Académique Documents
Professionnel Documents
Culture Documents
KISA AÇIKLAMALI
Mahmut Kısa
SÛRELER
1. FÂTİHA SÛRESİ
2. BAKARA SÛRESİ
4. NİSÂ SÛRESİ
5. MÂİDE SÛRESİ
6. ENÂM SÛRESİ
7. A’RÂF SÛRESİ
8. ENFÂL SÛRESİ
9. TEVBE SÛRESİ
25. FURKÂN SÛRESİ
42. ŞÛRÂ SÛRESİ
59. HAŞR SÛRESİ
76. İNSAN SÛRESİ
93. DUHÂ SÛRESİ
110. NASR SÛRESİ
1. FÂTİHA SÛRESİ
Fâtiha; başlangıç demektir. Bir bitki tohumu nasıl o bitkinin
dallarını, yapraklarını, meyvelerini ve diğer özelliklerini özünde
barındıran bir çekirdek programı ise, Fâtiha da Kur’an’ın çekirdeği,
özü ve özetidir. Peygamberliğin ilk yıllarında indirilmiştir. Bütün
olarak gönderilen ilk sûre olup, yedi ayetten oluşmaktadır.
Fâtiha, Allah ile kulu arasında ezelî ve ebedi, şerefli bir kulluk
antlaşmasıdır.
81. Hayır, öyle değil! Doğrusu şu ki; hangi ırka, hangi dine,
hangi cemaate mensup olursa olsun, her kim bir kötülük
yapmış da günahları kendisini çepeçevre sarıp
kuşatmış ve böylece zulmü, haksızlığı, isyankârlığı bir yaşam
biçimine dönüştürmüş olursa, işte onlar cehennem
halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır!
91. Onlara:
113. Yahudiler:
Sabredenleri müjdele!
Şu hâlde;
168. Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz
yiyeceklerden yiyin ve sakın şeytanın adımlarını
izlemeyin; çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır.
170. Onlara:
Her kim acele edip iki gün içinde, yani bayramın ikinci
ve üçüncü günlerinde şeytanı taşlar ve işini bitirip
memleketine hareket etmek üzere Mina’dan Mekke’ye
dönerse, ona bir günah yoktur. Kim de üçüncü gün, yani
bayramın dördüncü gününde de şeytan taşlamayı isteyip geri
kalırsa, kötülüklerden dikkatlice sakınıp korunduğu
taktirde, ona da günah yoktur. Mina’dan Mekke’ye,
kurban bayramının üçüncü veya dördüncü gününde
dönebilirsiniz. Önemli olan, niyet ve davranışlarınızdaki
güzelliktir. Bu yüzden, Allah’tan gelen emirlere harfiyen
riayet ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Ve
bilin ki, hepiniz eninde sonunda toplanıp O’nun
huzuruna getirileceksiniz.
Nihâyet, ölüm ötesi hayat ile ilgili hakîkat ona iyice belli
olunca:
263. Gönül alıcı tatlı bir söz söylemek veya bir kimsenin
ayıbını örtüp kusurunu bağışlamak, peşinden başa kakma
ve incitme gelen bir sadakadan daha değerlidir.
122. Hani sizden iki grup, yani Seleme oğulları ile Harise
oğulları, münâfık Abdullah bin Übeyy’in propagandasına
aldanarak az kalsın paniğe kapılıp geri döneceklerdi.
Hâlbuki onların velisi, yardımcısı, dostu ve koruyucusu
yalnızca Allah idi. Öyleyse, inananlar Allah’a dayansınlar
ve ancak O’na güvensinler. Çünkü O, kendi uğrunda
mücâdele edenleri kesinlikle yardımsız bırakmayacaktır.
Nitekim:
163. Evet, iyilerle kötüler bir olmaz. İlâhî ölçülere göre her
insanın, yapıp ettiklerine göre bir değeri, bir rütbesi vardır.
Onlar, Allah katında derece derecedirler. Hiç kuşkusuz
Allah, yaptıkları her şeyi görmektedir.
183. Ama gel gör ki onlar, Son Elçiye inanmamak için bin
bir türlü bahane öne sürerek:
Onlara de ki:
2. Çocuklar arasında erkek yok da, iki veya ikiden fazla kız
varsa, onlara mirasın üçte ikisi düşer.
2. Eğer ölenin oğlu veya oğlunun... oğlu yok ise, baba, kendi
payının yanı sıra, mirastan artanı da alır. Baba tek başına
mirasçı olursa, bütün mirası alır.
12. Ey erkekler!
1. Eğer ölenin ana bir baba ayrı bir erkek kardeşi veya
böyle bir kız kardeşi varsa, bunların her birine altıda
bir pay düşer. Yani, yalnızca bir erkek kardeş varsa altıda bir
pay alır, yalnızca bir kız kardeş varsa, o da altıda bir pay alır.
1. Anneleriniz ve nineleriniz.
2. Kızlarınız ve torunlarınız.
Kaldı ki, Allah yolunda olmasa bile, er geç ölümle yüz yüze
gelmeyecek misiniz?
93. Her kim suçsuz bir insanı, hele hele bir mümini
kasten öldürecek olursa, onun cezası, —gereğince
tövbe etmemiş ise— ebediyen cehennemde kalmaktır!
Çünkü Allah ona gazâb etmiş, onu rahmetinden kovarak
lânetlemiş ve ona büyük bir azap hazırlamıştır!
İkiyüzlülere gelince:
3-Eğer ölen kişinin iki veya daha fazla kız kardeşi varsa,
onlar mirasın üçte ikisini paylaşırlar.
2. Ey iman edenler!
45. Biz onlar için —ve dolayısıyla sizin için de— cinâyet ve
yaralamalarla ilgili olarak Tevrat’ta şu hükümleri yazdık:
Cana karşılık can, göze göz, buruna burun, kulağa
kulak, dişe diş ve diğer yaralamalarda benzer şekilde
kısas yapılacaktır. Fakat kim suçluyu affedip kısas
hakkından vazgeçerse, bu da onun günahlarının
bağışlanması için bir kefaret olacaktır.
