Vous êtes sur la page 1sur 9

FELSEFEYE GİRİŞ/SOSY105-1

Arı Usun Eleştirisi


İncelemesi
Yazar: Immanuel Kant
Baskı Tarihi: Orijinal Baskı 1781
I. Baskı 1993/ IV. Baskı 2010 (İdea Yayınları)
İdea Yayınları
110 sayfa
Simge KAYA
31.12.2018

Öğrenci numarası:

Akademisyen: Doç. Dr. Türkan FIRINCI ORMAN


BAŞLARKEN
Orijinal adı “Kritik der reinen Vernunft” olan kitap günümüzde Arı Usun Eleştirisi ya da Saf
Aklın Eleştirisi olarak çevrilmiştir. Kant bu kitabıyla bir şekilde Descartes ve Bacon’ın önünü
açtıkları Akılcılık ve Ampirizm akımlarına cevap vermeye çalışmıştır. Ona göre insan aklı,
doğası gereği birçok düşünce ve soruyla boğuşur. Ama yine doğası gereği bu soruları
cevaplamaya yeterli değildir. İşte bu yeterli olmadığı alanda Kant’ın felsefi görüşünde belki
de hepimize çok tanıdık gelen numenler alanı ortaya çıkar. Numenler alanından direkt olarak
bahsetmese de; “Bu sonu gelmez çekişmelerin kavga alanına Metafizik denir.” (s.9) Diyerek
adını koyacaktır.
Takdir edersiniz ki Kant’ın yazmış olduğu kitaplar arasında dili en ağır ve iddialı olan kitabını
incelemekteyiz. Kendine özgüveni tam bir şekilde bu anlam karmaşasına da cevap vermiştir.
“Her şeyden önce bu çalışma ne olursa olsun halksal kullanıma uyarlanamaz; öte yandan
böyle bir kolaylaştırma bilimin gerçek öğrencileri için hiç de gerekli değildir…”(s.15)
Yazmak üzere olduğu konuların yeterince kalabalık olduğunu ve bir de basitleştirmek için
zaman harcayamayacağını belirtmiştir. Kitabın konusu ve amacını düşündüğünüzde haklı
olduğunu görebilirsiniz.

GİRİŞ
Kant’a göre kuşkusuz, tüm bilgimizin kaynağı deneyimdir. Bir şeyi tecrübe etmeden önce
hakkında bilgi sahibi olamayız çünkü bilgi deneyimi öncelemez. Ancak bu noktada önemli bir
detay vardır. Doğru anlıyorsam; bilgimiz kaynağının deneyim olmasına karşın, hepsinin de
deneyimden doğduğunu söyleyemeyiz. Buna başlıca sebep olan şey haliyle izlenimlerdir.
Peki deneyim olmadan bilgimiz nereden gelir? İşte şimdi a priori ve a posteriori ayrımına
geldik. Deneyimsiz bilginin cevabı için açıklamada bulunmadan a priori deyip geçmemiz
doğru olmaz. Yazarın içtenlikle anlatmak istediği saf bilgidir. Deneyimden önce de var olan
ancak bizim farkında olmamamız mümkün olan bilgiler bütünü. Deneyimle şekillenene ve
desteklenene ise a posteriori deriz.

