Académique Documents
Professionnel Documents
Culture Documents
Nasılsınız? Nicesiniz?
İçiniz nasıl, içiniz?
Referandumun
Sayısal Sonuçları
İstanbul
Kimi Bekliyor?
İslamcı-Faşist Saldırının
Yeni Adı: Mahalle Baskısı
Che Guevara
Serdar Soyergin
Faruk Açil, Levent Ertümer, Ziya Erdönmez
Ulusal Hareketlerde
Gizli Görüşmeler ve Uzlaşmalar
“Yaşamınızdaki
Dünya Bankası”
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2010
CHE
8 Ekim 1968/Bolivya 18 GUEVARA
SERDAR SOYERGİN
Anıları, FARUK AÇİL
mücadelemizde LEVENT ERTÜMER
yaşamaya devam edecektir. 20 ZİYA DÖNMEZ
Nasılsınız?
Nicesiniz?
İçiniz nasıl, içiniz?
“İÇİN İÇİN…
Nasılsınız? Nicesiniz? İçiniz nasıl, içiniz? İçiniz deyince... Malum, insanın içinde
can var, kan var. Kemik, adale, yağ, sinir, sabır var. Organlar var: Örneğin mide, ba-
ğırsak, ciğer, böbrek ve yürek... Ve insanın içinde binbir hal var.
İçimizdeki can da bizim, kan da. Kemik de, yürek de. İçimizdeki binbir hal de bi-
zim.
İçiniz mi daraldı, iç çekip, tüm sıkıntınızı içinize atacağınıza, bir dosta içinizi dö-
kün. Yeter ki dostun içi dışı bir olsun... Dooooost, dost! Dost, çoook uzaklarda, ka-
ranlıklarda mı kaldı, o zaman, bilirim, insanın içi sızlar... Yani yüreği, ciğeri sızlar.
Yani içi yanar... İnsanın içi kan ağlar .
Nasılsınız? Nicesiniz? İçiniz nasıl, içiniz?
Yoksa bu sabah, içinize doğdu, güzel bir şeyler mi olacak? Diyelim, bir karşılaş-
ma (Bir kitapla, bir oyunla, bir filmle, bir şarkıyla, bir şiirle ya da bir insanla da olabi-
lir). Heeeeyt, yaşasın! İnsanın artık içi içine sığmaz coşkudan, heyecandan. Belki ilk
kez karşılaşıyorsunuz bu kitapla/şiirle/insanla (en iyisi eserle diyelim) ama şimdiden
içli dışlı oldunuz bile. Kafanızdaki binbir soruya yanıt bulur gibisiniz. Özlem giderir
gibisiniz. İçiniz pır pır. Gülmek, dört elle sarılmak, çoğalmak içinizden gelir. Yani gö-
nülden kopar... Ve insanın içi titrer bu sevincini yitirmemek için... Yeter ki, bu sevinç
iç edilmesin, bu umudun içine edilmesin.
Nasılsınız? Nicesiniz? İçiniz nasıl, içiniz?
Ne öyle, ne böyle mi? Yoksa siz içten pazarlıklı mısınız? İnsanın içine kurt düş-
tü mü, bana nereden ne zarar gelecek diye habire kuşkulandı mı, fena. Artık içi içi-
ni kemirir durur ve içler acısı bir hale gelir. Ve günün birinde bir de bakar, içi geçi-
vermiş...
Nasılsınız? Nicesiniz? İçiniz nasıl, içiniz?
Hem öyle, hem böyle diyorsanız, o da insanlık hali. ‘İçi beni yakar, dışı eli’ misa-
li. Yani sen bir de bana sor... (Bayılıyorum şu Türkçe’nin olanaklarına.)
Son zamanlarda dışınız, dış görüntünüz, kılığınız kıyafetiniz öyle çok soruldu ki,
bari ben de içinizi sorayım dedim.
Nasılsınız? Nicesiniz? İçiniz nasıl, içiniz?”
(Zeynep Oral, Esintiler, Milliyet, 16 Ocak 1983)
men etkisiz hale geldiği durumdur. Öyleyse düşmanı bir savaş hareketi ile irademi-
ze boyun eğecek duruma getirmek istiyorsak, ya onu gerçekten silahtan tecrit etmek,
ya da kendisini öyle bir tehdit altında hissedeceği bir hale getirmek gerekir.” (Clau-
sewitz, Savaş Üzerine, s. 47, May Yay.)
“Nedir bu istenen? Bir kamuoyu oluşturma. Medya üzerinden asimetrik bir psiko-
lojik harekât yapılıyor.” (Org. İlker Başbuğ, 25 Haziran 2009.)
12 Eylül askeri darbesinin terörünün tüm Bu psikolojik sonuç, her durumda kü-
hızıyla sürdüğü günlerde Zeynep Oral soru- çük-burjuva aydınının bezginliğini, yılgınlığı-
yordu: “Nasılsınız? Nicesiniz? İçiniz nasıl, içi- nı ve pasifize oluşunu açıklar.
niz?” Ülkemizin yakın tarihinde bezginliğin, yıl-
Aynı Zeynep Oral, yıllar sonra, 2001 yılın- gınlığın ve pasifize oluşun ilk büyük “trav-
da Milliyet gazetesinden “öylece” atıldıktan ması”, 12 Mart 1971’deki askeri müdahaley-
sonraki durumunu şu sözlerle ifade eder: le yaşanmıştır.
“‘Öteki’ olma durumum geçmi- “Atatürkçü”, “milliyetçi”, “ilerici”, “re-
yordu… Kimliğimi, sözcüklerimi, ha- formcu” görünümdeki I. Erim Hükümeti’ni
yatımın akışını, tenimi, bedenimi, bir çeşit “kurtarıcı” gibi gören küçük-burju-
kentimi, kişisel tarihimi, kişisel coğ- va aydını, hiç duraksamaksızın karşı-devrim
rafyamı bulmakta; kişisel kodlarımı saflarına geçmiştir.
ve tutkularımı anımsamakta güçlük 12 Mart muhtırası ve ardından kurulan
çekiyordum... Tüm içgüdülerimi kay- “Atatürkçü”, “milliyetçi”, “ilerici”, “reform-
betmek, kendi kurduğum hayattan cu” görünümdeki I. Erim Hükümeti, Süley-
vazgeçmek gibiydi… Tamam vazgeç- man Demirel’in başkanlığındaki AP iktidarı-
tim kendi kurduğum hayattan… İste- nın gericiliğinden “kurtuluş” olarak görül-
sem de istemesem de vazgeçmek müştür. Bu görüş ve görünüm içinde oligar-
zorunda kaldım…” şiye yedeklenen küçük-burjuva aydınları,
Zeynep Oral’ın 1983 ve 2001 sonrasında- THKP-C’nin İsrail’in İstanbul Başkonsolosu
ki durumuna ilişkin yazdığı bu sözlerden, E. Elrom’u kaçırmasıyla başlatılan “Balyoz
açıktır ki, “ötekiler” ya da “berikiler”, her Harekâtı”yla ayılmışlarsa da, 1972 yılının or-
durumda “psikolojik” bir değerlendirme ve talarında devrimci mücadelenin darbe ye-
sonuç çıkartacaklardır. mesi üzerine yeniden kendi “dünya”larına
Eğer Zeynep Oral, kültürlü, sanatsever, geri dönmüşler, “içe” kapanmışlar (Oblo-
entelektüel, bilgili ve bilinçli bir insan, (de- mov gibi), kısacası pasifize olmuşlardır.
yimden pek hoşlanmasalar da) “tipik” bir Bülent Ecevit’in CHP’sinin Ekim 1973 se-
küçük-burjuva aydını olarak düşünülürse, çimlerinden birinci parti olarak çıkması (oy-
yaşanılan olayların “içinde” psikolojik duru- ların %33,3’ünü almıştır), bu pasifize olmuş,
mun ne denli belirleyici olduğu hemen gö- “içe” kapanmış küçük-burjuva ilerici aydın-
rülecektir.* larında yeni bir “umut” yaratmış ve canlan-
maya yol açmıştır.
* Küçük-burjuva aydınlarının bu psikolojik duru- Ama Haziran 1977 seçimerinde, CHP, oy-
munun temelinde, küçük-burjuva sınıfı konumu ya- larını %41,3’e çıkarmasına rağmen hükümet
tar. Bu durumu, Kurtuluş Cephesi’nin Ocak-Şubat 2010
tarihli 113. sayısında, “Gemiler ve Fareler - Küçük Ka-
kuracak yeterli çoğunluğu sağlayamaması,
ra Balığın İntiharı” yazısında şöyle ifade etmiştik: bir kez daha “umut”ların tükenmesine yol
“Küçük-burjuvazi, büyük burjuvaziyle, yani kapi- açmışsa da, 1978 başında CHP’nin, bağım-
talist sınıf ile işçi sınıfı, yani proletarya arasında yer sızların desteğiyle hükümet kurmasıyla bir
alan, nicelik olarak nüfusun çoğunluğunu oluşturan,
ölçüde “ötelenmiş”tir. Ancak gelişen olaylar
ama kaçınılmaz olarak proleterleşmek zorunda kalan
geçici bir ara sınıftır. Kimilerinin ‘ortadirek’, kimileri- ve artan faşist saldırılar (özellikle Abdi İpek-
nin ‘orta sınıf’ adını verdiği bu küçük-burjuva sınıf, ge-
çici ve ara sınıf olma özelliğiyle her zaman proleter-
leşme korkusu içinde yaşar. Onun proleterleşme kor- zeye, genel ve ortak bir özellik oluşturan “korku” ola-
kusu, proletaryayı ‘ayaktakımı’ olarak aşağılamasın- rak yansır. Küçük-burjuva aydını, ilerici ve devrimci
da ifadesini bulan sosyo-psikolojik ve patalojik davra- saflarda yer aldığında da, gerici ve karşı-devrimci saf-
nışlara yol açar.” larda yer aldığında da, bu genel ve ortak “korku” ken-
Küçük-burjuvazinin bu özgün durumu, kişisel dü- disini takip eder.