O hâlde;
113. Onlar “Ama bizim kötü bir niyetimiz yok, biz sadece
istiyoruz ki, ondan yiyelim, kalplerimiz tam bir imanla
huzura ersin, bize doğru söylediğini kesin olarak
bilelim ve onun sayesinde, hakîkatin şâhitleri olalım!”
demişlerdi.
114. Bunun üzerine Meryem oğlu İsa, “Ey Rabb’imiz,
ey yüce Allah’ımız!” diye yalvardı, “Bize gökten öyle
bir sofra indir ki, geçmiş ve gelecek bütün nesillerimiz
için kutlanacak bir bayram ve senin tarafından bize
bahşedilmiş bir mûcize olsun. Ve göndereceğin bu ilâhî
sofra ile bizi besleyip rızıklandır; zira sen, rızık
verenlerin en hayırlısısın.”
O hâlde, ey Peygamber!
73. Gökleri ve yeri belli bir hikmete göre, yani hak ile
yaratan, O’dur. Kainat, anlamsız ve boşyere yaratılmış
değildir. Fakat gün gelecek, şu evren de yok olacak ve sonsuz
âhiret hayatı başlayacaktır. Ne zaman mı? O “Ol!” dediği
Gün, olmasını dilediği şey derhâl oluverir; O’nun sözleri,
hakîkatin ta kendisidir. Yeniden diriliş için Sûra üflendiği
gün, kulların tercih ve irâdeleri ellerinden alınacak ve
hükümranlık, tamamen ve yalnızca O’nun olacaktır.
Bugün otorite sahibiymiş gibi görünenlerin, gerçekte ne kadar
zayıf ve âciz oldukları anlaşılacak ve hâkimiyetin, yalnızca
Allah’a ait olduğu apaçık ortaya çıkacaktır.
92. Ve işte bu da, asıl adı Mekke olan ve içindeki Kâbe ile
bütün yeryüzünün merkezi konumunda bulunan Anakent
halkını ve aşama aşama çevresindeki diğer bütün şehirleri,
toplumları, ülkeleri ve tüm insanlığı uyarman için
gönderdiğimiz; kendisinden önceki kutsal metinleri —
değiştirilmiş kısımlarını düzelterek— onaylayan mübarek
bir kitaptır.
İşte o gün:
O hâlde, ey Müslüman!
161. Dinlerini paramparça eden bu zâlimlere de ki: “İşte
Rabb’im, beni dosdoğru bir yola, sizin zamanla terk
etmiş olduğunuz o mükemmel dine iletti; yani tüm sapık
yollardan uzaklaşıp tek Allah inancına yönelen
İbrahim’in ve diğer bütün Peygamberlerin ortak mesajı olan
gerçek inanç sistemine! Çünkü Yahudi ve Hıristiyanların
birtakım Peygamberleri, azizleri ve hahamları yüceltip
ilâhlaştırmasına karşılık, İbrahim hiçbir zaman Allah’a
ortak koşmamış ve Allah’ın hiçbir kitabını veya elçisini
yalanlamamıştı.”
2. Ey şanlı Elçi! İşte Elif, Lâm, Mîm, Sâd gibi, hiç de yabancısı
olmadığın ‘sıradan’ harflerin olağanüstü bir âhenkle yan yana
dizilerek oluşturduğu bu muhteşem ayetler, sana Allah
tarafından gönderilmiş bir kitaptır. O hâlde,
uğrayacakları âkıbete karşı insanları uyarman ve bu evrensel
çağrıya inananlara öğüt vermen konusunda, yüreğinde
asla bir şüphe, endişe ve sıkıntı olmasın!
Bu yüzdendir ki:
80. Lut’u da, erkek erkeğe sapık ilişkilere giren azgın bir
toplumu uyarması için görevlendirmiştik. Hani o, halkına
şöyle seslenmişti: “Ey halkım! Sizden önce dünyada hiç
kimsenin yapmadığı bir hayasızlığı mı yapıyorsunuz?”
133. Biz de, her biri başlı başına birer mûcize olarak,
üzerlerine günlerce sel suları boşaltan tufanı, her yeri
kaplayarak hayatı felç eden sürü sürü çekirgeleri, ürünleri
mahveden zararlı böcekleri, nehirleri ve şehirleri dolduran
kurbağaları ve içme sularını kızıla boyayan kanı
gönderdik. Fakat bütün bu uyarılara karşılık, küstahça
kibirlenip sürekli suç işleyen bir topluma dönüştüler.
134. Ne zaman yukarıda sözü edilen belâlardan bir belâ
başlarına çökse, her defasında “Ey Mûsâ!” diye
yalvarıyorlardı, “Sana verdiği sözün hürmetine, bizim
için Rabb’ine yalvar da şu belâyı başımızdan kaldırsın!
Yeminle söylüyoruz, eğer bu azâbı bizden
uzaklaştırırsan, sana kesinlikle iman edeceğiz ve İsrail
Oğulları’nın seninle birlikte Mısır’dan çıkıp gitmesine
izin vereceğiz!”
Oysa ki;
Ve işte, uyarıyorum:
195. Hem nasıl olur da, kendinizden daha aşağı bir seviyede
bulunan bu cansız taşlara, heykellere tapar, onlardan medet
umarsınız? Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa
tutacakları elleri mi? Görecekleri gözleri mi var,
yoksa işitecekleri kulakları mı?
Şu hâlde, ey insanlar!
O zâlimler ki;
Bu yüzden, ey Müslüman!
4. Bu durumdaki yetimlere,
5. Diğer yoksullara,
O kadar ki:
50. Sana bir zafer, ganîmet veya başarı gibi bir iyilik
ulaşacak olsa, bu durum, iflah olmaz kıskançlıkları
yüzünden onları üzer; eğer başına bir kötülük gelse,
içlerinden, “İyi ki bunlarla savaşa katılmayıp baştan
tedbirimizi almışız!” diyerek sizi sıkıntılarla baş başa
bırakıp keyif içerisinde dönüp giderler.
128. İyi bilin ki, size kendi içinizden ve sizin gibi beşerî
özellikler taşıyan kutlu bir Elçi gelmiştir. Öyle bir Elçi ki,
sizin dünyada ve âhirette çekebileceğiniz her acıyı kendi
yüreğinde hisseder, çünkü sizlere son derece
düşkündür, hele müminlere karşı çok şefkatli ve çok
merhametlidir.
