumdaki adalet olduğunu da gözden kaçırmamak 25
gerek. Bu ise özgür ve oranlamaya göre ya da sayısal olarak
eşit kişilerin, kendilerine yeter olmaları için yaşamı paylaşma-
lannda sözkonusudur, öyle ki bu özelliklerin bulunduğu kişi­
ler arasındaki ilişkilerde toplumdaki adalet sözkonusu değil,
buna benzetilerek adalet denen bir şey sözkonusudur. Nitekim
aralarındaki ilişkiler yasayla düzenlenenler için hukuk söz- 30
konusudur; yasa da biribirine haksızlık yapanlarda sözkonusu
olur. Çünkü yargı, hak ile haksızlığı ayırmadır. Ve nerede
adaletsizlik sözkonusuysa, orada haksızlık yapmak da söz­
konusudur, ama haksızlık yapmaların hepsinde adaletsizlik
sözkonusu değildir; bu da kendisine genel olarak iyilerden
daha çoğunu, genel olarak kötülerden de daha azını ayırmak­
tır. Bunun için bir insanın değil, aklın yönetmesine izin veriyo- 35
ruz; çünkü bir insan bunu kendisi için yapar ve tiran olur. 1134b
Oysa yönetici adaletin koruyucusudur ve eğer hakkın koruyu­
cusu ise eşitliğin de koruyucusudur. Ve eğer adil ise, kendi­
sinde daha fazla bir şeyin olmadığı düşünüldüğünden (nite­
kim kendisiyle orantılı olmadığı takdirde genel olarak iyiden
kendine daha çok bir şey ayırmaz; bunun için başkasına çalı­
şır; bu nedenle de, daha önce söylediğimiz gibi, adaletin baş- 5
kası için iyi bir şey olduğunu söylerler), ona bir karşılık veril­
melidir, bu da onurveayncalıktır. Bunlarla yetinemeyenler ise
V. 6 - 7 . 103
8 ToıavTa, oihroı yLvovraı rvpavvoı. ro bi bfffiroTiKÖv blıcaıov
Koi TÖ TtarpiKOV ov Taînbv tovtois dAA’ op.otov’ ov yap İcrrıv
bbiKCa vpbs ra avrov âırAtûf, rb bi KTÎjp.a Kal rb t İ kvov, io
9 <o>f h.v fi vrjkCKOv Kal ^otpurOf}, &tntfp ptepos avrov, avrbv
6 ’ ovbfis rrpoaıpeîraı ^ k A n n ıv ' bıb ovk icrrıv abiKıa rrpbs
avrov’ ovb* &pa abiKOv ovb( biKaıov rb ırokıriKov’ Kara
v6pov yap rjvj Kal kv ols kırt^VKH tıvai v6p,os, ovroı b* ^<rav
oîy vırdpyeı l<rorr]s rov âpx_ftv Kal ap\ea-dat. bıb pakkov 15
Tipbi yvvaÎKd kam bUaiov rj ırpbs rcKva Kal Krıjpara' rovro
yap k(rrı rb oİKOvopiKbv bUaıov' İrtpov bb icat rovro rov rto-
VII. kıriKOV. Toı) 5^ rroktriKOv biKaCov rb pev <f>vcriK6v k o n rb be
vopiKOv, <f)V(riKbv pev rb Ttavra\ov r^v avrr\v İ\o v bvvaptv,
Kal ov r(|> boKeîv rj prı, vopiKbv bi d k^ ovbev 30
bıa<f>epeı ovruis rj akkıas, orav be dâvraı, bıa^epeı, oîov rb
pvâs kvrpovcâaı, rj rb aıya dveıv ik k a prı bvo rtpofiara,
Irt bara kiri r&v Ka0* eKatrra vopoOerov<rıVi oîov rb dveıv Bpa~
2 (rCbı^f Kal ra yj/rıifHapartlibr). boKet d’ kvioıs eîvai vâvra
roıavra, o n rb pev <f>1j<reı İKiVTjrov Kal rravraypv rrfv avrrıv 25
bdvapıv, kbanep rb ifvp Kal kvâdbe Kal kv n^pcrat? Kaîeı,
3 ra bk bUaıa Kivovpeva bp&aıv. rovro b* ovk karrıv obnos
k \o v , dkk* eoTiv <3f Kaıroı rtapd ye roîs deoîs î<ro)y ovba~
p&s, irap' Tjp.iv 5’ ea-rı p tv r ı Kal ^ d a e ı, Kivrjrbv pkvroı
4 •ndv, dAX* bpaa kari rb p ev <f>vaeı rb 8’ ov tj)vaeı. rrolov 3»^
de <f>vaeı r& v kvbexopJvoiv koI &kk(t>9 k \e ıv , Kal rrotov ov
dkkd vopiKbv Kal avvd^KTf, eirtep &p<f»ı) Kivr\rd opoîcas,
brjkov. Kal krrl rcHv âkkcav 6 a ir b s d ppoaeı bıopıapos’
aeı yap fj be^ıa Kpeirrm», Kalroı kvbe\eraı rrdvras dp<f>ıbe-

10. rb post KOİ om. K'*L*’ 11. T : piı x(»/ı«r0p L’’ M**
13. abri Ramsauer 21. ofov] o6rtts ^ İ\Kws oTov 29. post
vbSofi&s add. lxo>' M**r, l’x<»' 1^^ ante pivroı add. ov M **T
33. post Srj\ov add. 8i T 8] koI 8 K** 34. ru'os ed. WiIkinson
103

tiranlar olurlar. Efendi ve baba hukuku ise bunlarla aynı de­


ğil, bunlara benzer bir şeydir; nitekim genellikle bize ait
olan şeylerde haksızlık sözkonusu değildir, bir insanın lo
kölesi ve çocuğu -belli bir yaşa geldiği andan aynlıncaya
kadar- kendisinin bir parçası gibidir, hiç kimse de kendine
zarar vermek istemez; bundan dolayı bir insanın kendine
karşı adaletsiz olması sözkonusu değildir, ne de toplumsal
adalet ve adaletsizlik sözkonusu; çünkü bu, yasaya göre olu­
yordu ve yasayla ilgili olan insanlarda sözkonusuydu, bun­
lar da yönetmede ve yönetilmede aralannda eşitliğin bulun­
duğu kişilerdir. Bunun için bir insanın çocuğu ya da malıyla 15

ilişkisinden çok, karısıyla ilişkisinde hak sözkonusudur; bu


da aile hukukudur ve medenî hukuktan farklıdır. Medenî
hukukun bir türü doğal, bir türü de yasaldır. Doğal olanı her
yerde aynı güce sahiptir ve kanılara göre değişmez; yasal
olanda ise başlangıçta şöyle ya da böyle olması fark etme­
yen, ama konduktan sonra fark eden hukuktur; örneğin 20

bir kişinin bir n ın a ile serbest bırakılması ya da iki koyun


değil, bir keçinin kurban edilmesi gibi; aynca tek tek du­
rumlarla ilgili olarak konan yasalarda da fark eder, örneğin
Brasidas’a^^ kurban kesmede ve kararnamelerle konan şey­
lerde olduğu gibi. Kimileri de her şeyin böyle olduğunu dü­
şünür, çünkü doğal olan değişmez, her yerde aynı güce sa­
hiptir —^ateşin hem burada hem de Perslerde yakması
gibi—, ama hak sayılanların da değiştiğini görüyorlar. Oysa 25

bu böyle değildir, ama böyle gibi görünür. Her ne kadar tan­


rılarda belki hiçbir şekilde değişmiyorsa bile, bizde tümü de­
ğişken olan —ama bir kısmı doğal bir şekilde, bir kısmı da
doğal olmayan bir şekilde değişen— doğal bir hukuk vardır.
Her ikisi de değişken olduğuna göre, başka türlü olabilecek
şeylerden hangilerinin doğal bir şekilde, hangilerinin de 30

doğal olmayan bir şekilde, yani yasayla ve uylaşmayla değiş­


tiği açıktır. Başka şeylerde de aynı ayırım uygun düşüyor.
Nitekim sağ el doğal olarak daha iyidir, her ne kadar herkes
104 V. 7— 8.

3S ^Covs y€vi<rdaı. r â 8^ Kor<i avvdrjKtjv ko.1 t 6 avn<f>4pov t &v 5


USB • biKamv SıxoıA ia rı roîs nİTpoır o i yâp ırapra^ov l<ra ro
olvrjpâ KOt a-ırrjpâ p-irpa, oAA’ o5 p iv avovvraij ov
bk ıra>\ov<riVy ^A.£İrrû). 6poC<as 8e koI /x^ (jiva-iKa iA.\’
&vdp€amva bUata ov Tavra Ttavraypv, l'jret oib* al
S Teîaı, â W â fua p<Svov ıraı/Ta^oO Karâ <f>ij&ıv ^ iipÇant}. t &v 6
8e biKaCûiV Kal vopCp<ûV İKaorov &s rh KaûSkov npds r a Kad'
cKaara l)(eı' r a yhp ırpaTTopeva TtoWâ, ânelvıov 8’
^KaoTov Kv’ KaOoKov yâp. bıa<f>ep€i 8^ ro âbİKrjpa Kal rb 7
adiKOv Kat ro biKaioopa Kal ro bİKaiov' âbiKOV p^v yâp
t o ioTt <f>â<Tfi îj rd^ef aitrb 8^ rotîro, Srav TTpaydrj, âbt-
Krıpâ ioriy ırplv b\ TtpayBîjvai, oHıro), âXX’ âbiKov. 6poia>9
bi Kat biKoCtapa' Kakelraı bk pâKKov biKaıoiTpâyr\pa rb
Koıvov, biKaUopa 8^ rd ivavopOmpa tov âbiKi^paros. Kad'
İ kootov 8^ avT&Vy ıroîâ re eî8ıj Kat Troo-a Kat ırepl ıroîa
15 T v y y â v fi Svra, ^ a r fp o v irturKeTrTİov. ''Oın'atv bi rûp biKalıav V III.
Kat âbCKonv T&v dprıpâvtap, âbt.K€Î pikp Kal biKai07rpay€İ
orav kK<Lp rts abrâ ırpâTrrı' orap 8’ &K<ap, ovt* âbiK^i oire
biKaıovpayfî aX \’ rj Karâ <rvp/3e^7jKos’ oly yâp ovp^â-
^t]K€ biKaCoıs €Îvaı rj âbİKOiSy ırparrovoıp. âbİK.r)pa 8e Kat 2
20 biKaıoırpâyrjpa &pLoraı r ^ kKOV<rC<p Kal âKOVoitp’ brav yâp
İKoâoıop 17, yf/iycraı, âpa bk Kal âbtKrjpa ro r’ korip' &ot
eorat r t âbiKOP pkp âJbUrjpM 8* oiırui, âv prı rb eKOVcnov
Trpoo^. X.€y<a 8’ kKoâoıop pkp, «ütTTrep Kat ırparepop eîprjTaı, 3
o İ p n s TÛp k<j> aİTİâ optohp flbâ>9 koI prı âypoâp Ttpârrrı
25 /btı^e 8ı; P‘^ t € ^ prjre ov (^kpcKa), olop ripa nıırret Kat t Cpi Kal

USB* 4. oM’ o/] K** L** ıroKırtla T 6. rb KaOİ\t>u H*


10. tç3 il Rassow «brb L**: rb airb M** F 11. i<m om.
K*> L* post İSiKOP add. Sn (ti K**) Sray ırpax^ iblKrifuı i<rrlv K** L**
19. Sİ! Muenscher 25. Sk] S K** F tvtKa add. F koİ rivt
om. K**
104

her iki elini iyi kullanacak duruma gelse bile. Uylaşmayla ve 35

yarara uygun olarak konmuş haklar da ölçülere benzerler; 1135a


örneğin şarap ve buğday ölçekleri her yerde eşit değildir, sa­
tın alınan şeyin ölçekleri daha büyük, satılanlannkiler ise
daha küçüktür. Aynı şekilde doğal değil, insansal haklar da
her yerde aynı değildir, çünkü siyasal düzenler de aynı değil­
dir; ama her yerde doğal olarak en iyi olan yalmzca bir tane- 5
dir. Adaletli olan ve yasaya uygun olan tek tek şeylerin bun­
larla ilişkisi ise, teklerin genelle ilişkisi gibidir; nitekim yapı­
lıp edilenler pek çoktur, adaletli olan ve yasaya uygun olan
ise —her biri— bir tanedir; çünkü geneldir. Haksız olan ile
adaletsiz olan ve haklı olan ile adaletli olan arasında da fark
vardır; nitekim adaletsiz olan doğal olarak ya da düzenden 10
dolayı böyledir; oysa bu aynı şey gerçekleştirilince bir hak­
sızlık olur, ama yapılmadan önce haksızlık değildir; yalnız­
ca adaletsiz olandır. Haklı olanla da durum aynıdır: Genel
olarak ona haklı eylem denir, diğer sözcük [dikaiosyue] ise
daha çok yapılan haksızlığın telâfi edilmesi için kullanılır.
Bunlann her biri nedir, ne gibi türleri vardır, kaç tanedir ve 15
nelerle ilgilidir konusu daha sonra ele alınacak. Adalet ve
adaletsizlik söylediğimiz şeyler olduğuna göre, bir insan
isteyerek bunları yaptığı zaman bir haksızlık yapıyor ya da
haklı eylemde bulunuyor; oysa istemeyerek yaptığı zaman
ne bir haksızlık yapıyor ne de haklı bir eylemde bulunuyor,
yaptığı rastlantısal oluyor; çünkü adaletli olmaları ya da
adaletli olmamaları rastlantısal olan eylemler yapıyor. O 20

halde haklı eylem ve haksız eylem isteyerek ve istemeyerek


yapılmış olmakla belirlenmiş oluyor; çünkü isteyerek yapıl­
dığı zaman kınanır ve o takdirde aynı zamanda haksız bir
eylemdir; öyle ki eğer eylemin isteyerek yapılma özelliği
yoksa, yapılan bir haksızlık olacak ama eylem haksız olma­
yacak. Daha önce de söylediğim gibi ‘isteyerek yapılan’,
birinin, kendine bağlı şeyleri bilmeyerek değil, bilerek 25

—^kişiyi, aracı ve amacı bilerek— yaptığına diyorum.


V. 8. 105

n v o s ^P€Ka, KİLKiivatv İKacrrov fiti Kara a v/ı^f^riK o s firıbi


(tacrırfp eî rıs Ka^oiv Trfv avrov tvtttoi iTtpov,
o v x İ k<6 v ’ ov y a p i v oiry)* iv d ix ^ r a t 5 e tov r v ’n Top.tvov
ıraTİpa tîvaı, tov 5’ Sri pikv &v6 p<ovos rf r â v rrapovTOiv ny
yıv^<TK€iVy Sti 5« varrıp iyvoeîv' o/mo^y öc tö toiovtov 5ıa>- 30
pItrOtû Kal i v i TOV ov İv€KOy koI v t p l t ^ v v p a ^ ıv okıjv. to 5^
ayvooı6p,fvov, rj p.^ ayvoovpevov p-lv i v avrâ 6’ ov, fj
âKovaıov. v o W h ya p Kal t &v vvapxovT(ov d b o -
T€S KOİ Vp&TTOpiV Kal vâ(TXOp€V, &V OV0€V Ovd’ İ kOVCTIOV OVT 1135 *»
4 aK0va‘i 6 v iorıv, otop t5 yr}pav ^ âvaBır/joKeıv. lo r t 5’ 6poiu>s
iv l T&v ibUatv «cai t &v biKaCiov Kal ro Kara o-vp^e^rfKos'
Kal yap av tt\v vapaKaTadrjKrjv avoboCrf rıy &k<i>v ko.1 5ta
<f>6Şov, ov oüre bİKOia ırparreıp ovt€ btKaıovpayfîv <f>ar4ov s
dAA* rj Kara avpfiffiriKOs. 6po(o)s bk Kal töv âvayKa(6 -
pevov Kal &KOvra t^ v vapaKaToJdriKr\v p^ ivobıbovra KaTa
5 <rvfi/3e/3i}Kdy <f>aT4ov i.biK€Îv ko.1 to. übiKa v p â m ı v . t &v

5i İKOvaCfjiv Tâ. p k v vp o € \o p € v o ı v p â r r o p fv Tâ 5’ ov v p o tk o -
pevoı, vpoekopevoı p k v Üfra vpofiovkev<râp€Voı, âvpoaip^Ta lo
6 Si S<r* âvpo^OiikevTO. Tpı&v brı ovor&v ^kaŞ&v t &v iv raty
KOkvoivCaıs, TO pkv âyvoCas âpaprfipaT a iorıv, S tov
per
P'qT( bv prİT€ b prjTe P'^T€ oJ> İvcKa v v ik a ^ f T ^p â ^ ' rj yap
ov ^âXX(iv ^ o i TOTUTip rj ov tovtov rj oi tovtov 4vcKa ûrfdr;,
uAAâ ovvi^rj oix ov İveKa ipıq6 rj, olov oî>x ît'o rp&orj dAA’ *5
7 Îpo K€VTTjojj, ^ ovx OV, fj ovx Srav pkv ovv vapakoyıos
fj fikifirı yivTjTaı, âr6xVh°’' oTav be pfj vapakoycos, &vev
5i KOKCas, âpâprrjpa {âpapT&veı pev yâp orav fj âpxfj
8 iv a ^ y jf TTjS aİTias, &Tvxeî 5’ Srav İ^ıoOev)’ otuv 5i

26. İHİTtpoy K** 31. rov K**: rwy L** M** T 1135'» 3. Kcâ ante
rh om. M" 5. ty add. K» 11. 8^] 3* L" 13. ante
add. T o v r a L*»!^*» V 14. 0dWtiy K*»: Pa\«Ty vulg. 16. Sı K*»:
Ss vulg. 19. iyyoiaf Jackson
105

Hem de bunlardan her biri rastlantısal ya da' zorla yapılmadığı


zaman (örneğin biri birinin elini tutarak bununla bir başkasına
vurursa, İkincisi isteyerek vurmuş olmuyor, çünkü bu ona
bağlı değildir); vurulan kişi babası olabilir, o ise onun bir insan
ya da orada bulunanlardan biri olduğunu bilebilir ama babası
olduğunu bilmeyebilir; aynı şekilde amaç için ve tüm eylem 30

için de böyle bir şey belirlenebilir. Bilmeden yapılan ise, bilin­


meden yapıldığı zaman kişinin elinde değildir ya da zorla yapı­
lan istemeyerek yapılandır. Nitekim biz doğal olan birçok şeyi
bilerek yapıyoruz ya da onlara mamz kalıyoruz, ki bunlardan 1135b
hiçbiri ne isteyerek ne de istemeyerek oluyor; örneğin yaşlan­
mak ve ölmek gibi. Hak ve haksızlıklann aynı şekilde rastlan­
tısal olması da sözkonusudur, nitekim eğer biri bir emaneti is­
temeyerek ya da korkudan geri verirse, onun ne haklı bir şey
yaptığını ne de haklı eylemde bulunduğunu, ancak rastlantısal
davrandığını söylemek gerekir. Aynı şekilde bir emaneti mec­
bur edilerek ve istemeyerek geri vermeyenin yalnızca rastlantı­
sal olarak haksızlık yaptığını ve lıaksız eylemde bulunduğunu
söylemek gerekir. İsteyerek yapılanlardan kimini tercih ede­
rek, kimini de tercih etmeden yapıyoruz: Önceden düşünüp ta­
şındıklarımızı tercih ederek, düşünüp taşınmadıklanmızı ise
tercih etmeyerek. Bir araya gelmelerde meydana gelen zararlar 10

üç çeşittir: Bilgisizlikten dolayı yapılanlar hatadırlar; örneğin


eylemi yapan kime, neyi, ne ile, niçin yaptığı konusunda yanı­
lırsa; çünkü ya vurmayı düşünmemiş ya o şeyle vurmayı dü­
şünmemiş ya da o insana vurmayı veya o sonucu yaratmak
için vurmayı düşünmemiş, olan da amacına aykın olarak olup
bitmiştir (örneğin yaralamak değil, bir fiske vurmak amacıyla
vurduysa veya vurduğunu sandığı kişiye ya da vurduğunu san­ 15
dığı araçla vurmadıysa). O halde zarar tahmin edilemeyecek
şekilde meydana gelince, ona talihsizlik denir; tahmin edileme­
yecek şekilde değil, ama bir kötülük de düşünülmeden meyda­
na gelince ise, ona hata denir (nitekim neden olmanın başlangı­
cında olduğu zaman insan hata yapıyor, neden onun dışında ol­
duğu zaman ise başına bir talihsizlik gelmiş oluyor). Önceden
106 V. 8— 9-

20 eihuis fifv ırpojBovkevcras bf, abiKrjfjia, olov bcra re bta


dvfiov Kal a \k a Tiâdr}^ oaa avayKaîa rj <f>va-iKa (TVfi^alvii
T0L9 avöpfûTToıs’ TavTa yap ^kâırrovres Kal &p.apTâvov-
rer abLKOva-ı piv, Kal abiKTjparâ iarıv, ov fievTOi tto» abiKOi
bıâ Tavra ovbe Ttovrfpoi ov yap bıa p.oy6r]pCav rı ^kâfirf'
25 orav 8 ’ İ k Trpcaıp^tretos, abiKOs Kal pLO\drfp6s. bıb Kok&9 9
ra İ k dvfxov ovk İ k TrpovoCas KpCveraı' ov yap İp x^t ^ dv/üuS
Ttoı&v, iikk' 6 SpyCaas. İri 81 oibi rrepl tov yev4<rdaı rj p.^ 10
âp<f>i0‘^riT€ÎTaı, akka ırepl tov biKalov' i v l ı^aıvopivtf yâp
d8iK^ç r) dpyTj eorty. ov yap <S<nrcp iv toÎ s avvakk&ypao't
30 TT(pl TOV yeveaOai ap<f>ıa^rjTovcrtv, &v ivâyKij rdv frepop tlvaı
po^drjpov, hv /xt) 8ıd kıjdrjv avrb bp&aıv' &kk* 6pokoyovvT€S
ırep). TOV 7rpdy/xaroy, Trept 81 rov ırorlptos bUaıov âp<f>ıo"^rı-
rovaıv (o 8’ İTnŞovkfvıras ovk &yvo€Î)^ tSore 8 p iv oîcroı d8ı-
1136 * KCLorâaı, t 8’ ov. iav 8’ İ k vpoaıpia-euis jS A d^, d8t#ceî* ıcaı 11
Kara ravr rjbrı ra âbiKrfpaTa 6 bbiK&v Â8ikos, orav ırapa
To âvdkoyov ^ fj rrapa ro îarov. SpoCtas be Kal bİKaıos, 8rav
TTpoekopevos biKaıoTTpayfi‘ biKaıoTrpayeî 81, hv povov I ko)v
5 Trpdrrj}. t &v 8’ â.Kov<rC<ov r a plv ia r ı <rvyyv«pıowuc<ı rd 8’ r j
ov avyyvüipoviKİ. ocra p iv yap povov âyvoovvreç okka
Kal bi ayvoıav apapTavovcrt, orvyyvtopoviKâ^ 8<ra b\ p ^ bı
ayvoıav, akk' ayvoovvreç pev bıa ırddos be pijre (fnta-iKbv
pıjr âvdpcûTTivov, ov avyyvoipoviKa,
11 ' ATToprıaeıe 8’ 6.V rts, el İKav&s bıdpıaraı rrepl rov d8ı- IX .
Keıadaı Kal abiKeıv, ırpâTOv pev el İarıv &<n(ep EiptırCbrıs
eîprjKe, kiyıov Atottiûs
p T fT İp a K a r İK T a v TrjV Ş p a ^ iıs k ıS y o r .

(Koıv fK0v<rnv^ t) fKOvanv ov^ « « • ' J

29. iv om. Ki* 32. hi add. pr. K*» 1136‘ 9. ivepiırıyov pr. K*»:
kvBptaıriKhv L** M** 12. irirrus'] rh ır&ı pr. K** 13. KarİKTav T;
KarİKra codd. 14. ^Kooffav Jackson : Oi\ovffav codd.
106

tasarlamadan ama bilerek yapılan, haksız eylem olur; örneğin 20


öfke^^ yüzünden ve insanlarda zorunlu ya da doğal olan duy­
gulanımlar yüzünden yapılanlar gibi. Çünkü zarar vermekle
ve hataya düşmekle haksızlık yapıyorlar, yaptıklan eylemler
de haksızlıktırlar, ama kendileri bunlardan dolayı bir şekilde
adaletsiz ya da kötü olmuyorlar; çünkü verdikleri zarar kötü­
lükten gelmiyor; oysa zarar tercih edilerek veriliyorsa, adalet­
siz ve kötüdürler. Bunun için kaynağı öfke olan zararlar doğru 25
bir şekilde önceden tasarlanmayanlardan sayılır. Nitekim buna
neden olan, öfke ile davranan değil, öfkelendirendir. Aynca
tartışma konusu olan, yapılanlann olup olmadığı değil, haklı
olup olmadığıdır; çünkü öfke, görünüşte haksızlık olan bir
şeye duyulur. Nitekim burada —alışverişlerde olduğu gibi—
tartışma konusu olan, bir şeyin olup olmadığı değildir —^ki o
takdirde bunu, unutmaktan yapmıyorlarsa, ikisinden birinin 30
kötü olması gerekir—; olan konusunda anlaştıklan halde,
hangisinin haklı olduğu konusunda tartışıyorlar (önceden
tasarlayan ise bilmeyerek yapıyor değildir), öyle ki biri haksız­
lığa uğradığını öteki ise uğramadığını sanır. Ama bir insan ter­ 1 1 3 6 a
cih ederek zarar verdiği zaman, haksızlık yapıyor demektir;
böyle eylemlerle haksızlık yapan, orantılı olana ya da eşitliğe
aykın davranan, adaletsiz bir insandır. Aynı şekilde biri tercih
ederek adaletli eylemde bulunduğu zaman da adil bir insandır;
ancak isteyerek davrandığı takdirde adaletli eylemde bulunur.
İstemeyerek yapılanlann kimi bağışlanabilir, kimi ise bağışla­
namaz niteliktedir. Yalnız bilmeyerek yapılmayıp aynı zaman­
da bilgisizlikten ötürü yapılanlar bağışlanabilir; buna karşı bil­
gisizlikten dolayı değil de doğal ya da insanca olmayan bir tut­
kudan ötürü bilmeyerek yapılanlar, bağışlanamaz olanlardır.
Haksızlık etme ve haksızlığa uğramanın yeterince belirle­
nip belirlenmediği tartışma konusu olabilir. İlkin Euripides'in
garipbirbiçimde söylediğinin olup olamayacağına [bakılabilir]:
“İki kelimeyle, kendi annem i öldürdüm;
ben isteyerek o istediği için mi, )Ktksa
ben isteyerek değil o da istemediği halde mi?’^^
V. 9. lor
TToTfpov ya p &s â^rjâ&s Ieo-tiv kKovra d d iK € Î (r d a t, fj ov dAA’ 15
âKOv<rıov İırav, &<mfp Kal ro ibiKfîv Ttav İKOva-ıov ; Kal dıpa
vav ovrcof rj ^Kfu-uis, \&anr€p Kal t 6 ibiKcıv ırav (Kovcrıov,^ rj
2 t 6 ficv İKOTuaıov TÖ 5’ İKOvtrıov; 6pLOİo)s be Kal i-ırl tov biKaı-
ovarOaı’ ro yap biKaıovpayeîv ıtav ^KOİ/<rıov’ cjot evkoyov
avTiK€Î(r$aı âpLOİoiS Kad' İKârepov, ro r â^iKeladaı Kal bı~ 20
Kaıovaöaı fj kKova-Lov fj aKovaıov eîvaı. &roırov 5’ b.v bo^ete
Kal iırl TOV biKaıov<r6aı, et ırav İKOvaıov' İvıoı yap biKaıovvraı
3 ovx ^Kovres. eıreiTa Kal robe bıaıropı^aeıev av rıs, rcorepov 6
TO âbiKOV ıreTTOvdüis âbiKelraı ıras, fj &<rTrep Kal iırl rov ırpar-
reıv. Kal iırl rov ırdcr^eıv iarıv" Kara (rvpPeŞrjKbs yap 25
be\eraı iır âp,<f>OTep<ûv p.eTaKap.^âveıv r&v biKaCıav' opLoCats
be bijkov S n Kal evi rû v âbUayv’ ov yap ravrov ro rabtKa
vpaTTeıv T(p abiKeîv ovbi ro âbiKa v ia \e ıv r y âbiK€Î<rOar
op^iûJS be Kal rov biKaıovpayeîv Kal biKaıovadaı' abvva-
Tov yap abiKeîa-dai p,ff âbiKOVvros fj biKaıovordaı pı.fj btKaıo~ 30
4 vpayovvTOs. et 8* earlv â v \ w rd dbiKeîv rd ^Kdırreıv İKOvra
Tivâ, TÖ b* cKOvra etbora Kal bv Kal (p Kal â>f, 6 8’ aKpa-
Tijs İKU)v /3\dvreı airös avrov, kKtav r’ hv dbiKoÎTO kS v ev-
bi)(ovro avrös aöröv âbiKeîv. earı bk Kal rovro kv t &v dvo~
fi povp.iv<ûv, et kvbe^eraı avrov avröv ibiKeîv. İ n kKÖ>v &v n s 1136
bı aKpaa-tav v v akkov ^ k av ro v ro cKOvros, &<tt eîrj hv İKOvr^
ubiKelardaı. fj ovk 6p 6ös â btopL<rp,6sf i k k a vpoadeTeov
fik â v re ıv etbora Kal hv Kal Kal Sis ro v a p a rf^v İKeivov
6 ^oSktjcnv; fikâvTeTaı pikv oZv n s İKÖtv Kal râbiKa vda^eı, 5
âbiKeîraı b' ovbels eK<âv‘ ov8eıs yhp jSoSkeTat, ovb' 6 aKpan/js,
akka vapa ri)v fiovkr}<nv vpârTei’ oire yap ^ovkeraı ovbels

17. &ffwfp— İKoi<rıoı/ seclusi ırâ»'] ^ t Sv K** T 20. kcö K**: koI
rh vulg. 23. fırcıra scripsi: codd. 32. ^ L**: 3 vulg.
33. K&K K*>: K(d vulg. S4. abrhs K“ L>>: atrrhy M** T tv :
î»» Tl M** r : om. L** USG** 4. koI İ v om. rh om. K** M*
107

Öyleyse acaba isteyerek haksızlığa uğramak gerçekten olanaklı 15


mıdır olanaksız mıdır, yani her haksızlığın isteyerek yapıldığı
gibi, her haksızlığa uğrama, isteyerek mi oluyor? Ve acaba
her haksızlığa uğrama hep —^şöyle ya da böyle— aynı şekilde
mi oluyor [her haksızlık yapmanın isteyerek yapıldığı gibi];
yoksa kimi isteyerek, kimi ise istemeyerek mi oluyor? Hakkını
almada da durum aynıdır; nitekim haklı eylemlerin tümü iste­ 20
yerek yapılır; öyle ki her birinin karşıtıyla durumunun aynı
olması akla yakındır, yani haksızlığa uğramak ile hakkını al­
mak ya isteyerek ya da istemeyerek olan bir şey olmalı. Gene de
hakkını almak sözkonusu olduğunda, her hakkını almanın iste­
yerek olması garip gibi gelebilir: Nitekim kimileri istemedikleri
halde hakettiklerini alıyorlar. Biri şunu da sorabilir: Haksızlık
gören herkes gerçekten mi haksızlık görüyor, yoksa haksızlık
görmekte de durum aynı haksızlık yapmaktaki gibi midir? 25
Çünkü her ikisinde de haklı olanlardan pay almanın rastlantısal
olması olanaklıdır; o halde lıaksızlıklarda da aynı şekilde olaca­
ğı açıktır; çünkü haksız şeyler yapmak ile haksızlık etmek ve
haksızlığa uğramakile haksızlık gömıek aynı şey değildir. Haklı
eylemde bulunmak ve hakkını almak konusunda da durum ay­
nıdır; çünkü haksızlık yapan bir kişi olmaksızın haksızlık gör­ 30
mek ya da haklı eylemde bulunan biri olmaksızın hakkını al­
mak olanaksızdır. O halde eğer genel olarak lıaksızlık yapmak,
birinin isteyerek zarar vermesi [demek] İse ve isleyerek zarar
vermek zarar verdiği kişiyi, aracı ve şekli bilmek demekse, ken­
dine egemen olmayan kişi de bilerek kendine zarar veriyorsa,
bu, isteyerek haksızlık görmek, hattâ kendi kendine isteyerek
haksızlık yapmak olanaklıdır, demektir. “Kendi kendine hak­
sızlık etmek olanaklı mıdır?” sorusu da tartışma konularından
biridir. Ayrıca biri kendine egemen olamamaktan dolayı, iste­ 1 1 3 6 b
yerek zarar vemıek isteyen birinden zarar görürse, bu isteyerek
zarar görmek olur. Yoksa bu belirlememiz doğaı değil midir?
Ve “kime, ne ile ve nasıl zarar verildiğini bilme”ye “öteki kişi­
nin istememesine rağmen”i de eklemek mi gerekiyor? Demek ki
bir insan isteyeı^k zarar görebilir ve haksızlığa uğrayabilir, ama
hiç kimse isteyerek haksızlık görmez; çünkü hiç kimse bunu
istemez -kendine egemen olmayan kişi bile-, ama isteği dışın­
da davranır; nitekim hiç kimse erdemli olmadığını düşündüğü
108 V. 9-
â fjLTi oîeroı tlvaı aırovdatov, 5 re İKpaTrfS ov^ ^ oîeraı beîv
TrpİTTcıv ıtp a m ı. 6 bi ra airov bıboiis, &<r7r€p''0prıp6s <f>r)<rı 7
lodoCvat rbv FAaS/coy Ty Aıoprjbfi ^^yjpv<r€a \a\K€C(oVi lıca-
t 6 p ^ ol hv€aŞoC<ûv” oİ k âbiKfÎTaı' i v a vr^ yap ia rı t 6 8ı-
bovaı, To 8’ ibiK€Î<r0aı oİ k i v ovtŞ, ik k a tov âbiKovvra
beî vvâp\eLv. v€pl p iv obv tov âbiKeîaûaı, o n oî>x. İ koİİo'Iov, 8
brjkov.
12 *^Erı 8’ &v vpoetkopcöa bv’ İtrrıv elveîv, vonpov vot
abiK€Î 6 vetpas vapa t^ v tö vk io v fj 6
fi İoTiv avTov avTÖp &biKeîv. cl yhp iv b iy tra ı rh vporepov 9
keydev <cal 6 bıaviptov ibiK€Î iXk* ovy 6 İy<ov ro vkiov,
eî TIS vkiov avTov irip<p v ip n etb^s Kal İKdiv, ovtos ovtos
20 aİTov abiK€i‘ ovep boKovcrıv ol pirpıoL vo ıtîv’ 6 yap ivi€i-

KTjS ikaTTdTiKos i<rTiv. rj ovbi TOVTO avkovv ; iripov y^p


iiyaöov, €İ İrvyev, vkeov€KTel, olov b6 ^ s ^ rov &.vk&s Kokov.
İ n k'U€Taı Kara rov bıopıa-pbv tov ibiKcîv’ oîıbiv yap vapa
T^v avTov vâ(T\€i Povkrjaıv, tSore ovk âbiK€ÎTaı bıA ye tovto,
25 akX’ eîvep, ^k&meTaı povov. <j>avepbv 8 e o n koi 6 bıavi- 10
ficap âbiKeî, âkk* ovy 6 r 8 vk io v iyatp AeC' ov yap Tb
âbiKOP vv&pyeı aJbiKeı, dX\* ^ t8 İKovra ToSro voıeıv'
TOVTO 8’ 8âep ^ apxv vpâ^eats, rj iarıp ip r « bıavipx>vn
bX)C OVK iv Tiû kappâvovn. e n iv e l vo kkayâs Tb voıeıv 1 1
30 keyeTaif Kal İarıp &s tA &ylnryaKTeiveı Kal rj yelp Kal 6

oÎKİTrfs ivırA^avros, ovk ibiKeî p iv, voıet bi r a âbiKa.


İ ti el pev Ayvo&v İKpıvev, ovk AbiKeı Kara ro vopiKbv bl~ 12
Kaıov ovb' AbiKos ^ KpCaıs ia rlv, İa rı 8’ wy â 8ikos* İTepop
yap Tb vopiKbv bUaıov Kal r 8 vpSiTOV' el 8^ yıvda-KOiV İKpı-

8. T C : S i vulg. oix & K * * : S oİik vulg. 16. i(lay ır\4ov tx**^


K** 19. alrrov tripı^ K**: iriptp ^ vulg. o St o t om. K** F

21. kxX&t r 22. iır\*ov4KTtı M** 25. Kal Sri M** F 27.
İSiKoy 4x‘^ iırı(px«t pr. 31. / l i v oSk İ S ikcÎ
108

şeyi istemez, kendine egemen olmayan insan da yapmaması


gerektiğini düşündüğü şeyleri yapar. Kendine ait olanlardan
veren, —^Homeros'un, Glaukos'un Diomedes'e verdiğini lo
söylediği şekilde, yani “bronz silâhlara karşılık altın silâh,
yüz inek karşılığında da dokuz inek”^'^ veren— haksızlık
görmüş olmaz; çünkü vermek onun elinde olan bir şeydir.
Oysa haksızlık görmek onun elinde değildir, haksızlık yapan
birinin de olması gerekir. O halde haksızlık görmenin isteye­
rek olan bir şey olmadığı açık.
Seçtiklerimizden sözünü edeceğimiz iki konu daha kalı­
yor: Lâyık olduğundan daha fazlasını veren mi, yoksa sahip
olan mı haksızlık eder? Ve kendi kendine haksızlık edilebi­
lir mi? Nitekim eğer daha önce söylediğimiz şey kabul edi­
lecek olursa ve daha fazlasına sahip olan değil, onu veren hak­
sızlık ediyorsa, eğer biri bilerek ve isteyerek kendinden
daha çok başkasına veriyorsa, o kendi kendine haksızlık 20
ediyor demektir; ki bunu alçakgönüllülerin yaptığı düşünü­
lüyor. Çünkü doğru insan daha az almak eğilimindedir.
Yoksa bu da böylesine basit ve sıradan değil mi? Çünkü böyle
bir insan da bir başka iyi şeyden daha fşzla alır, sözge­
lişi ünden ya da genel olarak güzel olandan. Ama yine de,
haksızlık yapmanın tanımlanmasına bakılırsa, bu sorun çözü­
lür; çünkü o, istemesine aykın olarak hiçbir şeye uğramıyor;
dolayısıyla bunun yüzünden haksızlığa uğramaz, olsa olsa yal­
nızca zarar görür. Öyleyse açıktır ki, daha fazlayı veren her- 25
zaman haksızlık ediyor, daha fazlaya sahip olan ise her zaman
etmiyor; çünkü haksız olana sahip olan değil, isteyerek buna
sahip olan haksızlık ediyor; bu da eylemin başlangıcı olanda
bulunur, bu başlangıç da alanda değil paylaştırandadır.
Aynca ‘y^P^^^k’tan birkaç bağlamda sözedildiğine göre ve
bağlamına bakılırsa, cansız şeylerin de, elin de, efendisinin 30
emri yüzünden kölenin de öldürmesi olanaklı olduğuna göre,
bunlar haksızlık etmiyor, haksız şeyler yapıyor. Aynca bilme­
den karar vermişse, yasal adalete göre haksızlık yapmış sayıl­
maz, karar da adaletsiz değildir; ama adaletsiz gibi görünür;
çünkü yasal adalet asıl adaletten farklıdır; oysa eğer bilerek
V. 9. 109
V€V âdUcOS, v\€OV€KT€Î Kol OllTO'g rj ^âpiTOS f} TipMpCas, U37
13 &<Ttttp ovv Khf t î TIS fi€p(<raiTO rov âdiKijfiaTos, kuI 6 bıa
rav ra Kpıvas ÜbUats vKiov İ\€ i’ Kal yap cır’ İKeip<p töv
14 aypdv Kpivas oitK iypov dXX’ apyopıov i\a ^ € v . Oi 5* 13
ivBpovnoı i<l> kavToîs oîovraı €ivaı rd ddiKCÎv’ bıö Kal rd 5
bCKaıov €ipaı p ^ ıo p . rd d’ ovk 4arıp‘ avyycpia-daı pikp yap rfj
Tov yfCropos ıcal ırard^at t6 p •nkr\a‘lop ko.1 bovpai ry
rd İLpyipıop p ^ ı o v Kal itr avrots, dXXd rd « 8 ı iy o p r a s
15 Tavra ıroıeıp oİ t € pqbıop ovr' ctt’ avroîs. 6p.oL(as 8^ Kal rh
ypûvai rd bUaıa Kal rd d 8 ıxa oddcı' otopraı cro^bp eıpaı, 10
5ti Vfpl £p ol pdfjıoı ^.iyovcıp ov yoAe-ırop crvpıepaı (dXX’ ov
roCr* ^otI rd bUaıa dXX* rj Kara (Tvp.^ifir\K6s)' dXXd ırûs
vpaTTÖfifva Kol v&s vefiojitpa bUaıa, tovto brj Trkeop İp-
yop ^ rd vyıeti'd elbepai’ iırel KdKCÎ p.e\ı Kal oÎ pop Kal
iW^/3opop Kal Kavtrıp Kal rofi^v dbipat pabıop, okka tt&s >5
8 eî P€Îfiaı rtpos iyU ıap koX rlpt, ko.1 rrdrc, ToaovTOP İpyop
16 bvov îarpöp cTvaiı 8ı* avrd 8 ^ rovro Kal tov biKaCov olopraı
fTvai oiblv rjTTOv rd iJdiKtİP, Sn ovy rjiTOP o bUaıos dXXd
Kal juıkkov bSvaiT* hp İKaorov ırpa^aı rovnop' Kal yap
<nryytvi<rdaı yvvaiKl Kal ırard^aı' koİ 6 ivbp€los t^v 20
&<nrlba &<l>€lpaı Kal orpa^clsr Itpı' brconpaovv rpiyeıp, okka
rd b€ikaCp€ip ko.1 SJbiKtîP o i rd ravra houIp kari, Ttkr\p
Kara <rv/i/3 c/3 i}Kd9, dXXd rd « 8 ı İyopra ravra voıeîp, &<r-
Tftp Kat rd larp€V€iP Kal rd vyıd^eıv ov rd reppeıp rj
r4pp€W rj <l>appuiK€V€iv rj piı ^apfiaKcvcıv €orCp, dXXd rd 25
1 7 «8f. loTi 8 i rd bİKaıa ip rovrott oîs pirtarn rûp dırX«s
&ya$&p, lypva-ı 8’ vvep^ok^v ip roiroıs Kal |XXcı^W roîs

1137* 2. K&v] ıc a l K** 3. İ K t t p m : lı c a t y v y 6 vulg’. 9. raaırh


13. yayifiaya M*’ 3^ scripsi: 34 codd. 16. crvcu K** 17.
ImrpaS ^yau. 3t3 ra v ri K** 18. ot>x K**: oitBly vulg. 22. <cal]
KOİ t 3 m ** 27. 3*] 34 ıcal F 4y tovtois om. !.•*
109

haksız karar vermişse, o da, kendine düşen olumlu ya da 1137a

olumsuz^^ karşılıktan daha fazla almış olur, sanki yapılan


haksızlığa katılmışcasına; böyle nedenlerle haksızca karar
veren insan da daha fazlasına sahip olmuş olur; çünkü karar
verme durumunda olup tarla konusunda karar veren, bir
tarla değil, para almıştır, insanlar haksızlık yapmanın onla­
rın elinde olduğunu sanırlar, bunun için de hakkı yerine ge­
tirmenin de kolay olduğunu düşünürler. Oysa böyle değil­
dir; nitekim komşunun kansıyla düşüp kalkmak, yanındaki
birine vurmak, birinin eline para sıkıştırmak kolaydır ve
kişilerin elindedir, ama belirli bir huya sahip olan kişiler ola­
rak bunları yapmak ne kolaydır ne de onlann elindedir.
Aynı şekilde adaletli şeyleri ve adaletsiz olan şeyleri bilmek
için hiç de bilge olmak gerekmediğini, çünkü yasalann söz- 10
ettiği şeyleri anlamanın pek güç olmadığını düşünürler (ne
var ki adaletli şeyler bunlar değildir, ancak rastlantısal ola­
rak adaletli şeyler oluyorlar); ama eylemler nasıl yapılırsa ve
verilen şeyler nasıl verilirse adaletli olacaklar, bunu bilmek
sağlığa yararlı şeyleri bilmekten daha büyük bir iştir. Çünkü
sağlık konusunda da balı, şarabı, hıyar-ı şembeyi, yak­ 15
mayı, kesmeyi bilmek kolaydır; ama sağlık için bunları na­
sıl, kime, ne zaman vermek ya da yapmak gerektiğini bil­
mek doktor olmak kadar zor bir iştir. Bu aynı nedenden do­
layı, adil insanın adaletli davrandığı gibi adaletsiz de davra­
nabileceğini, çünkü onun her ikisini de aynı şekilde yapabile­
ceğini sanıyorlar: Bir kadınla düşüp kalkabileceğini ya da
birisini dövebileceğini; yiğit insanın da kalkanını bırakabile­ 20
ceğini ve dönüp herhangi bir yere koşabileceğini sanıyorlar.
Oysa korkak olmak ve haksızlık yapmak, bunları sırf yap­
mak —rastlantısal olarak yapmak— değil, belirli bir huya
sahip olarak bunlan yapmaktır: Nasıl ki doktorluk yapmak
ve iyileştirmek, kesmek ya da kesmemek ve ilâç vermek ya da
vermemek değil de, bunu belli bir şekilde yapmaktır. Ada­ 25

letli eylemler, genellikle iyileri paylaşanlarla ve bunlardan


daha fazla ve dalıa az almaları sözkonusu olanlarla ilgilidir.
110 V. 9—lo-
fikv y^p ovK (OTiv {/TTfp^oKiı CLvrû»Vy oîov {<r<ı)f roıy 0€OiSy tols
V ovhfv popıov üK^iktpov, roîs ivıdriûf KaKois, &Wh ırdvra
30 p\âTTTUy roîs 5^ P^XP‘’ ’‘0"‘ ^»'öpeiırıvoı; ^arıv.
14 Ilepl 5^ iıri€tK€Cas Kal rov ^itkikovs, vâ s i \ f i ^ p^v X.
^TTic^Kcıa rtpos diKaıotnjvrjv ro 8’ iırttiK^s rtpos to bCKatov,
kydptvov iarıv (I tt(Î v. ovre yap «s ravrbv &ırXûs otiO' i>s
€T€pov r y y^v€i <f>axv€Taı aKorrovpivoıs' Kal 6ri pev rb imeı-
35 Kfî ^naıvovpiv Kal dvhpa rov toiovtov, <5oTe Kal ^ırl ra
ll37*‘ 4XXa €‘jraıvovvT€S pİTa<ftipopL€v i v r l tov dyadov, t 8 ^ırıeı-
Kiortpov oTi ^iKrıov brfkovvres’ 6rk 8^ tö kdytp âKokovOovaı
(^aiveraı &roıtov el rb ^meıkes rraph rb bİKaidv ti bv l'Traı-
verov e<TTiv‘ rj yap rb bUaıov o i <nrovbaiov, fj rb imeiKİs ov
S bUaıov, el &\\o- rj el &p<pa> oTrovbaîa, rairov iarw. ^ pev 2
o8j; d-nopia ayebbv trvp^aCvet bıd ravra vepl rb imeiKes,
l;(€i 8’ &Trapra rpdırov Tivd Spdûs Kal ovb^v vıtevavrLov
kavToîs’ TO re yap i-nıeiKİs biKaıov rıvbs bv Şkkrıdv karı bi-
Katov, Kal ovx «is âXA/> rı yevos bv 0ekrı6v karı rov biKaCov.
10 ravrbv apa bUaıov Kal kırıeiKks, Kal âp<f>oîv ertrovbaCoıv ov-
Toıv Kpeîrrov rb kmeiKİs, rtoıel b\ r^v drroplav Sn rb km- 3
eiKes bİKaıov pkv karıv, ov t8 Kara vSpov bk, bkk* kıravSp-
6<jipa vopCpûv biKaCov. aîrtov 8’ o n 6 phf vSpos KaûSkov rras, i
reepl kvL<ov 8’ oi% oîov re Spdûs elrrelv KaûSkov. ev ols ovv
15 ivSyKTj pev elrteîv KaûSkov, prf otSv re bk Spûûs, rb ûs kiri
rb rrkiov kap^Sveı o vSpos, ovk Syvoûv rb hpapravSpevoı>.
Kal İerrıv oibkv rîrrov SpûSs" rb yap kLpSprrifia oİ k kp tij»
vSpıp ov8’ kv r y vopoûkrrı ikk* kv rfj ^ı/<r<( rov rrpSyparSs
k arıv ebûvs ybp roıaSrr} ^ rû v rtpaKTÛv Skrj karCv. Srav 5

29. ividroo >taJ kokoTî L*’M*’ T 80. tıh toît*] toSto Si F 1187^ 4.
06 StKMoy om. r S. t i KAAo] tlpot &Wo K ^: AAAo F r a tn 6 y om.
pr. K** 9. %v om. K** 13. vofuKov Coraes Sucatov po/t(fiou
K'>L'>r 17. ip e ^ tT : ipfiSt codd. 19. wpaJer4myK"
11ü

Kimileri için fazla diye bir şey olmaz, sözgelişi tannlar için;
kimileri için de —sözgelişi tedavi edilmez kötü insanlar için—
bir nebze bir şey bile yararlı değildir, tersine her şey onlar için
zararlıdır; kimileri içinse iyiler belli bir noktaya kadar ya­
rarlıdır; bu nedenle de adalet insanlara özgü bir konudur. 30
Doğruluk ve doğru insan konusuna gelince: Doğruluk ile
adaletin ve doğru olan ile adaletli olan arasındaki ilişki­
nin nasıl olduğunu belirtmek kalıyor geriye. Çünkü düşün­
düğümüz zaman, ne genel anlamda aynı şeydirler, ne de cins­
leri pek farklı görünüyor; ve kimi zaman doğruyu ve doğru 35
insanı öyle övüyoruz ki, başka şeyleri överken de bu 1137b
sözcüğü iyi yerine kullanmakla, daha doğru olanın daha iyi
olduğunu da belirtmiş oluyoruz; kimi zaman da, akıl yürüt­
me sonucu, ‘doğru’ ‘adaletli olan’dan farklı bir şey olduğuna
göre, onun övülecek bir şey olması garip görünür; çünkü
adaletli olandan farklı bir şeyse, ya adaletli olan erdemli
değildir ya da doğru olan adaletli değildir, yok her ikisi de er­
demli ise aynı şeydirler, işte ‘doğru’ konusunda çıkmaza 5
götüren aşağı yukan bunlardır; öte yandan bütün bunlar bir
anlamda yerindedir ve aralannda bir çelişki yoktur: Çünkü
doğru olan, belirli bir adaletli olandan daha iyi olsa bile, ada­
letli olandan başka bir cins altında bulunan bir şey olarak
adaletli olandan daha iyi bir şey değildir. O halde doğru ile
adaletli olan aynı şeydir; ve her ikisi de erdemli şeyler olmakla 1o
birlikte, doğru olan daha iyidir. Bu çıkmaza götüren, doğru
olanın adaletli olması, ama yasaya uygun olan adaletli olma-
maması; yasaya uygun olanı düzelten adaletli olmasıdır. Bunun
nedeni, her yasanın genel olması, oysa kimi konulardan ge­
nellik düzeyinde sözetmenin olanaksız olmasıdır. Demek ki,
genel olarak konuşmanın zorunlu olduğu ama bunu doğm
yapmanın olanaksız olduğu durumlarda yasa, çoğu zaman 15
olanı hesaba katar, yaptığı yanlışı bile bile. Ancak bu yüzden
yasa daha az doğru olmuyor; çünkü hata yasada ya da yasa
koyucuda değil, konu edilenin doğal yapısındadır; çünkü ey­
lemle ilgili konulann malzemesi doğrudan doğruya öyledir ki.
V. l o — I I . 111
ovv y.iv o vo'/zos <caöoA.ou, (run^fj 8’ ^ırı to Stov ırapa 20
To KadoKov, roTf dpdm fî Ttapakfiırtı. 6 vop.odİTr\î
Kat ijp.apT(v ÛTrAûy dır tav, ivavopOovv to €kKeı<f>0iv, 8 kİ/*
o voftoöcVrjs aÛToy av cittcv ^k€Î TTap<av, Kal d jîSeı, evo-
ti j*oÖ€Tij<TCP. 810 8tKaıov fi€v ^oTi, Kal /3c\ tiov nvoç 8iKatov,
ov Tov âTTÂoiy 8e a \ \ a tov dıâ to inrküis hp^prfuıaTos. 25
Kal İarıv a ^i] ^ ^v<rıs v ^meiKOVf, ittavopduip.a vdp-ov,
fi ikkeCıreı bıa tö KadoKov.. tovto yap aiTiov Kal tov /ut)
TrdvTa Kara vopov dvat, oti .ırtpl ivioiv abvvaTov BicrOaı
7 v6p.ov, üioTe \lrT)(f)ia‘p,aTos 8eî. rov yap İMpiırrov cLopıaros Kal
6 Kap<ov ioTiv, ua-JTfp Kal TÎjs Aeo-/3ıas oİKobofiCas 6 p.ok(~ 30

jSbıvos Kavdiv’ TTpbs yap to ay(fjpLa tov kidov fieraKtveîroı


Kal ov ıx4vfi. 6 KavdiVy koI to \frri<l>ı<rp.a vpbs ro ırpâypMTa.
8 t C pikv obv 4arl tö İTndKfs, Kal St i bUaıov Kal r ı v 8 y /3 e \ -

Tiov biKaCov, brjkov. (f>av€pbv 8’ 4k tovtov Kal o ^ırıeiK^y t I s


4<rrıv’ 6 yap t £»v Toıo/drav TtpoaıpcTiKos Kal ırpaKTiKos, Kal 35
6 p,rı CLKpı^obUaıos eırl r 8 \d p o v d \\* eAarrcoriKoJ, Kalırep 113S‘
f\(av TOV v 6 p.ov ^or}6 6 v, iırifiK^s ia-Ti, xal 17 efiy ovnj iv ı-
(iKfia, biKaıoat/vıj rty o3<ra Kal ov^ crepa rty 4^ıs.
X I. ndTepov 8’ ev8cx€Taı tavTov âbiKfîv rj ov, <f>av€pöv 4k 15
T&v dpripÂviav. r a p.4v yap i<m t &v biKaConv tcL kotİL ita- 5
<rav b.p€Ti\v İ tto tov vopuov TfTayfiiva, dîov ov Kckevd dıro-
‘2 KTivvvvai eavTov 6 vofMos, & 8e /x^ KeAeveı, dırayo/seveı. İre
3rav Trapd rov vopiov ^kavT-rj prj aım^ki'nTiov 4k<^v, d 8ı-
K et, kKOiV 8 e 8 el88>y koI bv ko.1 <S’ S bi bı âpyrjv iavrov

a-<j)dTT<üv kKİiV TOVTO bpa Trapd tov opdbv kdyov, 8 ovk 4^

23. airhs K** M**: oSrus T : airhs oStus L** tu> om. K** €Îwtv :
•Tıroı vulg. ^K«î om. K"* post ivofto9İTi)9w add. Sy M** 28.
T<ywy K" 30. olKotofJLİas K**: olKofofirjı vulg. 33. rtuhs V :
riyos codd. 1188* 9. &s M** F 10, ip$hy] abrhy K** yiuov
M ‘»r
yasanın dile getirdiği genel olana aykın bir şey olduğu za­ 20

man, doğru olan,yasa koyucunun genel olarak konuşmakla


atladığı ve yanıldığı yerde eksik olanı düzeltmek, yasa koyu­
cunun eğer kendisi orada bulunsaydı, söyleyeceği şeyi söyle­
mek ve eğer bilseydi, yasasına koyacağı şeyi yapmaktır.
Bunun için doğru, adaletli bir şeydir ve bir tür adaletten
daha iyidir, ama genel olarak adaletten değil; genel olarak
adaletin yanılgıya götürdüğü yerde daha iyidir. Ve doğru­ 25
nun özü şudur: Genel olması nedeniyle yetersiz kaldığı yerde
yasayı düzeltmek. Bunun nedeni ise her şeyin yasaya göre
olmaması, bazı konularda yasa konamaması, dolayısıyla bir
kararnamenin gerekmesidir; çünkü belirlenmemiş olanın
ölçüsü de belirlenmemiştir, tıpkı Lesbos yapı tekniğinde 30
kullanılan kurşun ölçüsü gibi; nitekim o aynı kalmadığı,
taşın şekline girdiği gibi, kararname de konu edilene uygun
çıkanlır. O halde doğrunun ne olduğu, adaletli olduğu ve
hangi adaletten daha iyi olduğu açık. Bundan da doğru kişi­
nin kim olduğu belli; nitekim böyle şeyleri tercih ederek ya­ 35
pan ve yasa ona yardımcı olduğu halde olumsuz yönde 1138a
adaleti harfi harfine yerine getimıeyen, daha azıyla yetinen
doğru insandır. Bu huy ise doğruluktur, yani bir tür adalet­
tir ve ondan farklı olmayan bir huydur.
Söylediklerimizden, birinin kendine lıaksızlık edip ede­
meyeceği de açığa çıkıyor. Nitekim adaletli şeylerden bir kıs­
mı tüm erdeme uygun yasa tarafından belirlenmiş olanlardır;
örneğin yasa kendini öldürmeyi buyurmaz, teşvik etmedikle­
rini ise yasaklar. Ayrıca karşılık vermek sözkonusu olmadan
yasaya aykırı olarak isteyerek zarar veren kişi —kime ne ile
zarar verdiğini bilerek zarar veren— haksızlık ediyor. Oysa
öfkeyle kendi boğazını kesen, yasanın izin vermediğini isteye­
rek ama sağ akla aykın bir şekilde yapıyor. Demek ki. 10
113 V. II.

6 v6fios' abiK€Î âpa. dAXâ Tİva ; rj r^v ıtokıv, airov 5’ o i ; 3


kKİiv yap Tt&<r\eı, bbiKeiTaı b* âbbds kK<&v. bıh koI ^ v6~
kıs Çr\p.t.di, Kai r ı ; ârıp-Ca ırp6<r€<m kavrbv bıa<f>0€CpavTi
tt>; Trjv TTOklV &blKOVVTl. fTl KaO' h ablKOS povov 6 âbiK&v 4
15 Kal pr) oko)9 (fyavkoy, ovk eaTiv âbiK^traı kavTov (rovro

yap &kko İ k€Cvov‘ I oti yâp ttü)? 6 abiKOg aifru) ırovrjpbs &<r-
TT€p 6 beikdg, oux â»s okıjv iyoiv TrfV trovrjpiav, <5<tt’ ovbb Kara
Tadrrjv &biKeî)' &pa yap hv avr^ etr} â<f>rıpijar6aı Koi
Trpo(rK€Î<rdaL tö avrd‘ rovro be âbvvarov, âkk' âel iv TfkeCo-
20 <rıv ivayKi} eîvai rb bUaıov Kal rb abiKOv. İ n 5e İKodaıov 5
T€ ıcal İK ırpoaıpitremg Kal •nporepov’ b yap bıon İtrade Kal
rb avrb ivrııroıuv ov boKeî bbtKeîv' abrbs b* abrdv, ravra
âpa Kal ıriay^ei Kal ıroıeî. İ n eîrf âv İKOvra bbiKei-
(TÖat. Trpbg 5e toi;tois, âvev r&v Karâ pipog abiKtfpârotv 6
25 obbels AbiKeî, poıy^edeı 5’ oibels rfjv iavrov obbe roı^copv^eî

rbv iavrov roîy^ov oibi Kkiırreı ra avrov. 3k<ag bi


kderaı rb avrbv âbiKeîv nal Karâ rbv bıopıapbv rbv ırepl tou
İKOvaLüis âbiKeîaûaı. (ftavepbv bi Kal Sn &p(f>(û pev (f)avka, 7
Kal rb âbiKfîa-daı Kal rb âbiKCÎv (ro pev yap İkarrov rb
.-^o 5e Ttkiov İ\eıv i(rrl toö pi<rov Kal eSaırep ı&yıeıpov piv İv
larpiKTj, eveKTtKov bi iv yvpvaornKr})' âkk* opas \eîpov rb
âbiKfîv' rb p iv yâp âbiKelv perâ KaKİag Kal rlreıcrov. Kat
KaK^as ^ rrjg reXetas Kal atrkâs ^ iyyds (ov yâp &-nav
rb İKodtrtov perâ âbiKCas)^ rb 5* âbiKeîcrOaı &vev KaKİas ko.1
35 âbiKİas. Kaö’ abrb pev obv rb âbiKeîadai ^rrov <f>avkov, 8
1138 ^ Karâ avp^e^riKbg b* o^5ev kû)Xv« fieî^v eîvai kukov.

14. 4 Lam binus: dft^yoycodd. 16. 6A«*j ] 4ırA»J K** 18. t 6


airh 19. r y aörŞ 22. toİ t İ ] to5t « K^: t 4 ofrrA vulg. 27.
icat add. 28. 4xotNr(wr Lambinus 80. pitrev (rh 9i 9uco4owpayeîy
p4iToy) Rassow 33. koI om. K* ıroi' K* 84. â9iKlat] Kotctas
JRassow IISS** 1. *lyvu om. K**L'’ F
112

haksızlık yapıyor. Kime? Yoksa kendine değil de kente mi?


Çünkü isteyerek acı çekiyor; oysa hiç kimse isteyerek haksız­
lığa uğramaz. Bunun için kent de onu cezalandinr; kente
haksızlık etti diye, kendini öldüren kişinin başına bir onur­
suzluk gelir. Öte yandan haksızlık yapanın yalnızca haksız • 15

olduğuna, pümüyle kötü olmadığına bakılırsa, kendine hak­


sızlık etmek olanaksızdır (çünkü bu çeşit haksızlık ötekinden
farklıdır; nitekim korkak gibi, haksız kişi de bir bakıma
kötü insandır, tümüyle kötü insan değil; dolayısıyla tüm
kötülüğe göre haksızlık yapmıyor); yoksa bu, aynı şeyin aynı
zamanda aynı insandan alınması ve aynı insana eklenmesi
olurdu. Bu ise olanaksızdır, tersine hak ve haksızlığın her za­
man birden çok kişiler arasında olması zorunludur. Aynca 20
bunlar isteyerek oluyor, tercihe dayanıyor ve önce oluyor;
nitekim daha önce onun başına geleni karşılık olarak yapanın
haksızlık yaptığı düşünülmüyor; kendi kendine haksızlık
yapan durumunda ise, o, aynı şeylere hem uğramış hem de
onlan yapmış oluyor. Aynca isteyerek haksızlığa uğramak
olanaklı olmuş oluyor. Bunlara ek olarak, haksız eylemler
yapmaksızın hiç kimse ‘haksızlık’ yapmaz; hiç kimse kendi
kansıyla ‘zina’ yapmaz, kendi evini ‘soymaz’ ya da kendine 25
ait şeyleri ‘çalmaz’. Kendine haksızlık yapma sorunu ise iste­
yerek haksızlık görme konusunun belirlenmesine bakarak ta­
mamen çözülür. Gerek haksızlık görmenin gerekse haksızlık
yapmanın, her ikisinin de, kötü olduğu açık (çünkü biri orta­
dan daha az, öteki daha fazladır; orta ise tıpta sağlığa götü­ 30
ren, beden eğitiminde de sağlıklı olmaya götüren ne ise, bura­
da da odur); gene de haksızlık yapmak daha kötüdür; çünkü
haksızlık yapmak kötülükle birlikte olur ve kınanacak bir
şeydir, hem de tam kötülükle ya da genellikle kötülükle ya da
buna yakın olanla birlikte olur (çünkü her isteyerek olan şey
haksızlıkla birlikte olmaz); haksızlık görmek ise kötülük ve
adaletsizlikten uzaktır. O halde kendi başına haksızlık gör­ 35
menin kendisi daha az kötü bir şeydir, ama rastlantısal ola­
rak daha büjmk bir kötülük olmasına hiçbir engel yoktur. 1138b
V. I I — VI. I. 113
o>A* ovb€v ijU\ € 1 rfi ırkevpÎTiv Acyçı u-eCCfo
v 6 <rov ırpo<nrTo^<rfioros* Kalroı yivoır &v ırore darepov Kara
oviJ.^€firjK6 Sf el •apotrmaLfravra bıa ro Tr€<reXv avpŞaCrj
9 w d T&v vokeplcdv Xr]<f>d^vaı ^ ârrodaveîv. Karâ p,€Ta- 5
tftopâv be Kal dptoıSnjTa İarıv ovk avr(p ıtpos avrbv biKatov
&Wâ T&v avTOv Ti<rlv, ov ırav 8e bİKaıov â \k â rö be-
aTtOTiKÖv rf rb oIkovopik6 v. iv toijtois y^p toîs koyois bıe-
anjKe rb koyov p-ipos trjs ırpds rd 6Xoyov' els
h b^ı pke-iTOvcrı Kal boKel eîvai abiKİa iTpbs airov, on ev 10
TovTOis earı Trda^eıv ti ırapâ Tas iavT&v opi^eıs’ âantep ovv
S,pyovTi Kal ip\opiv<p eîvat, ıtpbs HkKrıka biKoıov ti Kac
10 TovToıs. Ttepl ftev dbv öucoıocrvınjs koX t &v âkkcov, t &v
T}0iK&v âpeT&v, biüipio-dtû Tbv Tpo-ırov tovtov.

Z.

’Eırel 8e royyâvopev vpoTepov elpT^KOTes 8 n 8eî t 6 p4-


tov olpeîtröaı, p^ t^ v imep^ok^v prjbe t ^ v ekkeı^ıv, tö
<
bi pitrov iarlv &s 6 kâyos 6 6p6bs kiyet, rovro bUktapev. 20
iv Trda-ats yap rots elptfpivaıs İ^eaı, Kadâırep ko.1 iırl t &v
dkXmv^ earı tis a-KOvbs ırpbs bv âno/3ke‘irtûV 6 Tbv koyov
4x<ov iiTiTeCveı Kal ivlr/a-tv, Kal tis İ otlv Spos r&v pea-OTi^Tüiv,
hs peT a^ <f>apev eîvai Tİ}s vırep^ok^s Kal rijs ikkelyjrem,
2 o8<ras Kard Tbv 6pÛbv kdyov. İ o n bi tö pev elırelv o^Jtûûs 25
ikrıöes p iv, oidiv bi aaifiis’ koİ yap iv Taîs akkaıs im -
pekeCais, ıtepl o<ras ia r lv imarijpr}, tovt ikrföes p iv elırelv,
un oilre ırkelo) ovre ikirroi 8eî noveîv o ib i pt^Ovpeıv, ik k d
Toi pi<ra Kal &s 6 6p6bs kdyos' tovto b i pdvov İx<av &v

a. *olL*’M ^ r 0- S- ftipos om. H.


fovrov r 19. K" r : ko) pli vulg. 21. ır ^ tt/ı 2 /.
piy om.
113

Ne var ki, sözkonusu sanatı ilgilendirmez —sözgelişi


doktorluk sanatı, akciğer hastalığının düşüp yaralanmadan
daha önemli olduğunu söyler, her ne kadar İkincisi rastlantı­
sal olarak daha kötü olabilirse de; örneğin birinin, ayağının
takılıp düşmesi sonucu düşmanlar tarafından yakalanması
ya da öldürülmesi durumunda olduğu gibi. Kendine karşı
değil de, kendine ait bazı şeylerde eğretileme yoluyla ve ben­
zerliğe göre adaletli olmak da olanaklı görünüyor; bu ise
genel olarak adalette değil de efendi ve aile hukukunda olur.
Nitekim bu tartışmalarda ruhun akla sahip yanı, akla sahip
olmayan yanının karşısına konuyor; bunlara bakanlar, ken­
dine karşı haksızlığın olabileceğini düşünüyor; çünkü bun­ 10

larda kendi arzuladıkları dışında bir şeye uğramaları ola­


naklı; yöneten ile yöneticiler arasındaki gibi, bunlar ara­
sında da bir hukukun olduğunu düşünüyorlar. Böylece ada­
let ve öteki karakter erdemleri konusunu da bu şekilde belir­
lemiş olduk.

ALTINCI I^TAP

Madem aşınlıgı ya da eksikliği değil, ortayı tercih etmek


gerektiğini ve ortanın sağ aklın gösterdiği gibi olduğunu
söyledik, bunu ele alalım: öteki konularda da olduğu gibi, sö­
zünü ettiğimiz bütün huylarda, kişinin akla sahip olarak, onu 20

gözetip onun için çaba gösterdiği ve onu aradığı bir amaç var
ve aşırılık ile eksiklik arasında bulunduğunu söylediğimiz sağ
akla uygun olan orta yolların bir sının var. Bu şekilde söyle­
mek doğm ama hiç açık değil. Kendileri hakkında bir bilim 25

olan öteki çalışmalarda da şunu söylemek doğm: gerektiğin­


den daha çok ya da daha az yomimamalı veya savsamamalı.
Oltayı bulmalı ve sağ akla uymalı. Ne ki, yalnızca bunu bilen
114 VI. 1—3.
30 Tts ot5Ö€p €töfCr} ır\fOv, oîov ıroıa bet ırpcinpipecrOaı ırpös
Tö <râpa, et rtî eîıreıev on 6(ra ^ tarptK^ Kekeüet koI
6 TovTTjv Kal ırepi râs rrii y^vxvs 3
pövov ^r)6&s eıvaı rovr’ eiprfpevov, akkâ Kal İuopta‘p4vov
t İs eoTtv 6 opObi koyos Kal to6tov tîs 8pos>
2 Tay 8^ Trjs iperas bıek 6 pevot ras etvai 4
1130a Tov ^öovs e(f>apev ras 8^ rijs bıavoias. vepl pev oZv t &v
fl&iK&v bıekrjkvdapev, vepl bk t &v kotır&v, iT€pl İnjxv^
ırp&Tov elnovres, keytopev ovro>y. ıtpoTepov pev owı> ik^x^V 5
8v ’ eim ı pepi) rijs ^ x V ^ t k 6 yop
5 yov' vvv be vepl tov koyov İ x ° ^ ° ^ avrov Tp6 ıtov 8ıot-
p(Tİov> Kal iiTtOKeL<rd<a bvo ra k 6 yov İxovTaf iv pev ^
ûeu>povpev ra roıadra râ v âvrcov 5cro)v al ip x °’l ^vbe-
yovraı d \\ü js ivbexopcva' npos yap
Ta T(â y4veı erepa Kal t &v Trjç ^fVXV^ popltav İrepov t Ç
lo y^vet t 6 ırpbs İKarepav •7r«</>v»coy, ehtep Kad* SpotoTrfTa Ttva
ra i oUeıoTTjTa fj yvâ a ts VTtâpxft avTOÎi. key^cr6 a> 8^ rol;- 6
T(ı)v t 6 pev ivıo'TripoviKdv t 6 bk koyıariKov’ tö ■'hp ^ovkçöe-
(T0aı Kal koyCCecrdaı TavTov, ovbels bk ^ovkeveTaı ıtepl
rciv p ^ ivbexop4vo)v &kku>'S ^X*^*^* koyurriKov iarıv
ıs ^v Tl pip o f TOV koyov ktiTrrdov &p* İKorepov to8 ~ 7
■T(ı>v rts ^ ^ekTİarrı İ^!.s‘ avrrj yap âperrı İKUTepav, y) 8’
apcT^ ırpös TÖ epyov tÖ oiKeîov. Tpia 8^ i<rrw iv rfj yfrvxfi II.
Ttt icSpta Ttpö^etos Kal ökr}6 eCas, aî<rOr)<ns yow Spe$ıs. to8~ 2
ro>v 8’ ^ aîadrja-ıs ovbeptâs 8 pxh ‘irpi^eats' btjkov bk Ty
ao Ttt drıpla aîa-6 rj<rıv pkv İx^^^ 'irp&^eoıs bk p ^ Kowa>veîv.
İc rt 8’ Sıtep iv bıavo(q. KaTİrfıaaıs ro l AttcJ^ oois, tovt* iv

31. 3«ral *» K** 38. K>» T : iMıtks vulff. 34. rlt iort» »
rt$ t’ i<rr\y vulg. 35. Si M“ T 1130* S. e$V om. K»> M“ 7. İvvy\
iv L**M** r b. ^ t4 ‘TÖr A4rS4x<>'^*‘ ^*'*^X«»^aı
coni. Coraes 17. S^ scripsi: S* codd.
114

pek çok şeyi bilmeyebilir: Tıpkı beden için nelerin verilmesi 30

gerektiği sorulduğunda, "tıbbın emrettiği ve doktorun öner­


diği her şeyin verilmesi gerekir" denmesi gibi. Bunun için
ruh huylan konusunda da yalnızca söylenenin doğru olması
yetmez, sağ akıl nedir ve onun sının nedir, bunu da söyle­
mek gerekir.

Ruh erdemlerini ayınrken bazılannın karakter erdemle­


ri bazılannın da düşünce erdemleri olduğunu söylemiştik. 1139a

Karakter erdemlerini açıkladık, ötekileri ise, önce ruh konu­


su üzerinde durduktan sonra ele alalım. Ruhun kısımlannın
akıl sahibi olan ve akıldan pay almayan olmak üzere ikili ol­
duğunu daha önce söylemiştik. Şimdi akıllı yanı da aynı şe­
kilde ayımıak gerekiyor: Akıllı yanın da ikili olduğunu ka- 5

bul edelim; Biri, ilkeleri başka türlü olamayacak nesnelere,


öteki de ilkeleri başka türlü olabilecek nesnelere baktığımız
yan. Nitekim belli bir benzerlik ve yakınlık açısından onlar­
ın bilgisi oluyorsa, doğal olarak cins bakımından değişik
olabilecek ruhun parçalannın herbiri cins bakımından deği- 10
şik olsa gerek. Bu parçalardan birine tartan yan ötekine bi­
limsel yan diyelim. Düşünüp taşınmak ile tartmak aynı şey­
dir ve hiçkimse olduğundan başka türlü olamayacak şeyler
üzerinde düşünüp taşınmaz. Dolayısıyla akıllı yanın bir kıs­
mı tartan yan. Acaba bu iki kısmın hangisinin huyu en iyi, 15
buna bakmak gerekiyor. Bu, herbirinin erdemi olacaktır, er­
dem de özgü olduğu işle ilgili. Ruhta eyleme ve doğruluğa
özgü üç temel şey var: Duyum, us, iştah. Bunlann içinde
duyum hiçbir eylemin ilkesi değil. Yaban hayvanlarının
duyuma sahip olduklan halde bir eyleme katılmamaları da 20

bunun kanıtı. Düşüncede evetleme ile değilleme ne ise bu,


VI. 2. 115

6p4^eı düo^ıs Kal </>vyıj" (5«rr’ iıtttbrı r) rjdiKrı aperf}


trpoaıp€TiKrj, fj 8e ırpoaCpeo'is opc^ıs ^ov\fVTiKrı, 8eî 8ta
Tavra p.iv rov re koyov âkrfdfj elvat »fai ope^ıv 6 p6 ı)i‘f
ttm p ff ırpoaıpeffts a-novbola, koX rh. avrâ rov fiev <j>âpaı 25

TT}v bk bı<İK€iv. aUrrı p.kv ovv ^ bıâvoıa Kal r/ oA^deta


3 'npoKTt.K-^’ Tİjs 8e 6 fo>prfTiKrjs
bıavoCas Kal p,^ vpaKTiKrjs
prjbi TtoıriTiKrjs rö eu «cat KaK&s rakrıdes 4<rrı Kal rjffvbos
(roCro yâp 4 tm vavrds bıavorfTiKOv İpyov)’ tov bi ırpoKTtKO.'
icat biavoi}TLKOv oA^^eta 6 pio\6 y<ûS 4)(W<ra bp4^€i rjj 30
i opdfj. Trpd^etoy pcv obv âpxrt Trpoalpecrıs— 50€V fj KCvrfa-ii
dAA’ o v\ o i 4v€Ka— Ttpoaıpivtm b\ Spf^ıs Kal Adyos 6
^yeıcd tivos. bıd oür’ &vev vov Kal bıavoCas ovt* âvev
^diKrjs ioTiv ^feo)s rf Trpoatpecrıy’ ebvpa^la yap Kal rd
5 kvavrLov kv Trpdfeı oyeı» bıavoCas Kal ıjdovs oİ k 4arıv. biâ- 35
voıa 8* avTTi ov64v Kivfî, dAA’ ^ ivfKd tov Kal ‘npaKTiKi]'
avTtı yap Kal Tİjs Ttoır\TiKrjs dpx**' 4v€Ka ydp tov ırotet 1139'
Trdy 6 ttoiûv, koI ov reAoy âTrAûy (dAAd Trp6 s ti Kal
tiv 6 s) to ıroiTjrdy, dAAd rd TrpaKrdv ^ yap fînrpa^Ca t4-
Aos, ^ 8’ dpe^ts rodrov. 810 rj 6p€KTiKos vovs fi ırpoaCpea-ıs
6 ^ Sp€$ıs bıavoriTiKTi, koİ fj roıavn; dpx^ dvdpoııroy. obıc 5
4<m b4 TTpoaıpcTov. ovbfv yeyovds, olov ov8eıs ırpoaıpeÎTaı
''lAıoy Tt€Ttopdr\Kİvaı' ovb€ yap fiovX.€V€Taı ırepl tov yeyo-
v6tos dAAa ırepı tov 4<rop4vov Kal ivb(\ppL4voVf rb b i ye-
yovbs oİ k 4vb4x(raı pfı yw4v0aı' bıb 6p$&s 'Ayiduiv

p6vav yap avrov «cal 6«bs artpurKtrm^ 10


dy€Pifra ırottîtf Sav âv ğ vtvpayıtiva.

23. Sı2t T o û ra Sİ ravra pkv : İ A /ıkn r a v r a : ftiv SıS r o v r a T :


Sık r a v r a 80. ik ^ u a kkitSttu 3 6 . 8* o m . K "
aihrı 1139^ S. rS ante vpoKrd» o m . pr. 11. *r-
nptefpira o m .
115

iştahta peşinden koşma ile kaçmadır. Dolayısıyla madem


karakter erdemi tercih edilen bir huy ve tercih, düşünülüp
taşınılan bir iştah, tercih erdemli ise ve aynı şeyleri akıl uy­
gun bulur iştah izlerse, bunlar aracılığıyla aklın doğru, işta­
hın sağın olması gerekir, imdi bu, düşüncedir; eylemle ilgi­ 25
li doğruluktur. Ne eylemle ne de yaratmayla ilgili olan teo­
rik düşünmenin 'iyi' ile 'kötü'sü, 'doğru' ile 'yanlış'tır (çünkü
düşünme ile ilgili yanın bütününün işi budur). Eylemle ilgili
ve düşümneyle ilgili doğruluk, doğru iştahla uyum sağlar. O 30
halde eylemin ilkesi tercihtir (ereksel neden değil, hareket
ettirici neden), tercihin ilkesi ise iştahtır ve bir şey için olan
akıl yürütmedir. Bunun için us, düşünce ve etik huydan ba­
ğımsız bir eylemde iyi durum ile bunun karşıtı sözkonusu
olmaz. Düşünce ise, kendisi hiçbir şeyi devindirmez, bir 35
amaç içindir ve eylemle ilgilidir, çünkü o yaratma etkinliğini
de yönetir. Yaratan her kişi bir şey için bunu yapar ve mut­ 1139b
lak anlamda hedef olan şey yaratılan şey değil (bir şeyle il­
gilidir, bir şeye aittir), yapılan şeydir. Nitekim iyi durum bir
hedeftir ve iştah buna dönüktür. Bunun için tercihe, ya iş­
tahlı us ya da düşünce ile ilgili iştah denebilir ve insan böyle
bir ilkedir. Olmuş olan üzerine tercih söz konusu değil; Söz­
gelişi hiçkimse Troia'nın yıkılmış olmasını tercih etmez, çün­
kü olmuş olan değil, olacak olan ya da olası olan üzerinde
düşünülüp taşınılır, oysa olmuş olanın olmaması olası değil.
Bunun için Agathon haklı:

"Yalnızca şunda Tanrı da eli kolu bağlı kalın 10

Yapılını§ şeyleri olmamış kılm ak".^


116 VI. 3—4.
İ h<1>ot4o<
ûp T&v vorjTiK&v flopCaiv d\ı|^eta t 6 ipyov. Kaff'
o^v p,âKı<na eÇtıa â\t}ûa/<r€i İKdrtpop, aİh-aı âperal ip.tf>oip.
3 *Ap^ip,€Poı odp âpaidep ırepl aîrr&p ırdkıp \4ya>pL€P. III.
15 4artü b^ ols d\r]6€V€t ^ KaTa(f>âpaı fj &'no(f>âvait
v 4pT€ t 6 p ipıûfMop’ ravra b' ia r l T4\vrj 4tn(nrıp.r\ ^popr}-
<ns (ro<f>Ca povs' VTTokrjylreı yap Kal b o ^ epb4\eraı bıa-
rjftdbfcrdaı. ivıarr^pLiı pt.ip oiv rL iarıp, 4vT(v6fp «Pap€p6py el 2
dKpıfiokoyeia-dai Kal p,r) &Kokovdeîp ra îs d/xotdn}(rtv. ırdp-
20 T€S yhp ivokapL^diPOpLePf d kTnardjLedoy p,rjb' 4pb4y€a-9aı

âkktûs AAXû)S, droı; İ^ta tov


$€<tipfîp y4priTaif kopddpeı el f(m p rj p.T\. 4^ dpdyKt\s dpa
^ırrt t 6 im<m\T6p. dlbıop dpa’ r a yhp 4^ dpdyKrjs opra
itTtkm ‘Jtdpra dibıa, r a b* dlbta dy4prfra Kal d<j>0apTa.
25 İ ti bıbaKTtı dvaaa 4ma-r4ip.rı boKeî eZpaı, Kal t 6 4morriTbp 3
fiaûrırdp, 4k ‘itpoyipourKopÂpoip b\ Tra<ra bıbatrKokCa, &€r-
vep Kal 4p toîs ipakvriKOÎs k4yop.ep’ ^ piip yap bC 4ıra~
y<ay^Sj 4j bi trvkkoyıa-fi^. rf p.4p b^ 4Tray<t>yrı dpx^ 4trrı
Kal TOV KaOdkov, 6 be avkkoyia-fidg 4k t &p Kaûdkov. elaip
30 dpa dpxaX 4^ &p 6 avkkoyıapAs, &p ovk İ<rrı avkkoyı-
a-p.ds' i-ırayaiyTi dpa. ıj /mİ p dpa 4TU<nrip.r\ İ^ı^ dıto- i
beiKTiKiq, Kal 5<ra dkka •ttpotrbıopı^dp.eöa 4p roîs âpakv-
TiKoîs' Stop ydp ttcos •nıared^ Kal ypt&pipot avr^ &<rtp al
dpxaC, ^7^^(^raraı• el ydp p.^ pakkop tov avpTTepderparoç,
35 Kara (rvp^e^rjKbs İ$eı t^ p 4morT4jpr]v. -ırepl pip obv 4Tn-
<rTiqpT]9 buopCado) top Tpdırop tovtop.
1140* ToC 5’ 4pbexop^vov dkktas Ttovr\Thv IV .
^ Kal ıtpaKTop’ İTepop b’ 4otI -jroCrja-ıs Kal npa^ıs (ma-Tedopev 2
8i TTcpı O.VT&P Kal roîs 4^toTepiKOÎ9 \dyoıs)‘ âare koI r»

18. d>7;0c^(i L‘’r 16. ^ om. K*’M*' 20. firıS' K**; vulff.
25. İıtaffa] il İTtura : »fi«ra L** 27. ,i\4 y o fittr F 28.
ipj^s L** 30. 6 om. K**
116

Demek ki, usla ilgili beriki parçanın da görevi doğruluktur.


Ona göre herbirinin en çok doğruya ulaşacağı huylar, onla-
nn erdemidir.
Şimdi yukandaki sorunu ele alıp bunlar üzerine yeni­
den söz edelim. Ruhun evet ya da hayır derken onlarla doğ- 15
rüya ulaştığı şeylerin sayısı beş: Bunlar sanat, bilim, aklı
başındalık, bilgelik ve us. Kabul ve sanı ile ise yanlışa düşü­
lebilir. Bilimin ne olduğu, kesin belirleme yapılması ve ben­
zediklere kulak aşılmaması gerekirse, şurada açıklık kazana­
caktır: Hepimiz, bildiğimiz şeyin olduğundan başka şekilde 20
olmasının olası olmadığını kabul ederiz. Olduğundan başka
türlü olabilecek şeyler, bizim gözlemlerimiz dışında oluştu­
ğu zaman, olduklan ya da olmadıklan söylenemez. Demek
ki, bilimsel bilgi nesnesi zorunlu olarak vardır, dolayısıyla
ebedidir. Nitekim mutlak anlamda zorunlu olarak olan her
şey ebedidir, ebedi şeyler ise doğmamış ve yokedilemez
şeylerdir. Öte yandan öyle görünüyor ki, her bilim öğreti- 25
lebilir, bilimsel bilgi nesnesi de öğrenilebilir. A n a lytiklerü e
de söylediğimiz gibi^^, her öğretim önbilgilerden yola çıkar:
Bir tümevanm, bir de tasım yoluyla. Tümevanm bir ilkedir-
ve genele ilişkindir, tasım ise genelden hareket eder. De­
mek ki, tasımı olmayan, tasımın onlara dayandığı ilkeler var- 30
dır. Yani tümevarım. O halde bilim, kanıtlanabilir bir huy­
dur ve A n a ly tik le r^ e belirlediğimiz öteki özellikleri taşır.
Bir biçimde inanıldığı ve ilkeler bilindiği zaman, bilgi edinil­
miş olur. Bunlar sonuçtan daha çok bilinen şeyler değillerse
rastlantısal olarak bilime ulaşılmış olacaktır. Bilim konusunu 35
bu biçimde belirlemiş olduk.
Olduğundan başka türlü olabilecek bir nesne, yaratılan ıi40a
ve yapılan bir şey olabilir. Yaratma ile eylem ise farklı şey (bu
konuda kamuya açık konuşmalanmıza da başvuıuyoruz).
VI. 4 - 5 . ıı:

fierâ \ 6 yov trpaiCTiKrı İrtpâv ia r ı r^s pera köy ov ttoitj-


TiKİjs hıb oi8e V€pt4\eTaı vtt akkı^küiv' ovre yap s
3 ^ vp a ^if volfim s ovrf ^ TroCıj<ns ırpaÇU icrrıv. ^ttcI 5’ ^
olKodo/itK^ t 4 \ vt} t Cs 4<m Kal Ö-ncp 4^ıs tls pera köyov
voıtjrtKij, Kal oibepla ovrt T4\vr\ earlv rjrıs ov p^ra Xo-
yov ıroııjrtK^ ?fis i<rTİv, oire Totavnj 4j ov t 4\ vt\^ ravTÖv
1 hv ttrı r4xyrı Kal Ifıç perh köyov akrjöovs TTonfTiKjj. lort lo
Öf t4xvii vdura ırepl yövtaıv koİ to t€ \ v6.(€iv Kal dfui-
p€Îv Sttcûs av y4vr\TaC n rStv 4vbe\op4voiv Kal fîvai <aı
prı itvoAy Kal &v ^ ‘’^oıovvu âkkâ pf} 4v ry
TTOiOvpÂvfp' ovre yap tQv 4^ âvâyKrıs övTutv rj yıvop4v(vv ff
t4 \ vij 4otİv, ovt€ râv Kara (pöcıv iv ovroty yap 4\ov<rı 15

6 ravro r^v &pxvv. ^ırel bi TroCrjaıs Kal ırpafıs erepov,


ivâyKrı r^v r4\vrfv rroııjcretoy AXA’ ov Ttpâ^füis eîvai. koI
TpOTtOV Tiva 1T€pl TOL oİ t Ö İoTtV f} TVyj] Kol r\ Tİyjrt]^ Ktt-
Oövntp Kal *Ayâd<ov ^r\a\ **T4\vr\ rv^nv İartp^e Kal rvyr]
6 T4\v r fv ” 17 p iv oZv T4\ytf, &aiT€p (îprjraı, e^ts rıç pera 20

köyov âkrıdovs ırotriTiKrj iarıv, ^ b’ aTtyyCa Tovvavriov


p tra köyov yjrevbovs ırotıjriKij İ^ıs, Trepı rö ivbf\öp€vov
âXXâ>; 4x €W.
V. riept ö^ <!>pov^<T(m ovrcas âv kâfioıpev, OetaprıtravTfÇ 6
rtva$ k4yoptv tovs <f>povCpovs. öoxeî ö^ <f>povipiov (Tvaı rö 25
bövaadaı Kok&s ^ovkeöaaardaı ırepl ra avrtp ayada koİ
avp<f>4povrat ov icara p4post otov ıtoıa ırpbs vyUıav, TTpos
2 Ifryöv, iXXo Troîa ırpbs rö eö (vv okois. a-rjpdov 8’ on icat
roöç TTfpC Tl <f>povlpovi k4yop€v, orav ırpdi re'Aos ti a-rrov-
baîov eö koylar<ûVTaı, &v pv ’^4xvt). cScrre icat oAcos av 30
8 eîıj <f>p6 vıpos 6 ^ovkevriKÖs. fiovkeveraı d’ ovûels Trept tw v

1140* 5 . 11. Kol ante 0c«f>cîi'seclus. Muretus 18.


K* M*
toSt ’ 27- irphs tcx^y ^ t<rxw T : ^ -rpbs /<rx<5*' M**
28. t\oy r : om. K**
117

Dolayısıyla akılla giden eylemle ilgili huy da akılla giden


yaratmayla ilgili huydan farklıdır. Bunun için biribirlerini
içermezler: Ne eylem bir yaratmadır ne de yaratma bir
eylem. Madem mimarlık, akılla giden, yaratmayla ilgili huy
olan bir sanat ve akılla giden, yaratmayla ilgili bir huy ol­
mayan hiçbir sanat ya da sanat olmayan böyle bir huy
yok, sanat ile doğru akılla giden, yaratmayla ilgili huy
aynı şeydir. Her sanat oluşla, araştırmayla; ilkesi yaratılan­ 10

da değil yaratanda olan ve olası olan şeylerden birinin ol­


ması ya da olmamasının nasıl oluştuğuna bakmakla ilgili­
dir. Nitekim zorunlu olarak olan ya da mutlak olarak
oluşan nesnelerin sanatı yoktur, doğal olanlann da sanatı
yok, çünkü bunlar ilkeleri kendinde taşır. Madem yaratma 15
ve eylem değişik şeyler, sanatın eylemle değil, yaratmayla
ilgili olması zorunlu. Agathon'un dediği gibi, "sanat talihi
sever, talih de sanatı"^®, imdi dediğimiz gibi, sanat doğru
akılla birlikte giden yaratmayla ilgili bir huydur, sanat
yoksunluğu ise, karşıtı, doğru olmayan akılla giden yarat­ 20

mayla ilgili bir huydur ve olduğundan başka türlü olabi­


len şeyle ilgilidir.

Kimlere aklı başında dediğimize bakarak aklı başındalık


konusunu ele alabiliriz. Öyle geliyor ki, aklı başında kişinin 25
işi, sağlıkla, güçle ilgili olanlar gibi aynntılarda değil, bütü­
nüyle iyi yaşama ile ilgili olarak nelerin kendisi için İyi ve ya­
rarlı olduğu konusunda yerinde düşünebilmektir. Kişilere, sa­
natı olmayan nesnelerin erdemli bir amacı ile ilgili olarak iyi
akıl yümttükleri zaman, "bir şey konusunda aklı başında" de­
memiz de bunu gösteriyor. Dolayısıyla genel anlamıyla kim iyi 30
düşünürae o aklı başında olsa gerek. Hiçkimse olduğundan
118 VL 5.
iAvvârcDV & W m
ırpafai. ^<rr’ «tırep lırumjftT} /m^r /*«r’ iıroîef^ecos, &v 8’
al apx<zi ivb4xpvTaı & \k m ^X®tv. rovr<aw #*4 4otu> dır<î-
3 5 bfi^ıs {ıtâvTa yap ivbix^rat koİ &Xko>9 fX fiv), koI ovk
1140 •*eoTi ^ov\ev<ra<r6 aı ıt€p\ râ v Aı/<fcy»ci|S ovrmv, ovk &p etrj
rı <f>p6 vT}(rif lırurnîfZTj ovö^ T-c^jn;, imarrjprj p iv S n ivb^-
\€ ra ı t6 npaKTOv S)0 <o rb
y h o s vpâ^ea>s Kal Trot^a-em. Aelırerat âpa avrıjv eîvat 4
5 e^ıv 6 Xîjd{} p.cTcL Aoyov ırpaıcTiK^j» Trepl ra kvöpdtTtip iyadh
Kal KaKİ.. Trjs p iv yhp ıroıı^aetos Snpov rb tcAos, bi
TTpa^fiOi OVK &v €iıj‘ «oTi yap avrrı fj ^ittpa^la rİKos. bıa 5
Tovro TlepiK\4a Kal rovf roıoijrovs <f>pov(povi olop€$a cıvai,
oTi rb avToîs ayada koi to toÎ s SpOptaTroıs b^vavraı $ea>-
10 ptîv' iLvai Ö€ ToıovTOVt ^yovpiBa robt oİkoi/o/üukovs Kal Toiıs

voÂiTiKovt. İvBtv Kal rrfv a-a»<f>poavvrjv rovn^ ‘irpoaayopetjo-


p fv ry Spo/jLariy « s <rı^^ov<rav rrfv f^p6 vr\(nv. «np^cı bb r^v 8
ToıavTTjv VTTobrjyjftv. ov yap &ıra<rav bırSKri'^ıv bıa<f>B€{p€i
ovbb bia<rrp4<ft€t rb îjbv koI bvırrjpov, olov S n rb rply<ü~
15 vov bSo âp&as İx^ı rj ovk iAAa ro s ircpt rb
TTpoKrov. al pbv yap apx<*l r&v rtpaKr&v rb oS Sv€Ka
râ ırpaKrâ’ r y btf^Bappipfp öt* rfbov^v rj b£ıcı\v €v6 bs
ov t^taivfraı âpxV3 0^ ^ roBrov İ v €K€v obbb bıa rovB*
alpfîa-Baı -ırdvra Kal ırparrav e a n yap ^ KOKCa <f>BapnK^
20 dpxfjs- tSoT* dvdyKtj rrıv ^ p 6 vr\<nv İ^ıv fîvai fierâ \dyov
akr)Bij ırepl ra âvûptovıva âyaBâ ırpaKriKijp. â \ \ â pffp 7
rexvri9 pbv İarnv dpen/i, <^powf(rea>s ö’ oSk barıv' Kal iv p.bv
t 4xvji s İK(bv apaprdvtov alptn&repos, ırtpl bb ^pdvtjınv
^rrov, (Senrep Kal v€pl râs Aperds. bijKov obv S n dpirrj

IMO** 2. 4 add. 12. J»jom. 14. Aınnjpdy K*» M* î rh


KtnnıpSy L** 15. Stio ip0^t scripsi: İp0kt Tarat pr. ; 8v<rlv ip$eSt
tirat vulf'. 18. ante 4px4 add. 1f 21. 4\i)9o8t r
118

başka türlü olamayacak ve kendisinin yapamayacağı şeyler


üzerine düşünüp taşınmaz. Dolayısıyla, bilim kanıtlama ile
yol alırsa, ilkeleri başka türlü olabilecek nesnelerin ise kanıt- 35
laması olmazsa ( bu durumda herşeyin başka türlü olması da ıi 4ob
olası olur) ve zorunlu olarak olan nesneler konusunda dü­
şünüp taşınmak olanaklı değilse, aklı başındalık ne bir bilim
olabilir ne de bir sanat: Çünkü yapılan şeyin başka türlü ol­
ması olası olduğundan bilim değildir, eylem ile yaratmanın
cinsi farklı bir şey olduğundan ötürü de bir sanat değildir. O 5
halde onun, insan için iyi ve kötü şeylerle ilgili, akılla giden,
uygulayıcı, doğm bir huy olması kalıyor geriye. Nitekim ya-
riitmanın, kendisinden değişik olan bir hedefi vardır, eyle­
min ise olamaz, çünkü iyi eylemin kendisi hedeftir. Bundan
ötürü kendileri için ve insanlar için iyi olan şeylere bakabil­
diklerinden ötürü, Perikles'in ve onun gibi olan kişilerin aklı
başında olduğunu düşünüyoruz. Böyle kişilerin yönetici ve 10
siyaset adamı olması gerektiğine inanıyonjz. Bu nedenle,
aklı başındalığı içerdiğinden ötürü ona ölçülülük adını da ve-
riyoRiz; gerçekten de ölçülülük böyle bir kabulü içerir. Çün­
kü 'hoş' ya da 'acı verici' şey, her kabulü bozup yönünü de­
ğiştirmez; Örneğin üçgenin iki dik açısı olduğu ya da ol­
madığı yollu kabulü değil, eylemle ilgili kabulleri bozar ya da 15
yönünü değiştirir. Nitekim eylemlerin ilkeleri yapılmış şeyle­
rin ereksel nedenidir, ama haz ya da acı yüzünden bozulmuş
kişi ilkeyi hemen göremez; herşeyi onun için ve onunla ter­
cih edeceği ve yapacağı ilkeyi de göremez, çünkü kötülük
ilkeyi yokeder. Dolayısıyla aklı başındalığın insansal iyilerle
ilgili, akılla giden, doğm, uygulayıcı bir huy olması zomn- 20
ludur. Üstelik sanatın bir erdemi var, aklı başındalığın ise
yok. Sanatta isteyerek yanlışa düşen kişi daha çok tercih
edilebilir, öteki erdemlerde de olduğu gibi aklı başında-
lıkta bu daha az tercih edilir. Demek ki, aklı başındalık
VI. 5 - 7 . 119
8 rıy ia rl koI oi ^voîv S’ Svtoiv fifpoîv rıji
T&p \6yov ky6vT0iv^ ûaTepov hv flrj i-pcT^ı^ rov to^aoriKOv’
rj T€ yap Sofa ırcp'ı to a\\a>s V
<f>p6vrı.<rıs> dAAa n^v oib* ^fiî /xcra koyov p.6vov‘ arfpiiov
S’ 5rı \rıörı pLİv rrjs Totaürrrjs Ifctos eort, <^/)Oinj<r€ft>s 8’
OVK İ<TTIV. 3°
V l. ’ETTfi 8’ ^ ^TrıaTrjfirı ırepl r&v Kadökov ^otip İTroKrıyf/ıs 6
Kal TÛv â.vâ.yKr}5 Svrtav, fl<rl 8’ ^p\o-l aTroSfi/crcSy
Kat TT^OTjç İTnan^firfS (nera \6 yo v yap ^ İTrıan^firj), riji
&p\fjî Tov ^TriöTTjToS oİ t b,v ^Ttı<rTrîp.rf <Îtj o5tc r4yvr} ovre
<f>p6vrj<rıs’ TO p.€v yap İTttarrjTov İTrobeiKTÖp, at 8e rvyy^â- 35
vovaip oZaaı ırcpl ra â\Xa)y l\ftP ‘ ovbc 8t) 33^3.»
ao^Ca TOVTiûp karLp' tov yap <ro<f>ov rrepı ivlatv aıro-
2 beı^ip iaTKP. €L 8tj ols iKr}deıSop.(v Kal firjbtıroTe bıa\f/€V-
bSp^eda Tttpl ro p.r\ lvb€y6p.iva rj Kal ipb(y6yi€va ikKoa
^X^iP, İTnarrîfii} koI <fip6vr}cris İa-Ti Kal trotpCa Kal vovs, tov- s
TODP be tûp rpı&v p.rfb^v epb^x.€Taı etvai (\4yoi be Tpla
<f>p6vrıaıv ^Trıtrr^/tTjv <ro<f>iav), kelTteTaı povv eıpai t &p
i.pX&v.
V II. T^P b^ cro<f>(ap ev re roîy re\va ıs toÎs aKpt^e<Tr6.Toı<i 7
râs Tİ^vas iırobiboııev, oîov 4>e^b^ap Aıûovpybv a-otf>bv Kal lo
IIoAi^KAetrop ivbpıavroTroıov, ivravöa p iv oZv ov&ep &K\o
2 oifiJLaivovTes T^v <ro<f>Cav rj ort ipeTrı Teyvrjs iarCv’ eıpai 8<
Tivas a-o<l>ovs olofieûa oAo>$ ov Kara p.epo5 ovb* &XXo ti
aoipovsj &<nrep "Opir\p6s <f>rıaıv ^v rw Mapyırjj
TOV b' offr hp iTKeatTTipa ûtol Bitrav oüt dpor^pa »5
oSt SW oe rı ao(f>6v.

29. p iy rn» K’'L '' M»*: r^s p iv T 32. 8’] 8* al K»» M>> 33. ^ om.
K** M* 1141* 1. oM* i) fopla 2. ixdd«ı(ts pr. K'»: fort. âvo-
Stl(tıt 9. t «3 7* L** M* 11. oty om. L**
119

sanat değil, erdem, bu açık. Madem ruhun akıldan pay alan 25

iki yanı var, bunlardan birinin, yani sanı ile ilgili yanın
erdemi olsa gerek, çünkü sanı başka türlü olabilecek şeyle
ilgili, aklı başındalık da^öyle. Üstelik aklı başındalık yalnızca
akılla giden bir huy değil: Böyle bir huyda unutkanlığın
olması, aklı başındalıkta ise bunun olmaması da bunu gös­
teriyor. 30

Madem bilim genel ve zorunlu olarak olan nesnelerle


ilgili bir kabul; kanıtlanabilir nesnelerin ve her bilimin ise
ilkeleri var (çünkü bilim akılla birlikte), bilim nesnesinin
ilkesine ilişkin bilim, sanat, aklı başındalık olmaz. Çünkü
bilimin nesnesi kanıtlanabilir, oysa ötekiler başka türlü 35
olabilecek nesnelerle ilgilidir. Bilgelik de ilkelere özgü 114la
değil, çünkü bilgeye düşen şey bazı konularda kanıta sahip
olmaktır, imdi başka türlü olamayan şeyler ve başira türlü
olabilen şeyler konusunda, onlar aracılığıyla doğruya
ulaştığımız ve hiç yanlışa düşmediğimiz erdemler bilim, aklı
başındalık, bilgelik ve us ise, bunların da üçünden hiçbiri
rüçünden, aklıbaşındalık, bilim ve bilgeliği kastediyomm)
ilkelere özgü değilse, us ilkelere özgüdür, geriye kalan bu.

Sanatlarda bilgeliği en usta sanatçılar için kullanıyoruz.


Sözgelişi Pheidia'ya "bilge taş ustası", Polykleitos'a "bilge 10

heykeltraş" derken, burada sanat erdeminden başka bir şey


olmayan bilgeliğe işaret ediyoıuz. Ayrıca Homeros'un Mor-
gites'Ğc

'Ta tınlar §11 odam ı ne işçi ne çijfçi 15

ne de başka şekilde bir bilge yaptılar"


120 VI. 7-

ı 6 &<TTt br}\ov o n oLKpı^ecrTâTrı İlv t &v ^Trtorıjftöiı; ilr\ rı <ro-


<pia. h€Î &pa TÖv <ro<f>6 p fiff fi6 vov r a İ k t &v i,p\&v cıde- 3
vai, âKKcL koİ ırtpl reis apx^s İLkı\deu€iv. o>ot’ elîj h.v rı
(ro<l>Ca vovs Kal İTnarfıııriy âa-mp K€^aX^v (xov<ra (Tnarrıprı
20 T&V tipluût6 ,t(üv. âroırov yap eî rts t^ v ıroktTiKrıv rj rrıv
<f>povrı<Tiv <nrov8atoroTTjı> oleraı etvai, e2 p.rı ro âptarov t &v
iv T^ KÖapLfp âvâparros ioTiv. el 8^ iyıeıvdv p,ev Kal âya- i
dhv İTepov âvdp&TTots koX lx&6 <n, ro 8e kevKov Kal eiOh
TovTov âeC, Kal ro <ro<^ov ravrd ırâvTes âv eîıroıev, <f>p6 ~
25 vifJLov 8^ İTepov’ râ y^p trepl avTb İKaara t 6 e8 Oecopovv
(f>riaiv eîvai (frpovıp^v, Kal ToijT<p imTpiyjreı aİTâ. bıo Kal
T&v 6 r\pl<ûv İvıa <pp6 vifid <j>aorıv eîvai, oaa ırepl tov avr&v
fiCov eypvra <f>aCveraı bdvap.iv ırpovoı^TiKi^v. ^avepbv be Kal
8 ti ovk &v eîıj fj (TO<f>(a Kal ^ ırokiTiK^ fi avrq’ el yap

30 r^v Ttepl ra &<}>4kıpa Ta avToîs ipovaı a-o<f>Cav, rrokkal


eaovraı (ro<f>iaı' ov yap pCa ırepl ro &ırâvTo>v âyadov t &v
CarvVf ikk* İTepa ırepl İKaarov, el pfı Kal larpiKrı pia ırepl
ırdvTtov T&v SvTtûv. el 8 ’ 5 t i ^ikTicrrov &vdpa>ıroi t &v &k-
k(ov Cvcov, ovbiv bıa<p4pet’ Kal yap dvdp&ırov 6X ka ırokh
1141 *>deıorepa ttiv <f>da-ıvy olov rftapeptİTarâ ye &v 6 Kocrpx)s
avviarriKev. İK bfı t &v elpripAvatv b^kov oti fi a-o<f>(a ia rlB
Kal iırıcrrqprı Kal vovs t &v TiputiTaTrov r^ ıpva-eı. bıo 'Ava-
^ayopav Kal 0akrjv Kal tovs toioijtovs <ro<jiolıs p4v <f>po-
5 vıpovs b' ov <f>a(rıv eîvaı, orav tbacrıv âyvoovvras Ta avp-
<f>4povra ^avrots, xal ırepırra pev Kal 0avpa<rrâ koX \a -
keırh Kal baıpdvıa elbivat avTods <f>a<rıv, İy^prıara b', o n
8 of> r â dvdp&ırıva ayada C^TOvarıv. *H 8e <f>p6 vri0 -ıs ırepl r i 6

16. post Srt add. q L** 19. ante Htnttp add. Kat L** T 22. S* M**
26. rd seripsi: rh codd. rh om. M** 26. ^<rh> K**: tpMtp
M ^: ptûtyhKr ^T trp ^e tK ^: iıriTpi^tifv : iırırpt^ftay F
iauTois 2ı8. Luthe
120

demesi gibi, bazı kişilerin aynntılarda ya da belirli başka bir


şeyde değil, genel anlamda bilge olduklanna inanıyoruz.
Dolayısıyla bilgelik bilimlerin en kesini olsa gerek, bu açık.
Demek ki, bilge yalnızca ilkelere dayanan şeyleri bilmekle
kalmamalı, ilkeler konusunda da doğruyu bulmalı. Dolayı­
sıyla bilgelik en değerlilerin başını çeken bir bilim olarak bi­
lim ile us olsa gerek. Siyasetin ya da aklı başındalığın en yet­ 20

kin olduğuna inanılması tutarsız olurdu: Meğer ki, insan


evrendekilerin en iyisi olsun. Nitekim 'sağlıklı olan' insanlar
için ve balıklar için değişik bir iyi ise, 'ak' ile 'düzgün' olan
nesne her zaman aynı ise, herkes bilgeyi her zaman aynı
kişi olarak, aklı başında kişiyi ise her zaman değişik olarak
belirlese gerek. Aklı başındalık kendisi hakkındaki tek tek 25
şeylere iyi bakmaktır, denebilir. Aklı başında kişiden bekle­
nen budur. Bunun için yaşamları konusunda önceden sez­
me yetisi taşıdıklan düşünülen kimi hayvanların da aklı ba­
şında olduğu söylenir. Bilgelik ve siyaset aynı şey değil, bu
açık. Çünkü bilgeliğin kendimiz için yararlı olan nesnelerle
ilgili olduğunu söylesek pek çok anlamda bilgelik olacaktır. 30
Nasıl bütün canlılar için tek bir tıp bilimi yoksa, bütün can­
lıların 'iyi'si ile ilgili bir tek bilgelik de yok, ama her kişi için
değişik bir bilgelik vardır. İnsanın öteki canlılar içinde en iyi­
si olup olmaması da önemli değil. Doğa bakımından insan­
dan çok daha tanrısal başka birçok nesne var: Sözgelişi dün­ 1141b
yayı kuran son derece açık nesneler. Söylediklerimizden
çıkan şu: bilgelik bir bilimdir ve doğa gereği en değerli
nesnelerdeki ustur. Bunun için Anaksagoras'a, Thales'e ve
böyle kişilere aklı başında değil, "bilge" diyoruz, çünkü in­
sanca iyileri aramadıklanndan ötürü kendilerine yararlı
şeyleri bilmedikleri, büyük, hayranlık verici, zor, tannsal ama
yararsız şeyleri bildikleri söylenir. Oysa aklı başındalık
VI. 7—8. 121

ivûpâm pa Kol Tupl &v ia rı ^ovkeva-atrdai' rov yap <l>pop(pov


nâkurra tovt İpyop fîpaC <f>ap€Pt rd «îl /3ovXcv€<röaı, /3ov- lo
Aeı/eraı 6’ ovbels ırepl t &p âdvpdroiP â\\co9
oorcûP prı r^kog ti I oti, Kal toCto TtpaKTop dyadop. 6 5’
cnrk&s fvfiovkos 6 rov apCarov ap6 p(a'n<p t &p TrpaKT&p aro-
7 Kari top koyurpop. ovd' ia-rlp fi (f>p6 pr)(ns t &p
Kaûokov popop, âkka d fî Kal râ KaO* İKaora ypatpC^dP' >5
ırpaKTiKTi yap, ^ b i ırpa^ıs Tttpl ra Kad' İKaora. öto Kal
İV601 ovK elbdres iriptûp flboTtop TrpaKriKcSrepoı, Kal ip roîs
Skkots ol Kpveı-poı’ el yap elbeCrı oti r a Kov^ta evverrra
Kp4a Kal iyıeıpâ, ıroıa 51 Kov^a dypooî, ov •noi'^aeı vyC~
etap, ikk* 6 elbo)s 5rı r a 6 ppC$eıa [KoC^a Kal] vyıeıpd ttoitj- 20
creı pakkop, ^ be <j>p6 prj<rıs ırpaKTiK-^' tSore bel &p(f>(û
^X***'» ^ Ta6 rr)p pakkop. eîr} 6’ &p r ı j Kal ipravöa ap-
V III. "^Eort be Kal fj ırokiTiKrı ko.1 ^ <f>p6 pr]<rıs ^ airfı
2 pep Ifıs, rd pipToı eîpat, oi ravrop avralg. rfjs öl ırepl
TfdkiP ^ pep &5 dp\tTeKTOPiKfı <l>p6pr]<rıs popodeTiKrj, ^ be 25
m ro Kaff İKaora rb koipop lx€t opopa, vokırtK^' avTrı
be TtpaKTit^ Kal ^SovAcvrun}' rö yap yjnj^urpa vpoKTOP
rb ((ryarop. bıb vokırevecdaı rodrovs popop keyovaıp’
3 popot yap vpdrrov<riP obroı &<nrep ol \eiporeyyat, boKeî
51 Kal <^p6 vıı<ng /x<iA.tOT elpai fi vepl avrbp koI 4pa' koI 30
4\eı aİkrı rb Koıpbp Spopa, <l>p6 prıa-ıs' İKelpviP 5e ^ p4p
oİKOPopCa ^ 51 popodeaia ^ be ıroAtrtKTj, Kal ravTtıg ^
i pep fiovkevTiı^ ^ 51 biKaariKfj. Eltbos'p^v ovp n &p etrj g
ypfSa-ea>g rb abr^ elbipaı’ dkk* 4\eı bıa<f>opap vokkı^p'
Kal öoKet 5 r a ^repl abrbv elbb>s Kal btarpCfioip <f>p6pıpos 1142*
eîvai, ol 51 ıroAmKol vokvvpdypopes" bıb Evpnribrıg

1141** 13. 6 om. 20. kov^ koI seclüs. Trendelenburg 25.


^Stnpru seclus. Scalîger 27. ncd om. K** L** 28. tox*»'oy] tKcurro»
K* /ı6yovs L* 84. t İ] rh rh L* 1142* 1. rh pr.
121

insansal şeylerle ve üzerinde düşünüp taşınılacak şeylerle il­


gilidir: Aklı başında kişinin ödevi özellikle budur, iyi düşü­ 10

nüp taşınmaktır, diyoruz. Ne ki, hiçkimse başka türlü olması


olası olmayan, belli bir amacı olmayan ve bu amacı yapıla­
bilir bir iyi olmayan şeyler üzerine enine boyuna düşünmez.
Tartarak insan için gerçekleştirilebilir en iyi şeyi gözeten kişi
mutlak anlamda iyi düşünüp taşınandır. Ayrıca aklı başında
yalnızca geneli değil, aynntılan da bilmeli. Çünkü eylemle 15
ilgili, eylem ise tek tek nesnelerle ilgili. Bunun için öteki
alanlardaki deneyimli kişiler gibi, bilmedikleri halde bazı
bilgililerden daha uygulayıcı kişiler vardır. Biri hazım ve
sağlık için hafif etin iyi olduğunu biliyor, ama hangi etlerin
hafif olduğunu bilmiyorsa, sağlık kazandırmaz, bunu kuş
etinin hafif olduğunu bilen biri daha çok başanr. Aklı başın- 20
dalık ise uygulamayla ilgilidir. Dolayısıyla berikisine de,
ama daha çok berikine sahip olmak gerekir. Öyleyse bu açı­
dan da temel bir erdem olsa gerek.
Siyaset ile aklıbaşındalık huy olarak aynı ama kendileri
bakımından aynı değiller. Devlet konusunda temel aklı ba- 25
şındalık olarak yasama sanatı, tek tek nesnelerde ortak adıy­
la da siyaset. Bu, uygulamayla ve düşünceyle ilgili bir huy.
Nitekim karar en son gerçekleştirilecek şeydir. Bunun için
yalnızca karar verenlerin devlet yönettikleri söylenir, çünkü
yalnızca bunlar el sanatçısı gibi iş görür. Aklı başındalığın
özellikle kişinin kendisiyle ve tek kişiyle ilgili olduğu da 30
göııilüyor, genel bir ad taşıdığında da aklı başındalık olu­
yor. Bunlardan biri ekonomi, biri yasama sanatı; biri de siya­
set. Bunun da biri düşünme taşınma ile ilgili, öteki yargı ile.
Demek ki, kendisi için bilmek bir bilgi tünü, ama |?ek çok
ayırımı var. Kendisiyle ilgili olanları bilip kendini yalnızca
ona veren kişinin de aklı başında olduğu düşünülüyor. Siya­
setçiler ise pek çok işle ilgileniyor. Bunun için Euripides 1142a
şöyle der:
122 VI. 8.
TTÛf b’ itv <f}po»oİTju, a nnp^v aırpaypovvs
tv Toîfft »roXXoîr ^pt0pt}ptvov orparov
5 tcrov fUTa(T)itîp J
Tove yap ırtpuroovs Kai rı ırpâaaavras ır\tov , . .

ÇtjToviTt yap t 6 avroîs &ya$6 Vf Kal otopraı tovto tcıv ırpjİT-


T€tp. İ k ravTTjs oİjv Ttjs bo^rjs i\rı\v9€ ro ro^rovf ^povl-
povs (îvaı‘ KaİTOL îtriof ovk eorı t 6 ovtov ftî &pfV oIkopO“
to p(as ov8’ <hv€v TTo\iT€İas. ctl bi r a aİTOV ır&s b€i bıoı-
KCÎv, abr}\ov Kal aKem^ov. oTipfîov 8* ^orl tov flprjiAcvov 5
Kal bıoTi yemperpiKol p iv v4oı koI padrfpMTiKol yivovraı
Kol a-o<f>ol r a roıavTa, ^povıpos b* ov boKfî yiptaBaı.
aÎTiop b' ort Kat tûp Kaö' UKaarâ karıp ^ <f>p6 prfaıs, & yiptrat
15 yvı&pıpa kpn€ipCaiy p4os b* Iftırcıpos oİ k karıp' ırX^0os
yap xp 6 vov rroıeî ti ]p ipırcıpıav' ^ırel Kat roi5r’ &p rıy o-k4- 6
\j/aiTo, bıa t I 81) paBripariKos pkv Trats ykvoır &p, a-o-
<f)ds 8’ rj <f)va‘iKÖs od. rj ort ra pkp bı b.(\>aıp4(r«Ls karıp,
TÛp 8’ al kip^al k^ kpıtfipias' Kal ra pkp ov marevovaıp
20 ol vkoı b W a Xeyovatv, r&v 8e rh r l karıp oiiK *5tjXoi/ ; ert 7

^ apapria ıtepl ro Kadc^Aoo kv rŞ pov\pvaaa-6 aı ^ ırepi


t 6 Kad' kKaaroV 17 yap o n Trdırra ra ^apöaradpa ^bara
<f>av\a, ^ o n robl ^apvaradpov. o n 8’ ^ if>p6 vrjai9 ovk 8
kmarriprf, <f>av€p6 v' tov yap ^tr^droı» karıp, &aıtfp €Îpıjraı'
25 ro yap •npaKTov toiovtop. avrUfiTaı p fv 8^ ry p£’ 6 pkp 0
yap povç T&p optop, &p ovk karı X6yos, fj 8 e rov kaxârov,
oS OVK karıp kTrıarijpr) dXX* oXa6r\aii, ovx ^ râ v Ibmv,
dAX’ otç aladapopeda Sn ro [ev roÎ 9 paûıjpariKOÎs^

i. iıptOfirififpoy K** T: 1ıpı0prifity<f> M** fl. fli'oı om. K'' ti K**:


flityaı M’*: om. L** F 14. ko) om. M** 16. yhp^ Si K** 20.
OİK om. pr. K** M** 23. post ro31 add. rb K** M** 28. ofa] oTa
K** M*> iy toTs paSfipoTiKoîs seclusi
122

"H içbir iş görm eden, b ir ordu y ığ tm için d e a d a m d a n


sa yılıp eşit p a y alırken , n a sıl a klıb a ştn d a olabilirim ?
Ü stün o la n la rı ve d a h a çok iş görenleri..

