Académique Documents
Professionnel Documents
Culture Documents
MARKSÇI SOLUN
BİRLiGi
PROMETE YAYlNLARI
Hüseyin Dranıan 'a...
PROMETE YAYlNLARI
Promete Yayınları
Rüzgarlı Bahçe Sokak
Park Apt. 7/10 Bakirköy
Tel: 571 00 94
PROMETE YAYlNLARI
MARKSÇI SOLUN
BİRLiGi
PROMETE YAYlNLARI
İst-1990
İÇİNDEKİLER
·
Yasal Parti Ve Yasal Olmayan Parti."................................ .
4
MARKSÇI SOLUN BİRLİGİ
1990 da Türkiye'de legal marksçı solun "Türkiye Birle
şik Komünist Partisi"nden çok ya bir devrimci sosyalist
partide, ya bir devrimci sosyalist blokta, ya da devrimci
bir cephede toplanma eğiliminde olduğunu görüyoruz.
Biz de toplumun meşruiyeti, bu meşruiyeti güvenceye
alan merkezi devletin yasaları doğrultusunda olan eylem
lerden yanayız. Toplumun meşruiyeti ve yasaların güven
cesini savunduğumuza göre Türkiye'deki legal marksçı
solun da bizim görüşlerimizi paylaşınası gerekir.
TBKP, kurulması düşünülen devrimci parti, devrimci
blok ya da cephe de toplumun meşruiyeti doğrultusunda
olmakla birlikte yasaların güvencesinde değildir. Öte );an
dan kurulacak bir kitle partisi yasaların güvencesindedir.
Doğaldır ki bizim toplumun meşruiyetini ve merkezi
devletin yasalarının güvencesini istememiz, bu yasaların
tümünün toplumun meşruiyetini yansıttığı görüşünde ol
duğumuz anlamına gelmez. Biz toplumun meşruiyetine
uygun olmayan merkezi devlet yasalarının toplumun meş
ruiyetine uygun duruma getirilmesinden yanayız.
Bugünkü toplum düzenimiz kapitalist bir toplum düze
nidir. Bu nedenle merkezi devletin yasalarının da bu dü
zenin meşruiyetini güvenceye alacak biçimde düzenlen
mesi gerekir.
Kapitalist toplum düzeninde biri bu düzenin kendi iç
çelişkisi olan proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki,
biri de toplumla toplumun yöneticileri arasındaki çelişki
olmak üzere iki çelişki vardır. Birinci çelişkide proletar
ya yine proletarya olarak kalmakta, burjuvazi ise tekelci,
mali sermaye burjuvazisi durumuna gelmektedir. Tekel
ci, mali sermaye ya bireye ya da devlete aittir. Kapitaliz
min sermayenin bireyde biriken örneği olarak Ameri
ka'yı, devlette biriken örneği olarak da Sovyetler Birli
ği'ni gösterebiliriz.
5
Toplumla, onun yöneticileri arasındaki çelişkiye gelin
ce, bu çelişki Amerika' da da, Sovyetler Birliği'nde de var
dır. Kapitalizmde proletarya ile burjuvazi arasındaki çe
lişkiyi evrensel ölçüde çözmek için üretim araçları üzerin
deki özel mülkiyeti kaldırmak gerekir.
Buna karşılık her toplumda var olan yöneten-yöneti
len çelişkisi süreklidir. Bunun şiddetini azaltmak müm
·
kündür. au şiddet bürokrasinin niteliğine göre değişir.
Bürokrasi sicille oluşmuşsa bürokrasinin şiddeti yüksek,
seçimle oluşmuşsa.daha azdır.
Toplumların gelişmesinin evreleri sürü insanı döne
mi, sınıflı toplum insanı (efendiye, toprağa, ücrete köle
lik) dönemi, sınıfsız toplum insanı dönemi olarak ayrılır.
Bir dönemden diğerine geçiş, birtakım bunalımları da ge
tirir. Bu bunalımlar hem birey hem de toplum üzerinde
değişiklikler yapar. Değişiklikler hem nitel, hem de nicel
karakterlidir. Eğer değişiklikler bireyde genleri değiştiri
yor, bu değişiklik sonraki kuşaklarda görülüyorsa hem ni�
eel, hem de nitel karakterlidir. Örneğin omurganın kuy
ruk sokumuna yakın dört örnurunun birbirine yapışması,
kuyru�n düşmesi, İngiliz kral soyundan gelenlerde görü
len hemofili hastalığının radyoaktivite ile genlerin değişti
rilip kökünün kazınması gibi.
Toplumdaki bunalımlar da hem nicel, hem de nitel ka
rakterlidir. Sürü insanı döneminden sınıflı toplum insanı
dönemine geçişte birey de toplum da değişmiştir. Bu de
ğişiklikler toprağa yerleşmek, tarım yapmak, ateşi kullan
mak, hayvanları evcilleştirmek vb. Bu dönem bugün yaşa
dıgımız güne kadar gelmektedir. Bu dönemdeki tüm deği�
şiklikler nicel değişikliklerdir. Sınıflı toplum döneminde
ki değişikliklerden efendiye, toprağa, ücrete köleliğe ge
çiş değişiklikleri de yine nicel karakterlidir. Çünkü bu dö
nemde sınıfsallık ve kölelik değişmemiştir.
