Vous êtes sur la page 1sur 2

Modern Felsefenin Oluşumu

Vize Ödevi
Leibniz, 1646 yılında Slav göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Almanya’nın Leipzig kentinde
dünyaya gelmiştir. Entelektüel bir avukat olan babasını küçük yaşta kaybeden Leibniz,
çocukluğunu babasından kalan kütüphanede geçirmiştir. Erken yaşlarda büyük bir bilgi
birikimine sahip olmaya başlayan Leibniz, kendi kendine Latince ve Grekçe öğrenerek eskiçağ
ve ortaçağ metinlerini özgün dillerinde okuma fırsatı bulmuştur. Çocukluğunda başlayan bu
öğrenme tutkusu hayatının sonuna kadar Leibniz’in yanında olmuştur. Filozof ömrü boyunca çok
fazla okumuş ve yazmış, yalnız felsefede kısıtlı kalmayıp tarihten fiziğe, matematikten jeolojiye
birçok alanda önemli başarılar elde ederek dahi sıfatını kazanmıştır. Avrupa tarihinde ekonomik,
siyasi, dinsel ve fikirsel olarak büyük ve köklü değişimlerin yaşandığı bir çağın filozofu olan
Leibniz, sorumlu bir aydın karakteriyle ülkesinin ve bütün olarak Avrupa’nın içine düştüğü
fiziksel ve düşünsel çatışmaları çözme yolunda elçilik, danışmanlık gibi birçok bürokratik
görevde bulunmuş ve hukuk alanında çalışmalar yapmıştır. Onun bu uzlaştırıcı ve bütünleştirici
tavrı, idealist ve materyalist öğeler taşıyarak skolastik ve moderni birleştiren seçmeci
felsefesinde de kendini göstermektedir. Matematik bilginin açık seçik kesinliğine ve evrenselliğe
olan bağlılığıyla Descartes’in takipçisi olan Leibniz, uzamı maddenin özü yapan, bilim ile dini
birbirinden ayıran, mekanik evren tasavvuru ile doğayı cansızlaştıran kartezten fikirlere karşı
çıkmıştır. Ona göre tözler parçasız, bölünemez olmalarıyla basit ve içsel nedensellikleriyle
bağımsızdırlar. Halbuki madde sonsuzca bölünebilir niteliktedir ve değişim için dıştan etkiye
ihtiyacı vardır. Bu nedenle madde töz değildir. Ayrıca, Descartes uzamı maddenin özü kabul
etmekle yanılmıştır. Çünkü uzam, tıpkı zamanın artarda gelmek olması gibi cisimlerin yan yana
gelmesinden ibaret olan fenomenal bir özelliktir. Leibniz’e göre fiziğin özü yer kaplamak değil
kuvvettir, güçtür. Yer kaplamanın kendisi de aslında bir çaba, bir direniş, bir yayılma kudretini
gerektirir. Bileşik varlıkların ve onların hareketlerinin göründüğü bir fenomenal alan olan fiziki
dünyayı açıklamak, temellendirmek için onun gerisinde olan metafizik bir gerçekliğe ihtiyaç
vardır. Çünkü bileşik denilen parçalı ve maddi yapıların oluşması için parçasızlıklarıyla basit
olan psişik tözlere gereksinim vardır. Leibniz bu basit, tinsel tözlere monad demektedir.
Monadlar, fenomenal dünyanın dayandığı metafizik gerçekliğin kurucu birimleridir. Fiziksel
dünyada olan biten her şey monadlara bağlıdır. Monadların özelliklerine geçmeden önce buna
yardımcı olması için Leibniz’in mantık anlayışına değinmek gerekir. Leibniz’in mantık anlayışı
metafizik anlayışıyla yakından ilişkilidir. Leibniz’e göre gerçeklik kavrayışımızı kuran temel öğe
doğruluk anlayışımızdır ve Leibniz, olgular ile önermeler arasındaki karşılıklı uyuma dayanan
Aristotelesçi klasik doğruluk anlayışına karşı çıkmıştır. Ona göre doğruluk kavramlar arası bir
tutarlılık durumudur. Eğer bir önermede özne yüklemi içeriyorsa bu önerme doğru bir önermedir.
Gerçekte bir şeyin ne ise o olmasını sağlayan şey yeter sebep ilkesidir ve hiçbir özne yeter
sebebini içermediği bir yüklemi gerçekleştiremez. Leibniz bu konuda Sezar’ın Rubikon ırmağını
geçmesini örnek verir. Ona göre Rubikon ırmağını geçme yüklemi Sezar öznesinde her zaman
bulunmaktaydı ve bulunacaktır. Bu yüklem onun doğasında, tanımında vardır. Leibniz koyduğu
bu iki temel ilke sayesinde tüm önermeleri analitik yapmıştır. Yeter sebep ilkesinin bir diğer
önemli sonucu ise özdeş iki şeyin var olamamasıdır. Çünkü iki özdeş şeyin birbirinden farklı
yerlerde olmaları açıklanamaz bir durumdur. Leibniz mantığının temel ilkelerinden
bahsettiğimize göre şimdi monadların özelliklerini sıralayabiliriz. Öncelikle, daha önce
dediğimiz gibi monadlar immateryaldir, tinseldir, psişiktir. Onlar fenomenal dünyanın
kendilerine temellendiği bağımsız güç ve eylem merkezleridir. Sayıları sonsuzdur. Sahip
oldukları iştahla sürekli olarak yavaş bir biçimde değişirler. Kapısız, penceresiz olmaları
nedeniyle değişimlerinin kaynağı kendileridir. Monadlardaki bu içsel değişimin getirdiği çokluğu
saran ve onlara birliklerini kazandıran ise sahip oldukları algıdır. Her monad bir ayna gibi
kendisinde bütün evreni yansıtır ve geçmişin izleri ile geleceğin taslağını taşır. Sahip oldukları
algıların açıklık ve bulanıklıklarıyla bireyliklerini kazanırlar ve hiçbir monad birbirinin aynı
değildir. En alt sırada, değişimleri ilkel biçimde birbirini taklit olan ve cansız bileşiklere katılan
monadlar ile en üst sırada algılarının açık ve seçikliğiyle evreni bir bütün halinde zorunlu olarak
kavrayan ve yansıtan Tanrı olmak üzere monadların arasında algı açıklığına dayanan bir
hiyerarşi vardır. Evrenin yaratıcısı olan Tanrı, onun sahip olduğu rasyonel uyumun da nedenidir.
Tanrı, sahip olduğu yetkinlikle, birbirinden bağımsız ve farklı olan sonsuz sayıdaki monaddan
birbirleriyle en uyumlu olanları seçerek mümkün dünyaların en iyisini yaratmıştır. Leibniz,
değişimlerinin nedeni kendileri olan bağımsız monadların nasıl olup da uyumlu bir evreni
oluşturdukları sorununa işte bu, Tanrının kaynak olduğu öncesel uyum teorisi ile açıklık
getirmiştir. Leibniz bu teorisine örnek olarak, birbirinden bağımsız olarak aynı dakikayı gösteren
saatleri vermiştir. Ruh ve bedenin uyumu da bu teoriye dayanır. Hem ruh hem de bedenin
eylemleri birbirlerinden bağımsız fakat öncesel uyum sayesinde birbiriyle uyumludur. Tıpkı
örnekteki saatler gibi.

Vous aimerez peut-être aussi