II. BELLİ A PRİORİ BİLGİLERİMİZ VARDIR VE


SIRADAN ANLAK BİLE HİÇBİR ZAMAN
ONLARSIZ DEĞİLDİR
Deneyim bize doğal yollarla bilgi verir. Bir anda aklımızda bir şey belirtmez veya aniden
bir şeyi mucizevî bir şekilde biliyor olmamızı sağlamaz. Doğal ortamında, öğrenebileceğimiz
en doğru yerde deneyimsel bilgimizi ediniriz. Belirttiğimiz bir yargı tamamen doğru ve
evrensel kabul ediliyorsa deneyimden çıkarılmış bir yargı değildir. “Buna göre, eğer bir yargı
sağın evrensellik içinde, e.d. hiçbir kuraldışına olanak tanımayacak bir yolda düşünülüyorsa,
o zaman deneyimden türetilmiş değildir ve saltık olarak a priori geçerlidir.” (s.44) Kesinlik
ve tümüyle evrensel olmak, a priori bilgiyi deneyimsel olandan ayıran en önemli iki özelliktir.
İki özelliğin bir arada kullanılması salt a priori bilgiye özgündür.
Ancak bu iki önemli ölçütün değeri o kadar büyüktür ki bazen tek başına da kullanılabilirler.
Kesinlikten veya evrensellikten şüphe edemeyiz sonuçta değil mi? Örneğin; matematik
edimsel bir a priori bilgidir. Çünkü Kant’ın anlayışında ona matematik adını bile biz
koymuşken, tamamıyla a priori kabul etmek ne kadar doğrudur ki? Bu durumda matematik
“edimsel a priori” bilgi sınıfına girer. Kavramların hafızamızda edindikleri yer bir bakıma
aslında her zaman a prioridir. Görgül olan yargılarımızı çıkarırsak ve geriye hiçbir şey
kalmazsa, cisim kaybolmuş olmaz. Çünkü bahsettiğimiz cisim sözcüğünün kapladığı bir yer
ve hacmi vardır. O her zaman oradadır. Bizim fark etmemize ihtiyaç duymaksızın.

III. FELSEFE TÜM A PRİORİ BİLGİNİN


OLANAK, İLKELER ve ALANINI
BELİRLEYECEK BİR BİLİM
GEREKSİNİMİNDEDİR
Bazı bilgi türleri de vardır ki, tanımlayabileceğimiz herhangi bir nesneye veya varlığa karşılık
gelmez. Aklımız doğası gereği bilmek ve adını koymak ister. İşte gördüğümüzün ve
bildiğimizin ötesinde olan bu yargıların oluşturduğu alana ulaşmaya çalışırız. O kadar ilgi
duyarız ki, karşılığında tatmin edici bilgi edinemesek bile çabalarız. Bu yargılara örnek olarak
yazar “…Tanrı, Özgürlük ve Ölümsüzlük…” (s.46) kavramlarını vermiştir. Aklımız bu tür
Metafizik konularına kafa yorarken şaşırtıcı derecede dogmatiktir. Üstelik dogmatik olduğunu
ve kapasitesini aştığını fark etmez ve araştırmaya devam eder.
Araştırmaya devam ettikçe çeşitli cevaplar bulur fakat bu bilgilerin ne derece geçerli olduğu
tartışmalıdır haliyle. A priori bilgi kullanmak deneyimi bir nevi reddetmektir. Çünkü
bilgimizin deneyim tarafından çürütülmeyeceğini biliriz. Ancak usumuz devamlı kendi
kendine cevaplar bulmaya ve buna inanmayı sürdürdükçe daha fazla bilgi onu cezp edecektir.
Bütün bunları uyduruyor olsa bile. Burada en büyük destekçi matematiğin bizzat varlığıdır.
Matematik de deneyimden bağımsız a priori bilgi olarak varlığını sürdürmektedir. Tabi ki bu
mantık çerçevesinde doğru kabul edilmez. Matematik ve Metafizik aynı şeyler değil
dediğinizi biliyorum. Fakat tıpkı Platon’un idea dünyasını yaratması gibi, dayanaksız ve
aslında güçsüz bir araştırmadır. Kitapta verilen şu örnek daha açıklayıcı olacaktır; “Hafif
güvercin özgür uçuşunda direncini duyumsadığı havayı yararken bunu havasız uzayda daha
iyi başarabileceğini imgelemiş olabilir.” (s.47) Ancak güvercinimizin ve Platon’un fark
etmediği bir şey vardır. Kaslarının veya fikirlerinin güç kazanabilmesi için dirence ihtiyacı
vardır. Eğer aklımız zıt düşünceler ile boğuşmasaydı belki düşünme yeteneğimiz bile
gelişemeyecekti. Tabi ki insan aklı, inakçı davrandığı için savunduğu görüş uğrunda
görmezden gelebilir. Çünkü doğası gereği deneme-yanılma yöntemiyle öğrenir. “…kendisi
bilmeksizin el altından bütünüyle başka türlü öne sürümler getirir ve bunlarda verili
kavramlara onlara bütünüyle yabancı başkalarını ekler ve dahası bunu a priori yapar.”
(s.48) Aklımızın iki farklı bilgi türünü farklı birleşimler halinde nasıl öğrendiğini hala
bilmiyoruz. Şimdi onlara bakalım…
IV. ANALİTİK ve SENTETİK YARGILARIN
AYRIMI
Sentetik yargı; Kant’a göre tamamen deneyimsel ve insana bağlıdır. Belki bu yüzdendir ki,
matematiğin adını da insanlar koyduğu için matematiği de sentetik kabul eder. Analitik ise
ona göre daha a priori yani deneyimsiz veya doğuştan bilinen bilgidir.
“Deneyim yargıları, böyle olarak, tümü de sentetiktir. Çünkü analitik bir yargıyı deneyime
dayandırmak tutarsız olacaktır” (s.50)
Burada da görebileceğimiz gibi analitik yargıların deneyime ihtiyaç duymayacağını,
deneyimden önce de var olmakta olduğunu savunur.
Kant’a göre analitik yargılar yoluyla bilgimizde bir değişim olmaz. Zaten bildiğimiz şeyleri
farklı bir şekilde algılama imkânımız olur. Sentetik yargılar durumunda ise bilmediğimiz ve
bizde olmayan bir şeyi bize katma durumu vardır. Örneğim; cisim kelimesinin ne olduğunu
biliyoruz. Ve bu bilgi analitiktir. Ama bir cismin ağır mı hafif mi olduğunu sonradan öğreniriz
ve bu sentetiktir.