Dünya sınıflı toplum döneminin ücrete kölelik son
aşamasını yaşadığından birey kapitalizmiyle devlet kapi-
6
talizminin doğurduğu tüm sorunları Türkiye de yaşamak
tadır. Wall Street-City ile CIA çelişkisi başka deyişle
merkezi devlet-sivil toplum çelişkisi Türkiye'de de kendi
ni göstermektedir. Nitekim 27 Mayıs 1960 eyleminin
temsilcilerinden general Cemal Madanoğlu arkadaşımız,
27 Mayıs'ı anlatırken bu eylemi yaptıktan sonra merkezi
devletin ,temsilcileri olan Yargıtay, Danıştay, Sayıştay yet
kililerine başvurduğunu, iktidarı onlara bırakmak istedik
lerini, fakat onların almak istemediklerini, bildirmeleri
üzerine Prof. Faruk Erem'i gördü ğünü, Faruk Erem'in
de kendisine bu konuda İstanbul Üniversitesinden Sıd
dık Sami Onar'ı görmesinin doğru olacağını söylediğini
bir toplantıda söylemişti. Madanoğlu bu toplantıda ayrı
ca Onar'ı gördüğünü, Onar'ın kendisine ihtilali yapanla
rın oluşturacağı bir komitenin yasama ve yürütme görevi
ni üstlenmesini, bir anayasa ve seçim yasası hazırlatarak
halkoyuna sunmalarını, alınacak sonuca göre davranma
ları gerektiğini söylediğini belirtti. Bu komite oluşturul
du. Türkeş de bu korniteye alındı ve başbakan yardımcılı
ğı görevine atandı. Madanoğlu başbakanlığın sorumlu ol
duğu kuruluşlar arasında MIT'in de bulunduğunu, başba
kan yardımcısının MİT'e dayanarak kendilerine karşı bir
eylemde bulunabileceğini düşünemediğini, söyledi. Tür
keş'in MİT'e dayanarak kendilerine karşı duruma geçtiği
ni anlayınca silahlı kuwetlere dayanarak Türkeş ve onüç
arkadaşını yurtdışına sürebildiklerini söyledi.
Bunun benzeri durum 1908 2. Meşrutiyetin ilanında
da kendini gösterdi. Dönemin devlet istihbarat örgütü
"hafiyelik" adıyla anılıyordu. Rafiyelik kötü bir eylem di
ye niteleniyordu. Zamanla müslümanlardan hafiye bulu
namaz oldu. Yeni hafiyeler bulundu. Bunlar da müslü
man olmayan kimselerdi. Manastırdaki Miralay Sadık
Bey ve arkadaşlan Talat Paşa'ya müslüman olmayanlar
dan hafiye örgütü oluşturmasını doğru bulmadıklarını, ör
gütün hemen dağıtılınasını istediler. Bu arada mülkiyeyi
yeni bitirmiş Şükrü Saraçoğlu Talat Paşa'ya aynı kaygıla-
7
rı taşıdığını bildirdi. Talat Paşa çözüm olarak yüksek öğ
renim görmüş olanlardan dönüşlerinde İstihbaratta gö
revlendirilmek üzere bu konuda eğitim için bazı kişileri
Avrupa'ya gönderdi.
Talat Paşa'nın başarısızlıklarının nedenlerinden biri
de tıpkı Madanoğlu gibi devlet istihbarat örgütünün öne
mini kavrayamamış olması, örgütün müslüman olmayan
halkın eline geçmesini önleyememesidir. Bu durum top
lumdaki ekonomik, politik, ideolojik bunalımların çözüm
lenmesini geciktiren nedenlerden biri olmuştur.
Türkiye bugün de ekonomik, politik, ideolojik buna
lımlar içindedir. Bu bunalımlar gerçekte bunalımlar de
ğil, tek bunalımın, başka deyişle kapitalist üretim düze
ninden doğan bunalımın yansımaları ya da izdüşümleri
dir. Kapitalist üretim düzeninden doğan bunalımı gider
mekle, bu bunalımın yansımaları ya da izdüşümleri olan
ekonomik, politik, ideolojik bunalımları gidermek ayrı
konulardır.
Toplumun sorunlarını çözmede ekonomik, politik, ide
olojik olanlar arasında hangisinden başlanacağı konusun
da bir üstünlük ve öncelik sıralaması yapılabilir. Ancak
hangisinden başlanırsa başlansın bu diğer iki bunalımın
çözüldüğü ya da çözüleceği anlamına gelmez. Başka de
yişle ekonomik, politik, ideolojik öğeler birbirlerine indir
genemez. Bunlar arasındaki bağlantı toplumla devlet ara
sındaki bağlantı gibidir. Toplum da, devlet de pek çok
öğenin bireşimierinden oluşmaktadır. Her ikisi de nesne
lerin, süreçlerin, olayların bireşimleridir. Toplumdaki
ekonomik, politik, ideolojik bunalımlan çözmek demek,
bu bireşimi oluşturan nesneler, süreçler, olaylar arasında
ki ilişki ve bağlantıları saptamak ve çözmek demektir.
Biz bu çalışmamızda bu ilişki ve bağlantıların şu aşağı
da belirttiğimiz noktaların temel alınarak saptanabilece
ği ve çözülebileceği kanısındayız. Saptadığımız temel nok
talar şunlardır.
8
Toplum-devlet ilişkisi, insanın toplumsalhğı, tarihselli
ği, sınıfsallığı, yasallık-meşruluk, yasal parti-yasal olma
yan parti, insan hak ve özgürlükleri-insan ödev ve sorum
lulukları, devlet-hükümet, ulusalcılık-uluslararasıcılık,
Ada Avrupası-Kara Avrupası sosyalizrnleri, BBB-KKK,
komünistlik-komünalistlik, sosyalistlik-demokratlık, birle
şik-bireşim, birleşik komünistlik-sosyalist bireşimcilik,
Marksçı sosyalizm-Marksçı komünizm, Marksçı Sosyal
demokratlık-Marksçı olmayan sosyal demokratlık.