Hal böyleyken:
31. “Evet, ben de sizin gibi bir insanım, bundan öte bir
iddiam yok. Ben yalnızca, dünya ve âhirette kurtuluşunuzu
sağlayacak hayat prensiplerini Allah’ın bana bildirdiğini
söylüyorum. Fakat siz, bu iddiamın doğru olup olmadığını
anlamak için mesajıma kulak vereceğiniz yerde, bana gayba ait
sorular soruyor, mûcizeler göstermemi istiyorsunuz. Oysa
ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır ve
onları dilediğim şekilde kullanabilirim!’ demiyorum;
Allah’tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği gaybı da
bilemem. Size bir melek olduğumu da
söylemiyorum. Bununla birlikte, sahip olduğunuz şu
görkemli saltanatın günün birinde elinizden alınmayacağını ve
gözünüzde küçümseyip hor gördüğünüz bu tertemiz
insanlara Allah’ın bir lütufta bulunmayacağını da
söyleyemem. Bu, onların iman ve ihlas derecesine bağlıdır
ve onların kalplerindeki iman ve samîmiyet derecesini en
iyi bilen, Allah’tır. Eğer bütün bunların aksini iddia edecek
olsaydım, o takdirde ben, hem kendime, hem de sizlere
kesinlikle zulmetmiş olurdum.”
33. Nûh, “Bu benim elimde değil ki!” dedi, “Onu size —
eğer dilerse— ancak Allah getirebilir ve siz de buna
asla engel olamazsınız!”
46. Allah, “Ey Nûh!” dedi, “O, kan bağı yönünden senin
öz oğlun olsa da, inkârcılarla birlikte olmayı tercih ettiği için
senin ailenden değildir. Çünkü o, Allah’a isyan etmekle
çok çirkin bir davranış sergiledi. O hâlde, ilâhî prensiplere
uygun olup olmadığını bilmediğin bir şeyi isteme
benden. Bütün inkârcılara ne yapılacaksa, senin oğluna da o
yapılacak. Çocuğuna duyduğun babalık şefkati, zâlimlere
verilecek ceza konusunda seni adâletsizliğe sürüklemesin.
Zira bu, senin gibi vahyin eğitiminden geçmiş birine hiç
yakışmaz. Sana, câhilce davranmamanı tavsiye
ederim.”
İyi bilin ki, her konuda son sözü söyleyen ve nihâî hükmü
veren Allah’tır ve hiçbir güç, O’nun hükmünün önüne
geçemez ve şunu da iyi bilin ki, Allah, yeri ve zamanı
geldiğinde hesap görmede çok hızlıdır! İstese, günah
işledikleri anda zâlimleri derhal yok edebilir fakat sonsuz
merhameti sayesinde, tövbe etsinler diye onlara mühlet
veriyor, bunun için de, insanlık tarihinden ibret alarak
düşünmelerini öneriyor:
1. Elif, Lâm, Râ. (2. Bakara: 1, 23, 24 ve 10. Yûnus: 1). Bu,
insanları Rab’lerinin izniyle inkâr ve cehâlet
karanlıklarından kurtarıp iman ve İslâm’ın aydınlığına, O
yüceler yücesi, O her türlü övgüye lâyık olan Allah’ın
yoluna iletmen için sana gönderdiğimiz bir kitaptır.
1. Elif, Lâm, Râ. (2. Bakara: 1, 23, 24) Dinle bak, ey insan!
Rabb’inden sana bir mesaj geldi: Bunlar, insanlığı aydınlatmak
üzere gönderilen son ilâhî Kitabın, yani okunsun, anlaşılsın
ve hayata hükmetsin diye gönderilen ve dâimâ gündemde
tutulması gereken apaçık ve anlaşılır Kur’an’ın ayetleridir.
31. Fakat aslen bir cin olan İblîs hariç; o, kibrinden dolayı
Âdem’in önünde boyun eğmeye yanaşmadı secde etmedi.
44. Onun tam yedi katı ve her katın ayrı birer kapısı olup,
her kapı için, günahlarının derecesine göre o azgınlardan
birer grup ayrılmıştır. Öte yandan:
79. Biz de onları, karanlık bir günün “gölge azâbı” ile yok
ederek gereken cezaya çarptırdık. Medyen ve Eyke; her
ikisinin harâbeleri de, Hicâz ile Filistin arasında, bugün dahî
gözler önünde duran bir yol üzerindedir ve zâlimleri
nasıl bir âkıbetin beklediğini anlatan birer ibret belgesi olarak
durmaktadır.
72. Allah size, kendiniz gibi birer insan olan karşı cinsten
eşler yarattı; eşlerinizden de size çocuklar, torunlar
verdi ve size tertemiz gıdalar, geçim kaynakları ve rızıklar
ihsan etti. Bütün bunlara rağmen, kaderlerini belirleme,
duâlarına cevap verme, hayatlarında kanun ve kurallar koyma
gibi güç ve yetkilere sahip Allah’tan başka varlıklar
bulunduğuna dâir asılsız bir inanç besleyerek, hâlâ bâtıla
inanıp, Allah’ın bunca nîmetlerine karşı nankörlük mü
edecekler?
Söyle ki:
101. Biz bir ayetin yerine başka bir ayet getirdik mi,
yani daha önceki ümmetlere gönderdiğimiz kitapları
yürürlükten kaldıran yeni bir kitap ve yeni bir şeriat
gönderdik mi, Allah insanlığın her aşamasında neler
gönderdiğini ve göndereceğini herkesten daha iyi bildiği
hâlde, inkârcılar, “Ey Muhammed! Sen ancak, uydurduğu
sözleri Allah’a nisbet eden bir yalancısın! Daha önce
gönderilen kutsal kitaplar dururken, Allah niçin yeni bir kitap
göndersin ki?” derler. Hayır, doğrusu onların çoğu,
bütün ilâhî kitapların aynı kaynaktan geldiğini ve Kur’an’ın,
daha önce tahrif edilen, anlamı çarpıtılan gerçekleri yeniden
aslî şekline kavuşturan son ilâhî kitap olduğunu bilmezler.