Çünkü kendileri için iyiyi araştınyorlar ve bunu


yapmak gerektiğine inanıyorlar. İmdi bunlann aklı başında
olduğu bu kanıya dayanıyor. Yine de ekonomi ve devlet
yönetiminden bağımsız kendi için iyi herhalde olmaz. Öte
yandan kendine ait şeylerin nasıl düzenlenmesi gerektiği lo
açık değil ve araştırılması gerekiyor. Gençlerin geometrici,
matematikçi ya da bu tür bir bilge olup aklı başında
olmamalan da bunu gösteriyor. Bunun nedeni aklı
başındalığın yalnızca deneyimle bilinebilen tek tek şeylerle
ilgili olması, bir gencin ise deneyimli olmamasıdır. Deneyim 15
uzun zaman gerektirir. Niçin bir gencin matematikçi
olabilmesine karşın bir bilge ya da doğa bilimcisi olamadığı
araştırılmak istenebilir. Acaba biri soyutlamayla ilgili
olduğu, ötekilerin ise deneyime dayanmasından ötürü mü?
Bu ilkelere gençlerin güvenmemesi, yalnızca onlan
yinelemesi, ötekilerin ise neliğinin açık olması mı? Aynca 20
düşünme taşınmada hem genel hem de tek tek şeylerle ilgili
yanılgı olabilir: Sözgelişi bütün ağır sular pistir ya da
buradaki şu su ağırdır gibi. Aklı başındalığın ise bir bilim
olmadığı açık, çünkü dediğimiz gibi, o sonuçla ilgilidir, olan
şey böyle bir şeydir, uygulamayla ilgilidir, usa karşıttır.
Çünkü us, nedeni olmayan tanımlarla ilgili, aklı başındalık 25
ise bilimi değil, duyumu olan şeyin sonucuyla ilgili: Özel
nesnelerin değil, onunla sözgelişi (geometrik nesnelerde)
VI. 8—9. 123
ea-^arop Tpiya>vop’ arrî<reTaı yap KaK€Î. dAÂ’ aHrr} pâ\Kop
aıa-6rj<rts rj <f>p6vr^<ri9, İKeCvrjs 8* âW o (tbos. 3°
IX . Tâ C>)‘^€lv 8^ Kal râ fiovkevea-daı bıa<f>€p€i’ râ yhp 10
l3ov\€iÛ€<r0aı ti İ(ttCv. 8cÎ 8c Aa/Sctv ıcal ırepl cvySoü-
\Cas t ( ia-Ti, t:6t €Pov kTnarrİprj rıs ^ bo$a f; eva-To^^a rj
•2 ü \\o Tl yepos. imor^pırj pkp brı ovk İa r ıv ov yap Cv^ova-ı
TTcpt tav Itratrıv, fj 8’ ev^ovKla ^ovkı^ rıs, 8 8c fiovkevopıc- U42‘
V05 fîjTcî Kal koyi^cTaı. iKKâ p.r)v ov8’ evaroy^Ca' &v(v
re yap koyov Kal rayv ti tf evcrroyia, ^ovKevovraı be/ıro-
kî/v ypdvov, Kal <f>a<rl Trpirretv pL^v beîv rayb ra /3 o ü -
3 kfvûivTa, ^ovkevea-öaı 8^ /3pa8ca>s. İri ^ dyx^i'oıa İrepov s
Koi ^ evpovkCa’ ^am 8’ evtrroyla rıs ^ İLyylvoıa. ovbe brı
bd^a ^ ei^ovkCa ovbep,(a. ikk* lırel 6 pikv KaKÛs Şovkevd-
p.evos ap-apraveiy 8 8’ c8 dpd&s /3ovkeveraı, bfjkov on 6p-
öorrjs rıs ^ ei^ovkCa ia-riv, ovr’ lırıonîfiTjs 8c oİ/re bd^rjs'
eırı<m/)pr]i p.ev yap ovk etrnv opdoTrjs (ovbe yap hp-apria), lo
b d ^ s 8’ dpöorrjs ikrideıa’ âjia 81 ıcaı eSpıoraı rjbrı rrav ov
bd^a eoTiv. d\A a p.rıv ovb' avev kdyov ^ ev^ovkCa. bıavoCas
&pa AcıVcraı* aikrı yhp oiırto <f>d<rıs’ Kal yap fi bd^a
ov C^TTitrıs âkka ^dcrts rıs fjbrı, 6 be ^ovkevdp.evos, edv
Te ev idv rc kui KaK&s ^ovkevr}Taı, C^rcî r ı Kal koylCfrat. ıs
4 d ,\\’ dpddrrıs t Cs ^trnv 17 eifiovkıa ^ovkfji' 810 ^ fiovkfı Cn~
TtiTİa rrp&Tov t İ ko.1 ırepl t İ. Iırcl 8’ fi opOdTrjs Trkeopayâs,
fnıkov o n ov -nâtra’ 6 yap aKparfıs Kal 8 <f>avkos 8 ırpo-
Tideraı f i 8cîyf İK tov koyıtrp.ov rev^eraı, ıSorc dpd&s İtrraı
0e^ovkevp4vos, KaKov be p-iya elkrıtfKos. boKel 8’ dyaddv 20

Tl To eZ ^efiovkevtrdai' fj yap roıavrıj dpBdrrjs fiovkfjs


5 cujSovAıa, fi dyadov revKTiKi]. dkk* lorrı Kal rovrou '^evbeı

30. 4 L” M» r 32. KOİ om. K»» M»* r U42«» 9. v tipovKla rıt K»


î i om. M** 15. koİ post rt om. L** F 19. Stîy F
21. post r t add. thmı
123

bir üçgenin son öğe olduğunun ayırdına vardığımız duyu­


mu olan. Nitekim o son nolctada artık durulacaktır. Bu aklı
başındalık değil, daha çok bir sezgidir, aklı başındalığın türü
başka.
Araştırmak ve düşünü taşınmak farklı şeyler. Düşünüp
taşınmak bir şeyi araştırm ktır. Demek ki, iyi düşünme ne,
bir bilim mi, bir sanı mı, l. r isabetlilik mi, yoksa başka cins
bir şey mi, bunu anlamak gerekiyor. Aslında bir bilim değil,
çünkü bilinen şey araştırılmaz. îyi düşünme bir tür düşün- n42b
medir ve düşünen kişi ara.ştırır, tartar. Düşünüp taşınmak bir
isabetlilik de değil, çünkü isabetlilik akıl yürütmeden ba­
ğımsız, hızlı bir şey, oysa düşünüp taşınmak çok zaman is­
ter ve yavaş yavaş düşünüp taşınmak gerektiğini, düşünülüp
taşınılmış şeyin ise çabucak yapılması gerektiğini söylerler.
Aynca kavrama ve iyi düşünme de farklı şeyler. Kavrama, 5
bir tür isabetliliktir. Hiçbir iyi düşünme, bir kanı da olamaz.
Madem kötü biçimde düşünen yanlışa düşüyor, iyi düşünen
ise sağ karar veriyor, iyi düşünmenin bir tür sağınlık olduğu
ve bir tür bilim ya da kanı olmadığı açık. Çünkü bilimde bir
sağınlık yok (nitekim yanılgı da olmaz), kanının sağınlığı ise 10
hakikat. Aynca kanısı olan her şey zaten belirlenmiştir de.
Oysa iyi düşünme akıl yürütmeden bağımsız değil. Öyleyse
onun anlama yetisine ait olması kalıyor geriye. Çünkü o [yal­
nızca] bir açıklama değil. Kanı bir araştımia değil, bir açıkla­
ma, oysa düşünüp taşınan kişi, ister iyi İster kötü biçimde dü- 15
şünsün, belli bir şekilde araştırma yapar ve tad;ar. Demek ki,
iyi düşünme bir düşünme sağınlığı. Bunun için öncelikle dü­
şünmenin ne olduğu ve ne ile ilgili olduğu araştırılmalı. Ma­
dem sağınlık pek çok anlamda kullanılıyor, burada bütün
anlamların söz konusu olmadığı açık. Nitekim kendine ege­
men olmayan kişi ve fena kişi, görmeleri belirtilen şeyi tar­
tarak bulacaktır. Dolayısıyla bunlar büyük bir kötülük elde
etse bile sağ düşünmüş olacaktır. Oysa iyi düşünüp taşınmak 20
iyi bir şey diye düşünülüyor. Nitekim bir iyi ortaya koyan bu
tür sağ düşünme iyi düşünmedir. Ne ki aldatıcı bir tasımla
124 VI. 9— lo-
<rvXXoyı<rfiy tvx*îv> ^ troırj<r<u tv^ cîi», 8ı
o8 8* oi, dXXâ \jf€vbrj rhv yÂ<rov Spov ftvai’ <Sar* ov8*
25 aikrı ITO) tvfiovXCa, koB* o i 8eî /ı^ı; Tvyx®*'®*>
TOl 8ı* o î ^8<l. €Tl loTl VcAİrV ')(J>6 vOV ftovkfVOlJLfVOV TVXftIf, 6
Tov bk Ta\^. ovKovv ovb* İKfCvTj TTO) c8)3ov\ıa, ^X* 6 p6 6 -
TTjs Korâ rb d><f>tkLpLOVf Kal o8 8cl Kal &s Kai 5rc. İ ti, 7
Icrrı Kal airA â; ev ^eftovkevcrdaı Kal vpos r ı rikos. ^ fi^v
30 8^ iıırk&s rı ırpes to W\oy to iırAûs Karopdova-a, rls 6^
rı rrpos ti Tİkos. fi 8îj t<3v (ppavipunv tö eî ŞeŞovkfv-
adat, ^ fv^ovkCa firı bv öpdÖTrıs ^ Kara rd avıul>ipov vpbs
TÖ Tİkos, oC ^ <l>p6 prı<rıs ikrıOrıs vrrSkrıylfCs iarıv.
11 ’'E oti 8 c Kal 17 cvvcaıs Kal 17 fvavvea-Ca, Kaff hs k i- X.
1143 * yopLfv (rvvcTois Kal cı&avv^rovs, o iff oktos tö avrb imırrrjurı
fj bo^ıı (rrâvTfs yap bv ^<rav ovpfTol) o{/re rıs p.ia t&v
KaTa pÂpos İTrumıiM&v, olov ^ laTpiK^ vfp l iyifiv& v, ^ yeat-
HfTpla rrepl p.€yiOrı‘ ovre yap ırepl rwv del 3vto»v Kal
5 bKivqT<ov ^ crovf(rLs ia rıv oiJre ırepl tûv yıyvopıivcûv Stovovv,
âkka TTcpl ü v ârropijafifv &v n s Kal fiovkfüaaiTO. 8 10 Trepl
ro avra püv Trj ^povTjaeı iarlv, ovk İa rı bi to airrb <n;ve<rıs
Kal <Pp6 vrıa-ıs. 17 /lev yap <f>p6 vrıa’is imraucriK^ ia ru r t Cybp 2
8 eî ■jrpdrreiv rj pırj, t 6 Tİkos avrijs ia rlv' ^ 8 e avvfaıs

10 KpiTiKİi pıovov. TavTo ybp avvfo’is Kal euovvfo'la Kal <ru-


verol Kal tvavvfTOi. lo r ı 8 ’ o8 re rd <j>p6 vrıa‘iv
oİTf TO kapi^bvfiv rı avvfcrıs' bkk' toaırep r 8 pLavdbveıv 3
A^yeraı (rvvUvaı, Srav XPVraı rr} imarTrip.rı, oİjtiûs iv ry

23. ante 8t* add. ro6rov L'’ 25. ırw : ırus vulg. 30. rls 5l
K**M*’ r : V TIS 31. Pov\titffOcu K** 32. 4 ante Kmb om.
K** 33. rb K** T : r ı vulg. 34. fiavytfia H. Stephanus: d»
<rwt(rla codd. 1143* 1. tbvvv4rovs H. Stephanus : lurvvirovs codd.
3. ^ om. L** post dyıcu'Mv add. ykp iv L**M** T ^ K**: vulg.
4. nvyiBovs 10. ante «rvverol add. 7 İ/> oî L** T
124

bunu Ortaya koymak ve gerekmeyen yolla, yanlış orta te­


rimle yapılması gereken şeyi yapmak da olanaklı. Dolayısıy­
la gereken şeyi gerekmeyen yolla ortaya koyan düşünme de 25

iyi düşünme değil. Aynca kimi zaman uzun süre düşünerek,


kimi zaman da çabucak düşünerek bu ortaya konabilir.
İmdi yukanda belirttiğimiz bu şey de bir iyi düşünme değil;
amaç, tarz, ve zaman bakımmdan yararlı olanla ilgili bir sa­
ğınlık. Bir de genel anlamda ya da belli bir amaçla ilgili iyi
düşünüp taşınmak olanaklı. Genel anlamda iyi düşünüp ta­
şınma genel amacı gözetir, belirli bir amaçla ilgili iyi düşü­ 30
nüp taşınma da belirli bir amacı. İmdi iyi düşünüp taşınmak
aklı başında kişilere düşüyor ise, iyi düşünme gerçek aklı
başındalığın kabul ettiği bir amaçla ilgili olarak yararlı olana
uygun bir sağınlıktır.
Onlara göre kimi kişileri "doğru yargılayan", "tam yargı­
layan" diye tanımladığımız doğru yargılama ile tam yargıla­ 1143a
ma var bir de. Bu bir bilim ya da sanıyla aynı şey değil (çün­
kü bu durumda herkes doğru yargılayan kişi olabilirdi) ve
sağlığı ilgilendiren konularda hekimlik, uzamla ilgili olarak
da geometri gibi bilim alanlanndan biri de değil. Çünkü
doğru yargılama hep varolan ve devinimsiz nesnelerle ya da
oluşan bir nesneyle ilgili değil, soru konusu olan ve üze­
rinde düşünülüp taşınılabilen nesnelerle ilgili. Bunun için
aklı başındalıkla o aynı şeylerle ilgili, ama doğru yargılama
ile aklıbaşındalık kendi başına aynı şey değil. Çünkü aklı
başındalık yaptınmsaldır, onun amacı neyi yapıp neyi
yapmamak gerektiğidir. Doğru yargılama ise yalnızca
değerlendiricidir. Doğru yargılama ve tam yargılama aynı 10

şeydir ve doğru yargılayan kişiler tam yargılayan da kişi­


lerdir. Doğru yargılama aklı başındalığa sahip olmak ya da
onu elde etmek değil. Nasıl bilim kullanılırken 'kavra­
mak' doğru yargılamak anlamında kullanılırsa, aynı şekilde
VI. lo— II. 125
Xp^<r$M b6(rı ^ırl rd Kpivetp ır€pi rvurıav v tp i &v ff
<l>p6ınj<rls iartv, dW ov \€yoı>ros, koİ KpCvtıv Ka\&r ro yap 15
4 r y Ka\&s rd a ir 6 . Kal ivrtvBep i\tf\v û t rovvopa tj
aüvetnSf KoJf evavverot, İ k tijs iv T<f pavddvtıv' \4yopev
yap t 6 pavdâvfiv <rvvUvaı 7ro\KdKis.
XI. *H 5^ Kokovfiivrı ywiprı, Kad' rjv <rvyyv(opovas Kal
İX.€iV <f>ap,iv yv<&p.rıv, ij t o v ivıetKovt iori KpC<rıs 6p6-q. 20
OTjp^îov hi’ rdv yap ivifiKt} pLdXıard <ftap€v fîvat. avy-
yviopoviKdVf Kal İTU€ucki rd İXftv ırcpl İvıa (rvyyvdpjıv,
^ 5e <rvyyv«&ıırı yv^p.rı itrri KpıriKrı t o v İ t t u ik o v s dpOry
dp$rı 5* }/ TOV ikııOovs.^
2 E2<rl 5^ vcurai al Ifetr €İf\dy<as eh ravrd Telvovo-cu.’ 12
Kiyopuv yap yv^p,rıv Kal odveotv Kal <f>p6vrıoıv k o I v o v v
İtri Toits a5ro5r imiftipovTes yv^p-nv İ\eıv Kal vovv îjbr}
Kal iftpovCpLovs KOİ ovveTods. vâoaı yap al ivvdpeıs avrat
T&v ia^drMv eloi Kcd t & v koB' İKOorotr Kal iv p.ev tÇ
KptTtKds eîvat ırepl &v 6 <f>p6vıp,os, avveros Kal evyv^ptov 30
^ ovyyvt&fMov' rd yap imetKrj KOiva râv dyaâ&v andv-
8 Tiov iorlv iv T^ ırpds 6Xkov. lort 5e t & v Ka6^ İKaara ko.1
T&v ioydrfûv İvavra rd ırpaKTd’ koX yap t o v <f>p6vıpov
5et ytv&OKetv avrd, ıcal ^ avveots Kal ^ yv&pı\ ıtepl rd
4 v p o K T d , T a v r a 5’ İ a ^ a r a . koI 6 v o v s t & v i o ^ d r o n v i v 35
dfA^drcpa* koX y a p r & v vp&T<ov Spıov ko.1 t & v İ o ‘xdT<ûv
vovs i a r l K a l o v k d y o s , koX 6 p ,ev K a r a r a s d v o b e l ^ e ı s 1148 **
T & v İK tv^r< a v B p m v koI vp& TO iv, 6 5* i v r a î s v p a K T tK o is
TOV ioydrov koX ivhexop-ivov Kal rijs iripas vpordvefûs'
dpx<^ ydp TOV o5 İv€Ka a ir a f İk t &v Koff İKaora ydp
5 rd KoBdkov Todrfov dbv aîa-dtfoıv, aUrrı 5* iarl vovs. S

14. M s e c lu s . T h u r o t 19. M İy ı^ fto v a t L* F 30. t ö y y t i f t u y d


fo c t. s e c lu d e o d u m 38. i.w d v n ty r 1148^ ]. KOİ ante 4
om . r 6. rh r oSr om .
125

aklı başındalıgm ilgili olduğu konularda, değerlendirmede


kanıdan yararlanılırken ve başkası konuşurken, yerinde de­
ğerlendirilirken aynı şey söz konusu olmaktadır. Çünkü iyi 15

değerlendirme ile yerinde değerlendirme aynı şey. Kişileri


ona göre "lam yargılayan" diye belirlediğimiz doğru yargıla­
ma adı da 'kavrama'dan çıkar. Nitekim biz çoğu kez "kavra-
ma"ya "doğru yargılamak" adını veririz.
Ona göre kimi kişileri bağışlayıcı olarak tanımladığımız
ve anlayış taşıdıklannı söylediğimiz "anlayış"^ diye adlan- 20

dınlan şey, doğru kişiye özgü sağ yargıdır. Doğru kişinin


özellikle bağışlayıcı olduğu ve bazı konularda bağışlayabil­
diğin! söylememiz de bunun kanıtı. Bağışlama, doğru kişi­
nin sağ yargılı anlayışıdır. Sağ, yani hakikate özgü.
Bütün bu huylann aynı amaca yönelmesi akla uygun.
Biz aynı kişilerin anlayış, us taşıdıklannı; aklı başında
olduklannı, doğru yargıladıklannı söylüyorsak; anlayışı,
doğru yargılamayı, aklı başındalığı ve usu aynı kişilere
yüklüyoruz demektir. Çünkü bütün bu olanaklar son
durumlarla ve tek tek konularla ilgili olarak aynı şey. Kişi
nelerde aklı başında ise o konularda değerlendirici olması
açısından, aynı zamanda doğıu yargılayandır, anlayışlıdır ya 30
da bağışlayıcıdır. Nitekim doğru şeyler ötekilerle ilgisi
içinde bütün iyiler için ortak. Uygulamayla' ilgili bütün
şeyler, tek tek şeylerle ve en sondakilerle ilgilidir. Aklı
başında kişi bunları bilmek zorundadır. Hem doğru
yargılama hem anlayış yapılan şeylerle ilgili, bunlar da en
sonda olanlar. Us da heriki parça konusunda en son 35
şeylerle ilgili. Nitekim akıl yürütme değil, ustur ilk tanımlara
ve en sondakilere özgü olan: Biri kanıtlamalardaki de­ 1143b
ğişmez ve ilk tanımlarla ilgilidir, öteki yapılanlarda en son
şeyle, olası olanla, değişik bir öncülle ilgili. Nitekim ereksel
nedenin ilkeleri bunlardır: Tek teklerden tümel olanlar
çıkar. Öyleyse bunlarla ilgili bir sezgi olmalı: İşte bu ustur.
126 VI. 11 — 12.
dıd Kal <f>v<riKâ boK€Î elvai raCra, Kal oro4>os lû v
ovbfis, yv^firıv 5’ avvetrıp koI vovv. <nıiA€Îov b’ 6
S n Kal Tttîî ^A.tıc^oıs olofX€Ûa &Ko\ov0ew, k o I ijbe ^ fjkiKla
vovv 1x^1 yv(&ıır\v, û»î t^ s <f>v<r€<ûs alrCas oStnjs. [8td
jo Kal â p x v >^0.1 tcAos vovr İ k roSratv yhp al dıro8e(£eıs
Kal Tiepl toStodv^] &<rT^ 5eî Trpoa-e^eıv t &v ipLireCpoiv Kal
vpf(r^vTepo>v rj (f>poviput>v rats ivavobflKTOts <J>âa-€tn ko.1
bo^aıs o«x tûv SırobfC^foiv' bıh yap ro Syeiv «
T i j g ipL-ntıpıaç op.p.a 6pS»<rıv SpO&s. t I filv ovv ia rlv rj 7
15 (f)p6vr)(rıs Kal ^ cro^Ca, Kal 7T€pl r l ^Karipa TvyxSveı
oba-a, Kal on a \\o v r^s p.oplov Sperrı kKor^pa,
(îprjTat.
13 Aıawopıf<reı« b' &v n s ırepl avr&v t C xp^<rıpoi elaıv, X II.
^ ficv yap <ro<f)(a ovbev d€<ûpı^<m &v io ra ı ebbaipLon'
20 âvûponTTOs (ovbefuas yâp i a n y^veoretas), ^ be <f>pSvr)<rıs tovto
p.ev e^eı, iX ka t Cvos eveKa bel avrrjs î eîvep rl {liv <Pp6-
VT)<Tis kcmv fj rrepl ra bİKata Kal Kokâ Kal âyaûh âv-
6pcûTT<a, Tavra 8’ ia rlv h rov âyaûov ^<rrlv ivbpbs rrpâTTeıv,
ovblv bi rTpaKTiKcİTepoı elb^vaı a ird iarfiev, eîvep
25 al âperaC elaıv, oia-nep ovbe to iyıeıvS. ovbk r a 6iÖ€KriK<fc,
o<ra pLT] TTûielv dW a r<j) arro rrjs e^etas eıvaı \ 4yerai'
ovdev yap ırpaKTiKCûTepoı t Ç larpiK^v Kal yvfiva-
a-TiKi^v k<rp.ev. el be piri tovto)V xâpıv ff>p6vıp.ov ptjTeov d \X d 2
Tov yCveadaı, Toıs ob<n a-rrovbaCoLS ovOiv Sv eîr] 'Xp‘^(np.os'
30 İn 6 ’ ovbe roîs p.^ İ^ovaıv' obbiv ydp bıoiaeı avrovs

rj SX\oıs ‘JreiOea-Oaı, İkovûs t İypı Sv rjjuv &(rttep


Kal %epl TTjv vyCeıav’ fiovkSpevot yap iyıaCveıv Sjxoas o i

7. r Toinm¥ alieno loco posita videntur 10.


0/ om. K** 14. hpe&s L^! K** M** F 16. riya L** F
10. Otmpfî L** F 22 . ^ om. 28 . Btriov L** F 29 .
fnoy K**L** 30. ArgyropyIus ubrots
126

Bunun için bunlann doğal olduğu düşünülüyor. Oysa doğal


olarak bilge olan hiçkimse yok, ama anlayış, doğru yargıla­
ma ve us edinilebilir. Kanıtı da şu: Bunlar yaşla birlikte gi­
der, neden doğa olduğundan ötürü; yaş, us ve anlayış taşır
diye düşünürüz. <Bunun için us hem başlangıç hem sonuç­
tur. Kanıtlamalar bu ilkelerden yola çıkarak ve bu öğelerle 10

ilgili olarak gerçekleşir>. Dolayısıyla deneyimli kişilerin,


yaşlıların ya da aklı başında kişilerin kanıtlanmamış görüşle­
rine ve kanılanna kanıtlamalardan daha az değer vermemek
gerekir. Çünkü onlar deneyime dayanan bakışlarıyla sağ bir
şekilde görürler. İmdi aklı başındalık, bilgelik ne, ne ile ilgi­ 15
liler, bunu söyledik ve ikisinin de ruhun değişik bir yanıyla
ilgili erdem olduğunu belirttik.

imdi bunlann yaran ne, bu sorulabilir. Bilgelik, onlar ara­


cılığıyla insanın mutlu olacağı bir şeye bakmıyor (hiçbir oluş­
la ilgili değil), aklı başındalık ise bununla ilgili ama ona ne için 20
gerek var? Aklı başındalık insan için adil, güzel ve iyi şeylerle
ilgili ise, bunlar da iyi bir kişinin yapması gereken şeyler ise,
erdemler,: sağlık ve sağlam yapılılıkla ilgili şeyler gibi, uygu­
lamanın değil, bir huy sonucunda böyle olmanın söz konusu 25
olduğu şeyler gibi huylar ise, bunları bilmekle biz hiçbir za­
man daha uygulayıcı kişiler olamayız. Çünkü tıp bilimini ya da
beden eğitimini bilmekle biz hiç de daha uygulayıcı olmayız.
Aklı başındalığın amacının bunlar değil, aklı başında olmayı
sağlamak olduğunu söylemek gerekiyorsa, zaten erdemli
olanlar için hiçbir yaran olmaz. Ama erdemli olmayanlar için
de yaran olmaz, çünkü bunların aklı başındalığa sahip olmala- 30
n ya da ona sahip olanlara boyun eğmeleri hiç fark etmeye­
cek, sağlık konusunda da olduğu gibi, bu bize yeterli olabile­
cektir: Nitekim sağlıklı olmak isteriz ama bunun için tıp
VI. 12. 127

s fiav6âvoıxev larpiK^v. ıtpbs tovtois &Tonov hv tıpaı bo-


d ovtra Kvpmripa avTİjs eoraf
ı'l yap TTotova-a &px^*’ 'f®* imraTTet ırtpi UKaarrov. ırtpi brı 35
TvVTMV h(KT(ov ı>vv piv yap rfitopriTaı ırtpi avrâv p.6vov.
i Tip&Tov p.€v ovv key(op.€v on kuö’ ovray âvayKaîop aiperas 1144*
avrây dvai, apcrâs y ov<ras kKoripav kKartpov tov popı'ov, Kal
5 d p.rı TTOtoûtrt /iTjöcv pj)btTkpa avrâv. İTrttro Kal Troıovar
pLtPy o v\ V iarpiKrı bk iyitıap, d\A’ wy ^ vyıeıa, oSrm
î) (To^ia €vbaıp.op(ap' p-tpos yâp obrra tijs oAıjs aptrijs 5

6 Tip kxtaâaı TTOıd Kal kptpydp tvba(popa.f Ir t rd tpyop


âTTOT(\dTOA Kara rr\p <f>p6 prjo-ip ıcal Ttfp tiOik^ p ip€rqp' ^
p tp yap aper^ top (tkottop ıroıd dpdop, tf bk <f>p6pri(rıs ra
‘îrpös TOVTOP. TOV bk TtTapTov pjoplov Tr}ç yln}xijs ovk ktrrıp
âptTTi TOiavTT}, TOV dptTtTiKOV' ovbkp yap kv avrÇ ırp a r- 10

7 Ttıp fj prı Trpârrtıp. ırtpi de toö pr)6 kp tîpai ırpaKTiKoiTt-


povs bıa TrjP <f>p6 prjcrıp t &p Ka\ûp Kal btKatoiP, piKpop âpa>-
6 tp apKTtov, ka^opras apxv^ Ta^6 rqp. toaırtp yap Kal Ta
bUaıa ktyo p tp ırpdıropTas n v a s obırco biKalovs dpai, olop
Tovs To, vırd T&p v 6 p<ûP TtTaypiva ırotoCı/ras ^ okoi/toç 15
rı bC aypoıav rj bC İTtp 6 p n Kal prı 6t’ orvrâ (KaİTOı rrpaT-
rovaı ve h btî koI oaa xPV (rırovbaîop), oHra>$, dtg
koiKtp, t a n TÖ ırÛ9 e^ovro ırparreıv İKoora &ar* tipai iy a -
Oop, ktyto b* oîop bıâ ırpoaiptaıp Kal avT&p tvtKa t S»p
b TrpaTTopkpoiP. tt\p pkp obv trpoalptaı.p 6 p6 ı\p ıroıtî ^ âptTrj, 20
TO 6’ 5<ra kKtiprjs kvtKa ırtrjtVKt ırpirTtadaı ovk k a n t^ s
optTTff oAA’ kTtpas bvpâptats. ktKrkop b* kırtarnja-ao’t <ro-
9 <j)t<nrtpov ırtpi avrûp. ta r t brı bıt/papıs kjp Kokova’i öet-

1144* 1. K tyufitv K**: Ktyo(i€y vulg. 2. İKoripas F S. «ol


woıowrûy K** 4. ^ ante larptK^ add. K** 6. iytpyûy^ iyipyua
pr. fbStuputyia K’’: €İicupuıyiay L*': rby tüalpoya T 10.
iavT^ L** 23, dil K** M**: W tit L** F
127

eğitimi görmeyiz. Bunlann ötesinde bilgelikten daha aşağı


olan aklı başındalık, ondan daha asıl olsa bu garip bir şey
olur. Nitekim yaratıcı erdem yöneticidir ve her şey konusun­
da yaptınm koyar. O halde bunlar üzerine konuşmak gere­ 35
kiyor. Çünkü şu anda yalnızca onlar hakkındaki sorular dile
getirildi, imdi ill^n şunu söyleyelim: Onlardan hiçbiri hiçbir
şey yaratmasa bile, madem herbir erdem <ruhun> herbir 1144a

parçasına özgü, onlann kendi başlanna araştırılması zorun­


lu. Aynca onlar yaratırlar, ama tıp biliminin değil, sağlığın
sağlık yaratması gibi, bilgelik de mutluluk yaratır. Nitekim
erdemin bütününün bir parçası olduğu için sahip olmakla
ve eylemekle mutluluk sağlar. Öte yandan eser, aklı başın-
dalığa ve karakter erdemine uygun olarak tamamlanır. Er­
dem, amacı sağın kılar, aklı başındalık da bu amaçla ilgili
olan şeyleri. Ruhun besleyici dördündü kısmında böyle bir
erdem yok, çünkü bir şey yaratmak ya da yaratmamak ona 10

bağlı değil. Bu ilkeden hareket ederek aklı başındalık aracı­


lığıyla güzel ve adil gerçekleşen hiçbir şey olmadığı konusu­
nu iyice deşmek gerekiyor. Nasıl yasalar tarafından buyurul­
muş şeyleri istemeyerek, bilgisizlikten ötürü ya da kendileri 15

için değil, başka bir şey için yapanlar (yine de gereken şey­
leri ve erdemli kişinin yapması gereken şeyleri yaparlar)
gibi bazı kişilerin adilce şeyler yapsalar bile adil olmadıklan-
nı söylüyorsak, aynı şekilde, göründüğü gibi, her eylemin
iyi olacak şekilde nasıl yapılacağı bir biçimde belli. Kastetti­
ğim şu: Sözgelişi tercih yoluyla ve yapılan şeylerin kendileri
için yapmak, imdi erdem, tercihi sağ kılar, tercihten ötürü
doğal olarak gerçekleştirme ise erdemin değil başka bir yeti­ 20

nin işi. Daha açıkça görmek için bunlar üzerinde durmak


gerekiyor. Beceriklilik diye adlandırdığımız bir yeti var:
128 VI. la — 13 .
p6rriTa' a’Srrj h' ^<rrı Toıavrt} &<rr€ ra Ttpbs top iıroreOspra
25 (TKOirop (rvPTilpopra dvpatrâaı Tavra ırpdTTfiv fcal roy^a-
P€ip aİTOv. âp fi^p odp 6 a-KOTTOs ^ koA.09, ^vaıveTT^ (orıv,
iap di <f>avXo9 , ıravovpyıa’ bıö Kal tov9 <j>povCıxovs
Kal ’napc/6pyov9 <l>anip eıvaı. İarı S’ î; <j>pdpr}(rıs o^x ^
pafÂis, oİ k &vev hvpâ(xfa>9 radrıjs. ^ d' rcp
30 op-fiaTi TovT(p yiptTaı r^s apçrfjs, « î
eîprjTaC re Kal lo r t drjKop’ ol yap <ru\Xoytcrıxol t&p ırpa-
KTâp &PXV^ İ xopt4ç fla-ıv, i-ırtıd^ roıopdf rd rç'Aos Kal rb
ipvrrov, brıd^'itore ov (lor® yap \6yov \i-piv to tvxw)'
roCro ft’ (I p.rı r<p âyaû^, ov <f>aCvtTaı' diaoTp4<f>eı ybp ^
35 pLoydrjpCa «cal d ı a y j f fd d f a û a t v o ı e î v e p t tci 9 ırpaK T iK as hp~
xdf> & < m <f>av€pbv o n ddı^varoı; <f>p6vtp.ov e ıv a ı firf S v r a
1144 â y a d d v . ^ K c ır r io p d^ ır d K ıv Kal ırepl i p f T İ j s ’ K al y a p ^ X III
& ptTİı vapaırb.rı<rCa)9 & s fi <ppdvt}<rts rrpbs r ^ v btiP O T r/ra
— o d r a v r b fitp ^ 6 /io ıo v d ^^— of/rca K al ^ <f>v<riKfı ır p b t
r fıv KvpCav. vâ< n y â p doK €Î İKCurra t &v ıjdûv b w d p x € W
5 <f>do‘e ı iTtos' K al y a p d U a ıo ı K al (raaftpoviK ol Kal i v d p ^ ı o ı
kal r2XAa İ x ^ p .^ ^ e i d h s 4 k y fv tT r js ’ iX k ' SpLcns C v'^ovfiev
İr tp o p Tl r b Kvplas b .y a 6 b v K al r a ro ta v r a İkK o v rpoırov
im ip X ^ ıv . Kal y b p T taıtrl K al d r ıp ıo n al <ftva-iKal vırap-
X O v a tv İ^ € i9 , bXX* &vtv vod jdAajSepal <pa[povTaı oda-at,
10 Trkfıv ro(TovTov 4oik€v 6 pâ<r$aı,
o n Sarrep <r<&paTi lo^vpcp
&P€V d^€ios Kivovfiivtf evfifialpfi a^&kX€<r6 aı l<rxvp&s dıb.
rb pfı 4 x ^ ^ cnfnv, o6 ro> Kal IvravOa' kav vwv^ 2
kv Trpdırtıv dta<p4p€i' fj d* l^ts bfioCa ovara t 6 t' İaraı
KvpCoiS âptrfl. u o re KaBiırep ^ırl rov do^aırriKov ddo karlv
15 cZUt;, d€ivdrrj9 Kal <f>p6 vrıa‘iSt oü^o> Kal kvl rov fjûiKOv ddo

26. abroS scripti: oûrAr codd. 28. Scıvdnıt M** 81.


r« om. M* U44» 12. 81 om. K*
128

Bu yeti tercih ettiğimiz amaca giden şeyleri yapmayı ve o


amaca ulaşmayı olanaklı kılar. İmdi amaç güzelse övülecek 25
bir yeti ama amaç kötü ise kurnazlık yetisine dönüşür.
Bunun için biz aklı başında kişilerin yaman ve kurnaz kişiler
olduğunu söyleriz. Oysa aklı başındalık bir yeti değil, ama
bu yetiden de bağımsız değil, imdi söylediğimiz gibi ve açık
olduğu gibi, huy erdemden bağımsız olmayan bu ruh 30
görünüşüyle oluşur. Nitekim yapılan şeylerin
açıklamalannın ilkesi şu: "Çünkü şu tür bir amaç ve en iyisi".
Amaç ne olursa olsun bu böyle (sözkonusu şey bir
temellendirme için olacaktır). Ne ki, bu bir iyi için değilse,
böyle görünmez. Çünkü kötülük, uygulayıcı ilkeler konu­
sunda da yanlışa düşürür. Dolayısıyla "iyi" yoksa aklı başın­ 35
da olmak olanaksız, bu açık. Yeniden erdem üzerinde dura­
lım: Aklı başmdalığın beceriklilikle nasıl bir yakınlığı varsa - 1144b
aynı şey değil ama bir benzerlik taşıyor - doğal bir erdemin
de asıl olan erdemle ilgisi öyle. Alışkanlıklanmızdan herbiri-
ni bir biçimde doğal olarak kazandığımız görülüyor. Çünkü
daha doğuştan itibaren adil, ölçülü, yiğit oluyoruz ya da öte­
ki alışkanlıkları kazanıyoruz. Yine de asıl iyi olarak aradığı­
mız başka bir şey ve bu tür şeyler başka bir tarzda bulunur
diye düşünüyoruz. Nitekim doğal huylar çocuklarda ve vah­
şi hayvanlarda da bulunur, ama ustan bağımsız olunca zarar 10
verici olduklan görülüyor. Bu bir yana, nasıl görmeyen
koca bir gövde hareket ederken, görme duyusundan yok­
sun olduğundan ötürü sağa sola çarparsa, burada da aynı
şey olacağını kestirmek gerekir. Oysa us taşırsa eylem
sırasında farklı olur ve huy doğal olana benzer olmasına
karşın, o zaman asıl anlamda erdem olur. Dolayısıyla nasıl
sanı ile ilgili yanda beceriklilik ve aklı başındalık olmak
üzere iki tür varsa, aynı şekilde karakterie ilgili olan yanda da 15
VI. 13 . 129

iari, rb fii» ^ üo-ik^ rd 8’ ^ KvpCa, Kal to^ t<


ûv ti
8 Kvpİa o i yCperaı Svtv tl>poviQ<r€m. b ıiv tp rtpis (f>a<rı
<ras rbs âperas ^poınj<reif €Îpaı, Kal SatKpdrrjs rf/ pip
6p$&s i&İTft rp 8* ^pâpTav€P>‘ Sn p ip yap ^popritrfis y<ro
«Zvo* viira s rhs dp€Tâst ^pâpTapfP, Sn 8* oSk &p€v <f>po- ao
4 p^a-em, koX&s S\€y€P. aıjpeîop S4’ Kal yap pvp ırdpr^s,
Stop SplCfPvrat d/>cnjv, ırpo<m$4aan, S^ıp flvopres
Kal ırpbs S io ri, t^ i> kotoi rbp 6p$bp Xdyop' 6p$bs 8 ' o
icara r^v (ftpdprıarıp. ioİKacrı örf papT€de<rdal ıro>s dıraPTfS
5 Sn Tl ToıaSrrı İ^ıs i/wn} ia n p , ^ Karâ t^ p ^pdptıtrıp. hiî 25
8 ^ piKpbp pera^ripau İ a n yap o i pdpop ff Kora rbp dpObp
\dyoPf d \\* fi p€Tâ rav dpdov Aoyov dpen} ^ortı;* 6p6bs
8i \dyos ıtfpl T&p rotodrfov ff <f>p6prıa-Cs iorıp. ^u>Kpdrt)î
p4p oSp Koyovs rar dpcrar ^fvo clvaı (İTrcorıjjüiar yap ttpaı
6 vdaras), ^fieîs 8 i p trd \6yov. brj\op oSp İ k tup eiprjpfptop 30
Sn o v \ oÎ6p re dyadbp €Îpat KvpCm İ p€v <ppopij<r€<ûf, 088 i
4>p6pıpop &Pfv Tİjs fjdiKrjs dperijs. dXXa Kal 6 kdyos
TOVTjı kdoır .âpf tp bıa\(x.6f(t} n s dp Sn x«/>ZCovrai İX-
\ı}Aa)V al ip tr a l’ ov yap d avrbg €v<pv4ararog ırpbs vud-
<ras, &<n€ ttip p lp fjbrı tt\p 8 ’ o5w» tlkrııpbts İo ra r rovro" 35
ybp Kara pip rar <f>vnKas âptras 4vb4x(Taı, Kad* hs
8i dırAör Aiyeraı dyadds, ovk ipb(X(Taf &pa ydp rf} 1145 «
7 <4>pop^(rn piŞ vnapxov<rıı “ndvaı ivdpÇovtrip. brjkop 8i, kSp
fi pfı TrpaKTucrı fjpy Sn İ 8 et dp avr^s bıh rb rov poplov
dpfrfiP fipaty Kal Sn oİ k İtrrai »/ rtpoalpfms dpOfı âptv
4>popfi<r€(PS obb* İPfv dpfrfjs' ^ p ip yap rb riAor ^ 8 i s
8 r i vpbs rb rekos ıroteî rtpdrrfiv. dkkd pf\v ov8 i Kvpla
y* iorl r^r aoıftCas ov8 i rov fifkrlopos poplov, (So-ttc/) ov8 i

16. ^ u r i> ] K** 26, tvTt yhp ot] oi y^p L*> r 1145» 2.
İ9apxoiPV K*» M**; olSvp L* 8. 8k om. Ki» M*> 6. t A om.K**
129

dogai erdem ve asıl erdem olmak üzere iki tür vardır ve


bunlardan asıl olanı aklı başındalıktan bağımsız olamaz. Bu­
nun için kimileri, bütün erdemlerin aklı başındalık olduğu­
nu söylerler ve bu konuda Sokrates de sorgularken bir açı­
dan doğru söylüyordu, bir açıdan yanlışa düşüyordu. Bü­
tün erdemlerin aklı başındalık olduğuna inanırken yanlışa
düşüyordu, aklı başındalıktan bağımsız olamayacaklannı 20
söylerken de yerinde konuşuyordu. Şu bir kanıt: Şimdilerde
de herkes erdemi belirlerken bir huy olduğuna ve 'neye
göre’ olduğu konusunda da 'sağ akla göre' olduğuna katılı­
yor. Sağ akıl ise aklı başındalığa uygun olan, imdi öyle
görünüyor ki, herkes bir biçimde şunu söylüyor: Erdem aklı
başındalığa uygun böyle bir huy. Ama küçük bir şey ekle­ 25
mek gerekiyor: Yalnızca sağ akla uygun değildir, aynı za­
manda sağ akılla birlikte giden bir huydur erdem. Sağ akıl
ise bu tür şeyler konusundaki aklı başındalıktır. O halde
Sokrates erdemlerin, kiıui akıl yürütmeler olduğuna inanı­
yor (çünkü hepsinin bilim olduğunu söylüyordu), oysa biz
akılla gittiğini söylüyoruz, imdi söylediklerimizden açık ki, 30
aklı başındalıktan bağımsız asıl anlamda iyi olmak ve ka­
rakter erdeminden bağımsız aklı başında olmak olanak­
sızdır. Bu şekilde erdemlerin birbirlerinden aynldıklannın
onunla kanıtlanabileceği bir sav da çürütülebilir. Çünkü
aynı kişi bütün erdemlerle ilgili olarak çok iyi donatılmış de­
ğildir, dolayısıyla kimini elde etmiş, kimini ise henüz elde
etmemiş olabilir. Bu doğal erdemlerde olası, ama kişinin on­ 35
lara göre mutlak anlamda iyi diye belirlendiği erdem­
lerde olası değil. Çünkü bir tek aklı başındalık bulundu­ 1145.

ğunda aynı anda bütün aklı başındalıklar da bulunur. Şu


açık: Aklı başındalık uygulamayla ilgili olmasaydı bile,
gerekli olurdu, çünkü ruhun bir yanının erdemidir ve aklı
başındalıktan ve erdemden bağımsız sağ tercih olamaz.
Nitekim biri amacı, öteki amaçla ilgili şeyleri uygulamayı
gösterir. Ne ki, nasıl hekimlik sağlıktan önce gelmez­
se, aklı başındalık da bilgelitaen ya da ruhun '^nha iyi bir
130 VI. 13 —VIL 1 .
T^s vytcias fi larpıtcfı’ ov yhp ^P9
oTTtûS yivr\raC ^KeCvrıs oiv İvfKa ^mrıİTTet, AXA* of>K İKfivjı.
10 İti Spoıov fc&v (X rıs vokıriKfıv (ftaCrı &px€t» râ v deâv,
Sti İTUTİrreı ırepl v&vra rh iv v6 \eı.

H.
15 Mero 8 ^ ravra ‘ktKTİov, ikkrjv ‘voırjoapivovs i^p^ı^v,
Sti t&v ırepl r â fjBr) ^€Vkt&v rpta ^crrtv ctdı/, kokİo dıcpa-
oCa öripıoTtıs. râ 6 * ivavrCa toîs phf 8 v<rl hrjka' t8 p^v
yap ip e rV 8* iyKp&retav Kokovpfv' ırphi 8 ^ rfıv 6rıpı6-

Tr}Ta paklar' &v appSrTOi k iyeiv rfıv iırip ^pas &perfiv,


io flp m K T p f Tiva Kal O tiaVy & ( n ti p '* O p j i p o i ır«pl ( toC) "EKTopos
TrcTToltiKe kiyovra rhv UpCapov Sn otftSSpa âyaOSsf **oSSİ
€<pK€i âvSpos ye ûvrırov v d ıs İppevat âkkk 6eoîo." £<rr* 2
el, Kad&TTep <f>aaCv, dvOp^Ttav ylvovraı 0eol Sı iperrjs
iırep^okrıv, Toıavrrı rts &v eîrı Sfikov Sn fi rfj ûr]pı<6Set
25 avnnOepivrı İ^ıs' kuI yap (S<rırcp ovbi örıplov ^orl naKla

ovb' dperfj, oSras ovbi deov, Skk* ^ pev npı<&repov İLpeTrjs, ^


b' erepov n yevos KanCas. inel bk oTtdvıov Kal rb deîovZ
Svbpa eîvai, KaOİTtep oi AAıçcaves eîı&daa-ı vpooayopeSeiv,
{o t) Srav dyaod&a-ı o<f>6bpa rov, oetos âvıjp (ftaa-ıv, oSra> Kal
30 6 Orıpuabrıs iv roîs dvöp^TTOii ottAvios' pâkıara b' iv toîs
Papfidpoıs iarCv, ylveraı 8* İvıa Kal bıa vSoovs Kal mıp^^
ceıs' Kal roits bıd KaKCav bk r&v hvOp^TtoiV fmep^dkkov~
ras oStcds • imbvo^rıpovpev. ikkS, nrepl pkv rijs bıaOio’etos 4
Tİjs Toıainıs Sarepov ttoititİ ov n va pvelav, trepl 8 ^ KaKCas
35 elprıraı TrpoTepov’ vepl bk İLKpaolas koİ pakaKlas koI rpv~

8. ^ om . K’’M*’ 15. 8i om. K** 20. rov addİdi 24. ÛJiptuSia


I.** r 29. ot addidi 31. ytyoyrm 8* frtot F 33. roıainıs
Sıa04fftms L**
130

kısmından önce gelmez. Çünkü hekimlik sağlığı kullanmaz,


onun nasıl oluşacağıhı görür. O halde ona buyurmaz, 'onun
için' buyurur. Aynca "kentteki herşeyi denetlediği için siya- lo
set tannlan da yönetir" denmesine benzer bir şey olurdu.

YEDİNCİ KİTAP

Bunlardan sonra başka bir başlangıç noktası alıp kaçı- 15


nılması gereken alışkanlıklarla ilgili üç türden sözetmeliyiz;
Kötülük, kendine egemen olmama ve "canavarlık". Bunlann
karşıtlanndan ikisi açık: Birine "erdem", ötekine "kendine
egemen olma" diyoruz. Canavarlığın karşıtı olarak bizim
üstümüzde, kahramanca ve tannca bir erdem uygun ola­
bilir: Tıpkı Homeros Priamos'a, Hektor'un çok değerli ol- 20
duğunu söyletirken "ölüm lü b ir a d a m ın o ğ lu n a değil, b ir
ta n n m n k in e b enziyordu'^^ dedirtmesi gibi. Dolayısıyla söy­
lendiği gibi tannlar erdem aşkınlığıyla insanlar arasın­
dan çıkıyorlarsa, böyle bir huyun canavarlığa karşıt huy
olacağı açık. Nasıl vahşi bir hayvanda bir kötülük ya da er- 25
dem olmazsa, aynı şekilde bir tannda da olmaz. Beri-
kininki erdemden daha değerli bir şey, ilkininki ise hâşka
tür bir kötülük. Tannsal bir insan pek ender varolduğu için,
Lakonlar birine pek çok hayranlık duyduklannda nasıl
"tanrısal adam" derlerse, aym şekilde insanlar arasında da 30
canavara pek rastlanmaz, daha çok yabancılar arasında
bulunur. Kimileri de bir hastalıktan ya da bir illetten ötü­
rü böyle olurlar. Aynca kötülükleriyle sının aşan insan-
lan da böyle adlandınyoruz. Ama bu tür tutum üzerine
daha sonra kısaca duracağız, kötülük üzerine de daha
önce sözetmiştik. Şimdi kendine egemen olmaıpa, zayıflık, 35
VII. I — a. 131

<ftrjs \€ ktİ ov, Kal tupl iyKpareİas nal Kapreplas" ovtc yap
it 9 TTfpl T&v avT&v l^ecoı/ rrj ipery koL pj>\$r]pl<^ l»ca- 1146’
5 ripav avr&v vvo\ ijttt( ov, ovö* «S İrepov ylvoi. 6eî d’,
<a<TTtip CTTi T&v &k\(av, Tidevras Ta <f>aıv6 p€va koi ırpû-
Tov bıaTTopT^a-avras oUra) 6 (txv^vai paklara p^v ırâvra ra „
İvbo^a ırepl roCra r a ırâdriy d r a vkeıa ra Kal s
Kvpı&rara’ iâ v yap \vr}raC re r a bva\€prj Kal <cara-
Aef'TPjraı ro ivbo^a, b^buypivov bv dr\ İKavûs»
ö AoKeî 8^ ij re ^yKpâreıa Kal KaprtpCa t &v (movbaLtav 2
Kal [r«ı/] İTtaıviT&v dva i, rı 8’ &Kpaaıa re Kal pakoKia
T&v <f>avX.üiV Kal yJr€KT&v, koI 6 avrbi iyKpa-r^s Kal lo
ippeviTiKO^ r ^ Koyıap&t koX İKpar^s ko.1 İKaTaTiKbs tov
koyıapov. Kal 6 p iv İKpar^s eî8ol)S ort (ftavka ırpdrret 8ıa
Trâdo9 , 6 b* iyKparriî db&ç ort <f>avKaı ai İTudvplaı ovk
âKokovdeî bıa töv \ 6 yov. Kal tov o'&<f>pova pev iyKpaTrj Kal
KapTcpiKov, TOV 8c ToıovTov 0%p^v Tt&vTa a&<f>pova 0% 8’ ov, 15
Kat TOV aKokaarov aKpaTİj koI tov &KpaTrj aKokaarov avyKe-
7 yvp^voiSy ot 8* Irepovy eıvaı <f>aaıv. tov 8e <f>p6 vıpov ore pev
ov <f>aaıv ivbi^eo'dat eîvaı aKpa-ri^y 8r^ 8’ iviovs <f>povCpovs
Svras Kal beıvohs &KpaT€Îs eîvat. I r t ^ p a r e t î kiyovraı Kal
âvpov KOİ Tipfjs Kal Kİpbovs. Tü p iv obv XeyJ/xeva ravr’ kaTİv. 20
II. ’AıropıJaeıe 8’ &v tis tt&s vTrokapfiâvoav 6 p6 &s aKpa- 3
TevcTaC Ti9. (TtıaTâpfvov pev odv ov <f>aa( rıves olov re
d va c bfivbv yap eTrıorıJpTjs ^vovcıjs, «s <pero SûOKpdrrjs,
ÂXXo r ı KpaTfıv Kal TtepUkKeıv avTrfV &aır€p avbp6/iToboı>.
^oiKpârrjS p iv yap okms ipây^cTO ırpoy rov koyov &s ovk 25
ovarfs OLKpaaCas’ ovdiva yap vırokapŞâvovra ırpdrretv ırapa
2 ro pikTiaroVy ikkci bı Ayvoıav. ovros p€v ovv 6 Aoyos

İMB»* 8. 8* K^M** T* om. K^M»» 9. r&v om. Li» 10. post


^ai\ay add. re L** 22. /liv om. K** 24. oM/y K**: tUrby vulf.
131

"oburluk" ile kendine egemen olma ve sağlam karakterlikten


sözedelim. Bu huylann biri erdem ve kötülülâe aynı diye alı- 1145b
namaz, <birbirlerindende> türce faridı değiller. Başka durum­
larda da olduğu gibi görünen olgulan ve daha önceki sorulan
ele alıp böylece bu etkilenimler konusundaki tüm genel kanı­
lan olabildiğince göstermek gerek; hiç olmazsa en önemlileri- 5
ni ve asıl olanlanni- Zorluklar çözümlenir, genel kanılar ge­
ride bırakılırsa yeterince gösterilmiş olacaktır.
Öyle görünüyor ki, kendine egemen olma ile sağlam ka-
rakterlilik erdemli, övülecek; kendine egemen olmama ile 10
zayıflık çirkin ve yerilecek şeyler. Kendine egem en kişi akıl
yürütmede tutarlı, kendine egemen olmayan kişi ise akıl yü­
rütmede tutarsızdır. Kendine egemen olmayan kişi kötü ol­
duğunu bile bile tutku nedeniyle eyler, kendine egem en kişi
ise arzulann çirkin olduğunu bildiği için akıl yürütmesi saye­
sinde onlara uymaz. Ölçülü kişi kendine egemen olan, sağ­
lam karakterli kişidir. Öte yandan bazı kimseler bu tür birinin
hepten ölçülü olduğunu, bazı kimseler ise olmadığını; kimi- 15
leri haz düşkünü insanın kendiliğinden kendine egem en ol­
mayan kişi olduğunu, kendine egemen olmayan kişinin de
kendiliğinden haz düşkünü olduğunu ileri sürer, kimileri de
onlann değişik olduklannı söyler. Bazan aklı başında kişinin
kendine egemen olmayan bir kişi olamayacağı, bazan da
kimi aklı başında ve becerikli kişilerin kendine egem en ol­
mayan kişi olabildikleri söylenir. Aynca gösterişe, mevkiye,
kazanca karşı da kendine egemen olamayan kimselerden sö- 20
zedilir. İmdi söylenenler bunlar.
Ne ki, birinin nasıl olup da sağ düşünmesine karşın,
kendine egem en olmadığı sorulabilir. Bazı kişiler bilgili bir
insanın böyle olamayacağını söyler. Sokrates'in düşündüğü
gibi, bilimin olduğu yerde başka bir şeyin hükmetmesi ve
insanı bir köle gibi gütmesi korkunç bir şey. Nitekim Sokrates
"kendine egemen olmama" kavramına karşı çıkıyordu ve 25
böyle bir şeyin olmadığını açıklıyordu Çünkü o hiç kimse­
nin bilgiyle "daha iyi"ye aykın eyleyemeyeceğine, bilgisizlik^
ten ötürü bunu yapabileceğine inanıyordu. Oysa bu sav
182 V II. a.
&fi<fn(rfiriTfî toîs <f>atvofi4vots Ivapy&s, Kal hiov ırepl
râ Tt&OoSi el bC &yvoıav, rts 6 rprfıros ylveraı Tİjs byvolas.
30 Sti yap oİ k oUraC ye 6 i,Kparev6 pevos trplv iv ry ırdSeı
yeviaOaı, (f>avep6 v, el<rl bi Ttves ot p iv avyyoipova-L 3
TCt b* ov‘ rb pbv yoLp İTrıan^prıs pr\&kv eîvai Kpelrrov bpo-
koyovaıv, t 6 be pr}0 iva. ırpirreıv ıraph rb b6 ^av ^4\ tiov
o v \ hpokoyavaıvy Kal bıb, roGro rbv aKparij <f>aa\v ovk iv ı-
35 (TTr\pr\v İypvra KpareZa-Oaı ı5ıro tûv vbov&v Akka bo$av.
okka p ^v eîye b6 $a Kal İTnam^pr), pr)b* laxvpa vit6 - i
1146»krı^ıs ^ âvTtrelvovaa A\\* iıpepala, KaBâırep iv roîs bı-
ardCoveri, avyyvtaprf ry prı pÂveuf iv a b r w ırpbs im dv-
p(as layypds’ rp be p o \ 6 tfplq ov avyytn&prif oibb t&v
akkiûv oibevl T&v- yjreKT&v. <j>poırq<rea>s 6 ,pa &vTiTea>odarrjs ; 5
5 alfTT] yap layypdraTov. ikk* &raıroV lo ro ı yâp 6 abrbs
&pa <f>p6 vı.pos Koi âKparrisf 5* ovb' hv els <f>pov(pov
eıvai rb ırpaTTeıv İKOvra^ rb <f>avkdraTa. ıtpbs tohjtois
bibeiKTai TtpoTepov S n vpaKTiKds ye 6 <f>p6 vıpos ( t &v yap
i<rx^dT<ûv n s) koI ras Skkas İ^atv dperds. İ n el p iv ev 6
t o T<p iın 6 vp{as İ\e iv laryypds Kal <f><vikaî 6 iyKpan^s, ovk
İarat 6 <rdi<f>po)v iyKparrjÇ obb* 6 iyKparijS tr^<f>p(av' ovre
yap rb &yav ar(o<j)povos ovre rb ff>aTvkas İ\e ıv . bkkh p^v
8fî ye* el pev yap yfirjaraL aL İTuOvplaı, <f>a6 kr) ^ K<a~
kSovaa İ^ıs prı âKokovûeîv, <So-ö’ rj iyKpdreıa o i rrâtra
15 arrovbala' el b* d<r6 eveîs Kal p ^ <f>avkaı, oidiv (repvdv, ovb'
el <l>avkaı Kal da-öeveîs, oibiv piya. İ n el rrdo'p bd^rj 7
ippeveriKbv rroıeî ^ İyKpdreıa, <f>avkr], oîov el Kal rfj
yirevbeî’ Kal el •nd<n\i bo^rjs rf dKpaaCa İKorartKdv, İaraı
n s o’TTOvbala d,Kpa<ria, otov 6 ^o^oKkiovs üeoırrdkep^s iv

28. fort. i^oy ^ytytTaı} et infra 29 rls 6 rpSıroı [ylrtrat] 29, 6 om.
K** 31. sİ pr. K>» 1146* 6. ^<r\ pr. K” 8. re M“ 16.
ffirovSatoy
132

görünenlere açıkça ters düşüyor. Aslında tutku üzerine araştır­


ma yapmalı, bilgisizlikten ötürü oluşuyorsa, ne tarz bir bilgisiz­
likten ötürü oluştuğuna bakmalı. Kendine egemen olmayan 30
kişi ancak tutku içinde olduğu zaman öyle olmaması gerektiği­
ni düşünür, bu açık. Kimi kişiler bu görüşe bir yanıyla katılır­
ken, bir yanıyla da katılmaz. Bunlar bir yandan hiçbir şeyin bi­
limden daha güçlü olmadığını kabul ediyorlar, öte yandan 35
hiçkimsenin, kanısına göre daha iyi olan şeye aykın eylemedi­
ği görüşüne katılmıyorlar. Bundan ötürü de kendine egemen 1146a
olmayan kişinin bilgi değil, kanı taşıdığı için hazlar tarafından
yönetildiğini ileri sürüyorlar. Ama onu güden bilim değil, kanı
ise ve görüşleri kararsız kişilerdeki gibi, sağlam değil, değiş­
ken ise, güçlü arzular karşısında bu görüşlerinde direnmeyen
kişi bağışlanabilir, demektir. Oysa kötülük için ve başka yerile­
cek bir şey için bağışlama olamaz. Acaba karşı duracak şey aklı
başındalık mı? Çünkü o en güçlü şey. Ama bu garip, çünkü
aynı kişi aynı anda hem aklı başında hem de kendine egemen
olmayan kişi olacak, oysa bir kişi bile "son derece kötü şeyleri
isteyerek yapmak aklı başında kişinin işidir" diyemez. Aynca
aklı başında kişinin uygulayıcı olduğu (çünkü o en sondaki-
lere ilişkin) ve öteki erdemleri de taşıdığı daha önce gösteril­
mişti. Öte yandan kendine egemen kişi hem güçlü hem de 10
sefilce arzular taşıyacak olursa, ölçülü kişi kendine egemen kişi
olamaz, kendine egemen kişi de ölçülü biri olamaz. Çünkü
aşın ve sefilce arzular taşımak ölçülü birinin işi değil. Oysa <bu
sava göre> böyle olması gerekir. Çünkü arzular yararlıysa on-
lan izlemeyi engelleyen huy kötüdür, dolayısıyla her kendine
egemenlik erdemli olmayacaktır. Oysa arzular kötü değil, 15
zayıf ise onlara karşı çıkmak hiç de önemli bir şey olmayacak,
kötü ve zayıf ise yine bu önemli bir şey olmayacaktır. Öte
yandan kendine egemenlik kanıda direşken kılıyorsa, söz­
gelişi yanlış bir kanı ile bunu yaparsa, kötü olur. Kendine ege­
men olmama her kanıya göre değişkense, Sophokles'in
VII. a—3- 133
ry 4>ıXoKTi)r;)* ivatverbs yap oİ k ippAvtav oU iiftl<rdı\ ımo
8rov *Oövır<r^a>» fita rö kmrturdai ^€vb6pL€vos. İ n 6
<rriKhs \oyos [^cvd<^fi(vor] ivopCa* Uta yap rd ıtapiZo^a
fiaökea-Oaı i\4yx,nvt îva dctvol 2><rtı; 5 rav imv6x<û<nv, 6
y€v6pofos avkXoyıa-p6s âvopla yiveraı’ hibfraı yap t/
htÂvoiOi Srav pÂvuv p.rı ŞoıdkıjTat iıa rh prı ipia-Kfiv 25
rd (rvpiTrepavâiv, •apolivaı de y.^ dt/ınjraı dıd rd Avo-at p.^
9 İ \( iv Tov K6yov. <rvfxPaCv€i d^ İ k tivos Adyov ^ i<f>poaitinj
yer* İKpaarlas âperri' ravavrLa yap TrpârTeı &v iv o -
kapfiâvfi dtd TTiv itKpacrlav, İTTokap^âvu d^ rdyadd
KaKh eîvai Kal ov deîı; ırpdırtıv, (Şerre Tayada Kal od rd 3°
10 Kcucd Trpâ^€i. İ ti 6 Treıreîadat Trpdrra»; Kal bıt&Ku>v
Ta rjhia Kal vpoaıpo^pfvos jSeAr^eoı; hv b6^€i(v tov pil bıa
\oyurpöv dAAd bt* aKpatrlav' €maT<h-€po9 yap bıa rd /xe-
Ta-nttaOıjvaı &v. d d’ âKpaı^s İ po\ os tji vapoıpCq. iv fi
<f>apjiv **STav To übap vviyjı, t I det imrtlvdv ; ” el pev yâp 35
İTfİTctuTTO h vpİTTdf ptTaTrfurdfli tiv İTtaitaaTO’ vvv bi 1146 ••
11 {dAAa) ırtvtıapivos oddei' tittov [dAAa] wp(irreı. İ ti el
Trepl vâvTa İKpatria ^orl Kal iyKpâTtta, Tİs 6 âırk&s aKpar^s;
ödde» ydp ivda-as İ\€ i Ths ducpa<r(as, <f>apiv b* tlval Tivas
İLTTk&s. s
12 Al pkv obv iiTopiaı ToıavraC Tivfs avpfiaivovaıv, tovtiûv 4
de rd piv dveAeîv det rd d^ KaraAtıretV rj yap kvaıs Tİjs
I I I , dıtoplas €Üp€a-ls iarıv. Ilpûroı; pjkv o5ı» aK^ıtrkov vortpov
fibdrfs rj od, Kat v&s eld<>re$* eîra ırept vota rdı; aKparj}
Kal TOV iyKpaTtj ^ereov, kiyut b\ -aoTipov rupi vd&av 10
rjbovrıv koI kdmıv fj ırtpC Tivas i^atpıapevas. Kat rdv
iyKpaTİj Kal tov KopreptKCiv, mrepoi' d avros rj İTtpos

22. ı^tvd^fuyos seclus. Coraes 25. post v iv fiv add. ı»,\v Aldina 27. İh
seripsi: 8* codd. 80. kokA] koI kokA pr. K** 35. post ydp add.
pÜ! L** 1140^ 2. 8XXa add. Ram sauer: ob (vel T &AKa seclusi
133

P h iloktetes 'indeki Neoptolemos gibi erdemli bir kendine ege­ 20


men olmama söz konusu olacaktır: Çünkü yalan ona acı verdi­
ği için Odysseus tarafından kendisine kabul ettirilen konular­
da direşken olmadığından ötürü, övülecek bir kişidir. Öte yan­
dan aldatıcı, sofîstik temellendirme bir sorun yaratın Başardık-
lan zaman becerikli gibi görünmek amacıyla aykınlığı göster­ 25
mek istedikleri için ortaya çıkan sonuç ile bir sorun oluşur.-
Çünkü sonuçtan hoşlanılmamasmdan ötürü böyle kalmak is­
tenmediği zaman, temellendirme ise bir çözüm taşımadığın­
dan ötürü ilerlenemediği için çıkanm yolu tıkanır. Bir temel-
lendirmeyle kendine egemen olmamayla giden aklı başında
olmamanın bir erdem olduğu sonucu çıkabilir. Nitekim ken­
dine egemen olmama yüzünden düşündüğü şeylerin tersini
yapar; iyi şeyleri kötü diye kabul edip, önlan yapmamak ge­ 30
rekliğini düşünür, dolayısıyla kötü şeyler değil, iyi şeyler yapa­
caktır. Aynca hoş şeyler olduğuna inandığı için bunlan yapıp
izleyen ve tercih eden kişi, akıl yürütme ile değil, kendine ege­
men olmama yüzünden bunu yapan kişiden daha iyi görünse
gerek. Çünkü onun fikri değişince iyileşmesi daha kolay. Oysa
kendine egemen olmayan kişiye şu atasözü uyar: "Su soluğu­
nu kestiği zaman, niçin içmeyi sürdürmeli". Nitekim ikna oldu­ 35
ğu şeyleri yapıyor olsaydı, fikir değiştirince vazgeçerdi. Oysa 1146a
şimdiki durumda « b a ş k a » şeylere inanmasına karşın,
*^<başka» şeyler yapıyor. Öte yandan kendine egemen olma­
ma ve kendine egemen olma herşeyle ilgili ise, asıl anlamda
kendine egemen olmayan kişi kim? Çünkü hiçkimse bütün
kendine egemen olmama özelliklerini taşımıyor, bazı kişilerin
ise asıl anlamda kendi egemen olmadığını söylüyoruz.
İmdi söz konusu güçlükler bunlar. Bunlann bir kısmını
çözmek, bir kısmını da bir yana bıraknnak gerekiyor. Bir soru­
nun bulunması onun çözümü. İmdi ilkin <kendine egemen ol­
mayan kişilerin> bilerek mi, bilmeden mi; hangi anlamda bi­
lerek davrandıklannı incelemek gerekiyor. Sonra kendine
egemen olmayan ve kendine egemen olan kişinin nelerle ilgili 10

olduğunu ortaya koymalı: Acaba her tür haz ve acıyla mı ilgili,


yoksa belli kimi haz ve acılarla mı ilgilidir ve kendine egemen
olan kişi ile sağlam karakterli kişi aynı mı yoksa değişik mi?
134 V II. 3.
earıv' 6fj.o[m 6^ Kal ırepı t&v &Wcav S<ra trvyyfvrj rrjs
â€a>plai ^otI ravrrjs. İ<m b' d.pxv a-Kİyjrem, ıtârepov 2
15 o ^yıcpaTTjs Kal 6 aKpanjs tlcrı tw ırepl h rj r<p ^XOv-
rey rrjy bıa(f>op6.v, \4y(a 5e ırorepoy ry ırepl raöl eîvaı
p.6vov aKpaTrfS 6 aKparrjs, rj ob dAAa r«p <5y, ^ o5 (İAA’
e^ ap,(f)oiv' İTreiT cî ırepl ırjtyT’ ^orıv aKpaala Kal kyKpâ-
reıa rj ov. ot5re yap ırepl &Ttavr I cttIv 6 Snrk&s &Kpa-
20 r^y, oAAa Trepl âırcp â âK^kaaros, ovre ırpdy raCra
âır\ây ex«y (ravrov yap h.v ijv rff aKokatrCç), âkkâ rÇ
âtbl İx€tv. 5 pikv yap İyeraı ırpoatpovpı.fvos, vopx^<av del
biiv ro Trapov ^bv bıcİKeıv' 5 5* ovk oUraı pUv, bn&Ktı
5 öe. riepl ıx€v ovv rov bo^av ikrıöfj okka imarriprıv 3
25 eîvai irap f\v aKparevapraı, oî>biv bta<f>€p€i ırpbs rbv kS-

yov’ İvıoı yap t&v bo^aÇpvroiV oh 5urrd^ov<ru;, dAA* dlovraı


aKpıP&s klb^vaı. el obv bıa rb rıp4p,a ıtıarçûeıv ol bo^d(6 v- 4
rey pAkkov r&v evtirrapLİvav ıtapa t ^ v vvâkrjyffiv T rpi^< nv,
ovOtv 6tof(reı İTtum^fit) bâ^rjs' 4vıoı ybp ıtKrrevovtnv ovblv
30 rjTTov oty bo^âCovtnv fj İrepoı oty İTtlaravraC brjkoî b* *Hpd~
KkeiTOs. d\A’ iv ( l 5ıxûy kiyop-tv r5 İ7rC(rra<T6aı (Kal yap 6
6 4x<ov p iv ov xp“ Mf*'oy bi Trj ^7ri(rnj/xjj Kal 5 xP<^M^ı^o^
Aeyeraı ^ırCaraa-daı), bıolnrfi rb İx"^vTa [i^v öetopoSyra 5^
Kal ro $€(apovvTa &prı 5eî ırpdrrety [roO lx®*'^®
Bfoopovvray
35 TovTO ybp SoKeî bfivov, akk' ovk el piTj Oecap&v.e n iırel bdo 6
1147* rpo'TToı TÛy TTpoTİ(r€<ûv, exoyra fxey afupoTİpas ovbiv kû>-
AıJeı Trpdrreıv Trapd r^v emanı/iıırfv, pÂvroı rj}
Kaddkov âkka prı r^ Kord p.4pos’ ırpaKTb, ybp r a Kad’
^Kaora. bıa<f>4p€i 5e Kal rd Kaûdkov’ rb pbv yap i<j>^ 4avrov
5 rb b’ ^ırl Tov rrpdypards iarrıv oîov o n v a vrl âv0p&ır<p

15. As scripst. rSt codd. 18. post itrrly add. y M** post «ol add.
84. Kal rb BettpoSyra om. T rov koI BeupoOrra
seclusi
134

Aynı şekilde bu bakışla aynı türden başka şeyler hakkında da


inceleme yapmalı. Araştırmamızın başlangıcı şu: Acaba ken­
dine egemen olan ile egemen olmayan kişi yaptıklan şeyler 15
açısından mı yoksa davranma tarzı açısından mı bir ayınm ta­
şıyor? Yani, kendine egemen olmayan kişi yalnızca belli şey­
lerle ilgili olarak mı böyle, yoksa bu doğru değil de, davranma
tarzıyla mı o "kendine egemen olmayan kişi" oluyor. Yoksa bu
da doğru değil de, berikisine de mi ikğlı? Aynca kendine ege­
men olmama ile kendine egemen olma her şeyle ilgili mi, değil
mi? Nitekim asıl anlamda kendine egemen olmayan kişi her
şeyde değil, nelerde haz düşkünüyse onlarda böyledir ve bun­
larla ilgili olarak da mutlak olarak değil (çünkü bu durumda 20
haz düşkünlüğü ile aynı şey olurdu), belli bir tarzda davran­
makla böyledir. Haz düşkünü önündeki hoş şeyi her zaman iz-
lerhek gerektiğini düşündüğü için tercih ederek davranır, ken­
dine egemen olmayan kişi ise, izlememek gerektiğini düşünür
ama gene de izler. Bilimin değil doğru sanının kendimize ege­
men olamadığımız şeyle ilgili bilgi olması bizim konumuz açı­
sından önemli değil. Çünkü kimi kişilerin sanılan vardır ama 2?
hiç de kararsız değillerdir, tersine kesinlikle bildiklerini düşü­
nürler. imdi sanı sahibi kişiler, sırf sanısı zayıf olması yüzün­
den bilgili kişilerdendaha çok yargılanna aykmeylemde bulu­
nuyorlarsa, bilim sanıdan hiç de farklı olmayacaktır. Nitekim
kimi kişiler sanı sahibi olduklan şeylere, başkalannın bilgisine
sahip olduklan şeylere inandıklanndan hiç de daha az inan- 30
mıyor. Herakleitos da bunu bize kanıtlar. Ne ki, madem bilgili
olmaktan iki şekilde söz ediyoruz (hem bilgili olan ama ondan
yararlanmayanın hem de bilgili olup bir de ondan yararlana­
nın bilgili olduğu söylenir), bilgili olmasına laırşın yapmak zo­
runda olduğu şeyleri görmeyen kişiyle, bilgili olup birde bun-
lan gören arasında fark olacaktır. Beriki durumda kendine
egemen olmamak pek şaşırtıcı görünüyor, ama biri yapması
gereken şeyi görmüyorsa şaşırtıcı değil. Aynca madem iki tarz
önerme var, birinin her ikisine de sahip olsa da, gene de tek- 35
lere ilişkin bilgiyi değil, tümel bilgiyi kullanarak bilgisine aykı- 1147a
n eylemde bulunmasına hiç bir engel yok; Çünkü eylemle ilgili
olanlar teklere ilişkin olanlardır. Ne ki tümel olanda da ayı-
nmlar var: Kimi kez kişinin kendisine, kimi kez de nesneye
bağlıdır: Sözgelişi ilki için "kuru yiyecekler her insan için 5
VIL 3 . 185

<n^t4>4p€i r â Kal S n cArSs Av^pcaıros, ^ Sn $tipSv


TÖ roıSpSe' İW* et rSSe roıSpde, ^ oİ k I x ** ^ ^vepyet'
KarA re Sii ro^ovs SıoCaeı roifs rpSrrovs Sp'^yavov Strov^ &are
SoKelv oCt<û pûip eld^paı pıjSiv Sraırov, &Wo>s 6i ûavfia-
7 trrSv. frı r i ^***' ^vıcm/iprıv &\Xov rparrov r&v vvv to
^$4pnav irrâpxtt roîf âtfûpfivoır 4v r y y6p lx€U» p^v
fiil XPV<^<^ 6uuf>^pova’ov 6p&pev r^v &ot€ Kal
^X«>' “iffot Kal tlxeı»f oîop rSp KaOcChopra Kal paipS-
pepop Kal olpuipipop. SXX.h p^p oSra> dtarCûeprat ot ye 4v
roîs ırddearıp Sprer‘ ûvpol yap Kal İTn&vpCaı iujtpoburitap 15

Kal ivta r&p roıadnap imdt}Xa>f Kal rh <r&pa peâiorâaıp,


hftoıs 6i Kal popCas rrau)ikrtv» 6rikop o6p S n 6poi<ûs 4xeiP
8 keKTİop ro6s dıtpareîs rodrois. rb k4yeıp rovs koyovs rovs
dvb rr}g 4vıon^pr}s oîı6İP arjpe'iop’ koI ya/o ol ip roîs ıra-
6e<rı Todroıs Syres âvo6et(eıs Kal Smj keyovtnp *Epwe6oKkeovs, 20
K a l ol rtp&rop paâSpres ırweCpov(rı p ip r(^s kSyovs, î<ra<n

6* oihriû' 6eî yhp <rvf«^v$va(, rovro 6i -j^Spon Seîrac &<rre Ka-


Oâvep rovs vıroKptvopipovs, oSrm İTrokrjvriop kiyeıp Kal rovs
9 İKparetfopivovç. Sn Kal &6e ^ vo-ik&s S p n s im fike^eıe
r^p alrtap, ^ p^p ybp koOSKov 66Ça, 6* kripa rtepl r&p js
Koff SKaorrA karıp, &p ataOrfo-ıs ^6if Kvpta' Srap 6i pCa
ySpTjraı 4^ air&p, ipiyKij rb trvprtepapdip İpOa pep <f>d-‘
pat TTjv İP 8 ^ roîs voırıriKaîs rrpârreıp ev6vs'
otop, el Ttaprbs ykvKeos yedeorOaı 6eî, rovrl 6e ykvıdı &s
Sp n T&v Ka0* İKaarop, âvdyKtt rbp bvpâpepop Kal p^ 3<>
10 k(oXv«$juİ€vov .&pa rovro Kal rrpârreıv. Srap 66p ^ pİp' Ka-

1147* 6. abrhs Rassow : 8 abrhs pr. M**: «ibrot T s aUrbs oSrot L*


7. post rotirit om. pr. K** M** 14. y t om. M** 21. jûtrfid-
v o rm com. Thurot rvmpyovaı pr. K'*M*‘ 22. av/i^u^ptu K'*:
pCyot v u l;. rovro M** T : roiry L* Scrroı F : S«î codd. 30.
tp rı rÖv] rhp pr.
135

yararlıdır", İkincisi için "o bir insandır", veya "şu kurudur".


Ama bunun böyle olduğu ya bilinmez ya da bilgi etkinliğe
geçirilmez. Bu iki durum arasında öyle büyük bir ayırım var
ki, birine göre bilinmesi hiç de şaşırtıcı görünmüyor ama
ötekine ‘g öre şaşılacak bir şey olur. Öte yandan insanlar lo
şimdi sözünü ettiğimiz biçimlerden başka bir biçimde de
bilgi sahibi olabilirler. Nitekim bilgiye sahip olmanın ve onu
kullanmanın farklı bir huy olduğunu görüyoruz; Sanki hem
sahip olmak hem de olmamak gibi: Sözgelişi uyuyan,
kendini kaybeden ya da sarhoş olan biri. Öfke içinde
bulunan kişiler tam bu durumda: Öfke, cinsel tutkular ve
benzeri kimi şeyler bedeni* bile gözle görülür biçimde 15
değiştiriyor, kimilerini de akıl hastası ‘ yapıyor. O halde
kendine egemen olmayan kişilerin bunlara benzer
olduğunu söylemek gerekiyor, bu açık. Onlann bilgiye
dayanan temellendirmeler yapmalan bir şey kamtlamaz,
nitekim öfke içinde olanlar da çıkanmlar yapar ve
Empedokles'in dizelerini yineleyebilir. Öğrenmeye yeni 20
başlayanlar da bağlantılar kurar ama bunlann anlamını
henüz bilmez, çünkü onlann yapısına katılması gerekir, bu
da zaman gerektirir. Dolayısıyla kendine egemen olmayan
kişilerin tiyatro oyunculan gibi rol yaptıklan kabul edilmeli.
Aynca şu şekilde kendine egemen olmama nedeni doğal
gibi de görünebilir: <Eylemi belirleyen şeyle ilgili olarak> 25
bir genel sanı vardır, bir de-duyumun egemenliğindeki tek­
lerle ilgili sanı vardır, bunlar birleştirilince zihnin buradan
sonuç çıkarması ve eylem söz konusu ise hemen eyleme ge­
çilmesi gerekir. Örneğin her tatlıdan tatmak gerekiyorsa ve
tek'olarak şu nesne tatlıysa, kişi kendisine engel olunmadık- 30
ça, onun elinde olduğu sürece onu tadacaktır. İmdi tatmayı
136 VII. 3 - 4 .
doKov ivfj K(üX.vovara yevftrdoı, ^ 6c, ö n va v yXv#c6
tovtI 6^ ykvKv (avrrı 8k ipfpyei), rvyjl 6’ im dvjila
ivov<ra, ^ oZv Kiyeı ^evyeıv tovto, rj 6’ kmdvııLa Âyet*
3 5 Ktmt/ yap İKaarrov hivaraı râv popCtav' dJore arvpPaCveı

114"’ •""To \öyov ırtûs Kal 86^rjs âKpaTeveaâaı, oİK ivavrlas 8e


KUÖ’ aîm^v, ÂAAa Kara avpL^c^ı^K^g — 7 ya/o imâvpCa 1 1
kvavrla, dXh! ovy^ ^ 8 ö^a— 6p6^ \6ytf' tSore Kat 8 td
roSro r 6i)pCa ovk aKpaTİj, 8 r ı ovk İ \ h Kaâo\ov vtto-
5 \tf\fnp âX.Xâ T&v Koff İKoara <f>avTa<rlap Kal pırjp.rıv.
v&g bi Averat ^ &yvoıa Kal ’n6X ıv yCveraı ivtanjpiop 6 12
oKpar^ff, o avrbs Xoyos Kal V€pi olvoapÂvov Kat Koffe^bov-
TOg Kal oİ k î 8 tos roi/rov rov ırdûovg, bp 8 eî ırapa t &p <fw~
(rıoKoyoiP aKOveıv. iv e l 8 ’ ^ ^eAev^a^a ırpöraarıg b6 ^a re 18
10 ala-drjTov Kal Kvpıa t &p ıtpâ^€u>v, ravrijP ^ ovk ( ^ € 1
^p r y ırÂÂeı &p» rj oîkivg lx et ws ovk ^p tö ^ e tı; ^ır^-
araadaı ÂAAa Acyetv &<rv€p 6 olvonpÂvog ra *Ep,veboK\^ovg.
Kal bıâ rö ft^ koBoKov pr}b* İTUfmjpopiKbp öp^Ctog eıvat
boKfîp t Ç Ka06Xov t 6p İoyaTOp Üpop Kal İ oik€P h ^^^ret
15 EtûKpârrjg crup.fiaCp€tp' ov yâp Ttfg Kvpim İTrumjpıjg etvat 14
boKoiJOTfg TrapoiJ<rr)g y^yeraı t8 vddog, ovb* ai/rrı ırtpUkKeraı
bıâ t 6 Trddog, <iAAa Trjg al<rdr]TiKrjg, gtepl p^p obp rov elbdra
Kal pıq, Kal ırûg elbora ^pbex.^Taı İKpareSea-öaı, roa-avra
e2pi}(rdo).
6 nörepov 8’ ia ri ng âırkdig dKparrıg rj Trâpreg Karâ rV.
pdpog. Kal el İorit rrepl ıroîd iarit keıcreop i<f>€£{jgi ört pJkv
ovp rrepl rıbopag Kal kdırag elalp ot r’ iyKpareîg Kal Kap~
repiKol Kal ol aKpareig Kal pakaKol, ^aptpdp. irtel 8 * itrri 2
ra pev dvayKala t &p rroıovproıiv tjöoptjp, ra 8’ alperâ pkv

32. Se om. pr. K*>L** post wây add. rh L** 84. oiy om. r
lld?** 4. ante KoO^Koy add. rûy 7. k«Uvcpl] 6 vtpl : 6 ıcal ırtpl
M*> r 11. iy} i iy O** 16. aÛTİı L* r
136

yasaklayan genel bir sanı varsa, bir de her tatlının hoş olduğu
ve şu belli şeyin tatlı olduğu sanısı varsa (bu sanı etkinlik ha­
linde), ama birde tutku söz konusuysa, ilk sanı bundan kaçın­
mayı salık verecek, tutku ise ona itecektir (çünkü o ruhun her
yanını devindirebilir). Dolayısıyla bir biçimde, akıl ve kendi 35

başına değil ama ilineksel anlamda sağ akla karşıt olan bir sanı 1147b
yüzünden kendine egemen olunmayabilir - sanı değil, tutku­
dur sağ akla karşıt olan-. Dolayısıyla bu yüzden de hayvanlar
için "kendine egemen olmayan" denemez, çünkü onlann tü­
mel kabulleri yok, ancak teklere ilişkin bir tasanmlan ve anıla-
n var. Bilgisizliğin nasıl giderildiği ve kendine egemen olma­
yan kişinin nasıl yeniden bilgili olduğu açıklaması, sarhoş ya
da uyuyan birininkiyle aynıdır. Bu tutkuyla ilgili doğabilimci-
lerinden duymamız gereken özel bir açıklama da yok. Ne ki
son çıkarım hem duyuma ilişkin olan hem de eylemleri belir­
leyen birsam olduğu için, heyecan içinde olan biri ya buna sa­ 10
hip değildir ya da bilgili olanın sahip olması gibi, Empe-
dokles'in dizelerini yineleyen bir sarhoşun sahip olması gibi
sahiptir. Yine son tanım tümel olmadığından ve tümelle aynı
biçimde bilgisel bir şey olarak görünmediğinden ötürü, Sok- 15
rates'in araştırmasında ortaya çıkan şeye benzemektedir. Nite­
kim asıl anlamda bilgi varkeri ne tutku ortaya çıkar ne de bilgi
tutkuyla güdülür: Ancak duyumla ilgili sanı varsa bu sözkonu-
su. Demek bilgiyle mi bilmeden mi, bilgiyle ne şekilde kendi­
ne egemen olmama söz konusu oluyor, bunlan söylemiş ol­
duk.
imdi acaba saltık anlamda kendine egemen olmayan biri
var mı, yoksa herkes bir yanıyla mı öyle; varsa, kişi nelerde
kendine egemen değil, bunları söyleyerek konuyu sürdürmek
gerekiyor. Hem kendine egemen olanlar ve sağlam karakter­
liler hem de kendine egemen olmayanlar ve zayıf karakterliler
bazlarla, acılarla ilgili olarak böyleler, bu açık. Madem haz or­
taya çıkaran şeylerin kimi zorunlu, kimi ise kendi başına tercih
VII. 4 . 137

Koff avro vrt€p^oX.ı^v, cofayKcda p(V ra a-(o~ 25


\tarıx& (A^yo) öi ro roıavra, ri, t< ırepl rpo(f>^v koI
T^if rSiv i<l>poburC(ûV xp€Uuff Kal r a roıavra râ v o-(ofxa>
riKÛv ırepl h t^ p İKoXa<rCav İdepep koİ TrjV tr(a<f>pocruvıjp),
rh 8* ipayKaîa piv ovx^, olperâ Si koö’ avrâ (Aiy« S*
olov vIki;v TipL^v ırAovrov Kal rA roıavra r&v hyaO&v Kal 30
rıbitdv)' roı»s p\v oZv trpbs ravra ttapa t 6 p âpdöp \6yov
iv€pfiiXXoPTas rhv kv airdis hvk&s pbv oi \eyopiv ^Kpa-
rcîs, vpoarı0ivTfs Si rS j^rjfidrtap âKpareîs Kal Ktpbovs
Kal Tipijs Kal dvpov, aırk&s S* oü, as ^r4povs koX Kad'
6pjoı6rr\Ta \eyop4vovs, â&vep &vdpaTtos 6 r a *0\vpına vlk&v' 35
İKclv^ yAp 6 Koıvos \6yos rov Iblov piKpop bt4<p€p€v, ı i 4 i3
ÂAA* 5pas İTfpos ilv. crrıpfîop Si' ^ p>iv yAp İLKpaa-Ca
y^iyeraı oiıx 4is apaprla p6vov AAAA koI &s kokUi ri9
8 4 im kâs oZara ^ KarA r ı p4pos, ronfrap S’ ovSelr. râ v Si
rr<pl r a ; o -a p A in K a s d'iroAavo’et;, ^repı &; kiyoptv t o p 5
<rai^popa Kal İKÖkaarop, S Trpoaıpeîo-daı rûv
^Sicov hi(&Kap tAs ınTfp^ok&s— koİ rap kvTrrjpâp <f>eHyap,
viiptıs Kal b C ^s Kal ik ia s Kal \ln/xpvs Kal ıtAptap rap
ırcpı ycvo-ıv— dAAa vapa r^v Tipoaipicriv Kal t^ p
bıAvouiPf iucpaTİjs kiytraı, oZ Karh ırpo&dça-tPt S n rrepl 10
i rdÖ€, Kaâdvep bpyijs, âkk' âvkas popop. a-rjpeîop Sc'
Kal yap pakaKol kiyoprat vepl ravras, ttepl İKfCvap S’
ovbtpIap. Kal SıA rodr* els ravro t6p AKparrj Kal röp Ako-
katrrop rCdepep Kal iyKparij Kal <r<&<l>popa, dAA* oZk İK^Cvap
oSSivo, Sıa rS ırepl rA; air&s v a s ^bopas koİ kZıras eıvaı* 15
ot S* €lal pbp Ttfpl raZrd, âkk* ovx ^o’adras fl<r(p, âkk*
ot pbp vpoaıpoSpTat ot S* oS ırpooıpovvraı. Sıd pâkkou Ako-

31. oSy om. K** 88. fort. secludendum 35. i/mcvvK'’:


ywuoiKds vulg. 1148* 1. tuKpS 6. rûy L'*M**T: rûy İİ
pr. K*; T&y r* O**
137

edilebilecek şeyler ama yine de aşınkk taşıyabilirler: Zorun- 25


lu olanlar bedenle ilgili olanlardır (kastettiğim beslenme ve
cinsel gereksinimle ilgili olanlar ile haz düşkünlüğünü ve öl­
çülülüğü onlara göre belirlediğimiz şeyler), zorunlu olma­
yanlar ise kendi başına tercih edilebilecek şeyler olabiliyor
(kastettiğim, sözgelişi utku, mevki, zenginlik, bunun gibi
iyi, hoş şeyler) . imdi bunlarda bunlara ilişkin sağ akla aykın 30
olarak aşınya kaçanlara saltık anlamda "kendine egemen ol­
mayan" adını vermiyoruz, onlann mala-mülke, kazanca,
mevkiye, hırsa karşı kendilerine egemen olamadıklannı be­
lirtip, saltık anlamda değil, olimpiyat oyunlannda galip ge­ 35
lene "erkek adam" denmesi gibi bir benzetmeyle öyle ol- 1148a
duklannı söylüyoruz. Bu durumda ortak kavram kendine
özgü tanımdan çok az farklı oluyor ama yine de farklı. Bir
kanıt şu: Haz düşkünlüğü yalnızca bir yanlış olarak değil, ya
saltık anlamda ya da belli bir şeydeki kötülük olarak da yeri­
lir, oysa bunlann hiçbiri yerilmez. Ne ki, "ölçülü" ve "haz
düşkünü" olanı onlarla ilgili olarak belirlediğimiz bedensel
bazlarda kendini tutamayan kişiler arasında, tercih etmeden 5
hoş şeylerin aşınlığına kapılan - acılardan da aşın kaçan,
yani açlıktan, susuzluktan, sıcaktan, soğuktan; dokunma ve
tatma duyusuyla ilgili her şeyden aşın kaçan- ama tercihine
ve düşüncesine aykın olarak bunu yapan kişiye belirli bir 10
şeyde, sözgelişi "öfkede" diye eklemeksizin, yalnızca "saltık
anlamda kendine egemen olmayan kişi" denir. Bir kanıt şu:
Zayıf karakterli kişiler de son saydıklanmızla ilgili olarak be­
lirlenir ama ötekilerin hiçbiriyle ilgili olarak böyle belirlen­
mez. "Kendine egemen olmayan" ile "haz düşkünü olan"ı ve
"kendine egemen olan" ile "ölçülü kişi"yi aynı yere koy­
mamızın, öncekilerden hiçbiri konusunda bunu yapma­
mamızın nedeni de bu, çünkü kendine egemen olamayan
ile haz düşkünü kişinin aynı türden haz ve acılarla bir biçim­
de ilgisi var. Gerçi aym şeylerle ilgililer ama ilgi tarzlan aym 15
değil, haz düşkünü olanlar tercih ediyor, ötekiler tercih et­
miyor. Bunun için, aşın tutku yüzünden böyle olandan çok,
188 VII. 4 .
\aaro v hv ftTioifiev Sarrıs itnOvııâv rj i7p^fta SuaKCt raff
vTTfp^okas Ka\ tf>€iuy€i fjLiTplas \-6iras, ^ tovtov Sarış SıcL
20 ro htıSvpeZv a-<f>6bpa' ri yap hv İ k€Îpos ırotıjo’eıev, el ırpoa~
yivoiTo imdvp.La veaviKTi Kal ıtepı ra s t &v âvayKaCatv
heCas kviTt] la y y p â ; iırel b\ t &v iırıBvpı&v Kal t &v ^So- 5
v&v at p iv elaı { t &v } r y yeveı Kok&v Kal aırovSaltav ( t &v
yap ^be<av Svıa tpvaeı alpeTd), râ ö* ivavrla tovtu>v, tcl be
25 peTa^v, KadaTtep bıeiKopev ırpSTepov, oîov \prfpaTa Kal
Kİpbos Kal vİkt] Kal rtfiîj’ ırpbs SıravTa 6^ Kai r i Toıavra
Kal r i peTa^v ov r ^ Tria^eıv Kal ^mdvpeîv Kal ^ıKeîv
y^eyovraı, aX\a t & tt&s Kal vırep^AKKeıv (bıb Saoı pev Trapa
Tov \6yov rj Kparovırraı rj bı&KOVcrt t &v ^vaeı ti ko\& v
30 Kal âyaû&v, oîov ol rrepl Tip^v pakKov ^ րΠo“jrot>5(i^oı;T€s
^ rrepl TİKva Kal yoveîs' koI yâp Tavra t &v ayaö&v, Kal
İTTaıvovvTaı ol rrepl rav ra a-novbaCovTes’ iXX* SpMS lo rt
rıs vrrep^o\^ koX ^ v toAtois, et tis &arrep ^ NiiySr; pA-
)(Otro Kal iTpbs tovs Oeovs, rj &a-nep ^Arvpos 6 (f>ıko-
1148 ’’ ttA tcûp kmKOLkovpevos rrepl tov rraripa' kiav yap ^bSKeı
jUûpaCveıv)’ poyOrjpta pev oîy ovbepCa rrepl ravr ia rl bıa ro
eiprjpivov, S n <f>Aaeı t &v alper&v eKaarov ^ a n Sı avro,
(f>avkaı be Kal <f>evKTaX avr&v elalv a l irrep^okaC. 6po(u>s 8
S 6’ 01&5’ İKpao-ıa' ^ yap aKpaaia ov pAvov rpevKTov okkA
Kal T&v \}reKT&v ia rlv' bı SpoıoTrjTa b^ tov rrABovs rrpoa-
erriTidevres t ^ v âKpaa-ıav rrepl SKarrrov keyovnv, oîov KaKov
laTpbv Kal KaKov vrroKpiTifjVy Sv artk&s ovk Sv eîrroıev
KaKov. &a-rrep dSv ovb' evravOa, bıa rd prj KaKİav eîvai
o ( kAottjv avT&v akka rw AvAkoyov 6poCaı>, ovrra brjkov Sn
kAkcÎ vrrokTjrrreov poınjv aKpaaCav Kal iyKpAreıav eıvaı ij-

23. TÛv add. Rassow 24. “yipl 5* K** T 28. koI om. 34.
Kal om. M** 1148*’ 4. <()av\aı—6ırfp$o\aQ ^<n>Ka Bi koI ^cvkt& Kal
âftapr^ifiara K** 7. K** İKdtrrou Aldina
138

tutkuya kapılmadan ya da zayıf bir arzuyla aşınya kaçan ve


ortalama acıdan uzak duran kişiye "haz düşkünü" diyebili­
riz. Delikanlıca bir tutku söz konusu olduğunda ya da zo­
runlu olan şeylerin eksikliği ile ilgili zorlu bir acı söz konusu 20

olduğunda ö ne yapsın? Madem tutkularla hazlann kimi cins­


çe güzel ve erdemli olanlara ilişkin (çünkü kimi hazlar do­
ğaca tercih edilecek hazlar, kimi bunlara karşıt, kimi de,
daha önce dediğim gibi,- sözgelişi zenginlik, kazanç, utku,
mevki - bunlann arasında), bütün bunlarla ilgili olarak hem
böyle olanlar hem de arada olanlar, tutkuya kapılmalan, 25
arzu etmeleri, sevmeleri yüzünden değil, belli bir biçimde
böyle olmalan ve aşınya kaçmalan yüzünden yerilirler. Bu­
nun için doğaca güzel ve iyi olan bir şeye akla ay km kendi­
ni kaptıran ya da peşinden koşan kişiler, sözgelişi gereğin­
den çok mevki peşinde koşan ya da gereğinden çok 30
çocuklarına, ana-babasına düşenler (nitekim bunlar güzel
şeyler, bunlara düşk'ün olanlar övülürler, ama yine de bun­
larda da aşırılık olabilir: Sözgelişi tannlara karşı savaşmaya
kalkan Niobe^^ ya da babasına aşın düşkünlüğünden ötürü
"baba aşığı" adı verilen Satyros^'^). İmdi söylediğimiz neden­ 1148b
den ötürü, yani herbiri d o ^ c a kendi başına tercih edilebile­
cek şeylerden olduğundan ötürü, hiçbiri kötülük değil, kötü
ve yerilecek olan şey bunlardaki aşınlıklar. Aynı şekilde bu­
rada kendine egemen olmama da söz konusu değil, çünkü
kendine egemen olmama yalnızca kaçılacak bir şey değil,
aynı zamanda yerilecek de bir şey. Ne ki, tutkunun benzer­
liğinden ötürü herbiriyle ilgili egemen olmamayı ekleye­
rek konuşuyoruz, tıpkı saltık anlamda "kötü" diyemeye­
ceğimiz "kötü hekim", "kötü oyuncu" gibi, imdi nasıl beriki
durumda bunlardan herbirinin kötülüğünden ılürü değil,
benzerlik açısından bir karşılıktan ötürü Lk)\ i-, .«ilandınyor-
sak, bizim konumuzda da aynı şekilde ya im )kü[nlük
ve haz düşkünlüğüyle ilgili olan şeylerin ayıı.sım \ ı^icîvit,u
VII. 4 - 5 . 139

T IS İ(ttX Ttfpl ToîtTÎi T p (ranftpoiHnnı Kal iiKo\aalqf vfpl


dvpov Koff 6pot6rriTa Kiyopev bı6 koI vpoarıöevres &KpaTİj
6vpov &<nttp upfjs Kal K^pSovs <f>apev.
V. ’Ew6İ tt i<rrlv İvıa pJ^v ^b4a <f>ij<reı. Kal tot(>t< ov ra ıs
p€v aırkâs râ bi Kara yiın\ ko.1 C^(t>v Kal &v6p<&ıt(ûVt
Ta b* oİ k İarıv, oKkh ra bi^ ırtjp«5<r«s rh bi bi İdrı
yıveraı, râ bk bıâ poyÖıjpas <f>i/cr€is, lort Kal ırcpl roıiraip
2 İKacrra TrapaTrKrjaias Ibeîp kiyio bi râs OrjpuSbfiS,
oîop T^p &pdpa>ırop fjp kiyovtrı râs Kvaifaaf 6,poayJİÇpiV(rap rh 20
vatbla KaretrdUuf, rj otoıs xa lp iw (ftajrlp İ pCovs râp iırrj-
ypıa>p4p(ap v tp l rhp UlSprop, roifs p ip dtpoîs roi»s 8e &p0p<&-
rtdap Kpiaaıp, roirs 8^ ra vaıbCa bavcCC^ip iikkı^koıs fis e8<o-
3 \lap, rj t6 ırept ^İKapip kfySptpop. abrat pip öîjpt«S8ets,
at 8 ^ 8 t^ vocrovs ylpopraı {koX bth paplap İ pCok, &<nup b 2 5
T»;ı> pt\ripa Ka0i(p€b<ras ko.1 <f>ay^p, Kal 6 tov <rvpbo6kov
rb ^vap) at 8 ^ poaripar^HS rj fOovs, oîop rpı\ûp rCk-
«reis Kal dpby^tap rpt^^ets, İrt 8’ b,p6p&K<ûp Kal yı\St ırpbs bi
robroıs Tf T&p 6.<f>pobta‘ia>p roîs &pp€0‘tp’ roîs pip yap
Tois 8’ İÇ İûovs avp^alpovartp, oîop roîs b^ptÇopipoii İK 30
4 vaîbcjp. Strots pip oSp <f)v<rıs alrCdi robrovs pip ovbds &p
eîveifp âKparetg, âo’Vfp oibi râç yvpaiKag, 8rı o/Î/k 6tfpoo~
<rıp âk)C bvboprat’ a>tra8rci)g bi ko.1 8<roı poanipLartbbois
5 8\ov<n bı 80OS. rb p ip obp İx^tP İKOora rovratp İÇta r&p
8p<ûP 4 irrl rijs KOKİag, Ko0 iv€ p <al ^ 6ripı&n\g‘ rbp 8* 1140 •
8 \opTa Kpartîp ij Kpar€Îar0 aı o v \ ^ hırkif &Kpatrla d\A* fj

12. ıcaJ] Kcâ ı f 18. evpov K*»: 9vfthv vulg. 19. 8^ pr. K**
L*» 9vp*^t>* pr. K}^9npıutiasV> 21. ofj K*» 22. ârifuiy
K*» M** 28. fort. ti <*ol) 26. tıd rt »iffovs M* ttâ add.
2 7 . b om, K** 80. yv/uftt(ofidyaıs K** M**: İ0ı(oftdyou V ^ 88. t i
om. K«» M* Sfot scripsi: roît codd. l ^ O * 1. rhp K»; rh vulgr.
2. KpaTeîı»] KapTtptîp K** i\K* K**
139

yerde kendine egemen olmamanın ve kendine egemen olma­


nın söz konusu olduğunu kabul etmek gerekir, bu açık. Öfke
konusundan ise benzerlik açısından sözediyoruz, bunun için
"öfkede" kendine egemen olmama diye de ekliyoruz, tıpkı
"mevkide", "kazançta" kendine egemen olmama dediğimiz
gibi.
Madem kimi şeyler doğa gereği hoş - bunlann kimi saltık 15
anlamda hoş, kimi de hayvan ve insan cinslerine göre farklılık
taşıyor - kimi şeyler ise doğa gereği hoş değil, ama bazılan ku­
surlar, bazılan alışkanlıklar, bazılan da kötü yapılar yüzünden
öyle görünüyor, bu dummlann herbirine karşılık gelen huyla­
rı da görmek gerek. Canavarca huylar, sözgelişi hamile kadın- 20
lann karnını yarıp, ceninleri yediği anlatılan kadın; kimilerinin
çiğ et, kimilerinin insan eti yediği, kimilerinin biribirlerine ço­
cuklarını ikram ettikleri anlatılan Pontos çevresindeki ulus­
lar, ya da Phalaris üzerine anlatılan şey.^^ Bunlar canavarlık.
Bunların bazıları hastalıklar yüzünden ortaya çıkıyor (ya da 25
delilikten, sözgelişi anasını adak adayıp yiyen ya da köle ar­
kadaşının karaciğerini yiyen kişi). Kimi doğal hastalıklı tu­
tumlar, kimi de alışkanlıklar nedeniyle ortaya çıkıyor, sözge­
lişi saç yolmak, tırnak yemek, kömür ya da toprak yalamak,
bunların dışında bir de erkekler arasındaki eşcinsellik. Bun­
lardan kimi doğal kimi de alışkanlıkla ortaya çıkıyor, sözge- 30
lişi çocukken tecavüze uğramış olanlarda bu böyle. Neden
doğa ise, hiç kimse bunlara "kendine egemen değil" di­
yemez: Tıpkı etkin değil de edilgin oldukları için kadınlara
denemeyeceği gibi. Alışkanlık yüzünden hastalıklı davranış
gösteren kişiler için de bu böyle. Demek ki canavarlıkta da
olduğu gibi, bu özellikleri taşımak kötülük sınırlarının
dışındadır. Bu özelliği taşıyan kişinin kendine egemen 1149a
olması ya da olmaması asıl anlamda kendine egemen
140 VII. 5—6.
KO0 ’ dfjLOiÖTrjTa, Kaddırtp Kal rbv ııtpl tovs dvpovs llxovTa
TOVTOV TOV TpOTTOV TOV TfdâoVS, dKpaTTf b* OV XfKT(OV. TTaca
5 yap vıifpPdkKova-a Kal a<j>po<Tvvr} Kal bfiKta Kal İKo\a~
<rLa Kal x^beTr6Tr]S at pev drjpıtûbfis at 8 e voaripaTiübeıs
iltriv' 6 p iv yap (f>v<r(i toiovtos oÎos bcbUvai TrdvTa, Khv 6
’^o<l)T]<rp pvs, drjpuûdr) b€iXiav beı\ds, h 8 e t ^ v yakrjv ^8 e-
8 ıeı 8 ıa voorov' Kal t &v d<f>p6v<»)v ol fiev İK <f>v<r€a>s â \d -
lo yıoToı Kal povov rjj aîo’drjo'çı ^&vt€S dr\pıâbm, Staırep tvıa
y^vrı r<3 v ıroppa) ŞapjSdpcav, ot 8 e bıâ vdcrovs, olov Tas em-
XrjTTTi,Kds, ^ pavCas voarjpaTCûbets. tovtüİV 8 ’ ^<rrı pev exeıv 7
Tivd kvloTi p€v povov, pjf KpaTiifrdaı 8 e, Kiyu> 8 e olov eî
^oKapıs KaT€Îx^^ t ’nıdvp&v ıraıbıov <j>ayeîv rj Trpds d(f)po-
15 bıaCcov aroTTOv rjbovrjv lo r ı 8 e Kal KparclcrOaı, povov
e^eıy* Santip obv Kal poxOrjpias rj juey kut âvâpaiirov dırkcis 8
keyeraı poxQ'r\p(-a, rj 8e Kara TrpdadeaLV, o n dr]pi(abr)s 17
voaripaTdibrjs, aTrk&s 8’ ov, rbv avrbv rpdıtov brjkov o n Kal
aKpaaCa iarlv ^ p€V 6r]pı<abrjs ^ 8e vo(rr\paT(âbr]Sf aırkcbs
20 8e rj Kara t^ v dvöpoiTiivrjv aKokacrCav p6vt\.
7 ‘'On pkv obv dKpacrla Kal kyKpdmd ia n povov ırepl 9
&TTep aKokoLcrla Kal a‘oi<f>poavvrı, Kal 8 n ırepl r a &kka
^arlv ükko €tbos aKpa<rias, keyopevov Kara p€Ta(f)opdv
Kal .ovx âırXû)s, brjkov, "'Ort bk Kal ^ ttov alayjpd dKpaaia v i .
25 ^ TOV 6vpov ^ ff T&v kmdvpıStv, dearprja-arpfv. 4olk€ yap 6
6vpbs aKodeıv p4v n tov kdyov, ırapaKodfiv 8e, KaÖdrrep ol
Tax€Îs TÛv biaKovtiiv, ot ırplv aKOvaaı ıtav rd keyoptvov
İK$€0V(nV} fiTa dpapTdvovaı rijs ırpo<rTd^€<os, Kal ol KdvtSf ırplv
a-Kİ^aa-Oaı el <f>lkos, &v povov vkaKTOvaiv' ovrcos

4. jcijdovs (^hcpar^') Lambinus İS. add. 16. fiox9ıı-


plas K'*: fiox0vpla vulg. 17. ^ scripsi: 4 edd. 20. fi6yrıy K**
25. ^ 4] 4 pr. : 1) 27. ot seclus. Jackson 28.
•rpiltus r
140

olmama değil, bir benzerlik açısından kendine egemen ol­


mama olur: Tıpkı öfke ile ilgili olarak bu özelliği taşıyan ki­
şiye de "kendine egemen olmayan kişi" denmemesi gerekti­
ği gibi. Nitekim her aşın düşüncesizlik, ödleklik, haz düş- 5

künlüğü, terslik ya hastalıktır ya da hayvancadır: Doğal ola­


rak böyle olup, her şeyden hatta bir fare tıkırtısından kor­
kan kişi hayvanca ödleklik türünden bir korkaktır ; kimi de
kediden korkar, çünkü hastadır. Aklı başında olmayanlara
gelince, bunlann kimi doğa gereği muhakemeden yoksun- 10

dur ve uzaklarda yaşayan kimi yabancı uluslar gibi yalnızca


duyumla, hayvanca yaşar, kimi ise hastalık yüzünden böyle-
dir: Sözgelişi saralılar ya da akıl hastalan. Bu durumlarda bi­
rinin kimi kez bu özelliği taşıması ama kendini kaptırmama­
sı da olanaklıdır. Kastettiğim şu: Sözgelişi Phalaris bir çocu­
ğu yemek arzusuna ya da sapkın bir cinsel hazza karşı ken­
dini tutarsa. Nasıl kötülükten, bir anlamda yalın olarak " in- 15

sana ilişkin kötülük" diye, bir de yalın anlamda değil, "hasta­


lıklı" diye ekleyerek sözedilirse, aynı şekilde kendine ege­
men olmama da bir anlamda "canavarca-hayvanca" ya da
hastalıklıdır, ama asıl anlamda yalnızca "insana ilişkin ken­
dine egemen olmama"dan sözedilebilir. 20

imdi kendine egemen olmama ve kendine egemen


olma, haz düşkünlüğü ile ölçülülük nelerle ilgiliyse yalnızca
onlarla ilgili, bunlann dışındaki şeylerle ilgili olarak asıl an­
lamda değil, eğretileme ile sözü edilen başka tür bir ken­
dine egemen olmama var, bu açık. Öfkede kendine egemen
olmamanın arzularda kendine egemen olmamaktan daha az 25

çirkin olduğunu ise şimdi göstereceğiz: Öyle görünüyor ki,


öfke aklı biraz dinler ama kötü dinler. Nasıl ayağına çabuk
köleler söylenen şeyin hepsini dinlemeden koşturur, sonra
da buyurulanı yanlış yerine getirirse, ya da köpekler dost mu
değil mi, buna bakmadan sırf bir gürültü olduğu için havlarsa,
VII. 6 . 141

6 dvfjihs bıa $€pfi6njra Kal TaxvTr}ra rijs <f>ijcr€<as dıcov- 3°


<roy lifp, ovK kıtirayııa 5’ aKO'ucras, opp-â ırpos tijv npM-
piav. 6 p.€V yap A.oyos rj <f>apra<r(a ort v/Spıs rj 6Kı-
ytapla ^S^Aûktci/, Ö 8’ âa‘TT€p <TvXX.oyi(r6,p,€Vos oti, 8€i t<j»
ToıoTPTfp 7ro\€p.€Îv ^okfTTaCvet 8^ €v 6vs ' ^ 8’ İTnOvp.la, iâv
p6vov €ÎTrrı S n tj8İ â Aoyos ^ îj atcrûrjaıs, oppŞ trpds t^ v 35
dıroAavo’iv. &fr(t 6 pJkv $vp,ös aKokovâfî \oy<p ırcos, rf 1 I 4 0 '
8’ kui.6vp.La oi. ala-^Loiv oZv 6 pev yap rov dvpov â.Kparrıs
Tov \6yov ırcöç ^ rra ro ı, 8 8c kTudvplas Kal ov roO \()yov.
2 İ n TOÎ9 (ftvaiKaîs paKkov trvyyv^pr\ â,Ko\ovdeîv âpi^fcrıvj
İTTcl Kal kTTidvplaıs Taıs TOiaiJTai9 paXXov ocraı KOLvai S
Haaif Kal k<f>* oa-o^ KOivaC' 6 8 c dvpös (^vcriKiarepov Kal
17 ^akfiroTTjs TÛv kmdvpıüv t &v rrjs vırfp^okrjs Kal t &v

p^ İLvayKaloiP, &<nr€p 6 hHokoyovpepos ort top ıraripa


t Ûhto İ. “ fcal yap oSroy ” “ top iavrov kolk^Ipos t 6 p avo)-
6ep,'* Kal To naıbLop beL^as “ ıcal oSroy kp4*’ I<^tj, “ orap ap^p 10
yiprıraı" <rvyy€pks yap rjpîp'** ko.1 6 kkKopepoi vtto toS vîoö
Haviadai, kKİktve Hphs ra ts dvpaıs’ Kal yap avrbs ekK^u-
3 aaı top ıraTepa p 4\pı.s İPTavûa. crt abiKCoTcpoı ol ktn^ov-
koTfpoı. 6 pfp oZp dvptibrjs OVK kırLjSovkos^ ovb* 6 Ovpos,
ik k a fpavepos' ^ 8’ kTudvpCa, Kadâırep t ^ p ’A</>/)o8itt;i/ 15
<f>aaLp' " bokoırkoKOV yap KVTrpoyevovs'” Kal top kcotoi; Ipâpra
'"Oprıpos’ **Hâp<l>ao'ts, i} t İKkeyfre poop ıruKa ırep <j)po-
pkopTOS.** cûOT cfırcp ibiKaTepa Kal alayjLoiv v aKpaaia
aijTTj Trjs ırepl top âvpbp karı, Kal âırkcHs aKpaarCa Kal
i KaKİa iTtüs. cTi ov8c^9 ijSp^fcı kvTTovpepos, 6 8’ âpyfj ttoİCüp 20
ıray ttoicî kvnoi/pepof, 6 8* v^pL(o)p ped' rıboprji\ et ovp oîs
6pyl(^i(r6aı paklara bİKaıop, raSra abiKCürepa, Kal rj aKpa-
5 a-La f} 8ı’ kmâvpLap' ov yap corıv kp dvpÇ v^pı<i. i s plv

30. i om. K^M» 34. Sif add. K» 1149 *»2 . af(rx‘o*' K*» 3.
« o l o i r : «ra) K” :
141

bunun gibi öfke de doğasının sıcaklığı ve çabukluğu yüzün- 30

den, aklı dinlese bile, buyurulanı duymaz, hemen öcünü al­


mak için saldınr, çünkü akıl ya da tasanm ona bir küstahlık ya
da hakaret olduğunu gösterir göstermez, böyle bir şeyle sa­
vaşmak gerektiği sonucunu çıkanp hemen alevlenir. Arzu ise
yalnızca akıl ya da duyum "hoş bir şey var" der demez, tadına 35
bakmak için saldırır. Dolayısıyla öfke aklı bir biçimde izler 1149b
ama arzu izlemez, o halde beriki daha çirkin, çünkü öfkede
kendine egemen olmayan kişi bir biçimde akla yenik düşer,
öteki ise akla değil, arzuya. Öte yandan doğal iştahlara kapıl­
mak daha bağışlanabilecek bir şey, çünkü ortak oldu klan öl­
çüde herkes için ortak olan bu tür arzularda da bu böyle. Öfke 5

ve terslik, aşınlığa ve zoıunlu olmayan şeylere duyulan arzu­


dan daha doğal bir şey. Tıpkı babasını döven birinin kendini
savunması gibi:"O da babasını dövmüştü, onun babası da
kendi babasını", sonra da kendi oğlunu göstererek "bu da 10

adam olunca beni dövecek, çünkü bu bizim soyumuza özgü


bir gelenek" demiş. Oğlu tarafından sürüklenen baba da kapı­
nın önünde durmasını buyurmuş, çünkü kendisi de babasını
oraya kadar sürüklemişmiş. Öte yandan içten pazarlıklı olan­
lar çok daha eğri kişiler. Öfkeli kişi içten pazarlıklı değil, açık,
dürüst. Arzu ise, Aphrodite hakkında "kıbnslı düzenbaz kız" 15

denmesi ya da Homeros'unonun nakışlı kuşağından "aklı ba­


şında kişinin bile aklını çelen baştan çıkancı"^ diye sözetmesi
gibi. Dolayısıyla bu tür kendine egemen olmama, öfkeye ege­
men olmamadan daha adaletsiz ve çirkinse, asıl anlamda ken­
dine egemen olmama da öyledir ve belli bir biçimde bir kötü­
lüktür. Aynca hiçkimse acı duyarak küstahlık etmez, öfke 20

yüzünden eyleyen herkes ise acı duyarak eyler, oysa küstah­


lık eden kişi bunu haz duyarak yapar. İmdi daha adaletsiz
olan şeylere haklı olarak daha çok öfkeleniyorsak, arzu yü­
zünden kendine egemen olmama da bunlardan. Öfkede küs-
142 V II. 6— 7.

ToCvvv aicryluiv rj ırepl iınOviMİas aKpaarLa rrjs ırtpl rbv ûv-


25 fiov, Kal oTi iOTiv iyKpârfia koİ 17 iiKpaaia TTfpl kıuOv-
p.ias Kal fjbovas o-u)p,aTiK6 .s, brjkov’ avT&v b\ toCtohv ras 6
Sta^opâs’ \r\TtTİov. &a-TTçp yap etprjraı Kar âp)(^âs, aX
p.€V avBp(amvaC d a ı Kal i^va-iKal Kal y4v€k Kal t<û
p.ey4deı, at 8e drjpifûbfis, al 84 8ta ırqp<a<r€ii Kal voa^-
30 p.aTa. TovTtûv 8e Trepl ray ırpcSray a-(a<f>po<rijvr] Kal âfco\a-
aia ftovov 4<rHv' 8 1 0 Kal ra dı\pla ovre a‘<a<f>pova oür okS-
\aoTa \iyop.€v a\)C fj Kara p.€Ta(f>opa.v Kal eî rıvı 5X.ü>s
&KKo Trpos aWo 8ıa<j>4pfi yivos râv üppet koİ <rı-
vap.<ap[(f Kal rç 'nan(f)6 .yov itvai' ov yap İyeı Trpoaıpea-ıv
35 ov8e \oyı<rp.6 v, â \\* 4^4<mjK€ Trj? </>u<reû)y, cSaTrep oî ftaı-
1150* vopevoL t5>v itvOpdi'noiv. İKarrov 8e 6 r\pt6 Ty\^ KaKİas, (Pojie- 7
pt^Tepov 84‘ ov yap 8ı4^dapTaı ro Ş 4 \ tiov, üJtrTrep 4v r<p
&v6p(VTT<ü, a \ \ ' ovK lx « . opLOtov ovv &(TTTcp o^vyov avp,-
ŞâKkeıv Trpoy ep.\(rvx,ov, ırorepor kİ kiov' ia-tv€ar4pa yap rı
5 (f)av\6Tr]s ael fj tov 4xovros ipxv^, 8 84 vovs apxv>
TTapaTt\ri(rıov ovv to (rvp/3 tiXA.etv âbiKiav Trpbs avûpourov
abiKov. ea-Ti yap b>s eKârepav kÖkiov' p.vpi0 Tr\â(rıa yap h,v
KOKO. TroHjo-eıeı/ avdpantos kok^ s OrjpCov.
8 Hepi 8e ray 8 ı a<l)rjs Kal yet/tretoy ^8oj;ay Kal \viray V II.
10 Kal 4m6vp.tas Kal <f>vyds, Trepl hs ij re İKoKacrCa Kal ff
a-(D^poaiJvrı buûpiadr) ırpor^pov, l<m pey oUrms 4x^i-v âare
rjTTaa-daı Kal <av ol ttoAAoI Kpe^rrovy, eorı 8e Kparciv Kal
Stv ol ttoAAoi ijTTOvs' ToijTuyv 8* 6 pey ‘jrepı ^8ovas aKparrıs
o 8’ iyKparıjç, o 8e Trepı At/ıray paAaKdy 8 8^ Kaprepı-
15 Ko'y. pLera^v 8’ ^ t &v ‘jrAe^oTcoy e^ıy, kolv cl peırovcrı poA-

2 5 . ante iyKpireıa a.dd.i) L** 2 8 . hvOpdırıvat K**Asp. î iyOptnriKai


vulg. 32. Tivı] fort. Tl 33. (rıı>o;uw/»foı K**L** T 1150*2.
■PfKriffro» L'’ r 6. Tİ ffv fi0 i\\€ iv K** T: toCto arvfiPdWtty &<nrtp «f
Ttt (TvpPİKKol L'* M** A sp.
142

tahlık yok. Öyleyse arzuya bağlı kendine egemen olmama, öf­


keye bağlı kendine egemen olmamadan daha çirkin ve ken- 25

dine egemen olma ile kendine egemen olmama bedensel ar­


zularla, bazlarla ilgili, bu açık. Ne ki, bu sonuncular arasında­
ki ayınmı ele almak gerekiyor. Başta dediğimiz gibi, bunlar­
ın kimi gerek cins açısından gerekse büyüklük açısından in­
sanca ve doğal; kimi canavarca, kimi de sapkınlık ve hasta­
lık yüzünden. Bunlar arasında yalnızca birincilerle ilgili
olarak bir ölçülülük ve haz düşkünlüğü söz konusu. Bunun 30

için vahşi hayvanlara da ölçülü ya da haz düşkünü demeyiz,


ancak eğretileme yoluyla bir hayvan cinsini ötekinden yır­
tıcılık, doymazlık ve saldırganlık açısından ayırınz. Çünkü
onlarda ne tercih var ne de muhakeme. Tıpkı deliren insan­ 35
ların "normal" insanlardan ayniması gibi, doğadan aynlmış- 1150a
lardır. Canavarlık kötülükten daha hafif ama daha korkutu­
cu. İnsandaki gibi, ruhun daha iyi yanı ortadan kalkmış de­
ğildir, zaten yoktur. Demek ki, hangisi daha kötü diye sor­
mak, canlı olanla cansız olanı karşılaştırmaya benzer. Bir il­
ke taşımayan kötülük her zaman daha masumdur, ilke us­
tur. İmdi haksızlığın adaletsiz insanla ilgi içinde açıklanması
buna yakın bir şey. Çünkü iki kişiden herbiri bir biçimde
ötekinden daha kötü olabilir, nitekim kötü bir insan, bir
hayvandan binlerce kez daha kötü şeyler yapabilir.
Daha önce haz düşkünlüğü ile ölçülülüğü onlara bağlı
olarak belirlediğimiz dokunma ve tadalmayla ilgili hazlar ve 10

acılara; arzulara-kaçınmalara gelince: Bunlarda çoğunluğun


yendiği şeylere yenik düşecek şekilde davranmak olanaklı,
çoğunluğun yenik düştüğü şeyleri yenmek de olanaklı.
Bunlar içinde bazlarla ilgili olarak birine "kendine egemen
olmayan", ötekine "kendine egemen olan"; acılarla ilgili
olarak da birine "zayıf karakterli", ötekine "sağlam karak­
terli denir. Çoğunluğun huyu, daha çok daha kötüye 15
VII. 7* 143
2 Kov ırphs T as ^vıaı t&v rfhov&v hvayKoâai
(la-ıv ot d’ od, /col fi^XP‘ ^i-voSt aî S’ v7rcp/3o\aı ov, odS’ al
İK\.€C^(i-s , Sfioltûs 6^ Kal ırepl imOvfJiCas İyec koI Xı/ıras,
o ras irrcp^oKas bı<&K<ûv t &v fıhitov Koff v7rep)3oAast
7/
8ıa Ttpoa(p€<T{v, 8ı’ avray Kal /x778^y 8ı’ İTcpov iıro^aî- 20
vov, âK(îXaoTos' İLV&yKrj yap tovtov p.^ eıvaı p-erapLiKriTiKOv,
&<rr ivCaros’ 6 yâp â/i€Tajüt^\7jT0 s âvCaTos. â 8 ’ lAA-c^ırıov
6 avTiK€(p.€voSt b 8^ p4(Tos o’&cfypfûv. âfjtoCcûs 8^ Kal 6 <^cv-
ycov Tas aa)p,aTLKâs KlJTras p.rı 8 ı’ ^TTav â \ \ h bıâ ırpo-
3 aCp€<rtv. T&v bk p.^ ırpoaLpovpivoiv â p^v âyeTaı bth ttiv 25
7ibovqv, b 8 f 8 ıâ t8 tp&jyeiv Trjv kihrrjv Trjv hrb Tİjs (?7rı-
BvpCas, &oT€ bıa<f>^pov<rıv âkk-rjkcav. vavrl 8 ’ &v 8 <î^ci€ \€İ-
pa>v €Îvaı, €Î TIS /xrj imdvp&v ^ ■qp4pa ırparroı n alaypâv,
^ el <r<f>6 bpa iırıBvp&v, Kal el SpytCopevos rvırroı tj
el 6 pyıC6 pevos‘ t C yap h.v kıroUı iv Troöeı & v ; 8ıd 6 &k6- 30
Aatrros yelptav tov âKparovs. t & v b^ ke\64ırrûi>v t 6 p^v pa-
4 kaKİas eîbos pakkov, 6 8’ aKoAaoros. âvTİKeırat b4 r<S
pev â,KpaT€t 6 iynpaTT^s, t ^ b4 pakaK& 6 KapTepiKos' to
p4v yap Kaprepeîv 4<rrlv 4v tû h)r4xeıv, ^ 8 ’ iyKpAreıa
iv r y Kpareîv, trepov b\ t6 âvriycıv Kal KpaTeîv, &<rırep 35
Kal t6 prj ^TTCLcrOaı tov viküv' 8 10 küI alper&Tepov iyKpd-
5 Teıa KapTepias iarCv. 6 8’ ikkelrrcov ırpbs h oi ttoAAoI koI 1 1 6 O'
&vTiTelvovo’i Kal b^vavraı, ovtos pakaKbs Kal Tpv(f)&v' Kal
ybp ^ Tpv(f>^ pakaKİa t Cs iarıv' bs 4kKCi rb IpâTiov, îva
p^ TTovi](rrı TTjv cnrb tov aîpeıv Ai/tttjv, ko.1 pıpovpevos rbv
6 KİLpvovTa oİ k oUraı âöAıos eîvai, a6kC<o opoıos &v. bpoCcos 5
8 ’ 4xeı Kal ırepl iyKpdreıav Kal b,Kpa<riav. ov ycip et Tis
layyp&v Kal vTrep^akkovir&v ^bov&v ffTraTat ^ kvn&v,

1!). fi Koff 6ırtp$o\fı» M**: fort. jf 6ırtpPo\a(, 20. «al 29..