V. USUN TÜM KURAMSAL BİLİMLERİNDE


SENTETİK A PRİORİ YARGILAR İLKELER
OLARAK KAPSANIR:
1. Tüm matematiksel yargılar sentetiktir. Kant’a göre sentetik olmasına karşın, matematiksel
önermeler her zaman a priori yargılardır. Çünkü deneyimden elde edilemeyecek kesinliğe
sahiptirler. 7+5=12’nin, 12 yapmasını bulmak için zaten bildiğimiz sayıları kullanırız.
Yeniden sayı üretmemiz gerekmez. Ama aritmetik önermede gerekli olan sayıları kendimiz
buluruz, yani sentetiktir.
Arı geometrinin herhangi bir temel ilkesi de sentetiktir. Örneğin; “İki nokta arasındaki doğru
çizgi en kısa çizgidir.” (s.54) Çünkü kapsadığı salt bir niteliktir. Büyüklükle ilgili hiçbir şey
kapsamaz.
“Oysa soru verili kavrama düşüncede neyi yüklememiz gerektiği değil, ama onda gerçi
bulanık da olsa edimsel olarak neyi düşündüğümüzdür; yüklem hiç kuşkusuz o kavrama
zorunlu olsa da, kavramın kendisinde düşünülmüş olarak değil, ama kavrama eklenmesi
gereken bir sezgi aracılığıyla böyledir.” (s.55)
2. Doğa bilimi a priori sentetik yargıları ilkeler olarak kendi içinde taşır. Sentetik olan bir
önerme a priori düşünülebilir. Ve doğa bilimlerinin arı bölümlerinin geri kalan önermeleri de
aynı türde yargı barındırır.
3.Metafiziğe gelince a priori sentetik bilgiler kapsamına girer. Bu doğrultuda deneyimin bize
yardımcı olamayacağı uzaklıklara açılırız. Dünya’nın başlangıcı gibi… En azından amacına
göre a priori sentetik yargılardan oluşur.