Hal böyleyken:
68. Peki, karaya çıkınca her şey bitiyor mu? O’nun sizi,
kendinizi güvende sandığınız karada korkunç bir depremle
yerin dibine geçirmeyeceğinden, ya da üzerinize taşlar
savuran bir kasırga göndermeyeceğinden emîn
misiniz? Sakın emîn olmayın! Çünkü Allah öyle bir belâ verir
ki, sonra kendinize bir koruyucu bulamazsınız!
105. Biz onu hak ile, yani mutlak hakîkati ortaya koymak
üzere, belli bir hikmet doğrultusunda indirdik; nitekim o da,
hiçbir değişikliğe, tahrifâta uğramadan, tam istediğimiz gibi
hak ile indi senin kalbine ve böylece seni, ancak
müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
67. Hızır, “Elbette fakat sen bir insan olarak, sana bildirilen
ilâhî kurallara uymakla yükümlü olduğundan, benimle
arkadaşlığa kesinlikle dayanamaz ve yaptıklarıma —doğal
olarak— karşı çıkarsın!” dedi. Ve ekledi:
30. Daha birkaç günlük bir bebek olan İsa, “Bakın, ben
Allah’ın bir mûcize olarak yarattığı kuluyum!” dedi, “O
bana ilâhî Kitap bilgisini bahşetti ve beni bir Peygamber
yaptı.”
40. Hiç kuşku yok ki, gün gelecek kıyâmet kopacaktır. İşte
o zaman, yeryüzü üzerindekilerle birlikte yine Bize
kalacak ve bütün insanlar, hesap vermek üzere
huzurumuza geleceklerdir.
57. Bunun karşılığı olarak da, Biz onu pek yüce bir
makâma yükseltmiştik.
101. Öte yandan, iman edip güzel işler yaptıkları için Bizim
tarafımızdan güzel bir vaadi hak edenlere gelince,
onlar cehennemden uzak tutulacaklardır. Öyle ki;
Hiç kuşkusuz biz sizi, ilk önce atanız Âdem’de olduğu gibi
topraktan, sonra topraktan yetişen yiyeceklerle babanızın
vücudunda oluşan nutfeden, sonra ana rahmine düşen bu
nutfenin belli bir dönem sonunda kan pıhtısı görünümünde,
rahmin duvarına yapışmasıyla oluşan alakadan, sonra temel
unsurları bakımından yaratılışı kısmen tamamlanmış, fakat
bütün organlarıyla henüz tamamlanmamış olan bir
çiğnem et parçasından yarattık ve bu yaratılışı size böyle
ayrıntılarıyla anlattık ki, Kur’an’ın ilâhî bir kelam olduğunu,
hiçbir şüpheye meydan vermeyecek biçimde size açıkça
gösterelim. Cenin hâlinden sonraki aşamalara gelince:
Haram oldukları size daha önce (6. En’âm: 145 ve 16. Nahl:
115) bildirilenler hariç, bütün hayvanların etleri size
helâl kılınmıştır. O hâlde, putlardan kaynaklanan
pisliklerden, küfür ve şirk sistemlerinin ürettiği bâtıl inanç
ve ideolojilerden, bidatlerden, hurâfelerden kaçının ve
asılsız, temelsiz iddialardan, özellikle de Allah adına uydurulan
yalan sözlerden uzak durun!
67. Biz her ümmete, bir tek Allah’a kulluk esasına dayalı
inanç sistemini tebliğ eden elçiler göndererek, hepsini aynı
inanç ilkeleri etrafında birleşen bir tek millet kıldık. Fakat
ayrıntılı konularda, her ümmetin kendi özel şartlarına uygun
yerel ve geçici hükümler gönderdik. Böylece her ümmete,
kendilerine özgü ihtiyaç ve imkânlara uygun olarak, kulluk ve
ibâdet görevini yerine getirecekleri farklı bir ibâdet
biçimi ve farklı bir hukuk sistemi belirledik. İşte şimdi de,
bütün kitapların özü, esası ve zirvesi olan Kur’an’ı
göndererek, kıyamete kadar geçerli olacak inanç sistemini
bütün açıklığıyla ortaya koyduk. Dolayısıyla, geçmiş şeriatlar
bugün artık geçerliliğini kaybetmiş olup, önceki
Peygamberlere iman ettiklerini söyleyenler de, herkes gibi
son kitaba uymakla yükümlüdürler. O hâlde, ey Peygamber
ve O’nun yolunda giden Müslüman! Hakîkati bile bile
reddeden o inkârcıların, artık bu konuda seni kısır ve
yararsız tartışmalara sürüklemelerine izin verme, onlar
ne derlerse desinler; sen Rabb’inin yoluna çağırmaya
devam et ve asla yılgınlığa kapılma, çünkü sen, gerçekten
dosdoğru bir yoldasın.
76. Oysa Biz onları, zaman zaman kıtlık, hastalık, savaş gibi
azaplarla sarsıp cezalandırmıştık, fakat onlar yine de
Rablerine boyun eğmeye yanaşmamış, hattâ azâbın
kaldırılması için O’na el açıp yalvarmaya bile tenezzül
etmemişlerdi.
113. Onlar da, “Olsa olsa bir gün, hattâ bir günden de
az. Fakat emîn değiliz, bunu hesaplayabilecek olanlara
sor yâ Rab, çünkü bizim aklımız başımızdan gitmiş durumda!”
diye cevap verecekler.