M** V A sp.
tr p d r r tı V> 29. r & t r t t L’’ M'’ T A sp.
143

eğilimli olsa bile, arada bir yerdedir. Madem bazlardan bazı-


lan zorunlu, bazılan değil ve bunlar bir yere kadar istenebi­
lecek hazlar, ama aşınhklar da eksiklikler de istenecek şey­
ler değil; arzularla ve acılarla ilgili olarak da bu böyle; ya aşın
biçimde ya da tercih yoluyla, ulaşılacak başka bir şey için 20

değil, kendi başına aşın hoş şeylerin peşinde koşan kişi haz
düşkünüdür. Onun pişman 6lmayan bir kişi de olması zo­
runlu, dolayısıyla düzelmez biri. Çünkü pişmanlık duyma­
yan kişi düzelemez. Karşıtı, bu konuda eksik kalan, orta ise
"ölçülü kişi". Bedensel acılardan, onlara yenik düştüğü için
değil, tercih yoluyla kaçan kişi de böyle. Tercih etmeyen
kişilere gelince: Bunlardan kimi haz uğruna eyler, kimi ise 25

arzudan kaynaklanan acıdan kaçması yüzünden, dolayısıyla


biribirlerinden farklıdırlar. Herkes şöyle düşünse gerek:
Arzu etmeden ya da pek az arzu ettiği için çirkin bir şey ya­
pan kişi, çok arzu ettiğinden ötürü bunu yapan kişiden; öf­
kelenmeden birine vuran da öfkelendiği için vurandan daha
kötüdür. Çünkü heyecan içinde olan kişi ne yapsın? Bunun 30

için haz düşkünü olan, kendine egemen olmayandan daha


kötüdür. İmdi söylediklerimizden biri, daha çok bir zayıflık
türü, öteki ise haz düşkünü. Kendine egemen olmayanla
kendine egemen olan, zayıf karakterliyle de sağlam karak­
terli biribirine karşıt. Sağlam karakterli olmak karşı koymak­
ta, kendine egemen olmak ise üstün olmakta: Nasıl yenilme­
mek yenmekten farklıysa, karşı koymak da üstün gelmekten 35
farklı. Bunun için kendine egemen olmak sağlam karakterli-
likten daha tercih edilecek bir şey. Çoğunluğun karşı koydu­ 1150b

ğu ve başarabildiği şeyler karşısında yetersiz kalan kişi zayıf


ve şımarık biridir, nitekim şımanklık da bir tür zayıflık. Ucunu
kaldırmak zahmetine katlanmamak için pelerinini sürükler,
hastaymış gibi yaparken, sefil bir adama benzemesine karşın
sefil olduğunu düşünmez. Kendine egemen olma ve kendine
egemen olmama konusunda da bu böyle. Çünkü biri son
derece güçlü ve aşın bazlara ya da acılara yenik düşüyorsa,
144 V II. 7— 8-

davııaoTov, aXXa avyyvu>ııoviKbv fi avTLTfivaVj &a"jrfp 6


GfoifKTOV 4>ıXoKr^rrjs itrb rov İ x fm vfvkrıynivos rj 6
lo KapnCvov h ’ AAoırjj Kepın;a)i;, Kal ^aırtp ol Kariyetv
Trfip<&pfvoı Tov yf\<ûTa bOpoov €KKayxâ(pva'iv, olov avv4ırf(r€
Sfvo<f)dvr(p’ d\k' fî TLS Trpös &s ol ‘TtoAAoI bdpavTaı &vri-
\fiv , TOİJTUiv ^rrâraı Kal hvvaTaı âvTiTflveıv, bta
<f>ij(rıv TOV yfvovs rj b ta voa-ov, olov iv toÎ s ^ kvö&v /3o(rt-
1 5 kfva-ıv rj pakaKİa bıa ro yivos. Kal « s rh 6 rj\v ırpds rh

dppfv bıia-rrjKfV. boKfî bi Kal 6 rraıbıcibrıs d/co'Aaoroy flvat, 7

İoTi bf pakaKos. 37 yap TratSta avforCs ecrrıvy ftrrfp dva-


rrava-ıs' roiv bf rrpos tovttjv vTrfp^aKK6vT<ûv 6 ıraıbıtabıjs
İ otIv, ciKpaaCas bi to p iv TtpoıtfTfia t 6 b' d<rdfvfia. ot 8
20 pfv yap ^ovkfvaapfvoı ovk ippivovcrıv ols i/3ov\fv<ravro bıâ
TO rrâÛos, ot bf bıa to p^ ^ovkevaaaöaı &yovrat vrrb tov rrâ-
ûovs" İvıoL yap, âarrfp TrpoyapyakCa-avTfs ov yapyakCCovraı,
ovTo) Kal rrpoaıo'OdpfVoı Kal Trpo'ibovTfs koI rrpofyflpavTfs
eavTovs Kal töv koyıapdv ovx ^rrcivraı irth toiJ rrdffovs, oİ t*
25 &v ^bi> fi o vT â v kvrrrjp d v . p d k ı a T a 8 ’ ol d ^ f î f K al p f k a y -
XoX(Kol TT}V TTpoTTfTİj aKpaorCav f l a l v d K p a r f i s ’ ot p f v y a p
b ıa TTfV ra x v T r} T a ot 8 ^ 8 ta r^ı; <r<l>obp6 ‘n } T a ovk dva-
p f v o v a ı TÖV Aoyoı», 8 to to AkoAovÖj/tiicoI f l v a i T ^ <f>avTaa‘ia .
9 'E oti 8’ â p i v dKoAaoTos, S a - ı tf p i k i x ^ V > p fr a p f- V III.
3oA7jn#cds* i p p i v f i ydp Tt} ırpcaıpeVcf o 8’ İK p a T rıs p f r a -
pfkrjTiKÖs rrâ s. b ıö oı>x &<r'nfp rjTTOpT^aapfv, oİjto ) Kal f x ^ h
dAA’ 8 p f v d v la T o s ö 8 ’ l a T o r İ o iK f y a p 17 p f v pox0r]-
pCa T Û v v o a rjp d T o iv o lo v v b ip ıp K al <f>6 C<rfi, fi 8’ aKpaırCa
T o ıs im k r]iT T iK o ıs‘ fj p f V ydp a v v fx h ^ fi ov a v v fx v s
35 rrovTipia. K al S\a> s 6 ’ f T f p o v tÖ y fv o s aKpaa-Cas K ol #ca-

1150'’ 11. i6p6ov P*"* K** 17. «fir*p K**


M** r 22. ırpoyapya\ta04yrfs L** M**: ol ırpoyapryaKurOfvrfs Asp.
23. ırpoaur0ay6ıt€yot pr. K** M** 32. fUaros, 6 5* ivtaros L*'
144

bu şaşılacak bir şey değil, hatta karşı çıkmaya çalışmışsa af­


fedilir bir şey: Tıpkı, yılanın soktuğu, Theodektes’in Philok- 10

tetes'i, Karkinos'un A lo p d sm d eki Kerkyon gibi,^^ ya da


Ksenophantes'in başına gelen şey: Gülmemek için kendini
tutmaya çalışırken bir anda gülmekten kınlan kişiler gibi.
Oysa çoğunluğun başedebildiği şeyler karşısında, soyunun
doğasına ya da bir hastalığa bağlı olmadan (sözgelişi Iskitle-
rin krallannda zayıflık soya bağlı) ve kadının erkeklen fark­ 15

lılığı gibi bir nedene bağlı olmadan, başedemezse ve bunla­


ra yenilirse şaşılacak bir şey olur. Hovarda da haz düşkünü
diye düşünülür, oysa o yalnızca zayıftır, çünkü eğlence bir
durak gibi, bir yenilenme. Bunda aşınya kaçanlar hovarda.
Kendine egemen olmamanın bir türü güç eksikliği, bir türü
de kendini koyvermedir. Birinciler düşünüp taşındığı halde, 20
tutku yüzünden, üzerinde düşünüp taşındığı şeyde tutarlı
kalmaz, berikiler düşünüp taşınmadıklan için tutku tarafın­
dan sürüklenir. Bazdan 'da gıdıklanmamak amacıyla önce­
den kendini gıdıklayanlar gibi, önceden duyarak, önceden
görerek kendilerini ve muhakemelerini önceden uyanık tu­
tarak, ister hoş ister acı verecek bir şey olsun, tutkuya yenil­
mez. Özellikle çabuk öfkelenenler ve karasevdalılar kendi­ 25
lerini koyverme açısından kendilerine egemen değiller.
Çünkü birinciler acelecilik yüzünden, berikiler de hissettik­
leri şeyin yoğun baskısı yüzünden tasanmlanm izlediklerin­
den ötürü akla bağlı kalmaz.
imdi dediğimiz gibi, haz düşkünü kişi pişmanlık
duyan biri değil, çünkü o tercihinde tutarlı. Oysa her
kendine egemen olmayan kişi pişmanlık duyar. Bunun 30

için böyle olması da daha önce soruşturduğumuz gibi


değil; biri iyileşmez, öteki düzelebilir. Nitekim bu kötü­
lük hastalıklar içinde bedenin su toplamasına ve ve­
reme benzer, oysa kendine egemen olmama sara hasta­
lığına benzer. Biri sürekli, öteki sürekli olmayan bir kö­
tülük. Genelde kendine egemen olmama ve kötülük farklı 35
VII. 8. 145
K^as* ^ ııkv yhp kükIü \avd&v€i, ^ 5* diKpa<r(a o i \av0âv€i.
2 aîiTÛv bi toİTİûv ^fkrCovs oî İKorariKol rj ol rbv \ 6yov H 6 l'
l\ovT€s pÂv, prı ^ppivovT€S bi' iiT^ ihİTTOPos yap ıri^ovs
^TT&VToı, Kal ovK âıtpofioıûkfVTOi &(Fit€p &T€poı' 5poMS yap
6 aKparris i a r ı roîs tuxv pe 6 v<rKopivoıs Kal {m âkiyov
3 otvov Kal ikâiTOPos ff &s ol -ıroKkoı. S n p \p ovp KOKİa rı 5
ijipacrla OVK #<m, <f>avep6p (âkka Ttij î<ruis)’ rb p^p yhp
vaph Trpoalp€<np rd tk Kara rrıv ıtpoaipialp ia ru r ov p^p âkk'
SpotSp y€ Kara ras ırpdifis, &<nr€p rd ^rjpoboKOV d f Mı-
krja-Covs “ MtAîjo-tot â^verot, pkv ovk d<rCv, bpQ<rip 8’ oli-nep
h$ûp€Toı” Kal ol aKpar€Îs SbiKOi pkv ovk d<r(p, ibiKi^crovn b4 . lo
4 8 ’ & pkv TOIOVTOS o I o $ p ^ blO, TO Tr(TT€İ<r6ai, bl^K€lP

rh s Koö’ ınrep^okrıv Kal v ap h top 6p6op koyop a-atpa-


TiKâs ^bopds, t bk v k m ıa r a ı b ıa rd roıovros itp a ı olos
bıÂK€ip av rd s, kKCÎvos pkp obp eSp erâırfurros, oSros bk ov’
^ yhp hperrı Kal po^öripCa rrıp hp\^v pkv <pddpn i) 15
6 ^ a-t^C^ı, 4 p bk raıs ırpa^art rd oS İpfKa hpxv, &cnT(p 4 p
TOÎs padrfpuTiKoîs al iiTod4 a-€is' oSre brj İ k€Î 6 koyos bı-
baa-KokiKdy r&v hpx^v ovrc ipravâa, hkk’ âperrı ^ <pv<riK^
rî k$i(rrrı rov Spâobo^eîp vepl ryp hpxvv. <r<&<l>p<ûP pkp oSp 6
5 T040VTOS, İKoXaoTos 8’ 6 İpaprCos. İ a n b4 rts bıh ırddos 4k- 20
arariKÖs ıraph rdp SpOdp kSyov, bp mare pkp prı Trpirreıv
Karh rdv Spddv koyov Kparcî rd ırâBos, &(TT€ 8’ eipai roıoO-
TOP olov TTfTreîa-dai bi(ûK€iv hp4br\v bftp ras roıavras ^ 80 -
phs ov KpaT€İ‘ oîiros iartp 6 hKparrjs, ^ekrloiP (h>p) rov Sko-
kdoTov, ovbk <f>avkos dırkâs’ o’^^eraı yhp rd ^kknarop, ^ 25
hpx^> &kkos 8 ’ kvavrCos, d kpptPeriKds Kal ovk kKoranKds

U61* 6. oİK o m . pr. K*'L’* 7 . ri/y o m . M*» «. i İ ’iyfrot O*»:


0 / ijvi'CTOt vulg. 10. iSuMİ<rov<rt K**: 43«coD<r» vulg. 14. ainds"]
abr6s pr. K** pvriartums pr. K** oZtos] i Victorius 1 5 . post
«ol add. d L* 24. ây add. Aldina 25. o58i] i 8 i K*’L*
145

bir tür, çünkü kötülük gizli kalır, kendine egemen olmama


gizli kalmaz. Kendine egemen olmayanlar içinde, kendin- ııs ia

den geçtiği için böyle olup, bu durumu sürdürmeyenler


akla sahip olanlardan daha iyidir. Çünkü bunlar çok küçük
bir tutkuya yenik düşerler, ötekiler gibi tasarlayıp kurmaz­
lar. Kendine egemen olmayan kişi çabucak ve çoğunluğun
olduğundan daha az şarapla sarhoş olan kişilere benzer. 5
imdi kendine egemen olmama bir kötülük değil, bu açık
(ama herhalde belli bir biçimde). Nitekim biri tercihe aykırı,
öteki tercihe uygun. Gene de eylemlerde bir benzerlik yok
değil: Tıpkı Demodokos'un Miletoslular için dediği gibi:
"miletoslular aptal değil, ama aptallann yaptığı şeyler yapı­
yorlar". Kendine egemen olamayan kişiler adaletsiz kişiler 10
değil ama adaletsizlik yapıyorlar. Biri aşın ve sağ akla aykın
olamk bedensel hazlan izlemeye <aslında> ikna olmamış ol­
masından ötürü, öteki bunların peşinde koşacak bir yapıda
olması ^âizünden buna ikna olmuş biri olduğundan ötürü,
ilki vazgeçebilir, beriki vazgeçmez, ilki açısından, erdem il­
keyi korur, öteki ise ilkeyi ortadan kaldınr: Eylemlerde ilke 15
ereksel nedendir, tıpkı matematikteki kabuller gibi. Ne o
alanda ne de burada ilkeleri öğretecek olan şey akıl yürüt­
me değil, doğal bir erdem ya da ilke konusunda doğru sanı
alışkanlığı kazanmış olan bir erdemdir, imdi ölçülü kişi işte
böyle biri, haz düşkünü olan da karşıtı. Aynca biri bir tutku 20
yüzünden kendini kaybedebilir, tutku onu öyle güder ki,
sağ akla uygun davranamaz, dolayısıyla sakınmadan hazla-
rın peşinden koşmak gerektiğine inanabilir, işte kendine
egemen olmayan kişi bu; haz düşkünü olandan daha iyi ol­
duğu için asıl anlamda kötü değildir, çünkü 'en iyi', yani
ilke koıunur. Tutkusu yüzünden kendinden geçmiş olma- 25

yan ve caymayan kişi ise, buna karşıt olan başka tür bir
146 v n . 8—9.

hıâ ye t 6 tt6.6os. <f>avepbv brf İK Toı/rtov 5rt ^ fMCv (nrovbala


^^15, ^ bi (f)av\r}.
10 Horepov ovv ^yKpanrıs ^arıv 6 ÖTTOKpovv \6y<p nal Öttoi- IX .
30 aovv Tipoaıpeaeı ip.p.iv(ov ^ ^P^fİt İKpar^s 8^ &
Sttoic^ovv pL^ ipfiivdiv ‘jTpoaıp4(T€i Kal Snoıtpavv \6y<p fj 6
Tw yj/evbeî \6y(p Kal rfj ırpcaıpicreı Tjj âpöfj, (aaırep
^TTop-qdi) TTporepov; rj Kara p.4v avpPe^rjKbi â-Kotaodv,
Ka&' avTo 8^ akrfOeî koytp Kal rf} Spdfj Kpoaıpiireı
35 & p.\v 4p.pi.evei 8 8’ ovk ip p e v e ı ; el yâp Tis 1*081 81^ ro8l
1151 •> alpeÎTaı ^ S tcu K eı, K a d ’ avrb p 4 v tovto bı<&Keı Kal alpeîrat,
Kora avp^e^T}Kds b4 t 6 Ttp6repov. &ır\&s b4 \ 4yopev t 6
Kad’ avTo. <SoTf 4 (tti pkv &s âtroıaovv b 6 ^ t pev 4pp 4 veı
8 8’ 4 $iaTaTaı, âırAûs 8^ [6] rfi cıkr/deı. e M b4 Tives o\ 2
5 ippeveTiKol tt} bo^rf elaCv, o 8 s KoKovtrtv laxvpoyvfS/xovas, ol
b‘6<rTteı<TToı Kal ovk evpeT&TreıaTor ot $poıov p 4 v t i İ^ovaı
4yKpaTeî, &<ntep 6 âcTOnros 4kev 6 epl(p Kal 6 6pa<rî>s
Tw dappakiipt eleri 8* 4repoı Karct ıroWd. 8 p fv yb.p bıh
TtdOos Kal imdvpCav o i pera^Akket [8 iyKpan^s^, kırel
10 evveıa-Toç, orav tjîxî/> 4 oTat 6 iyKpaTijç' ot ovx 4mb Xo-
yov, kıtel İTudvplas ye kapfiâvov<rı, Kal İyovraı ırokkol
vTto T&v r\bov&v^ elci be la^vpoyvcSpoves ot Ibıoyve&popes 3
Kal ol Apa6eîs Kal ol dypoiKot, ol p 4v lbıoyv(&poves bC
rfbovrfv Kal kijTTrjv’ yaipovtn yap viK&vres kdv pv P-era-
15 TteLOuiVTaı, Kal kvTTOvvrat 4 av &Kvpa Ta avr&v ^ &<rıtep
\lrrj<f>C<rpaTa‘ <&ot€ pakkov Ty âKparel 4 olKa<rw fj r <3 4 y-

29. d om. pr. K** 30 . 6 post f i om. pr. K^L** 32 . ftiı add.
L'* ip0^ L'*: n^ı ip8fı vulg. 33 . ante Sıroı^ovr add. i M** T 34 .
Ty] i Ty K**M**r 1151 **4 . 6 om. Turnebus ot corr.* K“ : o/pr. K'»
L**r: Ko) M** 5 . tl<r(y K*>: tltrl f i L**r ; om. M** ol pr. K**î oîop
vulgf. 7 . fi<r»€p3 oîoy K**M** F 9 . 4 iyKpar4,s seclus. Scaligcr
10 . ot r : 4 codd. 15 . a4r£i' Ramsauer
146

kişidir. Bütün bunlardan şu açık: Biri erdemli bir huy, öteki


kötü bir huy.
imdi acaba kendine egemen kişi herhangi bir akıl yü­
rütmede ya da herhangi bir tercihte tutarlı olan kişi mi, yok- 30
sa doğru olanda tutarlı olan kişi mi? Daha önce sorguladığı­
mız gibi, kendine egemen olmayan kişi de, herhangi bir
tercih ve herhangi bir akıl yürütmede mi tutarlı olmayan
kişi, yoksa yanlış olmayan akıl yürütmede ve doğru tercihte
tutarlı kalmayan kişi mi? Ya da acaba herhangi birinde ili­
neksel olarak mı, yoksa 'kendi başına' doğru akıl yürütmede
ve doğru tercihte mi biri tutarlı, öteki değil? Nitekim biri bir 35
şeyi başka bir şeyden ötürü tercih eder ya da onun peşin- 1151b
den koşarsa, kendi başına peşinden koşulan ve tercih edi­
len şey bu en son şeydir, daha önceki ise ilineksel anlamda.
Oysa biz saltık anlamda kendi başına olan şeyden sözediyo-
ruz. Dolayısıyla herhangi bir sanıda biri tutarlı kalır, öteki
cayar, oysa saltık anlamda doğru sanıdan sözedilebilir. Üste­
lik kimi kişiler var, bunlar zor ikna olan ve kolayca fikir de­
ğiştirmeyen kişilerdir, "inatçı" adını verdiğimiz sanılanna 5
bağlı kişiler. Nasıl savurganın cömertle, atak kişinin saldır­
ganla bir benzerliği varsa, bunlann da kendine egemen ki­
şiyle bir benzerliği var, ama pek çok bakımdan aynlırlar.
Kendine egemen kişi tutku ya da arzu yüzünden değişmez,
yeri geldiğinde ikna olduğu için kendine egemen kişidir. 10
Oysa inatçılar arzuya kapılabildikleri için, akıl tarafından de­
ğil, hazlar tarafından güdülebilirler. Dik kafalılar, cahiller,
hödükler inatçıdır. Dik kafalılar haz ya da acı yüzünden
böyledirler, nitekim onlar boyun eğmezlerse, yendikleri için
sevinirler, sözgelişi oylamada onlann düşüncesi geri çevri­
lirse, acı duyarlar. Dolayısıyla kendine egemen olan kişiden 15
çok, egemen olmayan kişiye benziyorlar.
VII. 9—10* 147

1 KpciT€Î. tlo \ 6e Tivfs ot roîy bo^a<Tiv ovk ijjLiıivovo'iv ov 6t


aKpaa'iav, oîov iv Ty ^ıKoKTrjrp Tip So<f>OK\iovf 6 Neo-
TTToAeftos’ KaCrot 6t* Tjbovtıv oÎik ivîp^ıvfVf d\X a koAîjv* to
ya/î âXrı6€V€iv avrip KoXdv i'nfLadr] 6* ^ırö roO 0 8 v<r- ao
(r^co; yjrivbco'dai, ov yhp ttcis 6 bC rjbovTjv ti ırpİTTiav ovt
aKoKacTTos oi/re ıpavkos ovt aKpaTris, dXA* 6 bı alayjpav.
5 *Eırel 8*‘ e<m rıs ıcaı tolovtos otos ^ ttov rj b ü toîs o-a- 11
paTiKoîç \aCpeiv, Kal ovk ipp ivıov Tip Aoy<f), o [ toioötos]
TovTov Kal Toû aKpaTovs piiTOs b iyKpan^s’ 6 p€V yap aKpa- 25

T^s OVK ip p 4 v€i Ty Xoyy 6ıo TO piaW6v Tt, o6tos 6e 6ıa


TO TjTTov Tl’ 6 6’ iyKpaT^s ip p iv e ı Kal ovbk bı ^Tcpov pe-
ra)3 aA\eı. 6eî 6e, elırep ^ iyKpaTCia ınrovbaîov, âpıpori-
p a s Tas ivavrC as 4^€is <f>avKas fîv a ı, &<rır€p Kai <f>aCvov~
r a i ’ a W a bıa rh t ^ v İTİpav iv â\C yoıs Kal 6\ıyıİK is €ivaı 30

<j>av(pâvf &cntip ti <r<a(f>po<Tvvıj t|j b,Ko\a<ria boK€i ivavrCov


6 eıvaı povov, ovrıa Kal ^ iyKp6,T€ia Tjj aKpaırCa. iıteı 6e
KOÖ’ opoıoTT)Ta ttoAAo A^yeTaı, Kol ^ iyKpaT€ia ıj tov
(T<â(f>povos Kad’ opoıoTTira rjKo\ovdr)K(v’ o re yap iyKpaTrıs
olos pqb 4v ırapa tov \6 yo v bıa Tas ampaTiKas ^bovas 35
TTOıeîv Kal b (r(a(f>po}Vi dAA* 6 pkv iyoav 6 6 ovk cyoiv 1 1 5 2 *
<f>aö\as İTTidvpias, koI 6 pev toiovtos olos rjbecrdai
ırapa tov Aoyov, h 6' oîos ijbfcrûaı a W a pr) aycadaı.
7 opoıoı 6e Kat 6 oKpartjs Kat biKohaaTOS, İTtpoı p 4 v ovrcs,
ap^oTfpoı 6e ro crıopaTiKa fjbia bııoKovaıv, âAA 6 pcv Kai 5
X . oiopevos beîv, b 6’ ovk olbpcvos. Ov6’ &pa <f>p6vıpov Kal
aKpa-rr} eı/6exerat cıvai tov avrov’ &pa yap <f>p6vıpos Kal
2 m rovbaıos to tjÖos bibeiKraı &v. e n ov r ^ d b tv a i povov
<f>p6vıpos dAAa Kat r <3 TtpaKTiKos’ b b' aKparr^s ov TipoKTiKos

21. odr' K ” : ^ Li» M**: om . T 22. o 6r t ~ o 6r ' K**: ^ L** M ” r


24. A sp .: codd. ö] ^ M** toioStoî seclusi
1162* 4 . !uc6\ıurros K**: i iucoKturros vulf.
147

Kimileri de var, bunlar Sophokles'in P/j//ofe/efes'indeki Neop-


tolemos gibi, sanılarında direşken değiller, ama bunun nede­
ni kendine egemen olmama değil. Gerçi <Neoptolemos> bir
haz yüzünden fikir değiştirmiştir, ama güzel bir haz yüzün­
den. Çünkü onun için gerçeği söylemek güzel bir şeydi ve onu
Odysseus yalan söylemeye ikna edemedi. Haz uğruna bir şey 20
yapan herkes haz düşkünü, kötü ya da kendine egemen ol­
mayan kişi değildir, ama çirkin bir haz yüzünden bir şey ya­
parsa böyledir.
Madem bedensel bazlardan, gerektiğinden az hoşlanan
ve akla bağlı kalmayan kişi de var, bu kendine egemen olma­
yan ile kendine egemen olan arası biri olsa gerek. Çünkü ken­ 25
dine egemen olmayan kişi, bir şeyin çokluğu yüzünden akla
bağlı kalmaz, bu ise bir şeyin azhğı yüzünden. Kendine ege­
men kişi ise akla bağlı kalır, bir başka şey yüzünden de değiş­
mez. Ama kendine egemen olma erdemli bir şey olduğu için,
açıkça görüleceği gibi, beriki karşıt huyun da kötü olması
gerekir. Ne ki bu durum yalnızca az kişide ve ender olarak
görüldüğünden, nasıl ölçülülük yalnızca haz düşkünlüğüne 30
karşıt diye düşünülüyorsa, aynı şekilde kendine egemen ol­
ma da yalnızca kendine egemen olmamaya karşıt. Madem
pek çok durumda bir benzerliğe göre ad veriyoruz, ölçülü
kişinin kendine egemen olmasından sözedilmesi de benzer­
likten ötürü. Çünkü hem kendine egemen kişinin bedensel
hazlar yüzünden akla aykın bir şey yapması olanaklı değil, 35
hem de ölçülü kişinin. Ama birincisi kötü arzular taşımasına 1152a
karşın, beriki ise kötü arzular taşımadığı için; yine beriki akla
aykın bir şeyden hoşlanamayacak kişi olduğundan, ilki ise
bundan hoşlanabilecek bir kişi olmasına karşın, kendini bı­
rakmadığından böyle bir şey yapmaz. Kendine egemen ol­
mayan kişi ile haz düşkünü kişi farklı olsalar bile, biribirine
benzer, berikisi de bedensel bazların peşinde koşar, ama be­
riki bunu yapması gerektiğine inandığı için, ilki ise bunu
yapmaması gerektiğine inanmasına karşın. Öte yandan aynı
kişinin aynı anda hem aklı başında hem de kendine egemen
olmayan kişi olması olası değil. Nitekim aklı başında kişinin
karakter bakımından da erdemli olduğunu göstermiştik. Aklı
başında kişi yalnızca bilmekte değil, uygulamada da böyledir.
Kendine egemen olmayan kişi ise uygulamacı biri değildir
148 VII. lo.
lo •—rdv 8^ bfufhv ovbip Ko>\ifeı İKpanj tîvat* dı6 Kal boKOvaıv
ivCoT€ ıf>p6vıiJMi }ihf ftva l tu k s &KpaT€is bif bıh rb t ^v bei-
v6rrfTa bıa<j>ip€iv Tİjs ^povrjvt(û9 Tbv flptjpivop Tpoıtop 4p roıç
TrpaSrois X6yoıÇf Koi Kara pikp top k6yop iyyv9 «vat, 8ta»
<l>4p€ip 8^ Kara t^p vpoaCpfO'ip— ov8^ 8tj <o9 6 elbon icat dea^ 3
15 p&Pf ÂAX’ ats 6 KaÖ€vb<ûP ^ olp<op4po9. ko İ kKcop ptp (rptî-
ırov y ip Tıpa elbbts Kal 8 ırotcî Kat ov İp€KO,)f ıroprıpbs 8 ov*
^ yap ‘tTpoaCp€<rts ^ırtetıcıjs* &<r6* ^/tttırrfvî/pos. icat ovk İStıcof*
ob yap 4vtfiovXo9' b pitp y^p a’b rttp oİ k ippxpfTiKos ots bp
fiov\€v<nıraı, h b4 pfKayxp\tKbs o ^ i ŞovkfvriKos S k m . Kal
30 lotKC 6'q 6 İLKpar^s Tt6k€i ^ yjrtf^CCfraı p^p bıtapra t 8
biopra Kal p6pov9 (movbalovs, yjprfro.i b \ ovbip, taavtp
*Apo^opbplbrıs 4 <rK<oyjf(p

i} ıriKif ffiovKtff, ğ pifuty ovbi» /tA «*

6 8^ TTOpripbi yputpiprf pjkp roıs p6poıs, ıroprıpoıs b4 ■jçptop^prı. 4


25 lo r t 8* İLKpaala Kal ^yKpâreıa ırepl to iıttp^& kkop rrjs r&p
TtoKk&p 4£fo}9’ b p 4 p yap ip p 4 p€i pakkop b b* ^ ttop
TÛP TTkeCtTTtûp bvpdp.€Ois. €İıaTor4pa b4 r&p İKpaa-ı&p, ^p ol
pfkay)(okiKol İLKpareûopTaı, r&p fiovkfvop 4 p<op p 4 p p ^ 4p^
P€p6pto)p b4 , Kal ol bı idıapov İKpar4 îs tûp <f>v(nK&p‘ pŞop
30 yâp 4009 p€TaKipij<raı </>î;<rftos* bıâ yâp toöto Kal rb İOos
^akeiTOP, Sri rfj <f>iü(r€L 4 otK€V, &cnt€p Kal 'Eiînjpos k 4yet
<pf}pX ır6\vxp4»ıop ptXİTifp îfptvat, ^<X«, ko\ Sri
ravTTiv âv6pcHroı<n TtktvTÜKrap ı^vtrıp tiptu,

t( p4v obp İ otIp iyKpdreıa Kal rC İKpaaCa koI t İ Kaprtpla 6


35 KcX rl pakaKİa, ko.1 'nQs İxov<riP al İÇfis abrat Trpbs İ k -
k4jkasy eîpriTaı»

21. 0İ9İP : oiSci'l vulgf. 28. fiovKtmrofupaip K*‘ 29. t 6 p


Ramsauer
148

- ne kİ kıvrak zekalı kişinin kendine egemen olmayan kişi lo


olmasına bir engel yok, bu nedenle kimi zaman bazı ken­
dine egemen olmayan kişiler kıvrak zekalanndan ötürü aklı
başında görünürler, oysa daha önce söylediğimiz gibi, aklı
başındalıktan ayndır bu. Temellendirme açısından yakındır
ama tercih açısından farklı-. O halde kendine egemen olma­
yan kişi bilen ve gören biri değildir, uyuyan ya da sarhoş
biri gibidir. Ve isteyerek davranır (nitekim belli bir şekilde 15
yaptığı şeyi ve ereksel nedeni bilir), ne ki kötü değildir, tercih
doğru, dolayısıyla yan kötü. Adaletsiz de değildir, çünkü dü­
zenbaz değil. Nitekim bunlar içinde kimi düşündüğü şeyde
tutarlı kaimiz; karasevdalı kişi genelde hiç düşünüp taşınmaz.
Kendine egemen olmayan kişi gereken her şeyi kararlaştıran 20
ve erdemli yasalan olan, ama hiçbirinden yararlanmayan bir
devlete benzer, Anaksandrides'in dediği gibi bir devlete:
"Devlet d ü şü n ü yo r, a m a ya sa la ra b iç a ld ırm ıyo r."

Oysa kötü kişi yasalardan yararlanan ama kötü yasalar­


dan yararlanan bir devlete benzer. O halde kendine ege- 25
men olmama ve kendine egemen olma çoğunluğun huyu­
nun aşırılığı ile ilgili. Nitekim biri çoğunluğun olabildiğin­
den daha çok öteki daha az tutarlı. Kendine egemen olma­
ma biçimleri içinde kara sevdalılannki, düşünüp taşındıklan
halde tutarlı olmayanlannkinden, alışkanlık nedeniyle ken­
dine egemen olmayanlannki de doğal olarak böyle olanla-
nnkinden daha kolay iyileşebilir, çünkü alışkanlık doğal
olandan daha kolay değişir. İşte bu nedenle, doğaya benzedi- 30
ği için alışkanlık da güç değişebilir. Euenos'un dediği gibi
"U zun sürecek b ir çaba g erektiğ in i sö ylüyorum , dostum ;
so n ra d a in sa n la r için son d o ğ a n ın b u o ld u ğ u n u ."
imdi kendine egemen olma, egemen olmama, sağlam
karakterlik, zayıflık ne; bu huylar birbirlerine göre ne özel- 35
lik taşıyor, bunlan söylemiş olduk.
VII. IX— la. 149

XL IIcpl di ^öotf^s Kal Xifın}9 0 €û»p^<raı rov rrfv nokıriKrıv 1162 ^


^tAotro^ovvroff* oilror yâp rov rdkovs ip \iT 4KT<ovt ırp6s h ^ \ 4~
vovTfs İKoarov rh p^v kckİ v rb d* iyoBdv ifak&i kiyopev*
2 İri 51 icat rû v ivayKoCtov lırurKİ^aartfaı vepl avr&v' ry\v
re ybp âpenıv icat r^v kokCo» ^iKrfV rupi \i/va s Kal S
^dovât İOfpev, Kal r^v eddatpoviav ol ırkeîaroı peff fıdoptjs
ftvaC ^acrtv* dto Kal rhv paKâpıov apopÂKaa-ıv iırb rov \a (-
3 p€iv. Toîs p tv oZv doK€Î ovdepCa fı^ovrı elvai iy a 06 v, ovt€
Koff a&rb oire Kara avp^e/SrjKds' ov yhp eîvaı ravrb rb bya~
dbv Kal Tidovrıv' ro îf 5* Ivıaı p \v ftvai, al di vokkal t o
4>avkaı. İn di ro^rav rplrov, fi Kal ıracrat âyaöov, Spois pij
4 ivd4\f<rdaı fivai rb İpurrov ^dovrjv. 5 k<os p iv odv ovk bya-
66v, o n vâaa ^dovî) y 4vecrls ia n v fis <f>v<rıv alcrârfrrj, ovdfpıa
di y 4vf(rıs <rvyyfvrıs rotf rektaıv, olov ovdfpla oİKodoprıcrıs
oUl(f. İri 6 <r<a<Pp(ûV c^cı^et ra r ^dovis. İ n 6 <f>p6vıpog rb ıs
bkvTTov du^Kfi, ov rb b^v. İ n ipırbdıov r<f <f>povtîv al b^o-
vai, Kal 8<r<p pakkov \aCpfi, pâkkov, olov rî} r&v i,<f>podt<rC<av’
oldiva yap âv düvaırdaı, vorjaraC n iv airfj. İ n rf\vrf ovdf~
pla fıdovfjs' Kalroı vâv byaûbv rix,vr}S İpyov. İ n Traıö^a
5 Kal dr\pla du&Kfı rbs ^dovâs. rov di prj ırâa-as a-ırovdaias, ao
5rı fl<rl Kal ala^pO’l Kal ovfidıCopfvait Kal 8 n pkaŞfpaC'
vo<r<&dt) yap İvıa r&v b^iatv. 5 n d' oi r&pıarov b^ovılj, on
ov rikos bkkb yivf<ng. rb, piv odv kfyopeva ayfdbv ravr*
itrrbf.
X II. ‘'O n 5’ ov <Tvpfiaîvfi dıb ravra prf fivai ayadbv prjdi 13
ro &purrov, İK râvdf drjkov. ırp&Tov piv, iırtl rb byadbv
dıx&s (rb p iv ybp bırk&s rb 5 ^ n v l). Kal al c^ı^cretr Kal

1162**2. 33 3 ttv K** 9. t3


add. K** (utram que scripturam agnoscit
Asp.) 13. 17. pr. L** r : q Scaliger 21. nal
İTİ 22. oh rİpurrov Spengel: oI k Apurroy codd. ifSoyiı K**: b
ifiorlı vulg. 23. raSr* i«rl <rx*hiy K**
149

Haz ve acı konusunda araştırma yapmak da toplum fel­ 1152b


sefecisine düşer. Çünkü O, her tek durumu onunla ilgisine
bakarak saltık anlamda 'kötü', saltık anlamda 'iyi' diye ad­
landırdığımız hedefi kuran kişi. Ayrıca bunlar üzerine araş­
tırma yapmak zorunlu, çünkü biz karakter erdeminin ve ka­
rakter kötülüğünün bazlarla, acılarla ilgili olduğunu belir­
lemiştik. Çoğunluk mutluluğun hazla birlikte gittiğini söy­
ler, bunun için kutlu i.m akario}i) sözcüğünü hoşlanmak
(Jkhaireitî) sözcüğünden türetmişlerdir. Kimine göre ise ister
kendi başına ister ilineksel anlamda hiçbir haz bir 'iyi' değil,
çünkü haz ile 'iyi' aynı şey değil. Kimine göre ise bazı hazlar 10
iyi, çoğu ise kötü. Bir üçüncü gruba göre, bütün hazlar iyi
olsa bile gene de hazzın 'en iyi' olması olası değildir. İmdi
haz genel olarak bir 'iyi' değil, çünkü her haz 'doğa'ya yöne­
lik, duyumla ilgili bir oluş. Nasıl bir ev inşaatı bir evle aynı
cinslen değilse, hiçbir oluş da amaçla aynı cinsten değildir. 15
Aynca ölçülü kişi bazlardan kaçar, aklı başında kişi hoş ola­
nın değil, acı vermeyenin peşindedir. Hazlar aklı başında ol­
maya bir engel: cinsel bazlarda olduğu gibi, ne denli hoşla-
nılırsa o denli büyük bir engel; haz içindeyken hiçkimse bir
şey düşünemez. Aynca hazza ilişkin bir sanat yok, oysa her
'iyi', bir sanatın eseri. Bir de çocuklar ve hayvanlar haz pe­
şinde koşar. Dahası tüm hazlar erdemli değil; çirkin olanlar 20
var, kınananlar var, hatta zararlı olanlar var. Zaten kimi haz­
lar hastaca. Demek ki hazzın 'en iyi' olmamasının nedeni
onun bir amaç, bir son değil, bir oluş, bir süreç olması. İmdi
söylenenler bunlar.
Ne ki, hazzın 'iyi' ya da 'en iyi' olmamasının bunlara bağlı
olmadığı şuradan açığa çıkabilir: ilkin, madem 'iyi' iki şekilde
anlaşılıyor (biri saltık anlamda, biri de herhangi biri için).
150 VII. la.
at âKokov6rlırov<np, â»ore km al Kivrı<rw Kal al y€v4 arwj
Kol al iftavkaı boKovaat eıi'at at {liv &ırk&s ^ a v ka ı rıvı
30 8’ ob &kk' alperal râbe, ivıaı 6’ ov6^ t^8€ İ k k a ıror^ Kal
6k(yov \p6vov alperal, ^ o ır\û s ) 8* ov* at 8* ovb* fıbovaCy okka
<f)a(vovTaı, o<raı p.€Ta At/ırtjs koI larptlas cveKtv, otov al t & v
Kap.v6vTtav. İti eıtel tov Ayaöov to ft€v Ivlpyeıa t8 8’ Ifıs, 2
Kara avp.^€^r\Kos al KaOıaratraı els t ^ v <f>v<nKrıv l^tv ^beiaC
35 eio-ıv lo r t 8’ ^ ivipyeıa İv ra ts lırtövfilaıs t^s vTTokoİTrov
€^ea>s Kal 0ı;<rea>9, l?ret Kat âvcv kvıtrjs Kal İTu9 vp.Cas (îrriv
1163 * rfbovai, otov al rov deoapcîv [Ivlpyeıoı], r^s <^v<rcöis ovk I v8covs
ovarjs. aıjpLfîov 8* o n ov avrw ^8ct yaCpovaiv ovaırAıjpov-
/uılvJjs Te <f>v<r€<ai koI KaöeorrjKVİas, d\X a KaöeonjKVİas
/Liev Toîs âırAâs rjbeanv, âva'nkrfpovp.ivrjs 81 Kal toîs Ivavnots*
5 Kal yap lî^eo-ı Kal ıriKpoîs yaıpovo-ıv, dîv ol>8 ev oiJre ^t/o-eı ^8i>
ot;ö’ âvAâs ^8v. I5<rr* ov8* fjboval’ &s yap ra r/bia Ttpbs â \-
Xi7Xa bUa‘Tr)K€V, obr<a Kal al fıbopal al Aırö TOVTtov. İn oi&k 3
apAyKrj İrepop n eîvai )3lXnov t^s ^bovrjs, A><nrep n vls 0a<rı
TO TİXoy T^ç yevl<reft>y* ov yap yevlaeıy elalv ov8 l /ütera yeve-
10 o-etüs ırâa-at, AXX* Ivlpyetaı koI tIXos* ov8 İ yıvop.ipu>p avp.-

^a(pov(Tip â.kka ypaı/ytlvtav* Kal rİAoî oA ıtatr&p İrtpop n ,


dXXa tûv elî tt^p tcAİoktiv İLyopÂpatp rrjs ^v<re<oy. ötd Kat
ov Kak&s lyeı to ala-0 r]T^v ylveatv tf>ivaı eîvai t^v fıbopriPy
âkka p.oLkkov kcKTeop Ivlpyeıav t^s KaTa </>t;<rtv l^eeos,
15 avrl 8 e tov alo-Örjr^v ave/xıro8 ıorov. 8oKe7 81 yipfo-Cs rurıp
eîvai, on Kvpms ayaOop' rrjv yap Ivepyetav ylveo’iv olovroı

28. aı* ante om. K'’ 29. cTrai at pkv om. K** F (et fort. Asp.)
31. add. Asp. 35. İ ti at ivipytiaı plv K** (l(rrt
J’ il rılovİ! Mpytia fort. Asp.) 6ıroA,ofırow K** A sp .: İTi\ohrov L**: 5ıro-
A ^ou M**: irt\iırou coni. Gifanius 1153* 1. rı roû Ofvptîy iy^pytta
K'* om. Asp. 2. ^Scî 7. SıiaT7iK€v
coni. Bonitz: avvi<rrriKty codd. 12. ıcol om. K** 15. rıo’ii'Rassow
(et fort. Asp.) : rıt codd.
150

doğalar/yapılar ile huylar da böyle, dolayısıyla devinimler


ile oluşlar da. Kötü diye düşünülenler içinde, kimi saltık an­
lamda kötü görünecek; kimi biri için kötü görünecek, bir 30
başkası için kötü görünmeyecek, hatta beriki tarafından ter­
cih edilebilecektir. Bazılan da herhangi biri için değil, kimi
kez ve kısa bir süre için tercih edilebilir olacak, saltık anlam­
da olmayacaktır. Kimi de haz bile değil, sözgelişi hastalann
durumundaki gibi, acıyla birlikte olanlar ya da tedavi ama­
cıyla olanlar böyle. Aynca madem 'iyi', bir anlamda etkinlik,
bir anlamda da huydur, ilineksel anlamda doğal huy açısın­ 35
dan hoş olanlar da var. Madem doğa bir şeye gereksinim
duymadığında, sözgelişi teori etkinliğinde, acı ve arzudan 1153a

bağımsız hazlar da var; etkinlik, kendisinde bir şey eksik


olan huy ve arzulann içindedir demektir. Bunun kanıtı da
şu: Doğa gelişirken hoş olan ayn, tamamlandıktan sonra
ayrı. Olgunlaştılvtan sonra saltık anlamda zevklerden hoş­
lanılır, oysa gelişme sürecinde bunlann tam karşıtlarından
bile hoşlanılabilir: Ne doğal olarak ne de saltık anlamda hoş
olan, seıt ve acı şeylerden de hoşlanılabilir. Dolayısıyla bun- 5
1ar haz bile değildir. Hoş şeylerin biribirleri arasındaki bağ
nasılsa, bunlaidan kaynaklanan hazlann arasındaki bağ da
öyle. Aynca kimilerinin, amacın oluştan farklı olmadığını
öne sürmeleri gibi, hazdan daha iyi olan başka bir şeyin var­
olması zonjnlu olmayabilir. Haz ne oluştur ne de bütün
hazlar oluşla birliktedir, hazlar bazı etkinliklerdir ve bazı
amaçlardır. Oluş aracılığıyla değil, nesnelerin kullanımıyla 10
söz konusu olurlar. Amaç da bazlardan farklı bir şey değil,
yalnızca doğanın tamamlanmasına götüren bazlardan deği­
şik bir şey. Bunun için hazzı" duygularla algılanan bir oluş"
diye tanımlamak yerinde değil, daha çok "doğaya uygun
bir ruh etkinliği" diye tanımlamak gerek. "Duyguyla algıla­
nan" yerine de "engellenmemiş" demeli. Kimileri ise onu bir
oluş diye düşünür, çünkü asıl anlamda iyinin bir oluş oldu- 15
ğunu ileri sürerler, etkinliğin bir oluş olduğuna inanırlar.
VII. ja— 13- 151
4 €ivaı, Harı S’ İrtpop. d’ eîvai ^o6Xas Sn pocreiSrj €Pia
fıb4a, To avTo Koi o n vyuıvh evıa <f>av\a ıtpoi yprjp.ana-p.ov.
TavTTi oSv ^ a v \a apL<fm, &XX* ov <f>a£\a Karâ y t tovto,
5 «‘TTcl jcal TO 6t(ıip€Îv TTOT^ ^kâvTeı Trpos ıryUıav. ^p-TroblCeı 20
S^ ovT€ <l>povrj(m oSd' ovSep.ıq f/ &<f>* İKİarrjs r]hov’fı, â\K*
al ikkSrpLat, ^‘irel al Âtto tov önapctv Kal p.av6dp€ip p.aX~
6 k o v TTOırjoovoı $€CDp€Îv KOI p.avdâv€iv. TO S i r i^ v r ji p.^ f l v a i
Kpyov ^Sovrıv p.r)S€p.lav evkSycas a vp .^ i^ r\K iv ' o v S i y d p oA-
ÂTjs i v i p y t i a s oiS^p-tas t İ ^ vt} i o r l v , oX \â rrjs S vvâ p .em ' 25
Kairot Kal rj pivpe^iKrı Tİ\vr) Kal ^ S^OTroırjnK^ Sok€Î ^bo-
7 vrjs fivai. ro top a^ifypova ^ruynv Kal rbv <^p6vıp.ov bu&~
Kfiv TOP âkvTTov fiCov, KO.I TO T& Ttaibia KoX tS. 6r)pLa buo-
#c«v, avT^ kdfTaı nt&vra, iırel yhp ilptfrat tt&t âyaûal
âvkâs Kal vâ s oİ k i.ya6aX ıtatraı al ^bovaCy tcls Toıa&ras 30
Kal Tİ dripCa Kal râ TraibCa bıcİKfı, Kal t^v tovtu>v İkvnCav
6 <f>p6vıp.os, TOS fi<T İTndvp.las koI kvırıjs, koI tos o-tü/ao-
tikİ s (roıavTat yap abrat) Kal tos robrayp vırfpfiokâs, koö’
fes S İKSkaa-TOs İKSkaaros. btb 6 (r^t^ptav <f>eijyeı ravras,
irrel eltrlv ^boval Kal a^<f>povo5 . 35
X III. *AXXfe p.^v o n KOİ ^ Aî/tt»; koko/*, opLokoytıraı, Kal 1163 '•
<I>€VKt 6v ' ^ p.iv yap hırkûs KaKov, ^ bi t^ ırrj ifiırobı-
OTtKI}. Ty 8^ <^€VKTW TÖ ivavrCoP fi <f>€VKTOV Tl KOI KOKOV,
âyaöSv, ivdyKrf obv t ^ v rjbopi^v dyadSv n (ivaı. &s yap
'SıTteSmTt'nos Ikvfv, ov <rvp.^alv(i fj Aı/(ns, &<r’nfp to picîCov S
Ty ikâtTovı KOI T« î<r<p h>avTİov‘ ov yap hv <f>a(rı Smep Ka-
2 KOV Tl €Îpaı T^v rıbovı^v. Tapurrov T o ib iv Ktokdei ^bovriv

29. ybp\ Kal K** T 29 et 30. iyaffA K" 80. al om. pr. K** M**
31. KOİ ante $vpl" add- K**
tA 82. 6 om. K** t A» ante /ter* om. K**

34. luci\aaros om. F Asp. 1163^ 1. Kal ante ^ om. K*'M** 3.


Tl] T* L** post kokSv add. pr. corr.* K** F 7. rİpurror
Spengel (et fort. A sp .): Spıaroy codd. t ’] 3* T
151

Oysa etkinlik oluştan farklı bir şey. Kimi hoş şeylerin hasta­
lıklı olduğundan ötürü kötü olduğunu ileri sürmek, bazı sağ­
lıklı şeylerin pahalı olduğundan ötürü kötü olduğunu ileri
sürmekle aynı şey. Bu anlamda herikisi de kötü, ama aynı
şey açısından kötü değil, çünkü kimi kez araştırma yapmak
da sağlığa zarar verebilir. Aklı başındalığa da, bir huya da 20
engel olan şey, herbirinden kaynaklanan haz değildir, başka
şeylerdir, çünkü araştırmaktan, öğrenmekten kaynaklanan
haz daha çok araştırmaya, daha çok öğrenmeye götürür.
Hiçbir hazzın bir sanatın eseri olmaması da akla uygun, çün­
kü sanat başka hiçbir etkinliğe de özgü değildir, sanat ola- 25
nağa özgü bir şey -hoş koku sanatı, yemek yapma sanatı
hazza özgü görünse de bu böyle-. Ölçülü kişinin hazdan
kaçması, aklı başında kişinin acıdan bağımsız bir yaşamı iz­
lemesi, çocuklann ve hayvanlann haz peşinde koşması,
bunların hepsi aynı temellendirme ile çözümlenir. Çünkü
madem kimi hazlar bir biçimde saltık anlamda iyi, bir biçim- 30
de de hazlann hepsi iyi değil, dedik; çocuklar ve hayvanlar
bunların peşinden koşacak, aklı başında kişi bunların içinde
acı getirmeyeni izleyecektir. Aızuyla ve acıyla birlikte giden­
leri, yani bedensel olanlan (böyle olanlar bedensel olanlar)
ve bunlann aşırılıklarını izleyecek olan kişi ise, onlara düş­
kün olan haz düşkünü kişi olacaktır. Bunun için ölçülü kişi
bunlardan kaçar, ama ölçülü kişiye yakışan hazlar da var. 35
Ne ki acının hem kötü hem de kaçınılması gerekli bir 1153b
şey olduğu görüşünde birleşilir. O ya mutlak anlamda bir
kötüdür ya da belli bir şekilde bizi engellediği için kötü­
dür. Kaçınılması gereken ve kötü bir şey olduğu için, kaçı­
nılması gereken bu şeye karşıt olan şey iyidir: Demek ki
hazzın bir iyi olması zorunlu. Speusippos'un daha büyüğün
hem daha küçüğe hem de eşite karşıt olduğu yollu çözümü 5
doyurucu değil. Nitekim O, hazzın kötü bir şey olduğunu
ileri sürememekte. Kimi hazlar kötü ise, bazı bilgilerin kötü
152 VII. 13 .
TIpa etvai, et (vıaı ^avAaı ^bovai, &<nt€p Kal kTfvmff\i.r\v rıva
ivCtûv <f>avk<iiv ovo’&v. X<r(os koİ h>ayKaXov^ fîırfp kKaarrıg
lo €l<Tiv İp 4pytıaı ave/ütıroStorot, fîff ^ ıraa-âp ipipyeıâ
ioTip fvbaıpopCa elre fj rıphg avrâp, &p jf apepTTobıaros, aıpe-
Tcardrr}!/ eıvat* tovto b' eorlv ^bopı^, &<tt€ eti} &p rts ^boprı
To &puTTOPf T&p TTokKâp ffbop&p <j>avXaip cvaSipf el İrvyep,
aırk&s. Kal 5 ta tovto ırâpTes top evbaCpova rıbbp oîovTaı filov
15 eıpai. Kal ipTrk^Kovaı fjboprıp e h t^ p evbaıpopiap, evk6y<as’
ovbepıa yap ivepyeıa Tİketos ipırobıCopivr], ıj 5* evbaıpovCa
T&p TekeCüiP' bıö TTpoabeÎTat 6 evbaCptûv t &p İ p atopaTi âya-
d&p Kol T&p İKTOS Kal Tjjs Tvy^gy bırutg p.^ ip-aobiCfiraJL
Tavra, ol be top Tpo\ıC6pepop Kal top S u o r v ^ ıa ts peyâkaıs 3
20 TrepiTrı'-nTOi/Ta evbaCpova <f>âaKOPTes etvat, iav t) ayados, ^
İKâvres fj ÜKOvres ovbip kiyovcrıp. bıa bi tö TrpoabeîarÖat Trjs i
Tvyrıs boKeî tlctI tovtop eîvai ^ eirvxCa Trj evbaıpop((i, ovk
obaa, iv e l ko.1 avrr} vvep^âkkova-a ipırobıog iarıv, Kal teras
oİ kİ ti ebrv^lav Kokeîp bİKaıop" vpos yap t ^ p evbaıpopCap
35 <5 bpos aİTİjs. Kal râ bıe&Keıv 5 ’ Aıravra Kal drjpla Kal iv~ 6
Opdıtovs TriP rjbov^p (rqpe'i6p ti tov elvaC ırtoy tö İpıarop avrqv'
y ourjf ırâpıtav a)roXXvra(, îjv rwa \aoi
vokkol , . .

dXX’ ^weı o v \ ^ airr^ ovre <f>v<rıs ovû* İ£ıs 17 ipCarrı ovt İarıp 6
30 ovre boKeîf ovb* ^bopijp bt^KOven t^ p avTTfv ıravres, ^bov^v piv~
Toı Trdpres. îa a s b i Kal bıeoKOvenv oı>x olovraı ovb' ■^p b.p
(f>aXev, okka t^ p avnjp' Tt&vra yap <f>v<reı exet ti detov.
dkk* elkT^(f)a(rı t^ p tov âpdparos KkrjpopopCap al o-apanKal
fıbopal 6ta t5 TrAetoroKts re ırapa^âkkeıp eh avras Kal
35 ledpTas /aer^ety avr&p' bed t 6 povas obv yvapCpovs eıvaı

24. oİK İ9TİV M*» r 27. otrıt K*» A s p .; otfrj ye vulg. Ao«( T : ol
K*: om. vulgf. 28. ıroAAol (jpyti(owny F HeUodorus 32. t i] rh K**
152

olmasına karşın herhangi birinin en iyi olması gibi, herhangi


bir hazzın 'en iyi' olmasına hiçbir engel yok. Her huyun en­
gellenmeyen etkinlikleri varsa, gerek her huyun gerekse on­ 10

lardan birinin etkinliği, engel olmamak koşuluyla, mutluluk


olabiliyorsa, bunun en çok tercih edilecek şey olması zorun­
lu. işte bu haz. Dolayısıyla çoğu hazlar kötü olsa bile, her­
hangi bir haz, denk gelirse, saltık anlamda 'en iyi' olabilir.
Bunun için herkes mutlu yaşamın hoş olduğunu düşünüyor
ve hazzın mutluluğa bağlanması de yerinde. Nitekim engel­ 15
lenmiş hiçbir etkinlik lam değildir, oysa mutluluk lam/mü-
kemmel şeylerden. Bunun için mutlu kişi bunlarda engel­
lenmemek amacıyla, bedendeki iyilere, dışa ait ve talihe ait
iyilere gereksinim duyar. Kişi iyi olduğu sürece, o tekerlek
altına girse bile, en büyük talihsizliklere düşse bile mutlu­ 20
dur, diyenler ya isteyerek ya da istemeden anlamsız bir şey
söylüyor. Sonra, mutluluk talihe gereksinim duyduğu için
kimine göre talih açıklığı ile mutluluk aynı şey; oysa bu
doğru değil, çünkü talih açıklığı da aşın ise engelleyici oldu­
ğundan ötürü, herhalde mutluluğu talih açıklığı diye adlan­
dırmak haksızlık. Onun tanımı mutluluğa bağlı olmalı. Tüm
hayvanların, tüm insanlann haz peşinde koşmalan, onun 25
belli bir şekilde en iyi olduğunun bir kanıtı.
"Boşuna değil bu ün, ki onu
pek çok kişi..."^
Ne ki, madem ne en iyi doğa ne de en iyi huy aynı,
öyle de düşünülmüyor, herkes bir haz peşinde koşar ama 30
herkes aynı hazzı aramaz. Belki de haz olduğunu bile dü­
şünmeden, ya da bu adı vermeden onun peşinde ko­
şuyorlar. Nitekim herşey doğal olarak tannsal bir şey ta­
şır. Fakat daha çok onlara atılındığı ve herkes onlardan
pay aldığı için, haz adının mülkiyetine bedensel hazlar sa­
hip çıkmıştır, imdi yalnızca bunlar tanınmış olduğundan 35
VII. 1 3 -1 4 . 153
7 ravrar novas otovraı cim i. <^avtphv koI Sn, el fi^ fıbovrı ıi6 4 <
Sryadov koI T) İv4pyeıa, ovk coraı Cw tov (vhalp.ova'
TÜfos yap İviKa Scoı âv avrrjs, eîırep /x^ âyadov, &Kkâ
Kal Xxmrjp&5 ivS 4\€Taı Cvv î ovrc kokov yap ovt ayadop ^
köm ı, eVnep f«j8’ fıbovrı' «orc 8ıa t C âv ^ e v y o ı; ovbe s
bfı ^bC<av 6 ^Cos S TOV aırovbalov, el pfı Kal al ivepyeıaı.

X IV . ricpl öc bfı T&v <T(jip,anK&v fıbovStv İTTurKeTTTİov roîs


kiyovnv o n İvtal ye ^boval alperal a<f>6bpa, oîov al Kokai,
2 oAX’ ovx al <r<apxLnKai Kal trepl âs 6 aKokaa-TOS. bıâ n ovv to
al ivavTiaı kv v a i n o \ 0 rıpa( ; kok^ yap âyadhv evavriov. fj
oStüİİ âyaOal al âvayKoiaı, o n koX to pfı kokov âyadov
ia rıv s ^ fJ^4xpı tov âyaO at; t &v pikv yap 4 ^ea>v ko.1 Kijrqa-e(ûv
Sarcav p.fı (<rrt rov ^ekHovos âTrep^okfj, ovbi Ttjs fıbovrıs’ o<roiv
d’ loTi, Kal TTjs fıbovrjs. Sarıv 8 ^ t &v fra>ıxanK&v âyaû&v 15
xnrepfiokıq, koİ 6 <t>avkos r f bı&Keıv ttiv îmepfiokfjv eanv,
oAX* ov Tas âvayKaCas' rrâvTes yap \aCpov<rl vcas koI
oyf/oıs Kal oîvoıs Kal â<l>pobi(rtoıs, âkk' ot>x Seî. 4 vavnu>s
8’ İ ttI Tİjs kSmıs’ ov yap t ^ v vırepfiokfjv <l>evyeı, âX)C 5 ka>s'
ov yâp ia r t Trj İTtep^okfj kvırrı ivavTİa dX\’ rj t ^ bı&KOvn 20
rfıv iırep/3 oktjv.
S ’ E ttcI 8’ ov ııovov bel Tâkrjdes elvelv âkkâ Kal ro oItlov 16
TOV y/reSbovs’ tovto yâp ovp.ftâkkeTaı ırpits tjiv nLanv'
Stov yâp eSkoyov tpavrj t 6 bıâ ti <f>alveTaı âkrıdes ovk Sv
âkrı6 4 s, mareSeıv rroıel np âkrıOel p .â kko v. <5 otc keKTİov 25
4 bıâ t I ıftaivovraı al a-u>p,aTiKai ’^boval alpeT&Tepai. rrp&Tov
ixev oZv bfı Sti İKKpoSeı rfıv kSmıv' Kal bıâ tos ımepj3 okâs

1154* 1. fiil 4 ^ 1^ M** Asp. 2. ^ om. 4. o tr' iyaiBîhy yiıp


o5rc Konhr 10. İAA’ om. K** 14. Ihruy S*] roAruy S* K**
15. 9k T&y K**: r S y Si vulg. i y a $ & y K**: iıyaSûy i t r r i v vulg. 27.
oly om. L**M** F
153

yalnızca bunlann varolduğu sanılıyor, oysa şu açık: Haz, bir 1154a

•iyi’ ve 'etkinlik' olmasa, mutlu kişi hoş bir yaşam süremez.


Haz, bir iyi olmasa, mutlu kişinin acı içinde yaşaması olası
olsa, o, hazza ne için gereksinim duysun? Haz iyi ya da kötü
bir şey değilse, acı da iyi ya da kötü bir şey olmaz, dolayısıy­
la ne için acıdan kaçılsın? Onun etkinlikleri de olmasa, er­
demli birinin yaşamı da hoş olmaz.
Bedensel liazlar konusunda, bazı hazlann, sözgelişi gü­
zel olanlann, son derece tercih edilebilir olduğunu ama haz
düşkününün ilgilendiği hazlann ve bedensel hazlann böyle
olmadığını söyleyenlerin dediklerini incelemek gerekiyor: 10

İmdi bu hazlara karşıt olan acılar niçin kötü olsun? Kötüye


karşıt olan şey 'iyi'dir. Yoksa kötü olmayan şey iyi olduğu
için, zorunlu olan hazlar iyi mı? Ya da belli bir noktaya ka­
dar mı iyi? Daha iyinin bir aşırılığı yoksa huylarda ve devi­
nimlerde hazzın da bir aşınlığı olmaz, oysa daha iyinin aşı­
rılığı olabilen şeylerde haz aşınlığı da olur. Bedensel iyilerin 15

bir aşınlığı olabilir ve kötü kişi zorunlu hazlan değil, aşırılığı


izlediği için böyledir. Nitekim herkes belli bir şekilde yiye­
cekten, içkiden, cinsel bazlardan hoşlanıyor ama herkesinki
gerektiği gibi değil. Oysa acı konusunda tam tersi: Acının
aşınlığından kaçılmaz, acıdan hepten kaçılır. Acı, onun aşı­ 20
rılığı peşinde koşan kişi dışta kalmak üzere, haz aşırılığına
karşıttır.
Ne ki, yalnızca doğru söylemek değil, yanlışın nede­
nini de göstermek gerekiyor, ikna için geçerli olan bu:
Doğru olmayan şeyin niçin doğruymuş gibi göründüğü akla
uygun biçimde ortaya çıkınca bu, doğru olana daha çok
inanmayı sağlıyor. Dolayısıyla bedensel hazlar niçin daha 25

tercih edilebilir görünüyor, bunu söylemek gerek, imdi bu­


nun ilk nedeni, bunların acıyı yok etmesi, insanlar acının
154 VII. 14 .
Ttji kvırrıs, &s oi<n)i larpclas^ t^ v ^bov^v bı<&KOV<n t^ v tJıre/)-
fiâkkovaav koİ o km t^ v o-to/üiariK^v. (r^obpal be yCvovraı
30 ai larpeîaif bıh Kal bı^Kovraı, bıa rh vapâ rh kvavriov
<f>alve(r6aL. Kal ov aıtovbcûov b^ 5ok6Î t} ^bovrj bıh bvo raCro,
&o“nep eîprjraiy 3rı at pikv <f>avkrfs <f>if<re<ag el<n ırpi^eıs {rj
€K yeveTrjs, âaırep OriploVy rj b ' İ 0 os, olov al t & v <f>o3ka>v
â.v6p<arr<ûv), at b* larpeıaı [o n ] ivbeovsy koİ ^ e ı v ^ikrıov fj
1164 *>yCvea-dai' ot 5 ^ (rvp.^aCvovcrı Tekeovp.4v(av' Kara (TvpiPefirjKos
oZv {rnovbalaı. İ ti bi(&Kovraı bıh t6 trıfrobpal eîvai 3rrd 6
TÛv akkaıg p.rı bvvafievmv \aipeiv' airol yovv airoîs bCrlras
Tivas TtapacFKevh^ova'iv. Srav püv obv h^ka^eıgy hvemripırjTov,
S Srav di ^ka^epds, <f>avkov. ovt€ yap İx.ovaıv İrepa ols
yaipovaıvy ro re p.r\beTepov rrokkoîg kvmjphv bıh t^ v ıpfufnv,
&el yap rroveı to tSoTrcp Kal ol <f>v<rıok6yoı p.ap-
Tvpovaı, TO opav, tö hKoiieıv (frha-KovTes etvai kvrrrjpSv’ '
akk' rjbr} avv^Oeıs i(rp,4 v, (fraaCv. 6p,ola>s b* iv piiv Tİj a
10 veoTTfTi bıh TTjv av^rjaıv &<nTep ol olvtopÂvoı bıdKeıvraı, Kal
fıbl) T) veoTijs. ol bi p.ekayx^okiKol t^ v (pijaıv beovTaı del
laTpeias' Kal yhp to cr&p,a baKv6p.evov bıarekeı bıh t ^ v
KpaaıVy Kal hel iv hpe^eı axf>obp^ ela-(v‘ i^ekadveı bi ^bovrı
kvTTtjv rj T ivavrLa Kal rf rvypvaa, ihv fj layypd’ Kal bıh
»5 toSto iiKokaaTOi ko.1 (fravkoı ylvovraı. ol 8’ &vev kvrr&v 7
ovK İyovaiv rmep^okrıv' abraı 8^ t &v ^t/oeı fjbiaiv Kal
/X7j KOTo <Tvp^el3 r]K6 s. key<û be KaTh <n)p.^e^r]Kog ^bia
ro laTpeTJOVTa’ 8ti yhp avp.fiaCveı laTpedeadaı tov irro-
p.evovTos vyıovs TrpâTTOVTâs n , 8td tovto fjbr) boKeî eîvai'

29 . (npiSpa K» 30 . al om. K'’L*> 32 . f) om. K** 34 . at


scripsi: a / codd. 3ri om. Asp. 1164'’ 1. 3^] fort. 3^ 6. iripay
K**: iripas r 7. <p»(rıo\iyoi A sp.: <pwrtKol K” : tftvırtKol \6yoi vulg.
8. post 6pây add. Kal M** 9. 3*] Si Kal T piv om. K'’ 16. Si
K**: Si td vulg. 19. Tl om. K** toCto] toCto Si K**
154

aşınlıklan yüzünden, sanki bir tedavi aracı gibi, aşın hazla-


nn, genellikle de bedensel hazlann peşinden koşuyor. Kimi
zaman "tedavi" fazla oluyor, bunun için karşıt olanın dışında 30
görünmeleri yüzünden onlann peşinde koşuluyor. Dediği­
miz gibi, şu iki nedenden haz erdemli bir şey değildir, diye
düşünülüyor: Bazılan kötü bir huyun eylemleridir (ya hay-
vanlannki gibi doğuştan ya da kötü insanlannki gibi karak­
terden ötürü); bazılan tedavi aracıdır, bir yokluğu giderir,
oysa sahip olmak o hale gelmekten daha iyi. Kimi hazlar ise ıi54b
tamamlanma aracı olarak sözkonusu, dolayısıyla yalnızca ili­
neksel anlamda erdemlidirler. Aynca güçlü olmalan yüzün­
den, başkalanndan hoşlanamayanlar tarafından arananlar
var, yani bunlar bazı açlıklan gideriyor. Zararsız olduklann-
da bu kınanacak bir şey değil, zararlı olduklan zaman ise 5
kötü bir şey. Böyle kişilerin hoşlanacaklan başka bir şey yok­
tur, doğa gereği, ikisinden hiçbirine sahip olmamak da çoğu
kimse için acı getiren bir şey. Nitekim "görmek, işitmek bile
acı verici" diyen doğabilimcilerin tanıklık ettiği gibi, canlı
varlık hep sıkıntı içindedir; ne ki, dediklerine göre çoktan
alıştık buna. Aynı şekilde, gençlikte, gelişmeleri nedeniyle,
insanlar sarhoşlarla aynı durumda, gençlik de hoş bir şey. 10
I\arasevdalılar ise doğal olarak her zaman tedavi aracına ge­
reksinim duyar, çünkü onlann bedeni, durumlanndan ötü­
rü, sürekli olarak bilenir, hep fazla iştah içindedirler. Haz
güçlü ise hem ona karşıt olan şeyi hem de herhangi bir acıyı
kovar, bundan ötürü insanlar haz düşkünü ve kötü oluyor.
Oysa acıdan bağımsız bazlarda aşınlık olmaz; bunlar ilinek- 15
sel anlamda değil, doğal olarak hoş olan şeylere özgü.
"İlineksel anlamda" derken tedavi araçlannı kastediyo­
rum, bedenin sağlam kalan parçası bir şey yapınca iyi­
leşme oluyor, bu yüzden tedavi aracı hoş gibi görünüyor.
VII. I4—VIII. 1. 155
8 <l)v<r€i 8’ fıbia, h ıroift ırpâ^tv rrjs roıâa-de <f>v<T€an. ovk 20
del 3’ ovdiv ^bb rh airo dıâ râ /jLİf &TT\r}v etvai rrıv
<f)V<rıp, dA\* kvtivaL ti Kal hepov, Kadb <l>dapToif aJore &v
Tl ûdTepov ırp&TTjiy tovto Tfj kTİpa <f>va-€i vapd 0 ı/(nv, 8 tov
8’ ItrdCriy ovre \vm jpbv boKeî ov6' ^bv t6 TrpaTTOfievov' eırel
et Tov fi <l>V(ns aırki} €Îrı, del ^ avTrı ır/Ja^ıs fıbi<m\ eorat. 25
8to d 6fos del p.Cav Kal cnrkjjv \a ip ^ı f\bovrıv‘ ov yap p.6vov
Kivfi<r€<&s ^OTiv iv^pyfta dAXd Kal â.Kivıı<rCas, Kal ^bovfı
pLokkov iv fip€pLİq. ia rlv ff iv Kivfı<rfi. /xeraj3 o \^ 8^ ıtâvTtav
ykvKV, Kara tov ırotıjTijv, 8td TtovripCav Ttvâ’ âaırcp yhp
dvdptûitos evfierd/3oXos 6 rrovrıpost Kal fi <f>v(rıs b beopLİvrı 30
lifTa^okfjs’ of) yâp &Tt\fj ovb’ iırifiKi^s.
9 rie/sl n iv obv iyKpoTfias Kal â-KpatrCas Kal ırfpl b^ovrjs
Kal kvTTTis eî/j»jraı, Kal t C İKaınov Kal tt& s rd püv ayaöd
avT&v itrrl rd 8^ KaKd' konrbv 8^ Kal Trepl <f>ı\las ipovp.ev.

0. U 55'

Merd 8c raCra ırepl (f)i\Cas ^ttoit dv bıekâeîv’ lo rt


yap dpen/j rıs fj /xer’ dpfTrjst ^Tt 8’ dvayKaıoTaTov fis tov
fiiov. âvfv yap <f>Ckoiv ovbds İkoiT* hv 0}v, İX(OV rd konta 5
ayada Tsdvra' Kal yap ırkovrova-ı Kal dpyas Kal bvvaarfLas
KfKTruUvoıs boKfî (jiiktûv ııdkıoT* ftvai XPfCa' t Cyap o<f>fkos
Trjs Toıavrrıs fifTripias d<^aıpe^e^<^JS €Vfpy€<rlaSy fj yCyvfTaı
pLokıara Kal ^wow»er<ördr>y vpbs <f>Ckovs ; ^ tt&s hv TriprıdeCrı
Kal (Tt^^oiT dvfv <f>Cktov ; Strıp yap ırkfCtav, Toaovrtp i ‘7u<r<f>a~ t o
2 kftrripa. iv ıt€vCq re Kal ra îs koıvaîs bvarv^Ccus ndvtıv
otovraı Kara^vy^v elvaı rov9 <f>Ckovs. Kal vioıs 8^ vpbs rd

21. S*om. K** 22. ^ofiroi Asp.: ^aftri codd. 29. <yXvıcd A sp. :
yKuKİTOTOV K**L*’ r 84. Kcd om. K** r 1166* 6. Keâ Svycurrtlas
om. K‘ 11. Tc] Sh r 12. Si] 8« L“
155

Oysa doğa gereği hoş şeyler, bizde buna karşılık gelen do- 20

ğamn eylemini sağlayan şeylerdir. Aynca ne olursa olsun,


hoş şey aynı değildir, çünkü bizim doğamız yalın değil, ter­
sine her zaman onda, ona göre bozulmanın söz konusu ol­
duğu, değişik bir şey var. Dolayısıyla bunlardan biri bir şey
yapsa, bu ötekinin doğasına aykın bir şey oluyor, eşit ol-
duklannda yapılan şey ne acı verici, ne de hoş görünüyor.
Kişinin doğası yalın olsa hep aynı eylem en hoş şey olabilir- 25

di. Bunun için tann, hep yalın ve tek hazdan hoşlanır, çün­
kü yalnızca devinimin değil, devinimsizliğin de bir etkinliği
vardır, haz da devinimden çok dinginlikte bulunur. Ozana
göre d e ^ her değişiklik tatlıdır ama bu bizim doğamızın bir
kötülüğü yüzünden, çünkü nasıl çabuk değişen insan kötü
bir insan ise, değişikliğe gerek duyan doğa da kötüdür, nite- 30

kim o ne yalındır ne de doğru.


imdi kendine egemen olma, kendine egemen olma­
ma; haz, acı, bunlardan sözettik: nedir, bunlann kimi nasıl
iyi oluyor, kimi de nasıl kötü oluyor, bunlan belirledik. Şim­
di de dostluktan sözedelim.

SEKİZİNCİ KİTAP 1155a

Bundan sonra dostluktan sözedebiliriz, çünkü o ya bir


erdem ya da erdemle birlikte giden bir şey. Aynca yaşam
için son derece zorunlu. Bütün öteki iyilere sahip olsa bile
hiçkimse dostlardan uzak bir yaşamı tercih etmese gerek.
Zenginler için, iktidan, gücü ellerinde bulunduranlar için
dostlar çok gerekli görünüyor. Dostlarla ilgili olarak en övü­
lecek şey olan yardımlaşma çekilip alındığında bu tür iyi
durumda olmanın ne yaran olabilir? Dostlar olmadan bu
durum nasıl elde tutulup korunabilir? Çünkü ne denli çoksa 10
o denli güvencesiz. Gerek yoksullukta gerekse başka talih­
siz durumlarda tek sığınağın dostlar olduğuna inanılıyor.
166 VIII. I.

ivafiApTTiTov Kal vpta-pvripoıs ıtpog Otpa-ntlav koX t 6 ^X-


Kfîvov Tİjs ırpd^ffûs bı iurddvfMV fiorıdeias, roîs r* iv İKpfj
*5 -ırpbs Tas Kokas ıtp&^tıs’ “ <r6v t« öiî’ ip^opUva/* Kal yap
vorja-aı Kal ırpa^aı bvvarf&rfpot. 0ı/(r« r* ivvTTâpyfUf İ oik€ 3
ırpbs To y€y€vvrjp4vov rtp y€w/ı<ravTi Kal ırphs ro yevınjcrav
yfVvrıdivTL, ov p6vov iv &vdp<aiTOis i k \ â Kal iv Spvun,
Kol Toîs ırkfiaroif r&v Ojfo>Vf Kal toîs 6no(6v4<n vpbs İ\~
20 kriko. Kal paklara toîs avdpÛTroıs, bdtv rovs <l>tkavdp<&TTOVs
iıraıvovpev. îboı 5* &v tls koI iv toîs vkdvaıs d>s oIk€Îov
âıras âvâpcûTTOs âvdpdirrfp koI <}>lkov. İoiKe b i koI r â î sTd- i
k f i s avvdyeıv ^ (fukCa, Kal ol vopodİTaı pAkkov vepl avrrıv
inrovbâC^tv rj ttiv biKaıoadvrıv' ^ yctp bpovoıa SpoıSv ti t^
25 <l>ık(<f İoiK€V fîvai, To&nıs be p âkıa r i<f>tevraı Kal t^v oto-
n v 4\6pav o^aav pdkıara i^ekadvovaıv* Kal <p(ka>v p iv ovronv
oı^iv bel biKaıooTJvrjs, bUaıoı 5’ (Ivres Ttpoabiovraı <f>ıklas,
KOİ t Qv biKoliûv TÖ p ik ıa r a <f>ıkiKov eîvaı boKcî. ov p6vov 6

ö’ dvayKaîdv ia rıv â k\a Kal Kokdv’ Toi»s yâp <fnko<j>Ckovs


30 ivaıvovpev, ij Te vokv<f>ıkla boKeî t & v Kok&v İv ti eîvaı'
KOİ İ ti rov9 avroits oîovraı İvbpas &yadol)s eîvaı koi tfrlkovs»
2 Aıap<Pıa-firıreÎTaı b i stepi avrijs oİ k 6k(ya. ot p^v yâp 6

6pMt6rriTâ Tiva rıdiatrıv avr^v Kal toİis 6pu)Covs (frCkovs,


■ ^ev t 6v Spunöv <f>aaıv &s Tbv SpMiov, koi Kokoıbv ttotI
35 Kokoıoi', Kal Tâ ToıavTO' oi b* i ( ivavrCas Kepapeîs stdvra:
1166 »"ovs Toıodrovs âkkı^koıs <l>aaıv eîvaı. Kal stepi aîrr&v TO&rtav
âv<&Tepov istıCv^ovaı Kal <f>vaiK<İTepov, EvpıstCbrıs pev <pâaKu v
ipav p iv âp^pov yaîav ^pavdeîaav, ipâv be aepvöv ovpavâv

14 . jSo^ffcıaM'’ : Poi)$t7 cod. Par. 1417 (et fort. Asp.) 17 . rpits—koI


om. K** r »pir rh yttvriffay r y ytvvrfiivrt om. M** 22. wâs K**
29. fpl\ovs K** M'> 80 . ^ı\xxpı}Jia T 8 1 . koI trı K**L" : ko) İvıoı
M** r : frı KOİ tvıoı Aldina (koI fort. post oîovraı ponendum) 86. rk
K*> : fcr« M*»r U66*’ 2. ttcHcn;. K”
156

Dostluk gençlere yanılgıya düştüklerinde, yaşlılara bakım


için ve güçsüzlük yüzünden ortaya çıkan eylem eksikliğine
yardım için; yetişkinlere ise güzel eylemler için gerekli, çün- 15

kü "iki kişi birlikte olunca"^® hem daha iyi düşünebilir hem


de daha iyi eyleyebilir. Aynca öyle görünüyor ki dostluk,
doğuran için doğana karşı, doğan için de doğurana karşı
d o ^ l olarak var. Bu yalnız insanlarda değil, kuşlarda, hay-
vanlann çoğunda da böyle. Aynı türden olanlarda biribirle-
rine karşı, ama en çok insanlar arasında; bundan ötürü kimi
"insansever" kişileri övüyoruz. Yolculuklarda her insanın bir 20

başkasına nasıl yakın ve dost olduğu görülebilir. Dostluğun


devletleri de ayakta tuttuğu, yasa koyuculann adaletten çok
onun üzerinde durduklan görünüyor: Nitekim fikir birliği
dostluğa benzeyen bir şey; özellikle bunu gözetiyorlar, düş- 25

manı olan anlaşmazlığı da olabildiğince uzak tutmaya


çalışıyorlar. Dostlar olduktan sonra adalete bile gerek yok,
ama adil olanlar dostluğa gereksinim duyarlar: Dostluğa
yatkın olma özellikle adil kişilere özgü görünüyor. Yalnızca
zorunlu değil, güzel bir şey de. Dostluğu sevenleri övüyo­
ruz, dost bolluğunun güzel bir şey olduğu düşünülüyor. 30

Ayrıca iyi insanlann ve dostlann aynı kişiler olduğuna ina­


nıyoruz.

Ne ki, dostluk konusundaki tartışmalar da pek az


değil. Kimi onu bir benzerlik olarak alıyor, benzer kişi­
leri dost sayıyor, bundan ötürü de "benzer benzerine,
kuzgun kuzguna" vb. diyor. Kimi, benzer olan herkesin
birbirine karşıt 'seramik' gibi olduğunu ileri sürüyor. 35

Aynı konuya uzaktan, fiziksel bakışlar da var: Kurak 1155b

toprağın yağmuru, yağmur dolu kutsal gökyüzünün top­


rağa dökülmeyi sevdiğini söyleyen Euripides;^^
VIIL 1—a. 157

7tkqpo6ıuvov Sfi^pav vtfrtlv i t yaZav, Kal *HpâKkeiTot rd


ivr((ovv avpf^pop Kal İ k t &v huı^epovriûv KaKKltm\v &p- S
fiOpCav KoH ırivra Kar* İpıp yiptadai' i ^ ipavrlat ro^roıt
&KXoi re kcX 'Efiirc8 oıcX^s* r i yiip Spoıop rov âpo(ov i<pU-
7 o-ûaı. rh p iv oiv <j>v<riKa r&p h,vopr\pixuiP i<f>€C<rd<a (ov yhp
olKfîa rrjt lrapoı6aT}t o’K^^eo)?)' Stra b' iarlp apOptoTUKh Kal
avTİK€t t lt ra rjdrı Kal rci vidrı, ravr* İTtı<rKf}^fâpida, oîov
virepop iv vcutl yivfrat, <f>ı,kCa rj otov re p^yörıpavt
avrat if>lKovt dvaı, Kal ırörepav İv elSor rrjt ıjnklat lo rlv
fj trkeia. ol p iv y^p iv ol6p.€voı^ 5rı ivıZ4\€raı rb pSikkov
Kal [rd] ^rrov, ovx Uav^ vfvurre^KCun arrıp.€(^' b4\€raı yap
rb pJakkov ıcal [rd] fjrrov koİ râ Irepa r^ eldeı. etprfraı b* <5
rnrip air&v İpırpotrdfv. ^
n. T<txa i ’ &v yivoıro vtpl airâv (f)av€pbv yva>pı<r64vrot
roi3 <f)tkrırov. doKeî yap oi vâv <f>tknî<râaı âkkâ rb (fnktırov,
rovro b* eZvaı âyadbv ^ fjbv fj \p^<npov’ dJ^eıe ö’ hv XPV”
<rıpx>v eîvai bC ob yıveraı iyadov u rj rfbov^l, <S>ore <j>ıkrfTâ
2 &v efi} riyaBov re Kat rd î)öv &t r 4kıj. Trdrepov obv râyadbv
<f>tkowrtv rj rb airrott byaddv; bıa^atveî yap Ivıore ravra.
bpoCm öl Kat vepl rb ^bd. ÖOKet öl rd a d ry iyadbv <pc-
k fîv İKaoTOf, Kal tîvaı inrk&t p iv râyadbv tfnktjrdv, İKdanp
öl rd İKâartp' ifnkeî ö* İKaarot o i rb âv ad ry âyaâbv âkkâ 25
rd if>aip6p.€vov, btoC<r€i ö* ovb4v’ lo ro t yap rb tfuktırbp ^ a t-
8 v6p€vov. rpt&v ö* ovrfvv bC h ^tXovo'tv, liri ftlv Tjj r&v âyffv~
\iov ^tAıyo-et ov k4yeraı <f>ık(a' ov yâp iarıv âvn<l>Ckr]<rıtf ovöl
fiodkffo’it İK€Cv(p âyaâov (yfkoıov yâp taart rıp otv<p Şovkea-0ai
râyadât dXX* etırep, <r(f^€<r$<u fiodkeraı aiırdVf tva avrbt 30
^X0)’ ^ikip <l>aai öetv /3 o<;Xe<r0 aı râyaOâ İKeivov İ vcko,

14. Tİ om. 15. r5 o m . 20. ^ıKırrİK K** L** 21. ftr


<h|] tîraı K>* 23. fort. »OKct H 27. 8 t* om. K" M ] İp
M* 29. İMİPr scripsi: İKtirmp codd.
157

çelişkinin yararlı olduğunu, en güzel uyumun karşıtlıklardan


ve her şeyin çatışmayla oluştuğunu söyleyen Herakleitos.^
Bunlann karşısında Empedokles gibi başkalan da var: Benze­
rin benzerini aradığını söylüyor O. İmdi biz, fiziksel açıklama-
lan bir yana bırakalım (şimdiki araştırmamıza uygun değil),
insanca olanlan, karakter ve tutkularla ilgili olanlan inceleye­ 10

lim. Sözgelişi acaba dostluk herkeste ortaya çıkmaz mı, kötü­


ler dost olamaz mı? Yine acaba yalnız bir tür dostluk mu var,
yoksa daha çok mu? Kimi, onda bir aşınlık ve azlık sözkonusu
olduğu için, tek olduğuna inanıyor, ama bunlann güvendikle­
ri kanıt yeterli değil. Çünkü tür bakımından değişik şeylerde 15
de daha çok ve daha az sözkonusu: bunlardan daha önce sö-
zetmiştik.
Sevilen şey ne, bu bilinirse belki bunlara bir açıklık getire­
biliriz. Her şey değil, sevilen şey sevilir görünüyor. Bunun da
ya iyi, ya hoş ya da yararlı olduğu düşünülüyor. Ne ki, onun
aracılığıyla bir 'iyi' ya da bir haz ortaya çıkan şeyin yararlı oldu­
ğu düşünülse gerek, dolayısıyla sevilen şeyler amaçlar olarak
'iyi', 'hoş' olabilir. İmdi acaba insanlar 'iyi'yi mi yoksa kendileri 20

için iyi olanı mı seviyor? Bunlar kimi zaman farklı olsa gerek!
'Hoş' ile ilgili olarak da bu böyle. Her kişinin kendisi için iyi
olanı sevdiği ve sevilen şeyin saltık anlamda iyi olduğu düşü­
nülüyor, oysa her kişiye göre kendisi için iyi olan şey öyle.
İmdi herkes 'kendinde' iyi olanı değil, kendine öyle görüneni 25
seviyor. Ne ki bu farklılık hiç önemli olmasa gerek, çünkü iyi
görünen şey, sevilen şey olacaktır. İmdi sevilen şey bu üç şey
olduğuna göre, cansız nesnelerle ilgili yakınlığa "dostluk" de­
nemez, çünkü sevgi karşılıklığı yok, onun için bir iyi şey de is­
tenemez (ona sahip olunması amacıyla, komnmasının isten­
mesi dışında, şarap için iyi şeyler istemek herhalde gülünç). 30

Oysa dendiği gibi, dostlukla ilgili olarak, dostun kendisi için


158 V III. a— 3.
roirf 5^ P ovKoimİ vovs oUtod TâyaÛa fivovs \^yov<rtp, h,v
TavTo Kol Trap* İKcCvov yCvrjraı' eivotav yap iv iam'tt€'Rov96(n
<f>ıXCav etrat. fj vpo<r6€Tİov KavB&vovorav; voXXoi yâp i
35 (la-ıv fZvoi ot; ovx kcapAKaaıv, ivoXapft&vov<rı 5^ imciKCLs

1166 “ fîvai fj xprıcrlpovs' rovTo 6 ^ to avrd kİlv İKtlviov Tis ıri6oı


Trpos TovTov, (vvoı p iv ofiv ovTOi <f>alvovraı iAAîjAoıs’ <f>ı-
Xovs Se TTÛs &v TLS cIttoi XavOâvovTas &g İyovmv iavroîg; dcî
âpa evvoeîv aXXrjXoıs Koi povXeor6at riya d a pfı XavBavovrag
5 bı İv Tl T&v ilprıpfvoav.
3 Aıa<f>ipfi öe r a v r a &XXr]X<av ctder Kal al (f>ıXıftreıg III.
&pa Kol al 4>ıXıaı. rpLa bfj r a rfjs <f>ıX(as etdr/, l<râpıBpa
Toîs <j)iXîjToîg' KaB* İK a a ro v y â p i a r ı v âvT i^(X rfvıg ov X avBâ-
vov<ra, ol b i <f>ıXovvTes âXXriXovs ^ o v X o v ra ı r â y a B a âXXfiXoıs
lo Taârrf ıj <fnXov<rıv. ol p i v obv ö ıi r o \pfı<npM v <f>ıXovvT€g âX-
XfjXovs o v Kaö’ a^rous <f>ıXov<rıv, İXX* fj yC v^ral n a v ro ıg irap*
âXXfiXu>v iy a B o v . opoCms be n a l ol bı* ^bovfjv' o v y â p r<p
rroıoâs r ıv a s e îv a i â y a n S ta ı r o v s e v rp a ‘jTİXovgf âXX* 3 r ı fjbels
avTOÎs. o t r e bfı b ıa r b yp ı^ o ıp o v <fnXovvTes b ıâ r b a v r o îs 2
15 İy a B o v a r ip y o v o if Kal o l bı* fjbovfıv b ı i r b a i r o l s ^bâ, koI
oı>x fi i <f>ıXovpev6s i o r ı v , âXX* f y^p'fjoıpog fj fjbâg. K ara
avp^e^rjK âg r e bfı a l <f>ıXlaı abraC e lo ıv ' o v y a p fj i a r i v 3o~
•nep ia riv â <f>ıXot/pevos, raârp <f>ıXfîraı, iXX* jj ıropCCovoıv
ot pkv İyaBov rı ot b' fjbovfjv. fibıâXvToı bfj al roıavral 3
20 elaif pfı bıapevovTiûv air&v ipoCayv' ^ay y ip prjKİrı fjbeıg
fj yfi-^o-ıpoı (Stat, navovraı ^ıXovvT€g. rb Si xpıja‘ipov o i 8ıa~
piveı, İXX* &XXoT€ &XXo yCveraı. iıroKvBevros oiv bı* b
(f>CXoı fjaav, bıaXâeTaı Kal ^ <f>ıXta, ws ovoTjs rfjs ^ıXlag
ırpbs İKeîva. pâXıara b* iv roîs ırpea/Sı^aıs fj Toıaârrj 5o- 4

38. Ka\ om. K** 1166“ 6. oi om. K*» 16. 6 om. K** 4«mr
{taırtp iarip') Bonitz 18. ırtp] rort V*
158

iyi şeyler istemek gerekir. Öte yandan karşısındakinden aynı


şeyi görmüyorsa, bu şekilde iyi şeyler isteyen kişilere "yakın­
lık duyan" adı verilebilir. Yakınlık duyma karşılıklı olursa
"dostluk" olur. Acaba gizli kalmamasını da eklemeli mi? Çün­
kü çoğu kimse hiç görmese bile, doğru ve yararlı olduğuna 35

inandığı kişilere yakınlık duyar, bunlardan bazdan da bu kişi­ 1156 a


lere aym duyguyu besleyebilir. Bu durumda onlar biribirleri-
ne yakınlık duyuyor diye düşünülür. Ne ki biribirlerine duy-
duklan gizli kalıyorsa, nasıl onlara "dost" denebilir? İmdi karşı­
lıklı olarak yakınlık duymak ve saklamaksızın, söylediklerindz
içinde birinden ötürü karşılıklı iyi şeyler istemek gerekiyor.
Bunlar türce biribirlerinden farklı, dolayısıyla cana ya­
kınlık ile dostluklar da öyle, imdi sevilen şeye eş sayıda, üç
tür dostluk var. Herbirinde saklı olmayan karşılıklı yakınlık
olur, biribirlerini severler, neden ötürü biribirlerini seviyor­
larsa, onla ilgili olarak biribirleri için iyi şeyler isterler. De­
mek bir yarardan ötürü biribirlerini sevenler kendileri için 10

değil, karşılıklı olarak kendilerine bir 'iyi* oluştuğundan ötü­


rü severler. Hazdan ötürü sevenler için de bu böyle. Nite­
kim insanlar şakacı kişileri belli kimi nitelikleri olduğu için
değil, hoş olduğu için seviyor. Demek bir yarar nedeniyle
sevenler, kendilerine bir 'iyi' geldiğinden ötürü seviyor, haz
nedeniyle sevenler de kendilerine bir 'hoşluk' geldiği için; 15
sevilenin kendisinden ötürü değil, 'yararlı' ya da 'hoş'tan
ötüıii. İmdi bu tür dostluklar geçici, ilineksel; çünkü sevilen
kişi ne ise o olmasından ötürü değil, ya bir 'iyi' ya da bir
'haz' sağladığı için seviliyor. Böylesi dostluklar çabuk bozu­
lur, çünkü kişiler hep aynı kalmaz. Hoş ya da yararlı olma-
dıklan zaman dostluk biter. Yararlı olan ise kalıcı değil, de­ 20

ğişik zamanlarda değişik bir şey yararlı olur, dostlu klannın


nedeni ortadan kalkınca da dostluk biter, çünkü dostluk
ona bağlı. Çoğunlukla yaşlılarda bu tür dostluk oluşuyor
VIII. 3. 159
K€Î <f>ı\la yCvf<rdat {ov yap rd ^bv ol TtjkiKovToı bu&KOva-iv »S
aKka T& a^ikıpop), Kal r&v h İK^fj Kal piıov 6a-oı rh
<rvp<f>epov bt<0K0va-ıv. o i ırdvv b' ol roıovrot ovb^ <rvC^<rı per'
dkkıjkiüv’ fviore yap ovb* d a lv rıbeîs’ oibi brı ırpoa-bîovTaı
rrjs Toıavrrfs opıkiaSy ^dv d><f>4kıpoı So-tv 4 ırl Toaovrov
yap ilcnv rıbels 4 (f>' ocrov 4kıribas 4\ova-ıv iyadov. els raij- 30
6 Tas 8 ^ Kal rrfv ^€vlk^ v rıdiaa-ıv. f/ 8 e t &v veoiv <f)ikCa 8 ı’
^bovrıv eîvai boK€Î' Karâ vâdos yap obroı ^<a<rı, Kal pdkiora
buSKOva-ı rd fjbv avroîs Kal rb -napov' rrjs ^kiKİas bi p tra-
TrnrrouoTjs Kal ra f\bia ylveraı 4repa> bıd ra\4o>9 yıvovraı
<f>ikoı Kal TtavovTac &pa yap ^ 8 eî ^ <f>ıkCa peraırl- 35
TTTeı, rrjs b^ roıavrrjs fıbovfjs Ta\€ta 17 pera^okrj. Kal 4p<n- ıi56
TiKol 8 ’ ol v4oi' Kara ırdöos ydp koİ bı fıbov^v rd ıroXv
rrjs 4p(i>TiKrjs' bıoTrep <fnkova-ı Kal Ta\4(ûs rtavovTaı, ırok-
\aKis r^s avTİjs rfpipas piraıtİTnovTfs. avınjpepevfiv b4 Kal
a v ^ v ovToı ^odkovrac yiveraı ydp avroîs rd Kara r^v 5
ifiikCav oür(üS.
6 TeA.€ia 8’ ia rlv ^ r&v dya6Qv <f>ıkCa Kal Kar dper^v 4
opoCtap’ obroı yap rdyada opolats fiodkovraı âkkı^koıs fi
dyaOoC, âyadol 8’ elci KaO* avrovs. ol b4 ^ovkopevoı riyada
roîs (ftlkoıs İKfCvftiV tv€Ka p6Xıara <f>Ckoi' bı avrovs yap 10
oOrm ^yova-ı, Kal ov Kara avp/Se^rjKos’ bıapeveı obv ^ rodrcDP
<fnkla lo>s i v ayadol 2>o-ıv, ^ 8* dper^ povıpov. Kal 4 <rrıv
kK&repos aıtk&s ayadds Kal rÇ <f>(k<p' ol yap ayadol Kal
aırküs ayadol Kal ikkriKois 4i<l>4kıpoı. d/ioıa>s bk Kal
ffbfîs' KOİ yap aıtk&s ol ayadol ^8eîs Kal âkkrikois’ İKdartp 15
yap Kaff ^boın^v tla ıv al oİKeîaı ırpd^eıs Kal al roıavrat,

27. om. L*’Asp. 28. İi/ om. K** 30. ^\ırt5a Ki* T U6e*> 2.
8*] y ip Asp. 3. Toîs ipurtKoîs M** (utram que scripturam agnoscit
Asp.) KOİ rax4tts'\ fort. r a x ^ t koI 5. ri/y om. L** M** 8.
ifuftus Poi?a>yrat] fioiKoyraı <rby K** 13. fort. ^aol) âırKûs
159

(bu yaştakiler hoş olanı değil, yararlı olanı anyor), yetişkin­ 25

lerle gençlerin içinde de yararlı olanı arayan var. Bu tür ki­


şiler günlerini birlikte geçirmezler, çünkü kimi kez hoş de­
ğillerdir. Yararlı değillerse bu tür bir birlikteliğe gerek de
duymazlar, çünkü bir 'iyi'nin umudunu taşıdıklan oranda
hoş olurlar. Yabancılarla dostluk da bunlar arasına konur.
Gençlerin dostluğunun ise hazza bağlı olduğu görülüyor, 30
onlar tutkuya göre yaşar ve en çok kendileri için hazır bulu­
nan hoş şeyi ararlar. Yaş ilerleyince hoş şeyler de değişir.
Bu nedenle çabuk dost olup çabuk keserler dostluklannı.
Hoş olan şeyle birlikte dostluk da değişir, bu tür hazzın de­ 35
ğişmesi ise çabuk olur. Giençler cinselliğe düşkün, cinsel 1156b
sevgi ise çoğun tutkuya ve hazza bağlı. Bunun için çoğu kez
aynı gün içinde duygulan değiştiğinden, çabuk sevip çabuk
vazgeçerler. Ne ki bunlar günlerini birlikte geçirmek ve bir­
likte yaşamak ister, çünkü dostluğa uyan şey, onlar için bu
şekilde oluşur.

iyi kişilerin ve erdeme uygun olarak birbirine ben­


zer kişilerin dostluğu mükemmeldir. Bunlar iyi oldukla­
rından ötürü biribirleri için karşılıklı iyi şeyler isterler;
kendi başına iyidirler. Dostlarına sırf onlar için iyi şeyler
isteyenler en çok dost olanlardır. Bunlar ilineksel anlam­ 10

da değil, kendilerinden ötürü böyle olurlar. Dostluklan iyi


olduklan sürece devam eder, erdem de kalıcı bir şey.
Herbiri hem saltık anlamda hem de dostu için iyidir, iyi
kişiler hem saltık anlamda iyidir hem de biribirleri için
yararlı. Aynı zamanda hoşturlar, çünkü iyi kişiler hem sal­
tık anlamda hem de biribirlerine karşı hoş olur. Her birey 15

için hazza uygun eylemler kendine uygun eylemlerdir.


160 VIII. 3 - 4 .
TÛv &yaO&v bi al avrat rj o/xoıaı. fi Toıa^rrı de 7
fufvııxos fikoyois ia r lv ’ crvı/dırreı yap iv avrfl Trâvd* o<ra
T o îs <f>i\oıç det vTrâpx^t.v. Trâ<ra ycLp <fnX.Ca dı* âya66v iorrıv
20 fj dı* ^bovfiv, fj &ırXâs fj r^ <f)i\ovvTi^ Kal Kad* d/toior»jra
n v a ' TouTjji de ırdvö* vTtâpyja rd €lpr\\Uva Kad* avroiis'
f TavTTj yap 5/xoıat Kal rd ÂotTrd, rd re âırXws âyadov Kal
^bv i<rrCvf ıxâ\ıara bi Tavra <f>ı\riT<i‘ Kat rb <f>ı\€tv
bfj Kal ff (f>ı\(a iv ToıÛTOıs pidkıara Kal itpCarr]. (rıravCas d* 8
*5 eİKos Tas roıadras eîvai’ 6\Cyoı yap ol toiovtol. İ ti de npotr-
deîraı yjtovov Kal avvrj6€(as' Karâ rfıv •napoıp.tav yap ovk
İ arıv elbria-aı dX\i)Xous ırplv rov; \fyop. 4 vovs &\as <TVvavakû~
(rot* ovd* İLTtobi^atrdaı bfı ırpoTfpov ovb* etvai <f>İXovs, ırplv hv
lıcdrepo9 İKariptp <f>avfi ^ıbrırhs Kal vıara)6fj. ot d^ ra^itas 9
30 rd ifnkiKa ırpas &Kkfik.ovs ıroıovvres /Soijkovraı fiiv <f>(koı eıvat,
OVK eıo-l bi, fi ptfı Kcu ıf>ık.riToi, Kal tovt î<ra<rıv’ ^oUktıaıs ptiv
ycip ra^eîa Şıklaş yCveraı, <l>ık(a d* ov.
6 Af/nj fjiiv oZv Kal x a r d rbv xP ^vov Kal K ard r d A oıırd I V .
T fk fC a i a r l f K a l K a r h ı r i v r a ravrd y l v f r a ı K al o p to ıa İK a -
35 Tİptp irap* İK a T İp o v , dırep det roîs <f>ikoıs i r r & p \ f t v . f\ bi
1167* dtd rd ^dv 6/tota)/bia TaU rrıs exet* Kat y a p ol i y a O o l ^ b f î s
& k k f jk o ts . 6p,oC<as b i K a l fj dtd rd xp f}< rınov‘ K al y a p t o io v -

rot dAA^Aot; ol âyaOoC. f i A k ı a r a b i K al i v rodrots at <f>ı~


kC aı p L İvovatV i o r a v rd a v r b y I v r jT a t irap* d\X)fXa>v, o lo v
5 ^b o tn /j, K al fio v o v ofhrcus dXXd Kal dırd rov a v r o v , o lo v
TOÎS fir T p a ır ik o ıS t K a l firı & s ip a tr r fj Kat ip a ip tivıp . o i yap

17. at o m . K**(r?) avrat K**: roıaSrat F (et f o r t . Asp.) ^ o m . K**


22. Tadrp yitp İ/ı^un K** F A s p .: toAtji Si Sfuna altera lectio ap. A sp .:
ro v ra 6/uoıoı codices Victoriı 23. $j^K**L^F 24. Ram-
s a u e r: 84 codd. 28. S» add. O** 30. p4ı> om. K** 34. raSriı
M uretus: raSra F : om. Sftoia codd. (et ut videtur Asp.)
1157* 2. 4 F : K** o8roı K*> 3. ol om. K** V> 4. 8ıa-
Itdpovtrı
160

iyi kişilerin eylemleri de ya aynı ya da benzer. İmdi bu tür


dostluğun kalıcı olması akla uygun. Nitekim bu dostlukta
dostlarda bulunması gereken tüm nitelikler bir aradadır,
çünkü her dostluk ya saltık anlamda ya da seven kişiye
göre, bir 'iyi' ya da bir bazdan ötürüdür ve bir benzerliğe 20

göre oluşur. Bu tür dostlukta söylediklerimizin hepsi dost-


lann kendilerinde var. Bunlardaki benzer özellikler ve öteki
nitelikler saltık anlamda iyi ve saltık anlamda hoştur, en çok
sevilenler de bunlar. Demek ki, hem sevgi hem de en iyi
dostluk en çok bunlarda. Ne ki böylesi dostluklann ender
olması doğal, çünkü bu tür kişiler çok değil. Aynca zamana 25

ve alışkanlığa gerek var: Atasözüne göre "birlikte tuz tüket­


meden" biribirini tanımak olanaksız. Herbiri ötekine sevilir
görünmeden ve buna inanmadan önce ne dost kabul edi­
lebilir ne de dost olunabilir. Birbirleri için hemen dostça
şeyler yaparak dost olmak isteyen kişiler de var, ama sevilir
kişi değillerse ve bunu bilmiyorlarsa dost değillerdir. Çünkü 30

dostluk isteği çabuk doğar, oysa dostluk öyle değil.

İmdi bu dostluk zaman ve öteki koşullar açısından


mükemmel. Tam dostlar arasında olması gereken şey:
Herbiri ötekinden hep aynı ve benzer bir karşılık alır. 35

Hoşluktan ötürü doğan dostluk bu tür dostlukla bir ben­ 1157a


zerlik taşıyor, çünkü iyi kişiler de biribirleri için hoş.
Yarardan ötürü doğan dostlukta da bu böyle, böyle
olan kişiler de biribirleri için iyi. Bunlardaki dostluklar
özellikle iki taraftan da aynı sonuç ortaya çıkarsa, söz­
gelişi haz ortaya çıkarsa, kalıcı olur. Ne ki yalnızca bu
yetmez, aynı zamanda haz„ aşık olanla aşık olunandaki
gibi değil, şakacı kişilerdeki gibi aynı şeye bağlı olmalı.
VIII. 4. 161
İ ttI rotf avTois rjbovraı ovtol, ÂA.V h fikv opiov ck(Î vqp, h
5^ $tpaTr€VoiA€vos vvb rov ^pcurrov' Kr\yov(xr)i Ö€ Trjs &pas
iv(oT€ Kal fj (fukCa A^yet (r<p yap oİ k eorıv rjbeîa ^
ü^ıs, r y fi’ ov yiverat ^ d€paır€(ay ıroAAol fi’ av bıapÂ- lo
vov<rıv, iav ck rfjf avvıjdfiag râ yâıj aT4pi(û<rıu, Spoı^deıs
2 SvTts. ot bk prı To ^fifi ÂvTiKaraAAarro/jievoı ÂAAa ro
yjprı<npov iv Tots ipariKOÎs Kal elırlv rjiTov (f>lKoı koI bıa~
pÂvovcrıv, ol bk bıa rh \pıq<npov 6 vt€9 <f>iKoı &pa t« <rvp-
<l>ipovTi bıakvovrac ob yap ^AAt^Ami; jjorav ^1\ ol a \ \ a 15
Tov Avo-ıreAoCs. Sı’ fıbovrıv pkv obv Kal bıa rb \p'q(npov Kal
iftavKovs ivb4x€Taı <f>CKovs a\\rjkoıs fivai Kal imnKfis
<f>o6\o ıs Kal prjbİTfpov Öttok^ ûvv, bı avrovs Sc brjkov on
povovs ro is âyaöoıis’ ol yap kokoI ov yaipovaıv ^auroîy, el
3 p-q TIS » 0 ^ A ( ia ylvoiTo, Kal povr] bk ^ r&v ayad&v </>t- 20
kCa abıâfikrjTos ia n v ' ob ybp ^qbıov ovbevl ırurr€v<roı ırepl
TOV iv ıroAAy XPOv<p i<f>* avrov beboKipaapivov’ Kal rb tti-
orebeıv iv rovrois, icat ro prjbeTTOT' hv abiKrjaaı, Kal o<ra
âAAa iv rp u r ikrjd&s 4 >ı\C^ a^ıovraı. iv bk rais erepaıs
i ovbkv Kû)At/eı ra roıaöra yiveadai. İTtel yap oi âvdpoiTroı 25
X.iyov<rı'<l>(kovs koI tovs bıb rb ^F^aıpovt &<rttep al rroAcır
(boKovaı yap al crvppaylaı raîr rroAeaı ylvtcrOaı iveKa tov
<rvp<t>epovTos)t Kal ro ir fii’ ^bov^v dAA^Aovr a-Tepyovras, &<r-
ırep ol vaîbes, îcrur kiyeıv. pkv bet Kal ^pas ^üıovs robs
ToıobrovSf eibrı fi^ r^r (fukCas ırAe^t», icat Trpı&Tûis pev ko.1 30
KvptiOT T^v T&v &ya0 &v fi âyaûoC, ror bk Aonrar ıco0’
âpoıânjTa' fi ybp âyaddv n Kal bpoıov rı, Tadrıj <f>iKoı'
5 Kat ybp rfi ^fifi byaBbv ro îr <j>ıkr}bi<rıv. ov ttiİvv 6 ’ avraı
avvd'iTTovo'iv, ovbk yCvovraı ot aiiTol <l>(Koı bıb ro \prioripov

9. oİK ItfTii'] o İ k 4t i Ramsauer 22. 6<pı’ airov K**; i » ’ auroS L** r :


4»’ nbr&v 24. İToıptlaıs K** 26. *y4p] 6i M** 32, rt
post S/iouv om.
161

Ötekiler aynı şeyden haz almaz, biri ötekini gördüğü için,


öteki de sevenden ilgi gördüğü için. Ama kimi kez "bahar"
geçince dostluk da biter (çünkü biri için artık görmek hoş
değildir, öteki için de ilgi yoktur artık). Yine de pek çok kişi
benzer karakterde olduklan için, alışkanlıkla biribirlerinin 10

karakterlerini sevmişlerse, böyle bir dostluğu sürdürür. Ama


aşkta 'hoş' değil, yarar karşılıklığı varsa, dostluk daha az ve
daha kısadır. Çünkü yarar nedeniyle dost olanlar yararla bir­
likte dostluklanm da keser, nitekim biribirlerinin değil, çık- 15
ann dostudurlar. İmdi hazdan ve yarardan ötürü hem kötü
kişilerin biribiriyle dost olması, hem doğru kişilerin kötü
kişilerle dost olması olası. Hiçbiri olmasa kim olursa ol­
sun onunla dost olunabilir. Ama şu açık: 'Kendileri nede­
niyle' yalnızca iyi kişiler dost olur. Kötü kişiler bir yarar gel­
miyorsa, biribirinden hoşlanmaz. Yalnızca iyilerin dostluğu­
na çamur atılamaz: Uzun süre kendisini denediği bir kişi hak­ 20

kında bir başkasına inanmak pek kolay değil. Güven duy­


mak, asla adaletsizlik yapmamak, gerçek dostluğa layık
şeyler yapmak ancak bu dostluklarda söz konusu. Oysa öte­
ki dostluk türlerinde olumsuz şeylere bir engel yok. Madem
insanlar devletler gibi (devletlerin müttefikliklerinin yararlı 25
olan için oluştuğu görünüyor) yarardan ötürü dost oldukla­
rını, yine çocuklar gibi hazdan ötürü biribirlerini sevdikleri­
ni söylüyorlar, belki bizim bu tür kişilere de 'dost' dememiz
gerekir. Ne ki, dostluğun daha çok türü olsa da, ilk ve asıl
anlamdaki, iyi olduklan için iyi olan kişilerin dostluğudur, 30

ötekiler benzerlik açısından: İyi bir şeye salıip olduklan ve


ona benzer olduklan için. Nitekim hoş şey de düşkünü olan
kişiler için bir 'iyi'. Ama bu tür dostluklar biribirine bağlana­
maz, çünkü yarardan ve hoşluktan ötürü dost olan kişiler de
162 V III. 4 -5 *
35 Kal bıa rh rjhv‘ ov yhp trivv avvbvâ^çTaı, tA Karh crvfi~
Ş€^t}K6s.
1İÖ7•’ E 2s Tavra 6^ r a «15»; r^s <f>ıkCas V€Vffirııx4 vrjs ol {liv 6
® <l>av\oı ğırovTaı <f)i\oı 5 t* Tfhov^v f) r 5 yjirja-ifJLOv, raÛTrf
SnoLot ovTfs, ol 5 * iyaOol bt airohs <f>C\oı' -ff yhp iyaOoC.
obroi iJL^v odv aır\&s <f>{Koi, İKtîvoı bi Kard, avfJL^fPrjKbs
5 Koi T<p &fjL0i&a-6aı tovtois. '*Slcnt€p 5 ’ kın t&v âper&v ot V.
H€v Kaff İ^ıv ot 5 e Kar* ivip ytıa v iyadol \ 4yovrai, oCra>
Kal İ ttI TTfs ijnkCas’ ol p.€p y^p mtC&vres yalpovaıv 5XXı;-
Aoıs Kal TropiCova-ı rdyadd, ol bi Kaûetjbot/res fj K€X<apıa--
fiivoı Toîs rdırots ovk kvtpyova-ı fiiv, oÜT<a 5* 4x.ova-ıv &<rr
lo ^vepyeîv <f>ı\iK&s‘ ol yâp rovoı ov 5taXi»ovo’i r^ı> <f>ı\Cav
âırkûs, dAAd t^ v kvipynav. k^v bk V ^ifov<rla
yCprjraij Kal rrjs (jnkCas boK€Î \rj 6 rjv rroieîp' Sdev ttprjraı
" »roAAa? 5^ <f>ı\Cas b/apotnyyopLa bUkvtrfv^^ oh <f>aCpoprai 2
5’ ov6 * ol Trp€<rPvTaı ohO' ol trTpwl>Pol iftıkiKol elı/at* Ppo.\^
ıs ybp kv avToîs rb Trjs ^boprjs, oib€ls 5^ büvaraı arvvrjpLepfheıv
r<j) küTTip^ ohbk r y p^ı ^5eî* /idAtoro yap ^ (f>vcrıs (f>aC-
PfTaı r5 \vnr\php <f>fijy€ip, k^UaOaı bk tov fıbkos. ol 3
5* kLTtobfypfiiVoı dAA^Aovs, ov^âvTcs bk^ tip o ıs koUaoi
lxaK\ov rj ^l\o ıs. ovbkp ycLp ollnos kari <f>[\<ap &s r5 avCtjp
io^&^fKeCas fikp yhp ol kvbeeîs dp^yopraı^ avviffitpeheıp bk
Kal ol p.aK&pıoc pop<&raıs yhp cTvat Tohroıs {jKiara Trpocr-
^K€i)* <rvpbıây€ip bk /*«r* dAA^Ao>v o5k lo r t fıkı ^beîs
Spras fiııbk x^^P**vras rols ahroîf, bvtp kf kraıpiKkı boKeî
İXfip.
7 MdAtora pkp ohp kari (fnhCa ^ t &p hyo0&p, Kadâırtp 4
TToAAdKts ftpriTaı' boKfi yap <f>ı\riTbp pkv Kal alptrbp rb

1167*’ 8. ^l\ot om. K** 9. İtrr*'] Sffrt koI L*" 12. X ^ r 8®**î
K** 15. wpoını/Âtpaitty 17. post rk add. M* F 21. yip
t fi^y ykp vulgr.
162

aynı kişiler değil; kaldı ki, ilineksel anlamda varolan nesneler 35

arasında bağlantı olmaz.


Madem dostluk bu türlere aynldı, kötü kişiler, bu açıdan 1157b
banzer olduklan için, ya haz ya da yarar nedeniyle dost ola­
caklardır, iyi kişiler ise 'kendileri nedeniyle' dost, çünkü iyi­
dirler. İmdi berikiler saltık anlamda dosttur, ötekiler ilineksel
anlamda ve berikilere benzemeleri açısından. Nasıl erdem­
lerle ilgili olarak, kiminin huy kiminin de etkinlik açısından iyi
olduğunu söylediysek, dostlukta da bu böyle. Günlerini bir­
likte geçirenler biribirlerinden hoşlamrlar ve biribirlerine iyi
şeyler kazandınrlar. Uyuyanlar ya da ayn yerlerde olanlar ise,
etkin bir dostluğu gerçekleştiremezler, ama dostça bir etkinli­
ği gerçekleştirecek kişilerdir. Yer uzaklığı saltık anlamda dost­ 10

luğu değil, yalnızca onun etkinliğini bozar. Ayrılık süresi uzar­


sa, dostluğun unutulmasına neden olduğu görünüyor. Bu
yüzden "iletişimsizlik pek çok dostluğu sona erdirmiştir" der­
ler. Öyle geliyor ki, yaşlılar da çetin kişiler de dostluğa uygun
kişiler değil. Bunlarda hazla ilgili şey pek az, hiçkimse de
üzüntü verici ya da hoş olmayan kişiyle gününü geçiremez. 15
Doğa, özellikle acı verici şeyden kaçıyor, hoş şeye yöneliyor,
görünen bu. Biribirleriyle anlaşan ama birlikte yaşamayanlar
dosttan çok, yakınlık duyan kişilere benzer, çünkü birlikte ya­
şamak kadar dostlara özgü olan başka hiçbir şey yok (nitekim
gereksinim içinde olanlar yardım ister, mutlu olanlar da gün­ 20

lerini birlikte geçirmek; yalnız olmak hoşlanna gitmez). Ne ki,


hoş olmayanlann ve aynı şeyden hoşlanmayanlann biribirle­
riyle birlikte olmalan olanaksız: Bu iş arkadaşlığına benzeyen
bir şey.
Demek, sık sık dediğimiz gibi, iyilerinkidir özellikle dost­
luk olan; saltık anlamda iyi ya da hoş olan şey sevilecek ve ter-
VIII. 5—6. 168
âyaûbv rj 5 e ro a ir if toiovtov' 6 ö’
5 iyadhs iy a d Ş bı &fJL<l><û Tavra, loı/ce 5 * ff yîkv <(>(■•
\rı<rıs Trddeı, ^ bi (j>ı\la v 7^P ^ıA»70'is ov^ ^ ttov
vpbs r a 6.y^vy& iarıv, ipTi<l>ıKova‘i 8 ^ perâ Trpoaıp4 a-ca>s, 30
ff bi vpoaipea-ts Kal riya d a ^aiKovraı toîs
<f)i\ovp4voıs 4 k€Cv(ov 4vfKa, o i Kari ırdOos i \X a Kaö' 4 ^ıv.
Kal <fnXovvT€S rbv <ftl\ov rb a&roîs âyaûbv <f>ıkovo'ip’ 6 yhp
âyadbs <f>l\os ytvd/ıepos ayaObv yİveraı ^ <j>tkos. fKİrfpos
obv <f)ik€Î T€ rb a ir ^ âyaödv, Kat rb îaov ivraırobCboyaı 35
/3 ov\ı{(rcı Kal ry ^öeî* k 4y€Tat y ip (f>ık6rqs İo-ottjs,
V I. |ju£\ıoTa 8^ r&v iyad&v ravff iırdpıytı. ’Ev 8e roîs 1 1 6 8 *
arpv<f>voîs Kal vp€<rfivrtKOts fjTTOv yCveraı ^ <j>ıkCa, 8<ry
bva-KokdirepoC elorı Kal fjrrop raîs bpıkCois Tavra
yap 8okcî /uuiXı<rr’ cîvai <f>tkiKa Kal ıroiT^riKa <f>ıklas. 8 ıd
p4ot p.4p yCpopraı tf>tkoı rayd, ırpca^vraı 8’ ov yip yC~ s
popraı <pCkoı ols İ p p>^ \alpm<rıp' bp-oloni 8’ ov8’ ol orpv-
^poL ikX^ ol Toıovroı cDvoı p4p €l<nv ikk'^koıs* /3ov\oırraı
yap riy a d i Kal iırapTÛaip els râ? \p€las‘ <f>lkoı 8’ 08
Trâvv (lal bıb, rb avvrjpepdjdp pr)b4 yalpdP İkkrikoıs,
2 8 8 ^ |X(lAtaT’ (îvax boK(l <^iXik<L ıro\Xoîs 8 ’ dvat. </>C\öv 10

Kara r^p rekdap <l>ıklap oİ k 4pb4x(raı^ &aiT(p ovb* 4pap


TTokk&p &p.a (loiKf yip iırep^okfi, rb rotovro bk ırpbs İpa
ır4<f>VK( ytp(adaty ırokktAn 8* &pa ry avr^ âp4aK(ip
8 a-(f)6 bpa 08 ^^bıop, îa-<os 8’ 088 ’ iyadoiıs (tpai. bet b( Kal 4p~
rtdplap ka^(ÎP Kal 4 p <rvvrıd((q y(p4a-$aı, b 'jrayydkeırop. 15
b ıi ro lypT^tpop b( Kal rb ^88 TrokkoZi ip 4 a-K(tp 4 vb4\(-‘

27. irfoBhp «al iı8i, r â S* iyaB6 İfAnpt» K** 34. yty6fUPOS


85. T€ t 5] t 6 t « K** r 36. <13cı pr. L**T ttrSnıs K**: 8 tvinıt
vulg. 1168* 1. 3 i r p A sp.: 38 rp codd. 8. 8iffKo\ol r« «lal
13. «oAAoîs M'* ltp4<rKtıy trtp^pa] tnp68pa ApdvKtıy
14. iyaPoîs L**: iyaBhy F Asp. 16. woM.ols coni. Ramsauer
163

cih edilecek bir şey olarak görünüyor. Ama herbir kişi için
kendisine öyle görünen şey böyle. îyi kişi için, iyi olan, beriki­
sini de kapsar. Sevecenlik bir tutkuya, dostluk ise bir huya
benziyor. Çünkü sevecenlik cansız şeylere karşı da daha az 30
görünmüyor. Oysa karşılıklı dostluk tercihle birlikte olur,
tercih de bir huya bağlı. Bir tutkuya göre değil, bir huya gö­
re sevilenler için iyi şeyler istenir. İnsanlar dostu severken
kendileri için iyi olanı sever, çünkü iyi kişi dost olduğunda
dostu olduğu kişi için bir 'iyi' olur. Demek ki, herkes kendi­ 35

si için iyi olanı sever ve gerek istek açısından gerekse hoş­


luk açısından değişim olur. Eşitliğin dostluğun ruhu olduğu
söylenir, bu da en çok iyilerin dostluğunda söz konusu. Çe­ 1158a

tin kişiler ve yaşlılar ne denli kötü zamanlanndaysa ve biri-


birlerinden ne denli az hoşlanırlarsa, bunlarda dostluğun or­
taya çıkması o denli azalır. Çünkü dostluğa uygun ve dostlu­
ğun oluşmasına etkin olan şeyler en çok bunlar. Bunun için
gençler çabuk dost olur, yaşlılar ise olmaz, çünkü biribirle-
rinden hoşlanmayan kişilerde dostluk söz konusu olmaz.
Çetin kişilerde de bu böyle. Ne ki bu tür kişiler biribirlerine 5
yakınlık duyan kişilerdir, biribirleri için iyi şeyler isterler, ge­
reksinim içinde olduklannda yardımlaşırlar. Ama günlerini
birlikte geçirmedikleri için ve biribirlerinden zevk almadık-
lan için henüz dost değillerdir, çünkü özellikle bunlar dost­
luğa yakışır şeyler olarak görünüyor. Aynı anda bir çok kişiye 10
aşık olmak nasıl olası değilse, birçok kişiyle mükemmel dost­
luk kurmak da olası değil ( nitekim aşk yalnızca bir kişiye kar­
şı olan bir aşırılığa benziyor). Aynı kişinin aynı anda bir çok
kişinin çok fazla hoşuna gitmesi pek kolay değil. Herhalde
hepsinin iyi olması da öyle. Ayrıca deneyim kazanmak ve
alışmak da gerekiyor. Ama yarar ya da 'hoş'tan ötürü birçok 15
kişinin hoşuna gitmek olanaklı olduğundan, bu hepten zor:
164 v m . 6.
Tof 7ToWoi yap ol Toiovroı, Kal iv 6KCyıp XP^^V
p«rCaı. roijTCĞV 5 ^ piâkkov (oiK€ <fnX.Cş ^ bıâ ro f/bv^ Srav 4
ravTİi â v in<poîv yCvtjTaı Kal \alp<a<nv iKKı^Koıs rj roîs
30 aîtroîs, olaı t &v vimv €laiv al <fnXCai’ ııdıXkov yhp iv
Tovrati rb iKtvdipıov. ^ Se 8 ıa rd \pı^<npov ayopa(<av.
Kal ol p.aKaptoı 8e \pfi<rlp.uiv piiv ovbev biovraı, ^biutv bi'
(TvCrlv piiv yhp ^o^kovraC r«rı, ro 8 ^ kom^pov âkCyov p.iv
yjpovov <f>ipovarıv, <rvv€x&s 8’ ovbels hv •imop.tCvaii ovb' avrd
25 r8 hyadov, fi kvırrjpov avr<p etîj' 8 ıo roî»s <f>lkov5 ^8 eîs Cl~
Tovaıv. b fî 8*î<ro)s koI âyaûobf toiotutovs Svras, Kal İ t i avroîs'
oÜtoo yap İTt&p^fi airoıs o<ra b fî rots <t>lkoLs. ol 8* iv raîs 5
i^ova-Caıs biTipripiivoıs tpaivovraı yjpriadai toîs (f>lkoıs' &XXoı
yap avToîs fla l xp‘qarıpLOi koI irtpoı 1786(9, &p^a> b* ol avrol
30 ov ttÛv v o ik f yap îjbfîs p.fT iperijs Cv^ovcrıv ovt€
fis ra Kaka, âkkh rovs fiiv firpaTrikovs rov ^bfos i<f>ifpifvoı,
Toi»s 8^ bftvovs TrpaÇaı rb ivıra ^d iv, ravra 8* ov vdvv yCvtraı
iv t Ç ovtÇ, ^bvs bf Kal xfyq<np.09 &pM fîprjTat o n 6 a-ırov- 6
baîof âkk’ vTTfpiyovn ov yıveraı 6 roıovro9 (plkos, iav pl}
35 Kol rfi apfTp VTTfpi^rfTai’ el bf pıj, ovk la-dCn âvdkoyov
vTTfpf^opfvos. ov ırdvv 8’ fldidavı roıovroı yivfa-öaı.
1168 *» El<rl 8 ’ obv a l flpr\p ivaı <l>ıkCaı iv ior6rqn' ra yap 7
® avToi y lv fr a ı İ tt’ dp<f>oîv Kal ^ ov k o vraı dkkı^koıs, rj İTfpov
dvO' İTİpov KaTakkdTTOVTaı, olov ^bov^v dv r d)(f>fkftas‘
on bi Kal ^ t t 6v f la tv a b ra ı <fnklat koI pfvova-tv, fî-
5 pTjrat. boKovo-ı b i [fcal] 8(* SpoıoTrıra koI dvapLoıdrrjTa
ravTov ftvaC r f koI ovk fîv a i <fnX(ac Kad* opoıdrrjra ydp

18 . A sp.: »ptKİa codd. ^ om. K** 19. iw‘ 22. Sh


add. L** r 29. airol tltrt» tl xp^ 0’<^oı pr. K^* 32. post irriTax6^y
add. fts Tİit xp<^<u Asp. 33. 5rı om. 1158'’ 3. iyrı-
KaraAAdrroKrat L** 4. koI L ^T : J* vulg. o ^ o l K**: uiral al
M^: al Totavroı L** 6. koI om.
164

Nitekim pek çok kişi böyle; bu tür hizmetler de kısa zaman


için ortaya çıkıyor. Bunlannki, beriki taraftan da aynı şeyler
oluştuğunda, dostlar biribirlerinden ya da aynı şeylerden
hoşlandıklannda, hoşluktan ötürü doğan dostluğa benziyor.
Gençlerin dostluğu böyle. Daha çok bu tür dostluklarda cö­ 20
mertçe bir şey var. Yarardan ötürü olan dostluk ise tecimen-
lere yakışır. Kutlu kişiler yararlı değil, hoş şeylere gereksi­
nim duyar, bilileriyle birlikte olmak isterler, bu acı vericiyse
kısa süre katlanırlar, ama kendisi için acı verici ise, iyi bir
şey de olsa, hiçkimse sürekli olarak dayanamaz. Bunun için
onlar hoş dostlar arar. Herhalde bu tür kişiler hem iyi olmalı 25
hem de onlar için iyi olmalı, çünkü ancak bu şekilde dostlar
için gereken şey onlarda bulunacaktır. İktidarda olan kişile­
rin ise iki grup dosta gereksinim duyduklan görünüyor: Bir
grubu kendileri için yararlı olanlar, bir grubu da hoş olanlar;
Aynı kişilerin beriki niteliği de taşıması kolay değil. Onlar 30
erdemin eşlik ettiği hoş kişileri ya da güzel şeylere katılan
yararlı kişileri değil, hoşluğu aradıklanndan şakacı kişileri,
emredileni yapacak becerikli kişileri arar, bu özellikler de
aynı kişide pek bulunmaz. Erdemli kişinin aynı zamanda
hem hoş hem de yararlı olduğunu söylemiştik. Ama böyle
bir kişi kendisinden üstün biriyle dost olamaz, meğer ki söz
konusu kişi erdem bakımından da kendisinden üstün olsun.
Böyle olmasa üstün gelinen kişi orantıyı eşitleyemez. İşte 35
bu tür kişilere pek rastlanmıyor.
İmdi sözünü ettiğimiz dostluklar eşitlik üzerine kurulu. 1158b
Heriki taraf için de aynı şeyler oluşuyor, biribirleri için aynı
şeyleri istiyorlar ya da, yarara karşı haz gibi, bir şey başka bir
şeyle değiştiriliyor. Bunlann daha az dostluk olduğunu, daha
az kalıcı olduğunu belirtmiştik. Onların aynı noktada benzer­
lik ve benzemezlik açısından dost olduklan ya da olmadıkları
VIII. 6—7. 165
KOT ip tr^v <l>aCvopT<u <f>ı\iaı piv yap ro rıbv
^ 5^ t6 Xpı/l<nfJLOv, ravra 8’ {nrâp^fi. KİLKtCv-p), r<p 8 e r^v
piv i^iâ^\r]Tov Kal p 6 vıpov eîvai, ravras 8^ Ta\ea)f
/icrav^iTTeıv âXXots re bia<f>4p€iv TTokkoîi, ait <f>a(voı>raı lo
VH. A(ot, 8 ı* ivopoıorrfTa İKcCınfs. "Erepov 8 * ^<rrl <pıkCas ftbos
t8 koö* vırepoxv^f olov Ttarpl vpos viöv Kal 5 \ m TTpea-^v-
Tİpip rrpbs vfdrfpov, avbpC re -npbs yvvaİKa Kal Travrl âp-
XOvrı rrpbs âpxbp€vov. bıa<f>4pov<rı 8* atraı Kal â\Xı^K<ûv’
ov yap rı aM ı yovfvcrı rrpbs rİKva Kal &pxov(Ti rrpbs âp- 15
XOfUvovSf oAA.* ov8 e rrarpl rrpbs vibv Kal vlû rrpbs rraripa,
o^* avbpl rrpbs yopaiKa koI yvpaiK.1 rrpbs &vbpa. kripa
yap İKâoTov Tovrrov âperij Kal ro fpyov^ irepa 8 e Kal bC
h ^lAcvaip* erepai o8 v Kal al <f>ıXq<r(is koI ai <f>t\iaı.
2 ra iro 8^ ovre yivfraı kKarîptp rrapb daripov ovre 8eî 20
Cr}T€Îv' orav bb yovev<n pev rİKva ârrovkprf h bet toÎs
yevınjrrarrif yoveîs 8^ [vl^<ra>] & 8eî tois rcKvots, pbvıpos
rı T&v TotovTcnv Kal imeiKTis İaraı <f>ı\Ca. avâkoyov 8* kv
rr&trats toâs koB* vrrepoxvv ova-aıs <j>ıX.Caıs Kal r^ı; <f>İKrj<rtv
bet ylverr&aty oîop rbv apeCvva pa^kov <f>tkeî<rdat rj t^ıAeîv, 25
Kal rbv dt<f>eKıii(oTepov, Kal r&v âkkcnv I kootoj/ 6poCa>s‘
oTup ybp Kar* a^lap fi <j>i\fins yiptıraı, rore yİperaı rrois
IrroTTiSf b 8q rrjs (fnkias eZvai
8 oKeî.