Eylül-Ekim 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
çi’nin öldürülmesi), bir kez daha “psikolo- Baykal’ın CHP’sinin %8,7 oyla barajın altın-
jik” sonuçlar yaratmış, küçük-burjuva aydı- da kalarak meclise girememesinden çok
nını bezginlik ve yılgınlığa düşürerek pasifi- fazla etkilenmemiştir. Özellikle seçim önce-
ze etmiştir. sinde yükselen ve “zirve” yapan borsa, kü-
12 Mart’ın “balyoz”unun tepesine nasıl çük-burjuva sol kitleyi seçimlerden çok da-
indiğini çok iyi bilen ve “balyoz”un etkisini ha fazla ilgilendirmiştir. Ellerindeki tüm bi-
hala hisseden küçük-burjuva aydını 12 Ey- rikimleri borsaya ve hazine bonolarına ya-
lül askeri darbesine karşı “ihtiyatlı bir iyim- tırdıkları bu dönemde, yeni bir “depolitizas-
serlik” içinde olmuştur. 1983’lere doğru as- yon” süreci başlamıştır.
keri terörün, devrimci kitlelerden sonra ken- “Menkul Kıymetler Borsası Kazandırıyor”
disine yöneldiğini gören ilerici aydınlar, bir coşkusuna kapılmış olan küçük-burjuva ay-
kez daha “içe” kapanırken, bir yandan da dın kesim ve sol kitle, 28 Şubat sürecinin
“umudu ayakta tutma”ya çalışmışlardır. yarattığı “merak etmeyin ordu var” zihniye-
1987 genel seçimlerinde Erdal İnönü’nün tiyle (Marmara Depremi’nin tüm trajik so-
SHP’si (%24,8) ile Demirel’in DYP’si (%19,1) nuçlarına rağmen) büyük bir rehavet içine
arasında kalan bu aydın kesim, 26 Mart 1989 girdiği bir sırada 19 Şubat 2001 krizi patlak
yerel seçimlerinde SHP’nin %28,7 oy alma- vermiştir. Varlıklarının büyük bölümünü bu
sıyla bir ölçüde “düş kırıklığı” yaşamışsa da, krizde kaybedenler, 3 Kasım 2002 genel se-
İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir bele- çimlerinde DSP’yi “cezalandırırken” (%1,2),
diye başkanlıklarını kazanmasıyla biraz bir önceki seçimde meclise giremeyen
“moral” bulmuştur. CHP’ye sadece %19,4’lük bir “teveccüh”te
1991 genel seçimlerine gelindiğinde, bulunmuştur.
“yükselen değer”, “babamız” Süleyman De- Ve böylece AKP’nin yükselişi de başla-
mirel olmuş; seçimlerden DYP %27 oyla bi- mıştır. (AKP’nin oyları %34,3 olmuştur.)
rinci çıkarken, “sol oylar” SHP (%20,8) ve AKP iktidarı karşısında belli ölçülerde
DSP (%10,8) arasında bölünmüştür. “kaygıya” kapılan, ama henüz “korku” duy-
27 Mart 1994 yerel seçimlerinde, Tansu mayan küçük-burjuva aydınları, kendilerini
Çiller’li DYP %21,4’le birinci parti olurken, bir süre “merak etmeyin ordu var”la ve AB
SHP (%13.5), DSP %8,7 ve CHP %4,6 oy ala- hayalleriyle teselli etmişlerdir.
bilmiştir. (Bu seçimde Necmettin Erbakan’ın 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde AKP’nin
Refah Partisi %19,1 oy alırken, MHP’nin oy- oylarını %41,7’ye yükseltmesi, AB hayalleri-
ları %8 olmuştur.) nin “kırılması”, giderek “kaygı”yı “korku”ya
19 Aralık 1995 genel seçimlerinde, Re- dönüştürürken, “merak etmeyin ordu var”
fah Partisi %21,3 oy alarak birinci parti olur- zihniyeti başat yerini korumayı sürdürmüş-
ken, DSP %14,6 ve CHP %10,7 oy alabilmiş- tür.
tir. Bu seçimin ayrıksı özelliği ise, HADEP’in Bu “kaygı”nın “korku”ya dönüşmesi ken-
tek başına seçimlere katılması ve %4,1 oy disini “Cumhuriyet Mitingleri”nde dışa vur-
almasıdır. muşsa da, nihayetinde 22 Temmuz 2007 ge-
Böylesine üst üste gelen seçim “başarı- nel seçimlerinde AKP’nin oylarını %46,6’ya
sızlıkları”, “kişisel bozgun” havasının oluş- yükseltmesi “korku”yu perçinlemiştir. Ardın-
masına yol açmıştır. dan AKP’nin başlattığı “Ergenekon Operas-
İşte bu yeni yeni oluşmaya başlayan “ki- yonları”, sözcüğün gerçek anlamında “siya-
şisel bozgun” havası içinde “28 Şubat süre- sal zor” olarak ortaya çıkarken, ekonomik
ci” başlamış ve yeni bir “umut”, “merak et- baskılar (ekonomik zor) her düzeyde art-
meyin ordu var!”da ifadesini bulan bir mıştır.
“umut” ortaya çıkmıştır. Bu, bir bakıma, kü- Aralık 2008’de AKP’nin (ya da “cemaat”-
çük-burjuva aydınlarının 12 Mart “balyozu”nu in) Genelkurmay’ın “kozmik oda”sına gir-
unutması, 25 yıl sonra orduyla “yeniden” ba- mesi, “merak etmeyin ordu var”ın sonunu
rışması demektir. getirirken, siyasal ve ekonomik zor karşısın-
İşte bu hava içinde, “kişisel bozgun ha- da “son bir hamle” yapmaya çalışan küçük-
vası” ile “merak etmeyin ordu var” arasına burjuva aydınları ve sol kitle, 29 Mart 2009
sıkışan aydın kesim ve sol kitle, 18 Nisan yerel seçimlerinde CHP’nin “moral yüksel-
1999 genel seçimlerinde Ecevit’in DSP’sinin tici” bir sonuç alamamış olmasına rağmen
%22,2 oyla birinci parti olması ve Deniz (%23,1), AKP’nin oylarının sürekli “yükseliş
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2010
olarak da, olayda bir “suçlu” bulmaya çalı- larını sürdürmeleri için gerekli bir
şır ve ardından da “hakkaniyet” ölçüsünde ‘demokratik’ ortam olduğu gibi, köy-
bulduğu “suçlu”nun cezasını keser ve infaz lülüğe de o iktisadi ‘uyum’ için gerek-
eder. İstenildiği kadar, “cehenneme giden lidir.”**
yol iyiniyet taşlarıyla döşenmiştir” denilsin Bu iki teorik saptamadan birincisi, yani
(ki söylenmesi bile gereksizdir, bunu “ezbe- suni denge, kavramın sözcüklerinde ifade-
re” bilir), o yine, “aydın” olmanın çokbilmiş- sini bulduğu gibi, suni, yani yapaydır. Dola-
liğiyle bildiğini okur. yısıyla ister siyasal zorla kurulmuş ve “nis-
pi refah”la sürdürülüyor olsun, her durum-
“BİRAZ” TEORİ da varolan “denge”, kurgusaldır, sanaldır,
yani “psikolojik”tir.
Şimdi, tüm bunları, bu “psikolojik” du- İkinci saptama ise, emperyalizmin ve oli-
rumları ve sonuçları aklımızda tutarak, bi- garşinin, bugün varsayıldığı gibi feodallerle
raz da teorik saptamaları anımsayalım. ya da feodal kalıntılarla (tefeci-tüccar ser-
Bilinebileceği gibi, Mahir Çayan yoldaşın mayesi ve zengin toprak sahipleri) doğru-
en temel saptamalarından birisi, “oligarşi ile dan bir çatışkısının olmadığına ilişkindir.
halkın memnuniyetsizliği ve tepkileri arasın- Özellikle siyasal üstyapıda feodal ideolojiler,
da bir suni denge”nin kurulduğudur. özellikle de din, özenle korunur.