TOPLUM VE DEVLET
İnsanlar yaşamları için gerekli nesneleri, olayları, sü
reçleri kendi dışlarından alır. Doğa insanı, sürü insanı
dır. İnsanın bu niteliği bir çok hayvanın niteliği gibidir.
Doğa insanı, tarihin belli bir döneminden sonra toplum
insanı olmuştur. Toplum insanı yaşamı için gerekli olan
ları doğadan aynen değil, doğadan aldıklarını başka bi
çimlere dönüştürerek sağlar. Bu dönüştürme ateşin bu
lunmasından ve bazı hayvanların kasgücünden yararlan
dıktan sonra olmuştur. Doğa insanının toplum insanı du
rumuna geçişi araç yapmayı öğrendikten sonra olmuştur.
Aracı yapanlar araca sahip de olmuş, araç yapamayanlar
araçtan yoksun kalmıştır. Böylece de araca sahip olup ol
mamaya göre farklı amaçları olan insan toplulukları oluş
muştur. Gücü başka bir hayvandan daha çok olan bir hay
van, az güçlü hayvanı kendi buyruğu altına alamaz, onu
çalıştıramaz. Oysa güçlü bir insan-üretim araçlarına sa
hip insan-kendinden daha az güçtekileri buyruğu altına
alabilir, çalıştırabilir.
Toplum üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayan
lar diye ikiye bölünür. Bunların herbirine sınıf denir.
Üretim araçlarına sahip olanlar da kendi içlerinde biri
üretim araçlarına sahip olanlar diğeri de tüketim araçları
na sahip olanlar diye ayrılır. Üretim araçlarına sahip
olanların üretim yapabilmeleri için yalnızca üretim araç
larına sahip olmaları yetmez, ayrıca hem üretim ilkmad-
9
delerine hem de emeğe gereksinmeleri vardır. Tüketim
araçlarına sahip olanların da hem tüketim araçlarına,
hem tüketim ilkmaddelerine, hem de emeğe gereksinme
leri vardır. Buna göre, üretim araçlarına sahip olanların
üretimine y , tüketim araçlarına sahip olanların ürettikle
1
ri tüketim maddelerine Yı der�ek aşağıdaki bağlantıları
bulabiliriz.
Yı = cı + vı +sı
Yı = cı+ vı+sı
Burada:
cı = üretim araçlarının değeri
c2 = tüketim araçlarının değeri
Vı = üretim aracı sahiplerinin çalıştırdıklarının emeği
ne karşılık ödenen para
Vı =·tüketim aracı sahiplerinin çalıştırdıklarının eme
ğine karşılık ödenen para
Sı = üretim araçlarına sahip olanların çalıştırdıkları
na ödemedikleri para
Sı = tüketim araçlarına sahip olanların çalıştırdıkları-
na ödemedikleri para
Yı= cı+ �7
Yı= vı + vı+sı +sı
cı, yukarıda açıklandığı gibi üretim araçlarıdır.
C�, tüketim araçlarını gösterir. Üretim araçlarının
ürettıkleri Yı olduğuna göre Yı = Cı + Cı ?lur. Buna kar
şılık C + C = Cı + Vı+ S olur. Yı= V ı + V2 + Sı +
S2 = C2 + V2 + S;ı bağiantJan elde edilir. Buradan da
matematiksel olaraK
cj ı +cı= cj ı + vı +sı
Vı+V /ı+ Sı+sfı= Cı+V/2 + S/2
cı= vı +sı
cı= vı +sı
10
Buradan C/ nin V + S 'e eşit olmasının yeterli oldu
1 1
ğu sonucu çıkar.
Toplum ve devlet ilişkisi toplumda üretim araçlarına
sahip olanların çalıştırdıkları insanlara ödedikleri ve öde
medikleri paranın toplamı tüketim araçlarının değerine
eşit olarak kurulmuş olur. Devlet, ,üretim aracına sahip
olanların üretim araçlarında çalıştırılan insanlara ödenen
ve ödenmeyen paranın karşılığı kadar tüketim aracı sağ
layan güçtür.
Bu tanıma göre devlet ya üretim araçlarına sahip olan
ların ya da tüketim araçlarına sahip olanların çıkarını sağ
lar. Eğer devlet üretim araçlarına sahip olanların çıkarını
sağlıyorsa, bu takdirde üretim araçlarında çalıştırılanla
rın ödenen ve ödenmeyen bedellerini de karşılar. Devlet
yalnızca üretim araçlarına sahip olanların çıkarını sağla
makla yetinmez, tüketim araçlarına sahip olanların çıka
rını da sağlar� Hangisinin çıkarını savunursa savunsun,
cı = vl + sı olduğundan sonuç değişmez.
Burada sözü edilen devlet, kullanım değerine değil,
değişim değerine dayanan toplumda varolan devlettir.
Bu toplum da kapitalist toplumdur.
YASALLIK VE MEŞRULUK
Yasallık devlete, meşruluk ise topluma özgü nitelikler
dir. Devlet, töplum üzerine kurulduğundan yasallık da
ancak meşruluk üzerine kurulabilir. Meşru olmayan bir
kuralın, durumun yasallığı da söz konusu olamaz. Ama
yasal olmayan bir kuralın, durumun meşru olması olanak
lıdır. Grevin yasalarca yasal sayılmadığı yıllarda İzmir'de
liman işçileri grev yapmışlardı. Grev yasal değil; fakat
meşruydu. İşçiler yalnız çalıştıklari:'gün için degil, çalışsın
lar çalışmasınlar her gün için ücret istiyordu. Iş olmadığı
günler çalışamamalarının sorumluğunun kendilerine ait
olmadığını söylüyorlardı. İşçiler, işin olup olmamasına
bakılmaksızın sürekli ücret almalarını sağlayacak bir ya
sanın çıkarılması için grev yapmışlardı. Grev yasal değil,
ama meşruydu. Bugün işçilerin bu hakları vardır.