35. Çünkü Allah, var olan her şeye varlığını armağan eden,
her birini kendi yaratılışındaki hikmete uygun niteliklerle
donatan, hedefini ve yolunu göstererek onları dâimâ iyiye,
güzele yönlendiren; gönderdiği mesajlarla gönülleri aydınlatan,
duygu ve düşünceleri arındıran ve böylece, tüm kâinâta
nuruyla tecellî edip varlığa anlam ve değer kazandıran mutlak
hakikattir, yani göklerin ve yerin nurudur. O’nun varlığa
yansıyan en parlak nuru olan bu Kur’an, tıpkı rüzgar ve
yağmurdan korunmuş sapasağlam bir siper içindeki
kandile benzer. Kandil, camdan bir fânus içindedir. O
fânus ki, inci gibi parıldayan bir yıldızdır sanki. Bu kandil,
hayır ve bereketin sembolü olan kutlu bir bitkiden,
zeytinden elde edilen saf ve doğal zeytinyağıyla, yani ilâhî bir
yakıtla tutuşturulmuştur ki, ne doğulu Hint mistizminden
kaynaklanmıştır, ne de batılı Yunan felsefesinden. Bu nur,
herhangi bir coğrafyanın, kültürün ve medeniyetin ürünü
değildir; aksine, tüm zamanları ve mekânları kucaklayan ilâhî-
evrensel bir mesajdır. Ve o kandilin yağı o kadar berrak, o
kadar parlaktır ki, neredeyse hiç ateş değmese bile
kendiliğinden ışık verecek! Öyle ki, iç içe dâireler şeklinde
kat kat ışık demetleri; nur üstüne nur! İşte Kur’an,
böylesine parlak, böylesine aydınlatıcı bir kitaptır. Ne var ki,
bütün gözler bu aydınlıktan istifâde edemiyor, çünkü:
Allah, yalnızca hakîkate ulaşmak isteyen kimseleri kendi
nuruna eriştirir; işte bunun içindir ki Allah, insanlara
böyle canlı örnekler vermektedir. Çünkü Allah, her şeyi
en mükemmel şekilde bilmektedir.
109. “Hem şunu iyi bilin ki, ben buna karşılık sizden
herhangi bir menfaat veya mükâfât beklemiyorum;
çünkü benim mükâfâtımı verecek olan, ancak ve
ancak Âlemlerin Rabb’idir.”
127. “Hem şunu iyi bilin ki, ben buna karşılık sizden
herhangi bir menfaat veya mükâfât da beklemiyorum;
çünkü benim mükâfâtımı verecek olan, ancak ve
ancak Âlemlerin Rabb’idir.”
145. “Hem şunu iyi bilin ki, ben buna karşılık sizden
herhangi bir menfaat veya mükâfât beklemiyorum;
çünkü benim mükâfâtımı verecek olan, ancak ve
ancak Âlemlerin Rabb’idir.”
24. “Ve yine gördüm ki, kendisi de, halkı da, Allah’ı
bırakıp Güneş’e secde ediyorlar. Demek ki şeytan,
yaptıkları bu çirkin işleri kendilerine güzel ve çekici
göstererek onları yoldan çıkarmış; bu yüzden doğru
yolu bulamıyorlar.”
Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Hayır; bunu
iddia edenler, kelimenin tam anlamıyla yoldan çıkmış
kimselerdir!
Allah ile birlikte başka bir tanrı, öyle mi? Hayır! Hiç
kuşkusuz Allah, acziyet ve eksiklik ifâde eden her türlü
nitelikten uzaktır; müşriklerin ilâhlık pâyesine yücelterek O’na
ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir,
çok yücedir!
73. Eğer hâlâ helâk edilmedilerse, bunun bir tek sebebi var:
Hiç kuşkusuz senin Rabb’in, insanlara karşı sonsuz
lütuf ve ihsân sahibidir; ne var ki, onların çoğu
şükretmez!
45. Tam tersine, Mûsâ ile senin aranda bir çok nesiller
yarattık ve onların üzerinden bugüne kadar nice
devirler geçti. Buna rağmen, o dönemde yaşanan olayları
tüm ayrıntılarıyla ve dosdoğru bir şekilde haber veriyorsun.
Ayrıca, Medyen halkı içinde oturup onlara
ayetlerimizi okuyan kişi de sen değildin. Bu yüzden,
orada olup bitenleri bilmene imkân yok fakat Biziz, geçmiş
ve geleceğin gaybını haber veren bu Kur’an’ı sana gönderen.
46. Evet, Biz Mûsâ’ya seslendiğimiz sırada sen Sînâ
dağının yamacında olup bitenleri gözetliyor değildin
fakat Rabb’inden bir rahmet eseri olarak sana bu
olayları bütün gerçekliğiyle bildiren bu ilâhî Kitap gönderildi
ki, senden önce kendilerine uyarıcı bir Peygamber
gelmemiş olan şu câhil toplumu uyarasın da, insanlar
onun ayetlerini okuyup düşünerek öğüt alsınlar.
81. Karun, bir süre daha lüks ve refah içinde hayat sürdü
fakat sonunda, hem kendisini hem de o görkemli
sarayını helâk edip yerin dibine geçirdik! Öyle ki, ne o
güçlü kuvvetli orduları ve adamları onu Allah’a karşı
koruyabildi, ne de kendi kendini bu acıklı sondan
kurtarabildi!
4. Bir kaç yıl —üç ila dokuz yıl— içinde. Bu nasıl olur
demeyin, unutmayın ki, her işin başında da, sonunda da
karar verme yetkisi Allah’a aittir. Üstelik, Bizans
ordusunun İranlıları bozguna uğratacağı o günlerde,
Müslümanlar da Bedir savaşında kendilerinin üç katı olan
müşriklere karşı büyük bir zafer kazanarak sevinecekler.
Öyle ki:
21. O’nun tek bir rab ve ilah oluşunun yani ilim, kudret ve
merhametinin delillerinden biri de, size kendi
cinsinizden, yani sizin gibi birer insan olan karşı cinsten,
yanlarında huzur ve mutluluk bulabileceğiniz eşler
yaratması ve aranıza sevgi ve şefkat duyguları
yerleştirmesidir. Hiç kuşkusuz bunda, düşünen
insanlar için nice dersler, nice ibretler vardır.
30. O hâlde, ey insan; sen bir hanîf olarak, yani her türlü
bâtıl inanç ve ideolojiden uzaklaşıp bir tek Allah inancına
sımsıkı bağlanarak, yüzünü dosdoğru bu dine, Kur’an’ın
ortaya koyduğu bu mükemmel inanç sistemine çevir! Yani,
Allah’ın insan bünyesine nakşetmiş olduğu o saf, temiz
ve doğal yaratılış hâline! Unutma ki, toplumlar ve çağlar ne
kadar değişirse değişsin, Allah’ın yarattığı ve varlık
üzerinde egemen kıldığı yasalarda ve gönderdiği inanç
kurallarında hiçbir bozulma, pörsüme ve değişiklik
göremezsin; işte dosdoğru din budur; ne var ki,
insanların çoğu bunu bilmez.