3 Oux opMİras 8e rb îtrop İ p re roîs biKcuoıs Kal kp r§ 9


rfrıkC^ <f>alpfrat İx^^^‘ btKOtoıs torop $0
rrp^TiûS rb Kar â(£ap, rb bi Karâ rroa-bp bevripras, kp 8^
rp ıpıkCa rb ııkp Kara rrocrbv rrp<&r<os, rb bk Kar it^iop
i bevrkpms. bpkop b\ &p rroki) btaartıpta ykpıırat aperijs
fj KOKtas tj (vrroptas ij rıpos âWov' ov yap İn <f>Ckoı kla\p

14. 8*] Zk Kol Asp. Kol om. L** M** r 18. İKİffrou A sp .: İKİ(rT^
vulg. 19. İrtpa oZp Kti Zt* & ^İKırns K** 20. raurh K** 22. ı44^ıy
om. K** 83. wo\Z rh Z. M** (et ut vid.'.ur Asp.) ylyifreu L*
165

görünüyor: Erdeme uygun bir benzerliğe göre dost görü­


nüyorlar (biri amaç olarak hoş olanı, öteki yararlıyı alır;
bunlar erdemli dostlukta da var), oysa onun çamur anlamaz,
kalıcı bir şey olmasına karşın, bunlar başkalan için hemen
değiştiklerinden ve başka bir çok şeyde farklı olduklanndan
ona benzememeleri nedeniyle dostluk olarak görünmüyor- lo
1ar. Dostluğun başka bir türü de bir üstünlüğü göre olanı:
Sözgelişi babanın oğulla, genelde daha yaşlı olanın daha
gençle, kocanın kansıyla, her yönetenin yönetilenle dostlu­
ğu. Ama bu dostluklar biribirlerinden farklı. Babanın çocuk-
lanyla dostluğu ile yönetenlerin yönetilenlerle dostluğu aynı 15
değil. Babanın oğluna ve oğulun babasına; kocanın kansı-
na, kadının kocasına dostluğu da aynı değil, bunlann herbi-
rindeki erdem ve iş farklı: Sevme nedenleri farklı, dolayısıy­
la sevecenlikleri ve dostluklan da farklı. İmdi herbiri için
öteki taraftan aynı şeyler ortaya çıkmıyor, bunu aramak da
gerekmiyor. Çocuklar ana-babalanna kendilerini dünyaya 20
getirdikleri için, babalar da çocuklanna soyundan geldikleri
için gerekenleri verdiğinde, bunlann dostluğu kalıcı ve tam
dostluk olacaktır. Üstünlüğe göre olan tüm dostluklarda
sevecenliğin de orantılı olması gerekir: Sözgelişi daha üstün
olan, sevdiğinden daha çok sevilmeli; daha yararlı da öyle; 25
ötekilerin hepsinde de bu böyle. Çünkü ne zaman ki, dost­
luk değere uygundur, o zaman belli bir eşitlik oluşur, bu da
dostluğa yakışır, böyle düşünüyoruz.
Öyle görünüyor ki, adaletli şeylerde eşit olan, birincileyin
değere göre, ikincileyin niceliğe göredir; oysa dostlukta birin- 30
cileyin niceliğe göre, ikincileyin değere göredir. Bu, erdem,
kötülük, zenginlik ya da başka bir şeyde büyük bir farklılık ol­
duğunda açık: Böyle bir durumda dost olmamalan bir yana.
166 V III. 7—8-
35 aAA’ ov8 ' a^ıovaıv. iıx<f>avio'TaTov Ö€ tovt' itti t&v df&v'
Tr\€Îarov yap oîroı ıra<rı roîs iyadoıs ^çpiypva'iv, brıXov hi
1150 * KOI 6TTI T(ûV ^a<riKio>v' ov5e yap rot^roıs a^ıova-ıv « ra t <f>CKoı
ol Tro\v KaTabeeoTfpot., ovbi rois apCaroıs rj <ro0a>rdroı$ oi
prjbfvbs a^ıoı. aKpı^^s pfv o îr iv Toîy rotodrots ovk lo rtr 5
İtûs tİvos ol <f>C\oı‘ ırcAAtûr ybp a<f>aıpovpivtov €Ti
6pı<rp.6 s,

5 piveı, TTokv be \a>pıa‘deırros, öîov rov 0eoO, oiiKerı, Sdev koI 6


â'TTopeÎTaı, pri ttot ov jSot/Aorraı ol <f>CKoı toîs <f>lKoıs rd
peyıara t&v ayaO&v, otov Oeovs etvai' ov yap İ ti <f>lXoı
e<rovTaı avroîs, ovbk br/ âyaûd' ol yap <l>î\oı AyaOd. el
brf KoX&s eîprjTaı 5ti 6 <f>CXos r<p <f>îK<a ^ovkeTaı TdyaÖd
lo eKeivov İveKO, piveıv hv bioı olos vor iarlv İKeîvos' &v6p&7f<p
b^ ovTi ^ovkrjaeTat ra /uteyıora dyadâ. î<ra>s ö’ ov Ttâvra'
a&T& yap pâkıad* İKaoros ^ovkeraı rdyadd. Ol TrokkolVTII.
bi boKovai bıd <f>ıkoTiplav ^ovke<r6 aı ^ıXela-6 aı pakkov rj
<f)i,kelv‘ bıb (frıkoKokaKes ol ırokkoC' vrrepeyopevos yap
15 (frlkos 6 Koka^, rj TrpoarıroıeÎTaı toiovtos Kat paXkov
(frıkelv rj <f>ıkeîa-dai' to be (frıkeîarâaı eyyvs etvai boKeî rov
Tipda-âat, ob brj ol rrokkol if^ievraı. oi bı avrb b' iolKatnv 2
alpeîadaı. t ^ v TLprjv, dkkci Kara (rvp^e^rjKos' ^aCpovcn,
yap ol piv ırokkol vrrb T&v iv rat? i^ovaCaıs Tiptapevoı
20 bıd TTjr ikrrCba {oîovraı yap rev^eaSaı icap avrûv, âv rov
be'arvTar &s brf <njpel<p Tİjs eirraOeCas yaLpovai r^ Tt/ı^)*
ol 5* irrb t&v imeiK&v koI elboronv Speyopevoı rıprjs /3«-
^aı&a-aı t ^ v oİKelav bo^av iıjrCevTaı ırepl air&v’ ^atpova-ı
8 î), oTi elalv dyaOoi morevovreg Tt/ t &v keydvrıov KpCtreı.

25 Tip ^ıkeıadaı be koJQ' avrb \aCpovo‘Uf’ bıb bo^eıev dv Kpeîr-


Tov eîıtaı tov TipourOaı^ Kal ^ <f>ıkCa Kad* avr^v alpeTrı

1150* 4. at ^fA«0 fort. 4 ^<A/a 7. oMh L* 8 . fOıot riyoBi V '


9. iyoBii K** 11. B)ı Zwinger : İh codd. 15. rotavros
(cTvot) Sylburjf 17. o5] ot oi K**, omisso S*
166

layık da değillerdir. Tanrılar konusunda bu son derece açık: 35

onlar tüm iyiler bakımından çok çok üstün. Krallar konu­


sunda da bu böyle, çok aşağı olanlar onlarla dost olmaya 1159a
değer değil. Hiç değeri olmayanlar da çok iyi ve çok bilge
kişilerle dost olamaz. Bu tür durumlarda nereye kadar dost
olunabileceği, kesinlikle sınırlandınimış değil; biri çok fazla
yitirse de dostluk sürebilir, ama biri, bir tann gibi, çok uzak­
sa, artık söz konusu olamaz. Bundan ötürü dostlann dostlan
için, tanrı olmaları gibi, en büyük iyileri isteyip istemeyecek­
leri de sorulabilir. Bu durumda artık onlar için dost olmaya­
caklardır, onlar için 'iyi' de olmayacaklardır, çünkü 'dost' de­
mek, 'iyi' demektir, imdi dostun, onun için, dostuna iyi
şeyler istediğini söylemek yerinde idiyse, onun nasılsa öyle
kalması gerekecektir. O halde dostu, bir insan olarak, onun 10

için en büyük iyileri isteyecektir: Belki bütün iyileri değil,


çünkü herkes en çok kendisi için iyi şeyler ister. Çoğunlu­
ğun 'saygı' sevgisi yüzünden sevmekten çok sevilmeyi iste­
diği görünüyor. Bunun için çoğu kişi "dalkavuksever", çün­
kü dalkavuk aşırı dosttur ya da dostmuş gibi davranır, sevil­ 15
diğinden çok seviyor görünür. Sevilmek, çoğunluğun ona
yöneldiği saygı görmeye yakın düşünülüyor, ama saygı ken­
disi nedeniyle değil, ilineksel olarak tercih edilir görünüyor:
Pek çok kişi onlar aracılığıyla gereksindikleri şeyi elde etme
umudu yüzünden (iktidardaki kişiler katında saygı görmekten
hoşlanıyor, demek ki saygıdan geleceğe ilişkin çıkann belirti­ 20

si olarak hoşlanılıyor). Bazılan da doğru ve bilgili kişilerden


gelen bir saygı arzulayıp kendileri hakkındaki kanılannı sağ­
laştırmak ister; böyle söyleyenlerin yargısına kanarlar ve iyi
kişi olduk diye sevinirler. Kendi başına, sevilmekten de hoşla­
nırlar. Bunun için dostluğun saygı görmekten daha iyi bir şey 25

olduğu ve dostluğun kendi başına tercih edildiği görülse ge-


VIII. 8. 167
3 tlvai, boKfî b' iv r y <f>ıK€Îv fiaKKov ^ iv t Ş (fnKfîarOat,
elvai. o7ifX€Îov b* al [/.ıjTİpes <f>ı\€Îv yalpovaac İvıat
yap bıboa<rı ra iavT&v rpi<f>€(rOaı, Kal ^ıXov(rt pcv cibvîaı,
avTi<f)i\fl<rdaı b' ob ^rjT0v<rıv, iav d/j,<^OTçpa ivbiyrjrait 30
dX\* İKavöv avraîs eoiKev eîvaı ih v op&crcv eb ırpûrTovras,
KOL avral <f>ı\oüatv avTobs Khv İ ksîvoi prfbiv &v fiîjrpi Ttpocr-
4 77/cfi âTTOvipûnaı 6ıd t^ v ayvoıav. p â \\o v bi rfjs ^ıKCas 1 0
OVOTJS iv <f>lX.€ÎVt KOİ T&V <f>l\o<f>(Kü}V İTTaıvovpivoiVf <f>C\<av
dpcT^ t 6 (^ ı\fiv İoiKfv, &ar iv oîy tovto ylvfra ı Kar^ i^lav, 35
5 ovToı povıpoı <f)CKoı KOI fi Tobr<üV <fnkUı. obrıa d’ &ı> Kal ol 1159'
âvuroı p6Xıar fîiv Icrâ^oıvro yap &v. fi 5 ’ laorrıs
Kal 6poı6rqs <pı\oTrıs, Kal paKurra p iv ft Tdtv Kar aperfıv
bpoıorrıs' povıpot yap ovres Kad' abrovs Kal ıtphs â \ k ‘qXovs
pevovo'i, Kal ovt€ biovraı <f>a'6Ka>v ovö’ v'nuıpçrovo'i roıavra, S
dXA’ o>s eİTTfîv Kal bıaKCûkvovcrıv' t Qv ayaO&v yap pı^r
afiTovs apapraveLv pıjTC toîs <p(\ots İTrtTpiiTdv. ol df po-
\6ripol t6 p fv fii^aıov ovk İyovaıv' ovbi yap abrols bıap4“
vovcrıv opoıoı ovTfS' İ tt âkiyov b^ \p6vov yîvovTaı (fiiKoı,
6 Tfİ dAAîjAa>y poyOy]pia. ol \prı<npoı 8 ^ koi ^8 cÎs «o
İ ttI ırkeîov bıapivovtnv’ İo)s yap av ’nopLCuiO'iv fıbovas fj
oKpekfias dAAıjAoty. i ^ ivavTİo>v b^ pâkıara p^v boKCÎ fi bıa
TÖ \pfj(npov ylv€(r6 aı ^ıkCa, olov ırivrıs v\ov<ri(p, âpaOfii
ftbSri’ ob yâp Tvyy^dvft tis ivbe^s &Vy rovrov i<pıepev09 âv-
Tibtopetraı &kko. ivravûa b’ &v tis 4Kkoi Kal ipaarfıv Kat 15
ip^ptvov, Kal Kokdv KOI alayjp6 v. bıb <^alvovraı koI ol
ipaaral ycAotot ivCor^f â^tovvres <f>ıX€t<r6 at &s (f>ıXov<nv
SpoCtûs bfj ^ iXi;toW Svras î<ra>s b.$ıa)Tİov, pıjb^v 8 e rotovrov
7 ix.ovraç ycAoîov. ?<ro)s 8 ^ 088 ’ i<f>(€Taı t6 ivavriov tov iv~

34. ipİKtty K** 35. iptT^t pr. 1150>> 11. (as]


ifiicts 12. 4 otn.
167

rek. Öyle geliyor ki, dostluk sevilmekten çok sevmekte. Sev­


mekten sevinç duyan anneler de bunun kanılı: Kimi anneler,
kendilerine ait olanı çocuklanna yedirir, bilerek sever, ikisi
de olmasa, sevgilerine karşılık beklemezler, onlan iyi du- 30

rumda görmek onlara y^ter. Bilgisizlik yüzünden, bir anne­


nin yapması gereken hiçbir şey yapmasalar bile, çocuklannı
severler. Madem dostluk daha çok sevmekte ve "dostsever-
leri" övüyoruz, dostlann erdemi "sevmek" olsa gerek. Dola­
yısıyla bu durumun kendilerinde değere göre oluştuğu kişi- 35

1er kalıcı dosttur, onlann dostluğu kalıcıdır. Eşit olmayanlar ıi 59b


en çok bu biçimde dost olsa gerek, çünkü böylece eşitle­
nebilirler. Ne ki dostluğun ruhu eşitlik ve benzerlik, özel­
likle de erdemce benzerlik: Çünkü kendi içinde tutarlı olan­
lar, biribirlerine karşı da tutarlı olur, kötü şeylere gerek duy- 5

maz, bunlara değer vermez, hatta onlan engelledikleri söy­


lenebilir. Çünkü yanılmamak, dostlara da bu yönde olanak
vermemek iyi kişilere yaraşır. Kötü kişiler ise sağlam değil;
bunlar kendi içlerinde de tutarlı kalmaz. Kısa zaman içinde
dost olurlar, çünkü biribirlerinin kötülüğü çekici gelmiştir.
Oysa yararlı ve hoş kişiler daha uzun süre, biribirlerine ya- 10

rar ve haz sağladıklan sürece dost kalırlar. Öyle görünüyor


ki, en çok karşıt kişiler arasında yarara dayanan dostluk olu­
yor; Sözgelişi zenginle yoksul, bilgili kişiyle cahil. Biri yok­
sunken ne elde etmişse buna karşılık başka bir şey verir. Se­
ven ile sevilen, güzel ile çirkin de bunlara eklense gerek. Bu- 15

nun için kimi kez aşıklar, sevdikleri gibi sevildiklerini sandık­


larında gülünç görünüyorlar. Eşit olarak sevilmeye değerse,
bu beklenebilir, ama böyle değilse gülünç. Karşıt karşıtını
168 VIII. 8—9-
avTİov Kad' air6, &K\a Kara crvfJL^^firiKos, fj 5 ’ âpe^ıs tov
pÂiTOV icrriv' tovto yap iy a 0 6 v, otov r y ^p<p ov^ vypy
yevitrdaı aXX’ ^ırl tö pk<rov iXöeîv, koI t Ç Oepptp Kal toîs
âXXoi9 opoîüis. Tavra pkv oZv i<(>fl<rd<û' koI ydp karw
ÜKKorpı^Tepa.
11 ”E oik€ be, Kad&TTep kp dp\fj etprjraı, ırepl ravrâ Kal I X .
kv Tols avToîs eîvai rj tç efnkCa Kal t 6 bCKaıov. kv aTrdaj]
ydp KOivmvia boK€Î t i bUaıov etvai. Kal <f>ıkCa bi' ıtpoa-
ayopevovcrı yodp &s <f>Ckovs tovs <Tvpı,vXovs Kal Toi/s avarrpa-
Ti(&Tas, 6poi(ûs be Kal rol;; kv Tois &Waıs KOtv<t)viai5 > xad’
30 6(tov bk Koıpuivovaıv, kiri ro<roÖT<ij; k<m (fnkla' Kal yap t 6

bİKatov. Kal ^ rrapoıpCa “ Koıvd ra <f>(\a)v,'* 6p6âs' kv k o i -


i'oivia ydp ^ <f>ı\la. lo r t 5* âdeA^ot; p,ev Kal eralpots 2
ırdvTa KOivd, ro î; 5 ’ âXXots SufKopurpeva, Kal ro t; pev
TrkeCa toîs b* kkdrro)' Kal ydp t &v <f>ıkıâv at pkv pak-
35 kov at b' rjTTov. bıa<t>epeı bk Kal ro bUaıa" ov ydp
1100 Tavra yopevaı ırpoy reKva Kal dbek<j>oîs Trpbs dkkrfkovs,
ovb* kraCpoıs Kal voktraıs, dpoias Kal kiri râ v dkka v
ipıkı&v. krepa b^ Kal rd dbiKa ırpds kKdarovs rovratv, Kal 3
at^rfaıv kap^dveı r <3 pâkkov vpds <f>Ckovs etvai, oîov XPV~
5 para dıroorepijaraı eraîpov beıvdrepov ^ vokCrrjv, Kal pıj
^orıdrja-aı dbek<f)<û rj 66velip, Kal ırarafat rrarkpa ^ âvnvovv
âkkov, av^eaûaı bk ırk<f>vK€V &pLa t^ (fnkCif Kal tö bi-
Kaıov, w; kv roîs a ^ o î ; Svra Kal krr taov bıı^Kovra, al i
8^ Koıvoiviaı TtoLaaı popCots koİKaat rfjs TTokiTtKijs’ avprro-
10 pedovrat ydp krri rıvi avpcftkpovrı, Kal tTopt^opevoC ti t &v
eîs TOV piov' Kal ^ rrokiTiK^ 6^ Koıvcavta tov <rvp(frkpovTos
ydptv boK€t Kal k^ dpxv^ avvekdelv Kal bıapkveıv’ rodrov

21. öypü ob İJIP&K** Asp. 26. ravrh 28, o5v T : yiıp L'*:
İk M** 38. İXXou om. K*» 1160* 8. r i tûcata V> T 7.
^ kck) ^ y trtu
168

herhalde 'kendi başına' değil, ilineksel olarak arar. İştah ise 20

ortaya ilişkin, çünkü iyi olan bu: Sözgelişi kuru olan şeyin
ıslanması değil ortayı bulması gerek; sıcak şeyde ve öteki
durumlarda da bu böyle. Ama bunlan bırakalım, çünkü ko­
numuz dışında bunlar.
Başta söylediğimiz gibi, öyle geliyor ki, hem dostluk
hem de adalet aynı şeyle ilgili ve aynı kişilerde. Her ilişkide
adil bir şey var, bir de dostluk, böyle görünüyor. Nasıl de­
nizciler ve silah arkadaşlan dost diye adlandınlıyorsa, başka
ilişkilerde de bu böyle, ilişki ne denli çoksa, dostluk da o
denli çok olur.Adil olan da öyle. "Dostun malı ortaktır" sözü 30
de doğru, çünkü dostluk ortaklıkta. Kardeşler ve arkadaşlar
için her şey ortak, başkalan için ise ayn: Kimi için daha çok
kimi için daha az. Adil şeyler de farklı. Nitekim ana-babanın 35
çocuklan karşısındaki, kardeşlerin biribirleri karşısındaki 1160a
haklan; arkadaşlar arasındaki haklar; yurttaşlar arasındaki
haklar aynı değil, öteki dostluklarda da bu böyle. Demek ki,
bunlann herbirindeki adaletsizlikler de farklı: Dostlukla bağ­
lantılı olarak, arttıkça ağırlaşır. Sözgelişi arkadaşından para
esirgemek herhangi bir yurttaştan esirgemekten; kardeşine
yardım etmemek tanımadık birine yardım etmemekten; ba­
baya vurmak herhangi birine vurmaktan daha ağır. Dostluk­
la aynı anda hak da doğal olarak artar, çünkü aynı alan­
da ve kapsam eşit. Bütün ilişkiler toplumsal ilişkinin par­
çalan gibi görünüyor. Kişiler yaşama gerekli olan şeyler­
den birini sağlamak için ve bir yarar için biraraya geliyor. 10

Toplumsal ilişki yarar uğruna konmuş bir ilkeden yola çı­


kan ve süren bir ilişki gibi görünüyor. Yasa koyucular da
VIII. 9—10. 169
yap Kal' ol vofiod^raı oTo^âÇovraı, Kal bUaıov ^aorıv elvai
5 rh KOivfj (TVpL<f>4pov. al (lev oZv a \\a ı Koıvoiviaı Kara pÂprı
Tov <rvp<f)€povTOs i<\tUvraı, otov tT\<üTrjp€s p.ev tov Kara rdı/ 15

ttKovv Ttpbs ipyatrCav \pr)p.âT<ov »/ ti roıovrov, <rv<rTparıcoTaı


di TOV Kara rbv Ttbkepov, cîre xprjp.âT<av cîre vUrfs fj tto-
Keoas 6pfy6p.evoı, 6p.oCü>s bi Kal <f>v\4Taı Kal brıp.6raı.
[İnat be râv Koıvoivı&v bC rfbov^v boKOvaı ylvecrOaı, 6 ıa<r(o-
T&v KOI 4pavıcrr&v’ abrat yap Ovaıas 4veKa Kal avvova-lasJ] 20
Ttâa-aı b* abrat bıro r^v rtoktrtK^v koİKaa-tv elvat' ob yâp
TOV TTOpbvTos avp.<f>4povT09 ^ ‘iTokiTtKrj 4<l>leTat, akk* els
âıravra rhv ^tov :)e * 6 va-Cas re Troıovvres Kal ırepl ravras
avv4bovs^ Ttpâs (»"f) &7rov4povres toîs 6 eoîs, Kal avroîs ava-
Ttaba-ets •noplÇovres p.eff ^bovrjs. al yhp b.pyatat OvtrCat Kal 25
(rbvoboı <f>alvovraı yLveaOaı pLera tAs t &v Koprr&v <rvy»co-
p.tbas otov ivap^aC' p.6.ktcrra yap kv roîîrots 4o')(dkaCov
6 TOÎS Katpoîs. Ttacrat b^ı ^alvovrat al Kotvcûviat p.6pta rrjs
ırokırtKİjs etvai' İKokovd-^crovat bi al rotavrat <l)tkCat raîs
Toıabrats KOivcavCats. 30
X. IIoAıre^as 8’ ^orlv eîbr} rpta, ta-at be kcu TtapeK^â- 12
o-ets, otov iffOopal robrtov. eltri d’ al ptiv ıroktreîat fiaa-t-
keia re Kal &pı<rTOKpar(a, rpCrrı b i iıro rıp.r\pÂr(ûVy ^v
TtpjoKpariK^v k4yetv oİKetov <4>aiverat, troktreCav b' abrrıv
2 el^daartv ol nrkeurroı Koketv. robrtov b i Pekrtarrı ptiv r\ 35
fiturtkeCa, b* rj rtfiOKparCa. Trap4 K^a<rts bi ^ a a t-
keCas fxkv rvpavvîi' 6.p.<l)<o yoip p.ovap\tat, bta<f>4pov<rt bi 1160 '■
ırAeîoTov* 6 ptiv yhp rvpavvos rh abr^ orvp.^4pov a-Kottet,
6 8^ ^aaıkebs rb r&v h p \ 0 fx4 v(ûv. ov yAp iorrt ^ a a t k ^ i

19 . (vıoi—20. trvvovffIas fort. infra post 23. $loy ponenda fort. (o l)


$ıtur€tr&y 20. fort. olroı 21. tîyaı om. K** 22. roC] ^ırl
t o G K** 28. rabras rht avySSovs K** L** 24. re add. F 30.
roıabrats om. 32. 3’ of om. K** 33. t i K**: t ’ ^ vulg.
169

buna çabalıyor, ilişkiye yararlı olana 'adil' diyorlar. Öteki


ilişkilerde ise özel bir yarar gözetiliyor: .Sözgelişi gemiciler 15

zenginlik ya da benzeri bir şey sağlamak için gemi yolculu­


ğundaki yaran, silah arkadaşlan zenginlik, utku, kenti ele
geçirmek istedikleri için savaştaki yaran gözetir. Aşiretler,
kabileler de öyle. <Kimi ilişkilerin de haz nedeniyle oluştu­
ğu görülüyor, sözgelişi ayinlere ve davetlere katılanlannki:
Bunlar tören yapmak, birlikte olmak için katılır> Bütün bu 20
ilişkiler toplumsal ilişkinin altına yerleştirilebilir gibi geliyor.
Çünkü toplumsal ilişki o andaki yaran değil, tüm yaşam için
gerekli yaran gözetir. ** dinsel törenler yaparak, toplantılar­
da sunular sunarak, kendileri için hazla geçen boş zaman
sağlayarak... Eski dinsel törenlerin ve toplantılann hasat 25
zamanından sonra olduğu görünüyor; sözgelişi hannan za­
manı, en çok bu sırada boş zaman oluyor. Demek ki, bütün
ilişkilerin toplumsal ilişkinin parçalan olduğu görülüyor. Bu
tür dostluklar da bu tür ilişkilerin peşinden geliyor. 30
Üç tür yönetim biçimi var, bunlarla eş sayıda da bozuk,
yani yozlaşmış biçimleri. Yönetim biçimleri: Krallık aristok­
rasi (en iyilerin yönetimi), üçüncüsü de kendine özgü adıyla
timokrasiConurerki) denmesi gereken, ama çoğunluğun '/x>-
liteia'adım vermeye alışık olduğu onurlulann yönetimi. Bun- 35
1ar içinde en iyisi krallık, en kötüsü timokrasi.Krallığın bo- ıi 6ob
zulması tiranlık, çünkü berikisi de tekerklikama çok farklılar:
Tiran kendisi için yararlı olana bakar, kral yönettiği kişiler için
yararlı olana. Kendine yeter olmayan, bütün iyiler açısından
170 VIII. lo.
6 avrdpKijs Kal ırâat roîs &ya6oîs V7tipi\uiv' 6 bi
5 TOiovTos ovbfvbs ‘irpoabeîraı' ra dt(j)^\ıpi,a ovv a ^rû p.iv oİ k
&p CTKOTtoCrif Tols 8’ dpyop.€Voii' 6 yap rotoOroy Kkrıpo)-
Tos &v rts €Îr} ŞaaıKeİJS. ^ bk TvpavvU ivavrCaç ravTrı'
Th yap ia v r ^ âyaûdv btaSKft. Kal <fKivçp^r(pov i m rav-
rr}S OTi ytıpCarrı’ k&kuttov b\ rd ivavrlov ^ikH artp.
10 p€Ta^a(vi(. 8’ İ k ^aaıkeıas d s ropavvibâ' ipav\6rqs yap 3
i(rrı povapyiai fj rvpavphy 6 8e poyOrjpos fiacrıkds rvpap-
pos yiperaı. âpıaroKparCas bi els 6kıyapyjLap KaKiq tcüp
dpypvTOiPy ot pipovai Trjs vokeois Ttapa rr]P â^iap, Kal
'irâvTa ^ Ta vkeîara tüp âyaûüp iavToîs, xal Tas d p xw
İS del TOis avToîs, m pl n:kd<rTov Troıodpfvoı ro Trkovrdp’ âkCyoı
8t) dpyovaı Kal poyOrjpol &ptI tüp imeLKeo-TaTiOP. İ k b i
TipoKpaTCas d s brjpoKpaTCap' tropopoı ydp d aip avrat'
Ttkrıdovs yctp ^odkeraı Kal ^ TtpoKparCa dvat, Kal îaoı
TîdvTts ol iv TtpripaTt. T)Ktara 8c po\6rip6p ia rtv r\
20 br)poKpaTla' piKpov yhp ırapeK^aCveı rb rijs ırokırdas
eı8oy. p€TaŞâkkov<rt p iv obv ftdAto-ö’ oDrcoy al ‘iro\ıreîat*
ikâ^KTTOV yhp ovTû) Kül pŞara^ pfTa^alvov(rıv. bpouopara 4
8’ avTÜv Kal oîov Ttapabdypara kd ^o t rty âv Kal iv
Taîs oIkCüis. rj pev yap ırarpas vpbs vleîy KOiptavCa /Sacrı-
25 Ae^ay İ^^t fry^pa' t ü p t İ kv< ûv yhp r y varpl p iket’ iv~

revdev 8e Kal '^Oprjpos top A la naripa Ttpoo’ayopevet' rta-


TptK^ yap dpxv ^ovkerat ij ^aa-tkda d vat. iv Uipa-ats
8’ ^ TOV TTOTpOS TVpapVtKrj’ y^P bodkots TOtS
vlicrtv. TvpappiKrı 8e Kal f] bea-ırdrov Trpbs bovkovs' ro yap
30 roC bearTioTov avp<f>ipop iv airfj TT/odrrerat. avrıj pev obv
dpd^ <f)aiveTat, ^ Uepa-tKrf 8* rjpapTripivr}’ t ü p 8ıa^epdı»-

1160** 7. fiti O**: fit) ^ vulg. 11. Sil K** 16. 84] 8^1 T : 84 84} M**
19. et ^ om. K**
170

Üstün olmayan kişi kral olamaz. Bu tür biri de hiçbir şeye


gereksinim duymayacak, kendisi için değil, yönettiği kişiler 5
için yararlı olanı kollayacaktır. Böyle değilse, olsa olsa "pi­
yangodan çıkan" bir kral olabilir. Tiranlık buna karşıt, ken­
disi için iyi olanın peşinden koşar. Şuradan da en kötü bi­
çim olduğu açık: "En iyi"ye "en kötü" karşıttır. Krallıktan ti-
ranlığa değişme olur, çünkü tiranlık tekerkliğin kötüleşme- 10
sidir, kötü bir kral tiran haline gelir. Yöneticiler kentin ola-
naklannı değere göre dağıtmazlarsa, bütün iyileri ya da on-
lann büyük bir kısmını kendilerine ayınriarsa; hep aynı kişi­
lere yüksek mevkiler verir, zenginleşmeyi çok önemli tu- 15
tarlarsa, onların kötülüğü yüzünden aristokrasiden oligar­
şiye (takımerkliğe) geçilir. Böylece doğru kişiler yerine az
sayıda kötü kişi yönetici olur. Timokrasiden demokrasiye
geçilir, çünkü bunlar kapı komşusu. Timokrasi de çoğunlu­
ğun iktidar olmasını ister, çünkü belli bir değerde olan
herkes eşit olur. Demokrasi daha az kötü olan bir yönetim.
Çünkü yönetim biçiminden sapma daha az. İmdi yönetim 20
biçimleri bu şekilde değişiyor, en yakın en kolay. Bunlara
çok benzeyen, hatta bunlann hemen hemen ilkömekleri
olan biçimleri ev yaşamında da bulabiliriz. Babanın oğlu ile
ilişkisi bir krallık şekli, çünkü baba oğullanna özen gösterir; 25
bu nedenle Homeros Zeus'u "baba" diye adlandınr. Krallık,
babanınki gibi bir yönetim olmak ister. Ama Terslerde bu,
babanın Uranlığı: Onlar oğullannı köle gibi kullanıyor. Efendi­
nin kölelerle ilişkisi tiranlık: Burada efendiye yararlı olan ye- 30
rine getirilir, imdi bu doğru görünüyor. Terslerinki ise yanlış.
VIII. 10—11. 171
6 r<ûv yap al ^ X tâ tıâ^opoı. ivbpos Se Kal yvvacKÖs apı-
OTOKpariK^ tpaCveToı’ Kar^ â^lap yap 6 âvrjp ap^d, kol
V(pl Tavra & deî tov &vbpa' oaa h\ yvvaiKL âppoCd,
İm Cvti âTTobCb(û<Tiv. cnrâvTüiP be KvpıevoiP â âprjp els 6Kı- 35
yap\ıap pedCaTrjaıv' Ttaph, t^p â^ıav yâp avrb -noıel, Kal
ovx fi ipeCvüiP. epiore b^ âp^ovcrıp ai yvpaÎKes i ‘7r(K\r]poı 1161 •
obcrat' ov b^ yCpoprat Kar iper^p ai ap\al, okka bıa ırkov-
6 TOP Kal b'upapiPt Kadâırep İ p raîs okıyap\(aıs. rıpoKpa-
TiKjî 8’ eotK€P rı tüp ab€k<(>&p’ î<roL yâp, nkrıp i<p’ 8<rop
raîg ^kiKCaıs bıakkâTTOvaip' bıotrep ap Ttokv raîs rıkiKlaıs 5
bıa^ipû>crıp, ovk4ti &b€k<f>iKrı yiperaı rı <f)ikCa. bripoKparia
bi p,âktara pep ip raîs abea-rroToıs tüp olKi^a-ecap (İPTavda
yap ırâvres i ^ ta-ov), Kal İP ats âadep^s 6 &px<op <al
İKaarip i^ovaCa.
XI. Kad’ İKâ<m}P bi t&p rrokıreıâp <f>ıkla <f>aiveTaı, i<f> 13
8aop Kal t6 bUaıop, ^a<nkeî pep ırpös tovs Şacnkevopipovi
ip vrrepo\fj evepyeaCas’ eb yâp TTOLeî rotıs ^aarı.k€vopipovs,
etnep âyaBbs uiP im peketraı avrâp, îv’ «î5 npâıraurıp,
âa-rrep popevs rtpo^âraiP’ odep Kal '^Oprıpos top 'A yapi-
2 ppopa TTOıpipa kaQp ehrep, ToıavTt} bi Kal fi ’narpiKrı, 15
bLa<t>ipd bi r y peyi$€i t&p evepyeTjjpâTtûP' aîrtof yâp tov
eZpai, boKOVPTOS peylarov. Kal Tpo(j}fjs koI ıratbelas. Kal
TOÎs TTpoyopoıs 8e Tavra TTpoavipeTai’ <\>va-eı re âp^tKOP
Ttarfıp vl&v Kal ırpoyopoi İKyop<ap Kal ^aaıkevs fiatnkevo-
3 p^pcap. İP vtrepoy^ 8^ al ^ ık la ı avrat, 810 ko.1 rıpûifraı 20
o[ yopeîs. Kal ro bUaıop bfı İP tovtois ov ravrd âAAâ ro
4 Kar â^iap' oStco yâp ko.1 ti <f>ık[a. koI âpbpbi bi ırpd?

84. 8<ra] & 35. wdt>r»y K** 1161* 2. Sti] Kari, K** 5.
k(om o5 SıaXAı(rrov<rtv pr. 6. ^atyeruıK^ fjiftOKparlat 15.
«7»ck om. 17. tîyu post /ıtyitrrov L** (utrobique M**r) 18.
iırov4/ıCT« r t ] ts y i p L**M**T 22. y ip iy Kal M**T
171

çünkü farklı kişilerin yönetimi farklı olmalı. Kan-koca ilişki­


si aristokrasiye benzer, erkek değere göre yöneticidir, er­
keğe gereken şeyleri yapar, kadına uygun olanlan ona
bırakır. Herşeyi yönetmeye kalkan erkeğin tutumu ise
oligarşiye kayar, çünkü o değere aykın davranmaktadır, 35

daha üstün olmadığı şeyde de bunu uygulamaya kalkmakta­


dır. Kimi zamansa mirasa konan kadınlar yönetici olur. Bu ll6la
durumda yetke, oligarşilerde olduğu gibi, erdeme değil,
güce ve zenginliğe bağlı olur. Kardeşlerin ilişkişi ise timok-
rasi yönetimine benzer, çünkü yaşça farklılık dışında, onlar
eşittir. Bunun için yaşça çok farklı iseler, kardeş dostluğu
oluşmaz. Demokrasi, en çok başkanı olmayan ailelerde (bu­
rada herkes eşit olur); yöneticisi zayıf olan, herkesin istedi­
ğini yaptığı ailelerde söz konusu.
Yönetim biçimlerinin herbirinde 'adil olan' ne ölçüde
ise dostluk da o ölçüdedir. Bir kral için bu, yönettiği ki­
şilerle ilgili olarak iyilikte üstün olmakta: Bir kral iyi bir
kral olduğu için, bir çobanın sürüsüyle ilgilendiği gibi, iyi
durumda olsunlar diye yönettiği kişilerin üzerine titrerse
onlara iyilik yapar. Bu nedenle Homeros da Agamem-
non'u "halkın çobanı" diye adlandırmıştır. Babanın yöneti­ 15

mi de böyle, ama iyi işlerin büyüklüğü bakımından fark­


lı. Baba, en büyük 'iyi' diye düşünülen varolmanın ne­
denidir, yetiştirme ile, eğitimle ilgilenir. Bunlar atalar için
de geçerli. Bir baba oğullan için, atalar soycundan gelen­
ler için; bir kral yönettiği kişiler için doğa gereği yetke­
dir. Bu dostluklar üstünlük üzerine kurulur, bunun için 20

ana-babalar saygı görür. Bunlarda 'adil olan' aynı değil­


dir, değere göredir; dostluklan da öyle. Kocanın karısı ile
172 v ı n . I I — 12.

yvvaİKa fj avrrı <l>ı.\[a Kal iv İLpurroKpaTltf Kar iperrıv


yAp, Kal T(|> âpeCvovL tt\ 4 ov Ayadöv, Kal rb hppoÇpv İ k A-
25 oT<j)' ovTo) 8 c Kat râ hlKaıov. ^ 8 ^ r&v &bfX<p&v Tjj irat- 6
pLKjj cotKcv* r<Tot yap Kal ^\tK târat, ol rotoCroı 6 ’ Spoıra-
âeîs Kal Spoıjdeıs ws irrl rb vo\A, İ oikc bi TaAr-p Kal p
Kara rpv TipoKpaTiKpv t<roı yap ol ıroAîraı ŞoAkovTaı Kal
İTTiUKSîs fivai' iv pipet bp rb &p\etv, Kal i ( ta-ov' oüto) bp
.30 Kal p <f>ıXCa. iv bi rats TrapfK^âaea-ıv, &a-nep Kal rb 8 ^- 6
Kaıov İ ttI v-iKpov iartVf oHtü) Kal p <j>ıKla, Kal pKiorra iv
Trj TvpavvCbt ycip oibev p piKpbv <f)i\las. iv ols
yap ppbev Kotvov ia r ı &p\0 VTi Kal bp^opivip, ovbi
<f>ı\ia’ ovbe yap bCKatov’ otov reyvCrp ırpbs opyavov Kal
35 ylntyfi Trpoy a&pa Kal beaTtArp TTpbs bovkov’ «â^cAcîrat

1161 ** piv yap TtâvTa ravra vırb t &v \p<ûpiva>v, <f)ik(a 8’ ovk
coTi TTpbs Ta &\j/vxa ovbe bİKaıov. dAA’ ovbi ırpbs Î ttttov p
^ovv, ovbi TTpbs bovkııv fi 8 oı)Aoj. obbev yap koivov iarıv'
b yap 8oı5Aos İpyf/v^ov opyavov, ro 8 ’ Spyavov 8 0 C-

5 Ao9. f pev ovv 8 oCAoy, oİ k İcrrı <f>ı\la TTpbs avrov, t/ 8 ’ 7


bvöpcüTTos' boKet yap etvat rt bUaıov ıravrl &v6 p(&TT<p ırpbs
TrâvTa rbv bvvâpevov Kotvtûvpaat v 6 pov ko.1 avvdpKps' Kal
(f>ıX[a bp, KaO’ baov avdpa>Ttos. İ ttI ptKpbv bp Kal iv raîs 8
Tvpavviatv al <f>t\laı Kal rb bİKatov, iv 8^ raîs bppoKpa-
t o rCaıs ^TTt ırAcîoy* ıroAAa yap ra KOivb Icoıy obaıv.
14 'Ev kolvüİvCt} pev ovv ıraca <f>ıX(a iorCv, KaOdırep etpp- X II.
rat. dt^opıVcıc 8’ &v rıs rpv re (rvyyeviKpv Kal Tpv iraı-

26. iftofittOeis Koil İf/ıo^ı0tıs T! ifut^Otıs ıcal 6ftofio,9tts M**J SfioifieısJctı\


SfioıorraOfls A s p . 27. 8^ L** F 31. ^lA/a A sp .: <f>t\tai<rrl
vulg. 33, Kal rŞ L** M** 34. oToy K*> (et ut vîdetur
Asp.) : i\A ’ otov vulg. liei** 2. I)] oMİ K»" 6. o İ k ] 80^X0» ıı\v
oiiK pr. K** 7. vS/iov^ Kal v6fiov K** 8. ^ ı\la Aretinus : ^ı\(a s
codd. 10. 7r\eîov K** A s p .: ıtKtivrov vulg.
172

olan dostluğunun aynı aristokraside de var: Erdeme göre,


daha üstün olan için daha çok 'iyi', herbir kişiye uyan ne ise
o. 'Adil olan' için de bu böyle. Kardeşler arasındaki dostluk 25
arkadaşlığa benzer: onlar eşit ve yaşıt, böyle olanlann ka­
rakterleri de çok yakın olur. Timokrasiye uyan dostluk da
buna benzer: Yurttaşlar eşit ve doğru olmak isterler. Yöne­
tim belli bir kesimde olur, eşitliğe dayanır; dostluk da böyle.
Yozlaşmış yönetim biçimlerinde ise, nasıl adalet çok az ise, 30
dostluk da az; en kötü yönetim biçiminde en az. Tiranlıkta
ya hiç dostluk yoktur ya da pek azdır, çünkü bunlarda yö­
neten ve yönetilen arasında ortak hiçbir şey olmaz, dostluk
da olmaz, çünkü adalet yok: Tıpkı bir el sanatçısıyla aleti,
ruhla beden, efendi ile köle arasındaki gibi. Bütün bunlar 35
kullananlarca belli bir şekilde yararlanılan şeyler. Cansız n6ib
nesnelerle bağlantılı olarak ne dostluk olur ne de adalet. Bir
atla, bir öküzle ya da köle olarak köle ile bağlantılı olarak
da yoktur bunlar, çünkü ortak bir şey yok. Köle canlı bir
araçtır, araç ise cansız bir köle. İmdi köle olarak değil, insan 5
olarak onunla dostluk olabilir. Öyle görünüyor ki, her insan
için yasa ve uzlaşmanın ortak olabildiği her şeyde bir adalet
ilişkisi var. Öyleyse dostluk da, insan olduğu ölçüde olacak­
tır. Tiranlıklarda dostluk da az, adalet de. Demokrasilerde
daha çok, çünkü eşit olan kişilerin pek çok ortak şeyi olur. 10

imdi, söylediğimiz gibi, her dostluk bir ilişki içinde söz


konusu. Ama akrabalıkla ilgili olan ile, arkadaşlıkla ilgili
V III. 12. 173

piKl/jv, al 8^ TTO\lTlKa\ Ka\ ^v\€TlK a\ KOl crVfM'tT\oCKaCf


Kal 5<raı Totavraı, KOivoiViKaK lo^»ca<n im KKov’ olov yhp
KO0’ bp,o\oyiav Tivh <f>alvovTat €ivaı- els ra ıira s 8 ^ râ~ 15
2 ^ei€v &v TIS Kal rr/v ^eviKrjv. Kal 17 avyy€ViK^ 8 ^ <f>aCvt-
rai 7ro\veıb^s €Îvaı, ^p-nja-daı 8 c ırâa-a eıc t ^ s ırarpiKrjs'
öi yovcîs p.iv yhp oTİpyov(rı r i rİKva ws kavT<ûV ti
ra 8^ T^Kva rovy yoveis â>s âır* I k€Lv(ûv t (, ovra . fxaXXov
8’ taaırıv ol yovety ra avr&v ^ r«l ytvvrjdkvra on İK 20
T0İJT<ûv, Kal fxcLXXov avvfûKfCoiTaı t6 id > od t<^ yevmjûkvn rj
To yevdfi^vov T<p Troırja-avTi' to yâp airov oIk€Î op
a0’ od, olov 6hovs 0p ii ouovv ro) kxovrı‘ kKeCvtp 8’ ovbkv
TO &<fj' od, r} ffTTov. Kal t <3 -77X ^061 8^ rov \ p 6vov o\ {ikv
yap ei0î»s y €VOfX€va arkpyovcrıv, t o 5 e TTpoeK66vT09 xpo*^ov 25
Tovs yovcîs, (Tuj;€<rıv ^ aîardrjaıv K alom a . kK toİ/tcov dk
3 877X01; Kol 8t* h <f>ı\ ova-ı pLaX\ov al pirjTkpes. yovfU p.kv odv
T€Kva <f>ıKov(rıv a>s lavrovs (ra yap k^ avrQv olov erepoı
avTol Ttp /cex<«>pla-0at}, T^Kva dk yovets dır* kKf(v<ov ıre-
(ftVKora, Â8eX^ol 8’ aXXi7Xouy ry ex t&v avrûv TT€tf)VKk- 30
vac Tf yap Trpos kK€Îva Tavr6rqs dXX^Xoıs ravTO Troıeî*
oOfv (pual TavTov alp.a Kal pl^av Kal Ta ToıavTa. elai
i brf TavTO TTûiç Kot kv bırıpr}p.kvoi9. H-^yo- 8c Trpos (f>ıKiav
Kal TO (TuvTpo(f)ov Kol TO KaO' fjkiKiav' 17X1^ yap rjkiKa,
Kal ol (Tvv^deıs kTaîpof btd koI 17 d6cX0ı/c^ tj} cTaıpiKfj 35
ofioLovraı. dv€\jnol bk koI ol \o iv o l a vyyevû t kK tovtcjv U 02»
oT)V(OK(C<ûVTaı' Ttj) yap d'TTO T&v avrâv eîvaı^ yivovraı 8’
Ol p.iv oiKeıoVepoı ot 8’ dXXorpıwTepoı t<3 (rûveyyvs rı Ttoppat

1 3 . ffvuvKaıv pr. K*" 1 7 . •ftpr^aöoı 8 i L** A s p . : Kal tıprrıo-Baı K** M** T


1 9 . Tl om . K** 2 3 . B p l^ ] fi 0p l ( fi M** T ry fX o y r t om . pr. K**
25. ı r p o f \ 06v T o t •»■/»oeAÖ^KTa Toıj
• vulgr. 27. a/
p j y r t p t t pâK \oy K** 3 1 . rain-h ıroıc? M** A sp . : rovrnıroı*» L**; tovto
ıroıcrK»* 3 3 . 8 i]S i> K * ’
173

olan dostluk aynlabilir. Yurttaşlıkla, kabile ile; gemi arka­


daşlığı ile ilgili dostluklar anlaşmalar gibi, çünkü bir benzer­
likleri var görünüyor. Bunlar arasına yabancılarla dostluk da 15

katılabilir. Akrabalıkla ilgili dostluğun çeşitli biçimleri var


görünüyor, ama hepsi babaya bağlı dostluğa dayanır. Ana-
babalar çocuklannı kendilerinden bir parça diye sever, ço­
cuklar ana-babalarını onlann bir parçası olduklanndan.
Ana-babalar kendilerinden olanlan, çocukların onlan onlar- 20

dan geldiklerini bildiklerinden daha çok bilir ve doğuranın


doğana yakınlığı, doğanın doğurana yakınlığından daha
çoktur. Nitekim birinin parçası olan şey, parçası olduğu ki­
şiye yakındır, sözgelişi dişler, saç, herhangi bir şey ona sa­
hip olana yakın, oysa tersi ya hiç geçerli değil ya da pek az
geçerli. Zaman uzunluğu bakımından da farklı: Ana-babalar 25

çocuklarını hemen sever, çocuklar ise zaman geçtikçe; algı­


ladıkça, du)oımsadıkca. Buradan, annelerin niçin daha çok
sevdiği de açık. İmdi ana-babalar çocuklannı kendileri gibi
sever (çünkü onlardan kaynaklanırlar ve onlardan aynl-
makla bir başka 'kendileri' olurlar), çocuklar ana-babalarını
onlardan doğduktan için; kardeşler biribirlerini aynı kişi- 3o
lerden doğdukları için sever: Onlara bağlı aynılık, biribirleri­
ni de aynı kılar. Bu nedenle "aynı kandan", "aynı kölrten"
vb. derler. Demek ki ayn bedenlerde olsalar bile, bir biçim­
de aynılar. Birlikte yetişme ve yaşıtlık dostluk için önemli.
Nitekim "yaşıt yaşıtını arar", alışkanlık benzerliği arkadaş
yapar. Bunun için kardeş dostluğu arkadaş dostluğuna 35

benzer. Kuzenlerin v<=* öteki akrabalann yakınlığı da ıi6 2 a

bunlara dayanır, çünkü varlıkları aynı kişilere bağlı. Aile


reisinden uzaklığı ya da yakınlığına göre daha yakın ya da
174 VIII. 12 .
Tov ap)(r}ybv €ivat. lorı 8’ ^ fteı; ıtpos yoveîs tİkvois, 5
5 Kal âvdptû'noıs Trpbs öcous, ats Trpbs iyaObp Kal ıtTupiypv'
eS yap Tti-non^Kaai ra p-iyurra’ tov yap iîvai Kal Tpa(f>rj-
paı aÎTioı, Kal ytpop.ipoii rov vaıöfvÛyjpai' i\€ i 5ç Kal to 6
^8v Kol TO xp-qiTip.op fi Toıa’örrı <f>ı\(a p.âXXov tûp Sövcmp,
S<r<p Kal KOiPOTepos 6 p(os avTo'is konrLv. lort 8e Kal kv rij
lo abekfjytKjj aırep Kal kp tt} tTaıpiKrj Kal p,a\\op kv toIs
imeiKcaı, Kal o\u>s €p rols öpoloLS, ocrıp olKCioTcpoı Kal İK
yepfTrjs VTTâp\ov<rı <rT4pyovT€s dAAîjAous, ko.1 oa-<p 6por]d€~
orepoı oi İk tQp avT&v Kal (Tvprpo(f>oı. Kal Tratbevdcpres
6p.oi<as' Kal fi kuto, top \p6pov hoKipacria 7rXeıoT?j Kal
15 ^e^aıOTaTrı. apoKoyov 8^ Kal ev roîs \oiirols t&p avyye- 7
p&p Ta ^ı\iKa. âv8pl 8e xal yvvaiKl (f>ı\Ca boKcl Karâ
<j)V(rip v'nâpyjiip' âvâpaiiros yap ttj (f>vo'€L avpbvaorrcKdp
p.âX\ov T) ıroKiTiKOV, Sa-<o TtpoTepov koİ avayKaıoTtpov oUıa
TroAeo)s, Kal TfKPOiroUa KOiPOTcpop toîs C^oıs. toîs /xev ovv
2 0 aWoıs İttI ToaovTOP fj KOtvcav^a i<rrCp, ol 8* &v$payjrot, ov p.6pov

T^9 T€KVOTToUa9 X^pı-P (TOPoiKOvaıp, oKKa Kal t &v tis töp


^Cop’ evûvs yap bıjjpriTat r«ı İpya, ko.1 İ o t ip ^repa apbpbs
Kal yvpaiKos' iiTapKOV<np ovp oA.\^Aot$, eis to kolpop t i 04p -
res ra îbia. bıa raCra 8^ ko.1 r8 tlvaf. boK€Î
2 5 Kal TO fıbv kp TavTjı Trj (j>tXCa. €Îr} 8* &p Kal bı dpen/v,
el eTTteiKeîs eıev* İ ctti yap kKaTİpov aperfl, Kal
Tw TOiovTU). a-vvbea-pios b4 to, TİKPa boKtî eîpai' bıb Oarrov
ol &T€KPOL 8ıaAvovraf rd yap TİKva koipop byadbp ap-
<f)OÎP, (Tvve)(ei 8e to koipop, to 8e w û >s ^ uotİ op avbpl 8
30 TTpbs yvvaÎKa Kal okıos (f>C\<p Trpbs <pC\op, ovSev Ircpoy
<f)aip€Taı ^7;reî<röaı ^ ırcüî bİKaıop’ ov yap Tavrbv ^aıveraı

1162* 6. Kat post iyaBhy om. K** 18. İ<rtf K*": Kal Kıry vulgf. 19.
TtKvoırottîy K} 29. crv/iPıvr^oy T
174

daha uzak olurlar. Çocukların ana-babalanyla ve insanlann


taunlarla dostluğu iyi ve üstün olana duyulan bir yakınlık 5

gibi: Bize en büyük iyiyi sağlamışlardır, varolmamızın, bes­


lenmemizin, yetişmemizin nedenidirler. Bu tür bir dostluk
başkalannınkinden daha çok hoşluk ve yarar içerir; onlarla
ne denli ortak bir yaşam söz konusuysa, o denli. Kardeşler
arasındaki dostlukta; arkadaşlar arasındaki, daha çok da 10

doğru kişiler arasındaki, genelde benzer kişiler arasındaki


dostlukta ne varsa onlar var. Doğuştan beri biribirlerini sev­
meleri oranında yakın; aynı kişilerce aynı şekilde yetiştirilip-
eğitilmeleri oranında da biribirlerine benzerdirler. Dostlu­
ğun en büyük ve en sağlam kanıtı zamana bağlı. Öteki ak- 15

rabalar arasındaki dostluk ilişkileri de bunla orantılı. Kan-


koca arasındaki dostluk doğal görünüyor, çünkü insan do­
ğal olarak toplumsal ilişkiden çok, ikili ilişkiye yatkın. Nite­
kim aile devletten önce gelir, daha zorunludur, çocuk yap­
ma özelliğiyle de öteki hayvanlarla ortak. Ne ki, öteki
hayvanlarda bu ilişki bu kadanyla kalır, oysa insanlar yalnız 20

çocuk yapmak için değil, yaşama ilişkin şeyler için aile ku­
rar: Görevler kendiliğinden bölünmüştür, kimi erkeğe, kimi
kadına düşer; kendilerine ait şeyleri ortak sayarak biribirle­
rine yardımcı olurlar. Bu nedenle, bu dostlukta hem yarar
hem de hoşluk var. Kişiler doğmysa, erdem üzerine de ku- 25

rulsa gerek. Herbirine özgü bir erdem var ve bu tür


bir dostluktan zevk alınabilir. Çocukların da bir bağ ol­
duğu görünüyor, çocuksuz çiftler bunun için çabuk ay-
nlıyor; çünkü çocuklar berikisi için de ortak bir 'iyi',
ortak olan şey birleştirir. Bir adamın kansıyla ve genelde
bir dostun dostuyla nasıl yaşaması gerektiğini araştırmak,
bunlarda 'adil olan'ın nasıl olduğunu araştırmaktan başka 30

bir şey gibi görünmüyor. Nitekim, öyle görünüyor ki,


VIII. 12—13. 175

vpds TÖV ^C K o V KCll t 6 p SO vftO V K dl v b v k v a ıp o p

Kal TÖp avpL<liOiTrfnqp-


X III. TpiTToiv 5’ o{><r&p (fnktâp, Ka$âır€p ^p ipXV 15
Kal Kad' kKİ.(m]p t &p p^P İ p ladnjrı <f>C\<ap opt(op t &p 35

KoO^ vTrepo\Tİjp (»cot yb.p 6poC<ûs iya$ol <j>i\oı ytpopraı Kal


apeCpûip ytipopif 6poCu>s bi Kal ^beîs Kal 5 t â t 6 yj>i]a-ı-1 1 6 2 '
pjoPy t<rd^ovT€s Taıs w^e\€^oıs (tat bıa<f>4povT(s), tovs tcrovs
p ip Kar* la-brrjra 8 cî r y <f>ıXeîp Kal toîs Aoııroîy ladC^tPj
Toi/s 6 * ipCdOVS tö i,pâX.oyop tcûs bîripoyaıs aTTobıbopaı.
2 yCpfTaı bi TcL iyK^ı^para Kal al pipyj^ets İ p Tp Kara 5
t6 xp-q(Tipop <j)i\(q tj pdprı rj paklara^ fvkoyttis, ol p\p
yap bı &p€Tqp <f)ikoı SifTes eb bpdp dkkrjkovs ırpoOvpovpraı
(roCro yap dpeTİjs Kal (fitkCas), ırphi t o v t o 8 ’ âpıkk<apepoiP
ovK İoTLv iyKk'J^para ov8 ^ 7 “/® ^lAovı/ra Kal
€v TTOLovpTa o\)b(ls bvoyjEpaLp^ı.^ Âkk* b,p ^ )(ap^€is, dpv- xo
peraı t î bpûp. 6 b* vTTfpfiâkkoiP, nryyapap ob i<f)C€Taif
OVK hp iyKokoti} T« <l>tk<p’ İKaoTos yap t o v âyaöov dpiyç-
3 rat. o h tt& p v 8* ohb* i p r o î s bC rıb o p q p ' â p a y â p âp<f>oÎp
y ip e r a t o h S p i y o p r a ij e l r y a v p b ı d y e t p y a lp o v o v p ' y e k o îo s
b* hv <f>a(poıro K al 6 iy K o k & p r y p^ r ip T r o p n , i ^ b v prj 15

4 o v P T jp tp e d fip . fj 8^ 8ta r b yj>-fı<npop iy K k r j p a r i K ^ ' iır


dKf>€k€Cq y d p \p d tp tP O i d k k r j k o ı s d e l tov ırk eC o p o i b i o v r a ı ,
K a l İka T T O P İ \ e w o îo p r a ı to v Trpoan/jKovTOS, K al p4p<f>0PTat
S n o h x S o to p b i o p r a t T o a -o h ra p r u y ^ d p o v o t p & ^ıo ı o p r e s ' o l
8* €Î» iT O to vp res o v b ü v a v r a ı i v a p K e î v T o o a v r a o o iû v ol w<l- 20
5 o y p p T t s b i o if r a t . loiKt 8^, K aO dırep r b b İK a td p i a r ı b iT T d v,
tS p ip &ypa4>op Tb bi Karâ pdpop, Kal Trjs ko tu t6

34. 2^ r Asp. ^iAidv] rmv ^nKıSy Asp. 35. ^l\ıtv'\ rûy tpiKtty K^*
1162*’ 4. t 2] KOT& t 2 r : r f corr. cod. Par. 1 4 1 7 12. İKcCrcpot
M** r iıpttraı M** F 16. tn/ySırifitptitıy L**
175

dostun dostla; bir yabancıyla, bir arkadaşla ya da bir mes-


lekdaşla ilişkisi aynı değil.
Başta da söylediğimiz gibi, madem üç tür dostluk var
ve bunlann herbirinde dostluklar eşitliğe ve üstünlüğe göre 35

oluyor (iyiler kendi aralannda ve daha iyi biri daha kötü bi­
riyle aynı şekilde dost ol^ıyor. Yine hoş kişiler ve yararlı ki­ 1162b
şiler de öyle, farklı olsalar bile yarar açısından eşitleniyor­
lar), dostluktaki eşitliğe göre eşit olanlan başka açılardan
eşitlemek, eşit olmayanlan ise üstünlükteki orana saygı gös­
tererek eşitlemek gerekir. Suçlama ve kınamalann yalnızca,
ya da en çok, yarar üzerine kurulmuş dostlukta ortaya çık­
ması akla uygun. Çünkü erdem nedeniyle dost olanlar biri-
birlerine iyilik yapmak için can atar (bu erdemin ve dostlu­
ğun özelliği); bu konuda yanşanlar için ne suçlama olur ne
de çatışma. Hiçkimse kendisini seven ve kendisine iyilik ya­ 10

pan kişiye kötü davranmaz, tersine hoş olduğu ölçüde iyilik­


le karşılık verir. Bunda aşırıya kaçan ise istediği şeye ulaştı­
ğına göre dostunu suçlamasa gerek, çünkü berikisi de iyiyi
arıyor. Hazza dayanan dostluklarda da bu görülmez: Birlikte
yaşamaktan hoşlanıyorlarsa, aradıklan şey herikisi için aynı
anda gerçekleşir. Çünkü onunla gün geçirmemek elindey-
ken, kendisini eğlendirmediği için dostunu suçlayan kişi gü­ 15

lünç görünse gerek. Ne ki yarar üzerine kurulmuş dostluk


suçlanacak bir şey; bu tür dost olanlar yarar açısından biri-
birlerini kullandıkları için, hep daha çoğuna gereksinim
duyarlar, hep gerekenden azını elde ettiklerini düşünürler,
buna değer olduklan halde gereksinimleri ölçüsünde
elde edemedim diye kızarlar. Oysa iyilik yapanlar, tut­
ku içindeki kişilerin istediklerinin tümünü karşılayamaz. 20

Öyle geliyor ki, nasıl adalet, biri yazılmamış. Öteki ya-


savla belirlenmiş olmak üzere iki tür ise; yarar üzerine
176 VIII. 13 -
\prj<nfiov <f>ı\ias ^ ıx(v j) 8e vofUKrj tlvaı. yCveraı.
o tv r o iyK.\^naTa fx6Xı<Td' Srav fir) koto ttjv aiırijı/ trup-
25 oXXdfa)<rt Kat dta\v<t>praı. l o r t 8’ ^ pofUKrı /xfv ^ 6

priToiSf 7} fjL€P TrifiTrav hyopaia İ k X€ipos eîs \€^pa, ^


8e ikfvdtptüiTepa €İs 6p.okoyCap 8 e rl hvrt
t İvoİ. hjjkov 8’ ravrrı rd 6<f>e(X.rjpa kovk ap.<f>(koyoVf
(ptkiKov 6 e TTiv âva^ok^v ^vloıs ovk eZ<rı Tovrtov
30 bUaı, dXV otovrat hetv aripyeiv tovî Kara 'nCarıv <njvaA.A.d”

^avras. rj 8’ ovk ewi prfTots, dAA’ û>y Scopeîraı 7


^ 6 n 8i7iroT€ âAAo' KopC(i<rdaı 5^ dfıoî to tcroj; ^ ttA^ov,
â>9 ov 8 e8 a>Kd)y dAAd XPV^^^' optolcaç bi awak~ 8
Ad^ay xal StaAvdftevos iyKok4<r€i. tovto 8 e avp.^alv€i
35 8 td rd ^ovketrdaı pifv rrâvrar ^ rovs ırAcıorov? rd KoAd,

ır/)oaıpeîcr6 aı 6 e rd dc^eAtfia* Kakov 8 e ro e3 Troıeîv jixîj


tI03" avriTrdÖT}, u^eAiftov 8 c ro iifpyfTeîa-dai. bvvap.4v<p9
8 ^ dvrow 8 or^ov r^v d£ıav <Sv lıraöev [ıcaı İKo'vrı] (d/covra

ydp d>^Aov 08 TtoırjTİov’ a>s 8^ bıapapropra iv rfi âpxfj


Kal eî rradoPTa v<^’ 08 ovk eSeı— 08 ydp vtto <f>lkoVf ovbi bt
5 o8 ro roCro bpâvros— Kadârttp obv İ tti prjToh €V€py€Tr)6ivTa

btakvriovy Kal -f 6p.okoyrj(rat 8’ f bvvdpıevog âvobdo-etv


âbvvarovvTa 8 ’ 088 ’ 6 bıbovg rt^iivtrtv &v. &(rr d bvvarov^
dTroSorcov. iv apyğ 8’ iıucrK€Tniov v<f>* 08 ede/jyereîrat Kal
İ ttI rli/t, OTTCüS İ ttI TOTJTots vırop.ivjı rj p.-q. df*^t<r/3t|rîj<rıv 10
10 8’ 4x^t jrÖTfpa 8et rfi rov vaÛdvros ^<^eAelç pt^rpeıv Kal
'trpdg radrrjv Troıeîo’0 a 6 Tijv âvravdbotrıvf ^ Tjf rov bpdaav-
Tos €vepy(a-iıı. ol p.iv ydp rraâovres roıavrâ (ftaaı ka ^fîv

23. ^tX/oî K*” A sp .: it<pe\flat vulgf. 25. 8* ^ M^t Sif K**; î4'L**
if om. M*» 29. <pıKiKhv pr. K*»: «|>ı\udıv vulg. pr. K»* 8t8vcp
pr. K*"; Î 18 irap’ vulg. 1103» 2. Kal M yrt om. K'> Asp. 6.
6po\oy^<raı «*] fort. h dı/*o\<{7iJK«v 7 . SıSohs K*>: Sotrs vuJg. Suya-
tSv K*': Suyaris vulg. 9. Asp.
176

kurulmuş dostluğun da bir türü etik, bir türü yasaya bağlı,


îmdi suçlamalar en çok, birleşmelerle aynlmalar aynı şeye
uygun olmadığında ortaya çıkıyor. Yasayla ilgili dostluk söz­ 25

leşmelere bağlı, ya elden ele değişim biçiminde tecimsel ya


da 'bir şeye karşılık bir şey' uzlaşmasına göre zaman bakı­
mından daha seıbest. Burada ödev açık, tartışmasız; dostluk
öğesi de taşır, bu nedenle bazılanna göre, bunlann davası
olmaz, tersine güvene dayanarak uzlaşanlann biribirlerini 30

sevmeleri gerektiğine inanılır. Etik dostluk ise sözleşmeler


üzerine kurulmaz, dosta dost olarak armağan verilir ya da
herhangi başka bir şey yapılır. Sanki vermiş değil de, ödünç
vermiş gibi, bunun eşiti ya da daha çoğu beklenir. Karşılık
böyle olmazsa suçlama gelecektir. Bu durum, herkesin ya 35

da çoğunluğun, güzel şeyleri isteyip yararlı şeyleri tercih et­


mesinden ileri geliyor: Karşılık görmek amacıyla olmayan 1163a

iyilik güzeldir, iyilik görmek ise yararlı. Bunun için yapabi­


len kişi aldığının değerini karşılamah <hem de isteyerek>
(istemeyerek yapıyorsa dost olarak yapmış sayılmamalı, ti­
kede bir yanlış yapmış ve lıaketmediği birinden iyilik gör­
müş gibidir - yani bir dosttan ya da dostluk için bunu yapan
birinden değil-. Demek, sözleşmelere dayananlardaki gibi,
iyilik görenin karşılık vermesi gerekir). Karşılık verebilen
vermeli, karşılık veremiyorsa, ısrar etmemeli. Dolayısıyla, ola­
naklıysa geri vermeli. Kabul edip etmemek için, başlangıç­
ta kimden iyiliğin kabul edilebileceği, hangi koşul içinde iyi­
lik görülebileceği incelenmeli. İmdi bir sorun var: Acaba iyi­
lik görenin sağladığı yarar açısından mı, yoksa iyilik ya­ 10

panın yaptığı iyilik açısından mı bir ölçüye vurup,


buna göre karşılık vermeli? İyilik görenler, iyilik eden
VIII. 13— 14. 177

Ttap^ T&v €İepy€Tâv h pnKpii İ kcIvoh koI irap


iripoip Kafieîv, Karaa-fMiKptCovTfS' ot b* ivâ'traKıv ra p.i~
yiara t&p vap airoU, Kal h irap' &Xko>p ovk ^ p, Kal İp 15
11 Kipbi/poıs fj Toioörats yjpetaıs» dtp' obp ö t a p.iv to x P ’JO’ifio*'
T^s <f>ıKlas oü<rT}9 ^ toCvaÖopTos .dKf>ek(ta p.4rpop 4<
tH p î otros
yhp d bidftepoSf Kal ivapKft avr^ as KOfuoöfifpos tt}p
tcrtip" Toa-aörrı ovp y€y4priTaı ^ iıriKovpCa 5a-op obros w4*c\ tj“
rat, ıcal aTrobor4op brı a ir ^ Scrop İTrrıİjpfTO, rj Kal v\4op’ 20
Kdkkıop yap. 4p bk raîs Kar âpcT^v lyKk'fip.ara p€P oİ k
4arıp, p,4rp<p b* İ oik€p rj rov bpâaavTos Trpoalpfo-ıs' rrjs
b.p€T^S yap Kal rov ^dovs 4p tj} Ttpoaıpfcreı ro ıcjpıov.
X rv . Aıa<f>4poPTaı b4 Kal 4v raîs ıca0’ iırfpo^^p <fn\iats' 16
d^tot yap İKanpos v\4op 4\ € ip, Srap 8^ rovro ylvrıraı, 25
bıakberaı rf <j>ı\Ca. oUraı yâp o rç ^ e k ria v ırpoo-ıjKcıy
ttKİop İ \ f i p ’ yap ayaûâ p4p«rdaı ‘nK4ov' âpo4<as
Kal 6 a<j>€\tpu&T€pos' ayj>tXov yap ovra ov <j>aa-ı betp îaov
4\ € ip’ k€iTovpylav re yap ylve<r6 aı Kal ov <f>ıklav, el
KOT İl^Lop tûp İpyoiP İorat, ra 4k rr}s (fnklas. oîovraı 30
y ip f Kodâvep 4v yjnipÂTcap Koıvavia Trkeîop kap^âvova-ıp
ol crvp^akkopevoı Ttkeîov, aSra beîv Kal İ p tt} <f)iklq. 6
8’ ipberıs Kal 6 xeCpav iv d ıra k ıv <f)[kov yap iyadov eîvai
rb iıtapKelv raîs ipbeia-ıv' r l yâp, <(>ao-Cpy 6 <f>ekos (rTrovbal<p
^ bvpâcrrp (ftikop elvai, prfb4p ye pikkovra âırokaveıv ; 35
2 4oik€ 8’ obp İKarepos Spââs âiıovp, Kal beîp İKar4p<p ırkeop U63 ^
p4peıp İK r^s Şıklaş, o i rov avrov b4, âkkâ ry pev vırep-
4\ optİ Tipfjs r y 8' h b eeî Kİpbovs’ rfjs pev yap âperfis
Kal Tİjs evepyeaias ^ rıp ^ y4pas, rrjs 8’ ipbelas imKOvpla

19. &^f\*tr€u V* M** r 20. 4wr)iptTO L Dindorf : i^tipero pr. K**:


tamipmo V> M*» it koİ] it K»»: ko) T 28. i om. K»» M“ 29. t«
om. r 81. ırX«f» L** T 82. w\tlw r 84. ^ ( y om. K**
1168^ 1. oSy add. 2. S4 om. pr. 4. To?r iyitlcus Sl K*
177

kişilerden aldıklannı küçümseyerek kendileri için önemsiz


olduğunu, bunlan başkalanndan da almalannın olanaklı ol­
duğunu söyler, iyilik yapanlar ise en önemli şeyleri kendileri­
nin verdiğini, bunlann tehlikelerde ve benzeri gereksinim­ 15

lerde başkalanndan alınamayacağını ileri sürer, imdi acaba


yarar üzerine kurulan dostlukta, ölçüt iyilik gören kişinin sağ­
ladığı çıkar değil mi? O da gereksinimi olan kişi, iyilik yapan
ise eş bir karşılık bekleyerek ona yardım ediyordur. Demek ki,
yardım, iyilik gören ne kadar çıkar sağlamışsa o kadar büyük
olur, iyilik yapana elde ettiği kadar, hatta daha çoğu geri ve­ 20
rilmeli, bu daha güzel. Erdeme dayanan dostluklarda ise
suçlama olmaz, iyilik yapanın tercihi ölçüt gibi, çünkü erdem
ve kara kterde asıl olan şey tercihte.
Üstünlüğe göre olan dostluklarda da farklılıklar var.
Dostlardan herbiri daha çok sahip olmayı bekler, böyle 25
olunca da dostluk bozulur. Daha iyi olan daha çoğa sahip
olmanın kendisi için uygun olduğunu düşünür, "çünkü iyi­
nin payına daha çok düşer"der. Daha yararlı olan kişi de
aynı şekilde düşünür: "Yararlı olmayan eş pay almamalı,
dostluktan kaynaklananlar işlerin değerine göre olmazsa bir
dostluk değil, bir kamu görevi olur; nasıl parasal ortaklıklar­ 30
da daha çok sermaye ile katılan daha çok alırsa, dostlukta
da böyle olmalı" der. Gereksinimde olan ve daha aşağı bu­
lunan kişi ise tersini düşünür: "gereksinimde olanlara yar­
dım etmek iyi bir dostun görevidir, hiçbir çıkar elde ede­
meyecek olduktan sonra erdemli ya da güçlü biri ile dost
olmanın ne yararı var" der. imdi öyle geliyor ki, berikisi de
kendi açısından haklı, berikisine de dostluktan daha çok 35
bir şey kalmalı: Ama bu aynı şey olmaz, üstün olana daha 1163b
çok saygı, gereksinimde olana daha çok kazanç. Nitekim
erdem ve iyiliğin ödülü saygı, gereksinimin destekçisi ise
178 VIII. 14— IX. I.

5 Kİpbos. oîjTai h' İ\€ iv TOVTO Kai iv r a ti ıroktTflais <l>a(- 3


Vfraı' ov yap rıpAraı 6 pr^hiv iyaOdv koivÇ ‘tropCCmv'
ro Koıvov yap biboraL r<p r*3> Koıvov €V€py€Tovvrt, ^ Tip^ bi
Koıvov. oi yap İarıv &pa ypTiparl^eadaı &Tib t &v koiv&v
Kot Ttpaa-dai. iv ıtaaı yap rh ikarrov oiıbels iıropiveı’
10 b^ ırepl yp’^ para ikarrovpivtp Tiprfv âırovipovcrı «aî
ry büipoboKtû j(p77jLiara* rd kot’ iı^Cav yâp İTravio'oî Kal
crtpCcı T^v <f)ikiavt Kaddırep fîprjTaı. oHroi b^ koI toîs dvi-
<roıs 6pı\r}T€ov, Kal €Îs ypripaTa oKpekovpivtp rj €Îs
dperrıv Tip^v âvTaTtoboriov, âırobıbdvra ro ivbeyopeva.
15 ro bvvarbv yap rj <f)iX.Ca ^ırıfrjr«î, o i râ Kar* d^lav’ ovbi ^

yap İarıv iv ttoo-i , Kaddırtp iv raîs ırpos rovs Ö€oi>s rtpaîs


Kal rovs yovfls' ovbels yap TTjV &^Cav ttot* hv â-TToboCr}, els
bruvapıv 5^ 6 Bfpamvoav iıUfiK^g etvai boKCÎ. bıb Kav bd-
İ f ie v ovK i^eîvaı vlw Traripa d-n^inaadaı^ ırarpi b* viov’

20 6<f>eCX.ovra yap d'noboriov, oibev bi rtov^aag &^ıov tQv


{fTTrjpypivtûv bibpaKcv, &or* âei 6(f>fl\€i. ols b* 6<f>eL\eTai,
e^ova-Ca d(f>eîvaı' Kal rıp ırarpi bri. &pa b* îa-tûs ovbeıg ıror*
&v drtoarrjvaı boKCÎ iırep^tİKkovros po\6ripltı‘ yoaplg
yap rrjs <ftv<riKrjs <f>ıkCas r^v iıriKOvpiav ivûpounKbv prı
25 buû0€Îorûaı. ry be </>evKrbv rj oi arrovbaarbv rb irrapKelv,
px>\6rıp^ ovTL" d; rraay^e^v ybp ol rrokkol fiodkovrauy rb
be rroıeıv (fredyovo’iv «s b-kva-ırekig. rrepl piv ovv rovrcav
irri roacvrov elpT^crdra.

I.
’Eı> rrda-aıs b i raîs iv o p o ıo e ıb e r n rfnkCaıs r b â v i k o y o v
IrriCeı koi a ta le t rrjv <f)t\(av, KaOârrep etprıraı, o lo v Kal

8. y ip ] 8^) pr. K** 14, iıroSıS^Kra K** (et fort. F ): iırreeKoJtıiivTa


vulg. t 8 4ı»3ex^/tt€Voi'M** r 17. İy ırort riır &Çiay V* 22.
i^iyaı K** 24.
178

kazançtır. Öyle görünüyor ki, yönetim biçimlerinde de bu


böyle: Kamu için hiçbir 'iyi' sağlamayan kişi onurlandınl-
maz, çünkü kamuya bir iyilik yapana kamusal bir şey verilir,
onur da kamusal bir şey. Kamudan elde edilenlerle aym
anda hem zenginleşmek hem de onurlandınlmak olanaksız.
Her konuda, hiçkimse daha aza razı olmaz, imdi paradan 10
yana az alana onur, parayı isteyene para. Dediğimiz gibi,
değere göre olan şey, dostluğu eşitler ve onu korur. Demek
ki, eş olmayanlan düzeltmeli, paraca ve erdemce yararlanı­
lan kişiye olabildiğince karşılık vermeli, çünkü dostluk ola­
naklıyı gerektirir, değere göre olanı değil. Tannlar ve ana - 15
babalar ile ilgili onurlarda olduğu gibi, her durumda da bu
olanaklı olmaz. Bunlara hiç kimse değere göre karşılık vere­
mez, gücünce saygı gösteren kişinin doğru olduğu düşünü­
lür. Bunun için çocuğa babayı geri çevirme izni verilmez­
ken, babaya oğlunu geri çevirme izni verilebilir, diye düşü­
nülür. Çünkü borçlu olan geri vermek zorunda; çocuk gör­ 20
düğü iyiliklere değer karşılığı hiçbir zaman veremeyeceğine
göre de hep borçlu kalacaktır. Borçlanılan kişiye de, yani
babaya, geri çevirme izni verilir. Ne ki, hiçkimse kötülükte
aşırıya kaçmadıkça oğluna böyle davranmaz gibi görünüyor
(doğal dostluk bir yana, yardımı esirgememek insanca bir
şey). Ama oğul kötü biriyse, yardımdan kaçınacak ya da 25
buna çaba göstermeyecektir. Pek çok kişi iyilik görmek is­
tiyor ama çıkar olmadığında iyilik yapmaktan kaçınıyor.
İmdi bunlar üzerine söylediklerimiz de yeter.

DOKUZUNCU KİTAP

Dediğimiz gibi farklı kişiler arasındaki bütün dost­


luklarda orantı eşitliği sağlar, dostluğu korur: Toplumda dî*
IX. I. 179
Tjj TToklTlKjj (rKVTOTOfMip âvtl T&V VTtoht)il&Tmt ÂflOl>
)3^ ylvirai kot i^(av, Kal ry v(f>âvTj} xal toÎs Koıvols. 35
2 ^vravda yikv oZv Tr€Tr6 pı<rraı Koıvbv fUrpov rb vofiurfia, kuI 1164 >
TTpbs ToCro 6 ^ v iv r a Âva^^perat koI ro^îr^p fierptırai' ip
di Tt} İpCDTlKp İvCoT€ pİV 6 ipOOrTpS İyKOkfî S n İTT€p<f>l~
k&p ovK avTnl>ıkiÎTaı, o{i5^v I xû>w<f>ikqT6v, d oCrrcos ctvx€J>,
‘irokkdKis 5’ 6 iptapevos o u Ttpbupov İTTayyeW6 pxvos S
8 TrdvTa vvv obbiv ^‘irırcAcî. avp.^aCp€i öe ra rotavra, iır€i~
bav h p iv bC pbovrıv rbv ip<&p€vov <t>ıky» b b i bıâ rb XPV~
<npov rbv ipa<rTpVy r a v r a bi fiî) bpj^olv vTt6ip\p. bta
Tavra y ap Trjs <f>ıkCas ov(rps bıdkva-Ls y lp tra ı, iiTiibav
pp yCvpraı &v İv€Ka i<j>Ckovv‘ o i y ap avrovs İ<rTepyov b k k a lo
ra vıtâpyovray ov p ovtp a ov ra' bıb Toıavraı Kal a l <f>ı-
k iat. p be T&v pd&v Ka6' avrpv o3<ra p ev fi, Kadâırep €Îpp-
4 rai. bıa<l>ipovTaı b' Srav erçpa yCupraı avrols Kal
pp &v dpiyovraL' bpoıov yap ry ppbiv yiveırdaif 5tov
oD i<f)C€Taı pp Tvyx^vp) oîov Kal r<3 Kiâap<j)b<p 6 iıray- 15
yfkkopevos, Kal bcrtp âpuvov q<ret€Vy Toa-ovr<p ırkdu)’ €İs
İoi b' âTTaiTovpTi Tas vTToa^ecHs &vd' pbovps pbovpv İLTrO"
bibtûKİvaL İ(j>p. d p iv oZv İKar€pos tovto i^oıukeroy İKav&s
İlv d ^ iv’ d 8’ 8 piv Tİpyf/ıv 8 8c Kİpbos, Kal 8 piv ^x^‘
8 8c pp, OVK hv dp tcL Kara rpv KOivutvLav Kok&s‘ &v 20
yap bebpevos Tvy\âv€i, tojÛtois Kal Trpoari^d, KİLKdvov
5 yc x&.pt>v ravra bcSa-fi. rpv a^Cav be voripop rd^aı evrl,
rov Trpo'iepevov p rov rrpokafiovros ; 6 yap rrpo'Upevos İ oik
emrpİTTeıv İKelv<p. Sırep <f>aorl koX üptorayopav rroıelv'
bre yap btbâ^eıev abpTTore, upparaı rbv padovra İKekevev 25
ScTov doKcî a^ıa İTTİoTa<r$aı, Kal ikâpfiave roaovrov. iv

1164*1. Kal add. L** F 10. yiytjrcUK'’ airohs ed. Belcker 13.
yK**: 8c Kal vulg. 14. tov K** 20. K**: t8 vulg. 23. fort.
ır p o K a fiP d y o v T O i 25. nayOdvovra
179

kunduracının, yaptığı ayakkabılar karşılığında değere göre


bir karşılık almasına ya da terzi ve ötekiler için de söz konu­ 35

su olan şeye benzer bu. Bunun için ortak bir ölçü olarak 1164a

'para' belirlenmiştir; herşey ona çevrilir, onunla ölçülür.


Aşkta ise kimi kez seven, kendisi çok sevmesine karşın, san­
ki kendisinin hiç sevilecek yanı yokmuş gibi karşılık gör­
mediğinden yakınır. Çoğu kez de sevilen, önce her söz ve­
rilmişken, şimdi hiçbiri yerine gelmiyor, diye yakınır.
Bunlar, biri haz nedeniyle sevileni, öteki de yarar nedeniyle
seveni severse ve berikisi de artık bunları elde etmezse or­
taya çıkar, imdi bunlar nedeniyle kunjimuş dostluklarda,
ne için seviyorlardıysa o oluşmayınca çözülme oluyor, çün­
kü biribirlerini değil, kalıcı olmayan çıkarları seviyorlardı, 10

bunun için bu tür dostluklar kalıcı olmaz. Oysa sözünü et­


tiğimiz, karakterler, alışkanlıklar üzerine kurulmuş dostluk,
'kendi başına' olmasıyla kalıcı: Onlann istediklerinden de­
ğişik şeyler oluştuğunda ise görüş farklılıkları ortaya çıkıyor.
Aradığını elde etmeyince, sanki hiçbir şey elde etmemiş
gibi oluyor. Bu şuna benzer: Gitarcıya ne denli iyi çalarsa o 15

denli çok ücret sözü verilmiştir; ertesi gün sözün yerine


getirilmesini istediğinde ona, hazza karşılık haz elde ettiği
yanıtı v^erilmiştir. İmdi herikisi de bunu istemiş olsaydı bu
yeterdi ama biri eğlenceyi öteki kazancı arıyor; biri
istediğim elde edip öteki etmeyince onlann ilişkisi
bakımından bu yerinde olmasa gerek, çünkü neye 20

gereksinim varsa ona bakılır, onun için verilecek şey verilir.


Ne ki, değeri belirlemek kime düşer; alana mı, verene mi?
Veren ötekine güveniyor gibi görünüyor. Bu Protago-
ras'ın yaptığını söyledikleri gibi:^^ O birine bir şey
öğrettiğinde, öğrencinin, bilgisinin değeri kendisine göre 25

ne kadarsa o kadar ödemesini ister ve o kadar alırmış.


180 IX. I.
Toîs TOloiJTOlS 8 ’ İvıoıg âp^a-Keı ro ııurÖbs 8 ’ &vbpi.” ol 8 i (S
Trpo\ap.pâvovT( 9 rd ipyijpıov, etra fiT}8 eı; noıovvres &v İ<f>a-
trav 8 ıa ras iırep^oKas t &v İTrayyeAıûv, €Ik6t (os iv iy~
30 K\rjpa<rt yivovraı' ov yap imT€\ovarw t &pok6yr)<Tav. Tovro 7

8 ’ î<ro)s TTOicîv ol <ro<f>ıaTal âvayKdCovraı 8 ıâ t 6 prjbiva &v

bovvai ipydpıov &v iıtlaTavraı. obrot fjLİv obv &v İKafiov rhv
ptadov, TTOtovvTfS elKSroas iv iynK^pacrCv daıv. iv oîs
bi fJL^ ytv€Taı bıop.o\oyia rfjs VTrovpyIas, ol fiiv bı airroi/s
35 TTpoUp.€voL eîprjTaı brı dviyKkriTOi (roıavTtı yap ^ kot*
1164 *• &p€Tr]v <l>ıkıa), t ^ v r t TTOırfTİov Kara rr)y ırpoal-
pea-Lv (aHrq ydp Tov <f>(Kov Kal rrjs ipfrrjsy oOra 8’ loiKe
Kol roîs <[n\o<ro<f>Ca9 Koıvonv^acunv' ob yhp vpbs yjp'ftpaO*
ff d^Ca p.(Tp€Îraı, rı/ııj t’ laroppaıros ovk hv yivoiTo, âX \*
5 ta-iûs Uavdv, KaOdıtfp koİ Trpbs öeovs koI ırpbs yoveU, rb

ivbf\opt€Vov. f*T) ToıaÖTtjs 8’ ovajıs Trjs bocraas İA.\* iırl 8


rıvı, p.d\ıara fiiv t<rtoy b fî tt^v âvrarrdboaıv yCvf<rdat bo-
Kova-av dp,<f>oîv Kar d^Cav (tvai, el bi tovto f*»/ avp.pa(voı,
ov pLOVov dvayKoîov bo^eıev dv rbv ‘apoiypvra t İ ttuv ,
10 d \k a Kal bUaıov' 8<rov yap otros dKf>€X^drf rj dı/ö* 5<rov
Ti\v rıbov^v eîAtr’ &v, Tocrovrov dvTika^d>v t^ v ırapd
TovTov d^Cav. Kal ydp iv toÎ s d>vCoıs oCtcû <f>a(v€Taı yıv 6p,e-
vov, ivto^oC r ’ eîtrl vopoı r&v İKOVcrCcav avp.^o\aioiv bİKai 9
p,rı Hvaı, «y beov, İTrCoreva-e, bıakvdrjvaı ırpas tovtov
15 Kadânep İKOiv^vr]aev. ^ ydp İTT€Tpâ<t)$r)f tovtov oferoı 8 ı-
KatoTepov elvat rd^aı roıJ i ’jUTpi'^avTos. rd 7r o \\d ydp od
TOV X(Tov Tip.&(rıv ol e^ovTts Kal ol ^ovkdpevoı ka^eîv’ rd
ydp oİKeîa Kal & bıbda<rıv İKdarroıs <palv€Taı ttoKKov dfıo*

27. ipKtî M** r postitvSpI add. İpKtos (<rrot L'’ M** (in K** lacuna)
28. Tpo\ap6yrtt M** 34. airot/s Bonitz : ai^roi/t codd. 1164** 5.
ftnts t l/tavSy K** F «ol post KaOdırtp om, K** F 10. 7^^] yhp tir
K^F
180

Bu tür durumlarda kiminin hoşuna giden "adamına göre


ücret"7 ^ Öte yandan önce para alan, sonra da abarta abaıta
verdiği sözlerden hiçbirini yerine getirmeyenler haklı olarak
suçlanır. Çünkü onlar anlaşmalannı yerine getirmiyor. -
Belki de bildikleri şeyler için hiç para verilemeyecek sofist- 30
1er böyle yapmak zomnda kalıyor.- imdi bunlann, ücretini
aldıklan şeyi yapmayınca suçlanmalan haklı. Aralannda gö­
rev dağılımı belirlenmemiş olanlar içinde, kendileri nede­
niyle verenlerin suçlanmadığını söylemiştik (erdeme daya­ 35

nan dostluk böyle). Burada tercihe göre karşılık vermek 1164b

gerekir (budur dosta ve erdeme yakışan). Öyle geliyor ki,


felsefe yapmak için biraraya gelenler için de böyle olmalı:
Burada değer, para ile ölçülemez ve ona eşdeğerde bir onur
da olmasa gerek. Ama belki tannlar ve ana-babalar için ol­
duğu gibi, olanaklı olan yeterli. Buna karşın verme böyle 5
değil de bir amaç içinse, belki de bu durumda karşılığın her
iki tarafça saptanan değere göre olması gerekiyor. Eğer bu
gerçekleşmezse ilk alanın karşılığı belirlemesi yalnız zorun­
lu değil, aynı zamanda adildir gibi görünüyor. Nitekim biri
ötekinin yarar sağladığı ya da haz aldığı ölçüde alırsa bunun 10
değerinde bir karşılık almış olacaktır. Alışverişlerde de böyle
olduğu görünüyor. Kimi yerlerde "isteyerek yapılan söz­
leşmeler için dava olmaz, birine güvenildiğinde ilişki ne şe­
kilde oluşmuşsa o şekilde uzlaşsınlar" diyen yasalar var. Ücret
belirlemesini, veren değil, güvenilen kişi yaparsa daha adil 15
olur diye düşünülür. Çünkü çoğu kez bir şeye sahip olanlar ile
onu elde etmek isteyenler eş değer biçmez ona, Herbir kişi
için kendilerine ait şeyler ve verdikleri şeyler daha değerlidir.
IX. ı —a. 181
dXX’ 5/üo>s ^ i/xot/3^ yCv€T<u vpbs ro<rovrov oa-ov hv rar-
Ttatn» ol \ap,^âvovT€S. 6 eı 5* t<ra>; od too-ovtov ti /m v o<rov 20
İXOVTt ^aXv€Taı İ^ıov, İAX* 5orov ırplv ^ e ı v iHpa.
il *Aıtopiav d’ Kat râ rotaCra, otov ttoTfpov 5eî 2
Trivra ırarpl ânovipfiv Kal V€C$€a-daı, rj Kâpvovra
piv larptp ıtı<TTeuew, aTparrjybv 5e \€ipoTovriT4ov tov ıroAe-
Pİk6p ’ âpLoCm 5 ^ <filK<p pciKkov rj OTrovöaiip vrrrjpfrrjT^ov, 25
Kal eiepyirp âvravodoreov pakkov fj kralpip ırpoeTİov,
2 eâv &p 4>o> prj iphf\riTaı. i,p ovv Trâvra ra roıaûra aKpı~
piv bıopCtrca oi ^q,iıov; rrokkâs yap Kal rtavroCas
dıa^opâs Kal pey^ûeı koI piKpoTijrı koI koX^ Kal
8 âifayKa^ip. S n 5* ov vâvra adr^ dırodoreov, ovk SSrı- 30
Xov’ Kal rar pJev evepyeaCas ivravoSoTİov &s ^‘irl rd t)o\ v
pSkkov fj x^apıaT4ov iraCpoıs, &<mfp Kal haveıov ^ 6<f>€i-
i Aeı dıroSor^ov pkokkop ^ kroLpıp Sotİ op, lo’cor 5' od5^ rovr’
Ae(, otov ry kurpatdipn vapâ kjıarüp rrortpa top Avo-<fc-
p€POP iarrikvTptaTİoPi kSlp Scrrurovp fit fj pfı kaktoKSn 35
SıraiTovpTt S i âıroSorioPt fj t Sp varipa kwpatr4op; Şosete ı ıe s *
5 yâp âp Kal kavrov pâkkop top Ttar4pa. Srtap odv etpıjraı,
KaddAov p^p rd d0 e£Ai}/xa dıroSor^ov, 4S,p 5* dırepre^vj; ^
ddo'ir r<(> koA<P fj r<p ipayKaCtpt ırpbs ravr’ âvoKktT4op,
hfCoTf yâp odd* icrrip îa-op rd r^v ırpovTrapxfjp âpeCyjrafrdâi, 5
dıretddv d | a^v (nrovdatbv cl5 d>r ed ttov^oji, r^ 5 ^ f/ dvra-
TiSSotns yİpriTaı Sp oferaı poxSvpSv eZvat. odd^ ydp r<p
Sapela-avTt ipÇoTf dvrtdoveıoT^ov* d fi^v ydp olSptpos Kopı~
fîtrâaı iSdpetaep kvteiKeî ovrı, d d* ovk kkvlCfi Kopıeîorûaı
napa voptjpov. elre toIpvp Tjj âkrıOfitf, odroır 4xftt ovk îa-op 10

20. Xxi$ivrtt 22. rotdft 24. wtartvrtoy : 9turr4w


M ^r 26. ırpocrtforK^: tvrdorvuig. 27. ifi^Ty
vulg. 82. âovtp Kol ArgyropyIus : §awtf : Kal &<nrtp vulg.
35. 1^3 4 m U Aldina.
181

Ne ki, gene de karşılık, alan kişilerin belirlediği kadar olma­


lı. Ama belki de bir şeye sahip olan kişiye görünen değerle 20
değil, bu kişinin buna sahip olmadan önce biçtiği değerle
ölçmek gerekir.
Şu tür sorunlar da var: Herşeyi babaya mı bırakmalı,
ona hepten boyun mu eğmeli; hastalıkta doktora, savaşla il­
gili işlerde komutana mı güvenmeli? Yine erdemli bir adam
yerine bir dosta mı yardım etmeli? Herikisi birarada olanaklı 25

değilse, bir arkadaşa yardım etmektense, kendine yardım


eden birine mi kaişılık vermeli? Acaba bütün bunlan ke­
since belirlemek kolay değil mi? Aslında büyüklük, küçük­
lük, güzellik, zorunluluk açılanndan her çeşitten pek çok
farklılıklar var. Herşeyi aynı kişiye vermemek gerektiği açık.
Nasıl ödünç alınan şey arkadaştan önce borçlu olunan ki- 30
şiye verilmeliyse, arkadaşlan hoşnut etmek yerine iyilik ya­
panlara karşılık vermeli. Ama belki de her zaman böyle yap­
mak gerekmeyebilir: Örneğin kendisini kaçıranlarca fidye
istenen biri, kim olursa olsun kim kendini kurtardıysa, o
kaçırıldığında onun mu fidyesini ödemeli; beriki kaçırılma-
mışsa ama fidye karşılığını istemişse ona hemen parayı 35
vermeli mi, yoksa önce babasınının mı fidyesini ödemeli? 1165a

Daha çok kendi babasını kurtarması gerekir, diye düşünü­


lebilir. İmdi dediğimiz gibi, genellikle borç geri verilmeli;
verilen, güzellik ve zorunluluk açısından üstün bir şey ise,
karşılık buna göre olmalı, nitekim kimi zaman göııilen iyili- 5
ğin karşılığı eşit olmayabiliyor: Erdemli biri olduğunu bile­
rek ona iyilik yapılan birine, onun kötü olduğunu düşüne­
rek karşılık verilebilir. Kimi zaman da verene karşılık ver­
mek gerekmeyebilir: Biri doğru kişi olduğu için geri gelece­
ğini düşünerek vermiştir, öteki onu kötü sandığı için ondan
geri geleceğini ummamaktadır; durum gerçekten böyle ise 10
182 IX. 2 - 3 ‘
TÖ a^i(ûfxa' eÎT İ\€ i fikv oHroiS oîovTaı bi, ovk hv bo-
^a u v âroTra ıroıelv. Sırep oxiv trokkaKis etprjraı, oi ırepl r â 6
■ffdÖTj Kal ras Trpd^eıs koyoı 6p.oCoiS â>pı<rfX€VOv
TOÎs Trepl & flcıv. ort p.^v oJ/v ov Tavra Traa-ıv â/ıroboTİov,
IS ovbe ırarpl "nivra, Kadâırtp oibi t<3 Aıı öileraı, ovk
âbrfkov' iırel 6 ’ Hrepa yovcvai Kal &b€k<f)OLS Kal ^raCpoıs 7
Kal eiıepyirats, kKAaroıs ra olK€Îa Kal râ h-pp-oTTOvra
a'nov(p.r]T4ov. ovrco be Kal ıroıeıv <f>aCvovraı’ els yipiovs
p.ev yap Kakov<rı tovs avyyeveîs’ toÖtois yap koivov t6 yivos
2 0 Kal al nepl rovro bij ırpâ^eıs' koI els râ Ki^btj b^ fjuhktoT*

otovraı belv tovs avyyeveîs âıravrav bıa ravro. bo^ete b* 8


rpo<f)fjs [ietf yovev<rı belv p.âkıar iırapKelv, âts 6<l>eCkov-
ras, Kal toîs alrloıs tov eîvat Kakktov hv ^ iavrols els
ravT İTTopKelv’ Kal rifi^v bi yovev<rı KaO&ıtep ûeols,
25 TTcurav b4' ovb4 yap r^v airrrıv ırarpl Kal firjTpl, oib* a î
rrıv rov <ro<f>ov rj r^v tov arpaTrfyov, ik k h r^v ırarptK^y,
6p.oia>s be Kal fir}TpiKi^v. Kal ttavrl 6^ ırpetrfivreptp Tip.ı\v 9
Kaö’ rfkiKlav, vıravaardaeı Kal KaraKkla-eı Kal toîs roıo<5-
roıs* Ttpbs eraCpovs 8’ av Kal &bek<f>ovs vapprja-Cav Kal
30 aTrâvTcov KOLVOTrjra. Kal avyyeveaı bi Kal <f>vkeTaıs Kal
TToktrats Kal toîs konroîs &Tra<rtv ael veıpaTeov râ oİKelov
aTTOvep,eıv, Kal ovyKplveıv rh I kiİotois VTtâpypvTa Kar
oÎKCiorTjra Kal aperr^v fj yjp^<nv. t&v p.4v oZv öp,oyevQv paoiv X0
^ oijyKpıa-ıs, t&v b4 bıa<f>ep6vTo>v 4pya>bearepa. ov fJL^v bıâ
35 ye rovro İTTOorarcov, dAA’ &s hv 4vb4'x^Taı, oiİTû) bıopıar4ov.

3 âTTopCav Kal ırepl tov bıakljea-ûaı râs <f>ık(as I I I .

1165* 11. S6^tıtyM*» T 23. İ y add. L»* 24. rı/ıAr K*» yo-
yevtrı om. L** F 25. #4] Sk yoytvm y L** F 26. rl/y post
add. K** 2 7 . Kal Tİjy firırpiK^y 3i) K** 28. koÖ'K'*:
Tİ/y KaO* vulg. ötrayatrrdtrtı Kal K* 30. 8i M** F : Slf vulg.
34. triyKpurts Ruelle : Kpivıs codd.
182

değerlendirme eşit değil; ama durum böyle değilse, yalnız­


ca onlar böyle olduğunu sanmışlarsa anlamsız davranıyorlar
gibi görünmese gerek. Demek ki, sık sık söylediğimiz gibi,
O
tutkular ve eylemler konusundaki temellendirmeler bağlı ol-
duklan koşullara göre belirleme taşımalı, imdi herkese aynı
şeyleri vermemeli; her şeyin Zeus için kurban edilmemesi
gerektiği gibi, her şeyi de babaya bırakmamalı, bu açık. 15
Ana-babaya, kardeşe, arkadaşa, iyilik yapana farklı şeyler
vermek gerekir, herbiri için ona yakışan, uyan şeyler. Kaldı
ki, böyle yapıldığı görünüyor: Düğünlere akrabalar çağnlı-
yor, çünkü bunlar için soy ortak, soyu ilgilendiren eylemler
de ortak olacaktır; aynı nedenle cenazelere en çok akraba­ 20

ların katılması gerekir, diye düşünülür. Öyle görünüyor ki,


özellikle ana-babaya destek olmalı, çünkü onlara borçlu­
yuz, varoluşumuzun nedeni olan kişilere destek olmak,
kendimize yarar sağlamaktan daha güzel. Tanrıları olduğu
gibi, ana-babayı da saymalı; ama her saygı aynı değil: Bir
anaya gösterilen saygı ile bir babaya gösterilen saygı aynı 25
olmaz, bir bilgeye, bir komutana gösterilen saygı da. Ba­
baya uyan, anaya uyan var, her yaşlıya yaşına uyan saygı
gösterilmeli: Ayağa kalkma, yer verme vb. Yine arkadaşlar
ve kardeşler arasında sırdaşlık, her şeyde ortaklık olmalı.
Akrabalara, aşiret üyelerine, yurttaşlara ve hiaşka insanlara 30
uygun olanı vermeye, herbiri için yakınlığa, erdeme ya da
ilişkilere göre değerlendirme yapmaya çalışmalı. Aynı soy­
dan gelenler arasında bu değerlendirme daha kolay, farklı
soydan olanlar arasında daha zor. Ne ki, bu yüzden işten
kaçmamalı, olabildiğince belirlemeli. 35

Aynı kalmayan kişilerle dostluk bozulmalı mı, bozulmamak


IX. 3- 183
^ firı TTpos Tohs fır} hıafiivovTas. ^ trpbs picv tous 6ıa t6 i i 05**
XP^o'ip-ov fi TÖ ffbit <f>(\ovi Svras, orav pufiKİrı ravr €X<ö-
<rw, oihfv &Torrov bıaXv€tr$aı; ^KfCvoov yap îjaav <f>[\oı’ Stv
liTto\n:6vTOiv ivkoyov ro p-fı <f>ı\(îv. ^yKoAeo-eıç 8 ’ âv rıs,
ei bıa t 6 xpT]<rıpx>p rj rb ^ 8 v 6,yaTT&p Ttpo(mroulTo 8 ta 5
t8 fıOoi. 8 yap kp d.pxji ftıropLep, ırAetoTaı bıa^opaı
yCpopTaı Tciîs ^C\oıs, orav p-fı 6poCa>s oîoiPTaı Kal Surı
2 (ptkoi. trop pkp ovp bıa\j/€vcrdf} Tts Kal İTTokâ^p <f>ıXeî-
a-öat bıa rb ı\6os, pr)bkp tolovtop İKfCpov ırparTopTos, kavrbp
alnipT* &p' 8rap 8’ vtto r^s İ kcCpov TrpccrTroı^trftos b/narrıBfı, 10
bUaıop iyKokclp bıraTİja-apTi, Kal pakkop ff roîs ro
popıa-pa KipbrıkeöovaLpy 5a‘<p ırepl Tipu&Tfpop ff KaKovpyIa.
8 ^ap 8’ b-nobe^firaı i s byadSp, yipr\Taı 8 ^ pox 8 ripbs Kal
boKfjf bp' İ n <f>t,kr)T4op ; ^ oh bvparSp, etırep pfj irap <f>ıkrı-
Top ik k a râyadop ; ovre 8l ^ıkrjTOP ^râ^ rroprıpbp ovre beî’ 15
ifnkoTTOpripop yap ov xpv ^tvaı, 088’ bpoıovoBaı <j>a6ktp‘ ftprı-
raı 8* 3rı ro bpoıop r y opoCip <f>Ckop, 5 p’ ohp evdvs 8ıoXv-
t4op i fj oh Ttaoıp, b.kkb, rots âptaroii Kara r^y poxBriplav ;

İTTapbpdüjoLp b* l^ovtn pBXkop /3oTj0Tjrloy eİs rd fjdos fj r^y


ohoCap, ooip /3l\rtoy Kat r^ s ^ıkCas oÎKtiorepoy. bd^ftf 8’ 30
ay â bıakvopepos ohbep &tottop ttoi€ip ’ oh yap r y toiovt(û
(f)ikos fjp‘ âkkoıa>û4pra ohp bbvpar&p apoo&oaı i.<f>[<rTaTaı.
4 el b' b pep bıapepoı b 8’ emeiKeoTepos yCpoıro koI ıroAv

8ıaXX(irroı rp iperj}, bpa XPV^^^^ <f>ık(p ; fj ohK 4p^4x (T a ı;


h peyikrı 81 biaoTâoeı p ik ıo r a brjkop yıytraı, otoy ly 25
rats ıraı8tKaîs ^ıXtaıs* el yap b pep btap4poı r^y 8ıa-
yotay ıraîs b 8’ bpfıp eXrı olos KpdTiaroSi ır&s bp etep <f>(kot
prfT* bpeoKdpepoı rots ahroîs prjTe kvrroh-

1106*» 6. İ T tp M*» 13. fort. ytvvraı 15. ^pıKrtrhy < t İ ) Stahr:


pt\riTİoy codd. 21. r y ] roh-tf ^ K*" M** T 23. yiyotro L**
183

mı, bu da sorun. Acaba yarar ya da hoşluk nedeniyle dost ıi65b


olanlarla ilgili olarak, bu artık elde edilmeyince, dostluğun
bozulması hiç garip değil mi? Çünkü bunlar için dost idiler,
bunlar ortadan kalkınca dost da olmamak akla uygun. Yarar
ya da hoşluk nedeniyle seven birinin, karakteri için seviyor- 5
muş gibi göründüğünden yakınılabilir, çünkü başta dediği­
miz gibi, en çok farklılıklar, dost olduklanna inandıktan bi­
çimde dost olmayan kişiler arasında oluşuyor. Demek biri,
karşısındaki hiç de böyle davranmazken, yanılıp da karakte­
ri için sevildiğine inanırsa, kendini suçlasın; ama öteki yap­
macık davrandığı için aldanmışsa aldatanı suçlaması haklı. 10
Üstelik daha değerli bir şeyle ilgili kötü bir eylem olduğun­
dan, onu para ile ilgili hile yapandan daha çok suçlasın, iyi
bir kişi olarak kabul ediliyorsa, kötü olunca ya da böyle gö­
rününce hala dost kalmalı mı? Acaba her şey değil, ama iyi
olan sevilir olduğundan ötürü, bu olanaksız mı? Kötü olan, 15
ne sevilir bir şey ne de onu sevmek gerekir. Kötü kişiyle
dost olmamalı, kötü kişiye benzememeli; kaldı ki, benzerin
benzeriyle dost olduğunu söylemiştik, imdi hemen mi kes­
indi dostluğu? Yoksa herkesle değil, yalnızca kötülükleri açı­
sından iyileşmeyecek kişilerle mi? En çok düzeltilebilecek kişi­
lere etik ya da maddi yardım sağlanmalı, çünkü bu daha iyi ve
dostluğa daha çok yakışır. Yine de dostluğu kesen kişi hiç de 20
anlamsız davranmıyor gibi geliyor, çünkü onunla böyle biri
olduğu için dost değildi. Demek ki, değişen kişiyle dostluğu
yürütmek olanaksız olunca ayrılınır. Öte yandan dostlardan
biri aynı kalır, öteki daha doğru olursa ve erdemce farklılık ço­
ğalırsa dostluk korunmalı mı? Yoksa olanaksız mı? Bu durum,
en çok, farklılık büyük olunca açıklık kazanıyor, sözgelişi ço- 25
cukluktaki dostluklarda. Biri kafaca çocuk kalır, öteki olabil­
diğince güçlü bir "adam" olursa, aynı şeylerden hoşlanmayıp,
aynı şeylerden haz ve acı duymadıklarına göre, nasıl dost
184 IX. 3 - 4 .
fifvoı; ovbi yap ırepı âXX.rj\ovs ravö* vırâp^et avroîs, &vev
30 öf To^iûv ovK ijv <l>i\ovs eîvai' <rvp^ıovv yap ovx oîov
TC. fîptjraı öf ırcpl tovt(ûv. âp* oöı; ovdev â^hoıorepop ırpös 6
avTOP kKT€op rj (l prı kyeyopet <p(kos /Hî/öeVorf; i? öcı
ppiCap ^X'^i’P Ttjs yepopeprji auprjdcCas, Kal Kaddır^p <f>C\oLS
pciKKop İ7 ddpeioıs olopeda deîp xapiC€<rdaı, oUro) Kal rols
35 yepophoıs aıropepriTİop t i bıâ t^ p Trpoy€Popipr\p < ^ tX ıa v ,
brap bı viTip^oki)P po^dtjpias bıi\v(rıs yepr^Taı.
1160 * T a <f)L\ı,Ka öf Ta Trpös tovs Trikas, Kal ots ai <fnkıaı IV .
^ opCCopTat., loiKcı; ck t&p ırpcs cavTÖv ^krjkvd4paı. rı-
Ûeaa-ı yap <f>Ckop top ^ovkopepop Kal npaTTOpra Tayaöâ
rj Ta <l>aıp6p€pa kKeCpov 4p€Ka, ^ top fiovkopepop iıpat koI
5 ^rjp TOP <f>(kop avTov xi.pı.p' bırep al prfTİpes ırpbs tcİ t İ k-

pa Tt€T(6pda<ny Kal t S>p <f>Ck(op ol Trpoa-KCKpovKOT^s. ot öc


TOP avpbtâyopra Kal Tavra aipovpepov, rj top avpakyovpra
Kal avy^alpoPTa t Ş <f>ik(p' pakıarra be Kal rovro rrepl
Tas prjTepas avp^aCveı,. rovratp be tipi Kal r^p <f>ık(aj/
10 öpCCopTaı, rrpbs kavrop be TovTutv ckoİTTop tÇ imeiKct vrrâp- 2
Xft {töîs b4 koiTfoîs, fi roıovToı vırokapj3dpovo-ip cıj/at*
eoiK€ be, Kaddırep eıpr/raı, perpop İKdarav ^ aperif Kal
o (TTiovbaîos eîpaty obros yap opoyvtopoveî iavT^, Kal tS p 3
avTcip âpeyeraı Kara rracrap rrjp Kal ^ovkeraı
:s 5^ cauTÛ rdyaOd Kal rd <f>aı.p6peva Kal Trpdırcı (tov
ydp dyadov rdyaOov bıarrovelv) Kal eavrov e'peKa (rov
yap bıaporjTiKov bnep İkootos eıpaı boKeı)’ koI (ijv
be ^ovkerau kavTOP Kal ond^ea-daL, Kal pdkıara tovto <p
ippavel. dyadov yap T<p (nrovbaCtp rh eıpai, İKaoros ö’ 4

35. Tl om, K** ırpoyeytvr)n4vrıv L** 36. Stc£\iMr(s] ^ 9ıi\vtns


Heliodoras 1166* 1. ırcAas] <pi\ovs ırtKas K**: (^l\ovs vulg. 2.
airhv 6. koI— trpoffKtKpovKİrfs seclus. Ramsauer o/] ol fiiı
12. Si K** M**: ykp L** r İKtla'Tuv K**; İKdavy vulg.
184

kalabilirler? Nitekim biribirleri için bunlar aynı şeyler olma­


yacak, bunlar olmayınca dostluk da olmayacaktır. Çünkü 30

yaşam paylaşılamaz artık. Ama bunlardan söz etmiştik. İmdi


bu durumda, hiç tanışmamış olsalardı, yapılabilecek olan
başka bir şey de mi yapılmamalı? Yoksa geçmişteki yakınlı­
ğın anısını korumalı mı, nasıl yabancılardan çok dostlardan
hoşlanmak gerektiğini düşünüyorsak, aşın bir kötülük yü­
zünden kopma olmamışsa, önceki dostluk adına bize dost 35

olanlara bir şeyler ayırmalı mı?

Yakınlarla ilgili sevilir şeyler, dostluklan belirleyen şey- 1166a

1er kendimizle ilgili olanlara bağlı görünüyor. İnsanlar iyi


şeyleri ya da dost için böyle görünenleri isteyen ve yapan
kişiyi; ya da dostun varolmasını, yaşamasını sırf onun adına
isteyen kişiyi dost sayar. Yani annelerin çocuklan için, ayn 5

düşen dostlann biribirleri için duydukları gibi. Kimileri de


birlikte yaşayan ve aynı şeyleri tercih eden; ya da dostla bir­
likte neşelenen, acı duyan kişiyi dost sayar. En çok anneler
için böyle oluyor. Dostluğu da bunlardan birine göre belir­
liyorlar. imdi bunlardan herbiri doğm kişide kendisiyle ilgili 10

olarak bulunur (başka kişilerde ise böyle olduklannı varsay-


dıklan için: Dediğimiz gibi, öyle görünüyor ki, her birinin
ölçüsü erdem ve erdemli kişi). O kendiyle uyumludur, ru­
hunun bütünü aynı şeylere iştah duyar, iyi olanlan ve böyle
görünenleri kendisi için ister, yapar (iyiyi aramak iyi 15

kişinin işi), ve bu kendi adınadır (herbirimizi o kişi kılan


düşünceyle ilgili yanı adına). Kendisinin yaşamasını,
korunmasını ister; düşündüğü şey en çok bu olur, çünkü
erdemli kişi için varolmak iyi bir şeydir. Her kişi iyi olanlan
IX. 4. 185

^avr^ j8oü\eroı riyaBd, yevdfifvos fi* &Wos alpeÎTaı oi- 20


fici? vdvr* İ^eıv [e/ceîı/o rfi yepdııevop] (4\€L yap Kal pvp 6
deos rdyaöop) iAA.* i>p S ti ttot^ karip' fiofete fi’ &p t6 poovp
6 Hkootos fipoı fj fx(£\«rra. avpbtdyeıp re 6 TotoSroî lavry
ySot^Aerat* •^b^cas yap ofirfi voıeî’ t &p re yap Ttiirpayp.i~
poip iıriTfpvfls al fiprjp,aif Kal t &p pcKkdproiv ikıribis 25
dya$aly al Toıavrat fi’ ^fieîaı. Kal d€a>pr}p.dTaiP fi* evıropcl
Trj btapola. (rupoKyei re Kal avprjbiTaı p,dkt(rd' eavr^'
vdpTOTf ydp icTi t 6 ovto kvTtripop re Kal ^fiıî, Kal ovk
oAAor’ 6XKo' dp.€Ta[i4X.rfTOS ydp &s (lTf€Îp. t & öt/ ırpos
avTÖp İKoara Todruiv inrdpyiip ry imciKfî, Trpös bk 30
TOP <l>l\op ^€iP &0 'Tup Ttpos avTOP (loTi ydp 6 <f}Ckos
aWos avTos), Kal r\ <f>ı\Ca Todrap tlvai ti boKeî, Kal
6 </>ı\ot oîs Tavâ* vvdp\€i. Jtpds airop be voTepop 4<rrıp ^
oİ k eoTi <l>ık(a, d<^el<rd<û ^ttI roO ıtapdproi' ötJ^ete fi* hp
TauTT} eîvoLi (fnkia, fi 4arl bdo rj ırkeCa), 4k t &p elprıp.e~ 35
Kal o n fj vTrepfiokrf Ttjs <fnktas Tjj Trpds avrop 6p,otov~ Uö®**
7 rai. 0aıı/eraı fie ro elprıp,epa ko.1 toîs TTokkoU vvdpy^eıp,
KoCırep ofim (f>adkoK. dp^ obp ff r ’ dpe<TKov<rip eavroîç koI
intokap.pdpovo'iv ^TrıeiKeîs eıj/aı, toÖtji pLeTe^ova-ip avT&p;
eıtel T&p ye Kop,ıbfj <f>adküip Kal dpoa-ıovpy&p ovbepl Tavd* 5
8 vTtdpyjtt,, ikk* ovbi ^atpeTai. ayebop be ovbe roU <t>av-
koıs’ bıa^4popTaı ydp kavTOÎs, Kal hepatp p,ep knıdvp.ov'-
<rıp dkka fie fiovkoPTaı, olop ol dıcpaTeîs' aipovprat ydp
dprl T&p boKOVPTüip iavToîs âyaâ&p eîpat Td ^bea /3Xa-
/Sepa 8 pTa' ot fi’ afi fiıa beikCap Kal dpyCap d^urravraı 10

Tov iTpdTTeiP d olopraı eavToîs /34knara eîpai. oh b4 ırokkd

20. o&ficls tUpttTM L** M** r 21. ^kcîvo rb yevâfityoy seclus. Ver*
mehren 22. iXX* oîoy 6t 6t * K** 23. ^ om. K** M** 25.
pyttat M** 30. ovt5i'] airhy fiky M** 32. Kal ante îı om.
K* 35. İk'] 4 İK pr. K"*: fort. «t <t «> uee»» 3. t * add. K>
185

kendisi için ister; hiçkimse bütün iyilere sahip olmayı ola­ 20

naklı kılacak diye, bir başkası olmayı kabul etmez; tann da


şimdi iyiye sahiptir ama daha önce olduğu şey olarak kal­
dıkça. Öte yandan her bireyin usuyla varolduğu ya da en
çok onunla varolduğu görülse gerek. Böyle biri kendiyle ya­
şamak ister; bunu hoş bir biçimde yapar, yapmış olduklan-
nın anılan eğlendirici, gelecekte yapacaklannın umudu iyi­ 25
dir, bunlarsa hoş. Düşünce açısından zengin kurgulan
vardır, en çok kendi kendine acı çeker, haz alır. Onun için
acı, hoş olan şey hep aynıdır, bugün bu, yarın şu değildir.
Deyim yerindeyse o "pişman olamayan" biri, imdi doğru ki­
şide bunlardan herbiri kendi başına bulunduğundan ve dos­ 30
tuyla ilişkisi kendi kendisiyle ilişkisi gibi olduğundan (dostu
bir başka kendidir), bunlann dostluğu da bunlara benzer bir
şey olur ve bu özellikleri taşıyan kişilerle dost olurlar, insa­
nın kendisiyle dostluğu olur mu, sorusunu bırakalım. Söyle­
diklerimizden iki ya da daha çoğu olduğu ölçüde dostluğun 35
olduğu görülse gerek. Yine dostluk aşınlığı, kişinin kendi­ ll66b
siyle olan dostluğuna benzer. Söylediklerimiz, kötü olsalar
bile, bir çok kişide bulunuyor, diye düşünülse gerek. Ama,
acaba kendilerinden hoşlandıklan için ve kendilerinin doğ­
ru kişi olduğunu varsaydıklan için, bunlann arasına katıl­
mamaları mı gerekir? Nitekim bu tür nitelikler kötü ve üçka­
ğıtçı kişilerde bulunmaz, diye de düşünülemez, herhalde
aşağılık kişilerde de. Ama onlar kendi içlerinde tutarlı ol­
maz, kendine egemen olmayan kişiler gibi başka şeyler arzu­
layıp, başka şeyler isterler, kendilerine iyi görünenler yerine,
zararlı bile olsalar hoş şeyleri tercih ederler. Kimileri ise
kendileri için dalıa iyi olduğunu düşündükleri şeyleri yap­ 10
maktan, korkaklık ya da tembellik yüzünden alıkonur. Öte
186 IX. 4—5 '

KOİ bdva TTiiTpaKTaı K0.1 bıa rrjv p.oy6r\pLav pLitrovvraı, Kai


<f)e6yov<rı ro Kal hvaıpovcrıv kavrovs. C>İTov<t I re ol 9
pox6i]pol ped* <rvvr]p€poj(rov(rıv, iavrohf Se <j>eıSyov<rıv'
15 avapıpvrıa-KOVTaı yap Tro\\&v Kal bva-\ep&v, Kal TOiavd*
erepa (kıriÇovaı, Ka0* karrrovs ovres, p€0* kriptav V ow€S
İTn\av0âvovTaL. ovb^v re <f>t\r}Thv oiıb^v (f>t\tK6v
TTtio-^ouo-ı TTpos kavTo6s. ovbe b^ avy^aCpovcnv ovbe avvak-
yova-ıv ol roıoCroı kavroW (rraa-ıdCeı yap avTÛv ^
20 Kal ro pkv b ıâ poyjBrfpıav AAyet dTtiypptvov tiv (ûv, t6

b* ijbeTaı, Kal rd pep bevpo rb 8’ ^Keî<re k\KH &<nt€p bıa~


o ırâ ırra . el 8 e pr/ oîop r e &pa \v7reî(r0aı Kal rjbea-0aı, 10
â k \â p erd piKpop ye Kvırelrat on ^a-0r), Kal ovk âp
k/3ov\ero ^ b ia rav ra yepea-0aı a i r £ ‘ p e ra p e k e ia s yâp
25 ol <f>avkoı yepovaıp. ov 8 ^ (paCperaı 6 <j>avkoi ovbe Trpbs
eavTop <f>ıkiK&s' bıaK eîa0aı b ıa rb prfbkv k \eıp <f>Lkr)T6p. el
brj rb ovTüts e \ft p kCav k arlp aOkıop, <j>evKr4op rrıp po\0t}~
piap b ıa r e r a p îp m Kal Tteıpariop kTueiKİj eîpai' ovrat yap
Kal Trpbs kavrbp (fnkiKCİs hp 4\ ol Kal erep<p <pCko^ y4poıro.
6 'H 8’ evpoıa <f)ikLK£ pkp loiKev, ov p^p 4o i l ye <l>ık[a’ V.
ylveraı yap evpoıa kcI ırpos âyı>5ros »tal kap0âpov<ra, <fn-
kla 8’ ov. Kal TtpoTepop bk ravr* elpr\Taı. bX)C ovbk ^ı-
krjaCs eoTip. ov yap eyeı bıâracnv ovb* ope^ıy, rfj <pıkrf(reı
8^ r a C r ’ a K o X o v ö e î‘ ko X rj ptp <f>lkrı<ns pera ovvrı0ela9, tj 2

35 8 ’ evpoıa Kal İ k 7rpoa"jraıov, oîop Kal Trepl rovs dyuivıcrras

1107 * (TvpŞaCveı' eîpoı yap avroîs ylvopraı koI (rvp04kov<rıp, avp-


ırpd^aıep 8 ’ hp ovbe'p' oTrep yap eÎTtopev, Ttpo<ntalm ebpoı
yLvovraı Kal kTUTrokaıois oTepyov(rLV. eoiKe 8 t) dpxv <l>t’b.(as 3

12. ırai ante 8(^ om. L** ptcravvrai] futrovari r t L** ıcal om. M** T
14. ffvyjtfitptitrovtny K**: avySiTffiepeiaovaıv vulg. 20, rh fi^y om.
K** 26. ahrhy K’’ 29. Kat ante vphs om. K*" M** 30. <pt\iKÛı
K**: pı\l(f vulg. 32. roıavr' K** M** T
186

yandan pek çok, korkunç şeyler yapmış olan kişiler, kötü­


lük yüzünden kendinden nefret eder, yaşamdan kaçar, hatta,
kendini öldürür. Kötü kişiler hem birlikte gün geçirebilecek­
leri kişileri arar hem de kendilerinden kaçarlar. Kendi başla- 15
nna olduklannda pek çok talihsizlikleri anımsayıp bu tür
başka şeyler kurarlar, başkalanyla birlikte olduklannda,
bunlan unuturlar. Ne ki, sevilir hiçbir yanları olmadığından
kendilerince bile sevilir değillerdir, imdi bu tür kişiler kendi
başlarına ne haz alır ne de acı duyar; ruhlan karmakanşıktır,
ruhlarının bir yanı kötülük yüzünden böylesi kimi şeylerden
yoksun olduğu için acı çekerken, öteki parçası bundan hoş- 20
lanır; sanki bölmek ister gibi biri bir yandan, öteki öte yan­
dan çeker. Aynı anda hem acı çekmek hem de haz almak
olanaklı olmazsa, haz aldıktan sonra az haz aldığı için acı
çeker, kendisi için hoş şeylerin olmamasını bile isteyebilir,
çünkü kötü kişiler pişmanlık küpüdür, imdi kötü kişi sevilir 25
hiçbir yanı olmadığından, kendisine bile dostça yaklaşmaz.
Demek ki, böyle olmak son derece sefilce bir şeyse, tüm gü­
cümüzle kötülütoen kaçmalı, doğru kişi olmaya çalışmalı­
yız. Ancak bu şekilde kendimizle dost olabilir, başka biriyle
dostluk kurabiliriz.
Yakınlık duyma dostluğa benzer, ama dostluk değil: Ta­
nımadık kişilere de yakınlık duyulur, bu dostluk saklı kalır, ^
oysa dostluk böyle değil; daha önce de bunu söylemiştik. Ne
ki, yakınlık duyma sevgi de değil, çünkü yakınlık duyma bir
eğilim ya da iştah taşımaz, oysa bunlar sevgiye uyan şeyler.
Ayrıca sevgi tanışıklıkla birlikte, yakınlık duyma ise beklen­
medik biçimde olabilir, sözgelişi yarışmacılarla ilgili olabilir, 35
onlara yakınlık duyulur, onlarla aynı şey istenir ama onlarla ı i 67a
hiçbir Ortak eylem yapılamaz. Çünkü dediğimiz gibi, insanlar
beklenmedik biçimde yakınlık duyar, yüzeysel sever, imdi
IX. 5 — 6 . 187

«ıvaı, &<nrcp tov ipâv ff bıa Trjs S^€(ıis ^bojrq’ p.^ yap
ırpoT/tröfly rfj Ibea ovbels ^pq, 6 be yatp<ûv T<p etbeı ovbiv s
p â k\o v epŞ, aAA.’ Srav Kal hıtovra ıroOfj Kal rrjt ırapov-
alas ^TTidvpfi' ovTo> b^ Kal ^ i\o v s ov^ oî6 v r ’ eîvai
evvovs yevopevovsy ol b* eZvoı ovbev pcL\\ov (fnkova-ıv’ Şoii~
\ovTUt yap povov T&yada ots el<rlv evvoL, avpTrpd^aıev b*
av ovbev, ovb' âx^\ıjûeîev iırep avr&v. bıb pera<j>epaiv <f>aCrı lo
TIS hv avr^v âpyrjv etvai <f>ı\lav, \pov{,Çppevi]v be Kal els
(Tvırrıdeıav â<f>iKvovp^vT)v yCveo'Oaı <f>t\Cav, ov rifv bıh ro
)çfyq<rıpov ovbi t ^ v bıa To f/bv' ovb^ yap evvoıa iırl toİj-
Toıs yCveraı. 6 p iv yap evepyerrıûels avÖ* &v ıtdıtovdev
dırovipeı t ^ v eiivoıav, ra bUaıa bp&v' 6 bk ^ o v \ 6pev 6 s 15
Tiv etnrpayeîv, ikırCba eyuiv eımopCas bı İKe^vov, ovk İ oik
eivovs kKeCvtp eîvai, ik k â paX \ov kavrıp, Kad6/nep oibi
4 ^Ikos, el öepaTrrveı airov bıd rıva yjprfaıv. oXa>s 8’ ei-
voıa bı dpeTTfV Kal k-nıeiKeıiv rıva ylveraı, orav r<p <f>avfi
koX 6 s rts rj avbpeîos rj ti toiovtov, Kaûd-ırep Kal i m t &v 20
dy(ûvı<rr&v ehtopev.
V I. ^ıkiK ov bi Kal fj âpovoıa <f>a(veTaı. bıoırep ovk İcrrıv 6
bpobo^ia' TOVTO p iv yhp Kal âyvoovırıv &k\rj\ovs vvAp^eıev
&v' ovbe Tohs Trepl Srovovv âpoyvûipovovvrag âpovoeîv <f>a~
(tIv, otov Tovs ırepl t &v ovpavLuiv {oi yap <l>ı\tKdv t 6 ırepl 25
totStoİV bpovoeıv), ikK a Tas ırdkeıs âpovoeîv <f>aa-lv, Stov
•nepı T&v o'vpıftepovTtûv 6poyv<ûpov&<rı Kal Taârâ ırpoaı-
2 p&vraı Kal TrpİTTua’i Tci Koıvğ 8 o^avTa. ttepl r â ’tıpaKch.
b^ 6povoov<rıv, Kal Todraıv vepl râ iv peyiOeı koI ivbe~
Xdpeva âp<j)OÎv âTr&p^eıv ^ ıtavıv, oîov al vSkeıs, 8tov 30
Troo-t boK^ r i s &px^s alpeTCts etvai, rj crvppaxeîv AaKf-
baıpovloıs, ^ &px^tv lîiTraKhv Sre Kal avTos ^dekev. Srav

1107* 18. 8* K** M*": î’ ^ L** 2î). koI r â iyStxi/ttya L*


187

Öyle geliyor ki, nasıl aşkın başlangıcı görmekle doğan haz


ise, yakınlık da bir dostluk başlangıcı. Hiçkimse önce öteki­
nin görünüşünden hoşlanmadıysa aşık olmuyor, ötekinin
görünüşünden hoşlandığı için değil de, daha çok o olmadı­
ğında eksikliğini duyduğunda, yanında olmasını arzuladı­
ğından aşık oluyor. Demek bu biçimde yakınlık duymayan-
lann dost olması olanaksız, ama yakınlık duyduklan için de
daha çok severler anlamına gelmez bu. İnsanlar yakınlık
duyduklan kişiler için iyi şeyler ister, ama ne onlarla ortak
eylemde bulunabilir ne de onlar adına sıkıntıya katlanabilir. 10
Bunun için eğretileme yoluyla, yakınlık duymanın "uyuşuk
bir dostluk" olduğu söylenebilir. Ne ki uzun sürelidir, tanış­
ma olursa yarar ya da hoşluğa dayanmayan bir dostluk ha­
line gelebilir, çünkü yakınlık duyma bunlara dayanmaz. Ya­
kınlık gören hakça davranırsa elde ettiğine karşılık olarak 15
yakınlık duyar, ne ki, ondan gelecek bir çıkar beklentisiyle
birisine iyilik yapmak isteyen kişinin, ona değil, daha çok
kendine yakınlık duyduğu görünür: Tıpkı bir yarar adına
özen gösteren kişinin dost olmaması gibi. Kısaca yarışmacı­
lar için de söylediğimiz gibi, biri bir başkasına güzel, yiğit
vb. göründüğünde erdem ya da belli bir doğruluk ile olu­ 20
şuyor yakınlık.
Uzlaşma da sevilir görünüyor, bunun için de fikir birli­
ğiyle eş tutulamaz; çünkü beriki biribirlerini tanımayan kişi­
ler arasında da olabilir. Herhangi bir şey konusunda, sözge­
lişi gökyüzü ile ilgili konularda aynı düşüncede olanlann
uzlaştıkları söylenemez (bunlar üzerine uzlaşmak bir dost­ 25
luk ilişkisi değil). Buna karşın yararlı olan şeylerde anlaştık­
ları, bunları tercih ettikleri, ortak olarak uygun gördükleri
şeyleri yaptıklannda devletlerin uzlaştıklan söylenebilir.
Demek ki, yapılan işler konusunda uzlaşılır: Önemli olan­
lar, heriki tarafla ya da herkesle ilgili olanlar konusunda:
Sözgelişi devletler ne zaman yöneticilerin seçilmesi ge­ 30
rektiğinin hepsi için uygun olduğu konusunda; Spaıtalılar-
la müttefik olmak konusunda; kendisi istediğinde Pitta-
kosün yönetici olması konusunda uzlaşabilirler. Ama
188 IX. 6— 7-

5’ UİTepos eavTov J3 o^\rjraı, Saırep ol iv raîs ^oıvıcraaıs,


oTciiTtd^ovo'iv' o{f ydp i<mv opMvofiv vh ovrd İKdTtpov kvvotıv
3 5 oSîîiroTe, aXXa to iv r y o^r^, olov Srav kul 6 b^p.os
1107 •’ Kal ol İTtuiKiîs TOVS dp^oTous dpytıv’ oİjTto yap itaat, yi-
v€Toı OV i<f>i(VTaı. ıroXırtK^ <f}i\ıa <fta(v€Taı ıj â/xo-
voıa, KadâiTfp Kal \iy e r a i’ ıtepl to <rvfi<f>ipovTa ydp ia rı
Kül TO €İS TÖV ^iov İjKOVTa, loTl Ö* ^ TOtOÎ/TT} dfiOVOia Z
s iv TOÎS iltl€LKİ(TlV' OVTOl ydp KOI laVTOÎf OpLOVOOVai Kai
dXX7jXoıs, İltl T&V avT&v ovres « s dırtîv (t&v rotodratv
yap iJL€V€t ra ^ovXripxiTa koI ov pLiTappeî &<mfp evpııtos),
^odkovrai T€ ra bUaıa Kal r a avp.(l>ipovTa, rovrcov di
Kal Koıvrj i<f)İ€VTaı. rovs bi <f>av\ovs ovy^ otdv t c bp.ovoiXv 4
10 ıtk^v ilil puKpov, Kadâıtip Kal <f>i\ovs eîvoı, 7rXeoyc^lay

i(f>ifp,€vov5 iv TOÎs d>(f>e\(p.oıS) iv bi roîs ırovoıs Kat raîs


keiTovpyiaıs ikkeiıtovras' iavTİâ 5 * İKaaros fiov\6p,€vos t o C t o
rbv ırikas i^erâCfi Kal Kcokdei’ p-n y^P Trjpodvroiv rb kol-
vbv dıtoKkvraL. trvp^aivfi obv avroîs araa-ıdC^ıv, dXX7]Xous
1 5 p iv iıtavayK&^oırras, avrovs bi ^ovkopivovs t o bİKaıa
ItOliiV.
7 Ol 6’ (vepyiraı rovs «vtpytTtjö^vTos 5 okoS<ti pakkov V I I .
(f)Lkeîv 17 ol €v ıtadovres rovs bpAa-avraSy Kal ats ırapa
koyov yıvopivov cırı^ı^TeiTaı. to Î s p iv ovv ırktiarots <f>aC-
20 vtraı brı ol p iv 6(f>tikov(rt roîs bi â<f>cLk€Tai’ Kaûdıtep obv
iltl T&v bav€İ<ı>v ol p iv 6<f)€lkovT(s fiovkovrat prı « y a t oîs
otpeikovaıv, ol 8e baveiaavres koi im pfkovvraı rrjs r&v
6<f)etk6vT(ûv artoTrjpias, oUrto Kal rovs fvepyen^aavras /3ov-
ketrdaı etvaı rovs ıtadovras « s KopıovpÂvovs rds

33, İKartpos Kal tavrby K*" 34. a&r^ K** L** M** F fiyotîy
L** r IIO?** 2. Zil Ramsauer (et ut videtur Heliodorus) : 8i codd.
4. îıcoKTaM^ : tİKİra K** F : iurfiKoyra L** 18. ol om. K** M** 22,
ol Zaytlffttyrts 6i K** iwifi^\oyraı L**
188

PboinissaiĞaJ^ olduğu gibi, herbiri kendi adayını isterse an­


laşmazlığa düşerler. Uzlaşma iki taraftan herbirinin ne olur­
sa olsun aynı şeyi önermesi değil, bir şeyi aynı şekilde öner­ 35
mesidir: Sözgelişi halkın ve doğru insanlann aristokrasi 1167b
yönetiminde uzlaşmalan! Ancak bu şekilde herkesin istedi­
ği olur. Demek söylediğimiz gibi, uzlaşma toplumsal bir
dostluk gibi görünüyor, yararlı olanlarla, yaşam için uygun
olanlarla ilgili. Bu tür bir uzlaşma doğru kişilerde olur, çün­
kü onlar kendileri ile, başkalan ile uzlaşma içindedir. Deyim
yerindeyse "aynı yöne dönüktürler" (bu tür kişilerin istekleri
kalıcıdır, bir sarkaç gibi yön değiştirip durmazlar); adil ve
yararlı olanları ister, bunlan kamu adına ararlar. Oysa kötü
kişiler zorluklarda ve kamu işlerinde geride kalıp, yararlı
olanlarda daha çoğu aradıklanndan, doslluklannda da oldu­ 10

ğu gibi, pek azı dışında, uzlaşamazlar. Herbiri bunlan ken­


disi için istediğinden yakınındakini ezer, ona çelme atar, or­
taklık gözetilmeyince ortaklık ortadan kalkar. İmdi biribir-
lerine hrsat vermedikleri, kendileri de adil şeyler yapmak is­ 15
temedikleri için bunlarda anlaşmazlık ortaya çıkıyor.