Yasallık biri anayasaya, diğeri de yasalara uygunluk
13
olarak düşünülür. Genel kural olarak tüm yasaların ana
yasaya: uygun olması gerektiği düşünüldüğünden, anaya
sanın da Avrupa İnsan Hakları Evrensel Bildirisine uy
gun olması gerektiğinden tüm yasaların Avrupa İnsan
Haklan Evrensel Bildirisi'ne uygun olması gerekir. Bu
nedenle Türkiye de 14 Nisan 1987'de Avrupa Toplulu
�'na girmek kararı vermiş, AT yasalarını kabul etmiştir.
1982 anayasası da dış anlaşmaların iç düzenlemelere
üstün olduğunu kabul etmiştir. Avrupa ile yapılmış bir an
laşma bizim anayasamıza ve yasalanınıza aykırı bile olsa
biz o anlaşmaya uymak zorundayız.
Şeriat sözcüğü şer'i'den, şer'i de meşru sözcüğünden
türemedir. Meşruluk da topluma özgü bir deyimdir. Böy
lece şeriat sivil toplumun kuralları anlamına gelir. Şeriat
geniş yol, dinsel yol anlamındadır. Yine tarikat, minhac,
mezhep sözcükleri de yol anlamındadır. Yol sözcüğü
uzun yüzyıllar devletçe dinsel yol olarak anlaşılmıştır. Oy
sa sivil toplum şeriat, tarikat, minhac, mehzep derken ya
şam karşısında alınan tutumu, bir yaşam biçimini anla
maktaydı. Merkezi devlet de sivil toplum üzerine kurulu
oldu�ndan devletin de bu kavramları sivil toplumun an
ladıgt gibi anlaması gerekirdi. Nitekim Osmanlı Devleti
Yavuz Selim'e dek layik bir devletti. Devletin dinle bir
ilişkisi yoktu. Osmanlı Devleti bazan sünnilere, ( Bağdat'
taki sünni halife) bazan de alevilere ( Erdebil'deki imam)
yakınlık gösteriyordu. Halifeyle imam arasında bir fark
vardır. Bu fark Kuran'ın Bakara Suresi'nin 29. ayetinde
belirtilen farktır. Burada Tanrının halifesi "peygamber"
değil, "insan"dır. Buna karşılık Kuran'ın Hakka suresinin
bir ayetinde ise Tanrının halifesi yoktur, "imam" sıfatıyla
görevlendirdiği bir "insan" vardır. B.u nedenle Bakara Su
resi'ndeki 29. ayete göre de Tanrı sorumluluğu "insan"a
vermiştir. Bu insan bir yerde "peygamber" bir yerde de "i
mam" olarak gösterilmiştir.
Bitlis'li İdris, Ya\·uz'un 1514 Çaldıran Seterinden ön
ce İstanbul'a geliyor. Erdebil'de özel mülkiyete son veril-
14
mekte olduğunu, yerine tekke mülkiyeti konulmak isten
diğini, kendisinin bu işleri yapmakta olan Şah İsmail'e
karşı savaşmaya hazır olduğunu Yavuz'a söylüyor. Ya
'
vuz a işbirliği öneriyor. Savaş yapılıyor. Osmanlı'nın to
pu, Safavi Devletinin süvarilerine üstün geliyor. Yavuz
kendisine engel olmak isteyen Zülkadiroğulları'nı da ye
nerek, Mısır'a giriyor. Mısır Devleti emrindekiAbbasiler
de bulunan halifeliği alıyor. Yavuz hem padişah hem hali
fe oluyor. Yavuz'un oğlu Kanuni Süleyman 1525'te Ma
caristan'ı işgal ediyor. Macarlar, Boşnaklar, Bogomiller,
Arnavutlar direnmiyor. Böylelikle Macaristan'daki Ale
vi-Bektaşilerio başkanı Balım Sultan Nevşehir'e Hacı
Bektaş Tekkesine getiriliyor. Aynı yıllarda Mısır'daki Ha
in Ahmet Paşa Osmanlı'ya karşı ayaklanıyor. Mısır'da ha
lifeliği diriltmek istiyor. Padişah Kanuni Süleyman bu du
rumda Hacı Bektaş'taki Balım Sultan'la işbirliği yapıyor.
Hilafet sorunlarının tartışıldığı bu yıllarda Kanuni Ha
lep'teki Zeynettin Halebi'den aldığı fetvayla hem sünni,
hem de alevi halifelikten vazgeçiyor. Bir daha da Osman
lı'da halifelik söz konusu olmuyor. Ancak Ruslar Küçük
KaynarcaAnlaşması'yla Osmanlı Padişahının dünya müs
lümanlarının halifesi olduğunu, Rus çarının da dünya or
todokslarının başkanı olduğunu Osmanlı'ya kabul ettirdi
ler.
Öte yandan Kırım müslümanlarının temsilcisi Şahingi
ray Kırım müslümanlarının Çarlık'taki Ufa kentinde bu
luna.n müftünün Çarlıktaki tüm müslümanların temsilcisi
olarak tanınmasını, kendilerinin İstanbul'a bağlanmak is
temediklerini, Ufa'ya bağlanacaklarını padişaha ve çara
bildiriyor. Bunun üzerine Çar Şahingiray'ı Kafkasya 'ya
gönderiyor. Şahingiray Kafkasya'dan İstanbul'la ilişki ku
ruyor, Paris'e kaçıyor.