Suni dengenin temel aracı siyasal zor ol- Öte yandan, 1980’lerden itibaren emper-
makla birlikte, “nispi refah”, yani geçmiş yalist sistemin aşırı-üretim sorunu olağanüs-
döneme kıyasla halkın yaşam koşullarında tü boyutlara ulaşmış ve 1990’da Sovyetler
ortaya çıkan göreceli iyileşmeler suni den- Birliği’nin dağıtılmışlığıyla ortaya çıkan “ye-
genin sürdürülmesinde önemli bir yere sa- ni pazarlar” bile bu sorunu (bir süreliğine)
hiptir. İşte bu yaşam koşullarındaki görece- aşmasına olanak sağlamamıştır. Daha önce
li iyileşmeler, bir bütün olarak küçük-burju- doğrudan yeni-sömürgecilik yöntemleriyle
vazinin oligarşiye ya da siyasal iktidara ye- genişletilen geri-bıraktırılmış ülkelerin iç pa-
deklenmesinin en önemli öğesini oluştu- zarlarının, bir kez daha genişletilmesi kaçı-
rur.* nılmaz hale gelmiştir. Dün, “yukardan aşa-
İkinci olarak belirteceğimiz teorik sapta- ğıya” geliştirilen kapitalizmle iç pazar yatay
ma “nispi demokratik ortam”a ilişkindir. olarak genişletilmiştir. Dolayısıyla bugün, iç
“Emperyalist-kapitalist üretim iliş- pazarın yatay olarak genişletilebilmesinin
kilerinin, ülkenin iktisadi evrimi ile sınırlarına ulaşılmıştır. Bir diğer ifadeyle, iç
çatışma ve ‘uyum’ durumu, sınıfsal pazar, toprak olarak genişleyebileceği son
plana, oligarşinin başta proletarya ol- sınıra ulaşmıştır ve sadece nüfus artışıyla ya-
mak üzere, emekçi yığınlarla çatış- tay olarak genişleyebilecek durumdadır.
ması, feodallerle ‘uyum’lu çatışması, Ancak, geri-bıraktırılmış ülkelerdeki iç
köylülükle ‘iktisadi uyum’ çerçevesin- pazarın yatay genişlemesinin sınırlarına ula-
de ‘uyum’u şeklinde yansır. Oligarşi- şılmış olmakla birlikte, pazarın dikey olarak
nin feodallerle ve köylülükle olan genişletilmesi olanaklıdır. Bu da, kişi başı-
uyumu, ülkedeki nispi demokratik na düşen tüketim miktarının artırılmasını
ortamın temelini oluşturur. gerektirir. Yani toplumların, giderek “tüke-
Ülkedeki nispi demokratik ortam, tim toplumu” haline dönüştürülmesiyle iç
feodallerin üst yapısal olarak varlık- pazar belli ölçüde genişletilebilmektedir.
Ülkemizde 1980-2000 arasında, büyük
* Kesintisiz Devrim II-III’de Mahir Çayan yoldaş, kentlerdeki tüketim miktarı artırılarak iç pa-
Che’den şu alıntıyı yapar: zarda belli bir genişleme sağlanmıştır. Bu-
“Yoğun bir şehirleşmenin ve gerçek bir sanayileş-
nun sonucu olarak da, kent küçük-burjuva-
me değilse bile az çok gelişmiş bir hafif ve orta sana-
yinin bulunduğu ülkelerde gerilla grupları teşkil etmek zisi oligarşiye ve onun o dönemdeki siyasal
daha zordur. Şehirlerin ideolojik etkisi, barışçıl usul- temsilcilerine yedeklenmiştir. Ama 2000
lerle örgütlenmiş kitle savaşları umudunu yaratarak dünya ekonomik krizi ve onun yansıması
gerilla savaşlarını frenler. Bu da bir çeşit ‘örgütçülük’ olan Şubat 2001 Türkiye krizi, kent merkez-
ya da ‘kurumculuk’ (revizyonist örgütlenme) yaratır
ki, az çok ‘normal’ sayılabilecek olan dönemlerde,
halkın geçim şartlarının başka durumlara nazaran pek ** İlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Tak-
o kadar çetin olmaması ile nitelenebilir”. tiğimiz, 1976.
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2010
ru biçimde bakılırsa görülebilecek olan açık İkinci olgu, düzen içi solun, 1977 seçim-
gerçek), AKP’nin başarısında önemli etken lerinden bugüne kadar geçen 33 yılda ilk
olan iç pazarın dikey genişletilmesi süreci- kez, %30’luk “sol oy sınırı”nı aşmış ya da aş-
nin sonuna gelinmek üzere olunduğudur. mak üzere olduğudur. Üstelik, 1977’den
Doğal olarak, bundan sonra AKP’nin, “nispi 1994’e kadar sol seçmen kitlenin içinde yer
refah” yoluyla sağlayabileceği “kazançlar” alan Kürt sol seçmeniyle tüm bağlar ve iliş-
sona ulaşmıştır. Şimdi, bu sonla birlikte kiler kopmuşken böyle bir durum ortaya
AKP’-nin, devlet gücünü “hasmı bertaraf ” çıkmıştır. Bu da, 29 Mart 2009 yerel seçim-
etmek için ne ölçüde kullanacağı sorunu leri öncesinde başlayan kitlesel politizasyo-
(siyasal zor) ortaya çıkmıştır. nun ürünüdür.
Bu “psikolojik” hava ve ortam, sadece Üçüncü olgu, bugüne kadar “çağdaş ya-
“Türk” küçük-burjuva aydınları arasında şam”ın temsilcisi ve savunucusu konumun-
mevcut değildir. Aynı zamanda Kürt küçük- daki sol küçük-burjuva kitle, yaşam stan-
burjuva aydınları da, benzer, ama ters yön- dartlarının yükselmesinden umutlarını kes-
de bir “psikolojik” hava içindedir. Amerikan miştir. Bu da, giderek “çağdaş yaşam tarzı”-
emperyalizminin Kuzey Irak’ta bir “Kürt nın laiklik yönünün öne çıkmasına ve bu te-
devleti” kurulmasına “yeşil ışık” yakmasıy- melde politizasyona neden olmuştur.
la başlayan “yüksek moral”, AKP’nin “açı- Bu üç olgunun ortak sonucu, sol kitlenin
lım”ıyla daha da yükselmiş, giderek, “sallar- politizasyonudur.
sak, düşecek” noktasına ulaşmıştır. 12 Eylül Tüm bu olgulara rağmen, küçük-burju-
referandumunda Diyarbakır’da “boykot” va aydın kesim ve sol kitle, düzenin yasal
oranının %70’ler düzeyinde olmasının (YSK’- çerçevesi içinde, “barışçıl” yollarla “düze-
nın resmi açıklamasına göre %63,8) verdiği nin” değişebileceği umutlarını korumakta-
“moral” diri tutulmaya çalışılmaktadır. Oysa dır. Bu açıdan, “başkanlık sistemi” ya da
12 Eylül referandumu “boykot”u, başta Hak- “temsili demokrasi”nin yerine, referandum
kari olmak üzeri, Diyarbakır, Batman, Şır- gibi “çoğunluğu” esas alan “sistem” (eğer
nak, Mardin ve Van dışında “beklenildiği ka- AKP böyle bir “sisteme” geçerse), aynı za-
dar” etkili olmadığı gibi, Bitlis, Bingöl ve manda bu umutların boş ve anlamsız oldu-
Tunceli’nin “bu coğrafyadan”, neredeyse ğunu daha açık hale getirecektir. Ama ülke-
“temelli” bir kopuş içinde olduklarını da de bir “demokratik devrim” sorunu olduğu-
göstermiştir. Dolayısıyla BDP’nin ve “De- nu (ki “Kürt sorunu” ve şeriatçılık bu açıdan
mokratik Toplum Kongresi”nin yöneticileri en tipik iki olgudur) anlayamadıkları ve böy-
konumundaki Kürt küçük-burjuva aydınla- le bir devrimin, aynı zamanda anti-emper-
rının “psikolojisi”, her ne kadar sol kitlenin yalist bir devrim olduğunu kavrayamadıkla-
“psikolojisi”ne ters orantılıysa da, sonuçta rı sürece, emperyalizmin bir başka “psiko-
aynı ölçüde tersine dönme koşulları içinde- lojik harekâtı”nın öznesi olacakları kesin-
dir. dir.
Diyebiliriz ki, ne denli devrimin nesnel
NE YAPILABİLİR? koşulları olgunlaşmış olursa olsun, bu nes-
nel koşullara eşdeğer öznel gelişim sözko-
Şüphesiz, eski seçimlerde olduğu boyut- nusu değildir. Asgari düzeyde bir öznel güç,
ta “kişisel bozgun havası” ortaya çıkmamış- öznel birikim olmaksızın da, devrimci mü-
sa da, sol kitledeki “moral bozukluğu” ke- cadelenin geliştirilmesi ve devrimin tek al-
sin bir olgudur. Bu durum karşısında, bu kit- ternatif olarak ortaya çıkması beklenemez.
le, içten içe ve koro halinde “moral bozuk- Sol kitlenin politizasyonu, bu açıdan önem-
luğuna yer yok, mücadeleye devam” sözle- li bir gelişme sayılabilse de, devrim müca-
rini yinelemektedir. Bu açıdan, kendilerinin delesini kendi öz mücadelesi olarak gören,
en temel sorunlarının “psikolojik” nitelikte devrimciliği kendi öz yaşamı olarak kabul
olduğunun giderek farkına varmaktadırlar. eden ve devrim için savaşmayı göze alan ve
Bu nedenle, böyle bir “hava” ve “ortam”da, savaşan insanlar ortaya çıkmadıkça, sol kit-
“moralinizi bozmayın” demek, “malumu lenin “psikolojisi” siyasal gelişmelerin ivme-
ilam” etmekten başka bir şey değildir. sini belirlemeye devam edecektir.