öyle görünüyor ki, iyilik yapanlar iyilik yaptıklan


kişileri, iyilik görenlerin onlan sevdiklerinden çok sever,
akla aykın olan bu durum araştınlır. Çoğu kişiye göre,
biri borç verdiği için, öteki borçlandığı için bu böyle, 20

çünkü nasıl ödünç verme konusunda, borçlu olanlar


borçlu oldukları kimselerin olmamasını isterlerse, ödünç
verenler de borçlu olanlann "selamet"leriyle ilgilenirlerse;
aynı biçimde iyilik yapanlar da iyilik görenlerin varol­
masını ister, çünkü onlar şükran borcu taşıyacaklardır.
IX. 7. 189
rot; 8’ ovK elvai ivifxf\€s ro âvravoöovvai. *Eır(xapıxos 25
fikv oZv r â \ &v </>a(ıj Tavra \eyeii; avrov; vovrjpov
dcatfiivovs, İoiK€ 5* âvdp<omK^‘ ap.vrfp.ovii y^p ol ıroKKoC,
2 Kol p a K K o v d rraary^av ^ r r o tiîv i<f>£ivraı. do^m d* &v
<l>va-iK(&Tipov iT v a t r h a ÎT io v , K al o i d ' 8 p o ıo v rd m p l tovs
d a v iia 'o v T a s ’ o v y d p i a r ı (f> t\ıjarii m p l İ K i lv o v s , a \ k a tov 30
a i f ^ i a S a t Şo'8 krı< n s r f j s K o p ıb rji İvfK O ,' o l 5* e î 7r€7roır}K6ns
<ftıXovai Kal Âyaırâo-t tovs v iito v d o r a s k&v p tfb iv 2 ><rt

8 i l i ü a r ip o v y îv o ıv r & v. om p K al i r r l r â v
T ix v iT & v c r v p p îp r iK iv ’ rra s yap to oIkİÎ ov t p y o v â y a ır â
p a k k o v rj â y a m fâ iC r ı â v v ır d toS İ p y o v i p \ j n / \ o v y i v o p i v o v ' 35
p L â k u rra ö* îcrois tovto m p l tovs ıroııjros < r v p ^ a £ v n ’ v m p a ~ 1 1 6 8
yaır& < n y ^ p oüroı ro o İ K iîa irotîîpora, a r i p y o v r i s & < rm p
4 r İK v a . TouyuTif İ o iK i koI t 6 r & v e v i p y i T Û v ' t 6 y a p i v
m rro v d o i İp y o v iarlv a v r û v ’ tovto brı oyaırûo't p c ı k k o v ^
r h i p y o v r b v r r o v /fo a v r a . to8tov b* d r ı o v o n ro iT v a i r t a a i v 5
a lp e r b v koL iln k riT o v , i a p i v 8’ iv ip y iC a (ry (^v yâp ko.1
r r p â T T tıv ), iv € p y il< f b i 6 ır o ı ^ a a g ro İ p y o v İ a n rrtos’ a r i p y i i
8rı t 6 İ p y o v , b i 6 n K al t 6 t l v a t . tovto b i ^ v a i K o v ' 8 y& p
6 ia n b v v d p n , tovto i v i p y iC f f r b İ p y o v p t f v d i t . â p a b i K al
Ttp p iv e v ip y ir r ı K okdv rd K a r â t^ v ı r p â ^ ı v , H an \a ip n v 10
İV ^ TOVTO, r^ 8^ T ta d o v n oibiv Kokov iv ry h p a c a v r ı,
âkk* iîm p , avp<f>ipov’ ^ ttov ^ b ît K al <\>ikr\T6v,
tovto b*
6 ^8610 8* ^oTİ roö p iv ırapdvros ^ ivip yn a , tov 8 c pikkovros
if ik v is, TOV bk ytyivrjpivov tf pvqpr\' ijbtarov 8^ t 6 Kara
T^fv ivipynav, koI <f>ıkr)Tbv bpoiüig. r y pkv obv mıroıifKon 15
p iv ii t 6 İpyov ( tö Kokov yhp ’nokv)(j>ovıov), r«j) bk vaOdvn
Tü ^pıjo’tpov rrapoCyiTaı. rf n ptrnPV Koküv ^beîa,

28. 8ı>] hv Kol r 29. obx L*» T rh scripsi : tÇ c o d d .; K<â rk (ut


videtur) r 82. »«»ov^rfToj] c2 ıtvwov96rta F : eiepyfTij«fWoj L**
1168* 7. 84) K»>r
189

jysa ötekiler buna aldırmaz. Epikharmos herhalde bunlan 25


söyleyenlerin kötümser bir görüşten yola çıktıklannı söyle­
yecek, ama "insanca" görünüyor, çünkü pek çok kişinin bel­
leği kıt, iyilik yapmaktan çok iyilik görmeye bakıyor. Ne ki,
nedenin daha doğal olduğu, ödünç verme konusuyla bir
benzerlik taşımadığı görünse gerek. Nitekim borç alana kar­
şı sevgi değil, yalnızca -geri venne bakımından- korunması 30
adına bir istek var. Oysa iyilik yapanlar dostluk duyar, ken­
dileri için İliç yararlı olmasalar bile, daha sonra da yararlı
olamayacak olsalar bile, iyilik görenleri sever. Bu, sanatçı­
larda da böyle olmuştur; sanatçı kendi eserini, eser canlı ol­
saydı onun tarafından sevileceğinden çok sever. Bu her­ 35

halde en çok ozanlarda böyle oluyor; onlar şiirlerini çocuk­ 1168a

ları gibi seviyor, onlann üzerine titriyorlar. İyilikseverlerinki


de buna benziyor; görülen iyilik onlann eseri. İmdi bunlar
eserin yapıcısını sevdiğinden daha çok onu seviyor. Bunun
nedeni şu: Herkes için varolma tercih edilecek, sevilecek bir
şey, biz "etkinlikle" vanz (yaşamakla, eylemekle); bir eser 5
ortaya çıkaran kişi bir biçimde etkinlik içinde: Eserini sever,
çünkü varolmayı sever, bu da doğal bir şey; nitekim olanak
halinde varolanı, eser etkinlik halinde kılmakta. Aynı anda
iyilik yapan için eylemine ilişkin olan şey de güzel; dolayı­
sıyla bu kimdeyse ondan da hoşlanacaktır, oysa iyilik gören 10
için iyilik yapanda güzel bir şey değil, olsa olsa yararlı bir
şey olur. Bu daha az hoş, daha az sevilecek bir şey. Aslında
hoş olan, şimdikinin etkinliği, gelecektekinin beklentisi,
geçmiştekinin anısı. En hoş olan ise etkinlikle ilgili olan şey:
Sevilecek olan şey de öyle, imdi eylemi gerçekleştirmiş olan 15
için 'eser' kalıcı (güzel olan şey kalıcı olur), eyleme uğrayan
için ise yarar geçmişte kalır. Oysa güzel şeylerin anısı hoş.
190 IX. 7—8.
T&v b€ xpr}<rifx<i)v ov ırâvv rj rjTTOv’ rj TtpoaboKİa b* dviıra-
\ iv ^\€IV ^OlK€V. KOİ ^ fJiİV <f>İKr}<FlS TTOllfo-ei İoLK€V, TÖ
20 \eî(T0aı 8e r <3 Tr<i<rx€iv‘ rots v7r€pe\ov<n bk Trepl rrjif ırpâ-
İCV ^ırcTaı ro <f)c\6tv Kal ra <f>t,\iKâ. İ n 8e to iırtırd- 7
V(as y€vop.€va Trdi'res pB,k\ov a-T^pyovo’iv, olov ko I ra XPV~
p,ara ol KTrjo-âpcvoı r&v ırapaka^âvTtûP' boKeî 81 rb p,ev
eî Triay^eıv h/novov eîvai, rb 8’ eC ‘iroifiv ipy&bes. bıa Tavra
25 8e Kal al jüiT/repe? ^ı.\ore/cydrepaı* iımrovaiTepa yap fj y i v -
VT}vıs, Kal pakkov îv a vıv o n abrSiv. 8d^eıe 8* hv tovto Kal
Tols evepyeVaıs oI k €Îov etvai.
8 'AiTopcÎTaL 8e ko.1 Ti6rcpov 8eî (j>ıkeîv kavrbv p âkıvra V II
rj akkov Tivâ. İTTinp&aı yap roîs iavrobt p d k ıar' âya-
30 7Tü)(rı, Kal wy iv alv\p<p (f)ikavTovs â-ıroKakovaı, boK€Î re
o p iv <f>avkoî iavTov \&piv Trâvra ırpdrretv, koI oo-co hv
poydr]p6Tcpos fj, Tovobrtp p â kko v—iyKakovvt 8^ avry oîov
o n ovbev &<f)' iavTov ırpdrreı— ö 8’ eırıeiK^s 8ta r8 Kakov, ko.1
5 v<û h v ftekritûv pakkov bıa rb Kokov, koI (f>tkov Ivetca,
35 rb 8’ avrov Trapirjvıv. roîs koyois 8e rovroıs r â Ipya 8ıa- 2
1168 •* <f>oûV€Î, ovK ikoytûs. ^ a v l yap 8eÎ2/ <f>ık€Îv p a k la ra rbv
p â k ıa ra <f>ikov, <j)ikos 8e p â k ıa ra 6 fiovk6p^vos ^obkcraı
rhyadh İKeCvov İv€Ka, Kal el prjbels eîtrerat* Tavra 8’
vTtâpyeı p â k ıa r a vr£ ırpbs avr6v, Kal rh konrh 8^ ırdvÖ’
•5 oty 6 <f)ikos bpL^eraı’ eîpıjrat yap S n hır* avrov rt&vra ra
ifnkiKh Kal rrpbs roi»s Skkovs bıqKeı. Kal al napoıplaı 81
Ttaa-aı opoyvatpovovaiv, oîov rb “ pCa ^fvx^ ” Kal “ Koıva
ra <f>ik<üv” Kal *'la6rrıs <f>ık6rrjs” Kal **y6w Kv^prfs iyyıov''*
Trâvra yap ravra ırpbs avrbv p â kıa r hv vırâpyoı' pâkıara

20, ircpl M**: Sh ^ ırepl T : Sil ırepl vulg. 21. rh tpıKtıy om. K*"
23. 5i M**: Sil vulg. 28, Kol om. L** T 30. t * K** T: 5iyulg.
32. oîoy add. K** T 1168»» 2. S K»>: fort. ijy f 9-
5ırdpx*t L»» r
190

yararlı şeylerinki ya hiç hoş değildir ya da daha az hoştur;


yine bunun da pek beklenir bir şey olmadığı görünüyor.
Aynca sevgi bir etkinlik, sevilmek ise edilginlik gibi görü­ 20

nüyor; sevilecek şeyler, dostlukla ilgili şeyler de eylemde


daha üstün olan kişinin peşinden gelir. Öte yandan, nasıl
zenginliği kazananlar, mirasa konanlardan daha üstünse,
herkes zorlukla olanlan daha çok sever. Öyle göıünüyor ki,
iyilik görmek zahmetsiz, oysa iyilik etmek çaba ister. Bunun
için anneler de çocuklannı daha çok seviyor, doğum zor, 25
çocuklannın kendi 'eserleri' olduğunu daha iyi biliyorlar,
imdi bunun iyiliksever kişilere yakıştığı görülse gerek.

Acaba en çok kendini mi sevmeli, yoksa başka birini


mi, diye sorulabilir. En çok kendini sevenler kınanır, kötü­
leyici anlamda "bencil" diye adlandırılır. Öyle görünüyor ki, 30
kötü kişi her şeyi kendisi için yapıyor ve bu ne denli çoksa
o denli kötü oluyor - kendisi için olmayan hiçbir şey yapma­
makla suçlanır-. Oysa doğru kişi 'güzel'den ötürü, ne denli
iyi ise o denli güzel bir şeyden ötürü ve dostu adına
eyler, kendi yararını gözardı eder. Ne ki yine de olan 35
bitenler, temellendirmelere uymuyor, bu da akla uygun. 1168b
En çok dost olanı en çok sevmek gerektiği söylenir; en
çok dost olan kişi de, hiç kimse bilmeyecek olsa bile,
iyi şeyleri kimin için istiyorsa, sırf onun adına isteyendir.
Bunlar, dostun niteliği olarak belirlenen bütün öteki
şeyler bizde daha çok kendimizle ilgili olarak bulunur.
Sevilecek her şeyin kendimize bağlı olduğunu ve başka-
lanna yüklendiğini de söylediydik. Bütün atasözleri de
bu konuda uzlaşıyor: "tek ruh", "dostların malı ortaktır",
"dostluk eşitliktir", "diz kaval kemiğinden yakındır" gibi. Bü-
bu atasözleri en çok kendi kendimize uyar, kişi en çok
IX. 8. 191

yâp <ft(kos avTİf' Kal <j>ıkriT4ov fiAkıaB' icatr6p. lo


pfîraı brı elKortas vortpoıs (vGrOaı, ip ^ Î P 4x 6ptoip
3 rd vıırrâp. l<rm oZp rov 9 rotovrovs deî t&p \6yiap bunpeîp
Kal bıopi(^€iP o<rop İKârepoı Kal v y dXrıd€vova'tp. €Î b^
K6.ftoıp€P t6 <f>[Kaxrrop ır«s İKdrcpot \^yov<rıv, t6,\ &p yipoıro
i by\op. ol- p iv obp €İs Sp€ibos &yopT€s avrb <f>ı\a6rovs Kokova-ı 15
rov$ ^avroîf âıropipopras rd vktio p ip -yjıypLaa-ı, Kal rıpaU
Kal ybopals raîs <r<apanKaİs' roifr<op yap ol ıroWol dp4~
yopraı. Kal ia-jrovbâKacrt, rupi avrâ m apurra opra, bıb Kal
-n€pıpÂ\i)Tâ ioTiP. ol ırepl tovto ırkeopİKraı
ra îs i-ırtdvpCaıs Kal oAcdç toîs 7râ$€<n Kal âXdy<p -rfjs 20
ylrvxv^' roıovroı b' flırlp ol ırokkoC' bıb Kal y rtpotrifyopla
yfyeprfraı a-nb tov ttoAAov <f>av\ov optos' biKoCots by roîs
5 obru) (f>ıkavToıs opeıbC^erat. Sn rov 9 ra roıavd' oAroîs
cLTTOPİpopras fl4i6atn keyeıp ol TTokkol (fukaSrovs, oSk âbıj-
koP' el yap n s ael a-aovbâCoı râ bUaıa Trpirreıp airbs 25

paklara ttAptiûp rj ra a<a<f>popa ij 6-noıaovp &kka râp «carâ


r a i iıperâs, Kal oAo>9 ael ro Koköp iopr^ ıtepırroıoİTOf ovbels
6 4peî Tovrop <f>lkavTop ovbi ^Iri^eı. bo^eıe ö’ Sp 5 roıovros
pakkop eıpai (f>lkavros' iırtopipeı yovp iavr^ râ Kİkkıara
Kat paklar âyaûd, Kal favroö r y Kapıatranp, 30
Kat rtapTa rovnp ’neCderaı’ Sa-nep be Kal -nSkıs rb Kvpı<&-
rarop pdkıar* eîpai boKeî Kal irap âkko crvarypa, ovrco Kal
âpûpüi-nos’ Kal (fiCkavros by pdkıara 6 rovro âya-ırâp Kal
ToİJTta iyKparys b4 Kal dKparrıs k4yeraı
T<(> Kparelp rbp povp rj /x»j, «s toİjtov eKaarov optos’ Kal ire'- 35
Tcpayepaı doKovctı; avrol Kal ^Kovc^tos r a p^rd koyov pdkıara. 1109*
oTi pep oZp tovû' İKaaros karıp y fuiAıoTa, ovk &br}kop, Kal

11 . tif scripsi : fi*codd. 15 . otp om. K** 19 . fii 84 .


fij) r 85 . toDto K** m **
191

kendi kendisiyle dost olur, en çok kendini sevmek gerekir, 10

imdi madem beriki görüş de ikna edici, "hangisine uyaca­


ğız" sorusu haklı olarak Sörulsa gerek. Herhalde, temellen-
dirmelerin herbiri ne dereceye kadar, ne tarzda doğru, bunu
belirlemek gerekir. Herikisinin de "bencil"i nasıl tanımladığı­
nı ele alırsak belki bu açılabilir. Bu sözcüğü yerici anlamda 15
kullananlar; zenginlikte, onurda, bedensel bazlarda daha
büyük kısmı kendine ayıranlara "bencil" diyor; çünkü bun-
lann pek çoğu sanki 'en iyi' bunlarmış gibi, bunlara iştah
duyuyor, bunlara özen gösteriyor, bunun için bu tür şeyler
arzulanır şeyler oluyor. Bunlarla ilgili çıkar sağlayanlar arzu­
lardan; genel olarak tutkulardan, ruhun akla aykın yanından 20

hoşlanır, çoğunluk böyledir. Bunun için "bencil" adı kötü


olan çoğunluğa bağlı olarak konmuştur, imdi bu biçimde
bencil olanlar haklı olarak yerilir, çünkü bu tür şeyleri ken­
dine ayıranlara çoğunluk "bencil" deyegelmektedir, bu açık. 25
Biri her zaman daha çok adil, ölçülü ya da erdeme uygun
başka eylemler yapmaya çalışırsa, genellikle hep kendisi
için güzel olana özen gösterirse, kimse ona bencil demeye­
cek, kınamayacaktır. Ama böyle biri çok daha bencildir,
diye de düşünülebilir, çünkü en güzel şeyleri, daha iyi olan-
lan kendine ayınyor, kişinin kendisiyle ilgili en önemli şey­ 30
den hoşlanıyor, buna ikna olmuş. Devlet ve bütün öteki ku­
rumlar, nasıl özellikle en baştaki kısmıyla kurulursa, insan
da böyle. Demek ki, en çok bu yanını seven, bundan hoşla­
nan kişi bencil bir kişi! Herbir kişi kendi usu ile varolduğun­
dan, usuna egemen olup olmamasına göre "kendine ege­
men", "kendine egemen değil" diye adlandmlır. Öyle gö­
rünüyor ki, özellikle isteyerek ve aklın katıldığı eylemlerde 35
bulunmakla b iz eylemde bulunmuş oluruz. Demek herbir 1169a
kişiyi o kişi yapan ustur, ya da en çok odur, bu açık.
192 IX. 8.
Sn â fi<iXıoTa toöt’ âyaırq. bto <f>(Kavro9 fid^urr’
eîrj, KU0 * İnpop elbos rov SveıdtCofM^vov, Kal Sıaipepujv
5 too-ovtov 8<rov râ Kara \6 yo v Cfjv rov Kara vdâos, Kal 6pi-

yurOoL ri rov ko\ ov ^ rov Sokovvtos <rvfi(j)4 p€iv. rovs p iv oSv 7


V€pl Tas Ko\as v p ii^ ıs bıa<f>€p6ifToiS cnrovSdCovras ırdırrcs
d'jTob4xovTaı Kal ivaıvov<nv' Ttdvrmv b4 &fxıX\a>fjÂv6iv Trpbs
To Kakop Kal btareıpofi^poûp râ Kokkıara Trpdrreıp Koıpf} t
lo âp trSpT €Îrj ra b4 opra Kal lbC(^ İKdarta ro pÂyiara tûp
dyad&Pf ilıtfp f/ ip er^ roıovrdp 4 <mp, &(tt€ top /ıkp dyadop
bfi <l>[kavTOP €iPaı ( koI ydp avros dpria-fTaı r a Kokd vpdr-
Ttûp Kal rovs 4AA.OVS A^eA^o-eı), top b4 p.ox0 rıpbp ov beî'
fikd\jr€i yap Kal eavrbp Kal rovs Trikas, <f>avkoıs TtdOeaıp
15 İTTOpfPOS» Tip P’0xdfjp^ pikp obv btaipCûPtî h bcî VpdTT€lP S
Kal h ırpdrrtt* 6 8 ’ 4 m€iK^s, & 8 « , Tavra Kal ırparreı*
ıros yap povs alpfîraı rb Ş ik n a r o p kavrip, 6 b' İTTifiK^s
<n€i6apx€‘£ r y vy. dkrjdis bi ıtfpl rov <nrovbaıov Kal ro tûp 9
(f)lküiP Sp€Ka nokka ırpdrTcip Kal rrjs ırarpCboSt kS p bir]
ao vTTeparroOpı^irKiıp' ırpo^ireTaı yap Kal xp 7jp ara Kal np a s
Kal o k m r â Tt€pf.pidxr\Ta dyaBd, TTcpnroıoijpLfvos iavTİp to
Kakdp' âkCyop yap xpdvov ^crOrjpaı <r<f>6bpa p.dkkop ekon
âp rj iTokvp ‘^pipMy Kal pı&(raı ko\& s ipıavrbp rj ırokk' 4 rr]
TVxdPT<ıus, Kal p.Lav ırpa^ıp Kokrıv Kal p-fydkrjp rj rrokkbs
25 Kal pnKpds. roîs 8 * İTTfpaTTodp^a-Kova-ı rovr tacos avu^alpcı’
aipovpraı br] p-iya Kokbp lavrots. Kal yfirıpara ttpooıvT
âp 4<t>^ ^ rrkcCopa krf\\fOPTaı. ol iftCkoı' ylperat, yap r<jî
pikp ijrikip xP'hpo-'^°’i ovr^ bk rb Kakop’ rb 8 ^
dyadbv kavrip dnopipeı. Kal ırepl njaâs bi Kal dpxâs 6 10
30 avrds rpo'ıros' rrdpra yap rw <f>Ck<p ravra ırpoîjo-eraı* Ka-

H 09* 6. 1] ante rov koKov om. L** 15. vpdrrtıy om. K** 16. a
om. K«» T aîra & »cî K" M>* *al] iti K«» 29. Si, K>
192

Doğru kişi en çok usu sever, bu da açık. Bunun için o


yerilenlerden farklı biçimde bir "bencir' olsa gerek: Akla uy­
gun yaşamak tutkuya göre yaşamaktan; güzele iştah duy­
mak yararlı görünene iştah duymaktan ne denli farklı ise o
denli farklı biçimde. İmdi özellikle güzel eylemler için çalı-
şanlan herkes destekler, över. Erdem böyle ise, herkes g ü ­
z e l için yanşınca, en güzel şeyleri yapmaya eğilimli olunca,
hem kamuya gerekli olan her şey hem de herbir kişiye özgü 10

en önemli iyiler varolabilir. Dolayısıyla iyi kişinin bencil ol­


ması gerekir (güzel şeyler yaptığı için sevinecek, başkalan-
na yararlı olacak), oysa kötü kişi bencil olmamalı, çünkü o
çirkin tutku lan izlemekle hem kendine hem de yakınlanna 15
zarar verecektir. Kötü kişinin yapması gerekenler ile yaptık-
lan arasında tutarsızlık olur, doğru kişi yapması gerekenler
ne ise onlan yapar. Her us kendisi için en iyi olanı tercih
eder, doğru kişi usa boyun eğer. Erdemli kişiye gelince:
onun dostlan için, vatanı için, uğruna canını vermek bile ge­ 20

rekse, pek çok şey yaptığı doğru: Kendisi için güzel olanı
sağlamak istediğinden, zenginliği, onuru, kısaca arzulanan
iyileri bir yana bırakır; az az uzun süre yerine, kısa süre çok
güçlü haz almayı; uzun yıllar gelişigüzel yaşamak yerine tek
bir yıl güzel yaşamayı; sayısız, önemsiz eylemler yerine gü­
zel, önemli tek eylemi tercih edebilir. Herhalde kendi ya-
şamlannı feda edenler için bu sonuncusu söz konusu, çün­ 25
kü onlar kendileri için büyük, güzel tek şeyi tercih ediyor.
Dostlannın payına onlardan daha çok düşsün diye para har­
carlar, çünkü dosta para, kendisi içinse g ü z e l oluşuyor, da­
ha büyük iyi kendine kalıyor. Onurlar, yönetimler konusun­
da da bu böyle: onlar bütün bunlan dostlara bırakacaklardır. 30
IX. 8—9. 193
X6v yap avrtp rovro xal ivaiVfTop. flKOTtas btj öokcÎ aıtov-
da'tof fîvai, İ vt İ Tr&vrutv alpoüp^voi ro kcÛİOv. ivbi\fT aı
b i fcat TTpâ^tıs iffiKtp vpoUaOaı, Kal tlvaı ko^K iov tov
11 avrhv ırpa^aı ro alrıov ry ycvia-Oaı. iv ırâat brf rois
ivaıviToıs 6 <nrovbaîos <f>aivfTaı iavT^ tov ko\ ov vKiov 35
vifttûv. oürta p.€v oZv <l>CXavTov (îvai det, Kadâırtp ftprjTai' 1100 ^
b' ol TTokkoi, ov X('V'
IX . *Afi<jn<rfiriT€ÎTai bi Kal ırept töv tvbalpova, et 6 e»î<re- 8
ra t <f>ı\tov rj prf. ovd\v yap <pa<rı öetv <f>l\.a>v toîs pMKa-
pCoiS Kal avT&pKftnv’ vrrâp^tıv yap avToıs rayadd' avrâp- 5
<cets ovv övras ovbevos Ttpoabtladat., tov 6 e <f>iKov, İTtpov
aİTov Svra, Tropi^eıv & bt avrov âbvvaTeî' 30fv “ OTav o
2 baCptav eC bıbip, tL det <f>iKtov; ” İ oik€ d’ AroVy ro ■Trdj/r’
âırovipovTas Tayada dbalpovı <plXovs âvobıbdvaı, d
boKeî T&v İ ktos âyaû&v p iyıarov eıvaı. eî re <l>CKov pa\X6v «o
ioTi TÖ c5 ıroLtîv rj ırdo^etı», Kat lo r t tov ayadov Kal Trjs
İLpeıijs To €İ€py€T€Îv, KoAAtop d’ ed rroıtîv <ft(X.ovi 60v€la>v,
T&v ed Ttfıcropivatv de^trerat 6 aırovbdîos. bıb Kal ^mC^retrat
TTOTtpov iv (VTv^Cats pahkov deî <f>(Xu>v rj iv İTV\iai5,
tt>v Kat rov arv^ovvTos bfopivov t&v (iffpytTrjaovTtov Kal tQv 15
3 edrt»xowrû)v ods ed Troiii}<rov<rıv. İ tottov d’ î(rwv Kat rd fio-
vd^Ttıv TTOttîv rbv paK&pıov' oibels yap İXoit hv Kaö’ adrdv
rd TrdvT İ\€ iv dyoBâ' ıroAtrtKOV yap d av 0 p<avos koi <rv-
0 jv rt€<f>VKos. Kal r y evbaıpovı brj tov0 ’ VTtdp^fi’ Ta yap
Ttj <^d<ret dyada brjXov d’ wî fierd <}}lXüiv Kal iru fi- 20
K&v KpfÎTTOv rj fter 6 0 vfl<ûv Kal t &v rvypvroiv <rvvrjp€pev€iv.
4 det âpa r ^ ivbaCpovı <f>CX(ov. t L obv Xiyov<nv ot rpû rot, Kal
TTJ âXr}0fvov<nv; ^ drt ol ıroXXol <l>İXovs oîovTaı tovs xprj(r(~
fiors eTi'at; tûv toiotİtoiv p (v obv ovbiv berjatTaı 6 paKdpıos,

1160'’ 6. iwdpx*tT N**: 4vâpx*t vol?* aÛToîs om. iya/fd


18. t 4 rdyr* rrdyr' tx* ır rAyoftî L*
193

çünkü kendileri için güzel, övülmesi gereken bu. Demek er­


demli kişinin güzel olanı her şeye tercih eden böyle biri olma­
sı akla uygun. Ne ki, kimi eylemlerde dosta bırakılabilir: Dos­
tun bunlan yapmasına neden olmak, bizzat yapmaktan daha
güzel. İmdi bütün övülecek şeylerde erdemli kişinin, güzel
olanın daha çoğunu kendine ayırdığı görünüyor. İmdi dediği­ 35
miz gibi, bu anlamda bencil olunmalı, çoğunluğun olduğu bi­ 1169b
çimde bencil olmamalı.
Mutlu kişi ile ilgili olarak, dostlara gereksinimi var mı,
yok mu diye de tartışılır. Nitekim kutlu, kendine yeter kişile­
rin hiç de dostlara gereksinimi olmadığını söylerler, çünkü
iyi şeyler onlarda bulunuyor, kendilerine yeter olduklann-
dan hiçbir şeye gereksinim duymuyorlar. Ne ki, bir başka
"kendi" olduğundan ötürü dost, tek başına elde edilemeyen
şeyi sağlar. Bundan, "tanrı yardım ederse dostlara ne gerek
var*' d e r le r .N e ki, bütün iyileri mutlu kişiye ayırmak, sonra
da dostlan bunun dışında tutmak garip görünüyor: Oysa dışa
ait iyilerin en büyüğü dostlar olsa gerek. îyi davranmak ve 10
iyilik görmek dalıa çok bir dostun görevi ise, iyilik etmek iyi
kişinin, erdemin niteliği ise; dostlara iyilik etmek yabancılara
iyilik etmekten daha güzelse, erdemli kişi iyilik edeceği kişi­
lere gereksinim duyacaktır. Bunun İçin, madem talihsizliğe
uğrayan kişi iyilik göreceği, talihliler ise iyilik yapacaklan
kimselere gereksinim duyuyor, acaba talihli durumda mı 15
yoksa talihsizlikte mi dostlara daha çok gereksinim var, diye
sorulur. Belki de 'tek kişiyi' mutlu saymak anlamsız; nitekim
hiç kimse bütün iyilere sahip olmayı tek kendisi için tercih et­
mese gerek, çünkü insan toplumsal, doğa gereği birlikte ya­
şamaya yatkın. Bu, mutlu kişi için de böyle: O doğal olarak
iyilere sahip; dostlarla, doğru kişilerle gün geçirmek, yaban­
cı, sıradan kişilerle gün geçirmekten daha iyi, bu açık. De­ 20

mek ki, mutlu kişiye dostlar gerekiyor. İmdi acaba dedikleri­


miz ne anlama geliyor? Ne anlamda doğru? Yoksa çoğunlu­
ğun dost diye yararlı kişileri düşündükleri sonucu mu çıkı­
yor? Oysa kutlu kişi bu tür dostlara hiç gerek duymayacaktır.
194 IX. 9-
25 Tayaöa vırâp^eı avr<p' ov6 ^ t &v bıa rb ^bij,
rj niKpov (rjbvç yap 6 fiCos ct)v oibiv betraı i ‘jreı<r6,KTov
rfbovfj^y ov beopicvos be t &v roıovrtûv <f>l\(av ov 5 ok6Î bet<rûat
<f)[\(ûv. TÖ b' ovK earıv îa-cas bXr]6h. h bpyrj yhp eîprfraı 5
3 ti rı evbaıpLOvCa evipyeıâ rıs İ<tt İv, ^ b* iv^pyeıa brj\ov S n
30 yiveraı Kol o v \ vTrâp\€i &(nrep Krrjp.d rı. el be rb evbaı-
pLOveîv iarlv iv tû Cv ^ ivepyeiv, tov b' âyaûov ^ ivip -
yeıa (rırovbala Kal fıbeîa Kaff airı^v, Kaddmep iv bpxji
eîprjraı, e a n 8e Kal tö oİKeıov t &v ^becav, Beonpeıv b\ pıaKKov
Tovs rrikas bvvâpeda fj iavrobs Kal ray İKeCvatv Trpâ^eıs fj
35 râ? oİKeCas, al t &v (rTtovbaLutv 8c ırpi^eıs <f>l\(ûv Svnov
117 0 * ^belaı toîs âyadoîs (&/x<f><o yap ^ <f>vo'€i ^bea)'
6 p,aKâpıos brf <f>i\oiv Toıodnov beıj(reTaı, etırep $ea>peîv npo-
aıpeiTaı ırpti^cts İTueiKeîs Kal oİKelas, roıavraı 8’ at toC
oyaöoC <f>lkov ovtos. oîovral re beiv rıbim Çrjv rbv evbalpıova.
5 pLOvioTrj p,iv ovv xaXeTrbs 6 ^ io s‘ oiı yhp p^bıov Kaö' airbv
evepyelv avvey&s, p-ed' erepaiv bi Kal rrpbs &XXovs pâov, lo ra ı 6
obv T] ivipyeıa (rvve\e(rTİpa, ^beıa oZaa Kad* avn^v, b bel
TTepl TOV pıaKdpıov eıvaı' 6 yap a-Trovbalos, ^ aırovbolos, rals
KaT dper^v ırpd^ea-ı KOKias bva\epaı-
lo veı, KaOd-nep b pova-iKos roîs Kokois p.e\e<nv rjberaı, iırı bi
TOÎS <j)av\oıs kvTteÎTaL. yCvoıro 8’ hv Kal &a-Kr}<rls n s t^ s 7
dperrjs İ k tov (TvÇfjv roîy dyaJöoıs, KoBdrrep Kal &eoyvCs
(f>ri(nv. <f>vo'iK(ûTepov b' iırı<rKOTTov<rıv İo iK e v 6 oTTOvbalos <f>i-
kos Tw a"iTovbai(û rrj ^daei aiperbî eıvaı. rb yap rfi ^vcrct
15 dyadbv eîprjTaı o n r ^ (rrrovbalip âyadbv Kal ^bv i a n KaiP
avTO. To bi C^v bplCovTaı TOis bvvdpıeı alaöija’eui,
avûpiûTTOts 8* alo'd‘q(Te(as rj voı^aeıas' ^ 8^ bvvapLii eh ttjv

35 . 3i cod. CoH. Corp. Chr. Oxon. : 31) vulg. 1170* 4. rt\ 3i r


15. iyaOby «a)} Kal &<ya05v koI L**: om. K**
194

çünkü iyi şeyler zaten onda bulunur. Hoşluktan ötürü dost 25


olanlara da ya gereksinim duymayacaktır ya da çok az du­
yacaktır (madem yaşamı hoş, buna ek bir hazza hiç gerek
yok). Bu tür dostlara gereksinim duymayan biri için dostlara
gerek olmadığı düşünülebilir. Ne ki, bu herhalde doğru de­
ğil! Nitekim başlangıçta "mutluluk belli bir etkinliktir", de-
iTîiştik; Etkinlik bir mal gibi bulunan bir şey değil, bir oluştur,
bu açık. İmdi başta dediğimiz gibi, mutlu olmak yaşamakta, 30
etkinlikte bulunmakta ise, iyi kişinin etkinliği kendi başına
erdemli, hoş ise; bu hoş şey de bize yakışır bir şeyse; biz
kendimizden çok yakınlanmızı ve bizim eylemlerimizden
çok onların eylemlerini gözleyebiliyorsak, dost olan erdemli 35
kişilerin eylemleri iyi kişiler için hoş ise (herikisi de hoş şey­ 1170a
lere doğal olarak sahip); kutlu kişi, doğru, yakışır eylemleri
gözlemeyi tercih ediyorsa; bu tür eylemler dost olan iyi biri­
nin eylemleri ise, o bu tür dostlara gerek duyacaktır. Mutlu
kişinin hoş biçimde yaşaması gerektiği de düşünülür; tek
başına yaşayan birinin yaşamı güç olur; sürekli olarak kendi 5
başına etkinlikte bulunmak kolay değil, başkalanyla bir­
likte, başkalan adına bunu yapmak daha kolay. Demek ki,
etkinlik, tam da mutlu kişi için olması gerektiği gibi, 'kendi
başına' hoş olduğundan, daha sürekli olacaktır. Nasıl bir
müzisyen güzel ezgilerden hoşlamrsa, kötülerden acı duyar- 10
sa; erdemli olmakla erdemli kişi de erdeme uygun eylemler­
den hoşlanır, kötülüğe bağlı olanlardan nefret eder. Ayrıca
Theoginis'in dediği gibi, bir erdem uygulaması, iyi kişilerle
birlikte yaşamakla oluşabilir. Daha doğallığı arayanlar ise, er­
demli kişi doğal olarak erdemli kişi tarafından tercih edilecek
bir dosttur, diye düşünür. Kaldı ki, doğal olarak iyi olanın er­
demli kimse için 'kendi başına' iyi, hoş olduğunu söylemiş- 15
tik. Hayvanlar için yaşamak duyu olanağına göre, insanlar için
ise duyu ya da düşünme olanağına göre belirlenir. Olanak
9. 195
İv4py€iav İLviyeraı, ro Kvpıov iv rfj hepy^ia' İotKC hr}
râ 0İV îlvaı KvpCcoi t 6 aladâvea-öaı rj voflv. rd 8^
Koö* iya d â v Kal fjbitüv' &pi(rp4vov ydp, tö 8 * « p t - 20
<rpÂvov Tİjs Tİyc^ov <f>ija€<ı>s' rb bi rîı ^ı/o'eı âyaÛbv koI
8 r<p iıri€iK€Î‘ bıovep İ oikc ıraa-ıv 178i» eîvac oh 8 « bi \a p -
^âv€iv poydrjpav Kal bıe<f>6 app4 vr{Vt ohb* iv. X t / ‘7 r a t ; ’
hopıcrros yap rf Totavrrjy Kadâır^p ra hvâp^ovra ahr^, iv
9 Toîg ixopivoıs bi TTfpl T^s Xhnr}s İaraı <j>av€p4İTfpov. fi 8* *5
ahrb tö Cv^ âyadbv Kal fjbh (foiKf 8c k oi ^fc tov •nâvrag
6 p4yfo-$aı ahrov, Kal pdkıaTa to 8s i'irifiKfh Kal paKapiovg'
Tohroıs yap 6 /8 fos otpcTt^Taros, ıcai ^ Tohrav paKapuoT&Trı
C<ori), 6 8’ 6pâv o n 6pq alad&vfraı koX 6 âKohayv 5 n &KOVfi
Kal 6 PabiC<ov 8rt ^abîCfi, Kal iırl t &v &\\a>v Spolm İtrrt 30
Tl ro al(rdav6pfvov S n ivfpyovpfv, «Scrrc hv altrdavdped', Sti
al<r6av6pfda, kSv vo&pfv. S n voovpfv, t S 8 ’ S n aladav6~
pfOa fj voovpfv, S n i<rp4v (to yap fîvai i}v alaOdvetrOaı rj
vofîv), t 6 8’ al<rdâvf<rdaı S n rû v ^b 4 (ov Kad' ahro 1170 *“
(TCt yap dyadov f<07], rb 8* ayaöbv vTt&pyov iv la u r^
aladdvftrOaı qbh), alpfrbv 8^ rd (rjv Kal pSkıara toÎs Aya-
60ÎS, S n rb flvai ayaOov ia rıv avroîg Kal r/bh (avvaıaOavo~
10 pevoı ybp tov Ka0' aûrb AyaOov ijbovTaı)^ &s 8 ^ ırpbs iavrbv s
4 \fi 6 OTTTOvbaîos, Kal vpbs rbv <f>(\ov (İrfpos yap ahrbs 6
<f>(kos iariv)' KoBAıtfp ohv t 8 avrbv fîvai alperSv ia n v İKaamp,
oSto) kal rb rbv <f>(Kov, q ttapatt\r\(rİaig. rb 8 ’ eîvaı ijv
alpfrbv bıA rb ala-OAvforOaı ahrov AyaOov Svros, ff 8 c Toıahrr)
at<rOr](ng rjbfîa Kaff iavrriv. (rvvaurOAvftrOaı &pa bfî koI tov 10
<j>l\ov Sn İan v, tovto 8 ^ yCvoır* A v iv tŞ avÇljv Kal Koıvtavfiv
\&ya>v Kal bıavoiag' ohrıo yap A v bS^ftf rb ovCnv iırl r&v

18 . S^] K** 25 . tırofiivoıs L** M** F 31 . Hart alırOeaniptff


scripsi: fiffTc tdff0ca>6fitff K**: £cr( aMcvolptff ftv F : aMmmlıneBa S*
&ı/ L** M** 3 2 . kk» yoSfuv scripsi: koI voovfttv K**: kvA vooî/ttv vulgr.
195

etkinliğe geçer, asıl olan etkinliktedir. Öyle görünüyor ki,


yaşamak asıl anlamda ya duyumsamaktır ya da düşünmek­
tir. Yaşamak, 'kendi başına' iyi, hoş bir şey; çünkü yaşamak 20

belirli bir şey; belirlenmiş olan şey ise 'iyi'nin doğasına


özgü, doğal olarak iyi olan, doğru kişi için de böyledir; işte
bundan ötürü herkes için hoş görünüyor. Ne ki burada
kötü, bozuk ya da acı içinde yaşamı düşünmemek gerekir,
çünkü nasıl onun nitelikleri belirli değilse, bu tür bir yaşam
da belirlenmiş değildir. Bu konu ilerde acı konusundan söz
ederken açıklık kazanacak. İmdi yaşamanın kendisi iyi, hoş­ 25
sa (herkesin, en çok da doğru, kutlu kişilerin onu istemele­
rinden de bu görünüyor: Onlar için yaşam en çok tercih
edilmesi gerekli olan şey, onlannki en kutlu yaşam); gören
gördüğünü, işiten işittiğini, yürüyen yürüdüğünü duyum-
suyorsa, öteki durumlarda da aynı şekilde bizim etkinlikte 30
olduğumuzu duyumsadığımız bir şey varsa; dolayısıyla du­
yumsamakta olduğumuzu duyumsuyor, düşünmekte oldu­
ğumuzu düşünüyorsak, duyumsamamız ve düşünmemiz var­
olmamız demekse (varolmak düşünmek ya da duyum­
samaktır, demiştik) ve duyumsamak 'kendi başına' hoş bir 1170b
şeyse (yaşam doğal olarak bir iyi, bizde bir iyinin varoldu­
ğunu duyumsamak hoş); yaşamak tercih edilmesi gereken
bir şeydir ve onlar için varolmak iyi, hoş olduğundan ötürü
en çok iyi kişiler için böyledir (onlar kendi başına 'iyi'yi
duyumsamaktan hoşlanır), erdemli kişi de dostuna karşı,
kendine nasıl davranıyorsa öyle davranır (dost bir başka
’kendi'dir). İmdi nasıl herbir kişi için kendi varlığı tercih
edilecek bir şeyse, aynen böyle ya da buna yakın biçimde
dostun varlığı da tercih edilecek bir şeydir. Varolmak,
kendini iyi olarak duyumsamak olmakla, tercih edilir;
bu tür bir duyumsama kendi başına hoş olur, bunu
söylemiştik. Demek ki, dostun varlığını da birlikte du­
yumsamak gerekir; bu ise birlikte yaşamakta, söz ve fi­ 10

kir alışverişinde oluşsa gerek. İnsanlarla ilgili olarak,


birlikte yaşamaktan bu şekilde söz edildiği görünüyor.
196 IX. 9—lo*
ivâpdİTTCüv kiyetrdaı, koI ovx &<nt€p i v l râ v ^o<rKqp&T<ûv
rd iv r<j) avr^ vip.«r$aı. fi brı T<p pxiKapl<p râ flvax alpe-
IS rov ioTi KO0 * avTo, âyaââv rfj <f>ij<r€i Sv Kal vapavK^-
<nov bi Kal TO rov <f>lKov iarivy k&v 6 <f>C\os t &v alper&v
ftrj, b 8’ ia rlv avry alperov, tovto beî vırâp^fiv aî/rÇ, rj
Toörrı ivbfrıs loraı. bfrja-fi &pa r<p ev8 aıjüioın}(rom <f>l\<ûv
(movbaCoiv.
10 ^A/)’ ovp ırkfCorTovs <f>lKovs ırotı^r^ov, rj KoBârtfp iırl X.
Tİjs ^fvCas ipipfkâs fiprjcrdai boKfî p,T}T€ rrokii^fivos h^ t
&^€ivos,^’ Kal ^TTi Tİjs <j>ı.klas &pp.6<rfi p,rjT' a<f>ı\ov flvai
prİT* ab TTok6<f)i\ov Kad' v rtfp ^o k ^v ; roîs pkv b^ rrpbs XPV~ 2
(Tiv Khv TT&vo bd^fifv âppdCftv t 6 k f^ d iv ’ TTokkoîs yap
25 hvdvTTtipfTflv İ ttCttovov, Kal oix lnavds 6 ^Cos avTo [roSro]
rrpdrrfiv. ol TrkfCovs b^ t &v ırpbs rov oİKfîov ^Cov Uav&v
TtfpUpyot, Kal ipiTobıoı Trpbs rb Kok&s Cw‘ ovdiv obv bel
airr&v. Kal ol rrpbs fjbovrjv 6^ âpKOvaıv âkiyoı, Kaddırep iv
tİj Tpo(f>fj rb jjbva-pa. Toiry 8^ <nrovbaıovs rroTfpov rrkflaTovg 3
30 Kar âpıdpdv, ^ İcrrı rt pdrpov koİ (fnkiKov Trkı/ıdovs, &<rrrfp
rro kem ; obre yap İ k bİKa i.v6p&rra)v yivoır &v vdkıs, obr
İ k bİKa pvpıÂboiv İ ti rrokıs ia rlv. rb 8^ ıroabv ovk İarıv îaois
İv Tl, akXâ Ttdv rb p f r a ^ rıv&v &purp4 v(ûv. Kal (frlkıov
1171* 8îf -iarı rrkfjOos apıapivav, Kal î<ra>s ol ırA e îo ro t peff &v hv
bbvaırd rıs avÇ^v ( tovto ycip ibdKfı <f>ıkiK<&TaTOV eîvoı)* 5 rı 4
8’ o ix oldv re rrokkoîs crvCvv Kal bıavipeıv iavrdv, ovk İbıj-
kov, İ n bi K&Kelvovs beî dkkrjkoıs <f>(kovs eîvai, el pekkovaı
5 ırdvres per ikkı^kıov avvrıpepeveıv' tovto 8* ipy&bes iv

1170'* 14. TÖ 4ı>] fort. r y iv 16. k&i'—17. efij] koİ—tb» ffij L**: «ol—
(fi) r 22. post İ^fiyos add. KdK.totft.riv L** F 24. khv scripsi: Kal
codd. post S6Çfifv add. hv O'* 25. aitrh K'*: atrrÇ M'* F : airots
L'* TOVTO secilisi 26. Si M** Ikovûv O'* F : Ikovûs vulgf. 80.
Koi om. K** 1171* 2. Sivaıvro avC^v K** Sı6rt
196

ama bu aym yerde otlamalan yüzünden sürülerle ilgili kulla­


nımdaki anlamı taşımaz. İmdi kutlu kişi için varolmak do­
ğal olarak iyi, hoş olduğundan ötürü, 'kendi başına' tercih
ediliyorsa, aym şekilde dost da tercih ediliyorsa, dostun var­ 15

olması da öyle olur. »Onun için tercih edilecek şeyin kendi­


sinde bulunması gerekir, yoksa bundan yoksun kalacaktır.
Demek ki, mutlu kişinin erdemli dostlara gereksinimi ola­
caktır.

imdi olabildiğince çok mu dost edinmeli, yoksa konuk­


luk konusunda nasıl "ne çok konuk ne de konuksuz" de­
mek yerinde görünürse, dostluk konusunda da "ne dostsuz
olmak ne de aşın sayıda çok dostu olmak"^ mı demek uy­
gun olacak? Yarar üzerine kurulan dostluklara bu söylediği­
miz şeyin çok uyduğu görünebilir, çünkü pek çok kişiye
hizmet etmek zahmetli; bunu gerçekleştirmek için yaşam 25
yeterli değil. Demek ki, yakışır bir yaşama yeterli olandan
daha çok sayıda dost fazla; aynca güzel bir yaşam için en­
gelleyici. Öyleyse buna gerek yok. Haz üzerine kurulanlar-
da da, yemekteki tuz-biber gibi az dost yeter.Erdemli kişi­
lere gelince, acaba çok olabilirler mi, yoksa kentteki
yurttaşlann sayısı gibi, dost sayısında da bir ölçü var mı? On ki- 30
şiyle bir kent kurulamaz, onbin kişiyle kurulan bir kent de ar­
tık bir kent olmaz. Herhalde nicelik belli bir sayı değil, belirli
iki sayı arasındaki her sayı. İmdi dostlann çokluğu belirli, her­
halde bir kişinin birlikte yaşayabileceği en çok kişi sayısı ka- 1171a
dar olsa gerek (nitekim bu, en dostça şey diye düşünülüyor);
pek çok kişiyle bir arada yaşamak, kendini onlara ayırmak
olanaksız, bu açık. Ayrıca hepsi birlitae günlerini geçirmek zo­
runda iseler onların da biribirleriyle dost olması gerekir, oysa 5
IX. lo—II. 197
6 ‘g ok\6is vTrâpx€tv. xak€'n6v 8^ yIvfTat Kal ro <njy\alp(iv
Kol t 6 <rvvakyfîp oÎK€(<as ıroAAoîs* tİKOS y^p (nıpırlırruv &pa
r y p^v (nnnjieadaA r y bk frvvâyfitaOai. î<r<as ovv <5 i\€ i prj
i s vo\wf>ıK<&TaTov €ivaı, aXka to< totutovs o<roı cZs to
avCvP İKavoC' ovbi yap ipb4x€0‘ûat bo^fttp &p ıroAAoîs fîpai lo
<f>lKop viftobpa. hi6Tt€p oi6* ipâp vX€idp<op' vır€p/3 o \^ yap
TIS «w u ^avX traı <fnX.(as, tovto bi vpös İpa' Kal to <r</)o-
6 bpa brl ıtpos dkiyovs. ovro) 5 ’ ^ f t p I oikc Kat ^ırt rûı/ ırpa-
ypâraiP' ov yCpopraı yap <piKoı ıroKKol Kara tt}P İTaıpiKrjv
ifnkiap, al 5 ’ vppodpepoı ip bvol X4yoPTaı. ol bf TroAvt^tAot 15
Kol vcurıp oIk€İ(ûs ipTvyxdpopT€S ovbfpl boKovocp fîpai <pi\oı,
ırk^p ıroAıriKÛs, o^s Kal Kokovoıp âpeoK0 V9 . • ttoAitikûs p€P
oSp lo r t ıroAAoîs eîpai tf>CXop Kal âpfOKOP dpra, â \\* i s
i\i}^ûs ivifiKîj' bı hptr^p 5 e Kat 5 1’ avrovs ovk lo rt ırpds
ıroAAo^St ayaıtrırop b^ Kal 6Xlyovs evpetv toioİjtovs. 20
X I. ndrfpop b* İ p evrt^tats pAXXop <f)lX<ûP 5eî rj ip bv- 11
oTüx^ats ; İP ipj<^Xp yhp ivıCjTOVPrat' oî re yap ârvxovpT€S
biopraı İTfiKovpCas, ot r* «rv/ıjSıtaı; Kal o5s e5
von^aovviP’ fiodkopTOi yap e5 bpop, dvayKaıortpop p ip br)
İP raîs irvx^aısı 5to r&p yjP^^^P^P ipravda 5et, KâXXtop 25
8’ ^ı> raîs evrv^fats, 5td Kal Toi»$ ^ırtetKeîs toİjtovs
2 yap alpfTfoTfpop tvtpyertip Kal perd Todrtop bıâyeıp. eort
yâp Kal rı napovoia aM ı t &p <f>lX<ap ^5eta Kal ip raîs evrv*
X.£ats Kal ip raîs 5tMrrvx^ats. Kov^î^ovrat yap ol Avırot/jutevot
owaXyovpr<ûP t &p <ft(XMP. bıb Khv imop^ofUp rts Ttonpop 30
&ım€p y3apovs pgTakap.^âpooatp, ^ tovto p^p ov, ^ vapovola
b’ avT&p rıbfîa oZo’a Kal ^ İppoıa rov avpakyûp iXâTTü> t^ p
Xd7njv voifî. el p iv obv 5ti Tavra rj bı* âXXo rt Kov<f>l(ppTat,

10. 0İ K<> M** 12. TinK K>> 15. vo^Aol ^<Xot K** 19. abrotts
scripsi t aİTohs codd. 23. 8* M** 26. nal om. 28.
Kol İP r o 7 f pbrvxloıs o m . K**
197

pek çok kişide bunun olması zorlu bir şey. Pek çok kişiyle bir­
likte yakışır biçimde haz ve acı paylaşmak da zor: Aynı anda
biriyle haz, ötekiyle acı paylaşmak zorunda kalınabilir. De­
mek olabildiğince çok dostsever olmak için değil, birlikte ya­
şamaya yeterli olacak kadanyla dost olmak için çalışmak her­
halde iyi olur. Nitekim çok kişiyle sıkı dost olmak olası gö­
rünmese gerek. Bunun için çok kişiye aşık da olmamalı: Aşk lo
bir dostluk aşmlığı olması demektir, bu da yalnızca bir kişiyle
olabilir; öyleyse sıkı dostluk da pek az kişiyle söz konusu.
Olan bitenlerde de bu böyle görünüyor: Pek çok kişi arkadaş
dostluğuna göre dost olmuyor; şiirler de iki kişi arasındaki
dostluklardan sözediyor. Çok dostu olanlar, herkese yakın ıs
davrananlar ise, toplumsal anlam dışında, hiç kimseyle dost
değil, bu görünüyor; bunlara "koltukçu” derler, ama koltukçu
olmadan da birçok kişiyle dost olunabilir: Ancak gerçekten
doğm kişi olunduğu ölçüde! Ne ki, erdem açısından ve bizzat
kendisinden ötürü pek çok kişiyle dost olunamaz: istenecek
bir şey ama bu tür pek az kişi bulunabilir. 20
Acaba iyi günlerde mi, yoksa kötü günlerde mi dostlara
daha çok gerek var? Nitekim heriki durumda da aranıyor-
lar:Talihsizliğe uğrayanlar yardıma gerek duyuyor, talihliler
ise iyilik yapacaklan yaşam arkadaşlarına, çünkü berikiler
iyi bir şey yapmak ister. Demek ki, talihsizliklerde daha
zorunlu; bunun için beriki durumda yararlı kişilere gerek
olur; talihli durumlarda ise daha güzel. Bunun için insanlar 25
doğm kişiler arar, çünkü onlara iyilik yapmak ve onlarla
zaman geçirmek daha çok tercih edilen bir şey. Dostlann
varlığı gerek iyi günlerde, gerekse kötü günlerde kendi
başına da hoş; çünkü acı çekenler dostlan da onlarla birlikte
acı çekince teselli bulur. Bunun için, acaba dostlar ağırlığın
bir parçasını üzerlerinden aldıklarınadan ötüm mü, yoksa 30
bundan değil de, onların varlığı hoş olduğu için ve birlik­
te acı çekmenin verdiği duygu acıyı daha aza indirdiği
için mi bu böyle, uıye somisa gerek. Ne ki, bununla mı
yoksa başka bir nedenle mi teselli buluyorlar, somsunu
198 IX. II.
â(f>e{<r$ü)‘ avfi^aCvfiv b* oZv <f>a(veTaı rb Hoik€ b' 8
35 17 TTapov(TLa fJUKTrj TIS avT&v flvai. avrb yop rb öpav
1171 '• rovff <f>C\ovs ^bv, &k\( 0 5 re Kal aTVXpvvTi, Kal yCv€ra( rts
İTUKOvpCa ırpbs rb /xi] kvıreîarOat {Trapap.v6r\TiKbv yap 6 <f>C\os
Kal T?7 o\j/€i Kal koyıp, iâv fj İTubî^ıos' oTbe yâp rb fjdos
Kal ^<f)' ols ijbeTaı Kal Auıreîrat)' tö 8^ kvTTO’öp.evov ataOd- 4
5 vitrdaı kın raîs a-brov &Tv\iaıs kvTrrjpov' ırâs ybp <f>eöy€i
kijırtjs aÎTLOs etvai roîs <j>Ckoıs. bıoırep ol pikv b.vbp(&beıs T^v
<f)da‘iv evkaŞovvTaı avkkvTreîv rovg <j}(kovs airols, k&v fxrı
vır^prelvrı rp b.kvırCq, T^v ^KeCvoıs yivop,4vrjv kdTtr\v ovx tJwo-
p.€V€i, 5 k(ûs re avvOprjvovs ob TtpovUraı bıa rb ıırfb* airbs
10 flvai öprjvrjTiKOS’ yvvaıa b4 Kal ol toiovtol İvbpes roîs ov-
otİ vovo'l yalpov<rı. Kal <f>ıkovirıv &s <f>ıkovs Kal avvakyovırras.
fup.do’Oaı 8’ i v dvaaı 8eî brjkov S n rbv /3 eXWa). ^ 8’ ^1/ 6
roîs fVTvy^ıaıs t &v <f>ik<av 'irapovo'Ca Trfv re bıayoay^v ^beîav
iytL Kal T^v İvvoıav 5 n fjbovraı in i roîs airov âyaûoîs.
15 bıb 8 ofeıeı/ &v beîv e h piev r^s evrv\Cas Kakeîv roî»s ^Ckovs

npo6 ijp.u)s (evepyeTLKOv yap elvai Kakov), els bi ros dru-


X^as dKvovvra' /xerabtb6 vat yap «s rjKicrTa 8 eî t&v KaK&v,
bdev râ “ dXıs iyot bv<m)\&vy pÂkıtrra b\ napaKkr\Tİov
brav fiekkatatv dkCya d^krıdevres p,eyd)C avrbv d><f>ekriareıv.
20 tivai 8 ’ dvânakıv torois ap\x6 Ceı npbs p.ev Toiıs âTVxovvras 6

6 .Kkr\Tov Kal npo6bp.(ûs {(fiikov yap c3 noıeîv, Kal p-âkıara


rovs iv XP^^Ç d^uac-avrar dn<f>oîv yap Kdkkıov
Kal ijbtov), eıs 8 c ros evru^^tıs avvepyovvra fiiv npo 6 bıx(ûS
(fcol yap els roCro (f>Ckaiv), npbs evnâdeıav bi oyp-
25 kal(ûs’ ob yhp Kokbv r 8 npoövfieîa-dat a<f>eke'i<r9aı. bâ^av
8’ âr/bias iv rw 8 ıo)öcî<rdot îa-<as ebka^rjriov' ivlore ydp

1171 '’ 6. 9ı6ırep—7. aöroîs fort. infra post 10. 0prıvifrtK6s ponenda
14. (vvotav V : eHvotav codd. 16. eitpyervriKhv O** 21. fort.
( r b ) tl 22. rb] toSto T : om. M’* ifıtio-ayros K**
198

bırakalım. Kısaca, söylenen şey oluyor, görünen bu! Onlann


varlığı ise karmaşık bir şeye benziyor: Dostlan görmek hoş 35
ama talihsiz biri için özellikle hoş; acıyla ilgili olarak da bir yar- 1171b
dım oluşuyor (nitekim dost, yapabildigince, varlığıyla ve söz­
leriyle teselli eder, çünkü o karakterini, neden hoşlanıp neden
acı çektiğini bilir). Öte yandan bizim talihsizliklerimiz yüzün­
den bir dostun acı çektiğini hissetmek acı verici; herkes dost- 5
1ar için bir acı nedeni olmaktan kaçınır. Bundan ötürü, doğa
gereği cesur kişi, kendisi acıya katlanamasa bile, kendisiyle
birlikte dostlannın acı çekmesine razı olmaz; onlar için acı ve­
ren bir şey olmaya dayanamaz. Aslında kendisi yakınan biri
olamadığından ölürü, yakınan kişilere pek yanaşmaz. Kadın­
lar ve kadınsı adamlar ise kendilerine destek olan kişilerden 10
hoşlanır, birlikte acı çekenleri dost gibi sever. Demek her du-
mmda daha iyiye öykünmek gerekir, bu açık. îyi günlerde
dostlann varlığı bizim yaşamımızı hoş kılar; onlann da bizim
iyiliğimizden hoşnut olduklannı hissettirir. Bunun için iyi 15
günlerde dostlan gönülden çağırmak (iyilik yapmak güzel),
kötü günlerde ise onlan istemeye istemeye çağırmak gerekli
görülse gerek: Onlan bizim talihsizliklerimize olabildiğince
az ortak etmeli; bunun için "bir tek benim mutsuz olmam ye­
ter" denegelmiştir. Ne ki, küçük bir özveriyle bize çok yardım-
lan dokunacaksa onlan çağırmalı. Talihsizliğe uğrayanlara ise
çağnimadan, seve seve koşmak uygun (çünkü iyilik yapmak 20
dostun görevi, beklemeseler bile en çok gereksinimde olanla­
ra: Çünkü heriki durumda da daha güzel, daha hoş); talihli kiş­
ilere ise yalnızca iş bölümü yapmak için koşa koşa gitmeli (bu
bakımdan da dostlara gerek var), ama iyilik görmeye ayaklan-
nı sürüyerek, çünkü iyilik görmeye can atmak güzel değil.
Yine de yardımı geri çevirerek "musibet, yanına yanaşılmaz" 25
ününü de herhalde kazanmamak gerekiyor. Kimi kez bu
IX. II, la —X. I. 199

<roıxfialv€i. n ‘irapov<rCa brı t&v ^lKa>v h Aıraaıv alpiT^


<f>a[v€raı.
TCfJ. *A/>’ obv, &<nrfp roîg ip&<n rb opâv ayaıtriTOTarov €<m 1 2
Ka\ pubXov alpovvTat, ravTrjv r^v aîa-drjcrtv ^ tos \onrag 30
Kara raörrjv p&Kıara tov ^p(»Tos Svtos Kal yıvopivov,
ovTûi Kal roîs ^ ik o ts alpeTdrarSv ia rı ro cruCvv; Koıvmia
yap 17 <f)iKıa, Kal ws Ttpbg kavTÖv ırphg t 6v
7[€pl a'İjTov b* jj ato'drfo'is ort 4 arıv alpcTrf, Kal ırtpı
TOV <f>i\ov bıj’ ^ b' hipyçLa yCveraı aİTtjs h tw arvCnv, 35
2 (ooT* cIkotcûs toİjtov ^<f>lfvraı. Kal S ıror iarıv cKdaroıg to 1172*
€ipaı rj od alpovvraı to ^v Tovr<p ptra t&v <f>(-
\(OP j3od\opraı bıdyeıv' bıdıtep ot pcv (rvpTtıvovo'iVf ol 6e
<rvyKV^euova-ıVf &K\oı b^ avyyvpvdCovraı Kal avyKvvrfyova-Lv
rj avp<f>ı\oo’0(f>ova‘iv, ^Kaaroı €V rodrfp avpripfpcvovTfs o n s
rrep p d \ıa r dyaırbâcı t Qv iv r<p od^^ v yap ^ovkdpe-
voı p€Ta T&v (f>ı\<ı)Vy TavTa rroıovcrt koİ Todrav koiv(ûvovo‘lv
3 oîy olovTOi avCfjv. yCvcTaı odv rf p iv t &v <f>avk.<av ^ ı\( a
poydrfpd ^KOiva>vov(Ti yap (fravkoiv d ^ i^ a ıo ı Svregy Kal po-
yörıpol bi yivovTaı âpoLodpevoı dW ri\oıs), i} 8e t &v İ ttulk&v 10
imtiKrıSy avvav^avopivi] raîs dpikCaLg' boKOvaı bk koİ ^ck-
t £ovç yıveo-ûat ivfpyovvreg Kal biopOovvTfg âkkijkovg’ drropdT-
Tovraı yap Ttap dAXi}\&>ı; ots dpiaKovraı., o6fv “ iadk&v
4 pev yap dır* iadkd** Ttfpl p iv odv <f>ıkCas irrl too-ovtov
tlp‘qa6a>' İTtopevov 8’ h.v eîîj bukdelv rrepl ^bovfjs. *5

K.

Mera 8^ raöra ırepl ijbovrjs îa-m ^Treraı 8ıeXdeîy. pd-

27. Si M*>: 8’ i K’» 35. abrots Arctinus 1 1 7 2 ‘ 1 . «] « ti M”


8. *fj ofoi'raı] d»» oî6y rt K** <rv^y] e2 coni. Bekker 14. iwl
o m . K**
199

oluyor, imdi her durumda dostların varlığı tercih edilecek


bir şey.
imdi acaba nasıl aşıklar için görmek en çok istenen
şeyse; aşk en çok bunda ve bundan doğduğundan ötürü, 30

bu duyumu bütün ötekilerden daha çok tercih ediyorlarsa,


aynı şekilde dostlar için de en çok tercih edilecek şey, bir­
likte yaşamak mı? Dostluk bir ilişki; biri kendine karşı nasıl­
sa dostuna karşı da öyle. Kendimizle ilgili varlık tercih edile­
cek bir duyum; demek ki dost ile ilgili olarak da öyle. Bu
duygunun etkinliği birlikte yaşamakla oluşur, dolayısıyla
bunun aranması usa uygun. Herbir kişi varolmayı ya da ya­ 1172a
şamayı ne adına tercih ediyorsa, onda dostlarla birlikte yaşa­
mak ister. Bunun için kimi birlikte içer, kimi birlikte zar atar,
kimi birlikte spor yapar, avlanır ya da felsefe yapar: Herkes
yaşamda en çok sev^diği şeyle gününü geçirir. Dostlarla bir­
likte yaşamak istedikleri için bunlan yapar ve birlikte ne ile
zaman geçireceklerini düşünüyorlarsa onlara katılır. Demek
ki, kötü kişilerin dostluğu kötü olur (nitekim onlar sağlam
olmadıklanndan kötü şeylere katılırlar, biribirlerine benze­
yerek kötü olurlar), oysa doğru kişilerinki doğru olur ve on­ 10
larla ilişkilerde bu olgunluk pekişir. Hatta etkinliklerini uy­
gulayarak, biribirlerini düzelterek daha da iyi oldukları gö-
ııinür. Biribirlerinin hoşuna gidenleri öğrenirler: Bu nedenle
"soylulardan soyluca şeyler kazanılır"^® denmiştir, imdi dost­
luk üzerine söylediklerimiz yeter. Şimdi haz üzerine konu­
15
şarak yol alalım.

ONUNCU KİTAP

Bunlardan sonra hazdansözederek konuyu sürdürelim. Bizim


200 X. I — a.

20 \ı<rra yap boMÎ avv<pK€iâ<r0aı r<p y^veı 6ı6 ıraıö(vov<n


ToifS veovs olaKİCovT€5 fıbovri Kal \vTrrj’ Sokcî Ö6 ıcal ırpâs
T^v Tov rjdovs âperrıv p-iyıarov fîvai. ro \alp€iv oU det Kal
p,ı<riîv h bel. bıareCveı. yap ravra bıa ıravros rov ^(ov, po~
TrrjV eyovTa Kal bvvapıv Trpbs aper/jv re Kal tov evbaCpova
25 ftlov’ Ta pev yâp ^bia TrpoaıpovvTaı, râ 8^ Kv'nrjpâ <^€v-
yovtrıv' vırip 8e tûv tolovtmv •^kiot hv bo^eıe TrapeTeov eıvaı, 2
&\Kois Te Kal ıroAA.Tjv e^oyroıı; dp,^ta/3îjTTj<ra/. ot fiev yap
TayaObv ^bovrıv KeyovinVf ot 8’ ivavrCas Kop,tbfj <j>avkov,
ot piev îarois Treıretorpevoı oHtcd kolL e\eıVy ot 8 ^ ol6p.evot /3eX-
3 0 Tiov eîvai ıtpos tov j^Cov rfpj&v ano<f>aCvetv t^v “ ^bov^v t&v
<^a6k(ûVy Kal el p,^ earıv' petreıv yap Tovs 7roXA.ois vpös
avT^v Kal bov\eveıv toIç ^bovaîs, bıb beîv eh TovvavrCov
âyeiv' i\delv yap hv o£»ro»s eırl to pe<rov. prj ırore 6 e ov S
Ka\&s TOVTO \4yeTai. ol yap ırepl t&v ev Toh Trdâeo'c Kai
3 5 raîî ırpâ^ea-i Koyoı ^ttov el<rı marol t&v epytav' OTav dbv

bıa<p(ûvâa-ı Toh Kara ttjv aîor6rf<rıv, KaTa<f>povovpevoı Kal


1172 *’ T oK rjöes Trpocravaıpov(nv’ ö yap \jfeytov T tıv ^b o vrfv^ â<f>deCs
TTOT i<j)iepevos, aıroKkıvetv boKel Trpbs avTrjv ws Toıadrr]V
ovcrav âıraa-av’ to biopl^etv yap ovk earı t&v ttoKK&v. io(~ i
Karrıv oîv ol â\rj0els t&v \dya>v ov povov ıtpbs to elbevai
5 yjpr](rı.pâ>TaTOL eîvat, âKka Kal Trpbs Tbv pCov' o o ı v ^ d o l yap

ovTes Tols İpyois ırıaTevovTaı, 8 ıd ırporpeırovTaı tovs avvUvTas


(rjv Kar avTovs. t&v pev ovv Totovronv &Kıs' Ta 8’ elprjpeva
Trepi Tİjs ^bovijs iırekdropev.
2 EvSo^os pev ovv tt/v fjbov^v rdyaJÛbv *peT eıvaı 6ıa t 6 II .
10 Trâv6' âpâv irfnepeva avr^s, Kal 4\ \ o y a Kal akoya, iv Ttdcrı

8 ’ ecvat to aipeTbv to İTueiKeSf Kal to pAkıırra KpâTiorov'

Tb 8^ ttİ vt İttI TOVTb <f>epe<r6at prjvveıv &s TToaı tovto &pı-


22. 1172*’ 11. Tİ antc iıeıtiKİs add.
12. Sil K**: 8i vulg. ravra K** rovro om. r
200

cinsimizle son derece içiçe olduğu görünüyor, bunun için 20


gençleri eğitenler onlara haz ve acı ile yön veriyor. Öyle
görünüyor ki, karakter erdemiyle ilgili en önemli şey gere­
kenden hoşlanmak, gerekenden nefret etmek. Bunlar er­
demle, mutlu bir yaşamla ilgi içinde güç, olanak taşıdıklann-
dan ötürü bütün yaşam boyunca etkili oluyorlar, çünkü
insanlar hoş şeyleri tercih ediyor, acı verenlerden teıçıyor. 25
Özellikle pek çok tartışmaya yol açan bu tür konulardan sö-
zetmeden geçmemeli: Kimi, hazzın 'iyi' olduğunu söylüyor,
kimi tam karşıtı büsbütün kötü olduğunu. Berikilerden kimi
herhalde öyle olduğuna gerçekten inandıklanndan, kimi de
öyle olmasa da, bizim yaşamımız için hazzı kötü gösterme­
nin daha iyi olacağını düşündüklerinden ötürü bunu ileri sü- 30
rüyor. Nitekim çoğunluk ona eğilimli, hazlann kölesi; bunun
için onlan karşı tarafa geçirmek gerekiyor, böyleceorfaya gi­
dilecektir. Ne ki bu uslamlama doğru olmayabilir, çünkü tut­
ku ile eylemler konusunda sözler işlerden daha az inandıncı
olur. İnsanlar duyuma göre olanlarda aykın düştüklerinde 35
aşağılandıklan için doğruyu da saptınyor. Hazzı aşağılayan
kişinin onun peşinde koştuğu görülürse, bu tür her şey gibi 1172b
buna da eğilimli olduğu düşünülecektir. Belirleme yapmak
ise çoğunluğun işi değil, imdi şu görülüyor: Uslamlamalarda­
ki doğruluklar yalnız bilmek için değil, yaşam için de son de­
rece yararlı. Nitekim insanlar yapıp ettiklerinde tutarlı olduk- 5
lannda güven verirler, onlan izleyerek yaşamayı düşünenlere
bundan ötürü yön verebilirler. Ama bunlar üzerine bu kadar
yeter, haz konusunda söylenenlere gelelim.
Eudoksos hem akıllı hem de akıldan yoksun her canlının
ona yöneldiğini gördüğünden ötürü, hazzın 'iyi' olduğuna; her 10
şey içinde doğru olanın tercih edilir şey olduğuna, en çok da
en güçlü şeyin tercih edildiğine inanıyordu. O herkesin aynı
şeye yönelmesinin, bu şeyin en iyi olması anlamına geldiğini
X. a. 201

tTTOV 6v (UKaoTOV yap rd avrS âyaûop €vp(a-K€iv, &<ntfp Kal


rpoifyı^v), t6 b i vâaıv ayaOov, Kal o5 tt6.vt ^ipUraı, raya-
0OV €Îvat. İTUorTfVOVTO 8’ ol Aoyot 8 ıa tijv tov ijOovs aper^v i'S
pLOLkkov ^ b ı aİTOİJi' bıa(j>€p6vT(os yap iboKd 0-<a<f>po}v eîvai'
ov brı m <f>ikos Trjs ffbovrjs iboKeı Tavra key^ıv, dAA’ ovrcos
2 akrjdeiav. o v x ^ ttov 8’ o)€t itvai (pavepov €k tov
ivavTİov' TTfV yap \vnr\v Koff avro ıraaı <l>€VKTbv tîvai,
6px>(tûs brı Tovvavriov aiperov' pLâkıara 8’ eıvaı, aiperov 6 p.rı 2 0
öt* İrepop p.rıb* krepov aipovpLeda' toiovto b’ 6p.o\oyov-
pt^ptos €ipaı T1IP rıboprlp' ovbtpa yap İTriptarap t İpos €P€Ka
ijbeTaı., û)s Kad' avrrıp obaap aiperrıp t^ p ^bovrjp. rrpoa-TiOe-
pÂprjp j-f âTipovv T&p âyaOûp aip^Tiartpop ırotcZı», olop rû
biKaıorrpayelp Kal <r(ü<ppoP€iv, av^cadaı 8e ro iyaöop avrw. 25
3 İoiK € brı oJİTOS y e o Adyos t Qv â y a d & p a i ır ^ p a rro ^a C -
p e ıp , K al o v b ep p a W o p i r e p o v ir a p y a p /xeö’ e r e p o v a y a d o v
alp€T<ûTepop ^ p ,o p o vp .evop. r o ıo v r ip 8^ \ 6 y<p K al IlAdrtüt'
a p a ip e î 8tl ovk lo rtv ^b o p rı r a y a d o p ' a lp e r ta r e p o p y a p e ıp a i
TOP ^ b v p ^L op /terd ^povrıaeois rj \<ûpCs, e l be tö iiiktop 30
KpeÎTTOP, OVK e îp a i t ^ p ^ b o v ^ p T & y a d o p ’ o v b e p o s y a p n p o c rre -
6 İP T 0 S a v T ^ T& yaO dp a l p e r d r e p o p y l p e a d a i . b rjk o p 8* ws ovb*
dAXo o v b iv râ ya d o p b p eîrı, h fxer<£ tipos t <
î»p K od' a v r o
i a y a d & p alpeTt&repop y C p e r a ı. t ( ovp ia r l rotovrov, oD Kat
^ p .e îs Koıpoivwp.ep ; toiovtop y a p emCriTelTaı. o l 8’ Ipıari.- 35

p.epoı OVK byaJdhp oü r r a p r e^terat, piri o v d e p \e y o v a r ip . h


y a p Trâ<n boK ei, raûr’ eÎpaC <ftapep' 8 8’ a p a ip & p T a vın ı v t^ p 1173
v io T ip o v v d p v m o r d r e p a ip e î. e l p e p y a p rd a v â r ır a opeyerat

13. {(y om. L** r H . Si Heliodorus: Sii codd. 24. rüy iyaO&y]
iyaSihy K** 25. ante all^€<r$at add. koI Si Ram sauer: Üı
codd. oör^] oSri a&r<f 26. Si F 32. aS ri pr. K**
36. X 4yw rıy K»* M** S] 3 L»* F 1173* 1. toOt’ V> T 2. eî]
fort. f itpiy^ro
201

(beslenmede de olduğu gibi, her kişinin kendisi için iyi ola­


nı bulduğunu); dolayısıyla herkesin yöneldiği şeyin, herkes
için en iyi olan şeyin 'iyi' olduğunu düşünüyordu. Onun bu
sözlerine, sözlerinin değerinden çok, karakterinin erdemi
dolayısıyla inamlıyordu: Çünkü son derece ölçülü biri oldu­ 15

ğu düşünülürdü. Dolayısıyla onun bunlan, hazzın dostu ol­


duğu için değil, gerçekten böyle olduğu için söylediği sanı­
lıyordu. Eudoksos karşıt bir uslamlama ile de bunun daha az
açık olmadığını düşünüyordu: Acı, kendi başına, herkesçe
kaçınılması gereken bir şey; aynı şekilde karşıtı da tercih
edilmesi gereken bir şey olacaktır. Yine bir başka şeyden 20
ötürü, bir başka şey adına tercih etmediğimiz şey en çok ter­
cih edilesi olandır; hazzın böyle olduğunda uzlaşılır, haz
kendi bakımından tercih edildiğinden ötürü hiç kimse hangi
amaçla haz aldığım sormaz. Ama öte yandan, bir 'iyi'ye her­
hangi bir iyi eklenince, sözgelişi adil davranmaya ölçülü
olma eklenince, onu daha tercih edilir kılar. Oysa 'iyi', kendi
başına artar. Demek ki bu uslamlama hazzın bir 'iyi' olduğu­ 25
nu, ama başka bir 'iyi'den daha iyi de olmadığını gösteriyor.
Çünkü her 'iyi' başlıbaşına 'iyi' değilse, başka iyinin katılma­
sıyla daha tercih edilir olur. Kaldı ki Platon, bu tür bir us­
lamlama ile hazzın bir 'iyi' olmadığını belirlemiştir:^^ Aklı-
başındalıkla birlikte giden hoş yaşamın ondan ayn olmasın­
dan daha tercih edilir olduğunu, bu birleşik olan daha iyi
ise, hazzın bir 'iyi' olmadığını; çünkü 'iyi'nin kendisinin bir 30
şey eklenmeden daha tercih edilir olduğunu söyler O. Açık
ki, kendi başına iyi olanlardan herhangi biri ile birlikte
daha tercih edilir hale gelen başka hiçbir şey de 'iyi' ol­
maz. İmdi bizim pay alabileceğimiz bu tür bir iyi ne? Biz
işte bu tür bir şeyi araştınyoruz. Ne ki, herkesin peşine
düştüğü şeyin 'iyi' olmadığında direnenler, anlamlı konuş­ 35
muyor, çünkü herkesin öyle olduğunu düşündüğü şeylerin
öyle olduğunu ileri sürüyoruz. Bu inancı ortadan kaldı­
ran kişi, daha inandıncı bir şey söyleyemeyecektir. Nite­ 1173a
kim yalnızca akıldan yoksun varlıklar onlara iştah duysa.
202 X. a - 3 .
avT&v, & v Tl KfyofJLfvov, f i 8c k o X ra <f>p6vifj,a, TT<as \fyo ifV
&v T l : t(rm 8e Kal h toÎs ^ a v \o ıs lo r ı n ^vtriKOv hyaObv
5 KpfITTOv T) Kad' airâ, h i<l>l€Taı Tov oIksIov âyaOov. ovk HoiKf 5
ov8 ^ TTcpl TOV fvavTİov kcl\& 5 X.4y€<r6 aı, ov yâp <j>a<rıv, fl
T} \vttr} KUKOV ioTL, T^v Tjbov^v âyaöov fîvai’ âvTiK€Î<r0 aı
yap Kal KaKov kukü Kal Ty p/rıbfTfptp— \ 4yovT€5
TavTa ov KUKCis, ol) p.r\v 4 ^ 1 ye Tâv flpnpÂviav âkrjdeHovTes.
to &p,<f)oîv yap ovToıv (^t&v ') KaK&v Kal ^evKra 4 bfi &p.<f><û fîvai,
T&v p,r)bfTepa)V b f p.y\bfT€pov ^ 6p,ola)s' vvv 8 ^ <j>aCpovTaı
TT]v pev (f)€vyovT€s b)s KOKOv, T^v 8 ’ alpovpLfvoı &s h.yaQ6v'
oİjtcû Sîj Kal âvTİKCiTaı. O v p.rjv o{ı8 ’ fi PV t 5)V ttoiottjtiüj; III.
fCTTİp rj Tjbovi], b ıa tovt' ovbi t &v ayaOStv’ oib^ y&p al Trjs
15 âpeTrjç kvâpyfiaı TToıdTtjTes elaıv, ovb' fj eibaıpovCa. Aeyovtrı 2
8 e TO pev &ya6ov â>pî<r6aif ti\v 8 * ^bovrıv adpurrov eîvai, oti
beyfTaı to pâAXop Kal [ to] rjiTOP. eî p fP o ip 4k tov rjbfcröaı
TOVTO Kplpov(riy Kal Trepl Trjp biKaıoaijPTjv Kal Tctî AAAos âperds,
Kaâ’ &s epapyûs (f)a<rl pdKKop ko.1 ^ ttop toİ»s ırotohs İTt&p-
20 y fip Kal (^TTpaTTfip') KaTo. TOS âpfTâs, lo ra ı TaİTa' b U a ı o t
yâp fla ı paX\op kol âpbpfioı, I o-ti 8^ »cai biKaıo-npayfîp Kal
a-a>^pov€Îp paW op Kal rjTTop. eZ 8e toîs ^bopaîs, fiıj ıroT ov
Aeyouo'i to aÎTiovy h.v S)(rıv <â p iv d/xıyeîs ot 8 ^ piKTaL Kal 3
TL KCdAveı, Kaöâıtfp vyUta &pı<rp4vtı oi<ra 8 ex€TOi to /xoA-
2 5 Aov Kal [ to] rjTTOP, ovtco koI TrjP ^boprjp; ov yâp rj aİTr}

avppcTpCa İP TTOLo-iP ia-TLP, ovb* iv T<jî avTip pCa tis deı, İAA*

3. ante \fy6fievoy add. rb T €İ] fort. ^ ku\ om. K** M** 4. tpvffı-
Khy iyaffhy fort. secludenda 8. «al post yitp add. L** F /ırıStripy F :
ftrıSirtpa K'’ L**: fi7)SİTtpoy M** 9. Tavra 8* oi K** F 10. y&p]
/tbv yiıp L'’ İyrtoy K** tûv addidi 11. ftriSirfpoyJı trtpoy K**
F 13. iyrlKeiyreu 14. ^ om. K** 17. rb om. L’’ 20.
Kal om. K** ırpdTTtıy add. Vahlen ' Tavra K** M^s rh atn-h L** F
22. Sb K'’; 8’ iy vulg, 23. koI ri Ku\6tTaı : rt îb Kts\iu F : rl
Ku\ieı 5b L'’ : ri ykp KO)\vfi M** 25.. rh om. O**
202

bu söylenenin bir anlamı olurdu, ama aklı başında varlıklar


da iştah duyuyorsa, bu söylenenin ne anlamı olabilir? Belki
erdemsiz varlıklarda bile, onlara özgü bir iyi arayan, kendi
başına daha güçlü doğal bir 'iyi' var. Yine karşıt görüşle ilgili
olarak da onlann pek yerinde konuşmadığı görülüyor: Onlar
"acı kötü ise, haz iyidir" demeyip "kötü kötüye karşıt olabilir,
berikisi de kötü ya da iyi olmayan bir şeye karşıt olabilir"
derken pek yersiz konuşmuyorlar.-ama )âne de sözünü et­
tiğimiz konularda söyledikleri doğru değil. Çünkü berikisi de 10

<hem haz hem de acı> kötü olsa, herikisinin de kaçılacak şey


olması gerekir; berikisi de kaçılacak şey değilse, ikisinden
hiçbiri de kaçılacak şey olmaz, ya da aynı ölçüde kaçılacak
şeyler olurlar. İmdi şu açık: Biz birinden bir 'kötü' diye ka­
çıyoruz, ötekini bir 'iyi' diye tercih ediyoruz. Demek ki, onlar
bu anlamda karşıt. Ne ki, "haz bir nitelik olmadığından ötürü
'iyi' değildir" de denemez. Çünkü ne erdemin etkinlikleri ni­
teliktir ne de mutluluk. Aynca 'iyi"nin sınırlandınimış olduğu­ 15
nu, hazzın ise az ya da çok olabilmesinden ötürü sınırlanma­
mış olduğunu ileri sürerler. Ama hoşlanma derecesinden
yola çıkarak bu biçimde değerlendirilirse, bu, adalet ile
öteki erdemler için de geçerli olur: Onlara ilişkin olarak da
açıkça insanlann daha az ya da daha çok nitelik taşıdıklan,
erdemlere uygun iş gördükleri ileri sürülür. Nitekim daha
adil, daha yiğit olunabiliyor; daha az ya da daha çok adil, 20

ölçülü davranılabiliyor. Bu bazlarda da gözleniyorsa bile,


yine de nedeni söylemiş olmuyorlar, çünkü kimi hazlar saf
kimi de katışık. Nasıl sağlık belirli bir şey olmasına karşın
daha az ya da daha çok olabiliyorsa,-hazzın da böyle olma­
sına ne engel var? Nitekim sağlık herkeste aynı oranda değil, 25

aynı kişide bile her zaman belli bir oranda değil, tersine
X. 3 . 203

avi€fi4vrj 5 (a/üiem İ m rtv6s, koI b ıa ^ p e ı r<p ııa\X.ov Kal


rİTTOv- Toıodrov 8^ Kal rh v tp l ı^ v ^bovrıv h b 4x€Taı, eıvaı.
4 r 4Xfi 6 v T€ Tİiyadov tl64vt€S, ray 8 ^ kivt^(T€i.s Kal râs yevi-
<T€IS İT€\€ÎS, T^V flbov^V KtJ/T}<TlV Kal y 4 vi<TLV d^^0^a^I/€lV 30
'izfıp&VTaı. ov KaX&9 8* 4 oUa<rı k iy n v oib' €ivaı Ktvr)<rıv.
TTacrTf yap oUeîov eîı/aı boKeî râ^os Kal fipabvrqs, Kal fi
KOÖ’ aM jv, olov rfj tov Koapov, Trpbs & \\o' Trj 8’ fjbovfj ro6~
T(ûv ovberepov 4nr6p x fi. fı<rdfjvaı pcv yap lo rt ra^ion &(nt€p
6pyı<r6rjvaı, rjbeaOaı 8’ ov, ovb4 ırp8s İr^pov, ^abCC^tv 8e Kal ı i 7 3 ^
av$€<rdat Kal if&ifra rd Toıavra, ptTaŞâkkeıv p iv oîiv els
TTiv ^bov^v Ta\eais Kal Şpab 4 <os İarıv, €V€py€Îv 8^ Kar avr^v
5 oİ k 4 (TTt ra x 4 <as, \ 4ya> b* ijbea-Oaı. y 4 v€trCs re ır&s hv efıj;
8 oKet yap oİ k 4 k tov rvyptfTos rb rvypv yCvea-Oaı, dX\* 4^ 5

o5 y(v€Taı, eZs tovto bıaköfa-OaC Kal ob yeı/e<ns ^ rfbovrj, totu-


6 TOV rf kıuTtıı <l>OopA> Kal \ 4yovcrt b4 t^ v p 4 v \vTrijv 4 vbetav
TOV Korh <fi4)<rıv etvai, ttiv 8’ ^bovrıv ivaırk^ipoKTiv. ravra b4
o-apaTuıd 4 < ttl rd ırâdrı. eZ8^ ia r t tov Kara <f>virtv iv a n k ^ -
paoıs T! ifbov^, 4 v rf ivaTtkı^pmoıs, tovt hv Kal ijboLTo' rd lo
<r&pa &pa‘ o i boK€Î b4 ‘ ovb* 4 otip &pa rl ivavk/ipcaarıs ^bovıq,
dAAd yıvop 4vtıs p4v i.vavkıjpi&a'fais rjboır &v Tts, Kal "fre-
pvopevosf kvTroÎTo. ^ bo^a 8* aUrrı boKcî yfyevrjoOaı 4 k
T&P Tftpl T^P rpo<f>^p kvıroiv Kal rfbop&p’ ipb^fîs yap y«;o-
7 p4povs KaVtrpo\vTnf64pTas ijbtodai. Tjj ipa’ nkrjp(6a’fi. tovto 8’ *5
oi vepl ‘jrdoas ovp^alvet rd s ijbopAs’ &kviToı yâp iloıv aî
re pa6i]pariKcX Kal t &p Kard rds aloörıOHS al 8td r^s
6<r^pri(T€m, Kal İLKpoâpara 8^ Kal Spâpara ırokkcL Kal pvrjpai
Kal 4kır4beg. t (pos oSp airaı y€v4a-€is İoovTaı; ovb^vos

27. 81. K tı^rçtsK O88 . t $ toŞK*>: roS vulg.


IITS** 5. y tv M c u K* 10. i post $ add. L*» 11. oi**] oi* L** T
krvtcKİfittvıs i ifiovi L*» 12. rtıu>6iJLtvo%] fort. <<v8«^r> yıv6(it»os
14. ytvoııhovt M**: yirofi4nvs vulgr. 18. iroAAİ K*: »oXXal Sh vulgf.
203

belli bir dereceye kadar esneklik taşıyor, daha çok ve daha


az olmakla farklı. Öyleyse haz konusunda da böyle olması
olası. Öte yandan 'iyi'yi tam, devinimleri, oluşlan ise tam ol­
mayan şeyler olarak anlayanlar, hazzı bir devinim ve oluş 30
diye göstermeye çalışıyorlar; ama h û zzm bir devinim oldu­
ğunu ileri sürmek pek yerinde görünmüyor. Çünkü öyle
görünüyor ki, her devinime özgü bir hızlılık ve yavaşlık var;
kendi başına olmasa da, bir başkasına göre, sözgelişi evre­
nin devinimi açısından, bu böyle. Oysa hazda bunlardan
hiçbiri bulunmaz: Öfkelenmekte de olduğu gibi, çabucak
sevinmek olanaklı, ama çabucak haz almak; yürümek, bü­ 1173b

yümek vb. gibi şeylerde olduğu gibi, bir başkasına bağlı dü­
şünülse de olanaksız, imdi hazza yönelmek hızlı ya da ya­
vaş olabilir, ama haz içinde etkinlikte olmak, yani haz al­
mak hızlı olamaz. Öte yandan nasıl haz bir oluş olabilir?
Çünkü gelişigüzel bir şeyden gelişigüzel bir şey oluşmuyor,
tersine nesne neden oluşuyorsa onda yokoluyor; haz bir
oluş olsa, hazzın oluşu olan şey, acının yokoluşu olurdu.
"Acı, doğaya uygun bir şeyin eksikliği, haz ise bu eksikliğin
doyurulmasıdır" da derler. Oysa bunlar bedenle ilgili duygu­
lanımlar, imdi haz doğaya uygun bir şeyin doyurulması
olsa, doygunluk nede ise o haz verecektir - doygunluk da 10
bedende -. Ama böyle görünmüyor. Demek ki, haz doygun­
luk değil, doygunluğun oluşması lıaz veriyor; olmayınca da
acı. Öyle görünüyor ki, bu kanı beslenme konusundaki haz
ve acılar dolayısıyla oluşuyor: Nitekim yoksun olunca acı 15

duyuluyor, doyunca haz. Ne ki bu, bazların hepsinde söz ko­


nusu değil: Bilgiye dayananlar, duyumla ilgili olanlar, yani
koku alma, işitme, gönne ile ilgili olanlar; anılar, umutlar acı­
dan bağımsız hazlar. Bunlar neyin oluşları olacak? Ondan
204 X. 3-

30 yap İvheıa yeyivtjraı, o5 yîvoır i v ivavkı^poiorıs. vpös 8 ^ 8


Tovs Trpo(f)ipovTas ras iırov^ıbiarovs t &v tjhov&v \iy o i rıy iv
Sti ovk İarrı Tav0 * rıbda (ov yap el toÎ s KaKÜs bıaKfipUvoıs
^hia ioTİv, olrjT^ov avra Kal fıbia eîvai Trkrjv ro^^Toıs, Kaûdvep
oibi Ta roîs K<ip.vov(nv v y iftv i rj ykvKİa fj TTtKpâ, ovb' aZ
25 ktvKa Ta (f>atvop€va toîs ö<f>da\p.ı&a-ıvy rj oSt<o k 4yoı n s av, 9
8ti ai pev rjboval aipcTai eltrıv, o i p.r]V arro ye TovT<av, &<nT€p
Kal ro TrXovT€ÎVi ırpobovTi 8 * od, Kai ro {ryıaCvfiv, ov p.r]v 6tlovv
^ayovTi' ^ €Îb€i bıa<l>4pov(nv al ^bovai' Lı epaı y ip ai 10
İTio T&v Kakâv t Qv İTtb t Qv altryfi&v, Kal ovk İ cttiv i)<rdfjvaı
30 T^v Tov biKaCov p.^ ovTa biKaıov ov8 e ttjv tov p.ov(TiKov prf
SvTa p.ov<riKdv, 6p.oiu>s 8 e Kal iırl t &v âkkoiv. fp.<f>av(C€iv 8 ^ 11
boKel Kal o <j)ikos İTcpos &)V tov KdkaKOs oİ k oZaav ayaOov
Trıv ^bovt}v rj bıa(f>6povs ei8 e f 8 p-cv yap TTpbs T&yadöv opı-
k<ÎV bOKfî, o 8 c TTpÖS fjboViqV, Kal TW p€V 6v€lb(CfTai, TÖV 8 ’
1174 • İTTaıvovcrıv âs Trpos erepa opıkovvTa. o ibds t i v ikoiTO 12
Ttaibiov biâvoıav /3 ıov, r}böpfvos oîs Ta ıraıbCa
û ; oîov re pâkıara, ovbe ya lp n v ttoi&v ti t &v aiayJLcrruiV,
prjbirroTe pekkcav kvTrrjdrjvaı. nepl ırokkâ re aırovb^v Ttoıt)-
5 aaiped* i v Kal el prjbtpCav 4 m<j>4poı rıbovf^v, oîov opav,
pvrjpovevoıv, olbovai, Tas apoTİs avâyKrjs
fTTOvraı TovTots rfbovaı, ovbov 8 ıa^epeı’ kkolpoda yap i v
Tavra Kal el yivoır arr avT&v r\bovq. Sri pkv ovv odre 13
Tayadbv fj ^bovrj ovre ırâara aipoTij, brjkov ooikov eım ı, kuî
10 İ ti fla l tivos alporal Kaö* avras bıa(f>€pov(raı r y el8 eı rj a(f>*
&v. Ta p \v obv keyopova ırcpl r^s fjbovrjs Kal kvırrfs İKa-
v&s olpT^adu).

20. Metal yeykvr)vraı L*" F 21. \eyoir’ Sv T i i 25. Keyoı rıs


seripsi! keyotr' codd. 32. i om. K** 83. ^3 lanı K** 34. r y ]
Tİ L*»: 4 r 1174* 1. T* L*»: y K*» M*»: om. F 9. iyc^h» K»» M“
11. iKay&s om. K*>
204

doygunluğun oluşacağı hiçbir şeyin eksikliği yoktur bunlar­ 20

da. Daha çirkin hazlan önümüze sürenlere ise, bunlann hiç


de hoş olmadıklan söylenebilir (kötü yatkınlıklan olanlar
için hoş iseler, onlann dışındaki kişiler için de hoş olduğu
sanılmamalı; Tıpkı hasta kimseler için sağlıklı, tatlı, acı şey­
ler; ya da gözleri iyi görmeyenler için ak görünen şeyler
gibi). Yine hazlann tercih edilesi şeyler olduğu, ama bunla­ 25

nn tercih ettiklerinin böyle olmadığı söylenebilir. Sözgelişi


zenginleşmek tercih edilecek bir şeydir ama bir hainin zen­
ginleşmesi değil; Sağlıklı olmak tercih edilecek bir şeydir
ama ne olursa olsun yiyerek değil. Yine "hazlar türce farklı­
dır" denebilir. Nitekim güzel şeylerden kaynaklananlar, çir­
kin şeylerden kaynaklananlardan farklıdır, adil olmayan bir
kişinin adaletten hoşlanması, müziksever olmayanın müzik­ 30

ten haz alması olanaklı değil; başka şeylerde de bu böyle-


dir. Dost, dalkavuktan farklı biri olduğundan ötürü, hazzın
da bir 'iyi' olmadığının ya da değişik cinsten hazlar olduğu­
nun açığa çıktığı düşünülüyor. Nitekim biri 'iyi' ile, öteki
haz ile ilgili olarak ilişki içinde; biri kınanır, öteki farklı bir
amaç için ilişkide olmasından ötürü övülür. Öte yandan 1174a

hiçkimse çocuklann haz aldıklan şeylerden olabildiğince


çok haz alarak yaşam boyu bir çocuk zekası taşımayı tercih
etmese gerek. Bir acı gelecek olmasa bile, çok çirkin bir şey
yaparak haz almak da tercih edilmese gerek. Aynca biz hiç­
bir haz getirmese bile, pek çok konuda çaba gösteriyoruz:
Sözgelişi görmek, anımsamak, bilmek, erdemlere sahip ol­
mak. Zorunlu olarak bunlann peşinden hazlann gelmesi de
hiç farkctmez, çünkâi biz bunlardan bir haz oluşmasa bile,
bunlan tercih ederiz. İmdi şu açıkça görünüyor: Haz 'iyi' de­
ğil, her haz da tercih edilesi bir şey değil; biçim ya da kaynak 10

bakımından farklı olan bazı hazlar kendi başına tercih edilesi


hazlar. İmdi haz ve acı konusunda yeterince konuştuk.
X. 4. 205

rv. T / 8’ ^<rr\v ^ voîov n , Ka.Ta<l>av4<rrfpov yivoır* &p âv* 3


âpxv^ iva\a/3o0<rıv. doKeî yap ^ p4v opa<rıs Kad' âvrıvovv
\p6vov T€\eia eîvai’ ov yâp 4<mv ivbft}s ovbevds 6 eZs Harcpov »5
yıvdpevov reX«U0<r£( aînijs vb eîbos’ roıovr^ 8' 4oik€ Kal
fi fıbovfı. bkop yip Tl İ otC, Kal Kar oib4pa yjp6pop k i^ o ı rıs
h.p fjbopfıp ffs iırl nrkeCm yjpopop yiPop4tnjg T€keıa>dfja€raı rb
2 ctbog. bıOTttp aibe Klprıalg 4< ttip. 4p yjp6vta yap ırdura Klpr\<rıg
Kal r4kovs tip6s, oÎop fi olKobopiKfjf Kal TfkfCa 8rap itoi^otj 20
08 i<l>UTaı. ^ 4p âıravrı 8^ V Tovr<p, 4p 8 ^ roıs
p4p€arı Kal ry XP°^V oreA.€Îy, Kal 4repat r<5 eîbeı rfjs
8kt]s Kal ikkı^kiûp. ff yap t&p klBonp avpöeaıg kr4pa rfjs
Tov kCopos papb<&(T€<ûS, Kal aOrat Ttjs rov paov 7roıij<rea>s‘ Kal
^ p lv TOV vaoS rekeia (obbepos yap 4 pb(fıs iTpos rd ırpoKelpe^ 25
pop), ^ b4 Trjs Kprıırîbos Kal rov rpıyki/^ov âr€kfjs‘ p 4povs
yap 4 Kar4pa> eîb€i obp bıa<f>4pov<rı, Kal ovk I otiv 4 p
OTtpovp Xpov(p kafieîp Kİprıaıp rekiiap elSeı, dAA* flrrcp, 4p
3 İTraPTi. bpolcas 8^ Kal 4ırl ^ab(<r€<as Kal t &p konrQp. fi
yâp karıp fi <f>opa Kipr\<rıs r t^ fp ttoi, Kal raârrıs bıa<f>opal 30
Kar ftbrı, Trrfjaıs pâbıaıs âkaıs Kal râ roıavra. ov pâvop
8 ’ oİjtcûs, âkkâ Kol İP airfj rfj fiabC<r€i‘ rb yap rrodfp ıroî

ov rb avrb kv r<p arablıp Kal kp ra> p4peı, Kal kp kr4p<a p4pfi


Kal kp kr4p<p, ofıbk rb bıe£ı4paı rffp ypappf}v rijpbe KâKelınjp’
08 pâpop yâp ypappfjp bıarropeûfraı, â k k a ko İ kp rârrtp 1174 **

obaap, kp krkpip 8* aü n ı kKfivrıs. bı âKpı^eCas pkp oftp rrfpl


Kipfjtrftos kp â k k o ıs eîptjraı, 4oik € b' ovk kp &ıtaprı ypâptp
TfkfCa eîpai, âkk* a l v o k k a l ârekfîs Kal bıa<f>4pova-aı r ^

16. fwipwov K**: ytyi/ıtvoy vulg. 17» r4\tıoy K* M** t i yip


20. il om. K** M** koI add« K** 21. 9iı om. K** İj om.
L** M** 22. KOİ Ty XP^’'V * rov xpkyov vulg. (fort. ry XP^V seclu-
dendum) 25. yhp om. K** 29. paSl<rtt>y K** M** 31. «ol
om. K» M** 34. 4y add. K>> 1174» 1. yip om. K»
205

Baştan alırsak, ne olduğu, nasıl bir şey olduğu daha


açık olabilir: Görme, her zaman tam, bu görünüyor, çünkü
önün biçimini tam kılacak, daha sonra oluşacak bir şeyden
yoksun değil. Haz da bu tür bir şeye benziyor, çünkü o bir 15
bütün ve hiçbir zaman, zaman geçince onun biçiminin daha
kusursuz olacağı bir haz alınamaz, işte bu yüzden bir
devinim de değil: Her devinim, bir evin inşaatı gibi, zaman
içinde belli bir amaca ilişkindir, aradığını gerçekleştirince, 20
her zaman için ya da o zaman için tam olur. Devinim
parçalan ise her zaman, tam değildir; biçim bakımından tüm
devinimden, ayrıca biribirlerinden farklıdır bu parçalar:
Taşlann yerleştirilmesi, kolonlann dikilmesinden, bunlar da
bitmiş bir tapınaktan farklıdır. Tapınağınki ise tam:
Öngörülen durumla ilgili hiçbir şey eksik değil. Oysa kolon 25
ayaklannınki, kemerinki tam değil, çünkü berikisi de parça,
biçimce de farklı: Devinimin herhangi bir anı içinde biçimce
tam devinimi almak olanaksız; bu ancak devinimin tümü
içinde olanaklı. Yürüme ile öteki devinimlerinkinde de bu
böyle: Nitekim yer değiştirme bir yerden bir yere devinim 30
ise, bunun biçim bakımından farklılıklan, uçma, yürüme,
atlama vb.dir. Yalnız bu kadarla kalmaz, aynı zamanda
yürümenin kendisi de farklılıklar taşır: Bir yerden bir yere
yürümek, bir stadion yürümek ile, bunun bir parçası kadar
yürümek aynı değil; kaldı ki, bir parçasıyla öteki parçası da
aynı değil; şu ya da öteki şeritten yürümek de aynı değil:
Yalnızca tek şeritten yüıünmez, aynı zamanda biri 1174b
ötekinden farklı bir yerde bulunan bir şeritten yâirümek söz
konusu olur. Aslında devinim konusunda başka yerde
aynntılı sözetmiştik®°. O her an içinde tam değil, bir biçimi
bir yerden başka bir yere gitmek ise, pek çok, biçim
’-'mından farklı, tam olmayan devinimler var görünüyor.
206 X. 4.
5 eîdei, eÎTrep rb Troâev ttoî elhoTTOiov. Trjs fıbovrjs 8’ (v örtpovv i
Xp6v<p t İ \€ lov rb elbos. bfj\.ov oZv &s ^repai t hv eîev â \-
Kal T&v oku>v ti koI rtkfCoiV ff rıbovq. örffcie 6’ b.v
Toöro Kal İ k tov ivb 4\€adaı Kiv<î<rdaı pr} 4 v \p6v<p, rjbe-
(rdaı b i‘ To yap 4 v rw vvv okov ti . 4 k toİjtİûv Ö€ brjKov Kal
lo Sti ov Kokâi \ 4yov(rı Kİvrjtnv ^ yevecrıv fîvai t^ v fıbovrıv. ov
ybp Tt&VTüiv ravTa keyerat, âkkâ râ v pepıarciv Kal prf
8k(ûv’ ovbe yap 6pâa-f<is fo r ı y4v€<ri9 ovb4 arıypijs ovbk popi-
boSf ovbe TovTMP ov0€p Kİpıja-ıs ovbe y 4 v€tns’ ovbe 84 ^bovrjs'
4 Skop y&p Tl. Alcrdriafm 8« Trâorqs ırpbs to aîa-drjTÖP 4v€pyovcn\s, 5
«S Tfke[<os be Tİjs ev bıaKeLp4vrıs Ttpbs Tb Kdkkıcrrop t&p vtto
T^p aîa-ûrja-ıp (toiovtop yap pâAurr etpaı boKeî ^ Teketa 4p4p~
yeıa' avTr}v be k4yeıp epepyeÎPy rj 4p iarC, pt]6ep bıaxf>e-
p4to>), Kaff İK&omiV 8^ ^ekriorr) iarip fj 4p4pyeıa tov ipıara
bt.aKeıp4vov Trpbs rb KpctTiarop t&p im airqp. avrjj 8’ b.p
2 0 Tekei0T(İTTj eîıj ko.1 ^bia-Trj. kot^ ıracrap yap aîa-drıa-Cv 4<rTiv
rjbopri, öpoCiûS b4 Kal bıdpoıap Kal ûecapiap, ^blarr} 8’ ^ Te~
ketoTârrı, TekeıoTİTt} 8’ ^ tov eb İ^optos ıtpos Tb a-TTovbatd-
TüTOP TÛp vTT avJijp’ TekeıoL b4 TT\p ep4pyeıap f) ^bopı^. o i 6
Toy avTbp bi Tpoırop ij re ^boprj Tekeıol Kal tö ataOrfTOP Te
25 Kal rı aîa-6r]<rı?y <nrovbaîa 6vra, &<mep ovb' ^ byCeıa koI 6
laTpbs bpoiüis ahta iarl tov vyıaCpeiP. Kad* kKâ(m\p 8’ ala- 7
di]aıv St i yiveTaı rıboprj, brjkop (<f>ap4p yap bpâpaTa Kal
İKOvapaTa elpai ^8^a)' brjkop 8^ Kal Sti pâkıara, irreıbâp rj
Te cladrfaıs ^ KpaTİarr} Kal ırpbs toiovtop ipepy^’ Toıodrarp 8’
30 SpTurp TOV Te aladrjTov Kal tov alaûapop 4pov, âel lo ra ı ^Soprı

6. ir4pa t ’ ta *tıı K** 17. ph K** M* 18. İKdanıy M** Alex-


ander A phrod.: İKuaroy vulg. Lam binus: Si codd. 19. öır*
afrHii' K** r : oM^y vulg. 22. t i om. 23. air^y
r : air^y codd. 26. u r la İorl K*> T : ofTtd «Un U*: (<my o frıa
M»*
206

Hazzın biçimi ise her zaman tam. imdi şu açık: Devinim ile 5
haz biribirlerinden farklı olsa gerek: Haz tam, bütün. Bu
şuradan da görünebilir: Devinmek ancak belli bir zaman
içinde olası, oysa haz alma öyle değil, çünkü o 'an' içindeki
bütün bir şey. Şuradan da hazzın bir devinim ya da oluş ol- 10
duğunu söylemenin yerinde olmadığı açık: Berikiler her
şeyde değil, yalnızca parçalara bölünebilen, bütün olmayan
nesnelerde söz konusu-, nitekim ne görmenin bir oluşu var
ne bir noktanın ne de 'tekliğin' oluşu; yine bunlann hiçbiri
bir devinim de değil bir oluş da. Demek ki, hazzın da devi­
nimi, oluşu yok, çünkü bir bütün. Madem her duyum duyu
nesnesine göre etkinlikte olur, duyum altına girenlerin en 15
güzeline göre iyi durumda olunca da tam etkinlik olur (nite­
kim böyle bir şeyin özellikle tam etkinlik olduğu görünü­
yor; duyumun etkinlikte olduğunu ya da içinde onun bulun­
duğu şeyin etkinlikte olduğunu söylemek farketmez), de­
mek ki, herbir duyuma göre en iyi etkinlik onun altındaki
şeylerin en iyisiyle ilgili en iyi durumun etkinliğidir. Bu da
tam, son derece hoş olacaktır. Nitekim her duyuma göre bir 20
haz var; aynı şekilde her düşünme gücüne, her 'teori'ye iliş­
kin bir haz var. En hoş etkinlik ise en tam olan; en tam et­
kinlik de o etkinliğin altına girenlerin en erdemlisiyle ilgili
iyi durumda olanınki. Haz da etkinliği tamamlar. Nasıl sa- 25
ğlık ile hekim aynı açıdan sağlıklı olma nedeni değilse, haz
ile duyum da erdemli olduklannda duyu nesnesini aynı açı­
dan tamamlamaz. Demek ki, herbir duyuma göre bir hazzın
oluştuğu açık (görmenin, işitmenin hoş olduğunu söyle­
riz). Şu da açık: Ne zaman ki duyum en iyidir, en çok o za­
man en iyi şeyle ilgili etkinlikte bulunur. Duyan ile duyulan 30
X. 4 - 5 . m
8 vırâp^^ovTos y f rov t« 7roıi7 <roı>ros Kal toö 'irmroyı.ivov. T€\(ioi
b i t İiv ivipyeıav fj ^bov^ o i \ &s ^ ivvTrâpyovtra, âAA’
0)9 İTTiyıvopfVov rt r 4X.os, olov roÎ9 aKpaion rj &pa. ^<09
av obv t6 re vorjrdv rj ata-ÛTjrov jf oîov bet küi ro Kpîvov ^
deu>povVj lo ra t iv Trj ivepyeCi^ ^ fıbovq" opoCaıv yap ovra>v K al 117B'
ırpbs &\\rıKa tov aurbv Tpovov iyovruiv toö r< ıraÖTjTiKOÖ
9 Kal rov votıjrtKov ravrâ ırc^uKe yivfaOaı. tt&s obv ovbils
<n)v«x^^ ^ ö e ra t; rj K&jivtt. ; rtavra yap r i avOp^mıa dSv-
vareî avvex,6İs ivtpytî», ov y lvfra ı oZv ovV ^boırq' lırcrat yap 5
Tjj ivepy€İq. I^vıa bi ripırfi. Kaıvh ovra, üorepop be ovx bp-olm
bıa rairo' rd p iv yap ırpûrov ırapaKİKKrıraı ^ bıdvoıa Kal
bıarerapiviûs rrepl avrâ ivepyeî, w(nrep Karâ r^v o\jnv ol
ip/ 3 Xiırovres, /ier^ırciTa 5 ’ ov TotavTTj ^ ivepyeıa âA.Xâ
10 rraprıpekrıpevr}' bıb Kal rj ^bov^ apavpovraı. bpeyecrOai be 10
T^9 fjbovrjs olr\6tirı r t 9 bv âvavras, 6rı ko.1 tov Cw &ti^o.vt€S
iipievrai’ ^ be ivepyeıa ti 9 «ort, Kal İKaaros ırepl Tavra
Kal TOTJToıs ivepyeî & Kal pâKıar ÂyaTrç, olov 6 pev p^va-iKbs
rfj aKofj vepl rh pe\r], 6 be <f>ı\opLadrii rfj bıavo(<ı ırepl t«i
Oeıoprıpara, oötco Kal r&v koırt&v İ koİTTo^' ^ 5’ ^bov^ rekeı- 15
oî Ta9 ivepyelas, Kal t^ ffjv b-q, oö dpeyovrau ev\6ya>s obv Kal
rrjs ^bovrjs i<f>(evTaı’ rekeıoî yâp İKİ-anp ro ^fjv, aiperbv ov.
1 1 rioVepov bi bıa r^v ^bovrıv ro Cv^ alpo’ öpeOa rj bıâ rb Cw 6
■qbovrjv, â,tf>e((r6ûi iv r y •nap6vrı. avveCev^daı pev yap ravra
f^aiveraı ko.1 x<ı>pı<rp6v ov be\e(r6aı’ &vev re yap ivepyeCas ov 20
V, yCveraı rıbovrjy rraa-dv re ivdpyeıav T«\€toî ıj ^bovij. ’'Odev
boKOva-ı Kal etbeı bıaıpepeıv. râ yap İrepa r<fi eîbeı v(j> erepıov

31. TCseripsi: yc L**: om. vulg. 82. rj post 6>s om. L** M** 34. rc
add. alc9ffrh» %yoıırhy F 1175* 1. rı fort. secludendum
3, tvAth 7. Tavra M** 9. oh Toıahri) ivipytia
(om. r) oi yiyvTM roıairtı v Mpyna L** F : 3* q roiahrrı Mpytia oh
yiyoraı 16. Aretinus: 84 codd. 21. rc L**: yip M**:
TCybp K*
207

böyle olduğunda, yapan ve uğrayan olduğundan ötürü her


2 aman bir haz olacaktır. Aynca haz, etkinliği, içinde bulu­

nan bir huy o la r ^ değil, eklenen bir amaç olarak tanım lar:
Sözgelişi güçlü kişilere zeka eklenmesi gibi. Demek ki dü­
şünülen ya da duyulan, hem de karar verilen ya da teori ya­
pılan şey gerektiği gibi olduğu sürece haz etkinlik halinde
olacaktır. Nitekim madem aynı şekildedirler ve biribirleriyle 1175a

ilgili aynı tarzı taşıyorlar, hem yapanın hem de uğrayanın


hazzının aynı olması doğal. O halde nasıl oluyor da hiç kim­
se sürekli olarak haz almıyor? Yoksa yorulduğu için mi?
Nitekim insanca olan hiçbir şeyin sürekli etkinlik halinde ol­
ması olanaklı değil, demek ki, haz da böyle değil. Haz et­
kinliği izler. Kimi şeyler de yeni olduklanndan ötürü haz verir
ama daha sonra yine aynı nedenle aynı şekilde haz vermez.
Nitekim ilkin düşünce uyanlır, onla ilgili olarak dikkatle et­
kinlikte bulunulur - tıpkı görme konusunda, dikkatle bakan­ 10
lar gibi - ama sonra etkinlik böyle kalmaz, ilgi azalır. Haz da
bunun için ortadan kalkar. Herkes yaşamayı aradığından
ötürü, herkesin hazzı da aradığı düşünülebilir, oysa yaşam
belli bir etkinliktir, herbir kişi en çok sevdiği şeylerle ilgili
olarak, onlar için etkinlikte bulunur: Sözgelişi müzisyen
melodilerle ilgili olarak işitme gücü bakımından, öğrenmeyi
seven teori yapılacak şeyler konusunda düşünme gücü
bakımından etkinlikte bulunur, ötekilerden herbiri de öyle. 15
Haz ise etkinlikleri tamamlar, dolayısıyla aranan yaşamı da.
İmdi hazzın aranması ussal, çünkü her bir kişi için tercih
edilesi olan yaşamı tamamlıyor. Bu durumda, acaba yaşamı
mı hazdan ötürü yoksa hazzı mı yaşamdan ötürü tercih
ediyoruz, sorusunu bir yana bırakalım, çünkü bunlann bi-
ribirine bağlı olduklan, aynimadıklan görünüyor: Etkinlik­
ten bağımsız haz oluşmuyor, haz ise etkinliği tamamlı­ 20

yor. Buradan biçim bakımından da farklı olduklan gö­


rünüyor, çünkü biçim bakımından farklı şeylerin biçim
208 X. 5 .
oiofjLföa T€\€iov(T0M yâp <l>cUv€rai koİ r a ^vcriK^ icat
Tot vırh Tİyyrfs, oîov Kal bivbpa Kal ypa<f>rı Kal İyaKpa
*5 Kal olKİa Kal <rK€vos)’ 6poCa>s bi koI ray ivepyc(as rhs bıa~
<l>fpo'6<ras 6?$6i vTtb bıa<l>€p6vTa)v eîbfi Tf\€iov<r0 aı, bıa- 2
<f)4pov(Ti 8’ al Trjs bıavoCas râ v Karâ ra s altrOria-eıs Kal
ah-al â\\ri\(ûv Kar eîbos' Kal al re\€iova-aı. brj ^boı/aL
(pavfirj b’ b.v tovto Kal 4 k tov avv<pK€ici<r0 at t &v fjbov&v I kİ -
30 orr)v TÎj iv€py€La 4jv rcAcıoî. avvaö^tı yhp t ^ p Ivip ynav f\
oİKcCa fıbopT}. paK\ov ybp İKaara Kpivovtn Kal l^aKpt/Sovcrtv
ol p€0 ' -ffbovrjs iv€pyovpT€S, oîov ycioperpiKol yCvopraı ol yaC-
povres t Ç yeoapeTpeîv, Kal Karapoovtnv CKOora fioAAoı;,
opoCcĞs b4 Kal ol <fn\6pov<roı Kal ff>ı\oiKobopoı Kal t &v &\-
35 \(ov ^KaoTOL imbt,b6a<nv el? to oIkcÎop 4pyov \a ip o v n s avrw‘

(Tvvav^ova’i 8e al ^boval^ ra 8^ avvaö^ovra olKeîa* roî?