Bu durum Çin Türkistan'ında İsla.mların iktidara gel
mesine kadar sürüyor. Napolyon Mısır'ı işgal edince müs
lüman olduğunu, İslamlık için çalışacağını, bu nedenle de
kendisinin müslümanların halifesi olduğunu öne sürüyor.
15
Akka'da Cezzar Ahmet Paşa'ya yenilince müslümanlıgı
nın tıpkı Şahingiray' da olduğu gibi kendisine bir yarar
sağlamadığını görüyor.
Kısa Yavuz ve Kanuni dönemi dışında 2. Abdülha
mit'e kadar Osmanlı devleti din devleti değildir. Padişah
lar aynı zamanda halife değildir. 2. Abdülhamit dönemin
de İngiltere Çarlık Rusya'sının Hindistan'a, Çin'e ulaş
ması olasılığına karşı Osmanlı'nın güçlendirilmesi gerek
tiği düşüncesiyle 2. Abdülhamit'in halifeliği kabul etmesi
ni istedi. Abdülhamit de kabul etti. 1. Dünya Savaşında
2. Abdülhamitten sonra padişah ve halife olan Mehmet
Reşat halife sıfatıyla dünya müslümaniarına Osmanlı'ya
savaş açanlara karşı "cihat" ilan ettiyse de dünya müslü
manları cihat çağrısına uymadı. 1922'de Osmanlı saltana
tıyla Osmanlı bilafeti birbirinden ayrıldı. Daha sonra
1924'te hilafet de kaldırıldı. Bugün ise layik topluma ye
niden dönmüş bulunuyoruz. Osmanlı padişahlarından
pek azı ayrıca halifelik sıfatını da taşımış olmasına karşın
yüzyıllar boyu halifelik sorun olmuştur.
Özetle şeriat'ın, hilafetin sivil toplumla ilgili olmayıp,
merkezi devletle ilgili olduğu, meşruiyeti değil, yasallığı
yansıttıgı açıklanmış olmaktadır.
YASAL PARTi VE YASAL OLMAYAN PARTi
Türkiye'de yasal parti "Medeni Kanun"a göre kurulan
partidir. Bu partinin devletçe tescili zorunlu değildir.
"Medeni Kanun"da tescil ancak ekonomik örgütler için
sözkonusudur. Kapitalist Avrupa'da yasal parti-yasal ol
mayan parti ayrımı yoktur. Bizde böyle bir ayrımın yapı
labilmesinin nedeni "Cemiyetler Kanunu"nda yasallık ka
zanabilmesi için partinin tescil zorunluluğunun olması
dır. İki yasa arasındaki çelişki, "Cemiyetler Kanunu"n
dan tescil zorunluluğunu kaldırıp "Cemiyetler Kanu
nu"nu "Medeni Kanun"a uydurmakla giderilebilir. Kapita
list Avrupa'da yasalar arasında çelişki olduğunda sonraki
yasa esas alınır. Çünkü orada son yasa, önceki yasanın
16
eksiklerini giderir biçimde çıkmaktadır. Oysa bizde tersi
olmuştur. Biz bu ilkeye değil, Türkiye'deki uygulanışına
karşıyız.
Yasal parti-yasal olmayan parti dendiğinde akla, ica
zetli parti, şerbetli parti, illegal parti, takiye, cephe vb.
konular gelir.
Batıda yasal partiyle icazetli parti kavramları eşanlam
dadır. Batıda hiçbir yasa kurulu düzeni savunmayı zorun
lu tutmaz. Kişileri her konuda serbest bırakır. Kişiler dev
lete karşı değil, kendilerine karşı sorumludur. Batıda dev
letler her geçen gün kişiye karşı varlığını en az hissetti
ren bir konuma girmektedirler. Bu nedenle batıda kişiler
bazı ekonomik eylemler dışındaki tüm eylemlerinde dev
letin varlığını hissetmezler. Batıda bazı ekonomik eylem
ler dışında kalan tüm eylemler için icazet almak zorunlu
gu yoktur. Kişinin bazı ekonomik eylemler dışında kalan
tüm eylemleri zaten yasal kabul edilmektedir. Bizde so
runlar yaratan yasal ve yasal olmayan parti, icazetli parti,
şerhetti parti, illegal parti, takiyecilik, cephe kurup kur
mamak, blok kurup kurmamakla ilgili sorunlar yoktur.
Türkiye'ye gelince Cumhuriyetimizin ilk yıllarında biz
de de durum batıdakinin aynıydı. "Medeni Kanun" de
mokratik bir düzen için yeterliydi. Takriri Sükun yasasın
dan sonra demokratik düzen bozuldu. Medeni Kanuna
göre kullanılan çeşitli yurttaşlık hakları için ayrı ayrı yasa
lar çıkarılarak hak ve özgürlüklerin kullanılması engellen
di. Medeni Kanunun çıkarılan bu geri yasalara uyarlan
ması istendi.
Batıda yasal parti-yasal olmayan parti ayrımı olmadığı
gibi icazetli-icazetsiz parti de yoktur. İcazet konusundaki
görüşlerimizi Sosyalist Parti Genel Sekreteri Alaattİn Ti
ritoglu'na 15 Şubat 196 1 ve Mehmet Ali Aybar, Sadın
Aren, Kemal Nebioğlu, Muzaffer-Karan, Behice Boran'a
yolladığımiZ ortak 19 Aralık 1968 tarihli mektuplarımız
da belirtmiştik. Bu mektuplarımiZ 1969'da yayınladığı-
17
mız "Sosyalistlere Açık Mektup" adlı yapıtımızda yer al
mıştır.