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2010
Referandumun
Sayısal Sonuçları
Engels, 125 yıl önce yazdığı “Ailenin, metre” olduğunu, “bundan daha çok hiçbir
Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni” yapıtın- şey olamayacağını” söylerken, özellikle
da, seçimlerin, “işçi sınıfının olgunluğunu Almanya’da büyük seçim başarıları elde
10 ölçmeye sağlayan gösterge” ya da “termo- eden Alman Sosyal-Demokrat Partisi’ni göz-
Eylül-Ekim 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
nı %80,7 olurken, “evet” oyları %77,3, “ha- duğu kadar, Anadolu’nun 1950’lerden günü-
yır” oyları %22,7 olmuştur. 29 Mart yerel se- müze kadar “gericilik”in egemen olduğu
çimlerindeki oy dağılımı ise şöyledir: tüm illeri için de geçerlidir.
Bu açıdan bakıldığında, tüm AKP karşıtı
AKP 38,7 milliyetçi söylemine karşın MHP “tabanı”nın,
MHP 29,9 diğer gerici kitleyle birlikte hareket ettiği,
SP 13,1 daha doğrusu, gerici kitlenin etkin bir bölü-
CHP 8,5 münü oluşturduğu kolayca görülebilir.
DP 4,5 Bu durum MHP ve AKP yönetimi tarafın-
Katılım Oranı 82,4 dan referandum öncesinde saptanmıştır. Bu
durumu gören MHP, “hayır” kampanyasını
Buna göre, “hayır cephesi”nin toplam durdurmuş, ancak gelen baskılar üzerine iki
oyu %47,7’dir ve referandumda bu oylar hafta sonra yeniden kampanyayı yürütmek
%22,7’de kalmıştır. (ya da yürütüyormuş gibi görünmek) zorun-
Son olarak “islamcı-faşist” Muhsin Yazı- da kalmıştır.
cıoğlu’nun “memleketi” Sivas’a bakalım: 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde de (ve
12 Eylül referandumunda Sivas’ta katı- daha önceki tüm seçimlerde de) MHP “ta-
lım oranı %82,7 olurken, “evet” oyları %76,6 banı”nın AKP karşısında CHP’li adaylara oy
ve “hayır” oyları %23,4 olmuştur. 29 Mart ye- vermedikleri görülmüştür. Bu konuda Anka-
rel seçimlerinde partilerin aldıkları oyların ra ve Melih Gökçek tipik bir örnektir.
dağılımı ise şöyledir: Bu nedenle, cumhurbaşkanının halk ta-
rafından seçilmesi gibi “çoğunluk” sistem-
BBP 36,3 lerinde, CHP’nin ya da sol kitlenin tek başı-
AKP 33,1 na ve her durumda “azınlık”ta kalacağı ke-
CHP 12,7 sindir. Görüntüsel ve biçimsel olarak da ol-
MHP 8,7 sa “temsili demokrasi”de, seçim yoluyla “ik-
SP 5,5 tidar”a gelebileceği umudunu taşıyan ve ta-
Katılım Oranı 84,7 şımayı sürdüren sol kitle, böylesi bir çoğun-
luk sistemi içinde, seçimle “iktidar” olma
29 Mart seçimlerinde “hayır cephesi”nin “umudu”nu tümüyle yitirecektir.
oyları %21,4’ken, “evet”çilerin oy toplamı 12 Eylül referandumunun ortaya çıkardı-
%74,9’dur. ğı ikinci genel eğilim ise, BDP’ye ve Kürt
Bu dört ilin “ortak paydası”, “evet” oyla- ulusal hareketine ilişkindir.
rının çoğunluğu oluşturmuş olmasıdır. Bu- “Medya”da genel olarak “mavi” renkle
nun dışında bu dört ilin başka bir “ortak gösterilen, Kürtlerin mutlak çoğunluğu oluş-
paydası”, gerici-faşist-dinci propagandanın turduğu ve tartışmasız Kürt olan illerde,
ve siyasetin etkin olmasıdır. Bunun ötesin- “boykot”un “başarılı” olduğuna ilişkin tüm
de “ortak payda” arayışları çok fazla bilim- “yorumlar”a karşın, referandum sonuçları,
sel bir yaklaşım oluşturmaz. İlk üç il için (Er- genel eğilime benzer bir eğilimin ortaya çık-
zurum, Yozgat ve Ankara) geçerli olabilece- tığını göstermiştir.
ği varsayılabilecek bir olgu, dördüncü il için PKK’nin son iki yıldır eylemlerini yoğun-
(Sivas) aynı oranda geçerli olmamaktadır. laştırdığı Hakkari’de “boykot”, %90,9 oranın-
Bu nedenle, bu örneklerden başka “ortak da başarılı olurken, Şırnak’ta %77,5, Diyar-
payda” ya da “genel sonuç” çıkartmak yer- bakır’da %65,2, Batman’da %59,4, Mardin’de
sizdir. Çıkartılabilecek tek sonuç, “genel %57, Van’da %56,4 başarılı olmuştur. Ancak
eğilim”e ilişkindir. Siirt ve Iğdır’da katılım yarı yarıya olurken,
Gerek bu dört il örneğinin, gerekse tüm Muş ve Ağrı’da %55, Bitlis’te %70 ve Bingöl’-
referandum sonucunun ortaya çıkardığı “ge- de %77 olmuştur. (Tunceli/Dersim kendine
nel eğilim”, referandumun CHP-AKP karşıt- özgü özellikleri nedeniyle bu tablonun dı-
lığı içinde, ilerici-demokrat ve solcu dünya şında ele alınmak zorundadır.)
görüşü ile gerici-dinci ve faşist dünya görü- Burada “boykot” oranları, ister istemez
şünün kesinkes karşıtlık oluşturduğudur. hemen her seçimde sandığa gitmeyen, oy
Bu genel eğilim, “Recep bey”in “kum- kullanmayan belli bir seçmen kitlesini de
12 sal” olarak adlandırdığı “kıyı şeridi”nde ol- içermektedir. Örneğin Diyarbakır’da 29 Mart
Eylül-Ekim 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
“Hayır” Oylarının
Çoğunluğu Oluşturduğu İller
İstanbul
Kimi Bekliyor?
İSTANBUL
29 Mart 2009 12 Eylül 2010
Seçmen Sayısı: 8.794.284 9.206.124
Kullanılan Oy: 7.210.309 6.743.672
Geçerli Oy: 7.023.837 6.641.160
Katılım Oranı: %81.99 %73,25
15
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2010
İslamcı-Faşist Saldırının
Yeni Adı: Mahalle Baskısı
19
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2010
SERDAR SOYERGİN
1960/ADANA
26 EKİM 1980/ADANA
1960 yılında Adana’da doğdu. Faşist milis saldırıların yoğunlaştığı bir dö-
nemde, lisede devrimci mücadeleye katıldı. Liseden sonra Adana Eğitim
Enstitüsü’ne girdi ve burada THKP-C/HDÖ’nin örgütsel faaliyetleriyle tanıştı.
1979 yılında THKP-C/HDÖ üyesi olarak okul ve mahalle ilişkilerinde çalıştı ve
1979 ortalarında Adana Çukobirlik Yağ Fabrikası’na işçi olarak girerek, sendi-
kal çalışmaların örgütlenmesinde yer aldı. Bu çalışmalarındaki etkinliği, sarı
sendikacılar tarafından etkisizleştirilmek amacıyla polise ihbar edildi ve bir
süre polis tarafından gözaltına alındı. 1980 başından itibaren polis tarafından
aranması üzerine, illegal örgütsel faaliyette bulunmakla görevlendirildi.
14 Eylül 1980 günü Süleyman AYDEMİR yoldaşla birlikte gerçekleştirdikle-
ri cezalandırma eylemi sonrasında oligarşinin resmi zor güçleriyle silahlı ça-
tışmaya girdi ve çatışmada bir tank yüzbaşısını öldürdüler. Serdar yoldaş, ça-
tışma sırasında aldığı iki kurşun yarası sonucu oligarşinin eline tutsak düş-
tü.
Olayda bir yüzbaşının öldürülmesi nedeniyle 12 Eylül faşist askeri yöneti-
mi çılgına döndü, halka ve devrimcilere duydukları bütün kinlerini Serdar yol-
daşın yargılanmasında gösterdi.
40 gün süren tüm yargı-yargıtay ve onay işlemleri, hiç bir hukuk kuralına
uyulmaksızın gerçekleştirildi ve idam cezası 25-26 Ekim 1980 gecesi infaz
edildi.
Serdar yoldaşın son isteği, zafer günü yoldaşlarıyla birlikte içmeyi düşün-
düğü kahveyi, cellatların gözlerinin içine bakarak içmek olmuştur.
20
Eylül-Ekim 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
ZİYA ERDÖNMEZ
1954 SİVAS/KANGAL
17 EKİM 1980 İSTANBUL/KADIKÖY
Ulusal Hareketlerde
Gizli Görüşmeler
ve Uzlaşmalar
“Rusya’da, bir dizi önemli tarihsel ve toplumsal koşullar nedeniyle daha çok uy-
garlaşmış ve daha çok bir başına olan, ayrılma hakkını en kolay ve en ‘doğal’ biçim-
de fiili hale getirebilecek durumda iki ulus vardır. Bunlar Finlandiya ve Polonya halk-
larıdır. 1905 Devrim deneyimi göstermiştir ki, bu iki ulus içinde bile egemen sınıflar,
toprak sahipleri ve burjuvazi, Finlandiya ve Polonya’nın devrimci proletaryasından
korktukları için devrimci özgürlük mücadelesini reddetmektedirler ve Rus egemen sı-
nıfları ve çar monarşisiyle bir uzlaşma (rapprochement) yolu aramaktadırlar.”