VI. ARI USUN EVRENSEL SORUNU


Arı usun asıl sorunu; a priori sentetik yargıların nasıl olanaklı olduğudur? Metafiziğin şimdiye
dek çelişki durumunda kalmış olmasının belki de nedeni analitik ve sentetik yargılar
arasındaki ayrımın daha önce düşünülmemiş olmasıydı. Tüm felsefeciler arasında bu soruna
en çok yaklaşan Hume idi. Ama o da yeterince belirli olarak evrenselliği içinde düşünmediği
için uzak kaldı. Hume’a göre metafizik dediğimiz şey aslında deneyimden öğrenilmiş ve
kesinlik kazandığına inandığımız, sözde akla dayanan bir kuruntuydu. Gerçekten evrenselliği
açısından ele almış olsaydı, saf felsefeyi de yok eden bu tutumu öne sürmezdi. Bu durumda a
priori sentetik önermeler kapsadığı için matematik bile olanaksız kalıyordu. Neyse ki filozof
olmasının ve sağduyu sahibi olmasının etkisiyle bu yanlışından döndü.
Bu sorunun çözümünde tüm bilimleri temellendirme ve kurmada saf aklın ne kadar
kullanılabileceği de ele alınmıştır. Arı matematik nasıl olanaklıdır? Arı Doğa Bilimi nasıl
olanaklıdır? Bunlar edimsel oldukları için nasıl olanaklı olduklarını sorabiliriz. Ama
metafiziğin edimsel olamayışı çoğunluğu haklı olarak kuşkuda bırakır. Metafizik bilim olarak
olmasa da doğal bir eğilim olarak edimseldir. Çünkü insanın aklı, kendisinin bile
cevaplayamayacağı soruları meydana getirebilir. Bu yüzden yetersiz kaldığında, tüm
insanlarda Metafizik hep olmuştur ve olacaktır. Sorumuz değişir; Metafizik doğal eğilim
olarak nasıl olanaklıdır?
Aslında saf aklın kendi kendine üretip yönelttiği ve olabildiğince cevaplamaya çalıştığı bu
sorular evrensel insan aklının doğasından nasıl kaynaklanır? Evrenin başlangıcı var mıdır?
Gibi sorular ile Metafiziğe yönelsek de onunla sınırlı kalamayız. Aklın yarattığı eleştiri
sonunda bilime ulaşır. Eleştiri olmaksızın dogmacı yaklaşım ise temelsiz öne sürüme götürür.
Öne sürümleri tersi düşünceler de doğabileceği için, sonuç kuşkuculuğa kadar gider. Neyse ki
bu yanlış görüş korkulacak bir yayılış göstermez. Çünkü aklın doğasında dogmatiklik yoktur
ve kendisine yönelttiği soruları cevaplamaya yatkındır. Akıl bir kez açıldığı zaman onu
kullanmak ve daha çok açmak kolaylaşır.
Dogmatik bir Metafizik yaratılmaya çalışılmış ancak bütün çabalar boşa gitmiştir. Zaten böyle
de olmalıdır. Çünkü analitik yan asıl metafizikte amaç değildir. Bu yöntemden vazgeçmek
genelde çok kolay olur çünkü aklın dogmatik tavırlar içine girmesi Metafiziğin tüm
saygınlığını yıkar. Ancak yıkılsa da tekrar ayağa kalkan bu bilimi evrenselleştirmek ve
diğerlerinden ayırmak için daha büyük bir neden gerekecektir.