İcazet konusunda yine 23 Şubat 197 1'de yayınladığı
mız "Yeni Yolda - Yeni Dünyada BİRLİK" adlı "geniş
cephe"ci sosyalist dergimizin 2. sayısının 12. ve 13 . sayfa
larında görüşlerimizi açıklamıştık.
"Türkiyedeki sosyalistler egemen sınıf karşısındaki du
rumlarına göre üçe ayrılırlar: 1- İcazetli sosyalistler 2-
Şerbetli sosyalistler 3- İllegal sosyalistler. İcazetli sosya
listler, egemen sınıfın iradesi dahilinde hareket eden,
onun müsaade ettiği araçlarla mücadeleyi kabul eden, ya
salar dışı bir duruma düşmek istemeyen sosyalistlerdir. ..
Ruhsatlı yayın yapan bütün legal sosyalistler icazetlidir.
Yasaların müsaade etmediği konularda faaliyet gösterdi
ği halde kovuşturulmayan, ya da kovuşturulduğu halde
yakalanmayan ve cezalandırılmayan sosyalistler ise şer
hedi sosyalistlerdir. İllegal sosyalistler ise yasaların meş
ruiyetini kabul etmediği yoldan sosyalizmi uygulamak is
teyenlerdir . .... Burada icazetli ve şerbetli sosyalistlerin
farkını, diğer bir anlatımla ödünle, danışıklı dövüşün
(muvazaa) farkını da belirtelim. Şerbetli sosyalistler danı
şıklı dövüşçülerdir. Bunun en güzel örneğini "oniki lev
ha" yasalarında görüyoruz. Bu yasalar Eski Roma toplu
munun hukuk anlayışını yansıtır. Sınıflar arasındaki ilişki
leri düzenler. Bu yasalarda danışıklı dövüş, olmayanı ol
muş, olanı olmamış biçiminde göstermek diye nitelenmiş
tir. Buna göre şerbetli sosyalistler, sosyalizme karşı olanı
sosyalist, sosyalizmden yana olanı da sosyalizme karşı
gösterenlerdir.
Ödüne gelince, bu meşrudur. Her co-existance'çı sos
yalist bunu yapar. Ödün iki tarafın bağımsız istemleriyle
yaptıkları sözleşmedeki eylemin eşdeğer olmamasıdır.
Zaten her sözleşmede zayıf taraf, güçlü tarafa ödün vere
cektir. Ancak her ödünün de bir sınırı vardır. Bu sınırın
aşılmasında, yani gabin durumunu almasında sözleşme
geçersizdir.
18
Biz co-existance'çı sosyalistler, eylemlerin eşitsizlİğİnİ
biliriz. Örs (yönetilen) olduğumuz sürece balyozun (yöne
ten) darbesini yemeye mahkumuz. Bu nedenle sözleşme
lerimizin eylemlerinde eşdeğerlilik olamaz.
BİRLEŞİK KOMÜNiSTLİK VE
SOSYALİST BİREŞİMCİLİK
Biz bu çalışmamızda kapitalizmin aksaklıklarını gide
recek birleşik komünizmle birlikçi sosyalizmden, bizim
birlikçi sosyalizmden yana olduğumuzu belirtecek ve çö
züm önerilerimizi sunacağız.
Biz kapitalizmden komünizme, sosyalizme uğrama
dan geçilmesinden yana değiliz. Ama kapitalizmin aşıl
masından yanayız. Biz bu aşmayı önce sosyalizmi ku�
mak, sonra komünizme geçmek yoluyla gerçekleştirmek
ten yanayız. Bize göre sosyalizme geçmeden komünizme
ulaşmak isternek anarşizmdir. Kapitalizmden sosyalizme
uğramadan komünizme geçmek isteyenler arasından ni
tel değil, nicel farklar vardır. Bu nedenle bunlar kolayca
anlaşalıilir ve birleşebilirler. Nitekim bu görüşte olanlar
bugün birleşik bir komünist partisinde toplanmışlardır.
Bizim bu görüşte olanlarla aramızda hem nitel hem de ni
eel farklar vardır. Bu nedenle anlaşmamız zordur.
Öte yandan kapitalizmi sosyalizm aracılığıyla aşmak
isteyenler de birtürden değildir. Bunlardan bir bölümü
öznel özdekçi, bir bölümü de nesnel gerçekçidir. Bu ay-
37
rım nitet bir ayrım olmayıp yalnızca nicel bir ayrım oldu
ğundan kapitalizmi sosyalizm aracılığıyla aşmak isteyen
ler kolayca anlaşabilirler. Bunlar birleşik komünizmden
degil, sosyalist birlikçilikten yanadır.
Biz kapitalizmi sosyalizm aracılığıyla aşmaktan yana
oldugumuz için sosyalist birlikçiyiz.
Sınıflı bir toplumda toprak özel mülkiyettedir. Özel
mülkiyet ya gerçek kişilerde ya da tüzel kişilerdedir. Tü
zel kişilerdeki mülkiyet ya kamusal nitelikte, ya da özel
kişilerce kurulan tüzel kişilikler mülkiyetidir. Kamusal ni
telikteki mülkiyet kolektif, komünist mülkiyettir. Buna
müşterek mülkiyet de denir. Özel kişherce kurulan tüzel
kişilikler mülkiyetine, sosyalist mülkiyet, kooperatİf mül
kiyet, anonim ortaklık rla denir. Bunun diger adı iştirak
halinde mülkiyettir. iştirak halindeki mülkiyetİn tüm bi
çimleri özel mülkiyettir.