[Lenin, “Ulusal Sorun Üzerine Tezler”, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşla-
rı, s. 82.]
“Tüm ulusal baskılar, geniş halk kitlelerinin direnişine neden olur; ve ulusal ola-
rak ezilen nüfusun direnişi, her zaman ulusal isyan eğilimi gösterir. Ezilen ulusların
burjuvazisi (özellikle Avusturya ve Rusya’da) ulusal isyandan söz ederken, öte yan-
dan pratikte, kendi halkının arkasından ve kendi halkına karşı ezen ulusun burjuva-
zisiyle gerici anlaşmalara girmesi ender gördüğümüz bir şey değildir. Böyle durum-
larda devrimci marksistlerin eleştirisi, doğrudan ulusal harekete karşı değil, ama onun
alçaltılmasına, sıradanlaştırılmasına, onun küçük bir kavga düzeyine indirgenmesi
eğilimine karşı yöneltmelidirler. Yeri gelmişken belirtelim, Avusturya’da ve Rusya’da
pek çok sosyal-demokrat bunu gözden kaçırıyor ve küçük, sıradan ve kirli ulusal kav-
galara –örneğin, iki dilde yazılan bir sokak tabelasında hangi dilin önce yazılacağı
türünden sorunlar üzerine çıkan tartışmalar ve kavgalara– karşı duyduğu haklı nef-
retle, ulusal mücadeleyi desteklemeyi reddediyor. Söz gelişi, Monako Prensliğinde-
ki cumhuriyet maskaralığını ya da Güney Amerika’daki ya da bazı Pasifik Adaların-
daki küçük devletlerdeki ‘generaller’in ‘cumhuriyetçi’ maceralarını ‘desteklemeyece-
ğiz’. Ama bu, ciddi demokratik ve sosyalist hareketin cumhuriyet sloganını terk et-
mesine izin vereceğiz demek değildir. Rusya’daki ve Avusturya’daki kirli ulusal kav-
gaları ve pazarlıkları alaya almalıyız ve alıyoruz da. Ama bu, bir ulusal ayaklanma-
yı ya da ulusal baskıya karşı ciddi halk mücadelesini desteklemeyi reddetmeye izin
vereceğiz demek değildir.”
[Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, s. 73-74.]
Bugüne kadar değişik yazılarımızda, sık- “İnsanların tarih bilincinin silindiği, tarihin
ça, “İnsanların tarih bilincinin silikleştirildi- çarpıtıldığı ve yer yer tümüyle değiştirildiği
ği, Marksist-Leninist teorinin önemsiz bir bu ortam”dan,** “İnsanların tarih bilgisi ve
‘ayrıntı’ olarak sunulduğu bir süreç”ten,* bilincinin tümüyle silikleştirildiği, tarihin ‘po-
püler tarih’ haline dönüştürüldüğü bir dö-
* Kurtuluş Cephesi, “Çakar almaz silahlarla üç
genç mi yıkacaktı anayasal düzeni”, Sayı: 91, Mayıs- ** Kurtuluş Cephesi, “Kadir Has ile Can Dündar”,
22 Haziran 2006. Sayı: 96, Mart-Nisan 2007.
Eylül-Ekim 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
nem”den* söz ettik ve böylesi bir süreçte, yetlerden kurtulmanın yolu ise, kişinin ken-
ortamda ya da dönemde, kaçınılmaz olarak di özgeçmişi ile ülkenin tarihini özdeşleştir-
kurgusal ve spekülatif bilginin, “bilincin” mesinin ortadan kaldırılmasından geçer. Bu
oluşumunda asli öğe olduğunu belirttik. da, bireycileştirmeyle, bencilleştirmeyle ve
Bu belirlemeler, kimilerine göre çok “ki- apolitikleştirmeyle özdeştir. Ayrıca, bu sade-
tabi”, kimilerine göre “soyut”, kimilerine gö- ce belli “maliyetler”den kurtulmayı sağla-
re ise “malum-u ilam”dır! mayıp, yeni ve gerçek-dışı pek çok şeyin pa-
Oysa, bu “kitabi”, “soyut” belirlemeler, zarlanabilmesini de olanaklı kılar. Örneğin,
tarihsel olayların nasıl çarpıtıldığını, değişti- kendi özgeçmişinden, aile yaşamından el-
rildiğini ve farklılaştırıldığını ifade etmenin de edilmiş çocuk bakımı ve yetiştirilmesine
yanında, tarihsel deneyimlerin önemsizleş- ilişkin “tarihi” olmayan bir bireye, çok ko-
tirilerek onlardan dersler çıkartılmasının na- laylıkla “çocuk bakım setleri”, “Annenin Ki-
sıl önlendiğinin de ifadeleridir. tabı” vb. şeyler pazarlanabilmektedir.
En genel ve çok bilinen sözle, tarih, ya- Bugün, ülkenin en temel sorunlarından
zılı tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir. Böy- biri, AKP iktidarının “mevcut yasal düzeni”
le bir tarihte, her zaman ezenler ve ezilen- kullanarak, sürekli ve kalıcı bir iktidar oluş-
ler, üsttekiler ve alttakiler, sömürenler ve sö- turma girişimiyken, diğer temel sorun Kürt
mürülenler olagelmiştir. Bir zamanlar çok ulusal sorunudur. Her iki sorun da, tarih bi-
“bilinen” bir marksist saptamayla, sömüren- lincinin silikleştirildiği, yok edildiği ya da
ler, her zaman tarihten, tarihsel olaylardan çarpıtıldığı bir “entelektüel” ortamda, nere-
çok hızla dersler çıkarırlar. Yüzlerce yıldır bi- deyse tarihin bir tekerrürü gibidir.**
riktirdikleri “yönetim deneyimi”, böylesine İnsanlar, 1990’lar boyunca “yeni dünya
tarih derslerine dayanır. Bu sayededir ki, sö- düzeni”, “globalizm”, “ideolojilerin sonu”
mürenler, sömürülenleri uzun yıllar yönet- vb. söylemlerle bir şeylere inandırıldı. Bu
meyi becerebilmişler ve iktidarlarını sanki inandırmanın en vahşi ve insanlık için en
“sonsuz”muşcasına ayakta tutabilmişlerdir. kötüsü, emperyalizmin sona erdiği yalanı ol-
Ya ezilenler, sömürülenler, alttakiler? muştur. Bu yalan, dün Yugoslavya’da, bugün
Kimi zaman cahil bırakılarak, kimi za- Irak ve Afganistan’da yüz binlerce insanın
man (ve daha sık) korkutularak, çoğu du- ölümüne yol açmıştır.
rumda da kendi içlerinden çıkan ya da ken- Ancak tarihin, tarih bilincini oluşturan bir
dileri için mücadele eden “bilinçli” insanlar başka özelliği daha vardır. Somut tarihsel
satın alınarak sessiz, tepkisiz ve kendi gün- olayların nasıl ortaya çıktığını, evrildiğini ve
lük yaşamının küçük sorunları altında ezi- sonuçlandığını saptayan tarih, bu somut
len insanlar haline getirilmiştir. saptamaları ortaya çıkarır çıkarmaz, “tarih
Ama onlar da, bir geçmişe, bir tarihe sa- dersleri”nin konusu haline gelir. Kimi du-
hiptirler; bunlarla övünürler, bunlarla üzü- rumda bu “tarih dersleri”, neden-sonuç iliş-
lürler, bunlardan dersler çıkarırlar. Çoğu du- kisi açısından ele alınarak çıkartılmaya ça-
rumda, kendi özgeçmişleri ile yaşadıkları lışılır. Böyle yapıldığında, çoğu durumda za-
toprakların tarihini özdeşleştirirler. Bunun man kavramı ve yöntem dışlanır. Zaman ve
sonucu olarak da, belli siyasal davranışta yöntem işin içine girdiği andan itibaren, ta-
bulunurlar. Eğer onların kendileriyle özdeş- rihsel olaylar teorinin, yani soyutlamanın ko-
leştirdikleri gerçek tarihin yerine kurgusal nusu haline gelir. Tarihsel somut olaylardan
(montaj) bir başka tarih geçirilebilirse, açık- yola çıkılarak, soyuta gidildiğinde, ortaya te-
tır ki, onların siyasal davranışları da değişe- ori dediğimiz genellemeler çıkar.
bilecektir. Marksist tarih anlayışı, yani tarihsel ma-
Bu nedenle, ezilenler, sömürülenler, alt- teryalizm, diyalektik materyalizmin bakış
takiler için “özel tarih” oluşturulur. Yine ta- açısından tarihin yorumlanması, bir bakıma
rihte görülmüştür ki, egemen sınıflar için bu tarihten “dersler” çıkartılmasıdır.
kurgusal tarihin “onlara” kabul ettirilmesi ve Burjuva tarih anlayışı da, kendi metafi-
sürdürülmesi pek çok zorluklara ve maliye- zik yöntemiyle tarihi irdeler ve idealist anla-
te yol açmaktadır. Bu zorluklardan ve mali-
** “Milli Şair” M. Akif Ersoy şöyle der: “Tarihi te-
* Kurtuluş Cephesi, “Solda Kuzular ve Kurtlar”, kerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsaydı, tekerrür
Sayı: 83, Ocak-Şubat 2005. mü ederdi?”