1176 *>krîpoLs b\ T(p elbet Kal ra oUeîa İrepa r ^ eî8et. İ n 8e 3
pâ\Xov TovT* hv <f>aveCr] 4k tov raç i<f>' kriptov ^bovhs ipıro-
bCovs rals ivepyeCaıs eıvat. ol yap <f>t\av\oı âboparovat roî?
Aoyoı? TtpoaeyeıVf iav KaraKOİJcrüurip ai\ovvros, paW ov \aC~
S povres av\r\TtK^ rrji 7rapoii<n}s kvepyeLar fj Kara, TTfP a:6krı~
TtK^v obv ^bov^ rrıv rrepl rov koyov ivipyeıav <j>6elpei. âpoCois 4
bi TOVTO Kal hrl t &v &K\<ûv (rvp^aCveı, Srav &pa ırepl bi/o
ivepyf/' ^ yap ^blcov t^ v krepav İKKpoveı, kİlv ito\ v 8 ta-
<l>4pri Kora t^ v ^bovrfv, pakkov, âare pr/b' ivepyetv Karh
10 T^ı; krepav. 8to \axpovres 6rwo{)v ortf>6bpa ob vAvv bp&pcv
(repov, Kal &kka ıtoıovpev &.kXoıs ^pipa ipec-Kopevoı^ oîov
Kal kv roî? âedrpoıs ol rpayrfparl^ovref, brav 4 >avkot ol
dytûvı^opevoı Skti, rore p â kıa r avrb bpâ<rtv. kvel 8 * ^ p^v 5

24. yptupû r SyaKfia K**: iyd\/ıwra vulg. 2 5 . rkt post iptfjtttu


om. K** M** 28 . o&toİ : aSrat L** M**: a8rcu a4ro) T 29 . r&v\
Ti)i T«v pr. K**: fort. ırp tmi» 31. /nâXAoy3 ıxiyov K** 1176^ 4.
KOTOKoittırıy K** M** 10. Stop&fity K** 11. oîoy om.
208

bakımından farklı şeyler tarafından tamamlandığını düşü­


nüyoruz (hem doğal olanlar hem de sanata bağlı olanlar
böyle görünüyor: sözgelişi canlılar, a^ çla r, resimler, hey­
keller, ev, araç-gereç). Aynı şekilde biçim bakımından farklı 25

etkinliklerin de biçim bakımından faridı şeyler tarafından ta­


mamlandığı görünüyor: Düşünce etkinlikleri duyumlara
bağlı olanlardan, berikiler de biribirlerinden biçimce farklı,
imdi onlan tamamlayan hazlar da biçimce farklı. Bu şura­
dan da görünse gerek: Kazlardan herbiri hangi etkinliği ta­
mamlıyorsa o etkinlikle aynı doğada: Etkinliği, etkinliğe 30

özgü olan haz artınr: İnsanlar hazla etkinlikte bulundukla-


nnda herbir şeyi daha iyi değerlendirir, daha kesince iş gö­
rür; sözgelişi geometriden hoşlananlar geometrici olur, bu
konudaki herbir şeyi daha iyi kavrar. Aynı şekilde müziği,
mimarlığı sevenler, öteki sanatlara düşkün olanlann herbiri
ondan haz aldıklan için alanlannda ilerler. Haz da artar, çün­ 35

kü birlikte artan şeyler biribirine uyar. Biçim bakımından


farklı şeylere ise biçimce farklı olanlar uyar. Öte yandan bu, 1175b
etkinliklerin değişik etkinliklere dayanan hazlarca engellen­
mesinden de daha açıkça görülebilir: Flüte düşkün olanlar
etkinlik halinde iken flüt çalan birini işitirlerse dikkatlerini 5

uslamlamaya vermeleri olanaksızlaşır, demek ki, flüt sesin­


deki haz uslamlamadaki etkinliği bozar. Bu aynı anda iki
değişik şeyle ilgili etkinlik olduğu zaman başka dummlarda
da böyle: Daha hoş şeylerin etkinliği ötekini azaltır, bu, haz­
za bağlı farklılık ne denli çoksa o denli çok olur; dolayısıyla
ötekine göre hiç etkinlikte bulunamayacak hale gelinebilir.
Bunun için bir şeyden çok fazla hoşlanıyorsak artık başka 10

bir şey yapmayalım; bir şeyi az hoşlanarak yapıyorsak başka


bir şeyi yapmaya girişelim. Örneğin tiyatroda yemiş yiyen­
ler, oyuncular kötü oynadıklannda bunu daha çok yapar.
X. 5 . 209

OiK€İa ^bovrı iÇoKpı0 oî râs (Vfpyeias Kal •j^Mvutyripat Kal


ft€Xriovs ırotcı, al h* dAAorptat Kvpaivovraiy brj\ov voKv 15
hnaracrıv. aytbbv yap al âAAorpıaı ^boval ıroıovaıv S-nep al
olK€İaı, Athraı* <p0 €Cpov<n yap t^9 iv€py€(as al oIkcîoi AOırat,
otoy Tip t 6 ypâif>€W irıbis Kal ivikvrrov ^ rd \oy(C€<rdai'
h p€V yhp o i yp6xf>€i, h ö’ ov Xoyı^€Tat, kvmjpas oi<rrfS Tjfs
ip€pyfias. arvp,/3 a(v€i brı ıtfpl rrjs ivepyflas Tovvavrlov ima 20
T&v oIk€1<ûv ^bov&v T€ Kal ktm&v’ oIkcûu d’ clo’iy al ^ırl
^yepy«ç Koff a M ıv yıv6p.€vaı. al b* İKkoTpıaı ^boval ftprı~
rai brı ‘iropaırAı^o’tov n rfi k^Tirı ıroıovo-ıv* <f>dfipov(rı yap,
6 ırkrıv ot>x ipaCias. bımfftpovir&v bf tQv ivepyti&v ^vıeiKc^ç
Kal if>avk6nyn. Kal tûv p iv alperâv oinr&v t &v 5c ^evKT&v 25
r&v 5’ ovberfpav, âfioCas İxova'i Kal al rıbovai' Kaâ* kKaartıv
yap kvipyeıav olK€İa Tjbovrı lorıy. ^ pikv obv rp <rvovba(a
oUeU im€iKi^s, ^ bk rp <f>abXrı pıoxdripd‘ Kal yap al km -
0 vp.lat T&v pikv KoX&v ivaıvfToC, t &v 5’ alaxp^v \jieKTaC.
olK€toT€pat bk Taîs kvepyeicus al iv avraîs ^boval t &v dpi- 30
^co>y* al pJiv ydp buûpurpLİvca d al Kal toİs ^
if>itr€ii al 5 ^ <röv€yyvs Tats ivtpy^iaıs. Kal &bı6pı<rroı o^ro>9
&<rT ^ c ty hp^urp-qTrı<rtv d rovroy i<mv ^ İvipyeıa rp ybovfj.
7 ov p^v İ oikİ ye ^ ^bov^ bıdvoıa etyat ov5* ata-drja-ı? (&tovov

y&p), AXXo 5ta t5 p.rı ^alvcTaC rıa t TaİTov. 35


&<TTt€p obv al iv ip y fta t İTcpaı, Kal al ^boval. bıaif)ip€i 5e ^
0^19 â ^ ^ 9 KadapeıoTTjTt, ko.1 oko^ Kal S(r(l>pr}a-ıs yevcreû>9’ 1176«
bpoliûs 5^ 5ta^epov<rı Kal al ^bovaC, Kal TO^Tav al ırepl t^ v
8 bı&voıav, Kal İKârepai d \\ri\^ v . doKeî b' ttvaı İKâ<rr<p C<p<p
Kal ^bov^ oİKela, &<nt€p koI İpyov’ ^ yap Kara r^v iv ip -
yctay. Kal i<f> İKdimp bi âeiopovvu rovr* i v <f>ave(r}' h ip a 5

19. yitfi om. r 20. tv * pr. K*>: vulg. 22. tl/nıyrıu K**
M**r 29. alırxp& yikK ^ 1 176*1. KoPapıJr^rt codd. 2. 8 i
K‘>MS'
209

Madem uygun haz etkinliklere kesinlik kazandınyor, daha


uzun süreli, daha iyi kılıyor, ona uymayan haz ise etkinlik­ 15

lere zarar veriyor, hazlar arasında çok fark var demektir, bu


açık. Etkinliğe yabancı hazlar hemen hemen ona özgü olan
acılann yaptığı etkiyi yapar; çünkü ona özgü acılar etkinlik­
leri ortadan kaldınr: Sözgelişi biri için yazmak ya da hesap
yapmak sıkıcı, yorucu ise. Etkinlik sıkıcı olduğunda, biri
yazmayacak, öteki hesap yapmayacaktır. Demek ki, etkin­
liğe özgü, ona uyan haz ve acılar etkinlikler üzerinde karşıt 20
etkide bulunuyor. Ona özgü hazlar ise, 'kendi başına' etkin­
likle ilgili olarak oluşanlar: Etkinliğe özgü olmayan hazlann
hemen hemen acının uyandırdığı etkiyi uyandırdığını söyle­
dik, çünkü onlar aynı şekilde olmasa da etkinliğe zarar ve­
riyor. Madem etkinlikler doğruluk, eğrilik bakımından farklı
ve onlardan kimi tercih edilecek, kimi kaçılacak, kimi de ne 25
kaçılacak ne de tercih edilecek etkinlikler, ha2dar da öyle
olur. Nitekim her etkinliğe özgü bir haz var: Erdemli bir et­
kinliğe özgü doğru bir haz, kötü bir etkinliğe özgü eğri bir
haz olur. Güzel şeylere duyulan tutkular övülür, çirkin şey­
lere duyulanlar ise yerilir. Etkinliklerin kendilerindeki haz­
lar, onlara duyulan iştahlardan daha özgüdür onlara. Çünkü 30
iştahlar zaman ve doğa bakımından farklı, oysa etkinliklere
özgü hazlar onlardan öylesine aynlamazlar ki, etkinliğin
hazla aynı şey olup olmadığı bir tartışma taşır. Aslında haz
ne düşünme gücü ne de duyumdur (bu saçma olur), ama
hazlar bunlardan aynlmadıklanndan bazı kişilere bunlarla
aynı gibi görünür, imdi nasıl etkinlikler farklı ise hazlar da 35
farklı: Görme duyumu dokunma duyumundan anlık ba­
kımından farklı; işitme ile koku alma ise tad alma duyumun­
dan. Aynı şekilde bunlara ilişkin hazlar da farklı: Düşünme 1176a
gücüyle ilgili olanlar bunlardan, herbiri de biribirinden fark­
lı. Aynca nasıl yaşamını sürdüren herbir canlıya özgü bir iş
varsa, ona özgü bir haz da var görünüyor, çünkü haz etkin­
liğe bağlı. Bu her araştıncıya böyle görünse gerek: Bir atın.
210 X. ^ — 6.

yap Vmtov ^bov^ Kal kvvos kox avOpt&Ttov, KaOâtrfp *Hp(&KXc(-


t 6s <t>rja-ıv ovovs <rvppaT* hu i \ 4 <r6 aı /aoAAov rj xpva-6v’ ıjbtov
yhp ypvarov Tpo<f>^ SvoLS. al p iv oZv t &v kriponv t Ş tîbeı
bıa<f>4pova-Lv ftbeı, ra r de râu avr&v âbta<f>6povs €Ü\oyov €Îuaı.
10 bıa\\<İTTov<rt 8 ’ ov a-p,iKp6v iırC ye r&v hvdp^'noav' r a yhp 9
avTo, Toiıs pikv ripTteı roi»s 8^ Auıreî, Kal roîs p.ev kvtruph
Kal fua-TjTâ i a r ı ro îs b4 ^b4a Kal <f)i\r]Tâ, Kal iırl y\vK4iou
b4 TovTO (TvpL^alveı.’ ob yhp r a avrh boKfî r ^ TTvpirTovTi
ıcal r ^ byıaCvouTi, oib4 depp.bv elvaL r ^ â(rûeueî Kal
15 cvcKTiKiŞ. djuıotcos 8 ^ TOVTO Kal 4<f> ir4ptiiv <rup.l3aCvfi. doKCÎ 10
8 ’ 4v â ır a a ı roîr ro ıovroıs eîvaı rd (f>aıv6p.€vov aırovbaUf.
el be TOVTO koK& s A^yerat, Kadiırep boKeî, koI 4otiv 4k4l<ttov
pÂrpov Tf aper^ Kal hyaB6s, ^ toiovtos. Kal ^boval etev
hu a l TovTta <f>aLuSfjt,euaı Kal •^b4a o tr obros \a (p e ı. rX bk
20 TovTiû bva^epfj el t^ <f>aCveraı ^b4a, ovbiu OavpMorou' -voA-
X al yhp <f)6opal Kal Av/aaı huSptİTronu yCuovraC ^b4a 8 * 081c
4<mu, h X \h TovToıs ko İ oS tcd bıaKeıpi4voıs. rXr oZv 6pL0“ 11
\oyovp.4u<ûS al<r)(pas bfj\ou &s ov <j>aT4ou ^b ou ai eîuat,
Toîs bıe^dapfi4uoK' t &u 8’ İTtuiK&u eıuaı boKova-âu ıroCav ^
25 Tİua (pareou Tov hudp^Ttov eîuaı; fj 4k t &v 4vepyeı&u bfjkov;
ravraıs yap ^Trourat al ^bovaC. eîr’ odu (iCa iarlu efre ırkeCovs
al TOV rekelov Kal p.aKaplov aubpos, al Taıuras rekeıovaaı ^80 -
ual KvplûiS k4yoıuT hu âuOpfûirov f/boual eîuaı, aî 8 ^ koııral
bevT4p(û5 Kal Trokkoar&s, &aı:ep al 4u4pyeıaı.
6 Elp7)p.4u(ûu bk T&u 'irepl r a r hperâs re Kal <f>ıkCas Kal VI.
fjbouhs, koıırbu ırepl evbaifjLouCas vuvıp bıekdeîu, 4‘jreıb^ re'Aor
avTTjv Tİdep-eu T&v hpOpaırCvıav. hvaka^ovo'i 8 ^ rh ırpoet-

7. İifov L** r 10. fUKphy L**: a-fUKpoîs K** 11. rdprrtt— ^1177* 30.
İKoyûs om. K'‘ 18. â7 a0^f scrip si: 3 Aldina: i,yo96t codd.
22. Toirott'] fort. rott vel roıoiroıs xa\ roTtoSru 6po\<rfovpivaa
M** r 30. T6 om. L*» r 32. Si L** T
210

bir köpeğin, bir insanın hazzı farklı. Herakleitos'un dediği


gibi "eşekler samanı altına tercih eder",®^ çünkü eşekler için
yiyecek altından daha hoş. Demek ki, tür bakımından deği­
şik olanlann hazlan, biçim bakımından farklı olur; aynı tür­
den olanlann farklı olmaması da usa uygun. Ne ki, insanlan lo
ilgilendiren şey bakımından da bazlarda farklılık yok değil:
Aynı şeyler kimini sevindiriyor, kimini üzüyor; kimi için acı,
nefret uyandıran şeyler, kimi için hoş, sevilen şeyler oluyor.
Tatlı şeyler konusunda da bu böyle: Ateşi olan biri ile sağ­
lıklı biri için aynı değil. Sıcak da, zayıf olan için ile sağlığı
yerinde olan için aynı değil. Bu başka konularda da böyle. 15

Ama öyle görünüyor ki, bütün bu konularda durum, erdem­


li kişi için nasılsa öyle olmalı. Göründüğü gibi, bunu söyle­
mek yerinde ise, herbir şeyin ölçüsü erdemdir. Erdemli biri
olduğu için kişi iyi olur, iyi kişiye öyle görünenler haz,
onun hoşlandığı şeyler hoş şeylerdir. Herhangi birine hoş
görünen şeyler erdemli kişiye hoş görünmüyorsa şaşmama­
lı. İnsanlarda pek çok bozulma, sapkınlık var. Bunlar ger- 20

çekten hoş şeyler değil, yalnızca böyle kişiler için, bu tür


yatkınlığı olanlar için böyle. Demek ki, çirkin olduklan ko­
nusunda anlaştığımız hazlann, bozulmuş kişiler için böyle
olmalan dışında, haz olduğunu söylememek gerekiyor, bu
açık. Ne ki, doğru görünen bazlardan hangisi ya da nasıl olanı
insana özgü, bunu söylemek gerekiyor. Acaba açıkça etkinlik- 25

lere bağlı olanlar mı? Çünkü hazlar bunlann peşinden geliyor.


İmdi tam, kutlu bir adamın etkinliği ister bir olsun ister daha
çok, bu etkinlikleri tamamlayan hazlar asıl anlamıyla insana
özgü hazlar olur, bunu söyleyebiliriz. Nasıl etkinlikler öy­
leyse, ötekiler de ikinci sırada, çok geride kalırlar.
Madem erdem, dostluk, haz üzerine konuştuk; onu
'insanca şeylerin hedefi' diye düşündüğümüze göre,
mutluluk üzerine biçimsel olarak sözetmek kalıyor geriye.
Önceden söylediklerimizi ele alırsak sözümüz daha kısa
X. 6. 211
2 pr\}xiv<a. avvrofKOTepos hv etrj 6 \6yos. ftıropLev St/ oti oİ k
İarıv ^^ıs* KOt yap r<Ş Kaûeuöovrı 8ıâ ^îo v İTtâpyp^ «v, 0v-
T&v C^VTi ^iov, Kal b va rvyp vvT i r a p.4yıara. el ravra 35
p,^ ipia-Keı, dAAa paW ov els hipyeıoLV rıva Oereov, KaOi- 1 1 7 6 '
Ttep 4 v Tots npoTepov eîprjraı, TÛy 5 ’ ivepyetâv at p iv eltrıv
avayKatat Kal 8t’ erepa dlperal at 6e Kad' abrâs, brjKov
8ti t^ v tvbaıpoviav t &v Ka0 * avras alpeT&v rıva öereov koI
ov T&v bı &Wo‘ obbevos yap 4 vbe^i ^ evbaıpovia dAA’ avrâp- s
3 KTff. Kad* a'&râs b' el<rlv a lp e r a l a(f> & v prjb^v ^7rtf>;reîraı
Traph T ^v k v ip y e ıa v . r o ıa v r a ı 6’ e ıv a ı boKOvaıv al K ar &pe-
rr)v Trpâ^eıs’ r d ycLp K aka Kal a ıro v b a îa ırpİT T eıv r& v bı
a vrh alper& v. Kal r& v ıta ıb ı& v b"k al fjb e îa ı' ov y a p bı
İre p a a ir h s a ip o v v r a i’ p k â ır r o v r a ı y a p dır* av r& v p a k k o v «o
rj &<f>ekovvraı, ip e k o O p r e s r& v <r<ûp6.Tonv kü I rrjs KTrjaeo»?.
K araıfyevyovtn b' irrl to s r o ı a d r o s b ıa y o iy a f r& v e itb a ıp o v ı-
Çoplvtûv ol Ttokkol, bı6 rta p a r o î s rv p d v v o ıs eib o K ip o vtrıv
ol raîs roıairraıs bıaytoyals evTpâırekoc &v yap i<f>Uv-
raı, iv to8tois ırapeyavcrı <r<fiâs aîırovs ^6eîs, beovraı 8e roıov- >5
TO)y. boKeı pev obv eibaıpoviKa ravra eîvai bıa ro rov 9 iv
4 bvvacrrelaıs iv rol^roıs dTroo^oAd^eıy, oibev 8 ’ îo-tos oTjpeîov
ol ToıovTol elaıv' ov yap iv r ^ bvvacrreveıv fj iper^ ovb* d vovs,
d 0 * &v al (Tirovbaîai ivepyeıai' ovb' ec dyeuoroı ovroı ovres
^bovrjs elkiKpıvovs Kal ikevOepiov im ras a-topariKas Kara- 20
<f>eTjyov(rıv, 8 ıd roCro Taijras olrjreov alpertaripas eîvai’ Kal
yap ol Traîbes ra itap avroıs rıp&peva Kpiriara oîovraı
eîvai. eikoyov b"q, &<nrep TTOıcrı koI ivbpâ<rıv irepa <^al-
5 veraı rlpıa, o8ra> Kal <f>avkoıs koI imeiKİtrıv. Kadâırep obv
TTokkdKis eîprjraı, Kal rlpıa koİ fjbia i<rrl ra Ty <nTovbaC<p 25

83. Sil scripsi: 8* codd. 84. ^vrov V 1176^ 15. rotoİTĞ/y'] roirtty
18. oiS* 4 L*>: 4 8i M*>: o48i vel o48* 4 T
211

olacak. Mutluluk bir huy değil, bunu söyledik. Çünkü bu


durumda yaşam boyu uyuyan, bitki gibi yaşam süren, en
büyük felaketlere uğrayan bir kişide de bulunabilirdi. Bu 35
kabul edilmiyorsa, daha önce dediğimiz gibi, özellikle bir 1176b
etkinlikle ilgili ele almak gerekiyorsa; etkinliklerden kimi
zorunlu, bir başkası için tercih edilen etkinliklerse, kimi de
'kendi başına' tercih edilen etkinliklerse, şu açık: Mutluluğu
bir başkası için değil, 'kendi başına' tercih edilen bir şey ola­
rak anlamak gerekiyor. Mutluluk hiçbir şeyden yoksun de­
ğildir, kendine yeter. 'Kendi başına ' tercih edilenler, onlar­
dan etkinliğin dışında hiçbir şey beklenmeyen etkinliklerdir.
Bu tür olanların da erdeme uygun eylemler olduğu görü­
nüyor. Çünkü güzel, erdemli şeyler yapmak kendisinden ötü­
rü tercih edilen eylemlerin işi. Hoş eğlenceler de böyle; onlar
başka şeyler için tercih edilmiyor. Nitekim bedenlerini ve
elindekileri onlar için ihmal edenler, onlardan yarardan çok 10
zarar görüyor. Mutlu sayılan pek çok kişi ise bu tür yaşantıya
sığınıyor; bunun için bu tür şölenlerde eğlendirici olan kişiler
tiranlar yanında iyi yer ediniyor. Çünkü onlar berikilerin ara­
dıkları şeylerde hoşluk sağlıyor, berikilerin gereksindiği de
bu. Demek ki, iktidarda bulunanlar boş zamanlannı bunlaria 15
geçirdikleri için bunların mutluluk verici olduğu düşünü­
lüyor, ama bu tür kişiler hiçbir şeyin kanıtı değil; çünkü er­
demli etkinliklerin kaynağı olan, erdem de us da 'iktidarda ol-
mak'ta değil. Yine bunlar saf ve özgür bir kişiye özgü hazdan
anlamaz kişiler olduklarından bedensel bazlara saparlarsa, bu 20
nedenle bedensel bazların daha tercih edilesi olduğunu da
düşünmemeli. Çocuklarda kendilerince daha değerli olanla­
rın en önde gelenler olduğunu sanır. İmdi nasıl çocuklara,
büyüklere farklı şeyler değerli görünüyorsa, eğri kişi ile doğru
kişi için de böyle olması usa uygun. İmdi sık sık dediğimiz
gibi, değerli olanlar, erdemli kişiye böyle görünenlerdir. Her- 25
212 X. 6— 7.
rotavra Svra' İKdar(^ d* ^ Korâ t^ v oİKfCav İÇıv alpero)-
T&nı ivdfryeıa. Kal ry aırovbaCif fj Karh dpen/jv. ovk 6
iv vaihıŞ &pa Tf tvbaıpovCa’ Kal yap ârovov tö W\o9 eîvat
Traıbıâv, Kal ırpayp^iTfdeffOaı Kal KaKOvaûfîv rbv ^iov
30 âvavTa rov ıraC^eıv \âpıv» İ/navra yap tlıriiv kripov
İvfKa alpoijpeda ır\^v rrjs eibaipLOvCas’ rikos yâp aSrrj.
<rvovbâC€W 5e Kal ıroveîv vaibıds \dpiv ^kldıov <fta(vfraı Kal
kıav vaıbiKdv. ıraC^^ıv 5* Sırats (movbdCıı, küt* *Avd^ap<rıv,
dpO&s ^eıi' 5oKe(* âvaıradcru yhp İoiKiv ^ vaibiij ddvva-
35 Tovvres 5e avvfx&s ıroı/eîv âvaTraij<rew biovraı. oi örf rikoç
1177 * ^ âvd-Trava-ıs' yiveraı yhp İv€Ka rrjs ivepytCas. boKtî b* 6
(vbaipcov /3Cos küt dper^v tîvai' o5 ro9 5^ ptra (nrovbijsj
dkk' oİ k İ v TratdıŞ. fifkrCai re kiyoptv r i aıtovbala r&v 7
ytkoliûv Kal ptra ıraıbıas, Kal tov ^ckrCovos dfl Kal
S popCov Kal dvdp<&ırov (nrovbaioripav t^ v ivipytıav' 5e rov
fiekrCovos Kpelrruv Kal eibaıpoviKtûTfpa ijbrı. dıroka^freıi 8
r* &v T&v <rapart,K&v rıbov&v 6 Tvx<bv Kal ivbpdvobov o5x
fjTTov rov dpCoTOv' fvbatpovCas 5* ov5el; ivhpaırddtp pLeroAl-
buHTiv, €İ p.^ Kal filov. ov yhp iv raîs roiadraıs bıayatyats ^
10 €vbaıpov(a, dkk* iv raîs Kar* âpfr^v ^vepye£at9, KaOdv^p koI

Ttpdr€pov fîprjTai,
7 Ei '5* ^oTiV ^ cvbaıputvCa Kar* dperrıv ^vepyeto, evkoyov VII.
Kara r^v KparCımıv' alhrı 5* hv €Îrı rov dpCarov. eTre 5^/ vov;
rovro efre &kko rı, 5 5^ Kara <l>d<rıv boKtî dpx<eıv Kal ^yet­
iş a$at Kal İvvouıv vepl Kok&v Kal deUov» efre 0€Îov dv
Kol airh efre t&v İ v ^pxv rh ûfidrarov, ^ rodrov ivipyfta
Kara t^ v oİKtCav dptı^v efi} hv fj rtk tla tviatpovia. 5rı
5’ iari dfiûprıriKJii efpıjraı. opokoyovptvov bi rovr* &v 6 d^€i€V 2

27. Nt V cod. Par. 1417; S i 4 M»* 28. rh om. M* U 77» 4.


Kol TÛy ııtrk
212

bir kişi için ise en çok tercih edilen etkinlik kendi huyuna
uygun olandır, erdemli kişi için erdeme uygun etkinlik en
çok tercih edilen etkinliktir. O halde mutluluk, eğlencede
değil; hedefin eğlence olması, tüm yaşam boyu eğlence
uğruna çalışıp didinmek saçma. Nitekim, söylemek gere- 30

kirse, mutluluk dışında her şeyi bir başka şey uğmna tercih
ediyoruz, çünkü hedef o. Oysa eğlence uğıuna çabalamak,
.didinmek aptalca, çok çocukca görünüyor. Ânakharsis'in
dediği gibi, çalışıp didinmek amacıyla eğlenmek yerinde
görünüyor. Nitekim eğlence bir dinlenmeye benziyor; kişi­
ler sürekli didinip duramadıklan için dinlenmeye gereksi­
nim duyuyor, dolayısıyla hedef dinlenme değil; çünkü ama- 1177a

cı etkinlik. Mutlu yaşam erdeme uygun olandır, diye düşü­


nülüyor; erdemse eğlenmede değil, çalışmakla birlikte olan
bir şey. Yine erdemli şeylerin gülünç, eğlenceli şeylerden
daha iyi olduğunu da söyleriz; insanın daha iyi yanının et­
kinliğini daha erdemli sayanz; daha iyi yanının etkinliği
daha değerli, daha mutluluk vericidir. Herhangi bir insan ya 5

da bir köle, bedensel bazlardan en iyi kişiden daha az hoş­


lanmayacaktır. Oysa hiç kimse, onu özgür yaşama bağlı tut­
tukça, mutluluğu bir köleyle bağdaştıramaz. Mutluluk bu tür
eğlencelerde değildir, daha önce de dediğimiz gibi, mutlu- 10

luk erdeme uygun etkinliklerdedir.


Mutluluk erdeme uygun bir etkinlik ise, en yüksek
erdeme uygun olması ussal. Bu etkinlik de en iyiye özgü
olsa gerek. İmdi bu ister us olsun, ister doğal olarak bizi yö­
nettiği, yol gösterdiği, güzel, tannsal şeylere özen gösterdiği
düşünülen başka bir şey olsun; ister kendisi tannsal bir şey 15

olsun, ister bizdeki en tannsal şey olsun, onun kendine


özgü erdeme uygun etkinliği tam mutluluk olsa gerek. Bu
etkinliğin ise teori etkinliği olduğunu söylemiştik. Bunun
X 7. 213

€Îvaı Kal TOÎs Ttponpov Kal r<f> âXıj6fi. KparCa-Tt] re yap


aUkrı karlv ^ ivepycıa ( ko.1 yhp S vovs t &p İ v rfpâvf Kal r&v 20
yvavrr&Vf vtpl & 6 vovs)' İ ti 5t (TVV€\€frrâTTf' d«opfiv [ t «]
3 yap bvvdpfda <rvve\&s pâW ov rj ırpA m ıv ânovv. oldpeûâ
re öeîv ^bovrıv 'itapap,e\û)(fiaı rrj evbaıpovCq, ^blarrı be râv
Kar* iiperrıv ivepyeıâv fj Kara rrıv <ro<t>Cav dpLokoyovpevots
iarLv' boK€Î yovv rf <^iko<ro^La davfiaarâ; r\bovas İ\e ıv 35
KaOapetdrrırı Kal r<|! ^efiaC<p, evkoyov ro » elbda-ı râ v C>1 ~
i rodvruiv rıbCo) rrıv bıayoay^v eîvai. ij re keyopevr] avrâpKeıa'
rrepl rrıv deoaprıriKrıv p6kı<rr bv etrı' r&v p^v yap rrpbs ro
Ctjv ivayKaCtov koX <ro0 o? Kal bİKaıos Kal ol koırroi bioırraı,
rots be roıovroıs Ikovûs Ke\oprıyripiv<ı>v b pkv bUaıos beîraı 30
rrpbs ots biKaıorrpayri<reı Kal ped* &v, bpoUos b\ Kal 6 <r(o-
(f>pa>v Kcu 6 bvbpeîos ko.1 r&v âkktov ^Kaaros, o be <ro<f>bs
KoX KoJd* avrbv &v bdvaraı deropelv, fcal b<r<p bv oorfuarepos
p a kko v ^ ik r ıo v b' î<r<os avvepyovs e\oiv, akk* o p m
5 avrapKİrrraros, bd^ai r* bv avrrı pdvfi Sı’ abr^v byaıra- U 77 *•
<r$aı' ovbiv yap brr* avrijs yiveraı rrapa rd decop^araı, ârro
bi r&v rrpaKriK&v ^ rrkeîov v fkarrov rreptrroıodpeâa rrapa rrıv
6 rrpa^ıv} boKeî re ^ evbaıpovCa iv r^ oyok^ elvac boyo-
kodpeda yap îva ar^okdCropev, Kal rrokepovpev îv elpı^vrıv 5
âyapev. r&v p iv odv rrpaKriK&v bper&v iv roÎ9 rrokıriKoıs
rj iv roîs rrokepiKoîs ^ ivipyeıOy al 6 e rrepl ravra rrpd^eıç
boKovo’iv aayokoı eîvai, al p iv rrokepiKol Kal rravrek&s
(ovbels yap alpeîraı rb rrokepelv rov rrokepelv eveKa, ovbe
rrapa<rKevdCeı rrdkepov’ bd^at yap bv rravrek&s pıat<f>dvos 10
rıs eıvait el ro6 ; <f>Ckovs rrokepCovs rroıoîro, tva pdyaı Kal
(pdvoı yCvoıvro)' lo rı 6^ Kal 17 rov rrokıriKOv dayokos, Kal

19 . Tf om. M” 21 . T«om. F 30 . r&y Si rotoirmy V 1177 '*


1. t’ K*: s*vulg. 8. ırpoKTiKâv K**: vpaitroy vu\g. 12 . ylyrrraı
K'‘; ylyttyraı M'*
213

daha önce söylediklerimize, hakikate uygun olduğu gö­


rünse gerek, çünkü o en yüksek etkinlik (us, bizdeki en yük- 20

sek şey, bilinen şeylerin en yüksekleri de us nelerle ilgili ise


onlar). Aynca o en sürekli etkinlik: Biz bir şeyi yapmaktan
çok daha sürekli olarak teori yapabiliriz. Mutluluğa hazzın
da katılması gerektiğine inanıyoruz; erdeme uygun etkinlik­
lerin en hoşu ise bilgeliğe uygun etkinlik, bunda uzlaşılıyor.
Aslında felsefenin anlık, sağlamlık açısından en hayranlık 25

verici hazlan taşıdığı görünüyor; yaşamak, lıakikati bilenler


için, onu arayanlardan daha hoş, bu da usa uygun. 'Kendine
yeterlik' dediğimiz şey de en çok teori etkinliği ile ilgili olsa
gerek. Nitekim yaşam için zorunlu olan şeyleri hem bir bil­
ge hem adil bir kişi hem de öteki insanlar gereksinir. Bu tür
kişiler bunlara yeterince sahip olsalar bile, adil kişi onlara kar- 30
şı, onlarla adil eylemde bulunacağı kişilere gereksinim du­
yar, ölçülü kişi, yiğit kişi, ötekilerin herbiri de öyle. Oysa bil­
ge kişi kendi başına olsa bile teori etkinliğinde bulunabilir:
Ne denli bilgeyse o denli çok. Birlikte çalışacağı kişilere sa­
hip olursa belki daha iyi, ama yine de kendine en yeter kişi
o. Yalnızca bu etkinliğin 'kendi başına' sevildiği görünse ge- 1177b
rek: Çünkü ondan, teori etkinliğinin dışında hiçbir şey oluş­
maz; yapılanlarda ise eylemin kendisi dışında az çok bir şey
elde ederiz. Mutluluğun, dinginlik içinde olduğu da görü­
nüyor: Dinginliğe ermek amacıyla dinginliği feda eder, ban- 5

şı sürdürmek amacıyla savaşırız. İmdi uygulamalı erdemle­


rin etkinliği siyasal ya da askeri işlerde; ama birincilerle ilgili
eylemler dingince değil, diye düşünülür. Savaşla ilgili olan­
lar ise büsbütün böyle (nitekim hiçkimse savaş yapmak adı­
na savaşı tercih etmiyor, ya da savaşa yol açmıyor; biri 10

çatışma, ölüm olsun diye dostlannı düşman ediyorsa,


hepten 'cani' diye düşünülse gerek). Siyasetçinin etkinliği
214 X. 7 .
irap’ avrb tu TTo\iT€iİ€(rdat vepıırotovfji^tnj dvpaoTfiag Kal ti-
fiâs fj 7T/V ye evbaifioviav airü Kal toîs trokCrats, kripav
IS oîoroıı Trjç ‘nokiTiKİjs, fjv Kal ÇtjTOVfifv b^kov &s kripav oi<rav.
el T&v pkv Karâ Tas iperas Ttpâ^eav al TrokiTiKal Kal 7
TTokepiKal Kdkkeı koI peyidet TTpoiyovaıv, abrat b* aayp^
kot Kal Tİkovs TLvbs k<f>C€vraı Kal oi bt avrcts alperaC c2<nv,
fj bk Tov vov kvipyeta aTrovby re bıaxf>ipeıv boK€Î 6ea>prjTiKf\
20 obara, fcat irap’ airfjv ovbevös ktfyleaOaı rekovs, Kal İX€tv TrjV
fjbovijv olKeiav (aijrrj be avvav^eı TrjV evipyeıav). Kal rb avrap-
Kes bfj Kal ayokaa-TiKÖv Kal aTpvTov öbs dvdpt&TTip, Kal 5<ra
&kka rp paKaplip âırovipeTaı, ra Kara To&rrjv rfjv kvipyeıav
<f>aCverat 8vra' fj rekela bfj evbaıpovîa aSrtj hv etrj i.v-
25 dp<&TTov, Ao/3o0(ra prjKos /3tou riketov’ ovbkv yap brekis k<Trı
Tutv Tİjs evbaıpovîa''^. 6 bk roıovros &v eîrj fiCos KpeCrrıov rj 8
»car &v6pu)TTov' ov yhp fj &v6pcuTr6s karrıv obra> ^ı^Kreraı, bikkC
fi ûeîdv Tl iv avTiâ vTrdp^eı' 8<rov bk bıa<f>ipeı tovto tov avv-
Öİtov, Totrovrov Kal fj ivipyeıa rfjs Karh rfjv akktjv dperyv.
30 el bfj deîov 6 vovs npds rdv âvâptarrov, Kal 6 Kara rovrov pCos
öeıos rrpds tov dvdpı&tnvov ^Cov. ov xpfl bk Kara rof/s •napaı-
vo€ı;ra$ dvOpt&TTiva <f>poveıv ApOputırov 8vra ovbk Ovrjrh rhv
dvTjTov, dkk* k(f> ocrov kvbix€Taı dBavariÇeıv Kal rrdvra Ttoıeîv
Ttpbs rb Kara ro Kpdrıarov t &v iv avrp‘ e l yhp Kal
1178 r<{) 8yK(û piKpdv ecrrı, bvvdpeı Kal rıpıdnjTi rrakfı pdkkov
ırdvTüiv vnepi^eı. bd^eıe b* &v Kal eîvai İKaarros rovro, etırep 9
r d Kvpıov Kal dpeıvov. droıtov obv ylvovr &V, d pfj rbv
afiTOV fiiov alpoÎTo 6Xkd rıvos âkkov. r b ke/Oiv re ırprfre-
5 pov bppdaeı Kal vvv rb ybp oİKeıov kKdarp ry (f>dcreı Kpd-

20. Kal 1'^*' vulg. 21. oUtiay] r€\e(ay obcttav


K** M** 22. Sh M** iifSp<6ırıyoy L** F 23. rk om. 24,
hvO p^ut K** 28. İtroy—29. TO<rwroy K**; İ<rfp— ro<roİT^ vulg.
1178« 1. K o ı d n r n K** 2. î* om. K** M** tKcurros (w»v F) t l y c u L»* F
214

de dinginlik içinde değil. Devlet yönetimiyle uğraşmak dı­


şında, iktidar, onur ya da kendisi için ve yurttaşlar için siya­
setten farklı olan bir mutluluk sağlamaya çalışır; mutluluğu 15

siyasetten farklı bir şey olarak incelediğimiz de açık, imdi


erdeme uygun eylemlerden siyasetle ve savaşla ilgili olan­
lar büyüklük bakımından öne çıkıyorsa, bunlar dinginlikle
ilgili değildir, bir amaca yönelir, kendilerinden ötürü tercih
edilesi eylemler değildir. Oysa us etkinliği teori ile ilgili ol­
duğundan ötürü, erdemce farklılık taşır, kendisi dışında hiç­
bir hedefe yönelmez, kendine özgü bir haz taşır (bu da et- 20

kinliği kamçılar), kendine yeteriidir, dingincedir, bir insan


için olabildiğince kesintisizdir, mutlu bir kişiye yakışan bü­
tün öteki özellikler, bu etkinliğe uygun görünür. Demek ki,
bir insanın tam mutluluğu bu olsa gerek: Ama yaşamın ta- 25

marnını kapsarsa, çünkü mutlulukla ilgili konularda tam ol­


mayan bir şey olmaz. Ne ki, bu tür bir yaşam bir insanın
doğasını aşacaktır, çünkü bir insan olmakla değil, onda tan-
nca bir özellik bulunmakla, böyle yaşayacaktır; bu, insan
yapısında ne denli farklı ise, onun etkinliği de öteki erdem­
lere uygun olan etkinliklerden o denli farklı olur, imdi us, 30

insandaki tannca bir şey ise, usa uygun yaşam da insan ya­
şamındaki tanrıca bir şey olacaktır, imdi, insan olduğumuz­
dan insanla ilgili şeylerle, ölümlü olduğumuzdan ölümlü­
lerle ilgili olan şeylerle ilgilenmemizi öğütleyenleri dinleme-
meli; kendimizi olabildiğince ölümsüzleştirmeli, bizdeki en
üstün şeye uygun yaşamak için her şeyi yapmalı. Nitekim o, 1178a

kütlece küçük olsa bile, olanak, değer bakımından her şeyi


çok çok aşar. Asıl olan, en iyi olan o ise, herbir kişiyi o kişi ya­
panın da us olduğu görülse gerek, imdi insan kendi
yaşamını değil, başka birininkini tercih etse, bu saçma olacak­
tır. Daha önce söylediğimiz de şimdi söylediğimize uyuyor:
Doğal olarak herbir kişiye özgü olan şey, onun için en asıl 5
X. 7— 8. 215

TiiTTOV Kal ijbıaTov ia rıv İKaartf’ koX avOfmınf 6 Kath


rhv povv 0CoSf etvep rovro yÂKurra &v6p<ûvos» ovros &pa Kal
€vhaıpovi<rraT09 .
V III. AfvripoiS b* 6 Karâ. r^v aWrıv hperqv' al yap Kara 8
raönnv ivipy€uu av$pa>TtiKa(. bİKaıa yap Kal iivbpfîa Kal r â lo
& \\a ra Karâ rhs âptras rrpds &Wıq\ovs TTpârTopfV iv
avvakkâypaaı Koi rrpâi^aı rtavrotaır İv re
Tots rrâdffft bıaTt)povvT€s rb Ttpivov İK jtory ra m a 6* ttvai
2 <f>aıv€raı trâvra ApOpcaıUKâ. İvıa Kal avpŞaiveıv iırû
rov a-tiparor boKfî, Kal v o \ \ â trvv(pKeı&a-Oaı rotr vâBea-ıv 15
3 ^ Tov t)0ovs Apenj. avviC^VKraı öf Kal fj ^pAınjo-ır r^ rov
rjâovs Aptrfi, Kal avrrı rfj <f>pov^a-eı, tîrtfp al p iv rrjs <ftpo-
v^a€tas Apyal Karh rhs ‘^OtKâs d a iv AptrAs^ ro 5* op$bv
r&v ^$iK&v KarA r^v <f>p6vrja’iv. avvrıprrıpivaı fi’ avrat Kal
TOÎs v A O f t n TTfpl rb amOerov A v eîfv’ al b \ rov avvBirov o/ae- 20
ra i AvûptûViKaC’ Kal 6 0Cos fi^ 6 Kara roAras ko.1 ^ evbaı-
povCa. rı bi rov vov Keycapıapivr)' roarovrov yap rrepl avrfjs
4 flfy^ad<û‘ bıaKpı^&a-aL yap p^iÇav rov trpoK€ipÂvov ia-riv. fio^etc
fi’A v Kal rrjs İKrbs \opr\yias in i piKpbv ^ irr* iKarrov fitî-
<röaı rrjs ijÖik^ s . râ v p lv yap avayKaltov Ap(f)oîv
Kal taov İcTTüif (î Kol pakKov bıarroveî rrepl rb a-&pa o
rrokıUKOS, Kal oca roıavra' piKphv yap Av rı bıa(j>ipoı'
rrpbs bi ras ivepyeCas rroKv bıoCaeı. r <3 plv yap i\€V0epi(p
be^a-eı yprjparaiv rrpbs rb rrpârreıv r a iKevGipıa, Kal rÇ
biKaı<f brı €İs ra s Avrartoboa-eıs {al yap /3ovXtjo-€IS afiîjAot, 30
rrpocrrroıovvrai 8^ Kal ol p^ bUatot ^oAkeordaı öiKaıOTrpayeîv),
r y AvbpfIip 8^ bvvâpem, eîrrep İTrtreAet rı râv Kara rrfv

9. kot’ uM iv L** r 10 . T İ add. L* 19. ffvmıprtıiiiyn 8* ofrroî»


K** 21. Kor* altrks U‘ 28. tlfHicBt» Aretinus : co<]d
lutftPûaaı K** 78^] 8i codex Victorii 24. 4»1] ^ M K** M** 27.
Stapiptty K** 28. tfvyiıotatı 32. r^y add.
215

olan, en hoş olandır. O halde bir insan özellikle o olduğun­


dan ötürü, "insan" için bu, 'akla göre yaşam'dır. Demek ki
en mutlu yaşam da budur.

Karakter erdemine uygun yaşam ikinci sırada gelir, çün­


kü buna uygun etkinlikler 'insanıl'. Alışverişlerde, hizmet- lo
lerde, her tür eylemlerde, tutkularda herbir kişiye özgü ola­
nı gözönüne alarak biribirimize karşı adil, cesur, erdemlere
uygun başka şeyler yapıyoruz; bütün bunlann da insanıl ol­
duğu görünüyor. Karakter erdemi kimi durumlarda bedene
bağlı, çoğu durumda da tutkularla içiçe diye düşünülür. Aklı 15
başındalık karakter erdemiyle, beriki de aklı başındalıkla
içiçe: Aklı başındalığın ilkeleri Isırakter erdemlerine uyuyor;
karakter erdemlerindeki doğruluk aklı başındalığa. Erdem­
ler tutkulara bağlı olduğundan ötürü ihsanın birleşik yapı­
sıyla ilgili olsalar gerek. Bu birleşik yapının erdemleri de in- 20
sanıl. Demek ki, yaşam ile mutluluk da onlara bağlı. Usunki
ise ayrıbaşına; ama onun üzerine söylediklerimiz yeter,
bunu daha kesince belirlemek elimizdeki konuyu aşıyor. Ne
ki, usa bağlı mutluluğun dışa ait iyilere pek az gereksinim
duyduğu, ya da karakter erdemine bağlı olanlardan daha az
gereksinim duyduğu görünse gerek. Nitekim siyasetçi beden­
le, bu tür pek çok şeyle daha çok ilgilense bile, berikisinin de 25
zorunlu şeylere gereksinimleri eşit olacaktır, çünkü beriki­
lerde çok az fark olur. Ama etkinliklerle ilgili fark büyük ola­
caktır. Nitekim cömert kişi cömertçe şeyler yapmak için, adil
kişi yapılanın karşılığını verebilmek için parayı gereksenecek
(çünkü 'niyet' belirsiz bir şey; adil olmayanlar da adil davran- 30
maya niyetliymiş gibi görünebiliyorlar); yiğit kişi kendi erde­
mine uygun bir şey yapacaksa güce gereksinim duyacak,
216 X. 8.
ap€TqVi Kal ry <r<&<l)povı i^ovaias' v&s yâp hrjkos İaraı fj
o İ T O s rj râv S X K a > v ns ; iiptpKrfiriTeîrai re v ^ r t p o p Kvpuarc- 6
35 pop Trjs ipfTÎjs ^ ‘irpoalpftrts rj al ırpd^ftç, &s cı/ i^<ftoîp
1178** ovoTjs' rd htj riKtiOP b^\op tas ip ip^dip hp tlrp rrpbs bi
rds rrpâ^fts itoXXûp beîraif Kal Scrtp İlp pelCovs ^<rt Kal
KoKkütvs, v K e ı o p a t p . rtp bi detûpovprı obbtpos râp toio6t<ûp 6
rtpos ye rrfP ipipyeuuf yjtfia^ dA.A* &s €İtt€Îp Kal iprrddıd iarı
5 TTpds ye T tjp ûetapCap' ^ ö’dpdpoiiros iarı Kal ırXeıo<rt o v ^ ,
alpeîraı r i Karo t ^ p dperrjp TTpdmip' de^cerot obp t &p roıai-
T(üP rrpbs rb dpdp<arr€V€<rdaı. tj reAefa tbhaıpopia on deatpıj' 7
TiK'fj n s ^oTİv ivipyna, Kal ipnvöip dv <f>ap(Crj. tovs deobs
yap pdkt,ara vruıXrj<l>apiP paKaplovs Kal €vbaCpopas eîpai’
lorrpd^fis 6 ^ rtoias drropfipai ypiOiP abrolsi rrorepa rds 8 t-
Kaias} rj yeAotot (fiapovvTaı <TVpak\dTTOPTfs Kal napaKara-
dı^Kas drtohıbopTûs Kal Şa-a roıavra; âW â râs dpbpetovs**
imopipopras rd ^o/ 3 epd Kal Kipbvvevopras S n ko\ op ; rj
Tas i\fv0€p(ovs; t İpi bi bda-ovtrıp; İ tovop b' el Kal Sarat
ıs airoîs poptapa rj n toiovtop. at 8^ a<û<ltpoP€S ri âp eîep;
^ (jropTtKOS b Srraıposy S n ovk Sypvat ^a vka s im dvpCas;
bte^ıova-t bS rrdvra tfraCpotr* dp ra rrepl rds rrpd^eıs ptKpa
Kal dpd^ıa 0 e&p. dkkd prjp Cw rrdpres brreık^tfraatp
avrobs koI ipepyetp dpa' ov yap b^ Koûevbetp &<mep rbp
20 'Epbvplüipa. Ttp b^ C^PTi rot) rrpdrretp dtftaıpovptpov, e n bS
pakkop rov rroıeîp, t CkeCrteTat rrk^p OetopCa ; &are ^ tov Oeov
ipipyeıa, paKapıSrijn bıat^epovaa^ âe<vptjrtK^ dt' eîr\’ Kal
rS>p dp6po>rrtVüiv b^ rj raSrp avyyepeardrrı evbatpoptKCDrdTij.
tnjpetop be Kal rb prj perSyetp ra Aoitrd evbaıpopCas, 8

84. Si L*»: 8^ 7 f r U 7 8 " 6. rh M*» T ri,y add. K»* 12. 8<ra]


Sıra İWa L** T post ivSptiovs exctdisse nonnihti videtur 13.
ft4yoPT€s 15. «/L**: vulg. 18. ^c C o ra es: r c K ^ L ^ : om.
M** r 20. Si Heliodorus 21. StttpIas L» r 23. Sii tutarı i» K**
216

ölçülü kişi de istenç özgürlüğüne.®^ Yoksa öyle ya da


başka türlü biri olduğu nasıl belli olacak? Madem beriki­
sinde de var, acaba erdemi tercih mi asıl olan şey, yoksa er­ 35

demli eylem mi asıl olan şey, sorusu da tartışılır. Açık ki, 117«>
tamlık berikisinde de olacak. Eylemler konusunda pek çok
şeye gerek var: Ne denli önemli iseler o denli çok. Oysa teo­
ri yapmakta olan birine etkinliği için bunlardan hiçbiri ge­
rekli değil, hatta bunlann teoriye engel olduğu söylenebilir.
İnsan olduğu için ve pek çok kişiyle birlikte yaşadığı için er­
deme uygun olanlan yapmayı tercih eder; demek ki, 'insan­
ca' yaşamak için böyle şeylere gerek var. Tam mutluluğun
bir teori etkinliği olduğu şuradan da açık olsa gerek: Biz en
çok tanniann bahtlı, mutlu olduklanm kabul ederiz. Öy­
leyse onlara hangi eylemleri yakıştırmak gerekiyor? Acaba
adil eylemleri mi? Ama onlar sözleşme yaparlarsa, güvence 10

parası verirlerse ya da buna benzer şeyler yaparlarsa gü­


lünç olmazlar mı? Acaba yiğitçe [eylemleri mi onlara yakıştı­
racağız]? Güzel olduğu için korkutucu işler yapıp, tehlikelere
mi girerler? Yoksa cömertçe eylemleri mi? Kime verecekler?
Onlann parası ya da buna benzer şeyleri olsa, bu saçma
olur. Ölçülü eylemleri neler olabilirdi? Çirkin arzulan olma­ 15
dığından onlan övmek densizlik olmaz mı? Eylemlerle ilgili
şeyler düşünülecek olursa, hepsi tannlar için küçük, değer­
siz görünecektir. Ne ki, herkes onlann yaşadıklannı, etkin­
likte bulunduklannı, Endymion®^ gibi uyumadıklannı kabul
ediyor, imdi bir canlı olarak eylemek çekilip alındıkta ge­ 20
riye teoriden başka ne kalır? Dolayısıyla tannnm etkinliği,
madem mutluluk bakımından farklı, olsa olsa bir teori
etkinliği olur. Demek ki, insanıl etkinlikler arasında bu
etkinliğe türce en yakın etkinlik en mutluluk verici olur.
Öteki canlılann bu tür bir etkinlikten bütünüyle yoksun
X. 8. 217

Tİjs ToıavTTis ivepYtias kareprıp.iva reAe^o)S. to I s pev yhp 25


6tois Attoî 6 /3 /os paKİpıoSf töîs b’ opOpdinoıs, i<f>* o<rov
dpoCaipâ TL rijs Toıotînjs iv tp y d a s v-nApyei’ t û v b' &XXu)v
C<^<ûV oiblv €vbaıpov€Î, İTTub^ ovbapfj Koıpcûvfî dfapıas. i<t>'
5<rov brı bıareiveı ^ 6fa>pCa, Kal ^ evbaıpopia, koI ols paK-
\o p İTtâpytL rb âeapeîp, Kal ivbaıpoptlp^ oii Kara avp^€- 30
ŞriKbs AAAâ Kara t^p dtapCap' aijTrı yap Kad' airrıp rıpla.
&ar ftrı b.p b fvbaıpopıa Ûeupıa ns.
9 Acıfcrcı Kal rıjs İ ktös eınipfpCas ipdpt&Ttfp Sptl’ ov yhp 9
avrdpKTis fj <f>TS<rıç ırpbt rd decopeîı/, okka det Kal ro cr&pa
iyıaCvfip Kol Tpo(f>riP Kal t ^ p komrıp depaiteiap vTtâpyiiv. 35
oh p^ıp olrjTtop y€ TTokküp Kal peydktop be^a-ecrdaı top evbaı- U79*
popıjtropTa, tl p^ı h b ^ e r a t &PfV t &p İ ktos ayad&p pa-
Kâpıop flp a f ov yap kp rjj hrep^ok^ tö aiJrapKes ov8’ fj -npa-
10 fts, bvvaTOP bi Kal p ^ &pyppra yrjs Kal öakârrrjs ırpİT-
T€iP Ta Kokâ’ Kal yap aırö ptTploap bİJPaiT âp t is Trparretp 5
Kari T^p âpfrqp ( tovto ö’ İ<rriP Ibetp ipapyâç’ ol yap Ibıâ-
raı T&p bvpaoTUP ov\ ^ ttop boKovaı ra iıruLKrj ‘Trparretı/,
dAAa Kal pakkop)' I kupop bi Toaavû* vTrip\fiP‘ loraı yap 6
11 filos fibalptap Tov Korâ r^p hpet^p iP€pyovpros. Kal SoAeoi'
5e rovs evbalpLOPas Itnas aıtt^aİpeTo Kokm, tlTtatp perpUns 10
Toîs İKjhs K€\oprıyıjp^povs, veırpayoTas 5e Th k<4AAwtö’, &s
<f€TOf Kal fie^iMKdTai a-a><f>p6pb>s' ipbiy^fTaı yap pÂTpıa
K€KTrip^povs Ttp&TTtip h bfî. lotKe 5 ^ Kal *Apo(ay6pas ov
vkoöiTLOP obbi bvpiim ıp vıroAa/3ctp rdv tibalpopOf elıro>ı> Bti
oİ k hp Oavpitrfup ( t t is Broıtos ı^avtlr\ toîs ırokkoîs' obroı 15
12 yhp KptpovoTi TOÎS İ kt6s, toöt<
op aladapoptpoL popop, trvptfuo’-

31. kot' ahriıy K** 1170* 8 . ırpS{<> K**: Kptns obi' ti vpâ^ts F:
KplTu «M* at wpd(9is 4. âpxoyTOS F 6. Kar4J t 4 teori,
11. Tİ o m . kcU A io O’, A f ] « ( U K i o t * K** F 12. ^ ero ]
«r4r TC coni. Lambinus
217

olmaları yüzünden mutluluktan pay almamalan da bunun 25

kanıtı. Tannlar için yaşamm bütünü mutludur, insanlar


içinse, bu tür bir etkinliğe benzer bir etkinlikleri bulunduğu
ölçüde. Oysa hiçbir teori etkinliğinden pay almadıklan için,
öteki canlılardan hiçbiri mutlu olamaz. İmdi, teori olduğu
ölçüde mutluluk olur; daha çok teori etkinliğinde olan kişi­
ler için mutluluk söz konusudur; bu da rastgele değil, teori 30

yaşamına göre olur. O kendi başına değerli. Dolayısıyla


mutluluk bir tür teori olsa gerek.
Ne ki, insan olduğu için dış iyilere de gerek duyacak­
tır, çünkü doğası, teori yaşamıyla ilgisi içinde 'kendine ye­
ter' değil: Bedenin sağlıklı olması, beslenme, öteki gereken­
ler de bulunmalı. Dış iyiler olmaksızın mutlu olunamasa 35

bile, sanılmamalı ki, mutlu kişi olmak için pek çok, büyük 1179a

şeylere gerek duyulacak: Kendine yeterlik ile eylem ise aşı-


nlıkta değildir; "denize-karaya egemen olmadan" da iyi şey­
ler yapmak olanaklı. Dozunda olanakla da erdeme göre
davranılabilir (bunu açıkça görmek olanaklı: Sıradan yurtta­
şın iktidarda olanlardan hiç de daha az değil, üstelik daha
çok doğru şeyler yaptığı görünüyor), bu yeter. Erdeme göre
etkinlikte bulunan kişinin yaşamı mutlu olacaktır. Solon da
dış iyileri dozunca elde etmiş, en güzel şeyleri düşündüğü
gibi gerçekleştirmiş, ölçülü bir biçimde yaşamış kişilere 10

"mutlu" derken, herhalde bunu gereğince onaylar: an­


cak dozunca iyi elde etmiş olanlann gerekenleri yapma-
lan olası. Öyle görünüyor ki, mutlu kişi pek çoklarına
garip biri görünüyorsa, buna şaşmamak gerektiğini söyle­
yen Anaksagoras da, zengin ya da iktidardaki birini 'mutlu'
diye ele almıyor.®^ Oysa çoğunluk yalnızca bunlan farkede- 15

bildiğinden, mutluluğu dış iyilere göre değerlendiriyor. İmdi


* İİ8 X. 8— 9.
V€Îv Toîs \dyois ioUa(nv ai r&v <ro<fi&v İ6^aı. vUm.v
fiiv oZv Kal r h rotaCra T tp<t, t 6 ö* & K r)B h iv t c îs

TtpaKTiKois (K T&v İ p y u iv Kol rov fitov KplveraC iv rovroii


20 yap rh ıcöpıov. <TKOVfîv vpoftptıpiva \PV
Kal TÖv pCov ^povraSi Kal <ntvq.h6vT<av pjiv toîs İpyoıs
di'irob^KTİoVf bıaxl>oiVoı6vTaiv de X(jyov9 ivoAıjırTİov. 6 di Karâ 18
vovv ivfpy&v Kal tovtov Bfpaıreiicov Kal bıOKilpevos &pıara ko.1
Ö€0(pı\iaraTos louceı/. e2 yap rıs im p iktıa t &v ivOpta-
2$ Ttivfüv İTth df&v y^veraı, &cntfp doKet, Kal tîrı hv ei^Ao-
yov \aCp€iv re aî/Tovs r y iplarıp Kal arvyytvfarâTtp (roöro
d’ d w €Îrj b voSs) Kal roî»s dyaırûvras pikurra tovto küI rt-
p&vTas bvTftmoıeîv &s t &v <f>(kctiv airoîs imp^kovfUvovs
Kal Sp0&s re Kal Kok&s vpdTTOvrds. on d i vdvra rav ra
30 r^ a-oipŞ pÂkıaff iırdp\€iy ovk ibtjkov. BfotjnkiaraTos &pa.
Tov a v rb v b' eUbs K a l e v b a t p o v i a r a T o V & o t € K â v o lin o s t î f j
6 a-o<f>i>s fU İA ıoT* fib a lp u û V .
10 ^Ap* obv el Trepl re Todnov Kal t &v âper&v, İ n d i Kal IX .
kC a s Kal ^ b o v ^ S t U a v & s tİp ıp r a ı t o îs T u m o ıst T İ k o s fx € iv
35 oİTfTİov T ^ v ırp o a C p ta ıv f ^ Alyeraı, oİ k lörtı; i v t o î s
K o S d ır tp
1 1 7 9 v p a K T o îs T İ k o s rd df<aprj<r<u İK a x rra Kal y v & v a i t dAAd
p a k k o v rd ıtp A r T e ıp a v r â ' oddi b ^ wepi d p tT T js ÎK a v h v rd 2
eldeVat, AAA’ İ \ € i v K al % p^<rdai veıpare'ov, ^ el ıroos dAAo>9
dyadol y ı v d p e ö a ; el p i v o b v i f c a v o l k t f y o t a i r d p K d s ırp b s S
5 rd TFOır}o‘a ı i m f i K f î S f ı r o k k o v s h v p ı a d o i t s K al peydkovs b t-
Kai<os İ<j>epov KaTo. to v 0 lo y n v , Kal Ideı &ı; T o d r o v s ıtopCcra-
a-ûaV t'v v di <f>aCvovTaı T tp o T p i^ a a O a ı p i v K al ıta p o p p ^ a - a ı

18. r k om. K** 19. «jpmtroîr L** 20. 8j^ : 8 l vulg. 21. İ k i -
p ip o m u V * T 24. İfoiKcr t b n u ’ ct F M pAm v 26. md]
«rol L^* M** 30. âtö^pıK iararop K** 81. 8* om . 88.
T t om. K** Ka\ post om. F 1170^ 4. yu ro lfu 0 a K * F
6 . / u y i \ o u s om. K**
218

bilgelerin kanılan da bizim dediklerimize uyar görünüyor.


Bunlar belli bir inandıncılık taşıyor, ama yapılanlardaki doğ­
ruluk işlere ve yaşama göre değerlendirilir: Çünkü asıl olan 20

bunlarda. Demek ki, önceden söylediklerini işlerine, yaşam-


lanna taşıyorlar mı, buna bakmalı: Sözler işlere uyuyorsa
onlan kabul etmeli, uymuyorlarsa "lafta" kaldığını düşünme­
li. Ne ki, usa uygun etkinlikte bulunan, buna özen gösteren
kişinin, en iyi şeylere yatkın ve tannlarca en çok sevilen kişi
olduğu görünüyor. Çünkü düşünüldüğü gibi, tanniann insa­
nı! şeylere bir ilgisi varsa; onlann en iyiden, kendilerine en 25
yakın olandan (bu da us olsa gerek) hoşlanmalan; en çok
usu sevenleri, ona değer verenleri; onlarca sevilenlere özen
gösterdikleri için; doğru, güzel davrandıkları için ödüllen­
dirmeleri usa uygun. Bütün bunlann ise en çok bir bilgede
bulunduğu açık: İmdi tannlarca en sevilen kişi de o. Onun
en mutlu kişi olması da doğal; dolayısıyla bilge kişi bu açı­ 30
dan da son derece mutlu olsa gerek.

imdi bunlar üzerine, erdemler üzerine, yine dost­


luk, haz üzerine biçimsel olarak yeterince sözettiysek,
acaba bizim tercihimizin hedefine ulaştığını mı dü­ 35
şünmeliyiz? Yoksa dediğimiz gibi, yapılan işlerde hedef 1179b
tek tek şeyleri araştırmak, bilmek değildir de, daha çok
bunlan yapmak mı? Erdemi bilmek yeterli değildir de,
elde etmeye, onu kullanmaya mı çalışmalı? Acaba
başkaca nasıl "iyi" olabiliriz? Sözler kişileri doğru* kılmak
için yeterli olsalardı, Theognis'in dediği gibi, haklı olarak
sözlere pek çok, önemli ödüller verilirdi, bunun sağ­
lanması gerekirdi. Ne ki sözler özgür gençleri güçlü olmaya;
X. 9. 219

r&v vitav rovs ikevûepiovs l<rxjÖ€iv, ijdos r* euyev^s Kal &s


akrf$&s <fn\6Kakov Troıjjiraı &v KaTOK(axifiov in rrjs ipertjs,
roîıy rrokKovs &bwar€Îv vpbs KokoKayaOCav vpoTp4\l/o(r$aı' *o
4 oit yap Tr«ffVKO<nv albot v€iOapx€Îv âXka <^oj3 ^ , ovb* i v i -
X€crOaı t Qv tpa^Katv bıa t 6 alaypdv ÂAA.a bıa ras TipM-
pias' vâ d fi yap rcLs oİKeCas ^bovits bıt^Kova-ı Kal
bt* &v avrat İaovrat, <peHyova-ı bk ros ivriKupevas Ki/vas,
Tov b4 Ka\oi; Kal 6.K.r]d&s ^btos ovb* ivvotav İ^ova-ıv, &yev“ 15
6 (TToı Svres. rovs brı roıo^/rovs rts hv Aoyos p.erappvOplo'at; oi

yap ol6v T€ fj ov p^bıov râ 4k ıroKatov roîs »/öeo-ı KareıKrjp-


piva K6y(p peTaaTİ}<rai‘ .âyanrjrbv b* X<roiS 4artv €İ ttAvtcüv
{ntap)(6vT<ûV bC «5ı; ^‘irıeiKCÎç boKOvpev yCvforOaı, peraKâ^ot-
6 p€V rrjs iperijs. yCvfaOaı b* âyaûobs oîovraı oi p4v <f)V(r€i 20
0% b* İdet 0% 8^ bıba\^. rb p€V obv Tfjs <j>^<r€ü}s brj\ov «s
oİ k 4<f) rıpîv bırâp^fi, &Wh b ıi rıvas detas alrıas roîs &s .
dXr}6ûs €İTVx4arıv bırâp^ei’ b 8^ X«fyos Kal f\ btbay^ prı
TTOT oİ k 4v âıracrıv l<r\v€t, bW h bet rrpobuıpy&adaı roîs
€Ü€(rı rrıv rov i.Kpoarov ylrv\rıv ırpbs rb Ka\<bs
7 p ta e tv , â a ır c p yrjv rrıv 6pi>^ova-av rb a ır ip p a . ov y a p İLv
(ZKOt/treıe Arfyou ârrorp4rrovros ovb* ad <rvvfCr\ 6 Kara rrdffos
a& v’ r b v b* o d r m İ ^ o v r a rr&s o lo v re pcraT reta-at; 3 \tû s r*
8 ov boKCÎ \dy<p irttilKtıv r8 rr&dor akkb. ^La. 8eî 8^ rb ^Oor
Trpovrrip^etv ırcoy oIk€Îov rr}s i.p€rr}s, arcpyov rb Kokbv Kal 30
hvay€patvov rb alayfidv. 4 k viov b* üyoĞyrjs dpdrjr n ^ e î r
•TTpbs ap€T^v xa\€irbv drtb rotodrotr rpa<f>4vra vopoır' rb
yap aa)<f>p6va>s Kal KaprepiKÛs ‘iroAAoîs,
ÂAAaif re Kal vioıs. 818 vdpots 8eî rerıi^öaı r^v rpw^^v
Koi r a İTTirrıbet/para' ovk lo ra ı yâp Kvırrıpa <rvvy}0 rj yevo- 35

17. fetö-t r 22. tfs om. K** 24. iyurxh M*» »« M» T i


L*; «^K»- 25. L*» 35. yeyifitya O**: yıy6fi*ya vulgr*
219

alışkanlıklannı soylu, gerçekten güzeli sever, erdemlere


bağlı kılmaya yüreklendiriyor, özendiriyor ama pek çoğunu 10
" î y i - g û z e l " e ulaştıramıyor. Çünkü onlar doğal olarak utan­
ma duygusuna değil, korkuya baş eğer, kötüden çirkinlikler
yüzünden değil, cezalar yüzünden uzak dururlar. Tutkuyla
yaşadıklanndan kendilerine özgü hazlann, bunlan sağlaya­
cak şeylerin peşinde koşuyorlar; bunlara karşıt acılardan ka­
çıyorlar; oysa 'güzel'i, gerçekten hoş olanı- tadına varama-
dıklanndan-, bunlan düşünmüyorlar bile. îmdi böyle insan- 15
lan hangi söz değiştirebilir? Nicedir karaktere işlemiş şeyleri
bir sözle değiştirmek ya olanaklı değildir ya da kolay değil­
dir. Ama belki de istenecek şey şu: Onlar aracılığıyla doğru
kişiler olarak göründüğümüz her şey bizde bulunursa er­
demden pay alabiliriz. Öte yandan kimi doğal olarak, kimi 20

alışkanlıkla, kimi de eğitimle "iyi" olur, diye düşünülüyor,


imdi doğadan kaynaklananın bize bağlı olmadığı, onun ger­
çekten şanslı kişilerde tanrısal bir nedenle bulunduğu açık.
Söz ile eğitim ise her zaman, herkes üzerinde etkili değil;
tıpkı toprağın tohumu yeşertmesi gibi, dinleyenin mhunu
güzelce hoşlanacak, gerekenden nefret edecek şekilde alış­ 25
kanlıklarla işlemelidir. Çünkü tutkuya göre yaşayan kişi onu
bundan vazgeçirecek söze kulak vermeyebilir, imdi bu tür
birini değiştirmek nasıl olanaklı? Genellikle tutkunun söze
değil, zora başeğdiği görünüyor. Demek ki güzeli seven, çir­
kinin düşmanı olan, belli bir şekilde erdeme özgü bir karak­ 30
terin oluşması gerekiyor. Bunu gerçekleştirebilecek yasalar­
la yetiştirilmemişse, gençliğinden itibaren erdeme yönelen
doğru bir eğitim alması zor olur. Ölçülü bir şekilde, sağlam
karakterli yaşamak çoğunluk için, özellikle. dç gençler
için pek hoş değil. Bundan ötürü eğitim ve uğraşlar ya­
salarla belirlenmeli: Alışkanlık haline gelen şeyler artık 35
220 X. 9.
1180* ıi€va. ov\ İKavov 5* v4ovs Svras rpo<f)rjs Kal iırifuk^Cas 9
Tvx<eip 6p6rjs, ineıhıı Kal avbpiûOivras 8 « İTurrıbe6€W
avrâ /cat iOCCfadaı, Kal vepl Tavra b(oi/xe6* &v vopM>v,
Kal S\(os br] TTfpl TrâvTa rbv ^Cov' ol yâp ırokkol ^pâyKjı
5 pakkop ^ koy<p mıOap^ovcrı Kal ğfjplaıs fj Tİf KoX(p. bıbırep 10
oîovraC tipcs tovs popoderovpras bçîp pip TtapaKokilv im tt}p
aperrıp Kal TrporpİTTea-öaı rov Kakov xâpıp, a>s inaKovaopipoiV
T&p im€iK<ûs Toîs €Ö€(Ti TTpor]ypiv<ûPy dıreı0oüo"t be Kal i.<f>ve-
aripoıs ob<rı Kokâa-eıs re Kat Tiponplas imrıdipaı, tovs 8’ dvıd-
10 TOVS oktos i^opC^eiP' top pkp yap imeiKİj vpbs rb Kokbp

C&PTa rıŞ koytû top 8 ^ <f}avkop ^boprjs Spe-

yopepop kÖTrr] Kokd(ieaâaı bi<nrep vTto^vyıop. bıb Kal ^axn


beîp Toıadras yîpea-daı t o s kv-nas o t pİkıar ipapTiovpraı
TOÎS dyaTr(op4paıs fıbopals. el b* oSı/, KaOdırep eîpıjTaı, top 11
15 iadpepop âyaûdp Tpa<f>rjpaı Kak&s beî Kal İ0ı<r6fjpatj eld*

oÜTus İP İTUTTjbevpaa-ip imeiKeo'i ^rjp Kal pT\T İKopra pT[ff


İKdpra ırpirretp t o <f>avka. Tavra b4 ylpoır bp j3ıovp4-
poıs Kard rıpa povp Kal rd^ıp dpOıjPf İ\ov<rap la^vp’ v 12
ovp TtarpiK^ Trpoara^ıs ovk Itryypbp oybi [6 ^ ] to dpay-
20 Koiop, ovbe by Skois r] ipbs dvbpds, p^ ^aa-ıkiıos 6 ptos ij tipos

TOioijTov" 6 bi popos dpayKao'TiKriP bvpapıp, Aoyos i)P otto


tipos <f>povqa'€(üs Kal pov. Kal Tap pkp âpâp^ırojp i^Balpovo'i

TOVS ipavTiovpevovs t o îs bppaıs, kİlp 6p6&s avTo bpâ<rıp‘ 6 8 f


popos OVK İarıp İTTa\dys t o t t c o i ; to imeiKİs. ip poPTf be tjj 13
2 5 AaKebaıpovlav TTokeı peT* âkCyap 6 popodİTys impe'keıap
boKeî TreTToıijadaı Tpoıprjs Te Kal imTrjbevpdTap' ip b^ raîs
Trkelaraıs tü p Trdkeap i^TjpekrjTaı vepl t &p toiovtiop, Kal Cfj

1180“ 4. iiı Kal S\<>ıs 7. iıraKou(rofxiytıiy 8 . x p o ı ı y f i 4y u y :


xpoıtypiyois M**; xpor(yovfxiyo»s L**: KpotryovfÂ^yuy (vel —oıı) F 9, t « F :
om. K»> L” M»> 10. ırpJ»ı] Kal xphs L>» F 19. Si, om. T 26. f)
addidi
220

acı verici olmayacaktır. Ama genç olduklan için doğru bir ıis o a

eğitim ve doğru bir kılavuz bulmak herhalde yeterli değil;


'adam' olduktan sonra bunlan gözetmesi, alışkanlık haline
getirmesi de gerekir; işte bunlar için yasalara gerek var; ge­
nelde tüm yaşam için de yasalara gerek var. Çoğunluk söz­
den çok zorunluluğa, güzelden çok cezalara başeğiyor. Bu- 5
nun için kimileri, yasa koyuculann onlan dinleyecek olan­
lar erdemli alışkanlıklar bakımından doğru kişiler olsunlar
diye, onlan 'güzel'i gözeterek erdeme yöneltmeleri, teşvik
etmeleri gerektiğine; baş eğmeyenlere, yola gelmeyenlere
cezalar, caydıncılar koymalan; ıslah olmayanlan da hepten
ortadan kaldırmalan gerektiğine inanırlar. Güzel için yaşa- 10

yan doğru kişinin söze baş eğeceğini, hazza iştah duyan


kötü kişinin ise bir yük hayvanı gibi acı ile cezalandınlacağı-
nı düşünürler. Bunun için, hangi hazlar en çok isteniyorsa,
o bazlara karşıt olan acılann ceza olarak konması gerektiği­
ni de söylerler, imdi dediğimiz gibi, iyi olacak insanı gü­
zelce yetiştirmek, alıştırmak gerekiyorsa; sonra da onun er- 15
demli uğraşlarla yaşaması, isteyerek ya da istemeden kötü
şeyler yapmaması gerekiyorsa; bu, bir usa, gücü olan doğru
bir düzene uygun yaşayanlar için sözkonusu olabilir. Baba­
nın vereceği emirler ne güç taşır ne de zorlayıcılık; kral ya
da bu tür biri değilse genel olarak tek bir insanınkiler de
öyle. Ama "aklı başındalık ile usa bağlı bir söz" olan yasa, 20

zorlayıcı güç taşır. Aynca karşısındakiler doğru yapsalar


bile, insanlar girişimlerine karşı çıkanlara düşman olur; oysa
yasa 'doğru'yu buyurduğundan ötürü ağır gelmez. Ama
öyle görünüyor ki, yalnızca Spartalılann devletinde ya
da pek az başka devlette; yasa koyucu eğitim ve uğ- 25

raşlarla ilgilenmiş. Pek çok devlette ise bu tür konular


X. 9. 221
(Katrros &s /3 ot^\craı, kvk\.(ovik&s Û(fu<mi/anf ıralbcnv
14 Kpârurrov fi^v obv rb ylvevdaı koiv^ v İTUiUkeıcaf Kal
dpBrip [«cal dpâv airb büva<rOai\‘ KOivfi b* i^aıi€\ovfi4p<av 30
4kİ 0T<P b6(€UP âp VpOOTJKftP TOÎS (T(f>er4pOtg tİ kPOIİ Kal <^l“
Xoi9 ipsT^p (Tvppikkecrdaı, «-N- ^ ıtpoaiptladal ye. paiKKop
b* âp TOVTO b^paaâat bo^nep İ k t &p (Iprıpivonv popoderiKÖs
y€p6p€Pos. ai p*p yâp Koıpal İTnpikfLaı brj\op 3 rc bta pd-
fia>p ylpopraı, im eiK fîf b* al bta tüp <nrov5 a^a>v* ytypap.- 35
pÂpoiP 8’ ^ âypdifKûP, ovb€p hp bd^ete bıatftipeiPj ovbi bt &p 1180 **
els rj voKKol ıraıb^û^a-opraı, &tnrep ovb* iırl povcriKijs ^
yvpLpafmKİji koI t &p İkKatp irriTrfbevpÂTUiP. 4i(rv€p yap 4 p
Tiûs vd \€ 9 tp ipıaxd€i r â pdptıpa koL ra ^drj, oHra» Kal İ p
olKİats ot ırarpiKol kdyot Kal ra İ 0 tı, Kal İ n paKKop bta 5
Tîjı» avyyipetap Kal râs evepyfaCas' vpovırdp^ovart yap arip-
15 yoPT€S Kal €inr€i$€Îs <f>d(T€i. İ n 81 icat bıa<l>4pova-ip at
Koff İ kcujtop Ttaıbsıaı t&p Kotp&p, âatr^p i v larpiKîjs’ Ka~
ûdkov p ip yhp r y TnpirroPTt avpipipeı rf<rvxia Kal âa-ırCa,
Ttpl b* t<ro)S ob, S re nvıcmco^ î<rû>s 08 va a t t ^ p avrtfp pdy.V*'
V€ptrt07j<rıp. i^OKpı^ovo’Oat 8^ bd^tttp hp pakKop ro ko^ lıca-
OTOV Iblas iv tp tk e ia s ytpopdprıs’ pMkkop yap rov vpo<r<f>d-
pov T v y x < itv e ı I k o o t o ; . dXX* ivtpMktjOeCrj p^p { t ı v ) İ p u r r a K a B *
İ p icat tarpbs Kal yvppatrnfs Kal ırar &XAor 6 KaBdKov €lb<is,TC
vcurtP if TOÎS rotourbC (rov Kotpov yhp a t iv u n ijp a ı kiyopraC re 15
16 Kat tlaip)' ov piıp 8X\* ipds tipos ovbkp lo-oır kû>\i;ci KoXâr
impektlBtjpaı xat dv^vurnipapa Svra^ rfBiopipop 8* dutpıfim

29. ytyİ9$aı K** 30. ıcal Spây ainh iivaffBaı infra post 32 trvpPdK-
Xc<r9oı ponenda videntur 82. /id \u rra F IİSO** 1. 3* om.
2. fiovffiKÎft Koi yvpyaffTUt^s L** T 4. (Otı 5.
L** r 9. i t r t T İ a «ol ^<rvxio T 11. It T 13. tuı add.
Bekker 1 4 . ıc a 0 4 \o v K ^ : k o 9 4 \ ov vu lg ^. 8 r t vulg^. 15.
roıourfl corr.* : roıoîs S e t pr. K**: rotaûrSe v u lg -. 1 6 . i w ‘ K*:
âXXk Kal v u l g .
221

savsanıyor, herkes Kykloplar gibi, karısı ile çocuklanna yasa


koyarak dileğince yaşıyor. Demek ki en iyi şey, kamusal,
doğru bir denetim olması <bunun gerçekleştirilebilmesi>. 30
Kamusal denetim olma2sa, herbir kişinin kendi çocuklan ve
dostlanna erdeme yönelmeleri için yardım etmesi ya da
**hiç olmazsa bunu tercih etmesi uygun görünse gerek. Ne
ki söylediklerimizden görünen şu: Bunu daha çok, yasama-
cı olan biri yapabilir. Nitekim ortak denetim yasalarla olu­
şur, doğru denetim de erdemli yasalarla, bu açık.. Yazılı ya 35
da yazılmamış olmalan veya müzik, beden eğitimi ve öteki ıisob
uğraşlardaki gibi, bunlar aracılığıyla bir ya da pek çok kişi­
nin eğitilmesi arasında da hiç fark olmadığı görülse gerek.
Nitekim nasıl devletlerde yasalar ile gelenekler yürürlükte
ise, aynı şekilde evlerde de babanın sözü, alışkanlıklan yü- 5
rürlüktedir; üstelik akrabalığa dayanarak yapılan iyilikten
ötürü daha çoktur bu; çünkü sevgi, itaat duygulan doğa ge­
reği ağır basar. Öte yandan tek tek kişilerin eğitimi, hekim­
likte olduğu gibi, kamusal olandan farklı: Ateşi olan birine
genel olarak dinlenme, perhiz iyi gelir ama belli bir kişi için
bu uygun olmayabilir, bir boks çalıştıncısı da her öğrenci- 10
sine herhalde aynı mücadele yöntemini öğretmez. Demek
ki, tek tek kişilere göre özel bir denetim olunca daha kesin
sonuç alınacağı görünse gerek. Çünkü herbir kişi kendine
yararlı olana daha çok ulaşacaktır. Ama herbir kişiye göre
en iyi denetimde bulunabilecek olan kimse de, bir hekim,
bir beden öğretmeni; herkes için veya belli kişiler için neyin
genel olarak uygun olduğunu bilen başka biridir (nitekim
bilimlerin ortak olana özgü olduklannı söylerler, böyledir 15
de). Ama yine de tıpkı kendisi için son derece iyi hekim olan
kimselerin bir başkası için hiç de yararlı olmayabileceğinin
222 X. y.
T a (r v u fta iv o v T a i<f> eKÛ(TT(f b ı ^ıxT t€ipiap, KaOâTTtp K al l a r p o l
İ v ı o ı boK ova-ıv kavT & v â p ıcrro ı eıvaı, h 4 p tp o i b ^ v &v bvvdpLevoı
20 İTTapKea-aı. o v b fv d ’ r jr r o v ta-cas T<j> ye fiov\op.4v< p T€X.viKİp ye-
ve<rdaı Kal Oecapı^TiK^ t 6 K a66K ov ^ a b ı c r r i o p e îv a i b d £ e ıe v

&v, KCLKelvo yvûjpK TT eov « s ivde^frar c tp r jr a ı y a p o T i n f p l T o v if


al kTH(TTr\paı. râycL b^ K ul ^ov\opL İv< p bı İTnpiKeias 17
/SeArfous ttoicîv, etre ttoAAovs eîr S K iy o v s , vopL oderiK ^ ıretpa-
&v. o v T iv a y a p
25 t İ ov y e v e a ö a iy çl b ı a v o p o iv d y a ö o l y(voip.€0*

obv Kal TTpoTedevTa bıadelvaı K a \& s ovk e o r ı r o € Tvyovros,


Tov
d \\’ eÎTrep rtvos, tov elbdTos, uKntfp la rp iK rjs K al r&v koıırûv
&v €(TTiv İTnpLÎKfiâ TIS K al <f>povr](Tis. dp otv puro, tovto İ tu- 18
<rKÇTTT€OV TToOeV T} TT&S VOpLoOeTlKOS y İv O lT İlV TIS ; Tf Ka$&TT€p
30 t &v 6 .\\ üİV, ırapd Tâv ttoKitik&v ; p-dpıov y a p ibdKeı
Trjs TTokiTiKrjs e îv a i. ^ ov^ Spioıov (^alvfToı iırl rijs ıroAırı-
K ^s Kal T& v KotiTÎav kT tıarr\p.& v re KOi b v v d p i f ta v ; p iv
y d p TaZs a \ X a ı s ol a İ T o l <f>aıvovTaı rdy re b v v d f i f i s ı ta p a -
b ıb d v T e s K al (v fp y o v v T fS d ır ' a v r & v , o lo v la r p o l ypa<[>eîs’
35 Ta 8^ TTokiTiKa İTTayyfkKovTat ft^v bıbdırKtıv ol <ro<f>urra(,
1181^ TipdTTcı 8* avTÛv oibds, AXX’ ol ‘jroAtrevo/ı.evoı, ot bd^aıtv
İlv bvvdfx€i Tivi TOVTO iTpdTT€iv Kal ipiTt€ipC(L pt,aXKov 1j 8ıa-
vo(q‘ ovT€ yap ypd<f}ovT€S oi/Tf k^yopres ırepl râ p roıodrıop
<f>a(povTaı {KaİTOL Kdkkıop jjı> îaais rj kdyovs bınapiKods re
5 Kal brjprıyopiKovs), ovö' ab ırokiTiKOVs TteıroijjKdT^s rohs a<l>€~
T€povs vUîs »; Tij;as âX\ov$ t&p <[>tka)P. evkoyop 8* ‘^jp, (Ivfp 19
kbvpaPTo' ovT€ yap raîs Ttâkcırıp &p,€tvop ovbcp Karikıırop
dpy ovd' aİToîs ınrdp^aı Trpodkoıpr dv p.dkkop r^ s Toıadrrjs
bvpdpsuis, ovbe dr/ Toîs (pıkrdToıs» ov p.^v pıiKpdv ye ÜoiKev
10 q Ipıtiipla <np.pdkk€<r0 aı'' ol;8e yap kylpopT* dp bıh r^ s

23. 8’ tty Kal L»> T 83. toÎj SWoıt L*» 34. tarpol M* T: larputol
K»> V>: larpol Kal Bekker 1181* 4. İ)] jca) il pr. K* 8 . ırpool-
aokt’ r
222

görünmesi gibi, bilgiden bağımsız olmasına karşın deneyi­


miyle heıbir kişi için uygun olanı seçikçe gören birinin gü­
zel bir denetimde bulunmasına da hiç engel yok. Yine sa­ 20

natçı, teorici olmak isteyen birinin genele yönelmesi ve onu


olabildiğince bilmesi gerektiği de görünse gerek, çünkü bi­
limler •genelle,tümelle ilgili, bunu söylemiştik. Demek ki, ya­
salar aracılığıyla iyi oluyorsak, deneyimi ile ister çok sayıda
ister az sayıda kişiyi daha iyi kılmak isteyen biri yasa koyu­
cu olmaya çalışmalı. Nitekim birini iyi alışkanlıklara yönelt­ 25
mek rastgele birinin işi değildir; hekimlikte, bir denetim ile
aklı başındalık sözkonusu olan bütün öteki alanlarda oldu­
ğu gibi, bilen birinin işidir bu. imdi bundan sonra şunu araş­
tırmak gerekiyor: Ne yolla, nasıl yasa koyucu olunabilir?
Yoksa öteki alanlarda olduğu gibi siyaset adamlan aracılı­
ğıyla mı olur bu? Bunun siyasetin bir alanı olduğunu düşü­ 30
nüyorduk. Yoksa siyasette durumun öteki bilim ve uğraşlar­
la aynı olmadığı mı düşünülüyor? Nitekim öteki alanlarda
uğraşlan öğretenler ile o alanda etkinlikte bulunanlar aynı
kişiler, bu görünüyor; sözgelişi hekimler, yazmanlar. Oysa
siyaset öğrettikleri söylenen sofistlerin hiçbiri uğraşmıyor 35
da, düşünme gücünden çok deneyimle ve belli bir yetiyle 1181a
uygulamada bulunan siyasetçiler uğraşıyor bu alanda. Beri­
kiler bu tür konuları ne yazıyor ne de onlar üzerine konu­
şuyorlar (gerçi bu, mahkemelerdeki, halk meclislerindeki
konuşmalanndan daha iyi bir uğraş olsa bile ); yine çocuk-
lannı ya da dostlannı siyasetçi yaptıklan da görünmü­
yor. Oysa bunu yapmalan usa uygun olurdu, onlar devlet
için bundan daha iyi bir şey bırakamazlardı; kendileri
ya da en yakın dostları için hiçbir şeyi bu tür bir uğraş­
tan daha çok tercih etmeselerdi! Öte yandan deneyimin
de az yardımı olmadığı görünüyor; yoksa siyasetle içiçe 10
X. 9. 223
TiokiTiKijs <n)vr\6tCas ttoKitlkoC' 6to roîs i<f>ıen4poıs ırcpl ıto-
20 ÂiTiK^s «İS^yaı vpofrhiiv 4oiKfv ipvetpİas. t &v 6e cro<f>urr&v
ol İTrayy€XX6p.(voı kCav <f>alvovraL -ıroppo} eıvaı tov bıbâ^aı.
ok(üs yap ovbe ttoİ6v t i karlv tj Trepl Trota laraa-ıv ov y«ıp b.v
rrıv aiiT^v Trj prjTopiKf} ovbe ^rCdea-av, ovb* hv (povro 15
pdbıov eîvai t 6 vopx>d€Tİjo'aı crvvayayovTi tovs evboKipovvras
T&V v6pü)v' İKk4^aaûaı yap etvaı tovs âpiarovs, &<nrep ovbl
Ttjv İKkoyrjv obaav <rw^<recûs Kal r d Kpîvai 6p9&s piyıo-Tov,
&(ntep 4v r o î s koto povariKrıv. ot yap epıreıpoı ırepl eKaara
KpCvov<nv Spöâs r o 4pya, Kal bı 4iv ^ ırc3s İTTiTekelraı o-w - 20
laorıv, Kal ır o îa ttoCois arvvabec tols 8’ âıreıpoıs b.yaırr\Tov
To bıakavOiveıv el ed ^ KaK&s TreTroCrjTaL tö epyov, t5<r-
ttep eVt ypa<fnKrjs. ol b i vopoı Trjs ıroktTuajs İpyois 4oUa<nv‘
ırâs obv 4 k tovto)p vopx>0 eTiKos yevoır av rıs, fj rovy ipCarovs 1181 •'
21 K pivai; ov yâp (f>aivovTaı ovb* larpiKol 4k t & v avyypapp6.-
T(ûv ylvea-0aı. KaCrot Tteıp&vral ye k4yew ov povov r a depa-
TreT&para, iıkkci ko.1 ats ladeıev hv Kal «y beî Oepajreveıv
eKâarrovs, bıekopevot r a s İ^ e ıs' r a v r a bk ro îs pev epTreCpoıs 5
&<l>4kıpa eîvai 6 0 /cet, roîy 8 ’ bveTrıarrripoaıv a x p e îa . î<rm
oZv Kal r â v vopcav Kal t&v Trokıreı&v a l arvvaytayal ro îs
p4v bvvap4voıs Öeoiprjaaı kqX Kpıvai t L K a k âs ^ rovvavrlov
Kal TTo'a TToloıs appoTTet ev^prjar hv etrp toI ç b’ avev
e^etûs r a T o ıo v ra 8ıe^ıoCo-t t8 p4v Kplveıv Kak&s ovk hv »o
vırdp^oii el prj &pa avro p arov , evavveTiarepoı 8 ’ e h Tavra
22 T<ix yeyoıvTO. TrapaknrovTOiv ovv tûv ırporepcûp âvepcu-
VTjTov tö Trepl Tİjs vopo9e<rlas, avroiıs 4TUcrK4'\jfa<TdaL p ak k ov
^4kTiov to*a>y, Kal Sk<ûs 8îj “Trepl ırokiTelaSf oırtoy e h bvva-

11 . erwv9 tlas /xâAXov ıroKırtKol L** T 20 . (rvrhaerty K'- M * * ; «rvKiâirıi'


& *eı r 22 . rk om. K»* M** tS Ijh K*> 23 . Toîr » oMtmcoij L**
M** r U Sl*» 8 . y e om. K*> 10 . t A om. K*> 14 . t i ı V T : om.
v u lg .
223

olmakla siyasetçi olunmazdı. Bundan ötürü siyaset konu­


sunda bilgi edinmek isteyen kişilerin deneyime gereksinimi
olduğu düşünülüyor. Oysa bunlan öğretmeye çalışan sofist­
ler, öğretmekten çok uzak görünüyorlar, çünkü onlar siya­
setin nasıl bir şey olduğunu, nelerle ilgili olduğunu hiç bil­
miyorlar. Yoksa siyaseti retorikle eş, hatta ondan değersiz
saymazlardı;®^ ün kazaçmış yasalan bir araya koyarken ko­ 15

layca yasa koyucu olunduğunu düşünmezlerdi. Onlar sanki,


müzikte olduğu gibi, seçmek bir doğm yargılama edimi de­
ğilmiş gibi; doğru değerlendirme çok önemli değilmiş gibi
en iyilerini seçebileceklerini sanıyorlardı. Tek tek şeylerde
deneyimleri olanlar işleri doğru değerlendirir; neler aracılı­ 20
ğıyla, nasıl tamamlandığını, nelerin nelere uyduğunu bilir­
ler; deneyimsiz kişilere göre aranacak şey ise, yazmanlıkta
olduğu gibi, iş iyi mi kötü mü yapılmış, bunu gözden kaçır­
mamak. Yasalar siyasetin işi gibi görünüyor. İmdi biri bun­
larla nasıl yasamacı olabilir ya da en iyi yasalan seçebilir?
Nitekim yazılmış olanları bir araya getirerek hekim de olun­ 1181b

muyor, bu belli. Gerçi hekimler yalnızca tedavileri söyle­


meye değil, aynı zamanda nasıl iyileşilebileceğini, beden
huylarını ayırdederek tek tek kişileri nasıl tedavi etmek ge­
rektiğini de söylemeye çalışırlar, ama bunlar ancak dene­
yimliler için yararlıdır, bilgisizler içinse bir yaran olmaz, bu
görünüyor. Demek ki, aynı şekilde, yasa ile devlet yönetimi
derlemeleri de, neyin iyi ya da karşıtı olduğunu, nelerin ne­
lere uygun olduğunu değerlendirebilenler, teori yapabilen­
ler için yararlı olabilir. Bu huydan uzak olmalarına karşın,
bunlardan söz edenler için ise, doğru değerlendirmek, bir 10
rastlantı sonucu değilse, söz konusu olamaz, ama belki bun­
lara göre daha doğru yargılayan kişiler olabilirler. Madem
bizden öncekiler yasama konusundan pek sözetmeden ko­
nuyu bize bıraktılar, insanca şeyler konusundaki felsefe­
miz olabildiğince tamamlansın diye, devlet yönetimlerini
2 S4 X. 9.
15 fiıv rj ırtpl ra ivâpdırfta i^iKovoı^ia TcAeıoıÖ/). ırp&Tov p.€v 23
et n Kara p,4pos etprjTM koX.&s İ tto râ v ırpoyevtar^püiv
Tr€ipad&ıx€v iırfkOfîVf eîra e.c tûv <jvvııypLİvu>v vokıreıâp
0€O)pîj(raı râ voîa 0‘tpC^t icat cfıâelptt râs voKcts koH ra
voîa İKâarras t &v ıroAıretûv, xat 5ıâ rti'as alrCas at pikv
20 KoX&s at öe TovvavTİov ıroAtret/oyraı. detoprıdivTCûv yâp Toii-
TCûV r<4x ’ pLcJckov (TvvCboıp.cv Kal ıroCa ıroAıreta apCarrjy
Kal ır&5 İKaarTT) Toxöeîora, xaı nVı v6pLoıs Kal ^öeaı yjp<ûp.ivr].
keycopev ovv ap^âfxevoı.

15. iydpiimra L'' *22, İSetnM*’


224

incelememiz herhalde çok daha iyi olacaktır, tmdi ilkin biz­ 15

den öncekiler tarafından parça parça iyi bir şey söylenmiş


mi, bunu incelemeye çalışalım. îkincileyin değişik devlet
yönetim biçimlerinden hangileri devletleri kurtanyor, hangi­
leri yok ediyor; ne gibi nedenlerle kimi yönetim biçimleri
iyi, kimi de kötü yönetiyor, bunlan tek tek görmeye çalışa­
lım. Bunlar üzerine teori yaparken hangi devlet yönetimi 20
en iyi, herbiri nasıl düzenleniyor, hangi yasalan, gelenekleri
kullanmışlar, bunlan da belki daha iyi bilebiliriz. İmdi baş­
tan alalım.
INDEX

94*—99'’= 1094“— *099 '*•


100 *—ı 8 ı^ = ııo o * —1 1 8 1 *’.
+ = recurrit notı semel in eontexiu.

iŞdfiaıot 173^9 ytıa rh 8* ?{»» 152 **33 k\Kârpıov


&/3 \a 3 cî$ ifSoyai 154^4 47083»» 130*>37. 134'’.') V 'TÛV
iy a 6 h s â ır \S s li0 ^ 2 j Kvplo^sI^^^*‘i l iyaBiiy (riMrroı^fa 96*6
Ktt\İL KİyaBİ 99*6 iyaBal nal *A7d8»v I39**4. 140*19
Ko\a\ ırpd(€ts 99* 33 iya$Sy, dist. SydKna 175*34
^8ı5, *?5'**9 riyc^iy kyaX(jLaroıtoıis 97 ’’ 35
def. 9 4 '*3 . 9 7 * * 8 . I 7 3 ' ’i 4 t 4- ‘Ayafidfiycây 161*14
7 a 98i'Kcü t 8 co 97**37 rh İpurroy rh S^ay 146*13
97*38. *>3 3 . 9 8 **3 3 . I 5 3 *'I 3 + . at kyaıcApityaı tjSoyat 180*14
1 5 3 *’ 7 + Tb Apıcrroy »tal rh t i kyarOrjyal rov 145*39
107*8 riyoBby koI rh İpıaroy kyitnıra koI İ<pOapra 139 **34
94*33 rh rtKtioy i,ycS 6 y 97 »-.S iytyyflt 121*36. 1 3 4 '’33
rh Kvpius iyaB 6y 144*’ 7 rh Kur' İytvtrrot 176'•19. 179** •.S
İK'^Otıay i,ya$4 y rb <(>ou- 4 7 i»oc7i» i î o *>3 4 + . i i 3 ‘*33 + . i »7 *
yifttyoy iyo B iy I l $ * l 6 . 114 * 3 3 . 33. I 3 5 '*3 3 . İ4İ*’19 ^yo tiyrk
riyoBhy t<rax&s Mytrtu ev/i^ipoyra tlo ^ il. 141 *’5 bov«
r^ 6yrt 96*33 riyÖBhy Platonis r6y 135*33, 38 kyyo&y wpdrrtıy
9â*2J. 96*11 sqq. rh olntToy 110^35. 135*34 kpMpriyııy 13,6^
iyaû^y 173*5 rh AyBptirtyoy iya- 6 K^ytıy 136^33 rh kyyooi-
B6y 94'*7. 98*16. 103*14 rk Htyoy 135*33
İy0pı6ıriya iyaBi 140^31. I4I**8 4 7 i»oıa 145^ 39. 147^6 İyyotariM
rh ırpaıerhy kyalBiy 97 •3 3 . 141**13 rİKovs 114*4 4 Tp xpoatpi<rtt
rh İKpiraroy r&y ırptucr&y kyaBAy ıto>*3i ^ ko83Xov ııo'>33 8t*
95*16 rkırpeutriiKiû$cnıriıiyaBi 47maı» l ı o * l . *>ı8 -ı-. 144* 16.
9 7*1 (cf. 96 **34) rk wtptıtix'Vra 145*'37 8(* 47»wıai' a/taprdytty
iyoBd 169*31 rleyoBk rk /thy 136*7 8t‘ İyyoıay /ılf avrol
koB' airk Birtpa th tık raSra (>= aXrıot ı i 3 '’34
96 **14 rh kyaûhy rh kyy&rts 136*>25. l 66*>3i
fihy kr\Ss rh th rıyl 152 **36 rk iyopdîoı 158*21 kyopala ^ıXia
kyoBk rk fthy tnrhs rk 8b ntpl 163^36
ntâ a&fJM 98'*13 rk iy kyoptitty 139^14
vA/ıterı kyoBk «col rk inrhs kcü rrjs Sypupoy SUaıoy 163**33 İypaıpot
rixv* 153 **17 trct/iartKk kyoBd ydftot 180^1
1.^4* 15 toD kyoBov rh fiiy İydp- kypotnla ıoS*36
226 INDEX.
İypoiKos 104*24. ıo 8 ‘ a6. 138*9. aİKİa 131*8
^2. I 6 i '* i 3 oT/ıa raiynSy 1 6 1 ••32
iyphv Kpivas 1^7*^ 4 atjpctv o p p . f \ K € i y r h l/ ndrıoy 1 5 0 * * 4
ayvp-vaffia 1 1 4 * 2 4 alp4 <rtıs o p p . fv y a l 1 0 4 ’’3 0 t A ö»-b

ayxiyota 142'*5 ri/y tâptaıv 1 0 4 * * 3 5


iyoıyi} hpQ4\ 179 **3 ' aip^riov 1 1 0 * 3 0 . *’7
â7<6ı/i i 6 ’>13. i i 7*’2 alptrdy, o p p . tpfvKrdy 1 1 9 * 2 3 . 1 4 8 ' ’
oyuyla 1 1 4 * 8 3. 1 7 3 ^ 2 0 alptra KaO'avrd, opp.
âycuı/ı^^/ift'Oi 99*5. I 75***3 AvoyKoîa 147 **24. 176'’3 rhalp«~
âyuvtaral 1 6 6 3 5 . 167*21 rby âyaOöy 1 3 1 **2 3 t İ aiptrhy rb

A5€^5 i l 5 * 3 3 - '’ ı imtiKİs 1 7 2 *> 1 1


&5cta I32*'i5 atffOdyfirOaı ı ı 8 “ 2 i . 1 2 6 * 6 . 1 7 0 *
bSİKaarot 109’’8 29 + . I 7 i ' ’4. 179*16 ala-ed-
aSt\<f>tKİj<pı\la 161 •■6. '*35. 1 6 2 * 1 0 ytırOaı ^ yoety 1 7 0 * 1 9 , 3 3 rb
aSt\<l>ii, opp. hOvtios l6o*6 iit\A o l alırOavdfifyoy 1 7 4 * * 3 °
100*1. 161*4,23. i 6 i ‘* 3 o . 1 6 5 * fiil ahrOayofitytp S4 l O o * a o
16, 2 9 oTiırÖTjo-*! 1 1 8 * 1 9 . I70**I0. 174** +
aS/tnrOTOi oIkİİİTUs lo i *^7 biyafus al<rOi)<rfus 1 7 0 * 1 6 t A

İiıjKa ırûs Aıro/S^ffCTat I I 2'*9 al Kard r^y alaBrifrıy 1 7 2 * 3 6 t o s

0 ov\^Ç‘fiî &Sî]\ot 178*30 alffOiıa'us Ka$€Îv 1 0 ^ * 2 9 koivo-


aBıdp^riros 168”9 rdrı\ rûv al<rBdı<r(uy 1 1 8 •’ ı aXa'$r)-
iiıâtpopos 176*9 aıs oî>x V flyy ISluy oX<f aM ayİ-
dSiKtly iavrdy 1 3 6 ' ’ 1. 138*4 + fit$a İr t rplyuyov 1 4 2 * 2 7 ^ of-
ır6repov İarıv İKİyra idiKtîaOaı <rOr)<ns İ n ttrny 1 7 1 “ 34 al Kari
1 3 6 * 1.S r is alffOrjarfts iyepytıaı 1 7 5 * 2 7
ahİKrj/ia dist. İSiKoy 1 3 5 * 8 s q q . ra ataOiıiTfus r i Kaff IsKaa-ra 1 1 3 * 1
Kard nipos aSiKİifiara 138*24 iy rp al<r$4ı<r€i f) Kpicıs 1 0 9 ' * 23.
âSiKİa I 2 v * 3 s q q . ırphs air6v 134'’ 126•'4 aMriffis Kvpla rûv Kaff
12 fKaara 1 4 7 * 2 6 aİtrOrıats c o n i .
6,Stıtos ı r o ( T a x w y K^ytraı 1 2 9 * 3 4ırayuy 4ı, iOıtruds 9 8 •’3 c o n i . i<ü û s ,
aZıdpıaros I I 2 '’9. 175'’33 İpt^ts 1 3 9 * 1 8 oİffOıtffis ^ yovt
d S o A f V ^ t t * ^ • 7*’ 35 143•'5 (AaBıiffis ^ vİTitrts 1 7 0 * 1 7
A 5 o | / a 1 1 5 * 1 0 , 13. I28*'12 d \6yos ^ 7} tCtaOnvıs 149*3.5 cnJi'e-
aSvvafila 1 2 1 ' ' 14 aıv İl aX<T9rı<nv \afiûy l 6 ı * ' 26 t t }
A S ı i v a T a AXA.b>y I 4 ***^l ultr8İı<rfi (ijy 1 4 9 * 1 0
T o iS^yara İ l i **32 , 32 alaOrıriKİ) 98*2 iırıerr-fifitı 1 4 7 *’
ÛJjS^î 1 0 8 * 3 0 . 1 7 5 * ’1 8 İ7lSÛSl2^^ >7
ı.î rb al<rOr\riy 1 7 4 * ' 1 4 + 83 ( o altrOn-
iaiBla 171 **26 roS l 4 7 * * l o T İ alaOrrrd 1 0 9 * ^ 2 2
oBayaala I I I ’’23 y iv fa ti al<r9rrrh 1 5 2 * » 1 3 . 1 5 3 * 1 3
iBayarl^uy 1 7 7 '*33 yorırbv İj alcrBrıriy 1 7 4 * * 34
'ABrfydioi 124“ 17 al(rxpoKfpSfia 1 2 2 * 2
iB\7rHıs I I I *>24. 1i 6*»I3 al<rxpoKtpSiıs 13 3 * 8 , 13
&0Xtof 100*29. *’.'»» 34* 101*6. 102*’ a/(rxpoAo7(a 1 2 8 * 2 3
7. i5o*’5. i 66*’27 iffAloısıoo»ç al<rxpattp«yûy 1 2 0 * 1 3
inh TÛy a$\o6fTÛy 95*’! Alcrx4 \o s 1 1 1 * 1 0
i ö A o v 99*'17. I23'*20, 3 5 at<rxvyv I 3 8 ‘>3 I
alya dveıy I34*’33 o / o ’x w ı ^ « o * ' 1 2 8 **35
aliiifmv lOİ* 12, 3 5 . 1 1 5 * 1 4 . I 38*>17 o / ı r x v y T t } X 3s 138^30
tt/3ıoj96*»3. I3 9 ’*34 rA Â /S ıa iıl* alrifrucis 1 2 0 * 3 3
32. 112*21 alrlai)'&^l. 9 9 ' * 2 3 . 100*3. 109*12.
oiScis 108*33. 116*38, 31. ıa8*> l l O * * 3, 3 3 . 113*25. 174•'36 al-
10 + . 179^*11 rlaı ıpiffts iydyıcrı rix?l 113*31
INDEX. 227
9(la aM a ı79*’a2 ^ İKpeurlas rh /niy » p o ı r ^ e ı a r b 6 ’
«M a s 135'*19 âo-Odpftu i 5 0 * > ı o
alrıS<rOat 1 1 0 ^ 1 3 . ı6 5 * * ıo ifcparthf<r9 aı 1 4 5 * 2 1 , 3 0 . ’ 1 4 6 ^ 2 5 .
alV toî I I 3 ’’ 25 + . U 4 )’ a + a İn o s 147*24. •»!, 1 8 . 152*28
rr}s 113**30
a y v o la s toD t h a ı 4KpoT^î95*9. 102*14,21. 111*13.
iĞ ı^ lö . 162*7. 165**3 r h a İ- 119*31. 136*32. *6. 1 4 5 * 1 1 sqq.
Tjov ToC «|/*ı}5oı»j 154* ** rb ırp«î- 166*8. 168*34 İKpariıs âır\&s
Tov atrıov 1 1 2 ’’ 1 9 146*3, 19. 147*20 İLKpar&s
alı^ylSıot tpSfioı 1 1 7 * 1 8 114*15
İKapıra 1 2 5 * 1 1 İKplfifta 9 8 * 2 7 5 <’ İKptfitfas I 7 4 * *
İm IvSvvoi 1 1 9 * 2 7 İKptfiiıs 1 0 6 * 1 4 . 1 4 * * 9 » *6 rh
İKttnjırla 154’’2 7 iucpıPts 9 4 * 1 3 , 2 4 . 1 0 4 * 6 lucpı-
aKlyrfros I3 4 ‘'25, 143*5. **2 Pijs tırurrfifjcrı l i a * l Spıtr/ıis
İK\r)TO» leyaı 1 7 1 ** 2 1 159*3 İKptjsâs 1 0 4 * 2 . 1 4 6 * 2 7 .
hKfiiÇuv 1 1 81* 1 1 164*27. 180*27 İKpıPitrrtpop
ijtfıalot 1 7 4 ’’3 3 107*15
İpbMfi^ 15,‘^ * 1 4 " 1 5 6 * 2 6 ijcpıPoİlKaıos 1 3 8 * 1
ixo-ff 1 1 8 * 7 . 1 7 5 * 1 4 - 1 7 6 * 1 &Kpifio\oyû<r0aı 1 3 9 * 1 9
aJcoKatria iOJ^6. 1 0 9 * 4 , 1 6 . 1 1 4 * iucptPo\oy!a 1 2 2 * 8
28. i i 7 > ’2 7 . 118*24. •’ ı-*-. 119» İKpodfiara 1 7 3 * 1 8
20. ''31. 1 2 I * ’9. 130*30. 147** İLKpoariıs 9 5 * 2 . 179*’25
28. 1 4 8 ‘* 1 2 . 149*6, 22. >>30. İKpos 1 0 7 * 2 3 . 1 2 3 * 1 4 . 1 3 4 * 1 ol
150*10. 151 ” 31 İl hpOpurrlvrı Ibcpoı 1 0 8 * 7 . * 2 4 . 1 2 5 * 2 5 Tİ
İKo\a<rla 1 4 9 * 2 0 r b 6vop,a rrjs İKpa 106*30. 108*16. *27. 109*
İKoKafflas K a l M ri.s ıraıSiKİLS 33. 125*18. 127*11 İKpai Sta-
h/ıaprlas tfttpoptv 1 1 9 *.3,3 Ottrtıs 1 0 8 * 1 4 rh İKpdrarop rûp
aK6\a<rros 103'’t (j. 1 0 4 * 2 3 . ‘'6. irvaOÛP 9 5 * 1 6 İKpats 1 0 9 * 3 4
i o 8 ‘- 2 i . 114*5,20. ı i 7 ' ’3 * > 3 5 . aKpörııs 1 0 7 * 8
1 1 8 * 4 + . '’ 7, * 4 - 1 1 9 “ ! + . 121'’ İK po xc ip >C <^ /i 6v oı 1 1 1 * 1 5
8. 130*26. i 4 5 ‘’ı 6 + . 146'*2o . kKp6xo\oi 1 2 6 * 1 8
1 4 8 * 6 , 13. i4 9 '’ 3 i- 1 5 0 * ’29 - 1 5 2 “ İKvpa 1 5 1 * 1 5
4- 153*4- 154*10. ^1 5 SoKÛ İk w k 110*2I. 113*15. 117*8. 135*
Kal d 7raı8t(iSr}s İKoK acrros fly a ı 17 - 144*15
13 0 ^ 16 d\a(oP€(a 108*21. 127*13. *28
âKo\a<rra'ıy(ip 10^ * IÇ). 114*12 İKa^oPfhtffBat 1 2 7 * 1 7 , 2 1
âK o\ou0 (ÎP 1 0 3 ^ 2 3 . 129*23. 149*»!, i\a^0PiK6p 1 2 7 * 2 9
4. 151 *>34. 152 *'28. 160*29 İAa^civ 1 0 8 * 2 2 . 115*29. 127*21 +
İ ko\ ov0 jitikSs 95*4. 150**28 İAyeÎK 113*28. 117*6. 166*20
iu(6\ovO os 122*18 i\77;5dli'1 1 6 * 3 4 . 117*3
âKo^ciK dLst. 'KapaKo^cti'149* 26 rb i\ra 148*8
İMoidP \vnrip6p I54’’8 coni. \ 4- i X « ( w T 7j* 1 0 6 * 1
yttp 128* I + fi X o î trvpapa\û<rat 1 5 6 * 2 7
cMovffıop l l o l » ı 8 . 1 1 1 * 2 4 + . 1 3 2 ’' &\il$tıa 1 3 9 * 1 8 , 2 6 . * 1 2 def. ipOİ-
31- 135*33- *’2- 136*16 + Tijr 5 d{ıjr 142*11 opp. 5 (f{a 1 2 4 *
iucoveria fiitf fi 5 ı’ İypoıap 5 o k c î
ri 28. 128*23 o p p . r b ^8l} 1 2 8 * 6

109 '*35 İKoitrıa <rvpa\kdyfiara dist. i\a^ope(a, tlpuptla 1 0 8 * 2 0


131*3- *’2 Ö İKoiaıa avyypu/ıo- i\r ı 0 fh€ty 1 2 7 * 1 9 + . 1 3 9 * 1 3 . * 5 -
piKİ, oh (TvyyptDfiopiKd 1 3 6 * 5 İ kov- 141*3- 151*20. 168*13. *69*
alcts 1 1 1 * 2 , 2 8 23. 1 7 .^ 9 ^ .
İKohtrfiara 1 7 4 ' ’2 8 İ \ 7j Ö € ü T I K ( f r l 2 4 * 30. 12 7* 24 +. “ 32
ixov<rriK6 s 1 0 3 * 3 İXıjö^î 1 4 0 * 1 0 , 21. 143* 2A İAl>-
io tp a cla 136*’ 2 ırtp l İK p a ffla s 1 4 5 * Oiis 6ırd\jıtl/ıs 142*33 \öyos 15* *
16 sq q . â v K jj lacpaala 14 9 * 2 34 l(ıj 1 4 0 * 5 , 21 hd(a
228 I NDE X.
I 4 6 >*34 . I 51**4 Tİ\rı$is tca] k/t(Tafi4krıros 1 5 0 * 3 3 . 1 6 6 * 3 9
tlffvSos 139*38 riKfi$4s, opp. rh kfi4ıxayoy Saay 1 4 7 * 8
ilSi 108*13, 19 ırtpl rh km ytîs i)Soya( » 7 3 * 2 3
6 fUoos iXrfii\s TIS \sy 4 f 06t 1 0 8 * kpyif/ıayas al o’okkal 1 6 7 * 2 7
30 kfiaiM » 6 3 * 3 4 - » 6 4 * 1 , 1 9
107*31. 114^11 İpaıpas 1 0 3 * 1 3
Il.«t''4 k/JLvyrtKİs 1 2 6 “ 7
*AXKfLçUuy 6 ZiıpiirlSov 110*28 kp<pıS4 ^ıas »34*34
&XXa74 133*10+, ^11+ İKoio'ios ifitplkayay 1 6 2 * 3 8
i^aytı 133^13 kyafiak^ 1 6 2 * 2 9
İ^A cmtikoİ Koiyuytcu I 3 a ’’33 kyayy 4 kktıy ı»3*9
iAAt(Trc<rOat 8 kyayKİCfiy 1 1 0 * 2 8 . * 1 0 . 1 1 6 * 3 3
İW0l6TfMV 165 ••31 kyayKİÇfffSaı 1 1 0 * 2 6 , 3 a . * 1 .
iWotu 0 fyra 165 1*33 116*30. »21*34. *26. 135*6.
&X\^rpıo( opp. o^Kcîos 1 3 0 * 18. 163*3 164*31
i\k6Tpıoy iyaOiy 130*3. 134*5 do'ayKaîov o p p . SfKttioi'1 6 4 * 9 . » 6 5 * 4
iw6Tpıaı ijSovai 153*23. 175“ o p p . #ca\(Jv 1 2 0 * 1 . 155*29. 171*
15 + itMiOrpııirspa 159** 3 4 34 o p p . cdptrhy «aO* avr6 I 4 7 *
i \ 4 yiirT0 i 149*9 24. 176*3 iyayKcûa fi piKpd
&\oyos ^v<m 10a'*13 rk İ\oya 135*9 kvayKaîa fj tpaffiKİ » 3 5 *
111 >»13. i 7 3 ‘»ıo rk İkaya vdBfi 31 t 5 ayayKaîay ^x*»*' 180*19
l l ı “ı rk İkaya fstprı 1 1 7 * 3 4 kyayKotirtpoy alala ıriktus 1 6 2 * 1 8
rh İkayay r^s ^wx9* l 6 8 **3o t İ kyayKcurriKİı Svyajus 1 8 0 * a 1
İkoyayi02‘’2%. **3 0 . I38*>9. 139* kydymı o p p . ^vats, t 4x v 112*32
4 kkiytüs 95*15. 120*» 18. o p p . koyos 1 8 0 * 4 8ı* kydyKTiy
168*1 i i 6*3 ffkydyıcrıs 112^24. 1 3 9 *
’Ak6wrı i) Kapatyav 150*10 33. 140*33
ikixov 180*29 kyaypdıftaı 9 8 * 2 1
İkau 174*31 kyaefı/ıara I 3 3 * 30 . 1 3 3 * 5
i\v ırra 153*31. 171*8 kyatptîy 9 6 * 1 5 . 1 3 3 * 1 0 . 1 3 3 * »4-
lUvırof 119*39. 120*27. 126*14. 146*7. 173*39. 173*1 kytupfty
152*1)5. 153*38. 173*16 kkv- iauTois 1 6 6 * 1 3
ırws 130*36 kyoıaSriirla 1 0 9 * 4 . 119*7
ikv<riTtk4 s 163*37 kyalaB^os 1 0 4 * 2 4 . 107*8. 108*21.