Müşterek mülkiyede iştirak halirtdeki (özel mülkiyet)
mülkiyet arasındaki fark irtifak hakkının, işletme hakkı
nın, komşu hakkının, önalım (şufa) hakkının, ortaklığın
giderilmesi (izale-i şuyu) hakkının yalnız iştirak halinde
ki mülkiyette bulunması, müşterek mülkiyette bulunma
masıdır. iştirak halindeki mülkiyetteki bu haklar özel (bi
reysel) mülkiyete dönüştürülebil.ii.
Bizde toprak mülkiyeti Tanzimat Fermanı'yla başlar.
Bu da "Batılılaşma" hareketinin başlangıcıdır. Batılılaş
ma hareketi Mustafa Reşit Paşa'yla birlikte düşünülür.
Oysa onun rolü ikinci derecededir. Birinci rol Hüsrev Pa
şa, Ağa Hüseyin Paşa'nındır. Tanzimat'tan önce daha bir
çok hareket olmuştur. Bunlar arasında en önemlileri
1825 Vaka-i Hayriye (Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması,
Bektaşiliğin yasadışı sayılması) 1804 Sened-i İttifak (Pa
dişahın yetkilerinin bazılarından vazgeçer görünmesi),
183 1 Sipahi Ocağına baglı tımarlı sİpahinin kaldırılması
dır.
Hüsrev Paşa yüz yaşından fazla yaşamış, Nakşibendi
38
tarikatındandır. Hiç evlenmemiştii. Köle pazarından sa
tın aldığı oğlanlardan Prens Sabahattin'in babası Damat
Mahmut Paşa, Halil Harnit Paşa, Tunus'lu Hayrettİn Pa
şa vb. otuz beş tanesi paşalığa yükselmişlerdir. Bektaşilik
kaldırılmış, fakat bu kez Tarik-i Nazenin adıyla Nakşi
bendilik içinde yaşamıştır. Her Bektaşi tekkesine bir ca
mi yaptırılarak Bektaşilik sünnileştirilmeye çalışılmıştır.
Bu ,camilere de Nakşibendi imamlar verilmiştir. Osmanlı
Vakıf Defterlerinde Bektaşi tekkeleri hep sünni Nakşi
bendi tekkeleri olarak gösterilmiştir. Bektaşi tekkeleri ya
kılmış, yıkılmıştır. Bu durum 1826 da başlamış 1839 da
son bulmuştur. 1839- 1848 de ilk dönemine uygun yaşa
mış, 1848 de Avrupa'dan kaçan sosyalistlerin hemen hep
si Bektaşiliğe yönelmişlerdir. Bülbül operası yazarı Ma
car Ali Rıfat Bey Bektaşiliğe eğilim göstermiş ve Bektaşi
lik sosyalist bir yön almıştır. Oğlu Samih Rıfat Türkiye'
nin tanınmış dilcilerindendir.
Tanzimat Fermanıyla toprakta özel mülkiyet kabul
edilmiş, kamu toprakları üst bürokratlarca özel mülkiyet
lerine geçirilmiştir. Böylece bizde biri Mustafa Reşit Pa
şa hareketiyle başlayan kamu topraklarının özel kişilerce
paylaşılması, Bektaşiliğin gözden düşüp sünniligin (Nak
şibendiliğin) değer kazanması, diğeri de buna karşı ola
rak Jön Türkler ile Genç OsmanWar hareketi olmak üze
re iki hareket belirdi. Çoğu kişi Jön Türkler ile Genç Os
manlıl'ar'ı aynı grup sayar. Oysa Genç Osmanlılar Batıda
ki Jön (Genç) Avrupalı'ların, daha doğrusu Jön İtalyan
lar'ın hareketidir. Genç OsmanWar ise daha çok Mısırlı
Fazıl Paşa'nın hareketinin ürünüdür. Bu hareketi Avru
paWar tuttuğu içindir ki bunlar da kendilerini Jön diye
göstermişlerdir. Örneğin Arnavut ayrılıkçı (separatist)la
rından Derviş Hima Genç OsmanWarın Jön Türklere dö
nüşmesi üzerine Arnavut ayrılıkçılığından vazgeçip Os
manlılardaki Jön Türkler hareketini benimsemiştir. Jön
Türkler bir birleşik Avrupa'dan yanaydılar. Federalist ya
da konfederalisttiler.
39
Mustafa Reşit Paşa'nın ölümünden sonra Ali Paşa,
Fuat Paşa Tanzimatı sürdürmek istediler. Tanzimata
hem Jön Türkler, hem de Genç Osmanlılar karşıydı. Tan
zimatçılar kapitalist Avrupa'dan yanaydı. Nitekim Ali Pa
şa Fransız Medeni Kanunu'nun Türkçeye çevrilip aynen
uygulanmasını savunuyordu.
Buna karşılık Jön .Türkler ve Genç Osmanlılar ise
Türklük ve İslamlıkları saklı kalmak koşuluyla bir Avru
pa Birliği kurulmasını savıinuyorlardı. Jön Türkler Türk
lüklerini, Genç Osmanlılar ise İslamlıklarını korumak ko
şulunu öne sürüyorlardı. Şunu da belirtelim ki İslamlık
koşulunda da farklı görüşler vardı. Jön Türklerin ve
Genç Osmanlıların İslamlıktaki görüşleri Ehl-i Beyt ve
Ehl-i Hak anlayışlarındaydı. Başka deyişle her ikisi de,
Tevhid'i başka türlü anlıyordu. Genç Osmanlılar tevhid
deyince Tanrının za tının, sıfatının aynı · olduğunu, Jön
Türkler ise tevhidden balik ile mahlO.kun birliğini anlıyor
lardı. Tevhid Bektaşilerce öne sürülen bir tezdir. Bu ne
denle hem Jön Türkler, hem de Genç Osmanlılar bekta
şiydiler. Bektaşi olmaları bunları layik olmaya zorluyor
du.
s·ened-i İttifak Osmanlı gayrimüslim tüccar sınıfına ve
rilen hakların (hayriye tüccarları sıfatı ve bunun sonuçla
rı) müslüman tüccara da tanınmasını isteme hareketidir.