31. İşte bunun için siz, Allah’ın yasalarıyla çelişen her şeyden
ve herkesten yüz çevirerek, tüm ruhunuzla ve tüm
benliğinizle O’na yönelin ve O’na yürekten saygıyla
bağlanın. Namazı dosdoğru kılın ve O’ndan başkalarını
kanun koyucu ve yol gösterici kabul ederek tanrılaştıran şu
müşriklerden biri olmayın!
54. O Allah ki, sizi son derece âciz ve güçsüz bir bebek
olarak yarattı; bu güçsüzlüğün ardından, size kuvvet
bahşetti ve bu kuvvetin ardından da, size tekrar zayıflık
ve ihtiyarlık verdi. Allah, dilediğini dilediği gibi yaratır.
Çünkü O, sonsuz ilim ve kudret sahibidir. Dolayısıyla, sizi
yeniden diriltmeye de elbette gücü yeter:
Ama gel gör ki, onların çoğu, tüm evreni yaratan bir
Allah’a inanmanın doğal sonucu olarak, O’nun gönderdiği
yasalara uymak gerektiğini bilmezler. Çünkü, dünya
hayatının zevkleri gözlerini kör etmiştir. Hâlbuki:
Peygambere gelince:
67. Fakat bunun boş bir kuruntu olduğunu anlayınca da, “Ey
Rabb’imiz!” diyecekler, “Biz, siyâsî önderlerimize ve
din büyüğü saydığımız efendilerimize körü körüne itaat
ettik; onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar.”
50. Onlara de ki: “Eğer ben sizin iddia ettiğiniz gibi doğru
yoldan sapmışsam, bunun vebali ancak bana aittir, siz
bundan sorumlu değilsiniz fakat eğer doğru yoldaysam, —
ki öyleyim— bu da Rabb’imin bana vahyettiği Kur’an
sayesindedir. Siz bilmeseniz de, Rabb’im doğru yolda
olduğumu biliyor ya! Hiç kuşkusuz O her şeyi işitir, bize
bizden daha yakındır.
Hiç kuşku yok ki, Allah’ın her şeye gücü yeter. Öyle
ki:
23. “Hiç olacak şey mi? Ben nasıl olur da, O’nun yanı
sıra, hayatıma karışmaya yetkili başka ilâhlar edinirim?
Peki, diyelim öyle yaptım, o zaman beni O’nun gazâbından
kim kurtaracak? Sonsuz Merhamet Sahibi Allah bana bir
sıkıntı vermek istese, onların sözde şefaati bana hiçbir
şekilde fayda vermeyeceği gibi, onlar beni cehennem
azâbından da kurtaramazlar!”
82. Bir şey yaratmak istedi mi, ona sadece “Ol!” der;
o da hemen oluverir.
14. Hakikati gözler önüne seren bir delil veya bir ayet
gördüklerinde, küçültücü sözlerle onu etkisiz kılmaya
çalışırlar:
15. “Vicdanları sarsıp derinden etkileyen bu Kur’an, bir
büyücünün uydurduğu efsunlu sözlerden başka bir şey
olamaz!” derler.
Müminlere gelince:
1. Ha, Mîm. Dinle, ey insanoğlu! Ha, Mîm gibi senin pek iyi
tanıdığın ve sürekli kullandığın harflerden oluşan fakat hem
lafzı, hem de manasıyla eşsiz bir mucize olan bu mesaja kulak
ver:
O Allah ki;
O hâlde:
34. Her insan yaratılıştan bilmeli ki, iyilik ile kötülük asla
bir olmaz. O hâlde, ey Müslüman! Sana kin besleyen
insanlara sen kin duyma; aksine, onlara şefkat ve merhametle
yaklaş; sana kötülük yapana iyilikle karşılık ver; gönül
incitmeden, rencide etmeden, tatlı dille ve yapıcı bir üslupla,
yani en güzel şekilde kötülükleri bertaraf et; işte o
zaman, aranızda kin ve düşmanlık bulunan kişinin
sanki birdenbire sımsıcak bir dosta dönüştüğünü
göreceksin.
1. Hâ, Mîm.
Hal böyleyken:
20. “Şunu iyi bilin ki, hiçbir tehdit, hiçbir baskı beni bu
yoldan çeviremeyecektir! Çünkü ben, bana yapacağınız
bütün işkencelere karşı, hem benim hem de sizin
Rabb’iniz olan Allah’a sığınıyorum!”
Hal böyleyken;
11. İşte, Allah’ın her toplum için geçerli kıldığı yasa budur!
Çünkü Allah, inananların dostu, yardımcısı ve
koruyucusudur; inkârcıların ise hiçbir koruyucusu
yoktur! İşte bunun içindir ki:
25. Çünkü onlar, hakîkati bile bile inkâr eden, sizi Kutsal
Mescidi ziyaretten alıkoyan ve Mina’da kurban etmek için
getirdiğiniz kurbanlıkların yerine ulaşmasını engelleyen
kimselerdir. Dolayısıyla, aslında cezayı fazlasıyla hak
etmişlerdi. Fakat bunun için şartların biraz olgunlaşması
gerekiyordu. Eğer Mekke halkı içinde, kendilerini
tanımadığınız için yanlışlıkla öldürüp vicdan azâbı
duyacağınız zayıf, çaresiz ve yaşlı mümin erkekler ve
mümin kadınlar bulunmasaydı, şehre savaşarak
girmenize izin verilirdi. Fakat Allah, zamanı geldiğinde
dilediğini rahmetine ulaştırmak için onlara biraz daha
mühlet verdi. Nitekim ileride, bu kâfirlerin çoğu İslâm’a
girecektir. Ama yine de, eğer Mekke halkının kâfirleri ve
müminleri kesin bir çizgiyle birbirlerinden ayrılmış
olsalardı, onlardan inkâr edenleri sizin elinizle savaşta
öldürerek veya esir ederek can yakıcı bir azâba
uğratırdık.