151*13. I5 9 ‘*I3 114*10


k/ıaprdyeıy ırakkaxi*s ftrrty 106*28 4 i'oi«rxw»'T/o 107*11. 128*31
opp. KarapOavv 106*38. 107*15 kyvdffx^^^^ ıo8*35- ı»5*i4
opp. ip9 &s staıs7y 126*34 6ist. kyoKVKkûaOat 1 0 0 * 3
İTvx<<>' 135*18 kftaprdyafiaı kyakyı\vla 1 0 0 * 3 2
106*25. 107*23. 111*34. 1*5“ kydkyyras 1 1 5 * 2 6
19. 137*16. 160*31 kyakoyla d e f . 1 3 » * 3 » ipıİprrrtKİı
kpâprrıpa 137** 7 ı 25 def. 135*12 106*36. 133*! 3 + yttoperpucii
kpaprıpriKİs 104*33 131*13 Stfiptın4 yrı$ arvyex4is 13I *
kfiapria 110*39. »42*21 3a Kar'kyakaylay g 6 ^ 28, 1 3 2 *
opp. ipOirııs 143*11 dist. KOKİa 33. »33*6, 1». 134*6 dist.
148*3 sraıSucal k/ıaprtat II9 * Kar' iptOfiiy 1 3 4 * 2 7 *ts <rx?/*<*
kyakaylas İy tıv 13,3 “ 1
a/tapTttkörapoy 109*33 kydkoyay 1 0 3 * 9 . » 0 8 * 2 6 . 1 3 1 * 3 0
kpMupovTtu 175*10 + . 132*34- > 3 4 '’4 - *48*10.
k/ÂMlı^aaİaı riıy xpoCwapx4iy »^5 * 5 1 5 8* 35 . *23. 162*15. *4. 163*
St* kiı4kuay 114*1, 25 32 wapk rh kydkayoy 1 3 1 * 1 1 + .
dficAcîV 1 3 0 * 3 . 134*27. 176*11 I3.^“ 8, 1 2 . 1 3 6 * 3 iyd k a ya X S t * '3
kluToKtydrrtts İx**>' ^^5*33 kyakvtıy 112*20
INDEX. 229
112 23 ivâptüirııtJs 111 ^ 1. 119*7. 126*30.
iv roît iva\mtKoîs I 3 9 ***7> 3 * i 63*’24. i 67**37. 178*14, 21
rb iva/idprrjTov 155**3 ivSpuınKd, opp. tf>vtrucd 155 *’9 iv~
ivduyrıtrıs 1 1 8 * 1 3 $panfiKİı iptrii 102^12 ivipytıa
‘Avaİaydpas ı ? 9**3 178*10
’Ava(avSp(Si}i Ifl 2*22 kvOp^vıvos 137*30 opp. <pv<rtKds
ivdıravffıs 127^33. 1 5 ° ' ’* 7 - *60* 135*4. 136*9 6 ivûpi^tvos plos
24 c o n i . ıroı 5 ıc£ 1 2 8 *’3 . I 76**34 + loo*’9. I 77 **3 i kvBpontlvn kptrlı
ivaırKrjpovfiivTi 153 “ * 102*14. 1*3 evbaı/ıovta 102*14
ivaırA^poıcnı 118 ^ 18. I 73**8 + •pivu 110*35 ivipytia 178'‘23
ivavdSttKTOt tpdffttt 143**** imOuftla 1 28 İKa\curlaı^g* 20
ivaırTpe(p((rOaı Zo3**20 kvBptiırtvov i'VaOıti' 94'’7. 98*16.
‘1’^* Kvoiıras 148 *‘20 103*14. 140*21. İ4 i ''8 t^ o v
kva<rS)<raı 165 **22 100•'12 t A kvBpAmva 99*15.
dvaroKal 1 1 2 * 2 5 113*28. 179*24 t İAos T&v
5 ı’ iıva<popâs loı*’2l Bpanrivttv 1 7 ^ * ' kvBptiınva ıftpo-
'Avdxvtp(ns 176’’33 vûv 177'’33
dvSpdıroSoy 145*’24. 177 * 7 » ® ivOpttvoAdyos 125*5
ivSpaTToSıiSrjf 95*'I9‘ 118*25. *'21. İvBpuvos i i 8**2. 170*’I3 coni.
126*8. 128*21 » 3Xij, triffrtı/ıa 168*33 İvOpanrot
dvSptla 104*18. ıo^*»ı. 107*33. xoXiTUt3i ' 9 7 **ll. 169*18 cvvİva-
I o 8 *’ 3 2 . 109*2 ırepl ivSptfaî otikİ v 163*17 kvOptiırov & \\a
115*6 sqq. Otıdrepa 141*34 ivOpdırov fpyov
âvSpfîos 102‘‘28. ıo3*'i7. ıoS*'i9. 97 **25 İv0p<ınros ip xh tûi» ırpd-
115*11 + . 137*20. İ44*'5. 167* (tu v 112*31. 113*16 iırip İv-
20. 177*.^2. 178*10, 32. *»12 âpanrov opp. kot’ İvOponrov 115 *' 8
ivSpelov Hpya 129 *‘19 rı İvOpuıros 148*20 ivOp<İTo»v
ivSptavTOiroıds 141*11 Kpiarıv 148*22
kvbplÇovraı 115 **4 ivBvrrıptrttv 133*4. 170*25
ivbpoipovla 107*12 İKfoTOI 131*13, 150*23, *33. 165*
ivbpıiSrfs i o 9 * > i 8. İ 2 5 * ’ 1 2 . 126'’ 1. 18, i 8o »9 İ kiiİtms 137'■ 29
17ı *‘6 4 ı/fı;o-ıi'138*33 ivıtfiitru 173*27
ivSpudivras 180*2 Skio-oî 139*1 + . 132*7+ SİVİiTOS
ivtyK\t}roı 1 6 4 * 3 5 İSlKOS 129*33 Oİ &VUT01 159***'
avibnv btdKfiv 1 5 1 * 2 3 162*4
iveiftivus 105 **37 - 114*5 ivdnros 119*’9. 123*4 kvdıtrn
dvİKir\nKros lif**!! 173 **
I07*>10. 119*>27 + . 121* kvofunotıbeîs <pt\(aı 163*32
1 1 + . **13 + . 123*14, 130*19 ivofioıÖTTjs 108*33. 158*5, 11
ivt\ei6fpos ıo7*»i3. ıo8*’22. 121* ivdvrfTOs 95*9
20. I2I*‘I4 + ’. I 33*5 + . 133*16 Aı»ıSır\oıs £)ir\iffixivoi )xdxovrat n 6 *
ivtfiır6Sı<rros ivipyfta 133*13. •’io 13
180** 17* l8ı*‘6 kvoffiovpyol 166*5
iv(viTl/ıi)rov 154 *‘4 âvraToStbivat 126*17, *!• 157 '*3 S-
ivtptivrırov l8l*’l2 167 **25 avTaıroSoTÎovl63 * 2. **I4*
&v€(rıs 150 •‘17 164*26,31
dvetptoi 163*1 ivrardSoa-tı 133*3. 163*11. 164*7.
ivf)p opp. »oîı 176'’ 33 dist. ıro\lTt\s 165*6. 178*30
130** 29 ivTtvtpytTtKds 124*11
İvOtKTİoV 126 *‘9 ivTtvtroitîv 179*38
dvOpdjtvv rpdı^tıs 148 **28 İLVTip\dıtTtov 138*8
iv6p<6ırtıa 173*^. 181^13 ivTiSavtıo’Tİov 165*8
h.vBponefiıto'Baı 178** 7 ivriSocrts^ Kar' ivaAoylav 133*6
230 I NDEX.

iyrıSupea[ 1 2 3 * 3 İıretpos 9 5 * 3 . 1 2 0 *’I 2 . 1 8 1 * 2 1 eîs


iyrıSupeîraı ii ır e t p o t ' 9 4 * 2 0 . 9 7 *’ l 3 - H 3 * *
iı>riKaTaWarr6/i(V0i 15 7 * ** KOKhy rov ivflpov 106^29
İLyrtKa^(iı> 164'’II aripavrov 1 0 1 * 2 6
iu>Tt\vrp(ı>Ttov 164 **35 avıareîy 1 1 2 ** 1 0
rh i»rl(ovy 155'*5 S ttA ijo 't o s i 1 9 * ’8
4;»Two<rx€U'i33’’6. 163*1 iv iv r ı- o i t A-o Cv 13 6 22 â1^KriaKpa(rlaI^^g^i
ırtıroye6<rt ifıS'^Zİ rh ivrvKtvoy- f]Sovfı i 54**26 (pîiffis i5 4 '* 2 i +
e6s 132*’2I + â x \ü s \ 4yofi(y rh Kaff ahrd 1 5 1 ** 2
ayrtırKrıy^yat 132’’29 âırAtüs o p p . xayrohaxûs I o ' ) ^ 3 5
ayrurotûy 138*22 o p p . irt5s 1 0 5 * 3 3 o p p . t t ) 5 / l 4 6 ’’ 2 1
iyruptKfty 157 **30 iyrupıKftffOaı fitraıpopdy 1 4 9 * 2 3 o p p .
o p p . Karcı
159*30. 164*4 , „ Kara xp 6 <r8 t<nv 1 4 8 * 1 1 o p p . Kari
ayrı<fti\wıs 155 “ 28. 156*8 avftfifPriKSs 1 5 7 *’4 o p p . Kard rı

ö &yw0ey 149*’9 148*4. **16 o p p . ır pd s T t I 3 9 *’ 2 .


ayiLyvpot 107*’!, 30. 108*5. II5** 142^29 o p p . ırp 5 s c T c p o K I 2 9 ' * 2 6 .
25. 125»>I7, 28. 127*12,14 130*13 o p p . TM'/I29'>3. 152*»27

ayıirtpoy im^-rfTtıy 1 5 5 * * ^ opp. fııûy 95*’3 opp. İKdtrr<p


iu><ofpfK<yi 95*5 113*23. i 5 5 '*24 - 1 5 7 ‘'2 7
u(tıyos 1 7 0 * ' 2 2 ixoP d\.\traı 1 1 0 * 9
â^la I2 3 ‘'l7 . 131*26. 163*2, 30. ixofio\iı xPVf^druy 1 1 5 * 2 1
164*22. ı>4+ İıruy fi ii^ia yo/JLİa- İKeyvtİKaat rfjv aomıplav 1 1 5 ** 2
jttOT» fifTpfîraı 119 **26 ftâWoy İiriÎ70K0t 9 7 * ’ 1 2 . 100*21. 101*22
T^ı â(fas 119*20 Kar’iffoı» 122* İKoSfiKriKİı e(ts 1 3 9 ** 3 *
26. 123*18. '•3. 131*24. 158“ iroSfiKTİy 1 4 0 * * 3 2 , 35
27 - >5 9 *.^5 - i 6 o '*33. i 6 3 ‘»i i ,35 Âır 3fict(cs 94'*27. 140*33. 141*2.
rh Kar’ â(l<ty opp. rh Kari wo<röy 1 4 3 ' ’10. 147*20 İ K a r ir is ir o -
1 5 8 **31 opp. TaÛT^ 1 6 1 * 2 2 dist. hfi^eıs yovs 1 4 3 ’’!
rh hvyariy 1 6 1 * 2 2 ırapi rf}y iıroSoreoy 163*7, 20. ’’*0. l64**33.
â((ay 1 2 2 * ' 2 9 . I 3 6 ' » i 6 . i 6 o '*I3, 165*1, 14
36 iroBttytrioy 110*27
avluna 123‘*25. 165*11 a|(o)/xa ivoKrtyyvyat iavrdy 138*6
?X««' 117*24. I2 2 ‘>33 ot iy irdK avcıs 118*30. I27.*’19. 148*5.
d(t(i/taTi 123*2. *>19. 124''19 ol Mg"!
iy i^Kİfiaffi 126**36 Âıro\au(rrtK^s filos 95 "17
i^Korioy 159** 18 avoKKiiJifvos 5 ı* abrdv I2 0 * ı
â\{ıy(roı 151*9 İKOndrrovraı 1 7 2 * 1 2
aopyrıerla 108^8. 126*3 irofJLyrifiayfvfty 125*4
a6pyrıros 108*8 droyoy 168*24
o6piffros 1 2 8 * 2 7 . 1 7 0 * 2 4 . 1 7 3 * 1 6 ixoxff/,x 6 fj.fyoı 109'’ I I
rov ioplffrov Üpiirros 6 Kavdtv 1 3 7 *’ irapla 146*22 sqq. vrh rfjs iroplas
29 eilaros 121*21
iırayopevfty 129** 24. 138*6 ardpptjTa I I I *9
imıypıupiyoı i4 S ''2 i iroarrfifiaffi 100*26
itrdBeıaı 104'* 24 iroarroKal ^iyuu 123*3
ixaıSay<iyrıros 121 •' 11 ixtaxtSia(rfieyos yofios I 2 9 İ > 2 5
hvalSevros 128*21 ixoaxoi<dÇfiy 176 *’ 17
İTopyovyrat ra ^ySo(a 127 **25 irorplrfıaırOat 105*2
ixapx(il 160*27 ixorvyxdyoıy 119*3
ardrrı 113*34 irovala ıı8**33. 157****
Âırcı0cîi'114* 16. 180*8 ixo<pdyaı opp< Karapdyaı 139^15
iofflvaffOaı vidy 163'’19 ixi<pa<ns opp. Kard^atrıs 139*21
ioKipoKcLKla 107'’ 19. 122*31 irpoKrtly 5ta plov 95 **33
I ND E X. 231
İTpoa(ptra 1 3 5 * ’^ ° İTrpcaıptrus dpıOTcîo 1 0 1 * 2 8
106*3 rd ipıvTtpd 102 * 20
h rp o $ o i\(vro s I 3 5 * » I I . 151*3 of &pı<rT0t 1 2 9 * 1 6 . 167^1
aırpoırr)yop(a 1 5 7 * * * 3 opuTTOKpaTta 1 6 0 * 3 2 . * 1 0 . 1 6 1 * 2 3
itruOovyrat 1 0 8 * 2 3 apKTTOKpaTtKol 1 3 1 * 2 9 dpiOTOKpO»
iır< i\(id TIS aİTOv 1 2 0 * 2 TiKİi Kotytoyla 1 6 0 * 3 2
'Apyûoı 117*26 i p Ko ûj /T Oi y 9 5 * 6 . 102*27
âpyfo 1 0 2 * 7 . 166*10 ipKTeo»'9 5 * 2 . 144*13
ipy6s 9 7 ’’3 0 . 124*24 apy)/ (pı^la âpfjLovia
167*11 apırayfi 131*8
apyipıov 109*27. 127*13. 137*4. t 8 lippty 1 5 0 * 1 6 itppoSlffia toîs &p-
164*28, 32 ptaıy 1 4 8 * 2 9
â/>«(r<f«(rfloı 1 2 1 * 7. 165*28. 172*13. ippaHTTİM 113*2
175*11 itpTTİcrBaı İK Tİjs Trarpıınjs 161*17
İpfffKOS 108*28. 126*12. 127*8. SpTos 113*1
171*17, 18 apTvovrts r d S\l>a 1 1 8 * 2 9
hptr'fı= i\ts ^ıra«/«T^ 103*9 dpx«<o* 113*8. 160*25
0 €\Tl<rTfi e(ıs 139*16 ^ olKtla İpX(tv 134*35 İpxt(rBaı 1 3 4 *
coni.
ipfrii 98*15. 177“ '? ip(Tİ) 15 İpxo>y ipxifieyos 1 3 8 *
cont.
i<pOa\fiov, İ1TV0V 1 0 6 * 1 7 Kr^ifiaros 12. 15.'!* 13 . 161 “ 3 3 ö İpxo>y
Kol e/jyoı» 122 * 15 t «'x »^î İ 4 '* 1 2 <pvAa( TOV SiKalov 134^1 Th&pxoy
ivOpcoırov 106*22 iperi] ivOpu- 119*7
irfj'jj 102* 14. *3 dvöpcDTnK^ 102* ipxh ^iAlas 1 6 7 * 3 dpxh f)pii(fv
12 SiTTİ) 17 İPfriı, rı /liy Stavorı- ırayr6s 98*7
TiK^ îj Sk iı9tK7i 103*14 dperol “PX^ (=principium ) 95*6. 98*2, 3.
8 «oi' 07jtiko( 103*5 Ao71)co{ 108*9 139*7- ‘'5. »8, 34. 140*34. *18.
Tİjs Sıayolas 139*1 T)OiKa\ iptral 141*18. 142*19. 144*32,35. 150*
1 0 3 * 5- 178*18 al Tov tjeovs 5- 151“ 15> *6 ol diri TÛy ip-
139*1 al TOV (TvyOfTOV 178*20 XÖ»y Aiyoı, ol M t & s i p x < ^ ^ 9 5 * 3 i
al-ırpoKTiKal ip tra l ijBiKİ) ipBoSo^ûy ırepl T^fy ipx^y 151*19
iptT'fı 1 0 3 * 1 5 . 1 0 4 * 9 . 1 3 9 * 2 2 . dpxal Siy 6 <rvAA.oyt<rp.6s, &y ovk
144*7. 152*5 T] TOV ifBovs &p(T-fı fffTi avX\oyi(rp.6 s 13 9 3 ® ( c f • 1 5 1 *
172*22. *15. 178*16 OptT-fl, 15) ^X®^ ‘1’®!' İTToStlKTÛy I 4 O *
d e f . 1 0 6 * 3 6 (cf. 1 3 9 * 2 2 ) iplvTTi 32 T o O ^ı r u T T i j T o û 1 4 0 * 3 4 TÛy
Kal TeKeıOTİTTi i^ptT^ı 9 8 * 1 7 iptTİ) ırpaKTÛy 1 4 0 * 1 6 yovs iaTİ TÛy
TfKtla 1 0 0 * 4 . 1 0 2 * 6 . 1 2 9 * 2 6 ipxûy 1 4 1 * 8 8 yovs ipxh 15®*5
ırovTtA'^s 1 2 4 * 7 , 2 8 T^s TtAflas (cf. 1 4 3 " 1 0 ) o f T ^ y ^pOV7\fTt<aS
ipfTİjs xPVO'ts tiKaıoffvyjı 129*31 dpx®f 1 7 8 * 1 8 r d İK TÛy ipxûy
Z\ıı ipeTlIı l . ^ o * 9 . 1 4 4 * 5 dist. 81- 141*17 il ipxil * « l ‘i'd aİTioy
Kaıoffvyt! 1 3 0 * 1 3 optTİ} tpvo’tKİ), 102*4 tis d p x d y ivâytıv 1 3 4 * 2 1
dist. Kvpia 1 4 4 * 3 iptTİj fi tftvaiKİı f) Tİjy ipxh>' oİ t 8k dKâ-y*!»' 113*6
İOkttİ) 1 5 1 * 1 8 7) vırip Vfiâs iptTİf t 8 ov iytKa ipxil 1 5 1 * 1 5 (cf- 1 3 0 *

145*19 ^ Aper^ 32) d p x< >l '*■“ *' ov tytKa 1 4 3 * 4


120*7. 122*19 oper^ 159* SBty il KİyTitrıs 1 3 9 * 3 1 4pX^ ‘’’® *
35 7) kut' i.ptTİ)y ıf>ı\la 1 6 4 * 1 Ktytty 1 1 0 * 1 5 4 y avroîs ^ x ® * ® ’*
ipfTVS iy^p ytıa ı 1 7 3 * 1 4 iptT&y Tİıy ipxh>' Kari ^vtsty 1 4 0 * 1 5
^ydpyeıat 113^1). 177*6 ThKo\hy S»y if ipxh ^1' ‘^’V ifotovyTt 1 4 0 * 1 3
t ^Aos tt)s ipeTİjs 115*13 iy Ttp TtpİTToyTi 1 1 0 * 4 (cf. I I O *
apıOnTjTiKİı dyoAoyla 1 0 6 * 3 5 17. 111*23. 112*28. 113*32)
âpıBfihs /jioyaSiKds 1 3 1 * 3 0 cîs ipıBfi^ » S e v 11 o * 1 d p x ^ > ırpd{€û»y 1 3 6 "
131*16 k o t ’ A pıö/ıdv i 7 o * 3o d i s t . 28. 139*19 7epâ\tuv 112*32.
k o tiyaAoylay 1 3 4 * 2 8
’ ovSerûy 113*18 8ıd 7tpo<upiff(o>s ipX‘fl>'
iptBfiûy ıs tay KartaKtia^oy 9 6 * 1 9 134*21 ipxh "rfit ahlas 135 “19
232 INDEX.

4i ) Y ^ ( « * m a £ r i s t r a t u s ) 1 3 ® * * ’ *55* ^ ’
avrdpıcns 125*12. l6o**4. l6 9 ‘»5.
i 6 o » I 4 + . i 6 i ‘ 2. 167*31. 169* 177 *»!, i 7 8 *>34 . 179’*4 rb otf-
*9 IS****®
Topjter 97^8, 14. I77**2T. 179*3
ip x ry fs 1 6 a * 4 airdpKfis coni. ixptfiiıs lia**!
apXiOta>pos 1 2 2 * 3 5 aîıroivOpotıros 96*35
^61*18
oMTOtKcuTTov 96*35
ipXi’’'fitTovu(6s 9 4 * I4ı 27* *4 *
airripuroy 181 **11
İW o s airhs i <plKos 166*32 trtpos
35 , b oâıris 169** 7. 170**6 fTtpoı av-
ipXtT^ıtr<01/rov TfKovs *
İO'ffi'flS 1 3 3* 6 roi 161 **29
4 o-0 ^ m a 114*35. i 5o '*1 9 . t 4 abrûv ^x***' 132’’17. 133**3
îurOtviıs I 2 4 * ’3 2 . 146*15. ı6l*b. at>XJt^l 112*36
176*14 {(’ i/^atpifftus 142*18
aaıvtffripa 1 5 0 * 4 iypayfs 101*18 t 4 lupayrj 104*13
iartrla 1 8 0 ' * 9 . iupayl^firdai 117'*3
S<rKi7(rij 9 9 ‘’ i 6 . 170*11 ilpavp6y 101 3
4< r w j T ( { i ' 9 9 * * ı o iujtfiSils Tov plou 134'’8
imrlBa fiîıl/aı 130*18 lupfîvat 1 3 7 * itfKtvat 111 * 11. 114*17. 137 * 31 .
31 i 63*’22
4 <rTc 7oi 1 2 3 * ’7
ii<pİKKtıv tis rovvavrlov 109'’5
itrifjtfjLtTpoı 1 1 3 * 3 3 4^4 118*36, 31. ‘‘1 + . 148*9.
iarvvfıBfis 1 2 6 ^ 2 6 150*9. 176*1
iur<l>a\ûs 1 0 0 * 1 6 ijupBapra 139 **34
4 <t x i }M®*'*Ö' 119*30 iupûda 115*11
iurxvH^>^^*'V>' ^ipti 136^33
İİfnKos 170*’3 3 İ<fu\oy 101*33
&ırxvM^i' 1 2 3 * 3 3 , 1 3 7 •* 1 3 iuptKoTtfLia 135’’ 33
4 o ' x o X c 7o'0a ı 1 7 7 * * 4 İuI>i\6 ti/Jİ0s 107 •»29 + . 125 •*10
4 o ' x o A o r 1 7 7 *‘8 + iiplffTcurBat 163 •'23. 165'' 32 . 166 **
4<r«rfa lo ı^ ^ı o. ıo 8 ' * 3 2 . I I 9 * ’3 7 + . 10
131*11 + . 1 3 3 * 1 5 iıpoPla 107^1. 115''24
4 (t « t o s ı o 7 ‘* i 3 . ı o 8 ” a a . ı i 9 ’* 3 a + , iif>o$os 115*16, 19. 117*19
i3o'*a5. 121*8 + . i5i**7 ii(p6pftTOS 126*13
4r 4p a x o î 117*19. 3 '. I 2 5 ‘>34 i<pwpıcrnfyos 113*3. 14Ö*’! ! . 159*'
İ T C f c v M 99''4. 163*38 33 iupoptffTİoy 97.*’34
4 t 6X ^ i 9 5 *»3 3 . 1 7 3 * 3 0 . 1 7 4 * 3 3 + . iuppoSitrta 118*31. 147*15. **37.
I 7 7 ‘’25
148*»39. 149*14. I52‘>i7. 154*
4T < x W a 1 4 0 * 3 1 18
4 rt/t(a 1 0 0 * 3 0 . I 0 7 *’ 3 3 . I 3 3 **3 1 . ’AippoBİTTi 149’’15
134*5. 138*13 luf>poffiyrı 146*27. 149*5
İrtfios o p p . tvTifjLOs 1 1 6 * 2 1 tuppoty 149*9
İroTos 1 7 9 * 1 5 İ T O i r o j r)Soy^ 1 4 9 * lupvtffTtpoi 180*8
4x 04/ı«»>oj I04*’6. 121*6
İrpvrov I 7 7 “ 2 2 ^Xophn'ros 99*33
İ t İxvm^ 1 0 1 * 1 0 , a 8 def. 1 3 5 ** *7 4xp«7oı i38*’a. 163*28. ı8ı*»6
aiBalperos I 1 4 * ’6 İXpv<rros 133*31. 141*’7
attO^KOffTos 1 3 7 * 3 3 İx<ipiO'T0I 102*30
ab\riTİıs 9 7 ‘' 2 5 4+«X« I3 6 '’30. 150*3. I55‘’27.
ah\rpriKİ\ 1 7 5 '’5 157*’3°. i 6 i *’3, 4
ttiAotJı 9 7 * 2 7
103*16. 104*37. I l 9 '’ 4 . /SaSf^ctv 129*16. 173’*!
l54*>ıo. 160*4 $dSi(rıs 1 7 4 * * 9 +
aiı^jlTtıciı (u'fı 98*1 /3dXA€«ı. 135'*14
oİTtlpıtfia 9 7 ‘>7. 134*37. 177*27 Şayauffia 107*’19. 123*31
I NDE X. 233
fidvavffos 123*19 Ppciifiara 1 1 8 * 1 5 . U 9 * ®
)Bdp/3a p o i 1 4 5 * 3 1 . 14 9*“ Pp&ffıt 1 1 8 * 1 9
/3t£poî 1 2 6 * 2 3 . 171*3* 0a)fioKoxt<i 1 0 8 * 2 4
fiapvtrradfiov SSaip 1 4 2 * 2 3 i3 ö>/ıoA<{xoî 1 0 8 * 2 5 . 128*4-1-
0 acrı\€la 1 6 0 * 3 2 + . **24 +
0 aırı\€v 6pfvoı 1 6 1 * 1 1 + ya\Tjy SfSı^yaı 1 4 9 * 8
0 a<rı\evs 1 1 3 * 8 . ISO** 14. 1 5 9 * *• yapLiKÛs itTTiây 1 2 3 * 2 2
i 6 o *>3,+ . 16 1 * 1 1 + . 180*20 yâfjios 1 2 3 * 1 . 1 6 5 * 1 8
0 avKovavovpyoı 1 2 7 **27 yapya\i^«r6aı 1 5 0 * * 2 2
P4 0 atos 1 6 2 * 1 5 rh 0 (0 atoy 1 5 9 * ’8. yaffrplfiapyoı I l 8 * * 1 9
177*26 0 f paiaıs 10$'^ i i y tlru y 137*7
Pf0 aı6T7)t l o o * ’ i 3 yeKoîos ı o ı ‘» i 9 . * 2 3 * * 3 3 . 1 5 9 ’’ 1 7 .
0 e0 atû(Tat 1 5 9 ■‘' 2 2 162'*14. 178 '’ 11 Tİ yekoîoy
t 6 jB cA.Tioi'145'*33. 150*2, 1 5 4 '‘ H 128*4
Tİ 0 e\TİOV u 6piOV 1 7 7 * 4 0 İ\- yekatra #faT6x«*>' ISO**!! ıroitîy
TJO-TOV 1 4 5 * 2 7 . 151*25 128*6, 35

i9^9 * 3 5 * 33- * 7 9 *’2 9 ^ **’ y f ye<rıs 1 7 3 * * 4 + - 174**J2 co ni .


İyvoıav 1 0 9 * ’3 5 aİ^naıs 1 0 3 * 1 6 . 104*27. 1 4 3 * ’2 0
3 PıaaSels 1 l o * ’1 7 coni. Kly7}<rıs 173*30. 1 7 4 * ’1 0
/Sfaıoî 9 6 * 6 . ııo*>ı. 119*3* Tİ dist. 153*16 opp.T^Xoî
/S/oıo;» d e f . 110* 6 . ''15 1 5 2 ' ’23, yeytats
153*9 alaBrırf)
Bfaî 1 3 0 * 1 152''13- *53*13 ’Ttpl ytyeffiy
Pıoreittv 1 1 4 * 1 6 T«x»^ 140*11 iy ry yeytcTfi
Pıtoreov 1 6 2 * 2 9 ırptoroy 1 1 2 * ’2 4
0 \ a 0 tp 6 s 1 2 3 * 3 2 . 144**9. 152*21. İK ytytrfjs 154*33. 162*12
* 5 4 ' ’.‘i- ı 6 6 * ’o 0 Ka0 tp 6 v, o p p . ytyyiSas ı o o * ’3 2
avfKptpoy 104*32 opp. alptriy Tİ ytyyrjtray o p p . t İ ytytyyr\p.4 yov
134*5 opp- d)<ptKıp.oy 134*8 *55*17 Tİ ytyyrıBiv 155*17.
/3A.{f/37) 9 4 *’ i 8 . I 2 6 *>3 4 . 1 3 5 *’ i i + 1 6 1 *’2 0
0 \ i 0 os 1 3 2 * 4 ytyyııiTis 168*25
0 orı0 fiat 1 5 5 * 1 4 ytyyriTİjs rwy ırpd^tuy 1 1 3 *’ ı S
Po^ıOrıpa 9 7 * 6 y 4 yos 94'‘25. i3 7 '’9, 140*’4. 145*
Po-pOhy t İ v ydfioy 138*2 27- *5o '’35 T $ y fy tı 98*8.
Popdv 118*23 106*12. 137*34, 139*9- 148*
/3o(TK<i/taTo 9 5 * ’ 2 0 , I70*>13 23. 149*’28 TV-y«V«t 123*11
PovKtvfaBaı 112*18 sqq. 139*12. iy rtp avrÇ y iy fi 130*1
ı^ o" 20+ . i4i*>9 + . 142*31-1-. yipayos 118*33
152*19 yipas 134'*7. i 63»>4
PoİKfVffIS 11 2 ** 2 2 -1- y tv n s 118*26. 148*9. 150*9.
0 OV\fVTlK6 s 1 4 0 * 3 1 . 1 4 1 •'27, 3 3 . 176* 1
152*19 0 OV\tVTtKİl 6pf^lS 1 1 3 “ yfUfUTpeîy 1 7 5 * 3 3
11. 139*23 yeufterptıs 9 8 * 2 9
/3oii \ € w t 3 v i i 2 » i 8 , 1 9 . *>33 + . H 3*’3 ytufitrpla 143*3
/3o w A ^ 1 1 2 » l Q - f . İ42**l, 2 1 ytcantrpiKol 1 4 2 * 1 2 . 1 7 5 * 3 2 yeu-
0 ov\rıp.a 1 0 3 " 4 , ı 67*’ 7 fierpiKİ) dyakoyla 1 3 1 * 1 2
iBouÂTjfftj 1 1 1 *>1 1 . 113*15. 1 5 5 ’' 7««P7<fı 1 3 3 * 1 7 , .33. •’4
29. 156»31. 1 5 7 * ‘3 6 . 178*30 yîi 1 7 9 * 2 6 yrjs rpd^tts 1 4 8 * 2 8
ırapk vify 0 oi\if(rıy I 3 6 * ’ 5, 7* * 4 yris Kal BakdrTrıs &pxeiy * 7 9 * 4
PovKrjrSy 1 1 3 * 1 7 - 1 - . 1 I 3 ’’ 3 yvpây 135*'2
0 o Cî 9 8 * 3 . Q 9 * ’3 2 . i i 8*20. 1 6 1 •'3 yrjpai 1 0 0 * 7 , 2 3 . 1 2 1 * 1 3
PpaSvrffs 1 7 3 * 3 2 ylyeaOat dist. 6ırdpxfty 1 6 9 * 3 0
Bpa<rfİf Bvfiy I 3 4 * * 2 3 dist. fx***' 1 5 4 ’’ *
PpTBos 101*29 yıydcKuv T İ SfKoıa 1 3 7 * 1 0 rd KoJlt
234 I NDEX.
İKaara 143*34 Oeuprjıraı Kal Seı\ixlyuy 107*18. 137*22
yv&Kaı 179°^ yıydtrKuv (Kpıvtv S tı\ (a 109*3. 119*21, 28. 130*18,
î 36*’34 ,
31, 166'’10 OıipuiSrıs BeıA.fa
rAaÛKor 136 "10 149*8
y\l<rxpoı 12I*>22 5 €«X<fj ıo 3 ‘>l7. 104*21.’>8. 107*’4.
y\vKv 1 4 7 * 2 9 , 3 1 . 1 5 4 ’’2 9 7^ı;- 108^19, 25. 115*20, 23. '*34 +•
«^0113*28. i 7 3 ' ’ 24. 176*12 Il6'> ı6. 138*17
yvdun 1 4 3 '"7 def. I4 3 ‘ I 9 ScScrat v Sıiyoıa 146*24
yyuplCfiy 96^^$. 1 2 9 * 1 7 . I 3 2 * ’2. Bcii» 152*6 Beov 107*32. 145*’28
İ 4 i ‘>i5. 1 5 5 *’I 7 - i 8o »>22 rh S4 oy 94*24. 107*^ 121*1.
yvdpıpos 1 1 5 * 1 . I 2 6 * > 2 5 . I 3 9 *’3 3 . **12. 122*29 Kapdrh Sf oy 118^20.
* 63*’35 rh yvfipifia SiTTÛs 95^2 123*20 To S€ovtoI52*21. 169*
yy&fftt 95*6 + . 97*6. 102*22. 10
139*11. I 41*'34 6 Sfiy<Sf 1 5 2 * 1 0 Suvol 1 4 4 * 2 7 .
yyucrri 177*21 1 4 5 * * 19. 1 4 6 * 2 3 . 158*32 Suya
yoyfîs 9 7 * * 9 , 1 2 . 1 0 0 * 2 6 , 3 0 . 1 1 0 * 1 0 1 * 3 3 . 103*>i 6. 1 1 5 * 2 6 . i 66*‘12
6. 120*>14. 148*31. 158**15 + . Seıydrara 1 1 0 * 2 7
ı6o»ı. * ' 18 + , 1 6 1 * 2 1 . i 6 3 ‘' i 7. Stı|/ı^T7jî 1 4 4 * 2 3 s q q . 152*11
164'>5. 165*16, 24 17 5«fıâ (pvfffi Kpflrruy I 3 4 ’*34 tİ
y6yv KyrifiTjs tyyıoy 1 6 8 * * 8 8«{»c£ 1 0 2 *»19
ypdppara 1 1 2 ° 2 St(Tp.6 s 1 3 1 * 8
ypafifioTtKSi 1 0 5 * 2 0 + 56<nr<{T7js i 6o **29. 161*35
ypafift-f, 1 3 2 * 2 5 . 1 7 4 » ! SeffiroTt/fbi'S/koiov 134**8. 138'’8
ypdıpfiy c o n i . Koyl^tırOaı 1 7 5 ’’ 1 8 Karh rhy Seırrtpoy v^ovy 109*34
c o n i . Kİytıy 1 8 1 * 3 y(ypap.fi4 voı S fV T fp a ıs, opp. K-ptiraıs 158 **31
yipoi j 8 o * 3 5 ypaKTfoy ı i 2 * ’2 opp. Kuplus 176*29
ypa/^ûs 1 8 0 •‘3 4 ^rjKıoKhy ixlypapLjj.a 99“ 25
ypa<p4ı 1 1 8 * 4 . 1 7 5 * 3 4 SrifJiTtyopiKol \6yoi 181*5
ypatpiK-fı 1 8 0 * 2 3 riı Srj/ııoı/pyoû/ict'a 9 4'’14
yyuydaıa 1 0 4 * 1 5 . l o 6 * ’4 SripLüjfpoyrfs 1091*9
yupvaarrii 1 8 0 '* 1 4 ^rıpoSoKoi 151*8
yvpyaariKfı 9 6 * 3 4 . 1 1 2 ‘'5. 1 3 8 * 3 > * Sıj/to/cporfa l6o'* 17, 20. 161*6. 1*9
1 4 3 ‘' 2 7 . i 8 o *>3 Sfi/ıoKpariKol 131*27
yvp.viKo\ ayûyfs 1 1 7 '’ 2 5fl/*oy 112*9. 167*35
yvyaıu 1 7 1 ’’ l o Srifiorat 160*18
yu»>ı^ 97*’ ıo. 115*22. 134*20, *’ı6. Sı‘ aûroD 1111*26 5 ı‘ aörûy 112*34
137*20, T48‘’32. I58*’13 + . i 6o *» Sı* r\p,ûv 112*30. **28 rh Sı'
33 + . 161*23. 162*16 + ayOptivov 112*33
5io7«jy iy ır d r o ıt 113*6 (cf. 172*3)
Saı/Li6yıos 122^21, 1 4 i * * 7 S ıd y p a fifia 112 1*21
Saifiuy 169^8 Sıaypa<p4) 107*33
Seacy6/ifvoy Sıarf\(t rh trû/ıa 154^12 Sıayıay^) 1271*34. 1711*13. 177*27
iaytl^uy 1^8^2 i. 165*8,9. l67'»22 S ıa y o/ya l 1761*12, 14. 177*9
İdvuov 164•'32. i 67*’2I, 30 SıdStfKoı 1021*5
Sayfurptfs 1 3 1 * 3 S ıd B ttrii 107** 16, 30. 108*24. *’u .
SaTİyrı 120*8. '*27. 121*12. 122* 145 ‘ 33
23. ‘>2 + SıatpeTi'148*25. 1681*12 Sıaıpûa-Oa,
5aır<MT7^a 1 2 2 * 2 4 . **4,34. 123*11 + 1111*33. 1171*28. I 3 ii*.'>. 133*
TÛy Sa-KayTjfidraıy riı rlfua 1 2 2 ^ 1 9 28. 162*22 Sif\6iJ.fvoı 1381*35
hawayrıp6s 119^i l . I 2 I * ’9 . 1 2 2 * 21 . Sı^pi)p.4yt) a y a \ o y ia 131*32 Stp~
123*4 p7j>t«Voı 158* 28. 161 1*33 S ıa tp u
Bci7TIK(ff 1 2 5 * 1 0 rd o y 139*5
Stî^aı Pou\6fifvot iıpfiyat 111*10 S ıa ıp tr d y 106*26
I ND E X . 235
Slaıra 9 6 * 2 7 Sıa\f>€^SeffBat 139*17. 141*3. 144*
BtoKtîffOaı dist. KivttffOoLi 106*5 35 Sıaxl/ev<r0ji 1 6 5 * 8
StaKovoı 149 * 27 itbaKTİ) ırâ<ro tvurriifaı 139*25
SıcutpıPâa-aı 1 7 8 * 2 3 SiTiıcplparrat î ı 5 o<r»taXro 1 0 3 ' * 1 5 . 139*26
112*‘6 btba<rKct\iKhs ipx^ y 15 1*17
5toA«x®'f’J 244*’33 6 StSd(<uy 103*12

5<aA\âTT««v i 6 4 ’’ 24 " S«oA- 3 ı5 a x ^ , opp. ıpvffıt ?0 ot 179*21, 23


\.arr6p.evoı 126*28 8 i7777j t i /c ({î 1 1 7 * 3 4
Sıa\V((r0 aı opp. ylytffOaı Sıa- İUKyeîrrBaı I o ı * ı . 1 0 2 * 9
\vTfoy 165 “ 17 biKaıoırpayûy 9 9 * 1 9 . 1 2 9 * 8 . 135*
Sıd\vaıs 164*9. i 6 5 '’36 16. *5. 136*4-1-. 172*25. 173*
Sidfierpos 1 1 2 * 2 2 . 1 3 3 * 6 21, 177*31. 178*31
Stavffuıv eavrdy 171 “ 2 6 Sıayefiuy biKoıoırpdyrf/ıa 1 3 5 * 1 2 , 2 0
136*18 + SiKatovpayta l 3 3 * . 3 o
StayefiriTiKdt 134*3Staye/jiVriKhy SİKcuos 1 0 3 * 1 , 1 5 . 1 0 5 * 1 8 -H rh
SİKatoy 131 *27 S/ k o i o i / 1 2 9 * 5 - 1 - . 159*26-1-. 161*
iıayooifityoy 98*5 1 1 -f rh bİKoıoy bırriy, Ayptuftoy,
SıayoriTiKİ) iptr-fı 103* 5 , 14 + 6p«^ts Kord yifioy 1 6 2 * 2 1 r&y StKolay
*39'*5 ırpcucTiıchy kcA Stayoif- rh fidKtara <pı\iKdy 1 5 5 * 2 8 Sı-
riKİv 139*29 rb SıayoTtTttcby Ko/wj 10 5* 29 . 124*27. 131*8
tKcurros (îyaı SoKtt 166*17 biKaıoffiyrı 108*16. 120*20. 127*
Stdi'oıa 139*21 sqq.142 •'12. 146*25. 34. l.‘; 5 * 2 4 , 27. 173*18 ai
175*7 + - *’34 - 176*3 opp. SiKaıoavyat w\elovs 1 3 0 * 6 ırepl
«rû/io I i 7 ’*3l coni.x 3yoy 112* lö. biKaıotrvyi}s Kal iSiKlas 1 2 9 * 3 sqq.
170 *>12 coni. 6twp(a 174*21 SiKatovırBaı 13 6 “ 1 8 -f
Coni. ırpoalpfcnt ı.)S *ıo di.st. biKaltofıa 1 3 5 * 9 - * -
i/ıırttp(a 1ıS1 * 2 iptrai rrjf Sıa- SiKayiKol Kdyot 1 8 1 * 4
yolas 139*1 aî ntpl ri/y Sıdyoıay SiKoiTT^y 1 3 2 * 7 +
î)Soyal 176*3 r^y Sıdyoıay vaîs İiKavriKİı 141*33
165*26 (cf. 174*2) ZIkti 132*27, i34*.3i 8(xaı 162*
Sıayop.'fı 13 t *30 rh Iv toîj Sıayofiaîs 30. 164*13
Slnatoy 130*31 rh 4 y fiıai'o/ıp Aıop^Sıjy 1 1 6 * 2 2 . 136*10
SİKaıov 131*10 bıofioKoyla 1 6 4 * 3 4
SıapOpoKTaı 98*22 bıopOovyrti i\K-f)Kovt 172*12
btcunrûyra 166*22 StopBuıriKhy SİKOtoy 131*1. *25-
Sıdaratrıs 165*25 132*24
SıdffTtifia 158*33 SıoplCtıy 1 6 8 * I - t λ SıoplÇtıy ovk
bıacrTf^ıpeıy İ 4 0 * 13 - *44 * 34 f<rrt rû y voKKûy 172*3 İtaplC*'
aTpafififya 109*6 «rfla» 9 8 * 6 . 102*29. 103*3. 175*
İıdratrıs 166*33 31
SıartTafityus 166*28. 175“ ® Siopur/ıds 1 3 4 * 3 3 . 1 3 6 * 3 , 23. 138*
SıarıOeyat 125*5. 180*26 dıarl- *7
6€<r0aı 147*14 rh Sidrı o p p . rh Sri 9 5 * 7
btcupdpoyrcu iavrots 116*7 S u T T c E f t ı v 1 1 2 * 2 , 8. 146*1. *26
bıaiftOtlptıy 140 * 13 btaıpOefptıy iav- Slxa 132*31
rdy 138*13 btf<p6apraı rh /SeArı- Slxatoy 132*32
«rTovl50*2 Sıe^Oop^eVoy 140*17, Stxaırriıt i tiKaariıs 132*3*
1.70*23. 176*24 8/^a 14 8*8. 154*3
Sıa^opd 94* 15. 101*24,34. 103*23. Sı^İKfiy dist. ^dyat 139*26
110*8. 127*2. 132*4. 141*34. bıuKrdy 9 7 * 3 *
149*27. 164*29 bta^phîiKaTh Slu^ıs K id ^ v ^ 1 3 9 * 2 2
Tİ)y lS4 ay 129*29 Sıa^opol lear’ r k SoKoOy 1 1 3 * 2 1 rh Sd(ay p 4\rıoy
174*30 *45**33 *67*28
236 I NDE X.
ioKtfti(oyrts Tohs otyovs 118*38 (<rrıy ti tiıSatfioyla lo li* !! iy rv
SeSoKificur/ifvov 157*33 Svydptı, opp. iy rp rpoaıpiffeı 137 *’
SoKificurla 163*14 14
So\o4>ov/a 131*7 SuKOö-Te/o 134*14, 17. 155*6. 176**
8d(a ISP**!?. I40*>37. 143*8. 17. ] 7 7 *’l 3 ’
“7 + . I43* 2- 1 4 7 * ’^. 3 dist. SvyaffTfitıy 124^22. I 7 0 *’l 8
İTtffT^/jtrı 1^5^36, 146 **24 koB6- 8üyc£<TTi7J 163*35. 179*7.14
\ov S6(a 1 4 7 * 2 5 SS(a alır07jTov Svyarol İ(r/x€y <pi<rtı 106*9 Svyara
147*’9 Sd(a TIS I il* ’ı ı , 31 + h Si' rıpâıy yiyoır’ iy
S6(r/s ip86Ti)s oKi)Of(a 142^12 Svyariy, dist. tö kot’ i^lay 1631*15
XPV(r6 ai rn S6 ^ıı 1 4 3 * 1 4 iva 7r6 - Svaatpalperoy 95 **26
SfiKTOı tpatreıs Kal S6 ^at I 4 3 '’I 3 Suerytvfıs 99** 4
al rûy aotpûy S6 ^aı 179*17 Taly SvffSıd\vTOi 126*20
dt{(aıs iyavrloy 1 0 1 * 2 4 r) olKfla 8 ı5treAırtî 116“ 2
83{a 1 5 9 * 2 3 c o n i . rifj.'fı I 2 7 * ’i 2 Sıîtrep.î 108*30. 126^16. 127*11
co n i . K^pSos 1 2 7 * ’1 6 (cf. 1 3 6 ‘* 2 2 ) SutTKo^oj 108*30. i 26'*i 6. 137*10.
dist. i \ ‘/ı6 (ta I 2 4 * ’i 2 SS(a İTjölas 158*3
171 **35 Kari S6 (au, o p p . k o t ’ Sv(TX€UTTOI 1511*6
i\^8 tıa y 1 2 8 ‘" 2 4 Svffxpa^(at 101 1*7
8o{d^«K 112*3 + . I24*>6. I46*'26 + Svırrvx'fıiJiaTa 100'^ ly
TÖ S o ^ a a r i K ^ y 140*’26. 144*’15 Su<rTux^«< 100*21. 1S3İ*19’ 155 “ H ’
S6pv 111*13 171*21, 29
Söırıs 120*23, 26. *’S + . 121*12. Suö’^fPoİKeı»' ııoi*2o. ııs * ’ 3 ’ 'Î. 9 *
*"4 o p p . A^ı//»y xpVP'ö'T<yy l o 7 *’9 . 13. 1361*19 + . 128*8. *’ 3 - 102*’
I I 9 '’25. 120*9, 14. *>28. I2I*' 10. 170*9. 1791*31 ,
18, 20. I25*’6. i 64*’6. 165*4 8u<rx*/>^ı 1661*15. 176*30 To
SoTtos 134*’7 SoTfoy 164'’33 Sva-x*PV A**®*»* 145*’^
SoTiKot 1 21 16 Sup fal 123*3
8ou\arrarla 131*7 S(iprifxa 99 1*11
SovKtia 133 * 1 SupoSİKos 163 1*11
Sou\t6tıy 172*32 SûpoK 123*5, 15
Sov\tK6y 135*1
SoûAoj 160•'28, 29. i 6 i *35 + ^oK 138*10
8pofiiK6s lo i *’l6 tap 98*18
Sp^/ıos K a l ırdKtf 106^4 iyyin) 131*4
Svya/us iyayKaartıcfı 180*21 tls iyyvrjTİıs 1331*12
iptT'fıy 172*34 ^ T&y ırKflaruy tytpa-ıs Ovfiov 116^ 30 ,k o »
153*27 Siyafus coni. ırAoSroy
99**3. i 6 i *3 t İiv avTİjy Sö- 33 /yKoA,eMT8oi Tp '
ya/uy 134'’ *6 t V Siyapuy iyKardKfîvfiy vapaSTOrV^ ıfia»
iy T(p ırphs trepoy 130*’ I iyKkiifiara 131^23. 162^6'*'' *
Söya/ıts ri}s tln/xv^ J03 34 synon. 21. 164*29, 33
/ıSpıoy 1 0 3 1*5 dist. ırdOos, f(ts iyK^mariK-^ 1621*16 g.
105*’ 20 sqq. dist. K(ts 1271*14. İyKpdrtıa 1281*34. MS*
139*13. 144*29 synon. İ(ts 14,17. 1*18. 150*34. 15*
143*28 dist. iytpytta 103*26. 152*25 ^1,
153*25’ 168*7 h 8wo/ııs tis iyKpar-hs 102^14, 37. M 5
TİjV ivipytioy iâfiytraı 170*17 146*10 + . 1*10 + . 147^**;.
Siyapus coni. iıCKTriifttı 94*26. 14. 151*39. 1*35 + . lolT 04
129*13. wit8 filay Si-
i 8 o **32 To iyKvK\ta 96*3
yayuy 94*10 al İyrifi6raraı rûv iyK<ifua 101 ®33, 35
8vkc(/İCuv 94^4 8vya/us xpoyoi)~ iyKfXpf^<rfifyoy 105*3
Tutiı 141*38 TÛy İvydftfoty oİK ^8(1.8^ 118*30
I NDE X. 237
103 * 23 . **3 Mfefföoi 103* 142*14. 143*29,32. '*4. 147*3.
20 + . **ı6, 24. i04*'ı. 119*25. 36. •*5 iy ro 7 s Kaf (KOffra ıro\-
121*33. 180*3, 15 Aal hıa(popal llo '* 8 4 »taö* (Kcurra
iBıarfiis 98**4. 119*37 Bı' tOıtrfiov İyyoıa ııo'*33
İKpareîs 152*29 (nPoKal 110*9
İOkttİ s 9. 151*10 (nyoyot 100*34, 30. 161*19
(Bos 103*17, 3f). i 8o *»5. i 8 i *>32 4KKayx<lCova’ty I50**ıl
(0«(,opp.^^<reıSıSaxp 179^^1 (Bt- (KKpovtty ııg '^ 10. 154*27. 175*8
mv 95 **4 (BfO'i ırporrYfi,(yoi 4 K \ 4 (atrBaı 181*17
180*8 (cf. <7 9 '’ 35) #•’ (Bos 154* İHKoyft 181*18
33 8»‘ 148'»17, 34 (Bovs rh İKoiaıoy Kal İKotio’ioy 1C 9**32 sqq.
148** 27, 30 (Bos fiŞoy firreuctyria’aı 135*33. •*!, 9 . İKOİ-
13 6* 16 +
if>iffttı>s 152*30 <rtov, dist. Karh, ırpoalptffıy l l l *’7
flBria'cu 156'’27 tlB(yaı coni. öpây İKoi<rtos &\Kay4ı 1 3 2 •* 1 3 İKoitria
fiyriftoyt6 (iy 174*6 rh fISfyaı 105 <rvfip6\aıa 164 •* 13 (rvya\Kiyftara
2. 152*8. i 72*’4. i79'*3 tlSiıs i3i*sqq. ^ırl roTs İKOvırloıs i)
Hal İK^y 136 19 tîBies koI Btupûy alS^s 1 2 8 •*28 rh ırapii rh İKoit-
153*14 tlS<is, opp. iyyoûy ıio** trıoy 1 3 3 •* 1 9 İKOvalm 1 1 1 * 2 6 .
27 opp. i ft a ^ s 159'*14 dist. i 1 4 * > i 8. 169*1
ırpo$ov\ti<ras I 3 5 ’’30 dist. SA İKKtfftly airois 111*9
srpoaıp(<r«t»s ipX'fl*' 134*^° ^ fK<rrariK6s 1 4 5 •’I l . 1 4 6 * 1 8 . 1 5 1 *
İd>s 109*26. i 8 o *’37 ol fli6 rfs, I+
dist. ol (ffTovyrts 177**6 iıerhs tiyaı 100*17 ^ İKrhs tvtrtıpla
tlSosroAs 174'*5 98 **26 tir ıu tp la ljS ^ ü x ^F fy i»
tlSos TtAeıov 174*’6 T€\«ıovy rh 178*24 t 4 İKr6s 179*11, 16
fTBos 174*16,19 t 5 «fS«ı r 4K«tos Tİ İKrhs iyoB i 9 8 '*13 . 99*31.
174*28 Ty tfStt İrtpa 155*^15 101*15. ı*3**i7> *0. 125*27.
i 74*2 j . 175*23. **ı. 176*9 tX 15.3**'8
Sfi Bıitpopos 173'*33 ttb u İta *Ekt« p 116*22, 33. 145*20
<p4ptıy 156*6. 173*'28. 174*10 İK6yiıo*>20. Ii3 '» i4 . 114*13,21.
*7 . ‘’5 - 175*23+ . 176*9 KOT *3 5 * 4 - 136*3»+• 138*13. 146*
fİSTI Bıaipopal 174*30 ftcuf>4ptty 7 oix itcfiy 110 •'23. 136*33
Kar* cTSoı 175*28 koö* ty tlSos tlhits Kal İK^y 136**19 İ kAk ^
x 4yt<rBaı g6^ 10 r& Platonİs tlSiıs Kal hy Ko) f Kal &s 136*33
96*13 3 i'V *67*5 (cf. 1 3 8 * 9 - »52* » 5)
tlKiHpıylıs fıSoyi) 176 **20 i \a r r o 4)fttyos ı63*’lO
eîyaı Kal Ctjy 166*4 (of* 168*6) rh i\arrotriK 6s I 3 6 *’ ı 8
eTva» 166*19. 168*5. i7 o ‘’8. 173* i\ttfpp6rtpos 101*30
3 ofrıoı Tou eîvo» 161 * 17. 163* iy i\a xiırro ıs 5 ı«r(ı> 131*15 r 4r -
6. 165*23 rh tiyaı ra ir6 130* rapffiv 131* »9 +
13 . 141^34 rh rl Ijy tiyaı i \ 4y x t ı y 1 4 6 * 2 3
1 iKtriffat 105•'35. io 6*>I9 114*37
tifrfıyrı 177‘*5 "E,\ivrı 100^9
ftpuy 108*32. 127*33. •*33 105^23. I09*’33. m * l
tipttytla 108*22. i34**30. 127*14. i\tv B tp la 131*38
•>30 i\tv B 4pıos gg'^ıg. ıo 7 *>ı8 . ıo 8 '‘3».
flptevtvdfttyoı 127 •*31 115*30. 119*23. 120*8 + . 132 *
tıs opp. sr4\ıs 94 •*7 (cf. 141 •*30) t 3 38. •’ıo. 158*31. 162*37. »79*’8
fy 96**6 • coni. ivıtııc/}s 128*18 coni. XB*
4 fItravBıs ^Soy^ 127*6 pitıs 128*33 il roS İKtuBtplou
r â tl<rtytxB4 yra 131 '*31 vaiSii 128*20 (cf. 26) İKtv-
t 8 KaO* tnaarov 142*22 ri, Koff Bipıos iıBoyiı 118^4, 176*20
tKaara I09'*23. ııo**6. 126*>4. i\tvBtpt6rıls 103*6. 107*9, 21.
238 I NDE X.
108'*32. 1 2 5 ’’3 ırtpl i\*vOtpı6 ~ opp. 6wtp0ok-fı 1 0 4 * 1 2 . 1 0 9 * 4 , ' O
TJJTO» 119*'2 2 sqq. disl./tryoAo- opp. iy<nrk-^pua‘ts 1 7 3 * * 7 » 2 0
ıcpiırtıa 1 2 2 * 2 0 s q q . ^vie^ecrflaı İkkaıs *40*34-
i\fiOtpot Kal İ(Toı 1 3 4 * 2 7 iy ifX ^ !x e y o y İk k u s ? x * ‘*' * 3 4 * ' 3 > -
iWt$opos • a r ' ı s 1 3 9 ^ 1 . 140*1, 22. 141*1 TO
T İ i\\tîv o y rris trpd^fus i 5 o * * 3 ÜAAtüs fx*‘*' *39**4
71 \laı> İkKfi^ıs 1 2 7 ' • 2 9 Ta iySex^pf*'» Ko^l f^yaı Kal pif eîyaı
fkkoya Kal İkaya 172 **1o 140*12 iyStx<lpfyoy isg'^ 8 . **8.
^Aırfî 1 0 0 * 3 . 156*30. 159*20. 166* * 43'*3
25. 167*16. i 6'8*I4. i 73*’I9 fySo(os 98**28. I 2 2 * ’3 2 ret ^ySo(a
f/ifipva I 0 2 > ’ı 127*21. *»25 T İ ?ı»5 o { a , dist. t 4
i fx / i€ k ii î 1 2 7 *'8 . 128*1 İ/X fttk Û S Su<rxfPV * 4 5 **.'» 7
1 0 0 ‘> 2 I. 122*35. 124*31, 128*9. ’EySvpluıy 1 7 8 **20
17o‘’2t Tİ o E e V f « o i p x ‘fl 1 ,"iI * 1 6 Tİ ou
ififttuetv 1 1 0 * 3 1 . 1 4 6 *>20. 1 5 0 *>30. üyeKa ırpo<rka0 fîy 117*5
151*3-, 35 - ''3 + TOV o S fyfKa İ 43*’4
inp.evfTtK6 s İ 4 5 * ’ l l . 1 4 6 * 1 7 . 1 5 1 * i v i p y u a ı 104*29.122*’!. ı6 8 “6 +
26. •'5. 152*18 dist. fp y a 94*4 dist. Bvvapu 103*
'EfnrfSoKkrjs 147*20. *’I2. I 55*’7 27 (cf. 170*17) dist. 6 {«ıj 98’’33.
ifitr fip la n s ^ 4 - I i 6 '*3 , 9. 142*19. 103*>21, 22, I 5 3 ‘’ 33 Kar iy ip -
143**14, 158*1^. ı8o'*ı8. 181* y e ıa y , dist. K o ff t ( ı y 157 **6 reko s
10,20 coni.Y^ovor 103*16. 142* Trderrjs i y e p y t la t r b K a rd r i jy f ( ı y
16 dist. Sıayota 181*2 llS ^ 20 dist. ytVfCTfis 153*16
İfinrtıpoı 1^1^18. 181*19. **5 coni. iy ip y tıa ^vxvs 9^*7 (cf. "15)
7rpt<r0 <İTfpoı 143 **1 1 ^pırtıpos oİK I 19**9 ıj T o û 1,00 177 **19
fffrt v 4 os 142*15 " 7) TTfpl r h y k i y o y 175^6 r e k fla
ifiiroSl^tıy 100^ 2g. 1 5 3 * 2 0 ifixoil- i y i p y t ıa 174*’! 6 iyep TriSıerros
(tffdaı 1 5 3 * ’ i 6, 1 8 *53*’*° ^ tûk etûy 178*’2 i
ifiiriSıos 152*>i 6. 153‘’23. i7o>>27. i y tp y t ta ı iy a y K o ta ı, K off a b r h s o lp t-
1 7 5 *>2 , i 7 8 '’4 ra l 176**2 Staep^poueraı İTrifiKfltf.
ifxıroSıariKİ) 1 5 3 " a Kal p a v k b r T ir ı 1 7 5 2 4 a! İpıarraı
4/ıxoS(iv 1 2 7 >»30. 1 3 3 * 3 i y i p y t ia ı 99*29 a l kut* i p t r i ı y
f/jLtppuy 1 0 1 * 1 iv ip r y fia ı ıoo**lo, 13. 177*10 (cf.
ffi^vxot 132*22. 150*4. i6 i *’4 . 178*10) of T^ıipeTİjj 173*15 a l
167 •'35 rû y ip tr û y i l i * ’ *77*’ 7 V iy -
iyakkÂ^ I3I**6 f p y f i a TOV T ta p ly ros 168*13 a/
iy a y r lo s 109*11 + iy a y r la r h ırX«î<r*' i y i p y t ia ı K İp ta ı T^r lo o *’3 3
Toy 4 ır<xoı/Ttt i » ' ik A i/ k e ty 108** i y i p y t i a o i p 6 yoy Kiyiıertevs i k k a Kal
34 Tİiy ivavTİuv 7j avriı SAyofUS İKiyTierias 154*27 i y i p y t i a y ly tr e u
K«il ^jrı«rTi$fuj 129*13 r h iv a y r lo v Kal o v x İ 7r< lpxft 169*29
Tov ty a y r lo v iıp lt r a t 1 5 9 **19 i y t p y t îy 103*31. 114*10 iy tp y t îy
ivta rrıirT is 108 •'27 KaTİ yovy 179*23 epikiKÛs 1 6 7 *’
iyayTtov<rOat i 0 2 ^2 /f.. ı l l ^ l 6 . 1 1 9 ’’ 10 a v y t x ^ s 170*6. 175*5
12. 180*13, 23 iyıaurhy 0 ıS>aaı Kokûs 169*23
iyayrltaffti 1 2 6 *'34 iyı<TT(kptyoı172 *'35
iyapyrj Kal <paytp<l 9 5 * 2 2 iy a p y û s iyıerxy*^y ı 8 o * > 4
İ 4 5 ‘‘2 8 . 173*19. 179*6 iy a p - iyyotîy 167*34
y iffT fp a y 9 7 ** 2 3 ^Kvoıo 1 7 1 * 3 2 . *'14. 177*15. 179**
# v 3 « ^ i 9 7 * ’ i5 . ıı8**ıo. ı.s3*ı. 154* *5
34. i5 7 ‘*2o. 159 *»14 . ı 63*33 + - İy oxos 1 4 6 * 3 4
i7o'>ı8. i7 3' >ı .i . 174**5» 25. İyrı/ıos 94**2. 116*21. 1 2 2 *»35.
i 76'*5 T İ iyStts 97*5 12^*23. ‘• 2 3 . 125*29
lyScıa Il8'>l8. I 2 0 >*13 . 163*^4 İyvwdpXtıy 155*16
INDEX. 239
(t (t o w StS^yat 133 *’9 iıtaya^pd 130*39
t 4 i(al<pyrıt t j ı ^ g . 117*33 ^ıraw(To7 1 3 3 * 2 5 . i 63'»1i
^ f o K p ı / S o S ı / 9 6 * ’3 o . i o i “ 34. 103*3;,. ivayopO ovy 1 3 7 * 2 2
* 7 5 * 3 1 - *’*4- ı 8 o * ’ı ı iıraydpOoffta *35**3- * 3 7 * ’*2, 2 6
i^afu\e 7 a’0 aı 1 8 0 * 3 7 , 3 ^ iıravopO ontKhy SİKaıoy 1 ^2 *’ 1 8 . •’ 3 4
i(rıpyriKtis 9 9 * 2 iıraydpBuarıy *65** * 9
i^(\aiv(iv 154*’I3. 1 5 5 * 3 6 iırax 9 fis l2 ^ ^ 8 . 1 8 0 * 2 4
125*39 infİffoKTOS fı^oyfı 1 6 9 * * 2 6
^(frdçeıy 167'*13 iırtKTtIyoyrı 9 7 ’’ *2
«f ıj I 0 4 * ’i 9 . 104*10. 114*10. **3 , ftnj ’E/u7reSoK\4ovs 1 4 7 * 2 0
31. ı i 5 ' ’ 2i. 12 9* 14 +. 147*12. ^ır^3oAoı 9 9 * 6 . 101*13

* 7 4 * ’3 2 coni. KİKtiffts 1 5 4 * * 3 im ıip fT O 1 6 3 * 2 0


dist. irdOoı, Siyafus I 0 5 ' ’2 0 s q q . iır' avrÇ 1 1 4 * 1 8 4 <p‘ vfiîy l * 3*’7
dist. ırdöoî 1 3 8 **!!. I 5 7 '’ 29 , 3 2 . rd 4 <p'fifûy lıı^ İ Q . 1 1 2 * 3 1 . 1 1 3 *
dist. ^W p 7 € ia 9 8 * ’3 3 . I 0 3 * ’2 i , 2 3 . 10. 114*29 o p p . T İ diSıa Kal
117*20. 1 5 2 ‘* 3 3 ^ Toîr T İ ii^*'aTa 1 11 **32
iytpyelaıs öplCfraı Kal &y ivrly im fidnıs 1 0 6 * 2 0
ısa**! Kafi* e^ty, o p p . Kar' iyip- 4mPov\ti<ras *35 **33
yeıay * 5 7 * ’6 ö kutİl rijy f(ty ^ırf/3 o w X o ı 1 4 9 ‘’ 1 3 , 1 4 . 152*18
123*'I. I26*>21 ^ aWT^ €f lî I 4 I ’’ imyıydfityoy t 4a.os 1 7 4 **33
24 iyayrla e(ts 129*14 e(ıs 4 vıBfiKyv/ıeyos 1 2 3 * 2 5
ipua-tK^ *4 4 *’9 - * 5 * ''3 4 ^ffııc^ MSe'fioj 1 2 8 * 1 7 , 33. 17l'*3
*39*34 ır pt ut TM T^ * 4 0 * 4 - '*5, 2 0 ^ırıîefırfrıjr 1 2 8 * 1 7
ıroırıruefı 1 4 0 * 4 + âvoSaıcTiK^ ftrtSıSdatrty 1 7 5 * 3 5
140*4. **5 t ( « ı /iteri A.rfT'ou 1 4 0 ' ’ 4 iT(8 iKdCoyrat rfjs fi4 <rrıs x < & p < u • 0 7 ** 3 1
20,28 İ\l)0^S 1 4 0 * * 2 0 tÇts ^ırlSocrıs 9 8 * 2 5 . 109*17
fi K a r i r i ı y >pp6y 7i<rty 144 *>25 fm S m n tn ıtıtîy * 4 5 * 3 3
vpoaıpfTtK-fı ıofi*’3 6 . 139*22 fi 4-KttlKtıa 1 2 1 ** 2 4 opp. (ftavKİrııs
fi t a ı ı 1 2 6 ' * 5 + . 128*17 fi /8<A- 175*34 ırtpl iırtftKtlat Kal rov
t ((TT7I 1 3 9 * 1 6
iıratytral «fetî iırıtiKovs 1 3 7 * 3 * sqq.
*0 3 * 9V Karh <pv(rty 153*14 ivteiKfıs 1 2 8 ^ 2 1 + . 132*2. 136*20.
fi Twy ırKelaruy t(ıs 1 5 0 * * 5 (cf- 143*30 + . 169*3,16 b imtiKİii
152*26) iır^T^îefewr«îi'oı 14 3'’ 'def. * 3 7 ' ’3 4 i t-KiuKfıs ^ / A o t
26 İytv e(eus l 8 l " l O 126*21 imuKİıs Kal 4\fv $ 4ptov
(^Iffrviffiy fi \<uırrı 1 1 9 * 2 3 , 29 f^l. 128*18 ol fırıeiKtît, o p p . ol rv-
«rra ro ı, o p p . ifxp.4 ytı 1 5 * **4 4 ^4 - xd yr(t 1 0 2 * 1 1 opp. ö Bfifioı
(TTi?(f6 1 4 9 ^ 3 5 167*1 fi iır ıtiK İıs B ö a it 1 2 0 * 3 2
i^opl(eıy 1 8 0 “ 10 T İ 4ırtttK4 s 1 3 7 * 3 * s q q . T İ al-
tf outrfa 1 6 1 * 9 . i 63*'22. 178*33 ol ptrby rh 4iti( ik4s 1 7 2 * 1 1
iy TOÎî i^ovfflaıs 9 5 '*31 . 158*28. iırlOtroı 4 m 0 vfxiaı 1 1 8 * 9
* 59* * 9 iırıBvııfipMra 1 1 8 * 1 3 , 1 6
ol i^urepiKol \ 6yoi 102^2 J. 140*3 rb İTrıOvprırtKdy 1 0 2 * 3 0 . 1 1 9 * 1 4 ,
4 ırayy(\iat 1 6 4 * 3 9 *5
fırctyuyfı i39**27 + ^ırıflız/tfo 1 0 3 * 1 8 . 11 1* 11 +. 117*1.
fıratytrtKh 1 2 5 * 7 119*4. *5 + . 147*15- *48*2*-
^ıra«y€T«(r 1 0 1 **11, 3 0 . 108*15. 109* 14 9* 26 + iırıOv/ılat Koıyal, tSıot
39. 126'>5. 127*30. '*7. 137'*3. 118*8 sqq. <pv<rtKal 1 1 8 * 1 5 , 1 9
144*26. 146*20. 169*31, 35. T İ 8t* imOvplay 1 1 1 * 2 5 s q q -
* 75*’*9 dist.Tf/2ioîioı*»i2 ivaı- 4vlK \ 7ipot 1 6 1 * 1
y(ToX *03*9 iıriK ovpla 1 6 3 * 1 9 . *4, 24. 171*23.
(vaıyos ıoı**i9. i 0 9 ‘‘3 i . 110*23, *2
33. 120*16. 127*18. i 78'’i 6 İTt\fiıreıy 1 2 1 * 1 7 , 3 4
(irayctyKdCtty 1 6 7 ' ‘1 5 4m \ri‘imKdt 1 4 9 * 1 1 . 1 5 0 * 3 4
240 I NDEX.
/n(\tnrot I I o ‘>19. İ l i * '! ; . 117*33. 4wt<rT-/ifJiuy ıo 6 ‘*5. 147'*6 ir ır r iı-
i 75'*i 8 fioy ı İoiK fy 6 fi t y a \ o x p c x i ı s 133 *
İxın 4 \ tı a 99*’ao. I3 i'» i3 . 179*34.
180*1, 25. ''38 irifiL4\ tı a Koıt^ 3^^ , H
ix ı< r r v r 6 y I 3 9 '*a3 , 25.
b
140**34
180*29, 34 ısla 180'*13 ixı- ivK rtp a k fO T tp a 155*10
H İ\uav xottî<r6aı 99’’30 i v l r a y p a 149*31
\tia i xtp\ Stras dvıarriifirt 138 **26 iv ıra K T iK İ) 143*8
ix ifit\€ 7 (r0 aı 114* 3, 4. 120*> 19. 161 * iv ır d m ıv 143 '*35 . 145 * 9 » **
13. i 67'*23. 179*28. i 8o “ 13, 17 ^wjTox0«»' 158*32
4 xı/l(\es i 6'j ^2^ ^jrı/xe\«f I05**I5 i v t T f l y t ı Kal i v l 7l<rı 138'*33
ixlyo<roi 113*38 4x ı r t p x f î s /ly ijp a ı 166*25
4 xıwfi 0 is \irf<p 9®*4 114*33 + . 168*29
4 xtwlvuy 140*35 ivtrlftfjarıs 103 *'34
^mToA.ofet»'95*30. 128*12 ivırlfua ı i 3 ‘’3i. 116*19
4 xıxo\alfı>s 95**34. 167*3 ivırp tv fiy 164*24. '*15
4 xlxoyos 116*14. 168*25. I7 o ‘’25 4 xırvyxâyfty g7*3. 146*23
ixtx6yus 168* 21 4 xi(payfs 126*23 4 xı<payûs 125*28
4 xitTKtrf/iy voiftffSaı 96*5 ixıxaıp(KaKla 107*10. loS**!
Ma-raaBaı 139'* 21, 34, 146 **28, 30 4x ıx a tp fK o K o s 108 5
Tİ McrrairOaı Sıxûs \eyo/j,ty 146** ’ E x lx a p fio s 167'‘25
31 iviffrdutyoy 145** 31 ivoyfiSıtTTos 118^2. 119*35 ixoytl~
ixiffT-{\nn 139**i 6 + . 141*19. **3. 8«tto{ ^Soyal i7 3 '’2i
143*34. '*ıo coni. Svyafus 94* 4pây 155'‘3. 158*11. 167*4+ . 171*
26. 129*13. l8o**3a coni. Te'xv»7 11. *'29 ipcifityos 157*6. 159''
94*7 (cf. 18), 97*4 coni. fpyoy 16. 164*5, 7
ıo 6 “8 ivt<rrrifiat <pav\aı JS3^S ipayı<rral 123*22. 160*20
hcpıfiûs 1 13 '*1 İKpıfifffTİTt} r&y ip a tr r iıs, opp. ip d p t y o s 157*6, 8.
İTtffrriftûy i) ırotpla 141*16 al 1 5 9 ‘’ 1S, 17 ; 164*3
Kari fifpos ivKrrrjfiat 143*3 4 xı~ ipyaffla xpVH^dr<oy 160^16 ipyatrlaı
<TT^/u7j, dist. Ttxyrı ^p6yt}ffts <ro<pla S.vt\fv6tpot 121'’33
yovs I39**i 6 dist. 112'*7 tpyoy dist. KTTjpa I22'’i5 sqq. rh.
dist. aİ(T0rı<rts 142*37 ij Kvpiui TOV itySptlov (pya 139'’20 (cf. 104**
ixı<rr4)nrt, dist. r} alffOrıriK^ 147'*15 5) İpya, coni. vpâ^fis 97 **29.
i^KTrdıptri, dist. S6^a dist. ıoı*’i5 fpyoy h<p0a\pov 106*18
S6(a İlKt)04)s 146'’24 dist. tpp6- 4>^p<iırov97“24 + . 98*7,13. 106*
yıjffn 140'*2. 143*24 dist. yovs 33 (cf. 144*6) iySp6s, yvyatKSs
i4o'*3i dist. trvyf<rıs 143*1 v 162*32 TOV tppoylp.ov 141'’10
ffo<pla yovs Jcal ivurr^firı, &<rxtp SıayofprtKov 139*29 (cf. '’ia ) ^
Kt<pa\iıv imarjı/jii) tüv iptriı xphs rh (pyoy t İ olKfîoy
rifiiurİTuıy 141*19 rwy Koriı 139*17 dist. i y i p y t ıa t
filay iSiay fiia ivurriınrı 96*30 94*5 a u p a r i K İ , ^ X ‘*“
iviffTİifirı TÛy ivavrluy il avrii 129* 101'*33 S iffT t S v y d p tt, tovto
13 Tov Koıyov al ivurrîinaı iSo** i y f p y f la r h tp y o y p n y v fi 168*9
15 K tp \ r i ko B 6 \ ov al İTurr^pLaı T f x y V f tp y o y 152*19. 153*23
ı8o'*33 tvurr^fiııy, dist. Tİ a v r û y tp y o y â y a trâ y 130 *'13
Xp^ff®aı 146'*33 (cf. 143*11) xapa t İ o lK fîo y tp y o y a y a v â y 167 **34
Tİ)y İTiariııuıy x p ir r u y 147 ‘ 3 (cf. tp y a x o \ v x p 6 y ıa 123*8 (cf. 168*
145**23 + ) ^İuKpârrıs 4 ^ 0 ıı ixı~ 16) f i t x o y r a 1 0 6 ^ 1 0 r h tp y o y
ariı/trıy fiyat rijy dySptlay ll6'*5 TOV ffK v ro rd p o v 133*9 (cf. 13 » 33 -
(cf. 1 4 4 *’29) . **5) tprya, opp. x 6 y o ı 168*35.
ixt(rrrıı oytKûs 147 “ 13 t İ İTtcrrı- 172*35. *’6. 179*21 tp y o y i f f r l
lxoytıc6y, dist. t İ KoytCTiKdy 139* (TvovSaîoy fiy a t 109*24 (cf. 25)
vp h ip y o v flv a t 113**28
I ND E X. 241
ipytiİris 102*35. *65*34. 168*24. fiSoKi/ifîy 176^ 1 ı8 l* l6
> 7**5 E C S o(o s ı o ı “ 2 7 . i 7 2 * ’ 9
ili 4/ı ^«r/ 5>jT€Îi' 1 2 5 ’’1 7 fV tK T IK İS 129*20, 23. 138*31. 143''
kot' fpıv ylv«rOat 1.55 ’’6 25. 176*15
iır\ Tİp 'Epfiaitp I I 6** 19 « S eA ır ıı ı i 5 * * 3 . 116*4. 117*9 +
ipvOpadvtırOaı 128 **13 eieffa 1 1 9 * 1 6 . 129*19
Ipcıiı 116*13. i7i*’3i fv tp y ta rla I 2 4 ’’ ı 6 . 155*8. l6l*l2.
^paiTJifJî 1 5 6 *>i , 3. 157*13. 164*3 *63*13. ” 4. i 6 4 * ’3 I . ı 8 o ‘> 6
iffH s 125*30. 127 *'28 fv fp y fT fty i 63**7. i 67*’23. i 69**12,
i<rO\ûy Sır’ İar0\â 172*13 15. 171*27 fiifpyfTftaOaı 1 2 0 *
fo-ırtpos 129*’28 34. 124*'9. 16 3* 1+ . 167*14.
(OTiâ» 122*’33. 123*22 /* 7
€( rx «T Oi > 143*35 taxoiros İpos 14.’ “ fv tp y fT T jfia 161*16
36. I 4 7 * * I 4 T İ ? ( T x a T o ı ı 1 4 i '*28. f v t p y ir ı\ s 163*13. i 6 4 * ’26 . 165*
143*24 + coni. *43** 17. i 67**i 7 +
3 coni. Tİ KoO’ eKaffroy 143*29, t v f p y f T iK İ s 17*'’16
33 rûy T i ı 146*9 Tİ tö fT ijp la 98 '*26. 155*8
? f f x aT O» ' iy T p tipf(reı 112 **19 iy fiC cola 98 **21
T p lLya\i<r€i 112"23 fv riK o d rfp o y 1 0 2 *’27
İToıptKİı <pı\la I57*’33. 161*25. eİTj/tep/a 99*’7. 178*’33
i 6 i *’ i 2, 3 5 . 162*10. 171*14 EUrıyot 152*31
€ T o 7p o î i 5 9 * * 3 2 . 160*2,5. * 6 i *’ 3 5 . fiO a p ffû s **5 ^ 2 1
162*32. i 6 4 * ’2 6 + . 165*16,29 f v 07)y o vy ra IOO“ 6
I r p i t o A A .4 jSıûcrat 1 6 9 * 2 3 tiB r ip a r o s I10*’I4
T İ €0 105*10. 107*15. 109*29. ‘• 2 5. tila r o s 1 2 1 * 2 0 . 1 4 6 * 3 3 . 1 5 2 * 2 7
139*28. 141*25 Tİ a ı Vr oD «i tİKUTdfpopos 1 0 9 * 1 5 . ** 2
142*9 Tİ f i r f Ka\ûs ravrS fV K aTatppoınfrdrtpoı 1 2 7 **27
143*16 fVKOiydtyi)TOS 121*4
fv$ov\ta 142*32 sqq. def. 142•*32 fİ K İ K u s 100**3I
eCfiovKos 1 4 1 ' • 1 3 f v K i f i f ı a r û y al<rxp<yy 121 *>24
6Û7^>/fta 99*’3. 131*28 f u \ a 0 tî(r0 aı 127*3. **6. 171 *’7, 26
ol tiryfytîs 122*’3I. 124*21 ijöoı fb fifr â p io K o s loo*’3. lo ı* o . I54*’30
tlr/fyfs 1 7 9 **8 fif if r iır fit r T O s 151*14. *’6
ftryydpuy * 4 3 * 3 0 eiı^’ ll8**ll
fvSaifioytîy 9 5 * 2 0 . 9 7 ' * 5 * 9 9 * * 2 0 . elyofîy 156*4
i i i *’2 8 . i 6 9 * ’3 o . i 7 o > ’ı8. 178*’ tiyoı I 55*’32 + . I 5 7 *’*8 . *58*7.
28, 30. 179*1 167*2 +
(i S a ı / ı u v f a 9 5 * 1 8 s q q . 144*5. 1 5 2 * ’6. fC y oıa 155'’33* 166'’25 sqq.
* 5 3 * ’* * + • 169^29. 1 7 6 * 3 1 sqq. fîıy o fila y ır o ıtîy 112 **14
tvSaiftayla Kal t 4 p.6pıa avrrjs 129*’ €İiT{£fleıo 159*21. î7l*’24
18 tîtırapaKoKov6 r)Tos 108*19
evSaıpoylCfiy 96*2. 100*9, 10. *’l. fvırtıOdıs **9*’7> *2. l8o*»7
I 0 I * ’2 4 T&y fvSaı/xoyıCo/xfya>y ol eCıreKTToı 151*10
ıroWol 1 7 6 ’’ ! 2 eSıreiTTa Kp4a 141 *’l8
tiSaıiMoyiKİs 9 9 * ’ 3. I 7 6 * ’ı6. 177*6. tiıropftt 158>’34. 167*16
178*>23 ttn rp a y tîy 167*16
(bSaiftoyiffuis I 2 7 * ’j 8 eûırpaffa98*'2 2 . 139*34. *’3. i 4 o '>7
eiıSaf/iCtfv İ 4 3 *’ i 9 . 1 5 3 *’ * 4 + opp. fv n p a ([a ı 100*21. lOl*’6
S 0 \ w î i o o * ’6. 101*7. I 0 2 * ’7. 169*’ «8p*(m 112*27. >»19. I46*’8
3+ 6 tiıSalfieoy $lot 177^3 tiıSaı- fb p fT İıs 98*24
fioy4 <rrtpos 1 1 7 *’ >o rvSatfioyt- EbptvİSrjs 110*28. 136*11. 142*2.
arraros 1 7 8 * 8 . 1 7 9 * 3 1 I 5 5 ‘’ 2 ^
( İ S iiİ A v t o i 156*19 fÖpiıros 1 6 7 ” 7
Z42 I NDE X.
fvtTTOxla 143*33. **2 fv o i'991*34. 1041*35. i i 81*3 . 141*
€İavy€<rla I42*’34. 143*10 31- 155*29- 162*19. 176*3 dist.
tvvvvtroı 143*1, I I , 17» iSl**!! ÜyOpoııroı 1481*16. 170*16 r2XXa
f{><rxvf*'0<fyyv 128*25 <$0111*26. 1*9. 118*17. 141*34.
tvo'X'flf^<y>' 128*7 101*1 1781*28 t 4 Xonr4 <$o 118*25.
(VTfKvta 99**3 119*8. 1781*24 i f l ır o y fîr h ^ ^ o y
firpaırfKla 108*24 154 *’7
€İT/>âır«Aoî 108*34. 128*10 + . 156*
13 - i .‘)7“6. 158*31. i 76**I4 47<7<r0aı 1 7 7 * 1 4 T İ fıy o v u fy p y 113 *
tCrporroı 128*10 6
ıoo*'23. 134*20,31. 125* î}8c(r9at, dist. rjaOîjyat 173*34
31 TlSoyfı 961*18, 24. 99*15. I o i **28.
*iiTux/a 99'’8. 124*14. I53>>22, 34. 104*23,34. 1*4+. 1071*4. io 8İ*3.
i ' 9 ' ' 1 4 . 171*21+ o l i v t İT v - 1091*8. 113*34. 1171*35. 118*17,
X^aıı 124^19 i,ya6it ırepl Sffa 23- 1*27. 119*5+ ırtpl rjSoy^s
«ÛTwx^® 4ti»x ^® 129**3 Kol Aûmjî 153i*! sqq. ır€pl rjSoyris
fvvırepŞ\7iToy 123*17 173*19 sqq. 7)Soyal fSıoı 1181*21
ti/<fn\or(fifiTa 122*’22 ffufiariKal 1041*6. 1491*26. 151*
114^8. 144^34 35. 153'‘34+ opp. ı//ı;x«/fa/1171*
fiı^vta 114^12 28 ayayKoîai, oi>K avayKotai 150*
*{,X<pwî 120*34. 121 * 33 - ‘*8 16 al Sı’ â(f>r}s Kal ytvataıs 150*9
t İ x f o '6 a ı, dist. a lp û ffO a ı 129İ’5 KoKal 148*22 (cf. 1511*19) r)Soyiı
f(ixpv*fftı 181 **9 fl\iKpıyr)s Kal iKfvOfpıos, opp. <ru~
tiw xİa I4 8 ’*2 3 /lOTiKo/1761*20 rinroıovyra fıSo-
f<f>tırıs 114^6 yf)y 1471*24 ol Sı’ f/Soy^/y ıpİKoı
f^ p e p o s 96 *"5 156*12 sqq. KaÖ’ î]Sovf\y I56**ı6
iırtffTİ\<Ta<Tt 144*23 ırphs 7}Soyi)y iıraiyfiy 1261*13 rjSo-
^X*‘»'> dist. ylvftrO aı 154*34 dist. ya\ Kal \virai al iy raıs 6fit\lats
Xpv<reaı 147*11 1261*30 (cf. 1281*8)
^Xflo^P«*»' 1261*24. 180*22 ^ 5u s 4>/A o î 1 0 8 “ 2 7 3 iB/oj 17 2 I *
155*26 30 71 Sıh Tİ ijSv ipı\la 157*1
?x« 150 ” 9 7]Sv, coni. Ko\6y, avp.<^4poy 1041*32.
i^ps 129'’28 105*1 coni. oyaöı/j/1551*21. 156i*
23 opp. ToAnö^y 108*13. 1281*7
A l / 1241*16. 165*15 a /o i 6 o 1*36 rh. aufiariKİı ifSia 152*5 7)Sia
C ^ \os 1051*23 ıpvafij opp. Korh trvp,fit$iiK6s 154'’
fıj/i/a 132*10 + . 180*5 opp. K^pSos 16 T İ TTophy 7]Sv SıtİKfiy 1461*23
1331*18 fiSvapıa 170 1*29
(VM^ovv 138*13 (niJLiovtrOaı 130*25 ^Bo7 95^7’ I I I 1*6. 121*26. 1*6.
opp. KtpSalyfiy 132**14, 18 127^23. 139*1. i5 5 '’ ıo. 165i*
Cvy Koi iyepytîy 1691*31 (cf. 1781*18) 6 + . 172*22. 1*15. 178*16,17.
r h (rjy ıcoıi'3»'97 **33 6 ef. 170*16 1801*5 SoK(î fKaara r û y ijOûy
Cîjy vpbs İW o y 1241*31 d vxâpxfty $ı/<r«ı 1 4 4 1 * 4 (cf. 1 7 9 1 * 2 9 )
95*19. 981*31. 140*38 KoAtDj^t' (cıi'^o'eıj rov İİBovt 1 2 8 * 1 1 roD
1701*27 f p f i y f iy r h (rjy 1661*13 ijöovi rh Kİpıoy 1 6 3 * 2 3 roTs
^riTtîy lI2İ*3o dist. jSouAfvco-daı ViOfai Kareı\rııxp.(ya 179** 17
142*31 ırepl Tİ ijOos 1 2 7 * 1 6 t A ırepl t A
Cl'T1)<ril 96*12. 103*13. I12İ*22. fiBr} ıptvKrd 1 4 5 * 1 6 4 rS>y fıBûy
1431*14 <fn\la 1 6 4 * 1 2
98*1, 13. ıooi*33. 170*23, 29 İjBikİi e'fiî 1 3 9 * 3 4 ip triı Kal KoKİa
rı K a r’ i v t p y t ia y 98*6 ^ ilBiKdı 1521*5 İj8ik )i <pt\la 1621*23,
i v i p y t i a TU 175*12 t(>v<rtt â y a - 31 T İ ifBiKİy, opp. T İ So^aariKdy
e 6y 1701*2 I 4 4 '’i 5
INDEX. 243
İ)XletOS l ll * ’2a. 112*20. 121*27. BffiKTTtvuy 180*28
I22*'28. I 2 3 ’’4 - 28. Bfoyyts 170*12. 1791*6
126*5. i 76*’32 &foS(KTov 6 4nXoKTİ\rsfs 150** 9
^Xwc/a95*6. 100*3. 121*20. 128'» Bfdvtfiıtros 99 **15
16. 143'•8. 156*33- 161 *5 - ‘’34 - 96*24. 101*30. 145*26. 154i*
165*28 26. 159*5. 166*22 0€of 1011*19,
îl\tKitirat 161*26 23. I22İ*20. 123*10. ı*l8. 134**
ÎAıf ^Xnea 161 **34 28. 137*28. 145*23. i s 8'’35-
fila iın 4 pa 98*19 rks rıutpas Kara- 159*7. 160*24. 162*5. 1641*5.
rp lP eıy 1 1 7 ^ 35 1781*8 + . 179*35 BtZy Stiprifia
fipnr6yr)pos 152*17 991*11
^ırop 148 *'27 0 ( 6 <rSoTos 991*12
'HpdK\(iros 105*8. I46’’30. 155*’4. Qto<ptX4 <rTaTos 179*24, 30
176*6 Btpaırela 155*13. 157*10. 1781*35
iip tfıa 150*28. 169*23. l75**ll BtpaTTföety I02*ıg. 1631*18. 167*18.
opp.<r^43 p a i ı ı * 6 . I26*’8. 148*18 179*23. 1811*4 6^pasct6t«rBaı 105^
iip t/ ıa ia ıs 14 6 ^ 1 17- / 57 ‘ 8
İipepıla 104 ^ 2^ . 154’*28 flepaırcvjuara 181*3
itpoHKİı TIS hprr-fı 145 * 20 BtpfialyeırBtu 1131*38
"Ha-toSos 95 **9 Btpfiaffla ıı8i*6
fıa‘vxltı 180 *‘9 Bfpfids 113*29. 176*14
ijiTİYiot 116*9 Ofpftdrrıs Kal TaxvT 4\s 149*30
8ı’ i)TTav 150*24 Bİffıy Bıaıpv\dTTCı>y 96*2
rjTTâcOat 149‘’3. 150*12, 36. ıso** 04 t is 12 4 1 * 15
7> 2 4 - 151*3 Btuptîy 139*7. 140*11. 141*35.
1431*19. 153*30 + . 1691*33. 170*
4y BdKirrrı 115*29 777S kcÎL 6aXAr- 2 - 177*33- '’*• 178 ‘"3 , 34 - 181 1*
rrjs İp x ^ y 179*4 18, 30 coni. ırpdrTfty 1001*19
Oa\ârT(oı 115'’! = XpVO'Bat iviffritfi'p 1461*34 Beu-
©oAijî I4I*’4 prjıraı Kal yyûyaı I 7 9 °l
fl<(«'OTOÎ 115*11 + . 1161*20 , 22. 117i* Toû Btupeîy Kal pıavBdvtıy rıSoyai
7, II. 1281*13 conı. St<rfi6s 153*22 (cf. 1) İ(o> rov Bttaptıv
131*8 7e»>^<r0aı 1391*22 rh Kptyoy 1 j Bto>-
6 appa\ 4 os 117*12, 13. 1511*8 rk 'povy 175*1
OoppaAea 1151*10, 17. 117*32 BeupiifiaTa 166*26. 175*15
Bapptîy 103^17. ıo6i*ı8. 1071*2,4. BfupriTiKds, coni. rfxyiK İs l8ol*3i i
115*23. 1*19+. 117*11 06»pıjriK5; j3(of 951*19. 96*4 0e«tf-
edppv 1 0 7 * 3 3 . 115*7. 117*29 edp- priTiKİı Sıdyoıa 139*27 4 y 4pry€la
O-OS 1051*22 177*18, 28. 1*19. 1781*7, 23
âavfidCetrOaı 123*26 0cwp(a 1331*17. 1741*31. 1781*5 +
OavjuaırTiKds 125*2 Beuplas tyeKa 1031*26
6avp,affT6s 1221*17. 1291*29. 147*9. t 8 0^Av, opp. rh dppty 150^15
1501*8. 176*20. 177*25 ırepiT- Brıploy 150*8. 154*33 Brtpla Il6'>
Kal daupLaffrk tîStyaı 1411*6 25.32- 141*27- 144‘’8. 1531*20.
Biafia 99*9 153*28, 31 Btfpiov oîiK 4 trrı Ktucia
OfâffOaı 4k ırovt]pov 1671*27 rcOca- ovS' iptTİı 145*25 (cf. 139*20.
^eVoj 97*10. 1801*17 i 4 9 ’’3 i)
Btarfıs 98*31 BtıpıSrıjs, dist. KOKta, İKpaerta 145*17.
iy Bfdrpoıs rpayrjfiarl^dy 175**! 2 149*1. 150*1
0«îoî 94*’ıo. 991*16, 17. 1011*24, tirtpıiiBrıs 118^4. 149*6+.1*39 i
27. 102*4. 1411*1. 145*20, 27. Brjpı^rıs 145*3® BrıptdiSi)s
1 5 3 ’’ 3 2 . I 7 7 ‘ 1 5 . 16. **28 Bf(a 145*25. 1481*19,24 ScıAfaI49*
^oîpa 991*10 o/r/a 1791*22 8 (cf. 6) 118*25
244 I NDE X.
67)(ravpov tSpftns 113*27 ImriK-fı 94*11 IvmKCL opyaya 94*11
$7iTiKol 1 2 5 * 3 îırıroy 98*2. 99*9. '*32. 106*19.
Otturanûy Koıyuvlcu 160*19 161*3. 176*6
Bî^aı $ovK6fityos trard^tıty İy ı ı ı * /«râfej»< 1 3 3 * 7 , 10. 133*16. 154*24.

14 158*35- 162*2, 3. 163*33


lo o *’28
0\ lfitı Kat \vftalyerai Ceo-öot 133 *14+ - ‘’ 5> lo- ISÇ***
4 T€ÖV€<ij 100*15 + . 115*27 IffdpıBpa 1 5 6 * 7
OyifTİk <f>poy€Îy 1 l<rax^i fip İvTt \iyfiT 0 ai 9 6 * 2 3
6pa<ri0 tı\ot 115*33 la 6ppoıros 1 6 4 * 4
0pturvy6/ifyoı f<roı, c o n i . i\tv0fpot 134*27 f«rot ol
Bpaıris 104*22. lo 7 ’’3. ıo8*’i9 , 25. iy t Q rıpiıpart 160*18 rh tffoy,
ı i 5*>29 + . i 5 i »>7 o p p . rh ıc\ûoy, rh (Karroy I 0 6 *
0pa<riri)t Io8*>3i. 109*1, 9 27 + . 131*13 o p p . rh fi€Î(oy, rh
BpfiTTiKİı (wfı 98*1 rh 0pf 7fTiK6 y (Karroy 108*15 (cf. 30). 153*6
103 *’l l . 144*10 rh Kar’ a^lay, o p p . rh Karh. ıro<r6y
OpjjyrfTiK^s 171 "10 158*30 rh 1 <roy = rh SİKoıoy 129 *
0pl^ 161 **23 rpıxîiy rİK<r€ts 148 **27 34. 130*9599. 131*11599. ırapiı
0 itty 1 3 4 **33 , *3- *65*15 rh İtroy tjyai 1 3 6 * 3
Ov/uufiİTuy i<r/ıal ı l8 * l o i<r6ri)s 131*22. 133*4, 18. 158*1,
0 vfu>€iS-fıs İlâ**26 28. 162*55. *2 l<r6rrıs \iy w y
4 ı;/t((j 105*8. ı ı ı * ’ı ı + . i i 6 * ’2 3 + . 131*31 KOT* la6nıra, o p p . Kar'
147*15. 149*3, 26+ iucpariıs ayaXoylay 132*33 l<r6rns rov
Ovftov 1 4 5 •'20. 1 4 7 **34. 1 4 8 ' > 1 3 134*15
rhy 0vfihy KarixfW 1 2 6 * 2 1 t İ 8t<k \ 6 r 7)S lairus 157*36. 168*8 (cf.
0 vıx6y ı l ı * 2 5 s q q . '’ı 8 . 1 3 5 * ’2 I 1 5 9 **!)
İ k Ovfiov ovK İ k vpoyolas Kplyfraı itrrriKhs oûShy ı ° 4 “4
1 3 5 *’ 26 ırtrat Kcucft 1 4 3 * 2 9
BvfuiSrjs 149^14 /ırxı}*ıv 1 0 5 * 3 . 116*15. 179*8,24
0 ipat 139*31. 149^13 lcrxvpl(€<T0 aı 1 2 4 * 2 3
0v<r/aı 133^30. 160*33,35 BvffIas l<rx»poyyJiıı.oyts 1 5 1 * 5 , 12
fy€Ka tcal <rvyov<rlas 160*20 fcrxt(p3î99*4. 1 0 1 * 1 6 . 104*33. 144*
lo. 146*5 la‘X'>P^ imBvpİa 1 4 6 *
la ris 15D*’32 3, 1 0 T\Soy(] 1 5 0 * 7 . 1 5 4 * 1 4
larptla 152 *>33 . 154*28. ‘*12 la- \{nri] 1 4 8 * 2 2 rh î<rx»phy fx***'
rpeîaı 104'» 17. 154*30, 34 180*19 l(TX'^P<^i 1 4 4 * 1 1
/oTpeuetK 97*13. 137*24.' 154‘*l8 Z«rxı5ı 1 0 4 * 1 4 + . 140*28. 180*18
la r p iK İsg j^ ıo . 181*3 larpuefı 94'' lrı\TMtSırarov 116*26

8. 90*33. 9 j'* i 7 , 19. 103 * 21 . lxOis 1 4 1 * 2 3


104*9. 112^4. 138*31. '*31.
141*32. 143*3. ‘>27, 33. 144*4- Ka0 apet6 rr)s 176*1. 177*26
145*8. ı8o“8, 27 KaOcıiSetv 9 5 * 3 2 . 178*19 6 KoOei-
la rp d sg j^ ta . 102*31. 105'*15. ı i 3 ** 8tı»K99*l. 147*13. *7. 176*34
13. 114*16. I27**20. 133*17- KaO^A.01; 1 0 7 * 2 8 . 1 3 7 * 1 3 + . 1.39*29.
137*17- 148**8. i 64‘*34. i 74‘*26. 147*4. "13» 14 opp.Kaff*?KO<rTo
ı8o**i4-f 104*5. 135*6,8. 141*15- 1 4 3 •’5
lİ 4a 99‘*4- 129*29. 167*5 iS 4a opp. M ftfpovs 1 0 7 * 3 0 opp.

Platonis 96*17599. Kark fi4pos 1 4 7 * 3 o p p . rtyt 1 8 0 *


ISıoyydpoyts 151'*12, 13 8 vtpl rûy koB6 \ ov iır 6 \rplns r\
tSıa (a/<rflıjT«f) 143*27 iıturriıp,rı 1 4 0 * 3 1 (cf. 1 8 0 * 2 2 ) 6
ISıâraı I 3 l * l 8 o p p . SvyJurrM I 7 9 * Ka 03A.ov dpo2 1 4 7 * 1 4 Atfyor 1 0 4 *
6 o p p . iBKıpral 1 1 6 * 1 3 5 4 Ka 03Aoı> &yi'oıa 1 1 0 * 3 2 S 3( a

Up6y 1 3 3 * 1 0 Upiı ov\ây 1 3 3 * 6 147*25,33 ırptfTao-ıı 1 4 7 * 3

'l\M y i 39‘*7 K a Ö t f A o v ( 5Cİ 1. iyaOây) 9 6 * 1 1 sqq.


INDEX. 245
Kaıp6 s 96*32 kotİl rhv Kaipdv 110* Karcvpdyat 139 *'15
ufaTo^oı»^* 116*3. 174*33
K aKtıyoptıv 1 2 9 ° 2 3 Kardtf>a(rts 139*21
Kcucvyopla 1 3 1 * 9 Karaiptiyfty I 0 5 '’i 3 . 132*20. 176”
^ KaKİa (pSapriK^ 140^19 at 12, 30
rov edıxaroi kokIui 1 1 4 * 2 2 K ara ıpp oytîy 1 0 4 ^ 1 , 124'’4, 5 K a ra -
KaKo\Syos 1 2 5 * 8 ıppoyovfifyoı 172*36
KaKoıraOûv 9 0 * 1 . 1 7 6 2 9 KaraıppovrıriKds 124*29
HaKovoifîv 1 I 4 * ’4 Karcupvyfı 155*12
lcaKovoı6s 1 2 5 * 1 9 KarifyopoApityoy 96 32
KaKhs laTohs Koi Kotchs vTOKptriıs 1 4 8 ^ Kartryopta ç 6 ^ 2 g, 32
8 Tö KOKhy rov tırtİpov 106'’29 KceriiKOoy 1 0 3 '^31
iavrh iır^XAv<rı 126*12 rb fioToy KOTOKdxi/2oy 179*’9
Kox)fy 129*» 12 KOKÛs ftiTfîy 130* KaropOovy lo 6 **3 i. 107*14.
18 i 4 2 ' ’3 0 KoropBovffOaı ı o 6 '’ 36
KaKovpyety 1 1 4 * 6 KaropdurtKds 104’’33
KOKovpyia 1 6 5 “ 1 2 Kavffis Kal rofiiı 137*35
/c <£a a .o î 9 9 * ’3 coni. ^ ^ e ö o î I 7 7 * ’i 7 Kaxt((a 129*20, 23
rb kİ W os iy fifyd\<p ffdnarı /te\«ı56i»'129*’24. 138*7. *‘31. 149*»
13
Ko\oKayaOlai24'^4. Ijg'^ıo K e\rot i I 5 ’’ 28
Ka\a KİyaOd 9 9 * 6 dyaBal Kal K o A a l Keyi/ Spefıs 94*21 Keyd 116 7
ırpd^oıs 9 9 * 2 2 Kd\\ı<rroı Koâ ir- Keyrrı<raı, dist. rpâffai I 3 5 *’l 6
Xuporaroi 9 9 * 4 ft,tyd\a Kcd Ko\d Ktpofteîs 1,55*35
101*13 Ko\6 y, dist. (TvfKpdpoy, KtpSalytıy 122*11, 12. 130*34+ .
IjbA 1 0 4 * ’3 2 rb & ı r \ & s Ko\6 y 133 »»H, 18
136'*22 rb Kokby rd\os rrjt ipt- KdpSos I 1 J^2 0 . 1 2 2 * 3 , 8 . 137>»17 + .
rrjs I I 5 ' * I 2 (cf. I 2 2 *'6 ) Ka\us 130*>4. 132*10 + . *’I 2 , 18. 148*
1x 0* ' s y n o n . bioy 1 2 1 * 1 26. 163**3, 5. 164*19 İK p a r i)s
Ka\wpd 1 0 9 * 3 1 KfpSovs 145^20. 147 *’ 33 . M 8 '’ İ 4
Kdfiytıy 1 6 4 ' ’2 3 . 1 7 5 * 4 A Kdftvmy K tffr b s tfids 149’’16
1 5 0 ' ’5 ol Kdfiyoyrts 1 0 5 •'15. ^»1 Kf<ba\alov 107'*14 Ay Kf<f>ıx\al<p
^5*'*33- I73'*^4 0/ KtK/tfiKİrts 109*12
101*35. '■6 Kt<pa\iıy ^xov<ra İırttrr'fı/nı 141 *19
KoyovlÇeıy 1 0 5 * 4 165*20
K a v d y 137'’ 3 ° + coni. {lir p o v 113* KiöapuTT'^î 98*9 + . io 3*34- *’9
.33 KiBaptpbds 164*15
6KapKiyov KtpKvtov 1 5 0 * 1 0 Kİfi$tK€S 131*32
Kdpvifia, o p p . İKopıra 1 2 5 * 1 2 Kivcî ov6hy Sıdyoıa airA) 139 * 3^ Ap'
Kopvûy ovyKOfiıSal 1 6 0 * 3 6 Xİ) rov Kiyeiy i 39 * 3 ÖJcf. 147 * 35 )
Kaprepfîy 1 5 0 * 3 4 KiytîırBaı, dist. SıoKeToBat 106*5
Kaprcp/a 1 4 5 * 3 6 . * * 8. l5o'*ı dist. fıSearBaı 174^8 Ktyovfitya
« a p T « p ı / c 3î 1 4 5 * > 1 5 . i 4 6 ' ’ i 2 . I 4 7 *>2 3 . rb SIkuiu Sp&<Tty 134''27
1 5 0 * 1 4 » 33 KaprtpiK&s İZ «/vTjffu 173*31. 174*19+ ir tK iii,
Karafii^Kuyraı 9 6 * 1 0 re \e (a lj4 * 22,28 opp.İKtyjıırla,
KaraStirrepoı 15 9 * 3 iiptftla 154'»27, 28 coni. y iy tr ts
KardK\ı<rıs 1 6 5 * 3 8 173*29, 30. I 74 ’’i 3 Ta iy
KaraWdrr€<r6 at ı i 7 ’’ 3 0 , 1 5 8 * * 3 Kivi\<Ttı 112*33 Klytta-n (rîjs
Korayofîy 1 7 5 * 3 3 ^vxi}s) lo2**9 rov IfBovt 128*11
KaraırİKrus 1 1 1 * 1 1 dist. İ(ıs 152’>28.^ 154*13 fl-
Ka ra ır x4{ 1 0 8 * 3 4 yn<ns $paSfta rov /t€ya\oı|'ixo*'
KaracTKtvcd 1 2 2 * 2 0 125*13. 128*12
Karo(r/uKpt(oyrfs 1 6 3 * 1 4 Kiyifrdt I34**29, 32
246 IN D E X .
Kİarıpıs 1 1 1 * 1 3 ••26 Kptîrroy 1 3 3 * 1 3 . I 3 7 * * ı ı .
kIovos (lipSucrıs 174*34 145 *’ 32 . i 7 2 '’ 3 I- 173*5 «P«-
KKtIs 1 2 9 * 3 0 rurros ı ı 6 ' ’ i 2 . 1 1 7 * 1 3 . 1 2 9 ' ’2 6 .
«A/ımjî 134*18, 22 i 72’’ i i . i 74*’19, 29. i j 6^22.
KKrıpovofila I 5 3 ’’ 33 19- ‘*34 - i 78 “ 5 - 180*
KKjıpoyrhs fiaaıKfis 1 6 0 ‘‘ö 29
kKİvi) 1 3 3 ‘* 2 4 + KprııriSos ırofıjffir 174*26
k \ ott^ 107*11. 131*6 Kprrrûy Kal AaKtSaift.oylwy yoftoBeraı
Kvf\fiı\s tyyıov y6vv 1 6 8 *’8 102*10
koiv6s, o p p . ISıos \6yos 1 4 8 * 1 koi- Kpfı/€»v 94'’27. 99*23. I o9**8. 111'’
v6repoı, dist. a\rj6tv<irfpoı \iy o i 6. 113*4, 3°- ı i 4 ‘*7 * ''28*
107*30 Koıyhs Plos 1 6 2 * 9 (cf. 12. 135‘’26. 136*>32 + . 143*14.
19) Kotva ra <p(\uv 1 5 9 * * 3 1 * 173*18. 175*31. 179*16, 19.
ı 6 8 ’’8 ra Koıyd 1 2 3 * 5 . ı6.^*’8 181*18, 20. •’! + t 5 Kpîyoy fi
rh Koıy6y I 2 2 * ’2 i . i 3 o * > 2 6 . 1 6 2 * Bfupovy 174'*34
29. 1 6 3 ' ’7. 167'*13 rh Koıyv Kplffis ıi9*’24. 134*31. i .36'’33.
5^(01^0167*28 rh Kotyfi avfi<pf- 143*20. 159*24 Kpt<rts r û y
poy hlnatoy 1 6 0 * 1 4 Koıvp koti)> XV/ıûy 118*28 ty Tjj ai<rBf)irfi v
yopfîaOaı 9 6 *'3 2 KotySy rı xa06 - Kplaıs 1 0 9 *'23. 1 2 6 ‘'.j
Aoı> 9 6 * 2 8 K O T O filay IStay 9 6 Kptrfıs 94 *'28
25 Toû Koıyov al iıntrrrjfiaı l 8 o ^ KptrtKÖs 1 4 3 * 1 0 , 2 3 , 3 0
15 Krri(Tdftfyoi, o p p . v a p a \a $ 6 yrfs 120*’
Koıy6rrji âırdyruy 165*30 II
Kotyuyia 1 3 0 * 2 . 1 3 3 * 1 7 , 24. *’6 + . Krjjfia \2o'‘ ı. I 2 2 * ’ I5. i3.('’ ı o , 1 6
135'*12. i5y''27H. i 6 o “9 + . KTfjoriî y K ' * 3 2 . 120*y. '’ı 6 . 176'’! 1
**24. ı6 ı* * ıı. 162*20. 163*31. KrrırSy g0'‘^4. 97* 1
164*20. I 7 i '’32 ıro\iTiıcfı I2g^ KvfitpyrıriK'fı 104^10. ı i 2 * ' 5
19. 160*9+ âAAOKTlK^ 132^31 Kvfifvrfıs 122*7
Kolvuyla \6 y u y fcol ırpd(fwy I08* k ^kKov rh {liffoy 109*25 rh kvkK<p
II. 128*’6 117*’2
KoıyuyiKal ıpt\laı 161^14 KVK\uiriKÛS 180*28
K0iywy6s 1 3 0 * 5 . I 3 3 ’’3. 134*26 Kİfiara 11 5**27
ıc e> Ao Ce ı» 'i i3’’ 2 3 + . I 1 9 ’* 3 , I 2 . 132'' Kvp.ıyoKpio'rns 121'*27
30. i 8o *I2 Kvptf6uv i 6 o ‘*3 S
k({Ao( 108*29. 1 2 1 •>7. 125*2. 127* Kvpıos 110*3, 6. 113 *’32 . 114*3.
10. 159*15. i 7 3 ' ’3 2 32. **32. 116*33. 129*’ i 6. 139*
K6\acrıs 1 0 4 * ’ 16. I 0 9 ’’3 5 coni. 18. 147*26. **10. 178*34 Tİ ki5-
Ti/toıp/o 1 2 6 * 2 8 . 180*9 pıoy 163*23. 178*3. 179*20 rh
Ko\oihv ırorl Kohoıiv 1 5 5 * 3 4 Kvpııirarov 168^ 30, rhıevptti-
KOfttSîjs evtKa 1 6 7 ' * 3 1 TeTolll*8. 145*’6 Kvpla hptr!,
KOfffuörrii 1 0 9 * 1 6 1 4 4 •*4, 1 7 Kvpıurdrrı itrıar-fı/jL ı
KdtTfıos 1 1 2 * 2 2 . 1 4 1 * 2 2 . *’ ! r) 94*26 7} Kvplus iıriffrTip.n 14 7* *
rov K6(TfjLov /cfvTjırtJ 1 7 3 * 3 3 ıc6<r- 15 Kvpitos iyaBds 1 4 4 *’ 7 , 3 1
fjLOS rwy hperûy 1 2 4 * 1 ( oIkov) Kvpltos s y n o n . Trpdrui 157*31
123*7 o p p . 5€ W f p c ü î 1 7 6 * 2 8 Kvpitirara,
Kov<pl(avraı 1 7 1 * 2 9 , 33 coni. ^ o A i o t o 9 8 ' * 1 4
Kovtpa Kpfa 1 4 1 ’’ l 8 t Kvprhy Kal rh Ko7 \oy 1 0 2 * 3 1
İ
Kpâffıs 1 5 4 * ’ 1 3 Kvyhs fıSoyrı 1 7 6 * 6 Kvyfs l ı S * ı 8 .
ı c p o T « Î j ' i 4 5 ' ’ 24 . 149*2. 150*12,35. 1 4 9 * 28
151*22,24. i 6 8 * ’3 4 Kpartîffdaı KuKvriKd 96** 12
I 4 5 ’* 3 5 - 148*29. 149*2 + KU/itpSlaı ai T T o A o t o i Kal al Kaiyal 128*
K p fa i4 i^ ıg . 1 4 8 ^ 2 3 22
Kptlrruy I i 6 '*2 i. 1 5 0 * 1 2 . 177*6. KuutpSoîi x°PV7 ^*' 123*23
INDEX. 247
\a $ û v , opp. ^v ytîy 11 a *3 6 %ytKİ Tiyos 139*32 ipOhs \iy o s
Xayo>&y 6ırfial 118 * 18 ıo 3 ‘*33 - 13 S ‘’34 - 147'’3 =‘ <Ppi'
\aOpata avyctKKiyfiara 131*6 yrıa-ts 144'’28 Karh. \6yoy 95* lo.
Aaxe5aı/xJf'ioıloa*ll. 1 1 2 * 2 9 . 167* 98*7. 101*17. 169*5 Kari
31. 180*25 rhy kSyoy Karh rhy
AİKuyts 1 1 7 * 2 7 . 1 2 4 ‘>i 6. I27'>2S. ipBhv \iy o y 103 *>32. 138 "25.
145*28 1441*23,26. 151*22 ırapİL Koyoy
\aftırpvytO'0ıu 1 2 2 * 3 3 . 1 2 3 * 2 2 1671*19 vapd rhy \6yov 102^ ly ,
Aa»'Wj'6ii'I09’’ 20. I24*>27. 1 2 9 * 2 8 . 24, 148*29. 15 I*’35 - 152*3
1 3 9 **22. 15 0 **36 iyruf>l\r)ais ırap& rhy ipOhy \6yov 138*10.
ov \aydiyov(ra 1 5 6 * 8 (cf. ISS** İ 4 7 '*3 l . 151*12» 21 & ytv\iyov
3 4 + . 1 66 •'31) 1421*3, 12 /16Tİ \6yov 98*14.
\ty « ıy, dîst. ırurTe^eıy 142*20 ri i4 0 * 4 -f. **5 , 38 , 33. 144'*30-
\ey<f/ueya 98*’ıo. 145 *>20. 152'’ 169*1 fitriı \6yov iAıjfloOı, (|^€u*
23. 174*11 Sovs 140*10, 22 /x«t İ rov 6 p0 ov
\tiT o vp yla 163*29. i 67*’12 A^yoo 144'*27 i s d Aefyoılıj**
Aefıj (rrâffı/ios 125*14 12.117*8 &s &yâ \<fyoî Iis'^ ıç
A evfila olKoiofila 137’’30 &s &y 6 \6 yo i râ^jj 125**35 (cf.
\tvK6T7ii 96 **23 119** 18) i î i SpOhs \ îy o i 119*
^f<ı)y 118*20 20. 138•*29 Aî îty 6 opöbî A<f70s
ioo*’i7. i 3 S*’3 i. i4 o ‘’29. vpoard^p 1141*29 ws 6 \6 yo t &
i 5 7 '>i2 ipBhs \ t y t t 138'*20 iırıırfiOfs
X4\kvQos 1 2 3 * 1 4 \6y<p, opp. Sıayoovfityoy
\rjfifia 122*10 98*5 (cf. l02İ*3i) r y \6yip
ArjiTTiıcıJî 120*»I5. 1 2 1 * 3 2 ırtı0apxtîy 180*12 â rhy \6yoy
Kpar'fıs 1 2 2 * 7 . 1 3 4 * 1 9 . i 6 4 ’’ 34 (x<y>' 1381*22 \6yoy 98*3-
\ipfns V. S6<rtî 102*28. **32. 103*2 \6yov p tr t-
\l0 o i 103*20. 111*13. 114*17- Xtıy 1021*14, 25, 30 rh \6yoy
i 3 7 *’.'îl- 174*23 <X®>' ^^XV^ 1021* 15 Tİ \<fyoy
\iOovpy6s 1 4 1 * 1 0 lıXoyfidposii8^g. 139*44- ?x*“'
\oyl^(iTBaı 175'’ı8, 19 coni. ^TjTer»' riya \oyoy 95*30 \dyov rvyxd-
142’*15 = fio v \titff6 a ı 139*13 ytıy 951*21 inh \dyov Kal dSfrjT
t i Xoyl(t(T6aı 140*30 aKparfvtffOaı 1 4 7 ' * ! r y \6yı<>
XoyiKa\ aperal I08''9 Sio 102*30 Kari, rhy \6yov
Xoyt(r/x6î 111*34. ıi9**ıo. 141 •>14. İyyhs tîyat 152*13 d Koıyis, 6
I42'*i9. i45*>ıı, 12. 146*33. Ihıoi X6yos 148*1 3 ToO iyBpıiırou
1 4 9 **3 5 - i ö o ’’ 24 İ k \oyttrpov \ i y o i 961*1 (cf. 21 sqq.) Itrirtfs
Ka\ \ 6 y o v 117*21 \6ywy 131*31 (cf. 1*4, 30) a3-
KoyıırriKİy 139*12, 14 yovs ras ip tr is ı^tro SuKpdrıjs
h iy o s I0 2 ‘'i 5 - f . 104*1-»-. *'23. 1441*29
ı°5**i3- 107*1. ıo9*’ 2i. 112* KfKoyx<ıififyoy S6pv 111*13
16. 117*21. ııg I ’ıı-t-, i 3 i ''2 i . \oiSoptiy i2.S*3i
134*35- 1.39*24- 142*26. 144*’ \oıS6prtp.a 128*30
32. I45*’i4. 149*26, 32. ''ı , 3. Avırd/Âtyos 1641*34
150*’28. 151* 1, 17, 2 9 -f . '’ıo, \vfialyt<r0at 100^28. 1751*15
26.180*21 \iyotSitcaytKol 181^4 Aû/taı, coni. (pOopal 176*21
AJ701, coni.)3ıoy 127*24. *’2 coni. Al5ır7j ^{/(TT7j<rt Kai fBtiptı rijy ıftvırıy
ırpâfıs 108*11. 127*20. i-28'’5 119*23 ( c f . 29^ V. rıhoyfı
coni. Tpiyfiara- 126** 11 coni. \ia-is 146 ’’ 7 - 153‘’5
Sıdyoıa 170 •'12 f) vtp\ rhy \6yoy Aw<nT«A«ı 157*16
ivtpytıa i 7.3*’6 (cf. 4) \Syoi iırb AvrpoDffOoı 1341*22. 1641*34 Xı/-
r&y apxûy, M r â ı âpx<^^ 95*31 rpurtoy 165*1
(ro^KTTiKbı Atfyof 146*22 \6yos \onrohirrit 122*7
248 INDEX.
fiaOnnariKSs 94'’26. 102‘’'33. fif ya fpyov I 2 2 ' ' l 6 rb iy İpytp
13. 142*12, 17 fiadıtuaTiKOİ fitya 1 2 3 * 1 3 Tİ İKdffT-p ip try
112'>22 ^Sovaf 1 7 3 *’ I 7 fi4ya 1 2 3 ' * 3 0 t İ iy fitydKtp fitya

r k fiaOTJnartKd 1^2*28. 151*17 123*12 fitya Tl Hal ivbp aiırois


fidOrjffts 9 9 ' ’ 1 5 , 19 95*25 / A €7 d\ o, co ni ./ co A. e£ t o ı * 1 3.
fiadrırd» 9 9 ‘'9. I 3 9 ’*2Ö 110*21 (cf. 1 7 8 * * 2 ) c o n i . oyo-
ficuvd/itPos 1 1 1 '^‘J. 112 * 20 . 115 *>26. fiaffrd 1 2 4 ' * 2 5 fityiffros, co n i .
147*13. İ49"35 HdWi(rros ı i 4 *'9 . 1 1 5 * 3 ' coni.
lxaKoplÇuv 100*4, 16, 33. ı o i ‘’24, İPTifiâraroi 1 2 2 **35 (cf. I 2 3 ' * l 6
27 sqq.)
fjLcucdpıos 98*19. 99*>i 8. 100*33. litytOos 1 2 2 * 2 4 . *'12, 3 2 . I l 7 ’’ i 7
*’ı6 + . 101*7, *9- ^6. fitytBtı Kal fiiKoSrıiTi 1 0 0 ' ' 2 3 . 164''
i 5 2 *’7 . I57'*2i. 158*22. ‘ 169*’ 29 rip fitytOfi ı i 5 ' ’9. 1 2 2 * 2 2 ,
4 + . 1 7 0 * 2,8,27,28. ’>i4. 177** 32. 123''I3 /ıtyefle» 1 3 2 * 2 3 .
2.V I 7^ ‘’9 , 26- 179*2 coni. **18. 123'*6. 167*29 yttofitrpia
Tf\fios 176*27 Tİ ficucdpıov 99** ırtpl fitytOrj 143*4
2. 100 *>29. 101 *>5 fiaKoplus /ı/0o 5 o y 9 4 * 1 . '’l l . 98*29. 129*6
100*22 /ttOûeıı» i i o '’2 6 . ı i 3 ''3 i
poKopıdrrıs 178 *'2 2 fi'tOva-HfffOat 11 117*14. 151*4
/toAcucfa 116*14. 145*35. ‘*9. 150* fifKayxoKiH6s 1 5 0 * * 2 5 . 1 5 2 * 1 9 , 2 8 .
31- ‘‘3. 15
fia\uK6s 147'*23. 148*12. 150*14, fitKtrâv 114*8
.1 .3 -_ ''2, 1 7 /»♦Al >.3 7 * '4
Tİ ııâWoy Hal [ t İ] irra y İ/;(«rtfaı fi*KKi}riı% 12 .}'*25
1 5 5 ''‘5- '73*»7. H İki64x*- fitKn ı ı 8 “ ö , 1 7 0 * 1 0 . 1 7 5 * 1 4 jtapa
<r$aı I55*’i3 /iâAAoi' nal fiİKos 1 2 3 * 2 2
^TToy 173*27 fitfvf/tts 1 6 2 •*5 (cf. 1 8 )
fiopedytıy 94*’l. 103*32. 114'’ 10. fitplffaffOaı 1 3 7 * 2
I 4 3 " 33 - 164*25 =o-vi'teVcui43* fitpurrdy 1 0 2 * 3 0 . i 3 o ' ’3 2 . 1 7 4 ' ' 1 1
12+ coni. 0C0/ICÎI'153*22, 23 Mtpdını 1 1 1 * 1 2
fiavla 147*17. I48'*25. 149*12 ftepos aİTov 1 3 4 *'11 opyaytKk fitpif
/layİTfis trapKİs 129*22 1 1 0 * 1 6 (cf. ı ı 8 ' * 8 ) pt^fpv ^vxvs
futyrtvdfifOa 9 5 2 6 1 3 8 ' ’9. 139*4 fitpos iptTİjs,
fidyrıs 127^20 kokIos 1 3 0 * 9 , 1 0 . 144*5 M
iy Mapylrp 141*14 fitpovs, o p p . HaOdKov 1 0 7 * 3 1 jf
fiaprApıa paytpd 104*13 iy fiiptı iptrris biKaıoaiyt) 1 3 0 * 1 4
fÂ,aa’rtyov<r$aı 115*24 ^ ^1» fitptı biKototriyrı, ÜSınla 1 3 0 °
^uiraıos 94*21. 96'*22 dist. ko/ci^s 16 Kara fitpos oHparifS 1 4 7 ^ * 2 0
127**II ^aTot«s 95*5 9 Hark fitpos kSınla 1 3 0 * 1 5 s q q .
pdxn>' ıtfpiTlOrıtrty 180“ 10 /ıaxa< T İ Hark fitpos kbiKİifiara 1 3 8 * 2 4
131*23. i 62*’9. I77*’1 i al Hark fitpos isrıarrffiaı 1 4 3 * 3
116^ 14, 117*7 fiiptı İKiyiifftus}) 1 7 4 * 2 2 ty
fifya\OKlySvyos 124'*8 traıBıâs fiiptı 1 2 8 * 2 0
fitya\owp€ir(ia l o j ^ I J . I2 2 * ı8 sq q . fitrlbıoı 1 3 2 * 2 3
I 2 S"3 i fiiffos, o p p . ol İnpoı 1 0 7 * ' 3 2 . 108*
fifya\oırpeır^i l o J ° ıJ , 122*27 + 5 + . **24 tf pifftı X’^P^ ' ° 7 ’’,32
fieya\oırptxûs 123*17 €{«ı ı o 8 ' ’ı 6 . i 0 9 ' ’2 4 . i26'>5 + .
fifya\o\puxla 107*»22, 26. 123*34 128*16 btdOtarts I o 8 ' * i 4 t İ

sqq. U5“33. 34- ”3 fiivoy iırtpfioK^s Kal i^ tlıj/tu s


fifya\d\l/vxoı 100*>i2. 123*>2 + 1 0 6 * 2 8 sqq. Kark rb ırpaypa,
ol Mtyapoî ^scil. x ‘>PVyovyTt$) 123*24 ırpbs fifiâs 1 0 6 * 3 4 sqq. t İ fiitroy

fidyas, dist. pirpıos 124** 19 rb p iya i o 8'*28 + . 109*23 + . 121*21


Toû juc^aAorpcroûf I 22 *’i 2 ri synon. ri Sioy 121'>12 t İ fiicroy
IN D E X . 249
^rifiias Kal KtpBovs ıp,2‘' l ç ) ftiffau fUKpo\l/vxla 107''23. 125*33
İffrlv f) SiKaıotrvvT} 1 3 3 ' ”33 fi 4 tros ftiKp6^vxos l23'*ıo, 24. 125*17, 19
^pos 142^24. Tİ/i6(Toi'fcü/tAou 109* ftiKrSs 110 * 11 . I28'>34. 171 *35 -
in ırphs roiıs /iecovs fJLÎrptos 124*’ I72'>30 /iiKTal ^ 5o»/af 173*23
20 /ifV&Jî ? x * “ ' ^ ° 5 ^ I I Ö “ 6. MıA^moı 151*9
119‘ n MiKuy 106‘'3
p.e<r6ri)s J04'^ 26. ıo6'>i2 + , 10 7' * fuffovyraı l6 6 ’’i2
33 + . 108*15 + . I 3 3 ‘> 3 2 piff-nriv ıoo*’35- n8'>25. 128*28.
tua6r‘i)rı olcra 1 0 6 *'36 176*12
/t er aj Sc ıA Af iy 1 2 1 * 2 4 . 133*31. 1 5 1 ’’ p.i<rB6s 114^6. 164*27,33. i7 9 '’5
9. i 6 o *>21. I7 3 '’ 2 filffOtaffii 131*4
/xeToj 3oAı^ 1 0 0 * 4 , H- 1 5 4 * ’28, fû(roî 105'’22
31. I56»i /1I/5 ıo6'»ı, 2. 133'’23, 24. I34*>22
fitrdSaa-ıs 1 3 3 * 2 (cf. 10) /lyda 145 *.34 - 1^5 **,33
fi.erajtıv^<raı 1 5 2 * 3 0 /iyrifirı,con\.<l>ayra(rlal4T^ 5 fiyrffxaı
fiera fie\tıa lIO* ’ l 9 , 22. 111*20. 166*25. 168*14, 17. i 73’*i 8
166 **12 fiyrifioyevety 124^12 conİ. 6pây,
/i(Tafif\6/xeyos lı o * * 2 3 (ISeyaı 174*6
fifraft(\r]TtKİs 1 5 0 * 2 1 . 29, 30 /ıyıj<rlKoKos 125*3
fieravetffaı 179'*28 /ıtraw(l$(a'6aı ftoîpa 99’’10
1 4 6 * 3 4 . »>ı. ı s ı l » 1 4 juoıx«f« 107*11. 131*6
fifTaırliTTeıv 1 5 6 * 3 5 . ’’ 4 . 157**10 fioıX fvtıy 107*16. 129'*2I.« 130*29.
fterapptı &<rırtp tdptıras 1 6 7 ’’ 7 j s a 'a - 134*2*- 138*25
fierappvOfiiaaı 179*’ ! 6 fio ıx ii 117*1. 134**9, 22
ptTcupepeı» ı ı g ^ 1 3 7 ' ’ ! . 1 6 7 * 1 0 fio\lpSıyos Koyıiy 137 **3°
kutİl fieTCUpopiy 1 1 5 * 1 5 . 138*’ 5. /(ol'aSiKİr ipıO/ıSs 131*30
1 4 9 * 2 3 . '‘ 32 poyapxla 160''I , II
tıerta-Tt I22'*3i, 137*26 fi6yapxot 115*32
fitrpıos 110*23. 124‘‘20. 125** 13 fioydSoj oiiK fa rt yeytats I 7 4 *’l 2
sy n o n. İ vkiktis i 36 ••30 r i p t- fioyaxâ>s 106'*31
rpıoy 96*25, 33 fiirpıa Keıcrrj- /idyifios ıo o ’’2, 14, 15. I56'*I2, 18.
fifyos 179*12 (cf. 5) fttrpta Kal I58*’9, 22. 159'’ !, 4- 164*11
fiiKpd I 25**5 fıtrpiıos I I9" 14, 17. /toı/oıV*»"»ı 96*'17. 97*’i4. i73*'2S
121*2. 124*6,15. I27*’30. 179" /jioydrifi 99*’4. 157'’2I. 169'’
10 16. 170*5
^«Tpoı/133*’ i 6. 1 6 3 * 1 7 , 3 2 . ı 6 6 * i i . pdpıa Tov acifiaros 102*29. ’’ I9.
I 7 0 *>3 0 . 176 *1. 8 coni. Kuytiy 1 4 7 * 35 /topıoı/T^rı//uxî)î 1 0 2 ' ’ 4.
'13 * 3 3 Koıyhy fidrpoy 1 6 4 * 1 139 "9 - 143''ı6- 144 *2, 9 - I45*3
fiİTpa otynpa Kal tnrıjpa 1 3 5 * 1 , 2 yoriTiKa fidpıa 1 30 ** ı 2 rh $ 4 \rıo y
Tİ /J.4), opp. Tİ yal 1 1 3 ' ’ 8 /irfpıoı, 1 4 5 * 7 . 1 7 7 * 5 pd p ıa rp s
/i.t]SfT€pos 1 5 7 * 1 8 . 1 7 3 * 8 , I I ıroKtriKTjs l 8 o ' ’ 3 eviaifioyla Kal
pfiKOî rîKeıoy 177*’ *5 rh fidpıa avrrjs 1 2 9 ’’ !8
fii)\u y offfıat 1 1 8 * 1 0 /xov(rı/c3ı 1 0 5 * 2 1 . 1 7 0 * 1 0 . 173*’ 30,
fi’firrtp I48'»26. 159*28. l 6 l ’’ 27. 31. 175*13 pLOvatK-fı i 8o '’2.
165*25. 166*5, 9 181*19
firırpiKİ] rlfii) 1 6 5 * 2 7 /ioxÖ7jp faiıo '» 32 . i i 3 ‘’ i 6 . 129*’24.
p.t\rpoKroy^(raı 1 1 0 * 2 9 130*7 + . ” 24. 135*‘24- 144*35-
lxtaı<p6yos 1451*1. 1481*2. 149*16, 17. 150I*
fUKpoKiySvyos 124'* 7 32. 1591*10. 1631*23. 1651*18,
(UKpoırpfvffS 122'*8. 1 2 3 * 2 7 36. i 66İ*20, 27
(iiKpoırpeırfia 1 0 J*‘20, 1 2 2 * 3 0 fivOtvtrat 100*8
oi fiiKpol o i Ko\oi 12 3 **7 iy fUKpf fivp€tltiK^ r 4xyr) 153*20
âıroAcî 1 2 3 * 2 9 fiipuy iapal 118*12
250 IN D E X .
fivs 149*8 vJ/AOS 1291*19. 1301*24. 1 3 2 * 5 . I*l6
fuıariKİ 111*10 1 3 4 * 3 0 , 3 1 - *’ 1 4 - I 37*’13 + - 138
(uapalvtıv 148''3 2 + . 1 8 0 * 2 4 . 1*25. 1 8 1 * 1 7 , 2 3 .
1*7, 22 p6poı 1 0 2 * 1 0 . 1131*34.
rh val, opp. Tİ 113**8 1 1 6 * 1 9 . I 2 9 **i 4 . i 3 7 * n . 1 4 4 * 1 5 .
pautS Ttolriffis i 74 ** 4 j ^6 1 5 2 * 2 1 , 2 4 . 1641*13. i 7 9 ‘*3 2 , 3 4 -
vatnrrtytK'fı 94*8 1 8 0 * 3 , 34 T İ Kara p6pop 137**
veapis 95*7 12 T İ ırapa rhp popop 1 3 0 * 2 4
»'c/içij/134*34. ’’ 3 - 136*’I9. 137* p6pot \ i y o s av6 rıpos <ppop4)<r(ut
16. i 6o *’ i 3. i 63*'3. 169*’! 6 Kal pov 1 8 0 * 2 1 p6pov Kal (Tvp-
vef/Aaı 136*’ i 6 ve/ifo-ûat 12. 0 ‘flKrjs KOiPüipeÎP 1 611*7 p6pos t)P
ı.^7 '‘i 3 - IS?**!- 163*27. i7 o ‘'i 4 eavrip 1 2 8 * 3 2 p6pcp, opp . <pva(i
«“i yepecrOaı 131*24 941*16. 1 3 3 * 3 0
vtfi€(rr)TiK6s 108** 3 voo-eîv 9 5 * 2 4 . 1 1 4 * 1 5 , 1 7
yefj.fffis 108*35 poa-f)para 1491*29. 1501*33
vffoiTiKİtv SİKaıov 132 **24 POffrjparûSrıs 148^2'^. 1 4 9 * 6 + po-
tffovr6Kffxos 146*19. İ5Iİ> i 8 crripartiSofs 148**33
pfos 9.5*3, 6. ıı8*’ı ı . i 28*’ i 9. »»({«roı 9 6 * 3 3 . 1 1 4 * 2 6 . 1 1 5 * 1 1 , 1 7 .
142*12,20. 155*12. 156*26+ . 1381*3. 1 4 9 * 9 . 1501*14 p6<roı
158*5. 20- ‘'13- i 7 9 ” 8 , 34 - 180*1. 115i*!. 1481*25. 149*11
İKPfov P(arı\iKİa 128^ 16 poffûSi] epıa TjSea 1^2 ^2 2 . 153*17
pe6rr)s 154*’10, l ı POvOirrıcrıs 1021*34
4 k prytriou 105*2 povs q6*2S. i*2Q. 971*2. 1 1 2 * 3 3 .
piKÛPÇfS^S- i i i ’’24. 117*11. 150* 139*18,33. ‘*4 , 17 - 141*5,7.19-
36. I 5 i ‘'i 4 1*3. 1 4 3 * 2 5 + . 1 * 7 ,1 0 . 150*5.
i>/k»j 94*9. 97*20. 148*26. 160* i 68*'35. 1 6 9 * 1 7 , 18. 176*18.
17 1 7 7 * 1 3 + - 1771*30. 1 7 8 * 2 2 . 1 7 9 "
N i6$ti 148*33 27 >/o5j , dist. Aıl-yor 1 43 i* ! , 5 6
voerj. 170*19, 32 + poijffaı I52*’ i 8. voCı, ?x«»* 1 1 0 * 1 1 . 1 1 2 * 2 1 . 115'*
1.5,5* *6 +i poovp 'İKaffros tjpcu 9 i'oûı, ^Sıj 1 4 3 * 2 7 f<-f. 1*9
SoKtî 166*22 voûy \a fitîp 144 1* 12 povi- tKaaro'i
p6r}<rts 170*17 ia-rıp 1 6 9 * 2 . 1 7 8 * 2 (cf. 7) Kara
poifTiKcı fi6pıa 139 12 poûp ip fp y û p 1 7 9 * 2 3 PıovcrOaı
ponrip I 7-j •’ 34 j 8o * i 8 i Karit rhp poûp /H(or
popfvs 1 6 1 * 1 4 i 7 7 *'3 o._ 1 7 8 * 7
popi) 117*1. 131*25. ı>8 Tİ ^p r f pvp S\op Ti 174*’9
popiKhp SİKaıop 134İ’I9 + opp. r i
ırpûrop 136 1*34 PopiKİ) <pt\la ( fp (a 1701*21
1621*23, 25 (epiKİf ıpı\(a 156*31. ı6ıi*ı6
p6pıpos 129*33. 1*11 + . 1301*9+. ^fpup inroSoxal 123*3
135*6. i 8o 1»4 Ufp6(papros 1501*12
p6pt(rpa 11^^26. 133*20+ . 1*XI + . ıı8 i* ıo . 147*6. 1591*31
164*1. 1781*15 Pİpiffpa Ki^Srı- ^ i \ a hı«rrpapptpa opOovp 1091*7
\tvetp 1651*12
pofioOfiria 1411*32. 1811*13 Tİ oyKuphp <pfvyoprts 1271*24
j'0/toO«T«ri'941*5. 1091*34. 1301*25. İyKtp ptKp6p 178*1
1341*23. 1371*23. 180*6. ı8 İ* oSovs 1611*23
16 oSvpSpfPOS 123*30
popoOtrrıs 102*11. 1031*3. 1131*23. ’OSvaards 146*21. 1511*20
128*30. 1371*18+. 155*23. 160* oBpttos 1261*27. 160*6. 162*8, 32.
13. 180*25 1651*34. 1691*12, 21
popMOfTiKâs 180*33. *’24, 29 popo- oîaKl^fiP vSop^ Kal \virp I 73*21
9 friK-fı 1291*13. 1411*25 oÎKÛos 155*21. i 6 i **22 . 175*36
IN D E X . 251
olKÛot pios 1 7 0 * ’2 6 olKtla a^er-fı I26*>i i , 31. I28'*2, 9. 158*3.
98*15. 177*17 efıs i 76*'26 172*11
TiSopiı ı'J i 'l i . ‘'14 + . 176*4 6/i/Jia ıpyxV^ ^ 4 4 * 3 0
\virti 1 7 5 * ’17, 21 ırpâfıı I 5 6 * > ı 6 . 4k rrjs ifVK^ıpias 1 4 3 ' ’ 1 4
170*3 şifa 159*23 oIkûov d/Moyeyûy ffiyKpiffis 165*33
epyov i 6 7 ' ’3 4 volrjfıa 1 6 8 * 2 i- dfioyvunoytîy 166*13. 167*24, 27.
yadSv 173*5 otKÛoy 120*17. i 68»7
124*7. i 29*»33. i 69‘>33. 178*5 âjuoSo(la 167*23
rh oİKÛov ivoptfKiP î 65* i 7, 3^ 6/ıotBvfîs 155*19
olKeıSrtpoı,opp. aKKorpttirtpoı 162 * dfio’fıdeıs 157*11. 161*27. 162*12
3,11 olKtlus ııg*‘i3 . 171*7,16 dfioıoTraSûv 'SapSayaTrd\\<p 05^22
o/k6i3t »>î 139*11. 165*33 İ^uoiiİttjj io 8*’31. 139*10. “ 19. 148*'
oİKeTTis I36*’ 31 6. i 5 5 '‘ 3 3 - 156‘’2o . I 5 9 *>3, 4
oîîcfta’ets iSetrıroroı 161 “7 6fioı6TT)ra 115*19. lig * * !.
o//(/a97*20. 133*7,23. *’23 + . 152’’ i o 4 ‘ 3o- I 3 8 ‘’6 . 1 4 7 '’3 5 - i 4 8 *’ 13-
15. i 6 o *>24. 175*25 oİk/o, dist. 149*3. 15 i '’33
•ır6\ıs I 8 o **4 oIk Iu ırp6r(pov ır 6 \tu î 6ıxol<y/ı.a I5 7 '’l . l6o*’22. 178*27
162*18 6fxo\oylat 1 2 7 * 3 3 K o f f öputKoylay
oİKoSo/ıeıy 103*33. '’II i 6 i *15. io 2*’27
oÎKoS6firııns 152'’14 6fi6\oyoı 139*30
oÎKoSo/jda Ti At<r$la 137 **30 ifiovofîy 167*24 +
oÎKoSofUKİi 97*20. 140*7. 174*20 6fkivota 155*24. 167*22 sqq.
oıVo5(l)ttoıi03*33. ’*ıo, ı ı . 133*7 + dfunraBeîs 161*26
oİKOVo/tla 141 *’32. 142*9 dfiuyvpLla 129*27
oiKOVOfUKot 140*’ 10 oIkovo/uk^ 94*9- â/ıdyv/ıa ç6^2J SpLuvifius I2g*20
*’3 otKovo/j.iKhp SIkmop 134*’! 7. T^j 6yrı l<rax&s \ 4yt(rOaı 96*24
13S**8 oyeıBıCıf/ıtyat ydoyaf 152 **21
oipTipa Kal aiTTipa fitrpa 135*2 j(vcı5oy 116*19, 29. 122*3,9. ‘ *3*
o?»/oy 118*28. 133*’9. 137*14. 151* 32. i 68‘>I5
5. 154*18. 155*’ 29 by4\(reraı 169*12
olva>ıı4 vos 147*14. *>7, 12. 152*15. oyofiaffTd 124** 26
154'’10 oyofiaToırotfîy lo’8 * '>8
olvo(p\vyla 1 1 4 * 2 7 Syot 116 ''36. 176*7, 8
oKvrıpol 1 2 5 * 2 4 oferj 116*9. 126*18. i50*’25 6 ( 4 <rt
6 \ıya p xla i 6 o *’ i 2, 161*3 xa(pfty 153*5
oKıyapxiKol 1 3 1 * 2 8 o^vrvT 126*17
oKıyoipflv 1 2 4 * 1 0 6^v<p(ı)vla 125*15
oKtyaıpla 1^ 9 *3 2 i)irKifffx4 yoı 116*12
oKıyiiptos 121 ’’ 1 3ırAo 116*10 Sır\a pnrreîy 119*36.
6 \6 k\ tipos 12 J ^ ıg . 1 2 6 * 1 2 129*21
{(Xtj âp^T^,/ca(c^a 1 3 0 * 9 . 1 4 4 * 5 ^5 *’ OTTveıy, bTrieffOaı 148*32, 33
kIu i 3a** 15 TToınipla 138*17 öpdpiara 173'’ l 8 . 174H27
3A.0V Tl 174**9, 14 İiKaKal r^KtıA 3^51/96*17. 106*19. 171*35. 174*5
174“7 6pâv {rhy ipdfifvoy') 1 5 7 * 7 . 171**
6\0<pVpTlK6s 125*9 29 (cf. 167*4) 6 6pûv Sri 6pŞ al-
’OKvfiırlaffiv 9 9 * 3 6 ri. '0\ip.ırta (TÖe£ı/eTaı 170*29 rh 6pây \viriip6y
yıKÛv 147 '* 35 154*8
"0/tıjpor 113*8. 116*21. *>27. I l 8 ‘’ Spaıriî 174*14. *12
I I . I36*>9. 141*14. 145*20. opyavMİ. n 4prı I l 0 * l 6 bpyuyıKÛs
149*’ i 7. i 6 o *’26. 161*14 99*’ 25
Sfu \û y ırphs f]Soy))y Kal Kiırrıy 126*18 iîpyovov 94*12. 97*27. 99*1. 111*
vpbs riyaOSy, rrphs iıSorfıy 173 ‘'3 3 5. 112*29. 161*34. ^4
d/u\la 127*'34. 156*29 6p.t\(at bpyfı 105*22. 108*4. *25'’30. 126*
252 IN D E X .