23
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2010
yışıyla tarihi yorumlar, yani tarihten “ders- rını değil, ekonomik-toplumsal düzenini top-
ler” çıkarır. yekün ortadan kaldıran) karşısında, aynı
Burada, iki tarih anlayışının sınıfsal nite- devlet sınırları içindeki farklı ulusların ege-
likleri ve temelden farklılıkları üzerinde dur- men sınıflarının (başta ezen ve ezilen ulu-
mayacağız. Şu kadarını belirtelim ki, mark- sun burjuvazilerinin) birleştiği, kendi arala-
sist tarih anlayışı, proletaryanın sınıfsal ba- rındaki çelişkileri ikincil plana koydukları-
kış açısını ifade ederken, burjuva tarih an- dır. Diğer ifadeyle, gelişen bir devrimci mü-
layışı, burjuvazinin (büyük burjuvazi, kapi- cadele, hatta devrimci mücadelenin geliş-
talist sınıf) dünya görüşünün yansısıdır. me olasılığı, ulusal çelişkileri ve çatışkıları
Her iki tarih anlayışının, tarihe bakış açı- hızla ikincil düzeye indirger.
sının tek ortak noktası, aynı tarihsel olayla- Aynı biçimde, ulusal çelişki ve çatışkıla-
rı ele alışlarından ibarettir. Her ne kadar ay- rın olduğu ülkelerde, devrimci mücadele-
nı tarihsel olaylar ele alınsa da, olayların ele nin güçsüzleşmesi ve zayıflaması, her du-
alınış tarzı, irdelenmesi ve yorumlanması tü- rumda bu çelişki ve çatışkıların gündemin
müyle sınıfsal bakış açısına uygundur. An- birinci sırasına çıkmasının ortamını hazırlar.
cak bu “ortak” özellik, yani aynı tarihsel Stalin, 1905 Devrimi’nin yenilgisinden sonra
olayların ele alınması, ancak araştırma yön- Rusya’da ortaya çıkan durumu şöyle özet-
teminin ve yorumlama tarzının farklılığın- ler:
dan kaynaklanan “sonuçlar”ın, yani “tarih- “Rusya’da karşı-devrim dönemi
sel dersler”in farklılaşması karşısında bur- yalnızca ‘yıldırım ve gökgürültüsü’nü
juva (ya da küçük-burjuva) tarih anlayışı, değil, ama hareket karşısında düşkı-
kendi “vargı”larını haklı ve doğru göstere- rıklığını, ortak güçlere inançsızlığı da
bilmek için kurguya (montaj) başvurur ve getirdi. Önceleri ‘parlak bir geleceğe’
çıkardığı “tarihsel dersler”, hemen her du- inanılmıştı, ve insanlar, milliyetlerin-
rumda spekülatiftir. den bağımsız olarak, birlikte savaşı-
Şimdi yazımızın başında yer verdiğimiz yorlardı: herşeyden önce ortak so-
Lenin’in sözlerini ele alalım. runlar! Daha sonra içe bir kuşku gir-
Lenin, çok açık biçimde, Rusya’nın tari- di ve insanlar, herkes kendi ulusal yu-
hinin belli bir döneminde ortaya çıkan olay- vasına dönmek üzere, birbirlerinden
ların, özellikle de 1905 Devrimi’nin her tür- ayrılmaya başladılar: kimse, kendin-
den ulusun egemen sınıfları arasında yarat- den başka kimseye güvenmesin! Her
mış olduğu bir “korku”dan ve bu “korku”nun şeyden önce “ulusal sorun”!...
ortaya çıkardığı “tutumlar”dan söz eder. Ve yukarıdan gelen kavgacı milli-
Açıkça ifade ettiği gibi, bu “korku”, devrim- yetçilik dalgası, kendi ‘özgürlük aşkı’
ci proletarya korkusudur, yani proleter dev- adına çevreden öcünü alan ‘iktidar
rim korkusudur. Tıpkı 1871 Paris Komünü’- sahipleri’nden gelen tüm bir baskılar
nün yaratmış olduğu korku gibi. dizisi, aşağıdan yükselen, ve bazan
Bu “korku”, her zaman ve her yerde bir kaba bir şovenizme dönüşen bir mil-
ve aynı olmasının yanında, aynı zamanda liyetçilik karşı-dalgasına yol açtı.
egemen sınıfları bu “korku” etrafında ve bu İşçi yığınlarını sürükleme tehlike-
“korkuyu” yaratanlara karşı birleşmeye zor- si gösteren milliyetçilik dalgası, dur-
lar. Bu, Marks’ın 1848-1850 arasında Fran- madan güçlenerek, yükseliyordu. Ve
sa’daki sınıf mücadelesinden çıkardığı en kurtuluş hareketi ne kadar güçten
önemli derslerden birisidir. düşüyorduysa, milliyetçilik çiçekleri
“Devrimci ilerleme, dolaysız traji- de öylesine açıyorlardı.”**
komik başarılarıyla değil, tam tersine Ülkemiz somutunda, Kürt ulusal hareke-
birleşik, güçlü bir karşı devrim yara- tinin marksist-leninist hareketten kopuşu 12
tarak, bir düşman yaratarak kendi yo- Mart 1971 sonrasında devrimci mücadele-
lunu açtı.”* nin büyük darbe yemesiyle başlamıştır.
Tarihin bu dersi, gelişen bir devrimci Tarihin, ulusal çatışkılar ve mücadeleler
mücadele (egemen sınıfların sadece iktida- tarihinin ikinci dersi, “ezilen ulusların bur-
juvazisinin bir yandan ulusal isyandan söz
* Karl Marks, Fransa’da Sınıf Savaşımları (1848-
24 1850), s. 246. ** Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun, s. 7-8.
Eylül-Ekim 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
ederken, öte yandan pratikte, kendi halkı- juvazisi, olası bir “Kürt sorunu” çözümü ko-
nın arkasından ve kendi halkına karşı ezen şullarında açık bir çıkar çatışması içine gi-
ulusun burjuvazisiyle gerici anlaşmalara receği “cemaatçi” Kürt küçük-burjuvazisi
girmesi”dir. kadar kolayca bir anlaşmaya yapma yanlısı
Açıktır ki, böylesi gerici anlaşmaların ya- değildir. Üstelik AKP, kendi sınıfsal temeline
pılabilmesi için, herşeyden önce iki tarafın uygun olarak “çözüm”de “cemaatçi” Kürt
da böyle bir anlaşmadan “çıkarı” olması ge- küçük-burjuvazisinin ilk başta ve en önde
rekir. İkinci olarak da, kendilerini bir anlaş- yer almasını isterken, diğer kesim (siyasal
maya zorlayan etmenlerin varlığı gereklidir. olarak PKK), bu isteği ve girişimi kesinkes
Yukarda ifade ettiğimiz gibi, “anlaşmaya zor- reddetmektedir.
layan etmen”, her durumda devrimci mü- Bu “kabul” ve “ret” ilişkisindeki tüm ta-
cadelenin kendisidir. Ancak tek etmen de- raflar, daha bugünden, gelecekteki olası bir
ğildir. Devrimci mücadelenin güçsüzleştiği “federe” (ya da “özerk”) “Kürdistan” üzerin-
ve zayıfladığı koşullarda, kaçınılmaz olarak deki hesaplarını ve çıkarlarını azamileştir-
“başka etmenler” olmadıkça, böylesi gerici meye çabalamaktadırlar. Bir bakıma, olası
anlaşmalar sadece karşılıklı “çıkar” teme- bir “özerk Kürdistan”ın egemeninin kim ola-
linde yapılamaz. cağı mücadelesi (iktidar mücadelesi) veril-
Yine ülkemiz somutunda, bugün AKP ile mektedir.
PKK’nin “gizli görüşmeleri” “başka etmen- İşte bu mücadele, bugün AKP ile PKK
ler”in zorlamasıyla ortaya çıkmıştır. Ameri- arasında yapılan “gizli görüşmeler”in zaman
kan emperyalizminin Ortadoğu “projesi”nin zaman kesilmesine, zaman zaman restleşil-
gerekleri kadar (belirleyici etmen), AKP’nin mesine neden olmaktadır. AKP’nin elinde-
iktidarını koruma ve sürdürme gereği de bu ki “koz”, “ulusalcılar” ve OHAL iken, PKK’nin
“gizli görüşmeler”in zorunlu etmenleri du- elindeki “koz”, “daha fazla şehit cenazesi”dir.
rumundadır. Öte yandan AKP’nin temsil et- Olası bir anlaşma sonucunda ortaya çıka-
tiği feodal-tüccar sermayesinin kendi konu- cak olan bir “özerk Kürdistan”ın iktidar mü-
munu güçlendirme ve kalıcılaştırma istemi cadelesi, bugün, bu söylemlerle sürdürül-
ile Kürt küçük-burjuvazisinin büyüme, bü- mektedir.
yük burjuva olma özlemi birbiriyle çakışmış- Tarihin gösterdiği açık gerçek, ezen ve
tır. Bu etmenlerin yanında, irili-ufaklı başka ezilen ulusun sömürücü sınıflarının yapaca-
etmenler de (“şehit cenazeleri” gibi) devre- ğı her anlaşmanın, özsel olarak ezilen ulu-
ye girerek, “Kürt sorunu”na “siyasal çözüm” sun proletaryası ve köylülerinin, hangi ulu-
bulma girişimlerinin hızlanmasına yol aç- sun hangi sömürücü sınıfı tarafından sömü-
mıştır. rüleceğinin anlaşması olacağıdır.