VII. ARI USUN ELEŞTİRİSİ ADI ALTINDA


TİKEL BİR BİLİMİN İDEASI VE BÖLÜMLERİ
Sonuç olarak Saf Aklın Eleştirisi adı altında belirli bir bilim ortaya çıkar. Çünkü a priori
bilgimiz, kaynağı zaten arı olan aklımızdır. Buna eleştiri dememiz herkesin yararına olacaktır
ve öğreti dememizden daha faydalı bir içerik oluşacaktır. Eleştiri haliyle içerik olarak çok
daha dolgun ve sağlam bir bilim halini alır.
Kant bu noktada Aşkınsal Felsefeye geçiyor. “Nesneler ile olmaktan çok a priori olanaklı
olduğu ölçüde nesnelere ilişkin bilgi türümüz ile ilgilenen tüm bilgiyi aşkınsal olarak
değerlendiriyorum. Böyle bir kavramlar dizgesi Aşkınsal Felsefe olarak adlandırılabilir.”
(s.60-61) Ancak bu tanım bir yerde çok kaba kalmaktadır ve işimizi zorlaştırmaktadır. Hem
analitik hem de sentetik a priori bilgiler olduğu için, bizi amacımızın dışına götürür. Biz yine
de analizi yapmak zorundayız ancak işimizi görecek şekilde uygulamak daha iyi olacaktır.
Okurdan burada beklediğimiz şey saf aklın yeterliliğinin asıl eleştiri noktası olduğunu
bilmesidir. Bu noktadan yola çıkarak ancak felsefi içerikleri kullanabiliriz. Yaptığımız
eleştiriye Aşkınsal Felsefe de diyemeyiz. Çünkü elimizde olan tüm a priori bilgi kaynaklarını
tüketerek yapılmış bir eleştiri değildir. “Eleştirimiz hiç kuşkusuz düşünsel arı bilgiyi
oluşturan tüm kök kavramların tam bir sıralanışını da göz önüne almalıdır.” (s.62)

Yaptığımız saf aklın eleştirisi Aşkınsan Felsefenin her şeyini içine alır. Fakat kendisi yine de
Aşkınsal Felsefe değildir. Çünkü dediğimiz gibi, a priori bilginin el verdiği şekilde ilerler ve
bu yeterli değildir. Saf aklı bölümlendirebilirsek bunlar; Öğeler Öğretisi ve Yöntem Öğretisi
olarak ikiye ayrılır. Bunlara şöyle de diyebiliriz; duyarlık ve anlak. Duyarlık nesnelerin
farkında olmamıza ve algılamamıza yardımcı olurken anlak ise şeyler hakkında düşünmemize
olanak sağlar. Duyarlıkta bize verilen kadarını doğal bir yoldan a priori olarak aldığımız için
bir nevi Aşkınsal Felsefeye dâhil olur. Nesneleri düşünmekten önce onları algıladığımız
konusu da şimdi Aşkınsal Öğeler Öğretisi konusu olacaktır.

ARI USUN ELEŞTİRİSİ


I.
AŞKINSAL ÖĞELER ÖĞRETİSİ

BİRİNCİ BÖLÜM
AŞKINSAL ESTETİK
Bir nesneyi bilgi olarak düşünmemizi ve algılamamızı sağlayan şeye sezgi deriz. Sezgi,
sadece nesneler var olurken işe yarar. Anlakta yer alması gerekmektedir. Sezgi aynı zamanda
hem a priori hem a posteriori bilgi içerebilir. Kant’a göre biz her an milyonlarca şey
duyumlarız. Bu duyumları önce algı sonra bilgi haline getirmek için de zihin tarafından bu
duyumları seçer ve birbiriyle bağıntılarız. Bu seçme ise tamamen kendi ihtiyaçlarımızdan
kaynaklanır. İhtiyacımız olmayan dış duyuları seçmeme gibi bir özgürlüğe sahibiz.