37. Geride kalan zâlimleri ise, korkunç bir azapla yerle bir
ettik ve can yakıcı azaptan korkanlar için, oradakilerin
başına gelen felâketi belgeleyen tarihi kalıntılar ve ibret verici
işâretler bıraktık.
15. “Siz bu azâbı haber veren Kur’an’ın bir sihir, bir aldatma
ve göz boyama olduğunu iddia ediyordunuz! Şimdi azapla yüz
yüze geldiniz! Peki, söyleyin bakalım, bu da mı bir sihir;
yoksa vaktiyle Kur’an’daki gerçekleri görmediğiniz gibi, bu
ateşi de mi göremiyorsunuz?”
16. “Şimdi hor ve hakir bir hâlde girin oraya! Artık ateşin
acısına ister dayanın, ister dayanmayın, sizin için
değişen bir şey olmayacaktır! Boşuna sızlanmayın,
sadece yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz!”
17. Öte yandan, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek
kötülüklerden sakınanlar ise cennet bahçelerinde,
sonsuz nîmetler içinde sefa sürecekler.
Öyle ki:
59. Şimdi, ey inkârcılar; siz kendi tuhaf hâlinize değil de, sizi
uyaran bu mübârek sözlere mi şaşıyorsunuz?
14. O Rahmân ki, insanı, vurulduğu zaman çın çın ses veren
çömlek gibi kupkuru bir çamurdan yarattı.
37. Fakat gök yarılıp kızarmış yağ gibi, kırmızı bir güle
dönüştüğü zaman öyle korkunç bir hal alacak ki, hayal bile
edemezsiniz!
50. Her ikisinde de, şarıl şarıl akan iki tatlı pınar var.
Ne zaman mı?
6. Un ufak olduğu,
7. Ve sizler hesaba çekilerek, derecenize göre üç gruba
ayrıldığınız zaman:
11. Kim Allah’a güzel bir borç vermek ister ki, Allah
da bu borcu ona âhirette kat kat fazlasıyla geri ödesin
ve ayrıca, Allah tarafından çok değerli bir mükâfât
kazansın? Öyleyse canınızı, malınızı ve yeteneklerinizi
Allah’ın istediği doğrultuda kullanın ki, Hesap Gününde
sonsuz nîmetleri kazanabilesiniz:
20. İyi bilin ki, iman ve onun gereği olan salih amelden
soyutlanmış bir dünya hayatı, ancak gelip geçici bir oyun,
gaflete düşüren bir eğlence, aldatıcı bir süs, birbirinize
karşı övünme sebebi ve daha çok servet ve övünülecek
nesiller çoğaltma yarışından ibarettir. Onun vaadettiği
zevkler, tıpkı yağmurun yeşerttiği bitkilerin hâline
benzer ki, onun sulayıp yetiştirdiği bitkiler çiftçilerin
pek hoşuna gider fakat bu göz alıcı bitkiler ve rengârenk
çiçekler zamanla kurumaya yüz tutar ve bir de
bakarsın ki tamamen sararıp solmuş ve sonunda
çerçöp hâline gelmişler. İşte dünyanın lüks ve ihtişâmı da
böyle yok olup gidecektir. Âhirette ise, ya zâlimleri
bekleyen çetin bir azap vardır, ya da müminler için
Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu. Demek ki, âhireti
kazanmak için yaşanmayan bir dünya hayatı, sonu felâketle
biten aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.
29. Evet, Son Elçiye iman edin ki, böylece Kitap Ehli
olarak bilinen, Allah’ın seçkin ve ayrıcalıklı kulları olduklarını
iddia ederek kutsal Kitabı kendi tekellerinde gören Yahudi ve
Hıristiyanlar, Allah’ın lütfuna hiçbir şekilde sınır
koyamayacaklarını, çünkü her türlü lütuf ve ihsanın
tamamen Allah’ın elinde olduğunu ve onu dilediğine
bağışlayacağını bu konuda hiç kimsenin hiçbir yetkisinin
olmadığını iyice anlasınlar.
İşte günün birinde, Medîne’de yine böyle bir olay meydana geldi.
Kocası tarafından “zıhar” yapılan Havle binti Salebe adındaki bir
kadın, kendisine yol göstermesi için Peygamberin huzuruna gelip
durumu ona arz etti. Peygamber bu konuda bir ayet olmadığını,
ancak kendi görüşüne göre kocasından ayrılması gerektiğini ona
söyledi. Kadıncağız, uğradığı haksızlığı tekrar tekrar dile getirerek
bir çözüm bulması için Peygambere ısrarla yalvarıyor, Peygamber
de hep aynı cevabı veriyordu. Sonunda kadın, çaresizlik içinde
başını göğe kaldırıp “Ey Allah’ım!” diye yalvardı, “Yalnızlığımın
şiddetinden ve beni perişan edecek ayrılık acısından sana şikâyette
bulunuyorum! Küçük çocuklarım var, onları babasına bıraksam
telef olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar! Bana bir yol göster yâ
Rab!” Sonra arkasını dönüp gitti. Kadın henüz Peygamberin
huzurundan ayrılmıştı ki, aşağıdaki ayetler nazil oldu:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla!
21. Eğer Biz bu Kur’an’ı siz insanlara değil de, bir dağın
üzerine indirseydik, o koskocaman dağın Allah
korkusuyla ezilip paramparça olduğunu görecektin!
Ama ne gariptir ki, akıl ve bilinç yeteneğiyle donatılarak
kulluk emânetini yüklenen insanoğlu, bir taraftan cehennem
ateşi, diğer taraftan cennet nîmetleriyle kuşatılmış bir
geleceğe doğru yol alırken pervasız ve gamsız davranıyor, bu
muhteşem Kur’an karşısında duyarsız kalıyor!
İşte Biz insanlara böyle ibret verici örnekler verip
onları rûhen ve zihnen aydınlatıyoruz ki, düşünüp öğüt
alsınlar.