Burada altı çizilmesi gereken, AKP ile Şüphesiz, kapitalizmin iç dinamikle ge-
PKK’nin “gizli görüşmeleri” ve bunu zorun- liştiği ve bugün ulusal sorunların yüzyıl ge-
lu kılan etmenlerden çok, bu görüşmeler ride kaldığı kapitalist ülkelerdeki ulusal so-
sonucunda ortaya çıkartılabilecek olası bir runların gelişimi ve çözümü ile kapitalizmin
“anlaşma”nın, Türkiye halkı açısından bir dış dinamikle geliştiği, milli (ulusal) burju-
bütün olarak (Kürtler ve Türkler) ve özel vazinin bulunmadığı, emperyalizmin sömür-
olarak da Kürt halkı açısından gerici ve ken- gesi durumunda olan ülkelerdeki (Türkiye)
dilerine karşı bir anlaşma olacağı gerçeği- ulusal sorunların gelişimi ve çözümü bir ve
dir. aynı değildir. Ortada, her iki taraf için, söz-
AKP’nin temsil ettiği feodal-tüccar ser- cüğün gerçek ve tarihsel anlamıyla ulusal
mayesi (dini siyasal bir araç olarak kullanan (milli) burjuvazi bulunmadığından, yapıla-
sömürücü sınıf) ile aynı sermayenin uzantı- cak anlaşmalar da ulusal nitelikte olmaya-
sı olan Kürt küçük-burjuvazisinin (“cemaat” caktır. Daha çok, o sıradaki (konjonktürde-
ilişkileri içinde olan, dolayısıyla geçmiş dö- ki) yerli sömürücü sınıflar ile emperyalizm
neme kadar kendi çıkarlarının gerçekleşme- arasındaki ilişki tarafından belirlenmek du-
sini “siyasal islam”ın iktidar oluşuna bağla- rumundadır. Türkiye bütününde, dün “Ata-
mış olan) çok kolayca anlaşmaya varabile- türkçü” (“kemalist” değil, “Atatürkçü”) ve
cekleri açıktır. Ancak kendi çıkarlarını PKK’- “laik” bir sermaye kesimi etkin durumday-
nin mücadelesinin “zaferi”yle özdeşleştir- ken, bugün şeriatçı ve ümmetçi bir serma-
miş ve aynı zamanda “laik” Kürt küçük-bur- ye kesimi etkindir. Üstelik bugünün şeriatçı 25
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2010
Öncelikle, bu sözde “liberal”lerin Taraf mez” diyerek “somut”a tahvil eden ilk kişi
gazetesi çevresinde toplaştıkları ve orayı üs olan Murat Belge, Amerikan emperyalizmi-
olarak kullandıklarını bilmek ve akılda tut- nin “temiz vakıfları” aracılığıyla küçük-bur-
mak gerekir. Bu sözde “liberaller”, AKP’nin juva aydınlarının satın alınmasında taşeron-
mali desteğiyle, Lenin’in deyişiyle, “ayrı bir luk yapmıştır.
bayrak altında” birleşmiş eskimiş “solcu” ve Sözü edilmeye deymeyecek olsa da, Ro-
oportünistlerden oluşmaktadır. ni Margulies* adlı bir zevat referandum sü-
Halil Berktay (ki adının başında bir de recinde “sol liberalizm” görünümü altında
“Prof. Dr.” ünvanı vardır) bu oportünistlerin mevziye sokulmuştur. “Devrimci”, “solcu”
en eskimişi ve en “uleması”dır. Robert Ko- ve hatta “marksist” olduğunu söyleyen ve
lej mezunu Halil Berktay, “marksist”liğe her öyle sanılan bu zevat da, şairlikten “liberal
ne kadar “kampus maoisti” olarak Yale Üni- marksizmin sözcülüğüne” zıplatılarak Ta-
versitesi’nde başlamışsa da, asıl tedrisatını raf’ın köşesine “sol duyu” olarak yerleştiril-
Doğu Perinçek’in yanında yapmıştır. “Bilim-
sel Sosyalist Devrim Anlayışı” üzerine kalem * Pek çok kişinin “nereden çıktı bu zevat” diyebi-
oynatmış, Doğu Perinçek’in “varisi” olarak leceği Roni Margulies’in “geçmişine” internete şöyle
değinilmektedir: “Robert Koleji’ndan mezun olduk-
yükselmiş ve 12 Eylül sonrasında “maoizm”- tan sonra İngiltere’deki çeşitli üniversitelerde öğretim
den hızla “Gorbaçovculuğa” terfi etmiş ve gördü. İktisat üzerine doktora yaptı. İktisatçılık yap-
ardından da Doğu Perinçek’le ip’leri kopar- mamayı tercih eden Margulies Londra’da hayatını sür-
mış birisidir. dürdü. Yahudi asıllı olmasına rağmen kendisini siyo-
nizm karşıtı ve devrimci olarak tanımlamaktadır. İlk
Aydın Doğan’ın Radikal’inden Taraf’a şiir kitabını 1991 yılında çıkaran Margulies, toplam al-
transfer olan Murat Belge, Halil Berktay ka- tı şiir kitabı, şiir çevirilerinden oluşan dört kitap, ço-
dar, ama “karşı saf ”larından çıkma “ule- cukluk anıları, siyasi tercümeler ve edebiyat, siyaset,
ma”dır. “Birikim’deki birikimini”, “soyut bir tarih hakkında çok sayıda dergi ve gazete makalesi
28 gelecek için somut bugünden vazgeçile- bulunmaktadır. 2002 yılında Saat Farkı adlı eseri ile
Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne layık görülmüştür.”
Eylül-Ekim 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
30
Eylül-Ekim 2010 KURTULUŞ CEPHESİ
ri” (“çocuk parası”), “Kadının aile ve top- Bugün AKP iktidarı tarafından dağıtılan
lum içindeki konumunun güçlendirilmesi pek çok “nakit destek”lerin, neredeyse ta-
amacıyla, doğrudan annelere yapılmakta- mamı Dünya Bankası tarafından finanse
dır”. Buna göre, “annelere”, ilköğretime de- edilmektedir. Bu “nakit” parasal desteğin ya
vam eden erkek çocuk başına ayda 20 TL da açıktan para dağıtımının seçim sonuçla-
ve kız çocuk başına ayda 25 TL; ortaöğreti- rı üzerindeki etkisi, şüphesiz toplumbilimci-
me devam eden erkek çocuk başına ayda ler tarafından incelenmesi gereken bir ko-
35 TL ve kız çocuk başına ayda 45 TL doğ- nudur. Ancak şu kadarı açıktır ki, sadece Ur-
rudan nakit para verilmektedir. fa ilinde bu para dağıtımının oyların dağılı-
2002-2007 yılları arasında doğrudan Dün- mında nasıl etkide bulunduğu kolayca gö-
ya Bankası tarafından yürütülen ve yöneti- rülebilir.
len bu “Şartlı Nakit Transferi” için Dünya Bugün AKP, Dünya Bankası’nın parasını
Bankası, karşılıksız/hibe olarak 500 milyon dağıtmakla kalmayıp, aynı zamanda kendi-
dolar vermiştir. 2007 yılında Dünya Banka- leri iktidarı kaybederlerse bu paranın da ke-
sı’nın “kriterleri” gereğince sona eren “pro- sileceği propagandasını sürdürmektedir.
je”, uygulama süresinde “olağanüstü başa- CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun “sadaka kültü-
rı gösterdiği için” Sosyal Yardımlaşma ve rüne son vereceğiz”, “insanları sadakaya
Dayanışma Fonu’na (T. Özal’ın ünlü “Fak- muhtaç olmaktan kurtaracağız” söylemi de,
Fuk-Fon”u) devredilmiştir. AKP’nin bu propagandasının ana “koz”u ol-
Resmi açıklamaya göre, 2003-2008 ara- muştur. 1950’lerin Komünizmle Mücadele
sında 1.026.752 çocuk için, 396 milyon TL Dernekleri’nde “tedrisat yapmış” şeriatçılar,
“nakit transferi” gerçekleştirilmiştir. Dünya bugün varlıklı-varlıksız, zengin-fakir edebi-
Bankası’nın bu proje için ayırdığı 500 mil- yatını çok kolayca sürdürebilmektedirler.