BİRİNCİ KESİM
UZAY
Bu Kavramın Metafiziksel Açımlaması
Anlığımızın bir özelliği de dış duyumuzdur. Dış duyumuz ile kavradığımız her şey aynı
zamanda uzayda var olmaktadır. “Zaman dışsal olarak sezilemez, tıpkı uzayın içimizdeki bir
şey olarak sezilememesi gibi. Öyleyse uzay ve zaman nedirler?” (s.70) Yazarın bahsettiklerini
anlamak için önce uzayı ele aldığı noktalara değinelim.
1. Uzay kavramı, bizim deneyimle adını koyduğumuz bir şey değildir, fark etmemize ihtiyacı
olmadan var olur ve hep oradadır.
2. Bütün sezgilerimizin doğasında uzay vardır. Uzayın olmadığı bir olay veya durum
düşünemeyiz çünkü uzay a priori gelir.
3. Uzaya saf kavram dememizin nedeni, bahsettiğimiz anda aklımıza a priori olarak tek ve
aynı görüntünün gelmesidir. Uzayda çokluk kavramı sadece bizim türettiğimiz bir şeydir.
4. Uzay dışında başka hiçbir kavram sonsuz çokluğu kapsayamaz ve bunu iddia edemez. Buna
rağmen uzay sonsuz çokluk kapsar, bu nedenle kavram değil de sezgi deriz.

Uzay Kavramının Aşkınsal Açıklaması


Burada filozofun amacı verilen kavram üzerinden açıklama yaparak sentetik a priori bilginin
hangi şekillerde olanaklı veya olanaksız olduğunu açıklamak ve açık bir şekilde anlatmaktır.
Sentetik a priori bilginin nasıl mümkün olduğunu açıklamaya çalıştığını düşünüyorum. Uzay
kavramında anahtar kelime sezgidir. Bahsettiğimiz sezgi tabi ki de konumuz gereği a priori
olmalıdır. Açıkladığımız a priori sentetik bilgi türlerinin kesinliği tamamen bilince bağlıdır.
Örneğin geometrinin adını biz koyarız ve kesinliği yine bizim inancımıza ve bakış açımıza
göre şekillenir yani bir yerde sezgiseldir.

Yukarıdaki Kavramlardan Çıkarsamalar


Birçok kez yazarın da tekrar ettiği en önemli nokta; uzay kavramından başka tasarımsal olarak
a priori olan başka bir nesne yoktur ve olamaz. Burada öznenin etkisi en azdır çünkü filozofa
göre, kim olursa olsun uzay kelimesini duyunca herkesin aklına aynı görüntü geliyordur,
gelmelidir. Nesneler kendiliğinden bize farklı olarak görünebilir ancak uzayda öyle bir durum
söz konusu değildir. Bir nesneyi farklı olarak kavrayan iki insanın gözünden o nesneyle ilgili
her şeyi çıkarsak (renk, koku, tat, doku vb) yine de o iki insanın göreceği salt tek bir gerçek
vardır o da uzaydır. Filozofa göre işte bu yaptığımız tamamen sezgiseldir. En güzel anlatan
cümlesi ise bana göre şudur:
“Çünkü başka hiçbir öznel tasarımdan uzaydaki sezgiden olduğu gibi sentetik a priori
önermeler türetilemez.” (s.76)

İKİNCİ KESİM
ZAMAN
Zaman Kavramının Metafiziksel Açımlaması
Zamanı yaratan bizler değiliz, kendisi evrenin başlangıcından beri var olmaktadır. Onu
algılayıp da adına zaman diyen bizleriz. Tüm deneyimlerimiz hatta bildiklerimiz ortadan
kalkabilse de zaman asla yok olamaz. Sezgilerimizin temelinde de zaman yatar ve a priori
alırız. Algı bize var olan şeyi kavradığı gibi öğretir fakat kesinliği hakkında yorum yapamaz.
A priori bilgi olduğu için kesin bilgi kabul edilir. Zaman evrensel bir kavram değildir.
Sezgisel olduğu için, farklı zaman dilimleri eşzamanlı olarak da algılanabilir ve hatta biz bunu
asla ayırt edemeyebiliriz. Biz, zamanı sonsuz olarak kabul etsek de kaynağının tek bir şey
olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Onu bu şekilde kabul eden bizlerizdir.