2. Hırsızlık yapmamak,
3. Zina etmemek,
4. Çocuklarını öldürmemek,
Böylece Hz. İsa hak dini tebliğ etmeye başladı. Fakat İsrail
Oğulları’ndan bir kısmı ona inandı, bir kısmı da inkâr
etti. Bunun üzerine, iman edenleri düşmanlarına
karşı destekledik ve sonunda hak yolda savaşanlar,
inkârcılara üstün geldiler!
62. CUMA SÛRESİ
Medîne döneminin başlarında gönderilen bu sûre, adını Cuma
namazını emreden dokuzuncu ayetinden almıştır. 11 ayettir.
O hâlde;
11. İyi bilin ki, ölüm vakti gelip çattığında, Allah hiçbir
canın ölümünü ertelemeyecektir.
Hiç kuşkusuz Allah, bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.
64. TEĞÂBÜN SÛRESİ
Medîne’de, hicretten hemen sonra gönderilen bu sûre, adını
dokuzuncu ayetinde geçen “Yevmü’t-Teğâbün” yani, gerçek kâr ve
zararın ortaya çıktığı “Aldanma Günü” kelimesinden almıştır. 18
ayettir.
O hâlde, ey insanlar!
Ey müminler!
14. Öyle ya, her şeyi Yaratan, yarattığı şeyi bilmez mi?
Elbette bilir! Çünkü O latiftir, her şeye nüfuz eden ilmiyle
bütün gizlilikleri en ince ayrıntısıyla bilir, her şeyden
haberdardır. Öyle ki:
Ve işte uyarıyorum:
12. Ya da, bir ömür boyu aynı yastığa baş koyduğu hayat
arkadaşını ve öz kardeşini,
31. Ama her kim evlilik dışı yollara tevessül ederek veya
sapıkça ilişkilere yönelerek Allah’ın belirlediği bu çizginin
ötesine geçmeye kalkışırsa, işte onlar, sınırı aşan ve
kınamayı, cezayı hak eden azgın kimselerdir! Fakat Namaz
Ehli, asla bu tür yollara tevessül etmez!
14. Oysa sizi annenizin karnında bir damla su, bir çiğnem
et parçası ve cenin gibi peş peşe aşamalardan geçirerek
yaratan O’dur.
19. “Ama ne var ki, Allah’ın kalbi imanla dolu bir kulu ve
Rasulü olan Hz. Peygamber inkârcıların bulunduğu bir
mescitte namaza durup yalnızca O’na yalvarmaya
başlayınca öfkeden kuduran kâfirler, nerdeyse onun
üzerine çullanıp onu oracıkta linç edeceklerdi.”
38. Sonra bu bir damla su, rahme yapışan kan pıhtısı gibi bir
hale gelen alakaya dönüşmedi mi? Böylece Allah, onu bir
insan nüvesi olarak yaratıp biçimlendirmedi mi?
20. Nasıl inkâr edersiniz ki; Biz sizi değersiz bir sudan
yaratmadık mı?
21. Sonra onu, mükemmel şekilde korunup gelişimini
tamamlayacağı sağlam bir barınağa, anne rahmine
yerleştirmedik mi?
38. “İşte bu, hak ile bâtıl ehli arasındaki bütün ihtilafların,
anlaşmazlıkların nihâî karara bağlanacağı ve ilâhî adâletin tüm
ihtişâmıyla tecellî edeceği Karar Günüdür. İşte bu yüzden,
sizi ve sizden öncekileri bu mahkemede topladık!”
10. Geceyi, siyah bir tül gibi yeryüzünü kaplayan bir örtü
kıldık.
29. Oysa Biz, yapıp ettikleri her şeyi bir bir yazıp
kaydetmiştik.
39. İşte bu, bâtıl değil, vehim değil, efsâne değil, hak
Gündür; hak ve adâletin tam anlamıyla gerçekleşeceği bir
gündür; şu hâlde, dileyen, Kur’an’ı kendisine rehber
edinerek dosdoğru Rabb’ine varan bir yol tutsun! Dileyen
de O’nu inkâr edip kendini ebedî azâba mahkûm etsin!
11. Hayır; sakın bunu bir daha yapma! Kur’an’a iman etme
“lütfunda” bulunacaklar diye, o inkârcılara aşırı yüz verip
onları şımartma; Allah’ın ayetlerini onlara “yalvarırcasına”
tebliğ ederek bu Kitabın değerine gölge düşürme! Çünkü bu
Kur’an, yüreklerini hakîkate açan kimseler için bir öğüt ve
uyarıdan ibarettir.
19. Bir damlacık sudan! Öyle ki, Rabb’i onu bir çiğnem et
parçası hâlinde yarattı, sonra ona, yeryüzünde karşılaşacağı
ortam ve şartlara uygun, hârika bir şekil verdi.
38. O Gün öyle yüzler var ki; sabah güneşi gibi ışıl ışıl,
apaydınlıktır,
39. Cenneti kazandığı için gülümsemekte, ilâhî müjdeyle
sevinmektedir.
Fecr sûresinden sonra bir süre vahiy kesilmişti. İman ile küfrün
mücâdele ettiği bir dönemde, gücünü Allah’tan alan Peygamber
için vahyin kesilmesi, onun yapayalnız kalması demekti. Öte
yandan, bunu fırsat bilerek “Rabb’i Muhammed’i terk etti!” diyen
inkârcıların şamataları, onun üzüntüsünü bir kat daha artırıyordu.
Peygamber, işlediği bir kusur sebebiyle Rabb’inin onu
cezalandırdığını düşünerek üzüntülü bir hâlde beklerken, hem ona
Rabb’inin hoşnutluğunu ve ikramlarını bildirerek yüreğine su
serpen, hem de kıyâmete kadar gelecek müminleri dünya ve
âhiret nîmetleriyle müjdeleyen mübarek Duhâ sûresi nazil oldu:
2. İnen Kur’an ile iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın kesin
hatlarla birbirinden ayrıldığı bu Kadir Gecesinin ne
muhteşem bir gece olduğunu bilir misin? Öyle büyük bir
gecedir ki o, sırf senin bilgi ve idrâkine kalsaydı, onun kadrinin
derecesini asla bilemezdin.
Öyleyse;
“Bakın, ey inkârcılar!”