yon doların yarısı 2008 yılına kadar kullanıl- Bir zamanların ATÜT’cüsü İ. Küçükö-
mış ve kalan diğer yarısı 2008’den günümü- mer’in Türkiye’de “sağ soldur, sol sağdır”
ze kadar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma türünden saçmalıklarına (“bilimsel” adı
Fonu tarafından kullanılmaktadır. “tez” olmaktadır) dayanarak “Taraf”tarlar ta-
Burada çocuk başına verilen paranın rafından AKP’nin “solcu” gösterilmeye kal-
çok “cüzi” olması fazlaca önemli değildir. kışılmasının da, şeriatçı ve faşist demagoji-
Özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu böl- lerin hemen her durumda sol söylemleri ve
gesinde “çok çocuklu” aileler söz konusu terimleri kullanmalarının da gerçekliği, var-
olduğunda, kadın başına (“çocuklar için” ve lıklı-varlıksız, zengin-fakir vb. türünden bir
“çocukların okula gitmesi şartıyla”) ödenen “sınıf ” ayrımını görüntüsel (ve elbette de-
aylık para miktarı 100-150 TL arasında de- magojik) biçimde kabul ediyor görünmele-
ğişmektedir. rinde yatar. Erbakan’ın “anti-amerikancı”lığı,
Bugün Anadolu’nun yoksul insanları, bu “yeni-sömürgecilik” söylemleri ve buna bağ-
“nakit” paranın doğrudan AKP tarafından lı demagojileri, gelişen ve yükselen devrim-
verildiğine inandırılmıştır. ci mücadele karşısındaki çaresizliklerinin de
İşte bu “inanç” temelinde, “eğer solcu- dışa vurumudur.
lar iktidara gelirse... bu parayı kesecekler” Bugünlerde unutulmuş söylemle “siya-
propagandası en etkin biçimde sürdürül- sal islam”ın ya da dini siyasette bir araç ola-
mektedir. rak kullanan sömürücü kesimlerin “zengin-
Öte yandan, “proje” tümüyle Dünya Ban- fakir” söylemi de, anti-faizci tutumu gibidir.
kası tarafından hazırlanmış ve finanse edil- Gerçekte faize karşı değillerdir, ama küçük
miştir. Her ne kadar “gerekçe”de, 2001 kri- ve orta sermayeleri açısından faiz ödeme-
zinin yarattığı “sosyal riski azaltmak”tan söz leri, gelişmeleri bir yana, varlıklarını sürdür-
ediliyorsa da, “proje”nin AKP’nin iktidar ol- melerini bile ortadan kaldıracak boyutlarda
masıyla birlikte uygulanmaya başlanması ve olduğu için “faizlere karşı”dırlar. Tüm za-
“normal ve yasal” süresi bittiği halde sürdü- manlardaki amaçları, tekelleşmek, tekelci
rülmesi, emperyalizmin en önemli iki ulus- burjuvazinin içinde yer almak olmuştur.
lararası finans kuruluşundan birisinin, Dün- Bugün açık olan gerçek, Dünya Bankası
ya Bankası’nın (diğeri IMF) AKP’ye nasıl kredi ve borçlarıyla finanse edilen tüm pro-
destek verdiğini açıkça ortaya koymakta- jelerin amacı, doğrudan AKP’nin oy tabanı-
dır. nı korumaya ve artırmaya yöneliktir. 33
KURTULUŞ CEPHESİ Eylül-Ekim 2010
2008-2010 arasında Dünya Bankası tara- Tüm bunlar AKP’nin Amerikan emper-
fından AKP’ye verilen “proje” kredilerinin yalizmi tarafından desteklendiğine ilişkin
toplamı 6,2 milyar dolardır. (Buna, 27 Tem- “soyut” söylemlerin maddi gerçekliğidir.
muz 2007 seçimlerinin arifesinde İstanbul Bu gerçekliğe rağmen, yani Dünya Ban-
Büyükşehir Belediyesi’ne verilen 322,2 mil- kası aracılığıyla AKP’nin finanse edilmesi
yon dolar da dahildir.) Sadece 2010 yılının gerçeği karşısında, “sol” aydınlar ve özel
ilk altı ayında verilen Dünya Bankası kredi- olarak da CHP sessiz kalmaktadır. Bunun
si 1,6 milyar dolar olmuştur. Yeni Şafak’ın bir nedeni, Dünya Bankası’nın “sosyal yar-
haberine göre (9 Ocak 2010), 2010 yılının dım kuruluşu” olarak görülmesi, bir diğer
tamamında verilecek kredilerin toplamı 3 ifadeyle, emperyalizmin günahlarını hafifle-
milyar dolardır. ten bir kurum olarak algılanması ise de, ana
Dünya Bankası’nın, kimi zaman “proje nedeni Dünya Bankası ile “arayı” bozma-
kredisi” adı altında, kimi zaman “stratejik maktır. Bu, aynı zamanda Amerikan emper-
ortaklık” (Country Partnership Strategy) adı yalizmiyle arayı bozmamak demektir. Bu da,
altında verilen bu kredileri, doğrudan AKP’- bu kesimlerin sınıfsal nitelikleriyle (küçük-
nin seçmen tabanına dağıtılan nakit para ve burjuva nitelikleriyle) tam olarak örtüşmek-
küçük esnafa verilen “destekleme kredisi” tedir.
olarak kullanılmaktadır.* “Yaşamınızdaki Dünya Bankası” gerçe-
ği görülmediği ve teşhir edilmediği sürece,
* Dünya Bankası’nın bu rolü 1976 yılında Türkiye ülkedeki seçimlerin “halkın iradesini” orta-
Devriminin Acil Sorunları I’de şöyle ifade edilmiştir: ya koyduğunu ileri sürmek aptallıktır ve ap-
“Emperyalizmin geri-bıraktırılmış ülkelerde uygu-
tallık olduğu kadar da halkı aptallaştırmak-
ladığı bu yeni strateji değişik ülkelerde değişik biçim
alır. Yeni stratejinin uygulanmasının demokratik görü- tır. Bunun için, Doğu ve Güney Doğu illerin-
nümlü bir yönetim altında yapılması ideal olmakla be- de, sadece kadınlara ödenen “çocuk para-
raber zorunlu değildir. Günümüzde bu yeni strateji Af- sı”nın toplumsal ilişkilerde nasıl değişiklik-
rika ülkelerinden Brezilya’ya ve Türkiye’ye kadar de- lere yol açtığına ve bunun siyasal sonuçla-
ğişik yönetim biçimlerinin mevcut olduğu pek çok ül-
kede uygulanmaktadır. Yeni stratejinin uygulanmasın- rına bakmak yeterlidir.
da şu anda iki özellik görülmektedir: Birincisi, uygu-
lama çok esnektir. Emperyalizm ülkedeki duruma gö-
re bazen reformizmin sosyal tabanının değişimi için
gerekli uygulamalara bütün gücü ile girişmekte, ba-
zen de tasfiye etmek ya da etkisini azaltmak istediği
sınıflarla olan ittifakını sürdürmektedir. Geri-bıraktırıl-
mış ülkelerde uygulanan yeni strateji yaygınlık kazan-
makla birlikte henüz tam bir kararlılık kazanmamış-
tır. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının günü-
müzde çok ağırlaşması ve geri-bıraktırılmış ülkelerde-
ki devrimci hareketlerin güçlenmesi ve her ülkede or-
taya çıkabilecek beklenmeyen olaylar sonucu yeni
stratejide zaman zaman geriye dönüşler olmakla bir-
likte, uzun dönemde yeni uygulama kesinlikle ağır ba-
sacaktır. Yerli egemen sınıfların bir bölümünün diren-
mesi halinde bile bu uygulama yürütülecektir. Dünya
Bankası başkanı yeni stratejinin emperyalizmin daha
geniş pazarlar ihtiyacından çok politik yönden gerek-
li olduğunu açıkça söylemektedir:
“Pek az çok zengin ve ümitsiz derecede fakir pek
çok olduğunda ve aralarındaki fark kapanmaktan çok
genişlediğinden artık reformun politik maliyeti ve
ayaklanmanın politik tehlikesi arasında seçim yapıl-
ması gerekir. Sosyal adalet sadece ahlaki bir zorun-
luluk değildir. Aynı zamanda politik bir zorunluluktur re geçişin şartlarının olmamasıdır. Ancak küçük üre-
da.” (One Hundred Countries Two Billion People, s. ticiliğin desteklenmesi ve örgütlenmesi ülke içinde
12.) seçilmiş bazı bölgelerde geniş ölçülerde uygulanmak-
Emperyalizmin geri-bıraktırılmış ülkelerdeki yeni ta, yapılan bazı reformlar ve düzenlemelerle bölge
stratejisinin uygulamada ikinci özelliği, birincisine halkının potansiyeli, düzene karşı hoşnutsuzluğu hiç
bağlı olarak, uygulamanın ülke çapında değil bölge- olmazsa bir süre için düşürülmeye çalışılmaktadır. Ye-
sel olmasıdır. Bunun nedeni tasfiye edilmek veya et- ni uygulama için seçilen bölgeler ya özellikle strate-
kisi azaltılmak istenen hakim sınıflarının bir kesimi- jik yerlerdir veya Guetamala ve Kolombiya’da olduğu
34 nin direnişi ve ülkede hızla yeni politik düzenlemele- gibi gerillaların başlıca faaliyet alanlarıdır.”
ERİŞ YAYINLARI
İnternet Adresi:
www.kurtuluscephesi.com
www.kurtuluscephesi.org
www.kurtuluscephesi.net
E-Posta Adresi:
kurcephe@kurtuluscephesi.org
erisyayinlari@kurtuluscephesi.org