Zaman Kavramının Aşkınsal Açımlaması


Kant zamanın a priori olduğunu söylerken onun tek bir boyutu olduğunu ve bunun da
ardışıklık boyutu olduğunu söylemiştir. Zaman, hiçbir nesneye bağlı değildir ve hatta uzay
bile zamanın yanında bir hiç kalır. Kant’a göre zaman hiçbir şekilde deneyimsel yani görüngü
olamaz. Onu kavrayan ve anlamaya çalışan insanlardır. Eşzamanlılık uzayın bir niteliğidir.
Ancak zaman yoluyla uzaydaki var oluşlar sezilebilmektedir. Şöyle söyleyelim; uzayın imkân
verdiği yan yana oluş durumu, zamanı yok ettiğimizde sıfır olur. Çünkü zaman olmadan uzay
hiçbir şeydir. Dolayısıyla her durumda zaman uzayı önceler ve uzay bir anlamda zamana
tabidir.
“Eğer kendi kendimizi içsel olarak sezme ve bu sezgi aracılığıyla tüm dış sezgileri tasarım
yetisinde ele alma kipimizi soyutlayarak nesneleri kendilerinde olabildikleri gibi alırsak,
zaman hiçbir şeydir.” (s.80) İşte bu cümleden sonra ben de ne diyeceğimi şaşırıyorum. Çünkü
yazar birkaç satır önce zamanın evrenselliğinden bahsederken şimdi ise zamanın nasıl özneye
bağlı olduğunu açıklamaya başlıyor. Sayfanın sonuna doğru aynen şu cümleyi kuruyor;
“Zaman öyleyse yalnızca bizim (insansal) sezgimizin (ki nesneler tarafından etkilendiğimiz
sürece her zaman duyusaldır) öznel bir koşuludur ve kendinde, öznenin dışında, hiçbir
şeydir.” (s.80)

Durulaştırma
Filozofun anlatmak istediğini toparlarsak; zamanın edimselliğinin de yine bizlerden kaynaklı
olduğunu söylüyor. “Zaman iç sezgimizin biçiminden başka bir şey değildir.” (s.82) Zaman
nesnelerden ve varlıklardan tamamen bağımsız bir kavramdır. Hatta nesneler tüm sezgisel
özelliklerinden sıyrılırsa geriye zaman kalır. Eğer öyle olmasaydı zamanı da biz yönetiyor
olurduk. Aslında yazarın demek istediği zamanın da tıpkı uzay gibi bir kavram olmaktan çok,
bir sezgi olduğudur. Kant’ın uzay ve zamanı “kendinde şey” olarak kabul etmemesinin sebebi
onların bilinemez oluşudur. Onları görüngü haline getiren asıl bizlerizdir.

Değerlendirme
Kant oldukça ağır bir dili ve teferruatı olan bu kitabında bana göre birçok noktada çelişiyor.
Aklımızın doğası gereği nasıl olduğundan ve olması gerektiğinden bahsederken aynı zamanda
onu eleştirmesi ve hor görmüş olmasında olduğu gibi. Numenler alanında algılayamadığımız
bazı şeyleri fenomenleştiriyor olduğumuz düşüncesine de kesinlikle katılmıyorum. Yapımız
gereği bir şeylere açıklama ararken yetersiz gelebiliriz fakat biz aklımızın araştırma yaparak
kendi kendine edindiği bilgileri fenomenlerden kabul etmiyoruz. Metafizik elbette bizim için
hala ve her zaman aşkınsal bir durum olacaktır. Bunu anlamak için aklımızın yeterli
olmadığını savunduğu görüşüne katılıyorum. Uzay ve zamanı kavramsallıktan uzaklaştırıp a
priori sentetik bir sezgi kabul etmesi de son derece mantığa yatkındı, yani bana göre.
Raporumun biraz uzun olduğunun farkındayım ancak buradan bu ödevi yaparken ne kadar
zorlanmış olduğumu anlayacağınızı düşünüyorum ve affınıza sığınıyorum…
Kaynakça
Felsefe Sözlüğü- Ahmet Cevizci
www.Academia.edu
www.Felsefe.gen.tr
www.wikipedia.com
www.dusunbil.com

Vous aimerez peut-être aussi