33. 13 0 *31. i 35’’ 39. i 38* 9 - ovala la o ^ 'ıa . 131*18. ı65*»2o


i49*>2o 6pyal 103*» 18. 135 •'aö Karitriiy obalay 1 2 0 ^ ivhpriiy
al ırepl dpyi/y e(eıs l 36 **ıo hpyiiv oialay 119*18 obaiay tpBflpuy
Kar4 x fiy 126*16 ıre^aı 136*24 130*1 (cf. 2) obala synon. rh koO*
ipyrjs İLKparits 148*11 a i r i 96*20 coni. \6yos 6 rh r l Ijy
6 ipyl<ras I35*’37 Ipyıtrriov 109** fiyat \tytoy 107*6
16. 136*34 itp fl\tıy 167*’33 +
opylKos I03*»I9. 108*7. 126*13, 19 i<ptl\rifta i 62**28. 165*3
ipyıK6rrıs 108*7. i25**29 hdpOatKpiiSiyrfi 173 **25
iptKrucdı yovt I 3 9 ’’4 rh hptKriK6y i(pda\/jL6tgf'‘iO. 102*19. 106*17,18
102 **30 ixh.rıp^arot 126*25
iptKrSy 113*10 v\ltıs (j6'>2g. ıi4*’7. i4 4 ’’ı ı , 12.
94*21. 95*10. ıo7'*29. 116“ I7i*’3. 175*8 T o 5ıo T ^ r
28. ıi9*’7, *8. i3 5 ’>7. I3 8 '’ i i . 118*3 Stâ Tİjr uıf/fus rıSoylj
139*18 + . 159*'20.‘166'*33. 175*’ 167*4
30 coni. alo’Brıa’is yovs 139*18 İ^tay haptai llS * i2 Sı]/a iprvtty
6pt^ıs $ov\evTiK^ 1 1 3 * 1 1 . 1 3 9 * 118*29 iıl^oıı x®*V***' *ö 4 * ^^8
23 SıayorıriKrı 139** 5 opO^ı 139* itfıonoırjTtKİı 153*26
24 ffipoSpd 154'’13 o'^oıpayos rıs 118*32
6p0oSo^fîy 151*19
ipO-f) (scil. yuyla) 98*30. 140 *'15 ıriyKaKoı vaîSfs 99*’5
opdi) $6<rts 123*26 ip0hs \6yos iy rots aaB^/jLaat Kal vtpl ra ırâOtı
V. \6 yo i ipOûs, dist. iKi}6ûs 112 “ 6 ptairriTfî 108*31
Kar’ aptriıy rh ipOûs 122^ 2 g •KaOrprtKol 1 0 5 ' ’ 2 4 rh ıraOrırtKhy Kal
6p06rr)s l4 2 ‘>8-r rh TTotrırtKİy 175*2
6pl(fiv 107*2 hpl^fffOat ıi5'*22. TtdÛos, o p p . ırpofıy 1 3 2 * 9 r b ırofloı
122^1. 128*’ i i . 166*3. i 68''5 fitrpûy 132*13 To vdOn koİ rh
i>pla0aı 135*20. i4 3 * 'ıı. 173* &Koyoy rijs *l^vxvs 1 6 8 ’’ 2 0 ırdOvt
16 iıpıafiivos 107*1. 129 **13. dist. hvydfjifis . « { « « 1 0 5 * * 2 0 s q q .
170*20. ‘'33. 171*1. 173*24 ırdOoı, o p p . 1 2 8 * ’ ! I, 15 To
rîtü/Hcr/t/i'oı/165*13. 170*20 6pi- liKoya TrdOyj 111 **1 ırdOıı iyayKatu
(eırOaı (med.) Io 8 ’’34. *^5*9- 1 ) tpvatKd 1 3 5 * ’2 1 Stil ırdBos fiiirf
132*'22. ■166*10. 170*16 dpı- tpvaiKhy fidir' iyBpdatyoy 136*8
ffrtoy 128*25 llyfu vdBovs 1 2 6 ^ 2 3 ırd 0 (i (îıy
ipıiTfx6s 1.30 *33. 159*4 128*’17. 179''13 Karii ırdBos (îjy
1 0 3 ‘*21. I i 6 ‘'30. 180*23 95*8. 156*32. 1 7 9 * ’2 7 ırdBtaty
opylOfta Kpta 141^20 itKoKovBuriKİs 9 5 * 4
iy hpyıarı 155*18 Traıiayuyds I19'’14
Spoi 9 7 '*12 €{aı rw y Spuy r flj Ka- T a ı S c ı a 1 0 4 ^ 13. 161*17 ıraıSda i)
Ki'ar 14 9 *1 1^ 8 ^
S p o s p .f t r o T 'f i T u y ırphs rh Kotydy, i] k o ö ’ (Kaaroy 1 30 *’
23 (cf. 34) (i>Tvxlas 153 "25 26 al kuB' fKaaroy ıratStîaı, al
Spoı v p Û T O i, f(T x a r o ı143*36 htl- Kotyal 180'’8
y i)T O i Kol ı r p Û T O i
143** 2 & y ovk ıratbcvctj/ 172*20 ıratSfveaBaı 162*
İ ffT i \ 6y o s 142*26 i fifffo s Spos 7. i 8o '’2 TtıratSfVfidyos 23.
142^24 ö ?(TXOTOÎ 147*’ 14 Spoi 95*1. 128*21
(mathem.) 131 *'5 + ıroıSıd 108*13, 33, I27*’34. 128*14,
ifffiil 118 *9 30 . ‘'4 ,6 . i5o*’i7. i 76*»9, 28 +
6(r<ppT)(Tis 176*1 at 8tiı rfjs ocrtpp^- ıratSiKİy 176^33 ıratİtKhy iûpoy
fffus 7)Soyat 1 7 3 ’’ ! 8 133*15 raıSiK alâfiaprlaılig^H
rb İ n , dist. rh Sı6n 95 **6 (cf. 98'’2) tpıKlaı 165^26
obScTcpa, opp. aiptra Kal tpfVKri 1 75* ’ raıiloy 119^6. 148^21,2^. 149*14.
26 »»lo. 152*’I9. 153*28,31 ıraıSlov
Tct ovpdvıa 167*25 iıdyotav ^74*^^
IN D E X . 253
■traıSttiSıjs Iğ 0 ^ ı6 , ı8 ırarplSos evfKa vpdrrtıy 169*19
valCuy ıa 8 * ıo . 176*»30, 33 ıraûAa 7fveTo» 126*21
ıroîî 100*2. 142*17. i 66*’27 traîSts ırox®^®î Kal Ti}ır9» 94*’20
99*>5. 111*26. 115*22. I4 4 ’*8. ırueapxeîy 102 »26. 169*18. 179"
176 »>23 11. 180*5, 11
Tra\atSs 98*’!7, 27. 128*22 İk Treı6apxııt6s 102'*31
rra\atov 179*’I7 vtıreîffeaı 146*31. *>1. 151*11, 13
vd\i}j coni. Sp6fios 106*>5 •KtıcfurpLİyos 146**2. 172*39
ırafKpdyov 149 •'34 vuyriy ıii^ 2 i) . ıı6'»36. 118*14
vcu>^lffxris 99^*4 6 ır^Aay 123*33. l67'*13 ol ırtKas
vayovpyIa 144*27 io 8 ‘’2. i 37'>19. i 66“ i . 169*14.
vavovpyoı, coni. Sttyol 144*28
ırovreA^jı iperd) 124*8, 29 „
ır«Vi7i 122'’27. K
159*13
wapayye\(tt 104*7 ırevfa 115*10, 17. 116*13. 155*11
vctpdİtıyfia ^1^2. 102*10. ı6o**a3 Ttırepaa'ft.tyoy 106*30
ırapdSo(a i\dyxfi>' 146*22 7r/paı95*l. 115*26
TrapaKOToO^KTj 131*4. 135*’4, 7* 178'’ ırtplaıtTOy 99*16
II trtpıytypd^Ou) 98 * 20
ıtapdK\ı\iTis l » 3 * l ırepiypa<pdı 98*23
TtapoKoifiy 149*26 7reptt\Ktıy 145*24. 147*16
ırapa\6yu)i 135*’! 6, 17 vfplepyot 170*27
ıropaAeAu/ifVo p.6pta 102’’ ! 8 TIcpiKA'^y 140*8
ıraprıpt\7ififyr) iv ip ytıa 175*10 ırepl\vıros 124*16
ırapafttpTx6aı 177**3 ■»r«pı/*dxTjTa 168* 19. 169*21
vapdyop.os 129*32. *’ı ı ırapdyonov ırepırrd fIStyaı 141*6
101*32. 129*’!. 13o '>8 + ırtpı<p4pfia 103*31
ırapaffdo'avTi (fifvyfiy 1 2 3 ' ' 3 1 vtpıxap 4ts 124*15
vapaffKtval I l 6 *’i 7 İ k vapatrKtvris iy nipcats 134*26. 160*27
117*20 rı HfpffiK'fı (rrphs vUts Kotyuyla) 160*31
ırapaardTi)v iyKara\ıw€Îy 130*30 ırtmıptû/ı4 yot rrphs iiperi\y 99*19
ırapa<pdp«r8at 102^20, 22 rr’fıpuffts 114*25. 131*8. 145*31.
Trapa<pvdi 96*21 148*17. 149*29
ırap^K^affis 160*31, 36. 161*30 vıOayo\oy&y 94*26
vaptKKKîyoy 103*18 mOavdntpov 96*5
ırdpepya, dist. Ipya 98 *33 rrıBaydrrıra ?x***' 97*3
ifdpoSos 123*23 rrtKpd 113*28. 153^*5. 173'’24 ol
ırapoı/x/o 146*34. 156’>26. 159^*31. rriKpol 126*19
168 »>6 rrlffvu irri truTtıpia 111*14
ırapoı/ua^dfieyoı 129** 29 m ffreitıy 139*33. 142*19. 146*29.
Toû vapdyros rı iytpyeta 168*13 i 5S'’i4. 159*24- i 64'’14. H
ırapov(rla (tp(\a>y) 167*6. 171*28 + . iipd/Ma mcrTtirıy 146*27 rrt<rrei~
171»>13, 27 €(Tffoı 156*29. 172*6,15
ırappri(r(a 165*29 ırfo-Tiî 154*23. 173*1. 179*17 Kard
vapprjfftaa’T'fif 124** 29 rrlrrrıy (rvyaW drm y 163*30
ırard^at, opp. 0î(at 111*15 mffTds 168*12. 172*35. 173*2
ırarV I 35 **9 - M®**!- I 4 9 ‘*8 > U- lUTTOKds 167*32
158*>I2, 16. 160*6. *>24+. 161* ırAıti'aı 155*21 lx< ıi'94*16
19. 163''19, 22. 165*1+ ırarphs nxdTWv 95*33. 104*12. 173*28
103 **32 (cf. 103*3) rrKtoydCtty 106*31
trarpiKol \iy o i l8o*’5 narpucl) ipx'fl ırAcoi'axÂ)y \ 4y t(r 6 at 125*14. 129
i 6 o ’»26 ^lA/a 161*15. '*17 3 4 + . 142*17
165*26 K pdffra^t 180*19 ıra- rr\eoytKT€ty 130*17, 20. 136*22.
rpııthy Sitcatoy 134*9 137*1
254 INDEX.
ırX€OpİKrvs 129*32. »»I, lo. 130* ır6\ıs i03*’3. 123*2. 134 '’34 . 167*
26. i 6 8 * * I 9 26, 30. i7o*’3o, 31. 180*27.
ırXeoı<«(/a I29'*9. ı67*‘lo 181*7. dist. oİKİa
v\evpd 112*23 162*19. i 8 o *’4 dist. fx6yapxoi
ır\tvptris 1 3 8 '*2 115*32 dist. f h 94*’8 coni.
İK ır\rıy v ^ 114*26 «rı}<rTij/io i 6S*’3I ri/y rr6\ty iSf-
ır\Tieot i i 6 '’ i 7. i i 8*»i 8. 120*>8, 25 KfTy airrhy 5’ 08 138 * 11 V irfpl
ır\%Oos 142*15. 161 •'24 ırS\ıy <ppiy7j<rıs 141 **25
4>ıXtKov ıcKfıdovs fitrpav •ıro\iT6(a İ 0 3 *'6 . 160*31 + . >>20,21.
xXriOos &pı<r/ı4 pop 171*1 161*10. i 6 3 * > 5 . i 8 i > > 7 + ula
ırXri(tııtX4s 99 *'24 ırayTaxov V âplarrı 1 .3 5* 5 ıroAi-
i ırX»j<rW 134*5. 137*7 relaî «fSıj K a İ vapeKfiâ<rfis 1 6 0 * 3 1
ırKoîoy 94*9 ıro\ır(iûy avyayuyal l 8 l * > 7 al
x\ovs 109*35. 160»16 apxaîaı ıroKıreîaı 1 1 3 * 8 voKırdas
wA.oı}(rıoj i2i**5. ı.59 *'i 3 . I 79 ‘ i 4 K o n/ ft u' eî i' 13 0* >3 2 &y(v ıroKırflas
ır\ovTfîv 120**14, 18. 124*22. 155* 142*10 voKtrelay Tİjy âıri rifii}-
6. i 6 o *'i 5. 173’’27 fiâruv fhiBaxn \fye iy 1 6 0 * 3 4
ırAoCroy 04*9. *>19. 95*23, 25. 96* ■ıroA«T6Û«(r0ot 1 1 2 * 2 9 . 1 4 1 >>28. 17 7 * *
6. 97*27. 99’'! . 120*5,6. 123* 13. 181*1. >>20
7. 124*14,17. 131*28. İ47*>30. 97>>ıo. 99>>.3i. 102*9. ıo3*>
ıroAfTJjj
161*2 v \o v To p iırıSfiKPVfifyos 3. 116*18. 130*>29. 160*2, 5.
123*25 165*31. ı.77*’i4
ır\<ınrjpts 160*15 6 ıroKtTiKds 1 0 2 * 1 8 , 2 3 . I I 2 > > 1 4 .
yyevfia 110*3 i40*>ıı. 142*2. i77*>i2. 178*27.
Tİ ır({9ev ıroT 174*32. **5 1 8 0 *> 3 0 6 Kar’ a\iıBfiay voKtrtKds
ttSBos 105‘*2 2 102*8 ^ 7roAiTiKi7 9 4 * 2 7 . '>11,
•Tİ ıroKİy ıroWax*^s K İytraı 136'’29 ^5* 9 5 * 2, 16. 9 9 * ’2 9 . 102*12,
ıroıijffaı, opp. vaOfîy 116*'9, 11. 21. 105*12. I 3 o '>28. 141*20,
174 '*3 1 Tİ ıroıovy, opp. t İ ıritrx°^ 29. *> 23 + . 145*10. i52'>ı. 177''
i 3 2 *’ıo. 133*15 opp. Tİ ıroıou- 15. i 8 o ‘' 3 1 . 181*11 İpyarris
p.tyoy 140*13 ıroA(T«/c^yl8l*23 T a ı r o A m K c t 9 5 >’
ıroı-fifiara 168“ 2 5. i 8 o *>3 5 i ı r o A i T i K İ y / 3toy 95 *'
•Koir\<Tis yaov 174*24 rrolrıcrii, dist. 18 vo\ itik)i
Svyafiıs 9 9 ' * ! <rvy7)-
Kpâ^ıs 140*2. •'4, 6 Bfia 181*11 ıroKiTiKal ırpd^fii
■noiriTa.1 l2 o '’l4. l 6 8 * l Korh rh y 177** T) ıroKıriKİ] Koıyuyla 1 2 g^
•Kovfiri\y 154b29 19. 160*11, 2 1 + <pı\la j 6 i ^
ıroır)riK6s 96'^II. 129*23. 129*’I7. 13- i 63*>34. i 67'>2 iySpelaUÖ'^
130’’25 opp. ıraBr)rtK6s 175*3 17 Tİ TToAmKİv 5» « o j o v 1 .34*26,
TTOiTiriK^ı dıdyoıa 139*28. '*1 2{»ı 29. '>13+ ıro\ıriKhy 6 İyBpuTTOi
140*4+ dy tuTs ırotTiTiKots (scil. 97'>ıı. i 6 9 ' > i 8 (cf. 1 6 2 * 1 8 ) ri,
8<({oıs?) 147*28 voXiTiKh jityoyra dıroBırfiffKu I l 6 ^ '
Tİ voiT)r6y, dist. t İ ırpaKrdy I 39 '’3 . 18 ıroAirtKÛy 171*17
140*1 ıroAAaxwî âfiaprdyfty lo6*>29. 118*
voikIKos 101*8 22 \iytaB aı 136 *>29
ıroiftiıy X a û y l6 l *15 Ol ^ ^ o A A o ^ , c o n i . <popriK<6raToı 9 . 5 '>16

voi6tvs 173*13, 15 o p p . ol ^ o p f e v T e ı , ı r o^ of 95*18, 2 1


wo\e/iKc<Jj 94*12. 115*20. Ii6*’6. ws ol ıroX\ol I i 8'>23, 2 7 . 151*5
1I9'>24. 164 *>24. 177**7+ ıroAe- (cf. 125'>i 6. 150*12. *>1) ■n TÛy
fiiKfUrraTa 101*4 ı r o A A â v «fiî 152*26 (synon. 17 r&y
ıro\4fuot 106*21. 111*12. I38''5. ırX.€ltrTa>y Svya^ıs 1 5 2 * 2 7 ) iıri
i7 7 ‘’i ı T o C î r o A A o C <paiXov Syros rt lepoart-
ır«<\«/xoj 96*32. 115*30, 35 - ” 7 '’ yopla 168 >>22
14. 160*17. i7 7 “ıo ıroKKoo'rûs 176*29
IN D E X . 255
ıroAw«ı5^s I 2 i ‘*i 6 . i 6 i '’ i 7 yvriıs 1 1 3 * ’ i 8 a / ırpâ{«ij roîs
IloAûifAfiTOj 141* H Koff Uatrra l l o '’6 (cf, I4l|>ı6)
rroAvKOiyoy 99 **18 iv Toîî ırpd^effi rb oS e'yetea dpxi)
ıroAı}{«»voî 170**2I 151*16 (cf. 139*31) Tİ Kİpıa
ıroAınrpdyftoyfs 142*2 vpd^eus 139*18^ Tİs
ıroAv<pı\la 155*30 vpd^eıs ivd^ıa 6e&y wpd~
ıro\i<pt\os 170*>23. 171*9, 15 (fts ırpotfffOaı <p(Aıp 169*33 <pai-
voKvxpdytos İj 6^4. 123*8. 168*16 Aps tpotreois ırpd^eıs 154*32
vo\vtıxpt\4s 95 *^^ ırpâos 103*8, ‘>19. 108*6. I09'»17.
ıroytt rh Cv***' *54'*7 I2 5 ‘'32, 34. 126*2. *’!. I29*>22
ıroınjpfa 130*21. 154 •'29 İKtiirovi)- ırpaiİTjjr 108*6. I2 5 ‘>26sqq. 126*29

p ( a 138 * 17 <rvvtxfis 15°*' 35 ırpâffts 131*3


ıroynp6 s J li^ 15. 1 3 5 '’* 4 - 1 3 8 * 1 6 . ■jrpoTT«iv, opp. BeupeTy Kal yymyaı
152*16, 24. 154'’30. 165*10. 179 •'2 dist. (pdvai 147*28 6
•’15 coni. atrfPiıs 122*6 İK ırpdTTuy 111*7. 122'’24 ırpaK-
•jroyrıpov Otdifieyot 167 **26 Tİoy 128**23, 24
ır3w î l i 7**5 96*34. 104*32. ■npiveıv 122^26, 29 tcpeıeoıy 122*
i 67*’ i I 23. '’3> 4- 128*19 rb ırpiırov
ol Tftpl rhv ndyroy 148 *’ 22 1*22*34. 123*9. 127*2. 178*13
ırrırop67jKfyeu 139 '-7 vpeırdvTUis 122^28. 123*6
ıropyo0 offKol 121''33 ırperrajSicrraroy I22*’9
ıroptpvpav ty rp ırapdSiıı *l(rp4pu>y 123* ırpecrfivrepos 128’>19. 143*’ 12. 155*
13. 158*’12. 165*27
rh ıroahv ovK eartv 1
ey T i 170 , 32 ırpeırPvraı 156*24. 158*5
ıroTo, c o n i . ffirfa 104*16. 118*31 vpeffpvTiKol 158*2
iy TTOTOis Sıdyeıy 114*6 TîpıafiiKal rvxcu 101*8
Kara rb Trpâyfia, o p p . ırpbi rjpâs 106* nplapoj 100*8. 145*21
28 (cf. *’7) OİITOO TOV iTpdy- Ttpodyetv 98*22 vpoıjypeyoı 180*8
fiaros, o p p . r)pwy 109*6, I 2 vpoaycyytla 131*7
TOV ırpdyfiaros, o p p . 4 <p’ e o v T o C 147 * ırpoaıpeîffdaı, dist. fioiAeffOaı 162 **36
5 M TÛy ırpayfidruy 1 7 1 1 3 trpoalpearıs, coni. ırpa^ıs 94*1. 97*
ı r p o 7 ; u a T f ( o 103'’26. 105*6,11 21 coni. yyÛKTts 95*14 rrepl
Trpo7/ioreûto'0aı 102 * 2 2. 122*9. 176'' ırpoaıpe<reus 111'‘5 sqq. 139*33
29 sqq. ırpoalpean ipOİ\ 144*20,
ırpaKTiKbs S ıppayıpos 146*8 (cf. 152* 145*4 ^ırı«iK^s 152*17 vpoal-
9) ırpaKTiKÛrepoı 141*’17. 143'’ ptiTiy (coni. Aoyurfiİy) 149 *’
24,27. 144*11 Oi Kal 34 trpoalpeffiy K a l rb o5 « K « K a
ırpoKTiKof 95 *’22 ırpaKTtKbs Kari Aa0 «Ty 117*5 ırpoaıpe-
ırpoalpea'iv t o ü Sııealov 134*2 rb <r«(, opp. iy rp Svydfifi 127*’14
ırpaKTiteby nal btayorıriKdy 139*29 fi iy rp vpoaıpiireı İyyota IlO**
ırpcucTiKİı (uiı 98*3 Sidyota 139 * 31 iy r p ırpoaıpeo'eı rb Kvptoy 163 *
27,36 «{11140*4. ‘'5,21 wpuK- 23 ^cf. i 64‘*1. 178*35) Stiırpo-
TiKttl apxai 144*35 iperal 177** aıpiffeus ipx'fiy, opp. 5 ıi rdBos 134*
6 d 4 y raîs ırpaKTiKots (scil. iıro- 20 Kardvj)oalpe(rty 134*2
Sel^effi'f) yovs 143*’2 İK Trpoaıptffeus 13S*’25. 136*1.
ırpaKTa to koö* eKaara 147*3 "rb 138*21 rp ırpoaıpefftt ififiiyeıy
rrpaKrdy, dist. rb ıroıı\r6y 139*’3. 15®*’3°- 151*30 sqq. vpoaıpi-
140*1. i’3, 16 coni. İ(Tx<i'roy atış rtvis 1) oîik İy tv vpoaıpe<reus
I4İ*>27. 142*25 (cf. 143*35) ol al iperal 106*3
<rvWoyıcrno\ rû y ırpoKrûy 144*31 vpoaıperiKİs 137*’35 «{»* vpoatpe-
ırpâ{iî, coni. iyuyta 114*8 dist. riKİ\ 1o6 '’36. 139*23
ırolriffis 140*2 sqq. **4, 6 npdffus vpoaıperdy 112*14 (cf. 17). H 3
KotyoyyeTy 139*20 ırpdlecoy yev- 4 + . *’4 . 139*’6
256 INDF.X.

ırpoat<r06 fityot Kal vpo'iSJyrts 15®***3 ırp<tra<r»r İ 4 3 * ’3,


1 4 7 ‘‘9 hvo rpbıroı
7rpi$ara Söa Oö«ty 134 **33 yo/ıei/t rûy ırporâ<rfu>y 1 4 7 * 1
trpo^reay 161*14 rh ırpbrfpoy Kal Sffrtpoy 9 6 * 1 S npb-
ırpo$ov\€v<rat 135'’*o -ypofiovKtvffi- rtpoy r p tpiatı 9 6 * 2 1 Ttpbrtpov
Htvoı 135''10 rh ırpoPffiovKfv- Kal ivayKaıirepoy 1 6 2 * 1 8 rh
ftiyoy 113*15 Sarepoy aırh rov ırporipov KaKûrat
■KpoyaprfoKlffayrts 150'’2 3 119'* 2
■KpoyfviffTfpoı l8l*’ı6 vporpi-Kny 1 1 3 ’’ 2 6 , 2 7 KporpfKfffOaı
ıtpoyly«r0 aı 113 * 11 . 165 *'35 1 7 2 •’6 . 1 7 9 **7, 1 0 . 180*7
İK ırpoyıyuffKOftfyuy 139"26 7rpoı>V(£px«*'101* 33- I 2 2 '»3 o . 179*’
ırp<Jyovoı I 23 '*3 l. 161*18 30. ı8o*’6
vp 4 Stı\oı, opp. al<f>ylSioı ıp6Poı 117*19 vpovırapxiiy ifitltpairOaı 1 6 3 * 5
ırpoSt€ipyd(rOai rois İBtat 179'’^4 T o vpoipay^, o p p . rh i(at<l}y7]i H 7
vp6f<ns, opp. A^tf'12 107** 12, 13 ripo'raT'Jpaf 164*24
ırpotrtKds 12 0 **15 ırpofTiKÛs 122'*8 ■Kpurfvety 1 24 *>23
b ırpo4x<>>v ^Ö4**9 tÖ irpür oy SİKoıoy 1 3 6 * * 34 ırpûroı
KpoTjo’Bfls 167*5 opoı 143*’ 2 npıorus 1 5 7 ’ 8 0 -
iTpofeo-ffot 114*17. 120*18. 169*20 + 1 5 8 **31
3 ırpoîe/tei'or 164*23, 35 vpotrfov irrrims 1 7 4 * 3 1
164** 26 TlvOayipdoı 9 6 * ’3. l o 6 ' * 3 0 . • 3 2 * ’2 2
ol vpoX.ap$âyoyrfs 164*28 b vpo- vvKyârıjs 1 2 9 * 2 1 , 2 3
Kafiûv 164*23 ırİKraı H 7*’3
ırpoKvırrıBdyTtt 173*’*5 b itvktik6s i 8 0 1 * 1 o
ırpovorıriKrı Svyafus 141*28 vvp 1 0 3 * 2 2 . 1 3 4 * ’2 6
İK vpoyolas 135 •’ 26 b ırvpfrruv 1 7 6 * 1 3 . l 8 o * ’9
vpoırireıa 150 “ 19 ıruKûv 1 3 2 ” l 5 . 1 3 5 * 3
■ypoınriıs 116*7. 150'*26
ırpoırn\axı^6p.tvov avixf<f0M 126*7 iuırıs kIovos 174*24
TcpoTTTiKaKia’fibs 131*9
rh 'Pahaıxdy0 vos hİKaıov I 3 i '’ 25
■npoffavaıpfîv 17* **I
paBvfitîy 138''28
vpotrSiopICfffOat 139 **32
7rpo(r5o/c{o 115*9. 168*18 pİTrfiy 130*15. 172*31
■KpoaeırırıBeyrts İ48*'6 M pıtroîs 162''26, 31. 163*.'
ırpo<r7/7opto 121 **21. ı68*’2i PifropiKds 9 4 ** 2 7 ^ıjropiKİ) 9 4 ’3 -
rh ırpoaîjKoy ı 6 2 *’ı 8 181*15
ırpiffdtffıs 115*1 Kara TrpbaOftrıv ^■firup 112‘>13
pi(a 161 >*32
148*10. 149*17
vpotTKfKpovKbrts <pi\oı 166*6 ^dStoy 6<rp.al 11S* 1o
ıcpo<r\aıxfidytı>y 130*25 ^oırfı 94*23. 98'’6. ıo o '’25. lo i*
wpo<ro<p\4iirfi I24*’ı ı 29. 172*23
İK ırpotrıralov 166** 35 Trpaffualus ^vıralvovffi r b fxaKdpıoy 99 2
,167*2
•Kpoff-KoiftırOaı 127 •'9, 18 + . 159*15. <ra0püs lSpv/i(vos ıoo*’7
i 6 5 » 5 . 178*31 XapSayaırd\\!p bfiotoıraOfîy 9 5 ** * ■*
ırpoaırolrtfia 137*20 ffdpKiyoı 117 *'5
ıcpoaıcoluffis 108*21. ı65*’ıo rrdjt^ 129*22, 23
‘KponrvoiTiTiKbs 11.S*’30. 127*21 Mrvpos b <pi\oırdra>p 148*34
•Kpitncraurpua 138 **4 rra/^fs, dist. â\rı6(S 138^26
vpbarayfia 119*’! 3 OTfîos ayiıp 145*29
‘Kp6<rra(ij 149*28. 180*19 VfllTflds I 1 5 ‘’2 7
vpoırTtOfls 130* 25 vpoffOtrioy 101 * atf^yiy 124*'2I. 146*15
16. 136*» 3. 155 »»34 vfuyvvtffOaı 124'’2l
rh ırp6<r<popoy l8o*’12 ’S.iKvıSıvioı 117*27
IN D E X . 257
^tftan'İSrıs 131*7 r6y I74*’25 (cf. 22) t İ ınrouİaîa,
’ ffiyafuapla 149'’33 opp. Tİ *y«Ao(a 177*3
ffiTijpi ft-irpa 135*3 <rırovScurr6y 163*’25
ffjrfa 104*16. 118*31 oTTOuS^ 174*4. 177*’l9 ptrİKrıroit-
fflrov i^ayuyfı 133**9 5t)s, opp. ıraıStç 177*2
(TKfvos 175*35 T^ «rTaS/4» 95 *’ 1. 174*33
trKKrıpoi, coni. &ypoiKot 128*9 o’Toarjof*»»' 167*34. ‘'14 a-raa-ıdCtt
(TKoır6î İ o6''32. i i 9 ‘’ i 6, i 38'’22. rj 166'' 19
144*8, 36 ffKotthv fx^>' 94*24 ffraffipos \^{ıj 125*14
t İlırphi r iy <TKoır6v 144*8 ri^ ırpds ffTİffıv i^ t\a iy u y 155*25
rby iıroTf0 (yra (TKovdy 144*25 Tİ aripytiv ıtpoa>\.a,fid>v 126'’2 2 (cf.
"İkİOm 112*28 SfevOeiy ffatn^fîs 23)
150»’14 (TT^tpavos 117*’4
ffKvrtvs 97 “ 29 o’Tetpayovyraı 99*4
(TKVTTI Tİ SoOfvra lo ı *5 o'Ti'y/i^f oiiK İoTTi y fy « n t 174‘‘12
aKVTorâpLos 101*4. 133*7+ • 6 <rTOX<>iip-*yos Tov p.i<rov 109*30
163"34 <rTOxaö’Ti/fiı 106'*15, 28. 109*23.
(TKÛppa 128*30 141‘>13
(TKcijrTeıi'128*7» 14» 31' 152*22 6 (TTpoTTryociî 97" 10 <rTpaT7j<yuc^ 94*
t l (TKcivruy 128*25 9. 13- *’3‘ 96*32. 97*19
S<f\a>y 100*11, 15. 179*9 trrparrtyis 101*3. 164‘'24. 165*26
(TO<f>la98'‘24. 103*5. 139**I7. 141* ffTparıûraı I l 6 *'7, 15. 117‘*17
2 - , 9 sqq. 1 4 3 *‘I 9 . 34 - *4 4 *5 - crparitcthov 101*3
145*7. 177“ 24 def. 141*19. *<2 trrpv<pvol I57‘‘i4. 158*2, 6
<ro<^ı<rTof 164*31. i 8o ‘'3S. 181*12 iTvyytytta l8o*'6
6 <ro<(n<TriKhs \6yos 146*21 ffvyyftrfıs İ46'>13. İ4 9 ’*.i i . 152 '’İ 4 .
'So<f>oK\jjs 146*19. 15 i '*i 8 178’’33. 179*26 <rvyyoytts 162^
(TO^İî 103*7. 127’’30. 137*10. 141“ 1. 162*15. 165*19,30 rh ffvy.
10 + . ^4. 142*13, 17. İ43*»6. yovis 119*’9
177*29, 33 3 (TO^ufs 103*9. 141* ffvyytyiKİ) ^ i\(a l6l*’l2 , 16
2, 17. 165*36. 177*32. 179*30, ırvyyIytffBaı yvytuKl 134*20. 137*6,
33 of (To^of 9 5 * 31 . 179*17 ot 20
ffo^draroı 159*2 avyyyıifiv 109’’32. 110*2,1. 111*2.
trırtppa 179'*26 143*22. 146*2,3, 149®4 def.
2ır«o<r»ırıroj 96'*7. I 53*’5 143*23
<nr*v(TTJ/ciî 125*14 «ru77v«/ıowıciıl26“ 3. 136*5 + . 143*
(TirovScf^ctı/125*10, 15 opp. ıralCfty 21. 15o ‘’8
17^'‘*32 ffvyyvd»fiwv 143*19, 31
<rırovfiato$ 109*24. 136*’8. I37*’4 + * iTvyypip.ti.ara 181 “ 2
140*29. 141*21. İ4 3 '’29. 145'’ avyyvpyi(tff0M 172*4
8. 146*15,19. 148*23. 151*27. <rvyKtxvp4 y<ys 145*’16
154*31. ‘*3 . 163*35. i 64>'25. ırvyKopıİal Kapırûy 160*26
165*6 3 (nrovSaîoı 99*23. 113* ırvyKplytıy 165*32
25 + . ıi4 '> i9 . 130'’5 * 144*17* eiyKpuTit 165*34
154*6. 166*1.3,19. 169*18,35. ffvyKvfitiay 172*4
*’i 3 . 35 - 170*15* *’6* 170*16. avyKvyjtyoîy 172*4
•'25 6 (TTrovSaTos erırovSaîos 170* ırvyx»lptiy 166*8. *’ı8. 171*6
8 oırovSaîoı 98*14 tp^\os o’i;i'c^cSx0at 175*19. 178*16
170*13. ‘'19,29 KtdapıoTfısgB^g I 3 l ‘’9 * 133*6
Tırıroj 106*30 vi/toj 152*21. 180* <rvCrjy İ26*'i i . 127*18. 156*27.
35 <nrovSalar)Soırfı 1^2*^ 20 iv 4 p~ ‘' 5 * İ 5 7 '’7 » 18. 19- 158 * 23 - 169''
y tia I 75 *’27 * 176^19*^ 177*5 18. 170*12. *'11, 12. 171*2 + .
alffOrtaıs 174 *’25 (TTOvSatov altrBij- *’3a, 35. 172*6,8. i 78''5
258 IN D E X .
<rw*ı\r}Hfitva 107*10 ffvyoKyûy 166*7, 27. ‘*18. 17**7»
o’vM.oyurâftfi'os 149*33 <rvWoyt- 30, 3a. *>11
ffriov Joı*34 0 'i;>'aAAd7 /( a T a l 0 3 '’ 1 4 . 1 3 * * 1 + • 2 5 ı
crvKKoyifffiis l3 o '’a8 + . I42''a3. 33- I35*’29- 178*12
146“ 24 <rvWoyıcrfio\ rûy ıtpoK- ffvyaKKdrrtıy 162^2^ + . I7 8 ‘’ı ı
rûv 144“ 31 (Tv»'e£7rT«»K 156‘>i 8. 157*34
trvKKvırfîy 171^‘î avyapıBfitîtrBaı 97 *7 ' *05 ^
(rv/ifitPr]K6 s, coni. ırapa<pvds 9i'ı*aı ffvyrjprtfufyaı 178*19
KUTİı ffvfifitfiriKds 135*18 Kari <rvyav(fiy 175^30, 30, i77**2l <rw-
ırv/iŞ($TiKhs SİKatoy, İSiKoy 135 '* av^dytcrBaı 172*11
3 sqq. opp. <p6 (Tfi I5 4 ''I7 oi> avydx 9 t<rBcu 171*8
ırdyv avySvd(tTaı to Kari crufifit- ffvySffffios 162*27
firtKdt 167 “ 35 a-vySıdyeıy i37'>2 2. ı62*>i4. 166*7,
ffvpfiluy Seîffdcu 171*23 23
<ru/i/3toCv 126*31. i 65'*30 ıriySov\os 148 **26
ırvfiP\i)Td 133*19 <ruySvd(f(y 1j ı **8 ayyİvdCtaBat 121 *
ffVfifiİKaıa İKciffia 164''13 16. 157*35
ffvfifiovKovs ırapaKafifidyuv 11 a *’ ı o avySuaffrtKdy 162*17
<rvnfiaxlat 157*27 (Tvyfyyvî I I I '*20 . 129*27. 162*3.
<rvp.fi€y€iy 132 **34. 133*2, 12 i 75*’32
ffvpfi,frafiİK\tty 100*28 <rvyelpfiy \6yovs 147*21
aupLpLtrpla 133'’l8. 173*26 <rvyfiriKO<rp.tîy 100 '*26
<rı;/i/(CTpo2 104*18. I2 3 '’7. 133‘’ i 6 + vvyfpytîy ıı6 '* 3 i. I7i**23
<rvftır€İBety 126^2^ 98*24. 99>’28. 177*34
ffvfurtpalytaOaı 94'’2 rh <rv/xırf- aiyfirn 103*5. 142'*34 sqq. I43*
payBfy 146*26. 147*27 26,34. **7‘ i 6 i '*26. 181*18
rvurtipaırpa 98 '’g. 139 *’34 avyfrds 103*8. 143*1 + , 28, 30
ov/tviyeıy 172*3 a vyfX fty I32” 32. 133*27- ‘’7- 155*
ffVftırKoîKal l6 ı* 'i3 23. 162*29
ffvfivKoı 159'*28 «rı/ı»ex^r'06*26. 131*33. '*15. I50**
ffVfiıropfvtaBaı 160*9 34. 170*7. 177*21 «rvi'cxûs
ovfiırpdrrttv 167*1, 9 170*6. 175*4» 5 ” 6*>35. 177*
avfnpfpoy, dist. Ka\6v, rjSv 104^31 22 <rı»vtxe«rTOTa loo'*ı6
dist. Ka\6y 168*12 coni. Ka\6y ffvyrıyopîjırat I0l'*28
126*'29. 127*5 ■ coni. iyaBdy (ruy^Sf<rBaı 166*27. 171*8
140*27 rh Koıy^ Vvfi<pfpoy 129*’ cvvr\hvyuy l26**3o +
15. 160*14 130*5 ffvydıBfia 136^26. 157*11. 158*17.
rh ia vr^ I 4 l '’5. l6 o '’2 rh rra- 165'*33. i 66**34. 167*12. 181*11
p6y 160*22 Tck Kari rh ffvp<pfpoy <rvyf,Bfis 126^23, 27. I54'*9. 161'*
134 **35 Tİ ffvpıpipoy Si(İKfiy 156“ 35 ffvyiıBrı ytydpLfva 179 '*35
27 Tck ffu/xp4poyra iyyoeîy llo'* ((Tvyıjfxfpt6ııy I56'*4. 157'*15, 20.
31. I4l*’5 rh ayrl^ovy ffvpKptpoy 158*9. ı6 a ‘'ı6 . i 66**I4. 169'*
^55^5 rh SoKovy <rvfx<pfpfiy, d\st. 21. 171*6. 172*5
rh Ka\6y 169*6 avyBfKfiy 167*1
<rvp<pıKo<ro<^ûy 172*5 aiyBfcrıs \lBuy 174*23
ffup<poiTi)ri\i 162*33 rh (rvy8txoy 177^ 28. 178*20
(rvfiıpopaîs retpı-Ktaiıv 100*7 (TvyBiiKv löı*»^ ffvyB-fiKj) 134''32
aufiipvrjyaı 147*22 K ari ffvyBi\ın)v 133*29. 134'’35
avfiipvtffrtpoy 1 21 **14 aiyBprjyot I 7 I *’9
crvvayioyai ydfiuy Kal ıroKtruûy l8 l ''7 (Tvyûyaı 137*11. 143*13,18. 172'’6.
(cf. 181 *l6. •’I?) i79'*27. 181*20
ffvyaıaBdyarBaı 170"4, 10 ffvyiKyttffBaı 100*30. 101*25
frvyalrıot 114** 23 adyohoı 160*24, 26
IN D E X . 259
&VPOiH€tU 162*21 ffaıtppovttv ly 2^ 2ğ- 173*22
<rvvtf)Kİıâ(yOaı 161.'’2l. 162*2. ı j i " <rw<ppoviKoi 1 4 4 * * 5
20. 175*29. 178*15 ffu<f>po(rvvr) 10^*6, 104*19,25, İ07**
avyopâv 127*17. l 8 ı ‘>21 5. 109*3, 19. M O * ’” - I 4 7 ' ’28.
ffvyopot 160''17 İ48*>I2. 149*22. •’3 0 . I5i'»3i
avyovtrla l6o*20 ırtpl au^potrivvi U T * " 23 sqq.
<rvyrt\tîy trphs İv 96**28 ffdfptvv I 0 2 ’’2 7 , 103*8, 19.
(TvvTOvos 125*15 104*34. 105*18 + . i o 8**2o .
ffvvridpatrraı 105*2 ı i 7 ' ’*33. i i 8 ‘’3*2. 119*11, 20.
<rvvrpo<pof 161^^4. 162*13 *’i 5 » 1 7 . 24. I 2 3 '’5 . I 2 5 ‘’ 13 -
avvtpS6s 9 8 ^İO. 172*’5 i 2 9 * ’2 i . i 4 5 ' ’i 4 , 1 5 . 146*11,12.
crvvdvvfjuts 130*33 148*6, 14. U Ç ^ S i - 150*23.
(Tvpfiara i\(ff6aı 176*7 i5 i ‘ i9- '’3 4 - I52"i. I 5 2 '’ i 5 -
ffvffrivftv i7l*’lo 153*27 + . 177*31. 1 7 8 * 3 3 . ‘' 1 5
vvffTijfio, 168 **32 ırw<t>p6vo)s loö'^io. 179*12. **33
<rv(TToıx(a rû v iyaOûv 96**6
o’uo'TpaTiâiTaı 159*’28. 160“ 16 rd^ıv \(lırttv 1 2 9 * ’2 0 ttard râfıv
a<paîpa 123*14 6 p9 i)v $ıoififvoı 1 8 0 * 1 8 T<((ci,
iffıpaipûaOcu 111*12 o p p . <pv<rtı 1 3 5 * 1 0
<r(ptiWetr9 aı l<rxupdı İ44*’ı l raırtıvol 124.^22. 1 2 5 * 2
a<pd,TTftv favrdv 138*10 TavTİrtfs i 6 i ’’3 1
tİ (TipSSpa ırphs 6 \(y o v t 171*12 rdıpot 1 2 3 * 1 0
ffifıoSpSs ıi9**ıo. 154*29. >»2, 13 » p İ rJuftptov vaparİTTfıv l l ö * * !
atpohpûs 105'*2 7 râxos Kal fipaSvrdıs 1 7 3 * 3 2
<T<poSp6T7)s 150'*27 raxvT^s 1 2 5 * 1 6 . 1 4 9 * 3 0 (cf. 2 7 ) .
tr x m » I 3 7 *’3 i- 160*>25 <rx^fi ara 150>'27
118*4. 125*30 tîs <rxvi^a âvo- Tf'#t>/o»'97’’ ı o . 100*20. 110*6. 113'’
\o y (a s İ y t ı v I 3 3 ” ı 19. 148*31. 1 5 8 ’» 1 5 + . 160*1.
<rxoAâC«i'160*27. 177*’5 ‘' 2 5 . 1 6 1 *>18. 162*27,28. 166*5.
171''24 168*3. 180*31 coni. K T ^ / ( a i 3 4 ' ’
rh «rxoAo(rTiıt<(ı> 177*’22 10, 1 6
<rxoA^ 177'*4 TtKvovoıla 1 6 2 * 1 9 , 21
i i 6 ‘’4. 127*’25. İ44'’ i 8, T^KTÖJV 9 7 * 0 . **28. 98*29
28. İ4 5 ‘’23, 25. İ 47''15 T f\tıos 94*8. 97*28 + . 101*19.
ffw/ıo i i 3*’26. i i 6*’I5. i i 8*>7, 123“ ıc2*ı. I 5 3 *’ i 6, 1 7 . i56'>.'?4. 173*
7. 138**.31. I44*>i o . 154*>12. 173* ’ 29. 1 7 4 * 1 5 + . i’4 + c o n i . Â A ı ; 0 ıı/3 t
II. i 76*>i i . 1 7 8 * 1 5 , 26. .'^34 114^11 6 t 4\ ( ios ıtal fioKİpıos
opp. ı|'wx^ 161*35 opp. Stdpoıa 5ivf\p 1 7 6 * 2 7 r c A f lor kcvtİlxpivov
II7**30 (Tci/2aT0S Ka/ffa( 114*23, 1 5 6 * * 34 r i\tıo s xP<^*'os 1 0 1 *1.^
28 t İ adpara, İK rûv Kivf)<rfuv /3foj 9 8 * 1 8 . 100*5. 101*16 r<-
KplvfTat 128*12 \fiov firjKos 0 lov 1 7 7 ' ' 2 5 Tc\tia
(TufiariKİ 128^ 1 4 . I73*’9 t İ <ra»^o- iptT'/ı 1 0 0 * 4 . 1 0 2 * 6 . I 2 9 ‘' 2 6
• t i k (£ i 5 I * ’ 23 trufiariKİi İpya 101*^ Kcucla 1 3 8 * 3 3 KİV7i<rıs 1 7 4 * 2 0
33 154*15 45 »a 152*5 ivtpytıa 1 7 4 ’’1 6 + rh rtKtıov
icf. 147''25, 27) aufiariKoi iıro- 1 7 8 * ’! r e A e ı a , o p p . fp.fipva 1 0 2 * ’ 3
\a i(T fit 148*5 vBoval 104 *'5. r t\tlw s ivtpyûv 1 7 4 ’’ ! 5
H7*’22 (cf. 33). 118*2. İ49*'26. TtKuovv 1 7 4 * 1 6 , 1 8 . •' 23 + . 1 7 5 ®
151*12. ‘*35. 163 '‘ 32 . *’ 33 - 154 “ 1 5 + , 176*27 TcAfioStrOat 103*
8, 26. i 68**I7. i 76’>20. 177*7 25. 175*23, 26 Tf\tovnivwv
AOıraı 150*24 154"!
trtorrıpla ı n “5. H5*’2. ıı6*'20. TtKtvrala ırpiracıs l/^T^9
i3o**2. i 67'’23 m (ruTTtpl^ 96^ rtK ittaıs rrjs pvtrtus 1 5 3 * 1 2
14. 110*10. 111*14 t /Aoj 3po»> 100*11, 32 t ^Ao s , opp.
260 INDEX.

143 '*19 opp. 7/. 3 + . i 6 4 ' ’4. 165*34, 37. 168*


v€aıs 1 5 2 * ' 1 4 , 2 3 . 1 5 3 * 9 Tt\os 16 Ti/iof 9 6 *'i 8. 1 0 0 * 30 . 115“
ffiroviaîoy 1 4 0 * 2 9 rİKtıov 9 7 * 31. 116*19. ı i 7 * ’4 . I23*aı.
28sqq. iırıyty6nfvoy rh 134*5, *3- 169*30, 39. i 77*’ 13
t 4\ os s y n o n . rh Üpıvroy 1 4 4 * 3 2 opp. KoX<f<r«4i 10 9 * * 3 5 Tifiris i * -
(cf. 9 4 * 2 2 ) t « X jj t 4 fihy iyipytiaı pareîs I 4 5 *'30 . I 4 7 **34 - *4 8 *’i 4
t 4 î 4 94*4 ri\o s , c o n i . Tf/MJM* 1 6 0 * 3 3 . *'19
iyiprfuaı 1 5 3 * 1 0 t 3 W A os, opp. Tifivris 134*35
t 4 » p 3î t 3 T € X o r i i i *’2 6 . i i 2**I2, rlfttos 101 * 11 . 102*1, 4, 30 . 133 *
33* * I 3 * ’3* 145*5 dist. a / ı r p â - 16, 19. 145*26. 165*13, 176*
^«<rii4'**2l t 6 rİKos T%s vpi^ttDS 35, 178*31 Tİt Tt/uiir ar a t
Karh rhv Katp6y l l O * 1 3 r6 Karh 141 •*3 (cf- *20)
r)]y âySpeiay t 4\ os l l j ^ ı rtKos rift^ 4 ri]s 178*1
ırdarfs iytpytiaı r6 k o t 4 r i jy ?(ıy riftoKparla 160*36. *17»
I I 5 ‘' 2 0 dptCfraıtKaaroyr^rdKfi rt/toıtparııcfı 160*34. 161*3, 28
1 J 5 ' ’2 2 Âyi'ota T o C r ^ A o u s 1 1 4 ' ' 4 TjpcKpero-eaı 113*23. 117*6. 126*30
il tovt4\ ovs 4 <l>fms rt\o v s riHfypıtriKds ı a 6 * a
ipiırrt<rBaı 1 1 7 *' 1 6 r 4\ o ı rlBf<r0aı Tipfcip/o 126*22, 28. 137*1. 149*3*-
I i 2 * ' i 5 . l i 4 ‘' 2 4 ro v t 4\ ovsapxt- 179*12. 180*9
TtKTuy 1 5 2 ** 3 rıırjpLa 132*26, 37
TeM«'e»»'i 3 * * * 5 < 1 3 7 * * 4 . 3 5 - 1 7 3 *’* * to7xoi 138*36
rdpvuy 128*27. l62*>15, 175*6. TO«X‘op*'X**’' *38*25
176*11 roKurrai 131 *34
rdp^ıs 164*19 ro/til, coni. Kavtrts 137**5
Ttrpdyuyot İy*v tjfdyov ı o o **32 ro^drat 94*23
TtvKTtKİı iya0oû 1 4 a ''22 rJıry 96*27. 174*1 rdıroı IST~
TfxydCfty 140*11 9, 10
T«X»^ 97 * * 7- *03*32, I 3 3 '>9 . 1 3 3 * rpayriHarl^oyrts 175*12
14. 1 3 9 ***4 - * 4 0 * 7 + . 3 0 . i4***o. rpaytpttaı 101*33
153'•18. 153*25, a6 def. 140* rpaİHttra 117*8
30 synon. fi4BoSos 9 4 * 1 synon. rpa^^yat, coni. İBurB^yat 180*15 coni.
ırapeeyytKla 104*7 synon. 4ırı~ ıra ıfıv^ya ı 162*6
(rt^fiT) 9 4 * 7 dist. iiturHnt.1t 1 1 2 '* rpty\d^ov •Koii)<ns 174*26
7, 140*2, 34 dist. <pp6yn<rts rpiyuyoy 140*14. 142*29
140**3, 33 dist. ipcT^ 105*36 rpuıpapxıîy 122*23
s q q . (cf. i o 6 ’’ I 4 ) . 140^35 dist. rpı‘tıpapxos 133*34
tpdvıs 9 9 * ’2 3 . i o 6 ‘’I 4 (cf. 175* ^ Sıit rptr^fut Ii8 * 6
34) dist. Tvxıl 1 0 5 * 3 3 . 140*18 rpa^al Kal iyaroKal 113*35
rexyv^ iptriı i 4 o ' ’3 3 . 1 4 1 * 1 3 rpo<p4t 96*33. 104*31. 118*0, 10,
r 4xyv^ fpyoy 152**ıg. 1 5 3 * 2 3 al 133*33, 34. *4. 147*36,165*33.
TÛy Tfxyûy irndöırtıs 9 8 * 3 4 170*39. 173*14. 173*14. 176*8.
Tsx>'»'t 3 j ıtol BtupriTiKds 1 8 0 * ’a o *78*’35 coni. ıratSefa 161*17
rtxyi'tvf 9 7 * 7 - *'*ö- 1 0 1 * 6 . 1 0 6 ' ’ coni. iırifi4h.fia 180* l coni.
13. 161*34. i 67*»34 *c*}/taTo 179*35. l8o*a6
nprıİHfyoı 9 9 3 rpoxi(dfi*yos 153*19
rı/ıâi' (= aestimare) 133’’I5. 164*’ rpvtpûy, coni. fta\oK6s 150*3
*7 + rpvipijı 145 *35; I 5 ° ‘’3
Ti/tfl ( = pretium) 133*15 rift^ ( - iy roîs TpmKots 100*8
honor) 95*23. *»33, 27. 96 **23. rttyxdyuy rov S4 oyros 94*24 toD
97*'2. i o 7 * ’2 2 + . Jtı6*a8. 123*’ fi 4 <rov 109*13. 133*23 rov eî
30 + . 1 3 4 * 8 + . 135*35. *’7 + . 109*36 Tov {(Kofou 133*33 r&y
I 3 7 " I 2 . 130*»2, 31. 134*7. 147** îfiioty 118*31 dydfiaros 107*7-
30. 148*26,30. 159*18 + . 163'* 119*10 Aİ^ov 95*31 3 Tvx<^*'
in DEK. 261
ı a o ‘*3. 134*10. i 6 9 * ‘3 1 . 177*7 6 hrip^as 134** 13 riı Axııpy/ı4 ya
opp. â ftitis i 8 o * * 2 6 alTvx6vTfs, i 6 3 *’ 3 I r6&xdpx^*'
o p p . ol iv i^ııLfxcurt 1 2 6 * * 3 0 oI/k irdpxoyra l » l* 34 . l» 7 “
İK rov rvx6vrot rh t ü y ^ v ylytraı »3 . »5 - V 16 4 *1 1 . 1 6 5 *33 . 170 *34
^73'*5 Tvx^yrws I34°6, 1 6 9 * 3 4 iırtpayaxâv l6 8 * l
Tiîırv s y n o n . 9 4 '3 0 synon. ixtpaxoOyfi(rK«ıy 169*20, 35
K0S6K0V 101*27 ^’P P * iucpıPtis ix tp $ t$ K n p 4 yaıs I l 8 “7
104*1. 1 0 7 ‘' 1 4 Tiîırv 1 2 9 * 1 1 6x *p^ K İ I ip tr fit 1 4 5 * * 4 (M X ^p i* i
Tİroit İKay&s tKpuraı
Toîı 179*34 i 65'*36 ^ ı\la i ı66'»ı. 171*11
TvpayytK6s 1 6 0 *'28, 3 0 ixayytKı&v 164*29 al iırfp0o\al
Tvpayyit l6o'>l + . 1 6 1 * 3 3 . *»9 ixaxOfît 127 *>9 oİK iy rp ix€p-
Tİpctyyos 1 1 0 * 5 . I 2o *’35 . 122*5. /3 o\p Tİ at/rapKfS 179*3
i 3 4 '*ı, 8 . i 6o '*3 , I I . i 7 6 >’ i 3 bıcfp4 x tiv , opp. öır<pex*<i'0«ı 106*34.
TtHp\hs <p6tru 1 1 4 * 3 6 i24**ıo. 132*’4. 158*34 iinrfp*'
Tİx'n 9 9 *’I O + . I O O * » 3 3 . I 3 0 ’’ I 7 . X«»' xtp\ rijy TfM^ıy 168 * ao iırtp*-
1 5 3 * ’* ^ coni. T4xyri 1 0 5 * 2 3 . xdp*yos <pl\os 159**4
140*18 dist. «pAffn iydymı yovs iırtpİırraı 124*30, 29
113*32 4 ırk T(îx»»* 9 6 ’’a 7 . II»* ü ttpoxA 98*11. 134*23. 133*31.
37 t 4 rrjs rixvf ityaBi I 5 3 ’’ l 8 *'3 . 161*13, 30 . 164^4 Koff
t <5x « ‘ 1 0 0 * 6 , 9. *»3 + . 101*1 + 6wtpox^y 158•’l 2, 34. 162*36.
163*24
i0pl(uy i2 g ^ 2 3 . 149^20,31 iır tp tp ı^ y 164*3
fttyot 1 4 8 ** 30 iırfiKoot TÜy yipuyy loa* lo
S/3p ı ı 1 1 5 * 3 3 . 1 3 5 * 9 . 1 4 9 * 3 » . *’» 3 . 3 3 vmıptvİM 158*17
ifipıtrrat 124*29 ihnıpcrciY I 3 4 *’i 8 . 159 **5 i>xııptrfi~
öyıdCciY I I 3 '*13 . 137*24 rioy i 64**25
A y ı a t v c i Y I i l ' ’2 7 , 3 8 . 129*17. 143** Zrtyos ıo a '’4 +
32. 1 7 3 ’’2 7 . I74**a6. 176*14. iır&yvıa 115*34
178”35 incdİripa 101*5. *3 3 * 8 , 32 , 23.
6ylua. 94*8. 9S*»4. 97*“ . *9- 163 •*34
104*14, 17. 111*31. 119*16. AxoSox»l ( 4 ya»y ı»3*3
129*15. 137*16. İ 4 i ‘»i9. 143'* iıroCiyıoy 1 8 0 * 1 3
32. 144*4. 145*8. 153*30. 173* 6xo 9 firfis
151*17 itroOta-euı 128 '*
24. i7 4 ‘>35 30. 133”31
iyıtıy6y 104*5. 113*27. 129*16. İTOKpıydptyoi 147*23
138*30. 141*23. »»19, 30 . 143*3. ivoKplartt x<(^p«*' 118*8
*>»5. 153*18. I7 3 ‘’34 iyıeıyûs ivoKpirijs 111^34. 148 **8
139*16 6xoKap$dya>y İ 4 5 ' ’3 6 (cf. 2 1 )
iyı^s 114*15 rb iırofityoy öyıts iır3A7jı|»ır 1 3 9 *’ I 7 . i 4 o ‘’ i 3 , 3 1 . 1 42 *
l.‘54‘’ '9 33 - 145".36. 147 '*4 »apA t V
iypd rpotpiı 118 '■10 v x 6 \r}\pıy T p d rrtıy 146** 28
Sİtpot i50*’33 il v x 6 \o txo s 4 (ts 15 2'*35
SSara fiapvtrraSpa 142*23 İray rh iıropty*rtK<irtpos 115*^5
C8«p ırvlyp 146*35 İKovoıa 1 2 8 * 3 4
vl6i 111*12. i 4 9 ''ı ı . i5 8 ’’i2, 16. 6 wa<rx4 o'fit 1 6 4 * 1 7
i 6 o *'24, 29. 161*19. ıÖ3*’ i9. ineaOtpdyov İ \ \ o v 1 0 5 * 2 3 S 6 ıro-
181*6 rtO tlt fTKOırdt 1 1 4 * 2 4
S\p 1 16''33 C A tj iıroKtıp^yr) 9 4 ' ’ iıroTvir&aat 9 8 * 2 1
12 . 98*28 il Tûiıy ırpaıcrûjy öKv uxoupyla 1 6 4 * 3 4
137 ’’ 19 Kard T V S\rıy 1 0 4 * 3 i(pdynıs 9 7 * 8 . 163**35
ipyoiptvat (pı\lat 1 7 1 * 1 5
iırİKKvtypa rflı 133* »9 ^palyttrOaı, opp. th aı 15 2 3 2 faıyd-
{nrayaO’rJiiret koI KaroKKltru 165*28 pyyoy, opp. 3ı» 113*16 + . 155 »>26.
262 IN U E X ,

i 66*4, J5 Tİ ^atv6fiûnta 1 4 5 ‘‘3 » i 6 6 * ’3 3 , 34. i 67*»30, 168*19

38 dist.<pı\(a 1 5 7 * ’3 8
*d\apıs I4S'>24. 149*14 <pı\rıriK6s 1 1 7 ‘' 3 0
<pivaı, dist. ti(İK€iy 139*35 dist. <pı\rır6s 1 5 6 *’2 9 , 3 1 . 1 5 9 ’’ 1 8 ^nAıj-

•KpİTTtıy 147*37 t ^ v 1 5 6 ' ’2 3 . 1 5 7 ' ’26. 164*4.

^aj>tponiffi\s 134*36 14 , 15. 168*6 + . 176*12 rh


<pavtp6s 135*31. 136*17, 129*19, ipt\rır6y 1 5 5 * ' l 8 s q q . (cf. 1 5 6 * 8 )
20. 149 15 ^eu'tpd, coni. ivapyrj ıpı\la ı o 5 '*23 . 1 0 8 * 2 8 . 1 2 6 “ 3 0 , 2 2
95*33 coni. fUK^ 127^26 (cf. ırtp\ tpıKlas 1 5 5 * 3 s q q .
31) opp. iıpavri 104*13 <Pi\ m 6i 1 5 . 5 * 2 8 . 1 5 7 ‘' M - » 5 8 * 4 ,
^aytpd<pi\os 124‘*37 10. i 6 3 ‘' 2 9 . i 6 6 ‘* i 7, 3P. 167*
4 » o m rc ur /a 1 1 4 * 3 2 . ‘>3. İ 4 7 ’’5 . I 4 9 * 22, 35. ^ı\iKhy ırAijfloı
171*2

33. 150*’38 i 7 o ‘* 3 0 ri<pıMKd i 5 6 ‘’3 o . 1 6 2 *


tptuniffpara loz^’io 16. 166*1. i 6 S * 2 i. *'6 <pıM-
ipapfıvatfIa 1 3 1 * 6 Kûs i 6 7 '’ i o . i 6 6 ' ' 2 6 , 2 9
ipappaKfİHv 1 3 7 * 3 5 ipİKımros 9 9 * 9
<pipvy^ 118*33 (pıKoSUaıos 9 9 * 1 1
4)d(rıj İ42>»I3, 14 ^c£(r«J 143''!* ipıKoBdupos 9 9 * 1 0
4>aSXof r b 131 * 3 5 tpavKosS\us 0 iA o (k o S 3/(o i 175*34
13^*15 âırXwî 151 * 25 ırprfjT» 4)»A«İk o A o t 9 9 * 1 3 . 125*>12. 1 7 9 ‘* 9
153*18 opp. aırovSaîos 151'* 28 <pı\oKİyivvos 1 2 4 *'7
opp. imuK^s ı i 3 '’i4. 128*25. <pıKoK6\aKts ol ı r o A A o i 1 5 9 * 1 4
133*2. 157*17. 176''24 coni. İy rÇ tı\oKT^rp tov 2o(pOK\fov? 1 4 6 *
ipev/erds 148 '>4 coni. ^^ ktŞs 143 ** 30 . I 5 I** i 8 ö @foSfKTov 4h\ ok-
10 0aDAa 169*14 S5 ara TİıTtli 1 5 0 **9
143*33 / İ € A ij 170*11 <pı\opdOfta 1 1 7 2 9
<pav\6rrıs 107*10. 150*5. l6o>'lo. <pı\oıxa6^s 1 7 5 * * 4
*7.
‘i '‘ 35 ipıKdfiouffot 1 7 5 * 3 4
*fiSlas 141*10 lpiK6tıudot 1 1 7 •'.34
<pfiSu\ol 121 *'22 ip(\oırdraıp 1 4 8 * 3 4
(pfUKTfoy 166''27 <pı\oTrâyTipos 1 6 5 •’ 1 6
<pfvKr6i 1 1 1 * 3 4 . 1>9'*33. I48'*4, 5. fı Ao ı: l o . S « 2 7 , 126''2|. 1 4 9 * 2 9 coni.
1 5 3 ‘’ 2 . 3 - i 6 3 ’’ 25. 172'M y. 173" •ko\I tijs 9 7 ' ’ 1 0 <pl/\.oı dvhpts 9 6 *
10. I 7 5 ’'35 tüv ırepl r i İfOt) 13 ol 4>İA t o t o « 1 8 1 * 9 âırb
<ptvKTwy ftSrı 145*16 4>l\a>y KtpSalyfiy I 2 2 “ ı ı t o 5 ıi
^BapTiKİ) ipxv^ V ıcaKİa 140 **19 <pl\wy 5 ı’ Tiııûy v m 1 1 2 •* 2 8 <plKos,
ipBaprol 154^33 dist. k 3A o | 173''32 4 > fA oî T^î

(pelffts 150*’33 ^Soytjt 1 7 2 •'17


(pBoytpds 108 **4 <pı\oao<peîy I 0 5 ' * 1 3 , 1 8 . I 5 2 * ’ 2 ol
tpSdvos I05*’22. 107*11. ıo8*’ı. <pı\offo<povyrfs 9 8 *' 1 8
“ 5*33 <pı\oao<t>la gö^’^ı. ı 6 4 > » 3 . 1 7 7 * ^ 5 -
^ o p i 104*38. I I 5 ’’5 . 130 * 3 . 160* 1 8 1 ‘' 1 5
33. 173*7. 176*31 (ptkdırofoı 9 6 * 1 5
p t\a \^$ v s 137’’4 (ptkoTtKyİTtpai al nrpripts 168*25
<fu\dydpa>xot 155*20 ^ iA3t i j s 1. ^7'*36. 1 5 9 ’’3- 1 6 8 ' * 8
^tkdpiTot 99*11 4>|A 0TI/ i /o 1 0 7 ‘> 3 I. 1 1 7 ‘> 29 . I 2 5 ’» 22 ,
4pl\au\ot 175'*3 23, I.^i9 * i 3
iplKavTos 168*30. **15 + . 169*3 (pı\6rıııoi 1 0 7 •* 3 9 + . 1 2 5 *»9 +

rb ^l\avToy 168'’14 sqq. ^lAoToıoûroj 99* 9‘ n 8 *’ 2 3 . I 3 5 *’ i 4


^lAcıırOaı, opp. tpi\rıa’is 169*19 <pı\6<pı\oı 1 5 5 * 2 9 - * 5 9 * 3 4
rtoy 165 **14, 168 •’io iptkO^pİtpMTOl I 2 l ’* 1 5
^ıAi|Sc7s 157*33 r b (pofifpdy 1 1 5 * * 7 ^o$*pd 104*
^/Aııms 155>’28. 156*6. 158*»I9 + . 1,3. 115*8,24. •'29 + . ıı6*ll.
IN D E X . 263
178** 1 3 ^ $totirtpov I 6 0 * l <pa- ^u<rıoAİ7ot 147'»8. 1 5 4 ’»7
fitp^aro3> d Oayaros I l 5 * î 6 0 ı i ( m , dist. iviym ı t İ xo vovt 113*35
^ i 3o f I 0 5 ‘’3 3 . n o ‘ 4. 110*31, 117" dist. t / x >'’1 9 9 * ' 2 i . i o 6 ‘» I 5 ^ ^ ı t
10. I 3 I*’ 3 8 . I 3 8 **i i , 13 . I 3 5 ‘'5 . a / r f a 14,3'»9. I 4 8 ‘» 3 i (cf. 1 1 4 * 2 4 ,
179^11 def. 115*9 ^$01 Kal a6) Tİ 6vra 1 0 ^ * 2 0 sqq.
»d ppıj 1 0 7 * 3 3 . i i 5* 7« 117*29 rİKaTİ0t}(nv99'>3i.'i4O*i5 rh
iv raîs ^oıvl(firaiS 167*33 Kari tpiırty 1 1 8 » 1 8 rh <pi(ru iucl-
ipivoı 1 7 7 1* I I vrprov 1 3 4 ' ' 2 5 TpİTtpoy r p ^ tr tı
<popd 1 7 4 * 3 0 96*31 ^ ^ 13, o p p . tOot l 4 8 ‘» 3 0 .
(poprtKİs 9 5 * ’ i 6 . i 3 4 '»a 3 . 138*5. 1 5 3 * 3 0 . i 7 9 ’» 3 o ( c f . 1 0 3 * 2 0 ) <pi-
i 78'*i 6 trtı 1 0 3 * 1 9 . 1 1 4 ‘» 1 4 , 1 6 opp.
(ppovûvg6^iT. 143*3. 1 5 3 * ' i 6. 177** 9 4 ‘* i 6 . 133*30. o p p . T(İ|eı
33 TO V TO ^ (ftp O V tî 166*19 135*10 opp. fOtt ZiSaxp 1 7 9 * *
^pJMj<r«96'»34. 9 8 ‘» 3 4 . 1 0 3 * 6 . 139'' 33 o p p . « c a T İ (TvpfitfinKİs 1 5 4 ' » 1 7
16. I40*>35. 141*5,7,31. •'8 + . s y n o n . k o t ’ İKiıOtıay 1 1 3 * 2 1 fi
143*14, 33, 30. ‘> 3 3 . 143*7 + . riyaSov tpitrıs 1 7 0 * 2 1 fi rov İki-
36. ‘» 20 , 31. 144*7 + . *»3,15 + . ttKOVS tpitrıt 1 3 7 •>2 6 fi rov (xoy^ot
146*4. 153*13. 153*21. 172'» pitrtt 1 1 9 * 3 4 fi rov Tpiy/ıarot
30. 178*16 + . 180*22. •»38 »tpl ipiıris 9 4 “ 2 5 . 1 3 7 ' > 1 8 İ A A 1 1 Tir
^povftfffut 1 4 0 * 2 4 s q q . ^povi\- iptia^ıs r^s ^ v)^ t 1 0 2 ' • 1 3 (cf. 1 5 4 ' ’
tffts T İ * aptrâs <peurt 1 4 4 * » 1 8 s q q . 23> 30 ) i>iny ^ x * “ ' ‘Kp^i T * 1 0 4 ' •
pp6vifios I 4 0 “ 2 5 + . 1 4 1 * 2 4 + . ‘»9. 20 yivtffıs tis 153*»13
142*1 + . 143*28. ‘> 1 2 , 2 8 . 144* i(t<rrdvat rris ^tmrtus 1 4 9 '*35
36. '>32. 146*6. 1 5 2* 6+ 6 ı r o p i ıp6<Tiy 1 , 3 4 ’» 2 3 <pA<m iva-
<pp6vı/jtos 107*1. 1 4 1 “ 9. 143*30, ırKrıpovpivrı, KaOftrrriKv'ta 1 5 3 * 2
33- ‘ 4 5 '’ ‘ 7 - 146*8. I 5 2 '’ i .İ. ipiffıt, c o n i . f { ı» 1 5 2 ‘» 2 7 , 3 6 . 15 3 * »
ı.‘; 3 * 2 7 . 32 ol <pp6vifiot 95'»28. 29 tpicrıs poxOrıp<i iS <pai-
140*25. I 4 3 '»3 I. 144*37 TİL A tjj tpitrftDS ırp idttti 1 5 4 * 3 *
«ppivtfia, opp. T İ iv6rıra 173*3 <puTtK6y 103* 33> ‘>39
opp. alptcts 104•>31 o p p . Jfoı- ip v T İ g J ^ İ 4 »pvr&y p los
{if 139*22 opp. 6 pt^ıs 116*29 <pwv^ ıog'‘ı ı . 118*20,21. 125*13
opp. İKtOvfila 150*10
<pv\oKİı 1 2 0 * 9 XoA(irof 1 2 6 * 2 6 , 31
<pv\oKTtK6s i 2 o ‘» i 5 . i 2 9 ‘» ı 8 X<*^t'K6rııs 1 3 0 * 1 8 . 1 4 9 * 6 . •»7
ipi\a( Tov SiKalou 1 34 1 Xa\tyoıroıtKfı 9 4 * 1 1
131 •»25 ^ v A cUC t / o i . I 0 9 ‘»7 XCtpaıKİt»y I O o ' » 6
^V\İTOl 160*18. 165*30 Xapi 105*»33
^ v A c t İ K o ) p t\la ı 1 6 1 ‘> 1 3 xapUu I 3 7 *>*3 , 3 1 . 1 2 8 * 1 5 . • 1 6 2 ' »
tpvvai I 14'»6 ıcttpvKfvai ilvat 134** 1 4 10 6 xApf<ıs 1 3 8 * 3 1 . “ 1 ol
ylvtaOat I 0 4 ‘» ı 8 Ka\ûs I i 4 ‘»8, Xepf«KT«ı 9 5 * 1 8 . '»22. 102*21
II ırpifı T l 1 0 9 * 1 3 , 1 5 . *»3 . 1 3 9 * Xopft«rfloı 1 3 5 * 5 . ı ' İ 4 ‘> 3 2 . ı 6 8 ‘» i 9 +
10 xapiJ 12 0 * 1 5 . 133*4. ‘ 37* 1. 167'*
tfnnrtK^s ıi4'»ı8. 117*4. Ii8'*9+. 24 Xop/TWV/fpifK 1 3 3 * 3
136*8. İ 4 3 * ’6 . I 4 9 ‘»6, 3 8 . 16 7 * » XaSi'os 123'»9, 25 . 1 3 5 * 1 8 , 37
39. 168*8 <pv(TtK6s, c o n i . trotpis Xavy6rrıs 107'»23. 125*33
142*18 Tİ ^vtrtKİ, dist. Tİ ilth X « / p 9 7 *’ 3 ‘ . 1 . 3 5 * 2 7 . ‘ .3 6 '».3 0 . 1 3 7 * 7
T«'xvıj» ‘ 7 5 * 2.3 ^vtriKİı iptrii İK x**P^f 162**26
• 4 4 ' ’3- 151*18 ^lAfa ı 6 3 '‘ 3 .f X « ı p o T / x * ' « ‘ ‘ 4 * ''29
6p*^is I 49'*4 İ 4 4 ‘‘8. J52'' X*tpoToyrırioy 1 6 4 * ’2 4
34 <pvtriKhv tİKatov 1 3 4 1 8. 1 3 5 * pla x< Aı 8( it ' 9 8 * 1 8
3 ırdflor 1 3 6 * 8 âırSprifia 155^8 Xtdy 9 6 • » 2 3
<pv<rtKÛs 1 4 7 * 3 4 ^vvutfirfpov XOpfTftîy 1 2 2 ‘>2 2 . 1 2 3 * 2 3 Kexo*
155*»2. 170*13 pıryı?/ıcVosioı*i5.1 7 7 * 3 0 . 1 7 9 * “
264 IN D E X .
Xopıryfa 178*34 «f'(v8«r0a( 127*19, 31 \litvSdfityos
XP^<rat, opp. t(<«Kciı 163 **33 146*31
Xpfla I 3 3 ‘ a?» >9- ‘'6 , 7. 163*16. ı^ifvifıs \S y o s 140^22. 1 5 1 * 3 2 (Tu\-
17I*>24. 178*12,35 xpf(a6f»yd- \oyt(rfi6s 143*22 İpos 142*24
vvy 112*’39 i^oStarloty 147 **27 S6^a 1 4 6 * 1 8 t Ç ıl/fuStîKal i \t) d fî
&y iffrl )^ t(u (= 1*0*4 SıaıpûffOaı 1 1 1 * 3 3
Xfi^/JMTa 107<>9, 16. 148*35. 163'’ ıjifvSofiapTvpla 131*7
10+ . 178*39 def. 119*36 17 +tC 5 ot 1 2 7 * 2 9 . *5 + . 139*38 rb
ırtpl xp4MOTa fitrdrııs 119*’23 sqq. aİTioy Toû tl/fvSovs 154*33
(cf. 107*'9. 120’’28) al iy x^~ <|»€i5(rT7jj 127*16
fiaaı ırp ^u r 122*31 xP^M<>^o ^< p(^traı 1 5 2 * 2 0
Kol Sfa S ıi ^ ^ 7 ^ 9 X f^ ' +^4»«<r>ta 137*29, 32. 141*37. 151*
liara Krt)iraır9 aı, wapa\afif7 y loS* 16
33 iwo<rTtprj<rat 160*4 *poU<rOaı İ/rı<pı<rfiaT<iSrı 134*24
169*20, 26 Ti/iây 130*32. *’l6. ilnfiiBıoy 96*23
1*1*5 ıö o * ı6 İı6yos 100*22. 109*31. 110*33
Kotyuyia 163*31 xpı\(jjLrtyy iucpa~ I 0 5 * I 7 > 20. 139*18. *15.
t€Îî 147*’33 147*27. 166*14 ır*pl^wx^* 1®^*
XPVI*ci'rlCfO‘9 M 163 “ 8 23 s q q . 1 3 9 * 2 s q q . /ı6pıa t ^ î
153*18 139 *9 - İ 4 3 ‘* ll. 144*9.
Xp»JM®'»'«ırT^>ı Şlos 96*5 y 145*3 “rn t 9
Xpv/ittTi<TTiK‘lı 112*4 t3 i\o y o y ^ wx5 * 1 6 8 * 2 1 «(ıs
XP^a’<Aioı/ = î ı ’ o5 y ly tr a ı iya B iy t i fi (|»ux^s 1 0 4 * 1 9 . 1 3 8 * 3 2 ly fp y tta
rıSi 115 *19 rb xP'ho’^M’Oy fy 98*7 + . 99*26. 1 0 2 * 5 ,1 7 ip trfı
ırp6s Tl 96*26 7) Sıck t 5 Xfih<f^P-oy 102*17 aptral 1 3 8 * 3 5 KOKİat
«>)»Afa 157*2. I59*’I3 (cf. 1.56*14) 114*23 d/ryfa 1 0 2 * 8 5/i/ıa
7 K a ra T /pfıaifioy ^ıKla 162^6, 2 2 ı|/vX^^ 144*30 (cf. 9 6 * 2 9 ) Tİ
Xpno'is loo^j. . I2 9 '’3 i. 130*20. »r«pl 4 >axhy «yttOd 9 ®** 1 4 » 19
165*33. 167*18 dist. KTjj(m98* ırpbı ırûfıa, coni. T«x>'fT7jj »pbj 5p-
32. 130*8 of ırpbs XP^<1’'*' T'oi'oy 161*35 fj (TÛy M®X*
170*23 xp^*’*ı» coni. ^7 7 o>j ı.?l *4 Orıpûy) iTTaırul^fi 166*19 fiia
Xpv<^Tal 146*13 ^vX'h 168*7
Xpoyı(ofi(yrı 167*11 ı|»uX»fiî98*16. 99*8. 101*34 'h*’
Xp<fwoı 157*11. I 7 5 *’i 4 XiKol fıSoycU I I 7**38
Xpdyos 98*33 XP^yV 96*26. t|/ûxoî 148*8
174*8 *fı XP<^*'®*'lö**"*?
Xpİyoıs Sıupurfj-fyat <75^31 iı/ıols KptatTi xo^P*(*' 148*22
Ktios xp^y<>^ 101*13 Kariı Thy iyeîtrflai 133*15. 135*2
Xp6yoy Te\ctos 156*33 Tİp XP^yv ^ y v 131*3
d T fkfıt 174*32 Toîı ûyloıs 164*12
Xpw<r3ı 122*16. 176*7,8 Spa 157*8. 174*33
XpdfiaTa Kal o'x^MA‘’’o 118*4 i><p(\eıa 108*29. 157*20. *3, 13 .
XVfiûy Kpiffıs 118*28 162*17. 163*10, 17 â>4>(Xcıa
Xwpf^<iy9 6 * i 4 x^P^C^<i'^<*ı 1^1 ^ 19. XP'flpiaTa 127*9 û<f>fKtiaii
134*11. 144*33. I57'*8. 159*5. IffdCfiy 162*2
161*29. 175*35. 178*32 rb iı<p€\ıp.ov, opp. r b fikafi^piy >34*^1
Xa)pi(rnhv 8«'x«r0a( 175*20 10 opp. r b ^5 û 1 5 6 * 2 6 Tİ
Xu>pi(TT6y 96*33 iti(peX(/2a, opp. Tb KaO* a v ri iyaOd
96*15 opp.Tİ K a X d l 6 2 * 3 6 Tİ
\\>tKr6s 108*16. 109*21. 118*28. aÛTOtı â«pcXı/ua 141 *30 i
126*7,17. 127*29,31. *12. 13S" liûrtpos (<pl\os) 158*26. 163*28
32. 145*10. 146*4. 148*6. 175*29 i>Xpıû<rıy 128*14
265

NOTLAR

1. (lOPS** 10-13)
Hesiodos, İşle r v e Günler^ 291t295.

2. (1095*’ 24)
Sardanapallos: Eski Asur hanedanının zevk ve eğlenceye düşkün­
lüğüyle tanınmış son kıalt Ayaklanan generallerinden Belesios ve
Aıbakos tarafından Ninos kentinde kuşatılmış, iki yıllık bir kuşat­
madan sonra, kendini, hâzinesini, karılarım ve kölelerini yakmış
(Î.Ö. 823).

3. (1096*2)
Thesis: Aristoteles için ‘thesis’ (tez) kamtlanması olanaksız olan
bir şeyin öne sürülmesidir (Topika, 104b 19).

4. 1098*9...)
‘Spoudaios’un karşılığı olarak erdemli sözcüğünü Aıistoteles'in
kendi açıklamasma dayanarak kullanıyomz. Nitekim Aıistoteles,
sözcük türetmelerinde kimi kez aynı kökün kuUamlmadığını be­
lirtirken “erdeme salıip olmak açısından ‘spoudaios’ denir, ama
‘spoudaios’ (erdemli), ‘arete’ (erdem) sözcüğünden türetilmez’’
(Arist., K a teg o n a iy 10b 7) demektedir.

5. (1099*27-28)
“Eudem. Elh. A 1 1214a l ”de de bulunan bu dizeler Leto tapına-
ğınuı girişinde yazılıymış. Krş.: Diels-Kranz, Die Fragmente der
Vorsokratiker, 1 ,64,7, dipnot.
266

6 . (1100* 8)
Priamos: Tıoia kıaİL OğuUarımn ölümünü; kızlannm, gelinlerinin
esir olarak götürülüşünü görmüş.

7. (1101*» 27)
Knidos'lu Eudoksos: l.Ö. 367 yılmda Platon'un Akademia'sına ka­
tılmış ve Platon'un öğrencisi olmuştur. Özellikle astronomi ve ma­
tematik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır.

8. (1102'’ 9; 1137‘’ 31 ...)


Doğru (epieikes): ‘Epieikes’ bütün erdemlerle ilgili olarak o anda­
ki duruma en uygun davramşı seçebilen kişidir; en önemli özelli­
ği ise adaletle ilgili olan özelliğidir: Aristoteles'in belirttiğine göre
‘epieikes’, aym zamanda adildir ama onun adaleti yasaya tıpa tıp
uyan bir adalet değildir. Yasa, genel olduğu için, kimi ayrıntılarda
yetersiz kalır; işte ‘epieikes’, bu durumda yasa koyucunun o öZel
durumda ne yapabileceğini kestiren ve onu uygulayıp, hakkı sağ­
layandır.

9. (1105*7)
Kış.: Diels-Kranz, 1 ,170.

10. (1105*8)
Öfke: T ljytnos

11. (1106‘’ 3)
Milon; l.Ö. VI. yüzyılda yaşamış olan ünlü bir atlet.

12. (1106*’ 35)


Kaynağı bilinmemektedir.

13. (1109*33)
Homeros, O dysseia, XII. 219.

14. (1109^9)
Homeros, llia d a , III. 156 vd.
" Y ü zü n e b a k a n ö lü m s ü z ta n r ıç a la r a b e n z e tir o n u .
A m a g e n e d e b in se g e m iy e k eşke gitse,
G itse de, b iz i, ç o c u k la r ım ız ı b e lâ y a s o k m a s a ”
(Çev. A. Erhat - A, Kadir)
267

15. (1110*28)
Euripies, Alkmaion?

16 . (1111 * 10)
İskenderiye'n Clemens, S tro m a ta , II, 387: Aiskhylos, tragedyala-
nnda kimi sırlan açıkladığı için suçknmca, Aıeopag Meclisinde
kendini böyle savunmuş.

17. (1113*13)
Euripides'in Kresphontes adlı yapıbnda geçen bir kişi.

18. (1112*16)
Proairesis: Tro’ (önce, önde) öntakısı ile “lıaireo’ (seçiyorum, alı­
yorum) fiilinden oluşmuş bir sözcüktür.

19. (1116* 24)


Homeros, îlia d a , XXII, 100.

20. (1116* 25-26)


Homeros, ttia d a , VII, 148.

21. (1116* 35)


Homeros, Îliada, II, 391.

22. (1116* 17)


Hermaion: Khaironeia yakınlarmda bir kent.

23. (1116** 28)


Bu bölümde ‘öfke’ diye karşılanan sözcük, ‘örge’ değil, ‘thymos’-
tur.

24. (1116'> 28-30)


Buralarda geçen cümleler sırasıyla Homeros'un şu yapıtlarında
geçer: Îliada, XIV, 151; XVI, 259; V, 470; O dysseia, XXIV, 318.

25. (1119*34)
Akolasia: Kolazo (cezalandırıyorum) sözcüğü ile ‘alplıa’ privati-
vum'dan oluşturulmuştur. Tek başına anlamı ‘cezalandırmama’.

26. (1119^32)
Hovarda: asotos.
268

27. (1121*7)
"Bilge mi yoksa zengin mi olmaİL’" sorusuna Simonides §öyle ya-
mt vermiş: “Zengin olmak daha iyi, çünkü zenginleıin lap ısı
önünde dokm p duran bilgeleri görebilirsin.” (ArisL, R hetorü u ı B
1391a 10.).

28. (1121*31)
Bu bölümde ‘aneleutheros’ sözcüğü Türkçe'de ‘cimri’nin kapsa­
madığı pek çok anlamda kullanılmaktadır.

29. (1122*23)
Megaloprepeia (ihtişam), ‘megas-megale-mega’ (büyük) ile ‘pre-
pei’ (yakışır) sözcüklerinden oluşmuştur.

30. (1122*25)
Savaş gemisi finanse eden.

31. Arklıitheoıos: Eski Yunanistan'da bir şölen için, oyunlar için ya


da Delphoi tapmağındaki biliciye danışmak için seçilen delegele­
rin başkam.

32. (1122*28)
Homeros, O dysseîa, XVII, 420.

33. (1122»» 13)


Büyüklük: M ega.

34. (1123* 15)


Şişe: le k y th o s =lçine genellikle yağ konan kap.

35. (1123*23)
P arodos; Burada koronun sahneye girdiği yer değil, koronun ken­
disinin sahneye girmesi anlammda kulianıhnıştır. Geleneksel Yu­
nan komedyalarmda koro oldukça mütevazi giyinirmiş; Megaralı-
larm Atina'daki takma adı “köylü” imiş.

36. (1123*34)
Megalopsykhia (yüce gönüllülük), ‘megas-megale-mega’ (büyük)
ile ‘Psyklıe’ (ruh, gönül) sözcüklerinden oluşmuştur.
269

37. (1124*» 15)


Homeıos, tlia d a , 1,503.

38. (1126*20)
Öfke: Tbym os.

39. (1129*31)
Türkçede de hem kapılan kilitleyen araca hem de test sorularuun
yamtlarım içeren metne ‘anahtar’ denir.

40. (1129*’ 30)


Politik toplum: P o litik e k o in o n ia .

41. (1129*’ 30)


Theogn., 147.

42. (1130*1)
Bias, ünlü yedi bilgeden biridir. t.Ö. VI. yüzyılda yaşamıştır. Me­
tinde geçen sözlerin Solon'a ait olduğu da söylenir.

43. (1131*33)
Bölünmüş oranlama: A n a lo g ia dieretn en e.

44. (1132*33)
Aristoteles burada, yazılışları biıbirine çok yakm olan bu sözcük­
ler arasında anlam ilgisi de kurmaya çalışmaktadır.

45. (1132*’ 9)
Burada anlatılmak isteneni şu şemayla gösterebiliriz:
a ________ _____________ a’
b _____________________ b’
d _________ c _________ f ___________c’.

46. (1132*» 9-11)


Burada neden yer aldığı pek anlaşılmayan köşeli ayraç içindeki
bu cümle “1133* 14-l6“da yinelenmektedir.

47. (1132*’ 22)


Krş.: Diels-Kıanz, 58 B 4 (I, 452, 26).

48. (1133*3)
Kharisletin tapmağı.
270

49. (1133*30)
Nomo: Uylaşımla, yasa gereği.

50. (1133** 23)


Mna: Eski Yunanistan'da para birimi. 60 gümüş mna bir talent de­
ğerindeymiş.

51. (1134'’ 24)


Ispartalı komutan Brasidas'a sunu sunma geleneğine Thouky-
dides de Âmphipolis halkımn gelenekleri üzerine bilgi verirken
değinmektedir İ P e l ^ n n e s o s S a m fi, V, 9).

52. (1135*’ 21)


Öfke: Thym os.

53. (1136*13-14)
Euripides, Alkmaion?

54. (1136'’ 12)


Homeros, tlia d a , VI, 236.

55. (1137* 1)
Olumlu: K h aris; olumsuz: Titnoria.

56. (1139'’ 10)


Agathon, fr,, 5, Dindorf.

57. (1139'* 27)


Krş.: A n a ly tik a H ystera, 71b 21.

58. (1140*19)
Agathon, fr., 5, Dindorf.

59. (1142*5)
Philoktete^ÛG kayıp dizeler.

60. (1143*19)
Anlayış: G n om e.

61. (1145*22)
Homeros, tlia d a , XXTV, 258.
271

62. (1145** 25)


Krş.: Platon, P rotagoras, 352.

63. (1148*34)
Niobe: Bir tragedia kahramanı.

64. (1140*35)
Satyros: Babası öldüğü için kendini öldürmüş.

65. Plıalaris içinbkz.: 114S>* 14.

66. (1149*’ 16)


Homeros, Ilia d a , XIV, 214.

67. (1150*’ 9)
Tlıeodektes: I.Ö. 4. yy.'da yaşamış bir tragedia ozanı; Karkinos
admda iki tragedia ozanı var; biri I.Ö. 5. yy.'da, öteki I.Ö. 4. yy.'da
yaşamış.

68. (1153’’ 27)


Hesiodos, İşler v e G ünler, 763-

69. (1154‘>29)
Euıipides, O testes, 243.

70. (1155* 15)


Homeros, Ilia d a , X, 224.

71. (1155^3)
Euıipides, fr., 890 Dindorf.

72. (1155'’ 4)
Krş.: Diels-Kranz, 22 B 8 (I, 152, 8).

73. (1164*24)
Krş.: ?\axon,Ptx)1agoras, 328b.

74. (1164*27)
Hesiodos'tan almmış. Burada ne amaçla kullanıldığı açık değil.

75. (1167*34)
Euıipides'in PhontssaidiĞ k tregadiasına gönderi.
272

76. (1169^8)
Euripides, Orestes, 667.

77. (1170*’ 22)


Hesiodos, l^ e r v e G ü n ler, 660.

78. (1172*14)
Theognis'den alınmış.

79. (1172*’ 29)


Platon, PhÜebos, 60 c-d.

80. (1174*’ 3)
F izik, 4 ve 7. kitaplar.

81. (1176*’ 6)
Krş.: Diels-Kranz, 22 B 9.

82. (1178*33)
heksousia: özgür istenç.

83. (1178*’ 20)


Endymion, Aplırodite'nin aşık olduğu çoban. Aphrodite bu çoba-
nm güzelliğinin ebedi bir uyku içinde korunmasmı sağlamış.

84. (1179*13)
Krş.: Diels-Kıanz, 59 A 30.

85 (1181* 15)
Aristoteles burada Isokrates'i eleştiriyor olmalı.
273

TÜRKÇE SÖZLÜK

acı: 'k<yjir\-lpye
açık saçık sözvCiXjcr^pokfyi\ja.-aiskhrologia
adalet: b\Ko.\jocf&rı\--dlkaiosyne
adaletli: ötKaıoç-f/ıfea/bs
adaletsizlik; d&\xXa.-adikia
ad bulmak: dvo|xaxo3tOL8Lv-owoma/o/x)i’em
adil eylem: b\Ka\cmçio.‘iUx~dikaiopragia
ağzı bozuk: (çoçmKÖç-phortikos
alılâk: ı^^oç-e//jos
aile hukuku: ölKaıov o l K o v d ^ ı i K o v - oihonomikon
akıl: hSyoç-logismos; logos •
akıldan pay almayan: &}^oç-alogos
akıl erdemleri: dperal koyıKal-aretai logikai
akh başmda: cppövLpoç-phrommos
akh başmdalık: cppdvrıaLÇ-p/jn?nesfe
alan; yivoç-genos
akyh şaka: oKw\ı\ıCL-skotntna
alçakgönüllü: [Lİxpıo^-metrios
algılama: aicrdr\cnz-aistbesis
alışkanlık: '^^ç-ethos
alışveriş: atıvd^^aypa; A}0\.a.yr\-synallagma; allage
alma: kf)il)Lç-/c^s/s
amaç: teXoç- / e/os
ana çizgiler: b\jaypo.^-diagrapbe
anımsama: dvdp,vr]aLÇ-a7/fl/rtwesis
anlayış: yv(.o\ır\-gnome
araç: Öpyavoıv-oıganon
274

arakçı; }^ımo^yûrx:t\^-lopodytes
araştırma: (xdûoöoç-JüpaYM.aTeta-Çtt*^otç-meii&oito5; p ra g m a te ia ;
z e te sis
arsızlık: d.va\jo y(}y\n ia .-a n a isk b yn tia
arzu: fejtr6^|xta; 6ç>z^\ç,-epitbym ia; oreksis
arzu edilen şey: öpeıcröv-oreife/on
aşağılık: xçmz\.v6z,-lapeinos
ayıp: 6vt\boç,-oneidos
ayrıcalık: y^pctç - g e r a s
ayrım: b \ja s ^ p 6 .-d ia p h o m
ayyaşlık: o \vo ffk \y ^ ia .-o in o p h lyg ia
az önem vermek: ö'h .yiû pzıv-oU gorein
bağırma: dŞuıpoıvta-oforjp/joma
bağışlama: a\yYY^f6\ır]-syggnom e
bağışlanabilir nitelikte: sc3vrffV(ji\>oviK6ç,-yggnom onihos
baıbutçu: K v^ zvrvr\ç-kybeu tes
başanlı: K a ro p ^ ftn iK o ç -k a to rth o tik o s
başkalanyla ilişki: öpıXia-^j^)omı/ia
başlangıç: d p fx y i-a rk b e
baş sanat: dpxı-'teKTOVLKT^-flrfe^fteifetom‘^
baştan çıkarma: n p o a y o iy zL a -p ro a g o g e ia
beceriklilik: öetvÖTrıç-r/eıno/es
beden eğitim: y v p y a o i a - g y m n a s i a
bedenin sağlam olmaması: K a % z^ ia -k a k b e k sia
belirleme: bıopvcfp6q-dioıistnos
belirlemek: b p ü ^ z w -(b J o r iz e in
belirsiz: döpıcnoç-aonstos
benzerlik: b\juov6xr\ç-(bjotnoiotes
beşin maddesi: x p o ^ f/\-tro p b e
bezeme: KÖopoç-itosmos
biçimsel olarak: TÛt(p-/j^x)
bilen kişi: kxvax\^ \uûv-epistem on
bilge: o o ^ ç - s o p b o s
bilgelik: 0O(p1xx-sopala
bilgi: YV(5aıç-gnosis
275

bilgisizlik: d.'fvo\jıx-agnoia
bilim: ^\xyv^\)ı.r\-€pistetne
birarada olma: KOLvovta-fe>monte
birincilik ödülü: d.ç>\x3x€\a.-aristeia
borç verme: bavz\jo^6ç,-daneismos
boş: \x d x a \jo q -m a ta io s
bulma: tiSçizau;,-(h)euresis
bütün: tS^6yik(\poÇ-(h)olo}deıx>s
büyüklük: ^b{z% oç^-m egethos
büyük tehlikeleri göze alan: yiz-^akoKİvtmvoç-megalokindynos
canavarlık: •Qy\Çii&a\ı^-thenote5
canlı: Ç o ^ -Z ’o on
çekingen: öKvrjpöç-o^eras
cezalandırma: KÖ?^aaıç-^o/ası!s
çıkarcılık: ıû\.zo\z^\a-pleoneksia
cimrilik: ûvz'kzvOzpia-aneleutheria
cins: yivoç-genos
cömert: k k z v ^ p ı o ç - e l e u th e r i o s
cömertlik: k X zv d zp ı6 x r]ç -e le u th e rio te s
cüretli: ^CİC t6 ^ th ra sys
cüretlilik: ’&pctcr6Tr]ç,-thrasytes
çaba: kınp-ikzıa-epimeleia
çamur atma: KaKr]yopixx-kakegotia
çetin: b ^ o K o k o ç -d y sk o lo s
çözümleme: d.vdL kvav^ -an alysis
dağdan inme: diypoiKoç-agroikos
dağıtma: b a m iv r \- d a p a n e
dalkavuk: KÖka^-kolaks
değer: ö^ia-aksia
değişiklik: p £ x a ^ o M \-m e ta b o le
deneyim: k\mzıp\jaL-eTnpeiria
dingin: drdpa^oç-atarakhos
dinginlik: ı^pepta; çryph^-eremia; skhole
doğa: (pdoLÇ-pÂ^is
doğal yapı: (ç<io\ç,-phy5İs
276

doğru: d^ vfi^ ç^ -aleü tes; epieikes; orth os


doğru eğitim: n aı5eia ö p ^ - p a i d e i a o rtb e
doğru konuşan: dkr\QzKywı:6(;-eUetheut{hos
doğruluk: dX.T^^ia- bıC iZiK tia-aİetheia; ep ie ik e ia
doğru ölçü: yâtÇ i\K yv-m etrion
doğru yargılama: a ^ t a u ^ - s y n e s is
dokunma duyusu: Ö x{rf\-(h)aphe
dostluk: (ç \k \a .-p h ilia
dostluksuz; dxçûSxx-‘a p h ilia
duyarsızlık: dvauTÜT|ota-anaı[s/Â&s^
duyu: d (a H r\a \e ,-a isth e sis
duyulara verilen: a’Co6T)rdv-flfe/Âeto«
düşüncesiz: d .v 6 r(zo ç -a n o e to s
düzeltici adalet; ÖCKaıov InavopOonucöv-d/itofon e p a n o rth o tik o n
düzenli yaşam: K o o ^ \ı(m \c ,-k o s m io ^
edepsiz: A oy^ \u ü y\t-askh em on
efendilik; ziiCF/^\iiOçyûvy\-et4skhemosyne
egemenlik: b v v a a r z l a - d y n a s t e i a
eğitim: 3 ta \& z la -p a id e ia ; d id a s k a lia
eğretileme yoluyla: Kaxd pErarpopdv-ibara m e ta p b o r a n
ekonomi: olKovopua^-oiitoTiom/Âe
eksiklik: ^yöeur- ^hlx.\y^\ç,-endeia; eUe^)sis
ele geçirme: Xfjp|jia-/emma
eli sıkı: piKpoTcpejıı^ç-m/ibr^r^^s
eli sıkılık: yivmpoatÇiiıtzvaL-mikrc^repeia
en başta: KÜpıoç-i&vribs
enine boyuna düşünme: ^odkE M aıC rbotdeusis
erdem: dpzxpf[-arete
erdemli: cm o u öoloç-^ u d la/os
eser: Kpyov-eıgon
eşanlamlı: Ö|X(t)vüpoç-6b>>monymos
eşadlılık: Ü ^ıj(sım i^\a.-(h)om onym ia
eşit: '<aoç-iso5
eşitlik^ ICaov-1 -rÖTrıç-feon; isotes
eşit olmayan (eşitliğe aykm): Ü v ia o ç -a n is o s
277

etkılenim: jtdOoç-pathos
etkilenimlerle ilgili: KabK\x\x.6ç,-pathetikos
etkilenmeme: djıddzucı-apatheia
etkili: d^vç-oksrys
etkinlik: kvepyzla-enet;geta
eylem: npö.^ıç-pmksis
felsefe: (çO^ooofpia-philosophia
genç: vioç-neos
genel: KaQ6kov-ka/bolou
genel anlamda: öjÛMç-(h)aplos
geveze: d.bdki<jy(y\ç,-adoleskbes
görme: Örptç-ops/s
gösteriş budalalığı: ÛJ[,zıpoKak\xx-apeUx)kal(a
güç: bîivupKÇ-dytmmis
güçsü zlük: döuvapLa-adyrmmia
güvence parası: napay:axo:^Kx\-parakatatbeke
güzellik: Kd^yjoç-kallos
güzel ve iyi: Kaka K dya^d-kala kagatba
güzel ve iyi olma: KakoKayadla-kalokagatbia
hak: 6 lk»i - ötKaıov-rf/’/be; dikaion
hakaret: >.oL6dprı|i.a-/o/r/o/'e///rt
hakikat: dkr\dz\a-alelbeia
haklı: bİKa\açrdikaios
haklı eylem: biKaimpu-diknioma
lıaksız eylem: dbİK\\pa~adikema
halk: öıjpoç-r/e/nos
halk oyu: y^^fçıapa-psepbisma
hareket: Kİ'VY\ayj:^-kinesis
hasetlik: kKiyjaıpİKaKoç-epikbairekakia
hasis: (pEL6o))wöç-/?/je/V/o/os
haydut: X»ıonıç-/es/es
hayvan: Çtjiöv-zoo/r
haz: i\bo\n\-(b)edotıe
haz düşkünü: dKokacytoç-akolaslos
haz düşkünlüğü: dKokuoia-akokısia
278

lıaz peşinde koşmak: & K o } ^ c r c a iv z \y -a k o la s ta tn e in


haz yaşamı: dbıokancmı^ç ^ \o ç,-a p o la ııstih o s b io s
hedef: tâkog-/e/os
herkese açık konuşmalar. felorepiKo'ı kÖYoı-fogoı e k so te tik o i
hesapla: fcKkoytapoii-efe lo g ism o u
hesaplı: Kaxd 'ko'^\jcs\x.6 v - k a t a lo g ism o n
hmç alma: Tipıopia-
lurs: Çfjkoç-ze/os
hırsızlık: K ljojvi\-klope
hoş: i] 6 ı^ ç -(b )e d y s
huy: ^ v ç - ( b ) e k s i s
iddia: â^,L onıa-aks(orna
ide: \& ia - id e a
idea: İ6 i a - i d e a
ilıtişam: pevakoıcp^îte t a - m e g a lo p rep eia
ikiye bölen şey: b ly s f.\o v -d ik b a io n
iktidar: ^oM o\jcı.-eksou sia
ilgi kurma: 6 .\a .f ^ p d - a n a p b o r a ; e p a n a p b o ra
ilk: a p y j^ -a r k b e
ima: ixw6 ıv o w L -b y p o n o ia
incelemek: içaKp lPo(3v- e k sa k rib o u n
induksiyon: in a -^ w p ^ -ep a g o g e
infial duyma: vâp.eaLÇ-//e;nes&
insan: dvdpa>Jtoç-ö/ı//j/ppos
insanın işt ^pyoY dv0pöS3iou-e»go» a n tb r o p o u
insanla ilgili: dv0p(iSjavoç-fl7r//j;o/MWOs
isabetli olmak: K a r o ç ^ o îiv -k a to r tb o u n
isteme: paı3X.T]aıç-i)OM/e'sıs
istemeyerek: Ö K io v -a k o n
istemeyerek yapılan (olan): d K o b a ıa v -a k o u s io n
isteyerek yapılmayan: oi) k z K o ^ a ıa v -o u k b (b )e k o u sio n
isteyerek yapmayan: oi)x ^ K iS v-ou kh (b )e k o n
isteyen: alTiıxLKÖç-fl//e///tos
istilıza: 8lp(oveta--e//Dwe/<3
İŞ: ^ p Y o v -e /g o »
279

işe yaramaz: d.%ı;i€yoç-akbreios


iştah duyan: öç)ZKxiK6y/-orektikon
itibar: d^ua[ia-aksioma
iyi: dya^öç; xo 2.^-agalhos; to eu
iyi durumda olma: BT!mpa%ia-eupraksia
iyi koşul: eûr\\iBpla-euetena; euemeria
iyilikle karşılık vermeye hazır: d.yn.B\^zp-^BX\x.6ç-anteuergetikos
iyi yaşam: z't!Qio\a.-euzoia
kabasaba: (çopriKÖç-phortikus
kabasabalık: p a v a n o L a - banausia
kalıcı: [iövL|xoç- monimos
kamu: TÖ kolvöv- / o koinotı
kamu işlerine ilişkin: Koıvov-pros to kolnon
kanı: öâ^a-doksa
kanıt: ÖJi66zı^ıç-apodeiksis
karakter: T)Ooç-e//jos
karamsar: b^OBht{ç,-dyselpis
karşılık alma: dvriboov^-anlidosis
karşı ohna: b^cvn\xaoıç;-enantiosis
karşıt: iv a v r fıo ç -e n a n tio s
karşıtlık: kvavx{j6ra\ç,-enan1iotes
kategori: Kaxx\iopia-kategoria
kavgacı: 6ı 3aepLç-rfysem
kayıtsızlık: d.(çikox\.pia-aphiloUmia
kazanç: Kİphaç^-kerdos
kendine egemen olma: tiK.p6.XBia-egkrateia
kendine egemen olmama: &Kpa.oıa-akrasia
kendine egemen olmayan: d.Kpax\\^-akmles
kendine yeter: cu!'xdpKnç-rt«/rt/-/fe?s
kendine yeterlik: QvbxdpKzıa-aıılarkeia
kendini beğenmiş: ya-ovoç-khaunos
kendini beğenmişlik: ypmv6xx\ç,-kbaunotes
kendisi amaç: xBkeıoç-teleios
kent: nok\ç,-polis
kesin: dyapı^'^ç-akribes
280

kesinlik: &KçM ^z\a.-akribeia


kıskançlık: ^ & /o ç ,- p h th o n o s
kıvrak zekâlı: z'\yzçi6 xzkoç,-~eutrapelos
kin: lita o ç-m to s
kinci: \kvx\aİK aK oç-m n esikakos
kirli kazanç: d \x jy ^ K İÇ ib z\a .-a isk h ro k e rd e ia
koku alma duyusu: öa|xı^-osme
koltukçu: iL pzaK (x,-are5kos
konu: JtpdY^a, ıtpaypaTeta, ii^rı-pragma; pıagmateia; hyle
konuşma: ^dyog-Zogos
korkaklık: b z i k \a - d e i li a
korku: fç6 ^ o ç,-p h o b o s
korkusuzluk: d.< fop\a.-aph obia
korkutucu: (popepöç-pAo&c/os
kölelerin aklını çelme: b o v 'k a K c c tia -d o u la p a tia
kölelik: b o v 'k z ija -d o u le ia
köle ruhlu: d.vbpcmob(.6b \] ç -a n d r a p o d o d e s
kötü: KOKÖg, n a \n \p 6 ç -k a k o s; p o n e tv s
kötü davıanmak: a ia y p o K p a y z iv -a is k fjm p r a g e in
kötü dumra: b v o jtp a ^ v a -d y s p r a k s ia
kötü işler yapmak: K O K O v p y ziv -k a k o ııtg e in
kötülük: pox;0ııpta, J to v t]p 'v a -m o k /jtb e tia ;p o n e n a
kötü muamele yapmak: a İK L a -a ik ia
kötü ün: döo% ,ixx-adoksia
kullanış: y p z \a .-k h r e ia
kuru: oK^rjpöç-sifeieras
kumşu kunışuna hesap etme: d.K p\J^dkoyU x-akribologia
kutlu: paK Ğ .p\xK ,-m akan os
küçük tehlikelerin adamı: piK poK İvbv!voz,-m ih x> kin dyn os
küstahlık: oppıg-/j)j6m
mal: K u \p a -U le m a
mal-mülk: y jp \\p a -k b r e m a
rnaU-müIkü seven: (p\kor/p\\paTOÇrpbilokbretnatos
muhteşem: peya>\.on:p8Jtr|ç- m eg a lo p ıvp es
mutluluk: z‘i > b a i[L o via -etıd a fn ıo n ia
281

mücadeleci: \jı.6 .% ıyjoç-m akh im os


müzik: \j£koç,-ın elos
neden: oYtlov, X.dYoç,TO b\6 x \,-a itio n ; logos; to d io ti
nesne: %p&^\ıxL-pragıtıa
nüktedanlık: z'irtp o jızK U x -eu tm p elia
obur: YCioTpt[xapYoç-5flS/rım«/gos
okuryazar: ■^pa\x\ıaxıyi6 ç -g m m m a tik o s
olanak: öüvapıç-öfynflmis
olanaklı: b v v a r ö v - d y n a t o n
olanaksızlık: d .b v v u [iia -a d jfn a m ia
olumlu: TÖ EÜ-/0 eu
oluş: Y^vecLç-^e/zesis
onur: xi[iy \ - 1 im e
onur düşkünü: (pık 6 xı\xjoç-pbilotim os
onur düşkünlüğü: ( p ık a tıııla -p b ilo tim ia
onurlu: '^ vx ı\ıo ç-en tim o s
onursuz: cfrıpoç-fl/nz/os
onursuzluk: dxıpta-<7//zzzzö
onuıu umursamazlık: d (p ık o x i[d a - a p b ilo tim ia
oran: dva^ojYLa, " koyoç-an alogia; logos
oranlama: d v a k (y {'w .-a n a lo g ia
orantı: d v a .X o y la -a fia lo g ia
Olta: [iz o o ç -n ıe s o s
Oltacı: peotÖLOç- m esid io s
O lt a olma: peadtııç-zzzeso/es
ortak: KOLVöç-ito/zzos
ortak yaşama: cru^fiv-sj^zrezz
ödül: TLpn-/zzzze
öfke: Oupdç, ö ç if^ -tb y m o s
öfkeli: öpYL>v.oç-ozgz7os
öfkelilik: öpYi}v.dTr]ç-ozgz7o/es
öfkeli mizaçlı: ü^upoeı6nç-//jyzzzoezWes
öfkesizlik: dopY»l<tîxı-flozgcszrz
öğretim: \ıddr\oıÇr^nolbesis
öğüt verme: vou^erııoLç- n o u tb etesis
282

ölçü: Kavcüv, \ıix ç io \/-k a n o n ; m etro n


ölçülü: n^Tpıog, aoScppov-me/rtös; so p h ro n
ölçülülük: o(û(ppo(j6 v r \-s o p h r o ^ n e
ölüm: ^ d v a T o ç -th a n a to s
ölümsüzlük: d d a v a a i u - a t h a n a s i a
önemli: KÛpvo(^-kyrios
örnek: T ia p d b sıy p a -p a ra d e fg fn a
övgüye değer: k n a ıv e r ö g -e p a in e to s
övülen: tr ıa ıv e z ö ç -e p a in e to s
ÖZ: (pfûavz-physis
özgü dük: âKeuOepta- e leu ih eria
I>ara: vöpujpa, ypx\pa.-tıotnisma; khrema
parça: p^poç-we /05
jjaylaştmcı: vep,T)TLKÖç- n em etikos
paylaştırma: 6 ıa v o p ı ] - d i a n o m e
pısırık: pLicpdtl)uxoç-tn iktopsykh os
pısırıklık: pLKpoıln.'xtct- m ih o p s y k h ia
pişmanlık: p8xapâ>c8La- m e ta m e le ia
rastlantı: TÛxy\-tykhe
rastlantısal: K ardTo aop^z^Tc\Y:6 ç - k a t a to sym bebeh os
resim: y p o sp ^ -g ra p h e
ruh: ■yyf\iyji\-psykhe
sağ: öp^öç-o/ 7/jos
sağ akıl: öpOöç h S y o ç -o r th o s logos
sağlamlık: ei^z^,\xx-eııeksia
sağlık: t3Y'L8ia-/j'j/g/e/ö!
salıip olma: ıcrfiaLÇ-yfe/es/s
sakin: jıp a o ç -p r a o s
sakinlik: n:paÖTr|ç-p/V70/e5
sanat: xiyyy]-tekhne
sanı: 6 6 % a -d o k sa
sapan: K a x c m ü a x ]ç -k a ta p e lte s
sav: X6 y o ç -lo g o s
savurganlık: docox\xx-asotM
saygı: Tipt]-/tme
283

sefil: (i^ ^ K a ç-a th lio s


servet: o^ala-oıısia
sevgi: (çiKla-philia
sevimli: xa.piz\ç,-kharieis
sevinç: %a.Ç)ö.-kham
seyretme: Azapla-tbeoria
s mır: Öpoç-(h)oms
sıradan: i\mo6(âv-empodon
sinirli: öpYCXoç-o/g/tos
siyasal düzen: ndk\xzia.-politeia
siyaset adamı: nokırvKoç-politikos
sorun: ÛKopla-apona
soaışturma: ^}f\xt\o\ç-zetesis
soylu: â)ve\)6epLoç-e/e«//jenbs
soyluluk: zX)yzvzıa-eugeneia
SÖZ: k&{oç-logos
SÜS: K6opx)ç-hosmos
şaka: naıbıd-poidia
şakacı: zircpÜKzkoz^-euhapelos
şaklabanlık: ptopoKo^ta- botnolokbia
şarlatan: âka^(.<Sv-alazon
şarlatanlık: âkat^ıoyeia-alazoneia
şuna İlklik: xp v(p\\-tıypbe
şiddet: bp\x:}^-bonne
şükran: xctpLÇ-ı(?/j/7/7s
tadalma duyusu: yzGcnç-geusis
talih: TÛxt]-fybbe
talihlilik: z\.vc\yyyü.-eutykbia
talihsizlik: b\yoxi}yya-nlykbema; dystykbia
talimat: jr;apavYe>wia-/>fl;Y7gge//«
tam: Tzkzıoç-teleıos
tanım: ö p ıa p ö ç-r^ o m m o s
tamı: ^zoç-tbeos
tamı vergisi: OeXa pdıpa-tbeıa moim
tartışma: 'koyoç.-logos
284

tefeci: xovi\ax}f\ç-tokistes
tek başına olan: |xovöİTrıç-wowote5
telâfi edilme: hıo.\6ç>%vi\ı.çı-epanorthoma
temellendirme: hSyoç-logos
teori- 'dztûpla.-tbeona
tercih: npoalpzov^-proairesis
ters adara: yjalmöç-khalepos
tez: 'dzoıç-tbesis
tıp: iarpiKi]-ialtike
tiran: TÜpavvoç-
toplum: KokiTzia-politeia
toy: vzapoz^-nemx>s
tutku: Tiüdoç, avpoç-pathos; tbymos
tutum: bıd^zaıç-diathesis
tuzağa düşürerek öldümie: bo7jo(po!v\ja.-dolopbonia
tür: elöoç, yivoç-eidos; genos
umut:
unutma: \ı^dr\-letbe
us: vovç-nous
utanç: a\ay^bvr\-aiskhyne
utanç verici: a\jayv!vrx\\6ç,-aiskbytıtelos
utangaç: Karcmh^-katapleks
utanma: al6c6ç-rt/Wos
utanmayı bilen: aXb\\\u.'üv-aidefnon
utanmaz: d\aicFyx\snoç-anaiskbyntos
utku: vivi\\-nike
uygun: pCTpıoç, olKeıoç-wıe/r/os,- oikeios
uygun zaman: Ka\jp6ç-kaitx)s
uysal: e vkz lÖiî ç- eup>eitbes
ün: bö^a-doksa
ünlü: z\ibo%oz,-endoksos
üstü nlük: tOTEpo^ıî- bypetokbe
varhk: oi\o'\xx-ousia
varsayım: iyKoQzo\:ç,-hypoîhesis
varyemez: Yİp^iKzç,-kimbikes
285

verme: ööatç-t/los/s
vurdumduymazlık: ^^fa^'(^\diaL-analgesİa
yakm: o\xz\oç,-oikeios
yakmiık duyma: ziy\fO\xx-eunoia
yakınan: öljCK^çmJudç-oiophyrtlkos
yalancı: ıi)8‘öoTr)ç-/weı^ites
yalan yere tanıklık etme: ıl)8u6o[xapTupta-/>5eM<ilowan[yr^âi
yanılgı: (ı^ a.çrA ja-(h )an ıarH a
yan işi: T tdpzçy^ ov-parergon
yapılan iyilik: 8ÛepYEata-eMe/ge«V?
yaratma ile ilgili: jıotTiTLKdç-/x>/e/ıfe>5
yardmi: ^ o ^ ^ n \^ o .-b o e th e m a
yargı: Kptaıç-it/fsK
yargıç: KpiTi^ç-Af«7es
yargıda bulunmak: KpLveıv-krmem
yasa: vo\xoç,-nomos
yasa koyucu: vo^o%ztx\çrnomotbetes
yasama sanatı: \o\uo^zxiKi{\-notnothetike
yasaya aykırı: n a ç id v o \x ıo ç -p a m tıo m o s
yasaya uygun: vöptpoç-//ow/7«os
yaş: f^ ıv i\ja .-(h )e lik ia
yaşam: ptoç, Çtot^-fı/os; z o e
yaşanan çevre: b la x x a - d ia lta
yer: TÖJtoç-/opos
yerme: fen:LTtprıaıç-e/ı///mesis
yetenek: zii^ n i\a .-e u p h y ia
yiğit: d v b p z i o ç - a n d tm o s
yiğitlik: d vb ç)z\jü .-a n d rein
yol yordam bilme: İK \bz^K ,âtx\ç-epideksiotes
yönetim: dpx»1, n o k iT ziıa -a rk h e; p o llte ia
yurttaş: K o k ix t\g -p o li1 es
yüce gönüllü: \ız-^ aX 6\^ '% oç-m egalopsykh os
yüce gönüllülük: \ız‘^aK oy^\y/pa.-m egalopsykhia
>âiksek mevkide olanlar: o'ı fev d çu 6paoL-^ 7j>>ı e n a k s io m a s i
yüzsüz: â v a 'v a % w x o ç -a n a is k b y n to s
286

zafer: vİKt\-nike
zaman: yp6voç,-khronos
zarar: p^d(3ırı t,zyS.a.-blabe; zemia
zayıflık: \i.ahax\a-malakla
zina: \xıoı%zia-moikheia
zor: ^ l a - b i a
zorla yapılan: ptaıoç-öi/zios
zorunlu: Avo.yKdxoç-anagkaios
zorunluluk: A\&^Kx\-anagke

Vous aimerez peut-être aussi