Kapitülasyon adı altında gayrimüslimlere tanınan bu hak
ların Lozan' da kaldırılması konusu görüşülürken yabancı
delegeler "bu hakları kaldırmanıza gerek yok, önemli
olan bu hal4arı kendi yurttaşlarınıza da tanımanızdır" bi
çiminde konuştular. Her ne kadar bu haklar müslüman
tüccara da verildiyse de sonradan padişah sözünde dur
ınayıp bu hakları tanımamıştı.
Sipahi Ocağı merkıezi devletin tirnar adıyla ,verdiği
devlet malına karşılık, savaş zamanı belli sayıda hazır as
keri vermeyi kabul edenlerce kurulmuş bir örgüttür. Bu
askerlere kapıkulu askeri denirdi. Bu askerlik 183 1 de
40
kaldırıldı. Demek ki Tanzimatın olabilmesi için 1804 Se
ned-i İttifak, 1825 Yeniçeriliğin kaldırılması yeterli değil
miş. 183 1 de Sipahi Ocağının kaldırılması da gerekliymiş
ki Tanzimat ancak 1839 da kuruldu.
Sİpahi Ocağının kaldırılması konusu Cumhuriyetin ku
ruluş yıllarında ( 192 1) da ortaya atıldı. Muhittin Bir
gen'in çıkardığı "Meslek" dergisinde tartışıldı. Çeşitli gö
rüşler ortaya atıldı.
Böylelikle Türkiye'de Kör Ali Bey, Muhittin Birgen,
Memduh Şevket Esendal vb. savunduğu toplumun mes
lek dayanışması ve üretim temelinde bütünleşmesini ön
gören Mesleki Temsil görüşü (bugünkü anlamda katılım
cı demokrasi), bir de buna karşı temsili demokrasi görü
şü belirdi.
Şunu da belirtmekte yarar vardır ki katılımcı demok
rasi Kör Ali Bey vb. dan önce de vardı. Mesleki Temsilci
likten önce Uhuwet, ondan önce de Fütüwet adlarıyla
anılıyordu. Katılımcı demokrasi görüşü yerel yönetimci
dir. Federatifve konfederatif düzenlerio bileşiminden ya
nadır. Bu düzende merkezi devlet, dış ilişkiler, yurt sa
vunması, ulusal eğitim vb. başında ulusal sözcüğü bulu
nan işlere bakacaktır. Bu açıdan temsili demokrasiyle ay
nı niteliktedir. Bunlar dışındaki işler ise yerel yönetimle
re bırakılmıştır. Görüldüğü gibi katılımcı demokrasinin
adı katılımcı olmakla birlikte bu düzen katılımcı ve temsi
li demokrasinin karmasıdır. Başka deyişle katılımcı de
mokrasi kendini yerel yönetirnci saysa da bu yönetim ger
çekte yerinden (merkezi devlet) yönetimdir.
Eğer merkezi devletin üstlendiği görevler, başka deyiş
le başına ulusal sözcüğü konmuş görevleri yerel yönetim
lere verdiğimizde buna da özyönetim (Titoculuk) denir.
Katılımcı demokrasi, katılımcı demokrasi ile temsili de
mokrasinin karması olduğundan, temsili demokrasiyi de
merkezi devlet özümlediğinden, merkezi devletin bir ta
kım görevlerini yerel yönetime devretmiş olması yerel yö-
41
netimieri katılımcı demokratik duruma getirmez. Kısaca
Titoculuk merkezi devlet yönetiminin biçimlerinden biri
dir.
Günümüzde merkezi devletler iki biçimde belirmekte
dir. Brri tekelci, uluslararasıcı, finans kapitalin örgütledi
gi merkezi devletler; öteki de tekelci, uluslararasıcı, çoku
luslu finans kapitalin örgütledigi merkezi devletler. İki
merkezi devlet biçimi arasındaki fark bazılarının çok
uluslu olmasıdır. Çok uluslu merkezi devletler Sovyetler
Birligi ile A.B.D. dir. Diğer merkezi devletlere örnek ise
,
İngiltere Krallığı, Federal Almanya, Fransa vb.
MARKSÇI SOSYALiZM VE MARKSÇI KOMÜNiZM
Sosyalistlik iştirak halindeki mülkiyeti (kooperatİf
mülkiyet) savunmadır. Marksçı sosyalistlikse iştirak ha
lindeki mülkiyetİn müşterek mülkiyete (komünist mülki
yet) dönüşmesini saglamak, iştirak halindeki mülkiyeti\ ı
bireysel mülkiyete dönüşmesini önlemektir. Buna karşı
lık komünistlik müşterek mülkiyeti savunmadır. Marksçı
komünistlikse müşterek mülkiyeti savunarak toplumun,
iştirak halindeki mülkiyetten müşterek mülkiyete geçme
sini saglamaktır.
Abidin Nesimi
Rüzgarlı Bahçe Sak.
Park Apt. Daire 10
Tel: 571 00 94
Bakırköy
PROMETE YAYlNLARI